4 sonuç bulundu

Geri dön

"İlahi Ente Maksudi Ve Rızake Matlubi"

"İlahi Ente Maksudi Ve Rızake Matlubi"

Benim isteğim, maksadım ve isteğim sensin ve senin rızan demek. Bu dünyada tek gayemizin bu olması gerekiyor. Yemek yerken, nefes alırken, arkadaşlarımızla bir şeyler paylaşırken, ailemize erzak alırken… yani aklınıza ne geliyor ise bunları yaparken tek gayemiz, isteğimiz Allah`ın kendisi ve rızasını istemek olmalıdır. Örneğin evladımızı okutacağız, evladım başarılı olsun ve zengin olsun, bu dünyada zorluk çekmesin…. Diye okutmamalıyız. Evladım başarılı olmalı ki hayırlı bir kul olabilsin. Yani burada esas iyi bir kul olabilmektir. Kulluk da Allah`ın rızasını kazanmakla ilgilidir. Siz patronunuzun rızasını kazanmadan bir işte muvaffak olabilir misiniz? Olamazsınız çünkü patronunuzun rızasını kazanmak zorundasınız. Bu benzetme tabi, benzetmelerde hata olur. Bizler de Rabbimizin kendisi olmayı ve O`nun rızasını kazanmayı dilemeliyiz.

İçindeki vaadleri kazanmak adına
Bu duayı bolca söylemeliyiz.
_"İlahi Ente Maksudi Ve Rızake Matlubi" _________________
Rabbimin rızasını kazanabilmeyi nasib eylesin her birimize Amin


Selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Pts Nis 09, 2012 10:17 pm
 
Foruma git
Konuya git

YOLUMUZ......

Ne çok yol var hayatımızda. Henüz bir tuz tanesi kadarken, uzun bir yol aşıp, “insan olmak” için annemizin en korunaklı yerine tutunuruz. Belli bir süre sonra da zorlu bir yolculuk ve dünya denilen mekâna gözlerimizi açarız.

Ardından farklı farklı yollar girer hayatımıza… Özlediklerimize götüren, onları bize getiren. Kimi uzun, kimi kısa, kimi daralan, kimi patika, kimi aşması zor sarp yokuşlarla dolu.

Ancak bir yol var ki, mutlaka onda yolcu olmalı. Arada yönümüzü şaşırabileceğimiz tali yolları da olsa, o dosdoğru bir yol. İnsanların rızasından sıyrılıp, yalnızca Allah’ın rızasını kazanmaya yönelten yol. İşte bu, Rabb’e hicret edilen, insanı O’na ulaştıracak olan yol…

Hicret, insanın yanlış davranışlarını, düşüncelerini, alışkanlıklarını, kısacası geçmişine dair her şeyini bırakarak yalnız Allah’a yönelmesi ve yalnız O’nun istediği gibi yaşaması. İnanan insan hicret ederek O’na gönülden teslim olur, en yakın dost O’nu bilir ve Rabb’inin himayesine sığınır.

Hicret kalben, ruhen bir kopuştur. Karanlıklardan aydınlığa çıkaran, kurtuluşa ulaştıran fiili duadır. Hayatı zorlaştıran gereksiz korkulardan, endişelerden, üzerimizdeki zincirlerden kurtuluştur. Bindiğimiz gemide, kendimize eziyet ederek sırtımızda taşıdığımız yükleri güverteye bırakmaktır. Sonlu olan ne varsa terk ederek, sonsuz olan Sevgiliye yol almaktır.

Gerçekte inanan insan her an hicret yolundadır. İç dünyasında hep daha iyiye, daha güzele, daha doğruya ve hep o hedefe varabilmek için sürekli yolculuk halindedir. Hicret, ‘ben’in; ene’nin ıslahıdır. Nefisten vicdana kaçıştır.

Yaşayan insan için umut her zaman vardır. Hicret yolu, korku ile umudu birbirine bağlayan yoldur. O yolda sevgiliye kavuşma umuduyla hep A’raf’da gibi yaşanır.

Ruhen ve kalben hicretin ardından bazen bedenen de yola çıkılır. Bu hicretle insan, her türlü riski ve zorluğu göze alarak kimi zaman evini, kimi zaman tüm kurulu düzenini, kimi zaman yakın çevresini ve hatta yaşadığı toplumu yalnızca Rabb’inin rızasını kazanmak amacıyla ardında bırakır.

Hepimiz, yaşamımızın bir döneminde benzer bir yolculuk yaşayabiliriz. Bu, bazen daha farklı şartlarda, daha farklı mekanlarda gerçekleşebilir.

Bu yolculukta "herkes ne der" mantığı yoktur. Endişeler yaşanıyorsa katıksız bir inançtan söz etmek zordur.

Bu yolculukla, nefsani ve dünyevi tüm bağlar kopar. Zahirde kayıp gibi görünse de, en büyük nimetlerin kapılarını açar. Katıksızca yöneldiği bu yol, insan için gerçek kurtuluşun yoludur.

Bu, güven ve teslimiyetin kanıtlandığı yoldur. Yaşam boyu uğraşıp-didinerek kurulan düzeni, sahip olunan her şeyi, yalnızca Rabb’e ulaşmak için bir anda bırakıp, kararlılıkla çıkılan hicret yoludur. O yol, kalkmak için düşülen yoldur.

“Canım bedenimde oldukça, Sen’den başkasına giden bir yola ayak basamam, buna imkân yok!” (Mevlana)
Selam ve saygılarımla Hacegan.....
Hacegan__
Sal Mar 20, 2012 12:38 am
 
Foruma git
Konuya git

ATATÜRK VE DİN....

Sayın sanalkahve dostlarım bu zamana kadar ulu önderimiz Atatürkün din konusuyla ilgili olarak çok şeyler yazıldı çizildi kimine göre Atatürk din düşmanı ilan edildi yani herkes kendi tarafından bakıp yorumlar getirdi oysa Atatürk gerçek bir islam dinin yaşanması için elinden gelen her türlü çalışmayı yapan ulvu bir insandır.Atatürk saf, temiz ve sade bir din anlayışı istemekteydi. İslam dinine sonradan girmiş her türlü safsata, hurafe ve boş inançlara karşı akılcı bir din anlayışını benimsemiştir. Bunun ilk adımını da Kur’an-ı Kerim’in milletin bütün fertleri tarafından okunup anlaşılabilmesini sağlamakla atmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan iki yıl bile geçmeden 21 Şubat 1925 tarihinde Meclis’teki bütçe müzakereleri sırasında Kur’an-ı Kerim’in meal ve tefsirinin, Hadis-i Şerif tercümelerinin devlet imkanlarıyla yaptırılması için talimat vermiştir.

Bunun üzerine mealin Mehmet Akif Ersoy, tefsirin Elmalılı Hamdi Yazır, hadis tercümelerinin de Kamil Miras tarafından yapılması kararlaştırılmıştır. Ancak, Mehmet Akif bilahare bu görevi bırakarak aldığı avansı iade etmiş, hem meal hem de tefsir yazma işi Hamdi Yazır tarafından yapılmıştır. Elmalılı Hamdi Yazır’ın hazırladığı 9 ciltlik tefsir 1935 yılında, Kamil Miras tarafından hazırlanan "Sahih-i Buhari Muktasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi" isimli 12 ciltlik hadis tercümesi de 1928 yılında yayımlanmıştır.
Atatürk, Kur’an’ın Türkçe’ye çevrilmesinin şu gerekçeyle yapıldığını anlatıyor:

"Türk, Kur’an’ın arkasından koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor. İçinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın." Ayrıca bu gerekçeyle hutbelerin de Türkçeleşmesini sağlamıştır. Ona göre hutbe demek, nasa hitap etmek, yani söz söylemek demektir.

"Minberler halkın beyinleri, vicdanları için bir iyilik, doğruluk ve bir aydınlanma kaynağı olmuştur. Böyle olabilmek için minberlerden yankılanacak olan sözlerin bilinmesi, anlaşılması, sanat ve ilim gerçeklerine uygun olması gerekmektedir. Değerli hatiplerin, siyasi ve toplumsal olayları ve medeni durumları ve gelişmeleri her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış bilgiler verilmiş olur. Bundan dolayı, hutbeler tamamen Türkçe ve çağın gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır" sözleri, onun bu düşüncesini yansıtmaktadır.

ATATÜRK diyor ki: "Mensubu olmaktan gönül doygunluğu duyduğumuz ve mutlu olduğumuz İSLAM DİNİNİ, asırlardan beri düşmüş olduğu POLİTİKA BATAĞINDAN ÇIKARIP TEMİZLEMEK ve yüceltmek GEREKTİĞİNİ GÖRÜYORUZ. KUTSAL VE İLAHİ olan İNANÇLARIMIZI ve vicdanımızı, NE İDÜĞÜ BELİRSİZ, ANLAŞILMAZ, VE her türlü MENFAAT VE ÇİRKEFLİĞE AÇIK POLİTİKADAN ve politikanın bütün organlarından bir an evvel ve kesin olarak çıkartıp KURTARMAK; milletimizin hem dünyadaki hem de ahiretteki mutluluğu için ŞARTTIR!.."
Bu noktada Atatürk’ün en büyük devriminin bugün bile hala tabu sayılan din konusundaki yaptığı bu açılımlardır. Kur’anın daha iyi ve doğru anlaşılmasına dönük meal-tefsir çalışması 1920 lerden bu yana bir adım bile ileriye gidememiştir. İnönü’nün devam ettirmeye çalıştığı bu devrim maalesef halktan pek de destek görmemiş ve Menderes iktidarıyla birlikte başladığı noktaya dönmüştür. Maalesef geleneksel İslam anlayışı galip gelmiştir.
Peki hal böyleyken Atatürk’ü dinin karşısında gibi göstermedeki murat nedir? Öncelikle bunu kimler yapıyor. Elbette halkın dinin ne dediğini anlamasını istemeyen din bezirganları.
Onlar ‘ne yapacaksın dinin ne dediğini, tespih çek, camiye git Arapça oku, dinin ritüellerini uygula kafidir’ demek suretiyle din üzerindeki hakimiyetlerini pekiştiriyorlar. Yani din bizim işimizdir ‘sen söylediğimi yap öteyi karıştırma’ diyerek kuranın asıl lafzını ıskalattılar halka. Mesela hutbe şükürler olsun ki Türkçedir, o da Arapça olsaydı nice olurdu halimiz! Oldu da fena mı oldu! Bence ezanın Arapça okunmasından gayri (çünkü onun anlamını herkes biliyor, bu namaza çağrıdır)her şey Türkçe olmalıdır, İslamiyeti arap-acem boyunduruğundan tedricen de olsa mutlaka kurtarmalıdır.
Böyle olunca huşu içinde Çalmaaaa, gıybet yapmaaaa, başkasının ırzına göz koymaaa, yanında çalıştırdığının hakkını koru parasını teri soğumadan veeer, aldığın borcu vadesinde ödeee, milletin parasını malını mülkünü koruuu, devlet erkini elinde bulunduruyorsan devletin varlıklarını kollaaa, hortumlamaaa, hortumlanmasına göz yummaaa, yalan söylemeee, komşularınla iyi geçiiin, insanları kolayca suçlu ilan edip cezalandırmaaa, haçlıyla birlik olup müslümanı vurmaaa, düşmanın da olsa iftira atmaaa, insana zulmetmeee, komşun açken sen tok yatmaaa, mülk allahındır deyip kıracın iki ay kira vermedi diye onu kapının önüne koymaaa, aşırı lüks haramdır lüksden kaçııın, ısraftan kaaaç, doğayı koruuu, hayvanı seeev, bilim adamını koruuu, miskin miskin oturma üreeet diyen dinin lafzını her gün tekrarlayan mümin, toplumda daha temiz yaşar, daha samimi…. daha insan herhalde.
Ve bence devlet eliyle yapılacak bir şüralar zinciri sonunda Kur’an Türkçeleştirilmeli ve şahıslar tarafından meal- tefsir yazımı yasaklanmalıdır. Mademki Kur’an tüm evren için gönderilmiştir, evrendeki her disiplin orada yer almalıdır. İlahiyatçılar, fizikçiler, biyologlar, yer bilimciler, kimyacılar, matematikçiler, sosyologlar, psikologlar, edebiyatçılar, dil bilimciler, tıpçılar, kozmologlar, astrofizikçiler ve ille de Arapçacılar, arap dilciler…
Adamın bunların hiçbirinden haberi yok meale tefsire soyunuyor. Sonra kıt bilgisiyle evrende ‘ters kare yasası var’ şeklindeki bir genellemeyi kurana dayandırmaya çalışırken bilmiyor ki dipol etkileşiminde ters kare yasası yok….
Önüne gelenin kendisinden önce yazılan meal ve tefsire dayanarak yeni bir yazım faaliyetine girişmesi sonucunda da Kur’an’ın dışında bambaşka bir şey çıkıyor ortaya. Bir mealin söylediği ötekinden çok farklı, bir tefsir diğerini yalanlıyor.
İşte Atatürk bunu yapmaya çalıştı. Yani hurafe, gelenek, safsatalardan arındırılmış, çağa uygun, insanoğlunun eriştiği medeniyet çizgisiyle uyumlu, bilimin ulaştığı bugünkü seviyede onunla çatışmayan… Kısaca akla ve mantığa dayanan gerçek din… Yani Kur’anın dini.
Rotasını Kur’andan almayan ve bilimden beslenmeyen İslamın dünyaya şamil olması mümkün değildir. Hayatına Kur’anın normlarını içtenlikle yerleştiremeyen insan da, gerçek İslamla şereflendirilmiş sayılamaz.Ulu önderimiz Atatürk ruhun şad mekanın cennet olsun inşallah selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Sal May 15, 2012 5:38 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Kimseye kendimizi begendiremiyoruz..

Ölünce ne diyecekler?
... Muhtemelen... Ölüm sana yakışmadı.
Normal tabii, dirimizi beğenmediler ki ölümüzü
beğensinler. Kardeşim gerçekten güzel bir paylaşım olmuş emeğine yüreğine sağlık.
Hacegan__
Sal May 15, 2012 1:53 pm
 
Foruma git
Konuya git
cron