Medyanın toplum üzerindeki etkisinin ne kadar büyük olduğunu hepimiz biliyoruz. Hergün gazete, televizyon ve internet aracılığıyla, istenilen bilgi, haber, yorumlar insanlara ‘istenildiği’ gibi verilmekte ve beyinler çok ince ayarlarla kontrol altına alınmaktadır.
Medyanın bu kadar güçlü olmadığı dönemleri hatırlayalım… Toplumda sevgi, saygı, hoşgörü, yardımlaşma çok daha fazlaydı. Komşuluk ilişkileri, yıllarca süren okul arkadaşlıkları ve herşeyden önemlisi güçlü yapıya sahip aile bağları… Huzurun ve güven duygusunun henüz yitirilmediği o dönemlerde insanlar çok daha mutluydu. Çıkar ilişkileri hayatımızı bu kadar ele geçirmediği için insanlar küçük şeylerle mutlu olur, anlamsız hırslara kapılmazlardı. Ahlak anlayışı henüz yitirilmemiş olduğundan herşey çok masum ve güzeldi.
Bugüne dönersek geçmişte yaşanan huzur ve güven ortamından eser kalmadığını hepimiz çok net görüyoruz. Aile bağlarının koptuğuna, para ve iktidar hırsının insanları nasıl esir aldığına hepimiz hergün şahit oluyoruz. Nerede o eski arkadaşlıklar dediğimiz günümüzde arkadaşlık ve dostluklar maalesef çıkarlar doğrultusunda şekillenmekte ve ufak bir darbede yıkılabilmektedir. Tıpkı yapılan evlilikler gibi…Toplumun bu hale gelmesinde pek çok neden olabilir. Ancak en önemli etkenlerden biri hiç kuşkusuz medyadır.
Bugün televizyonlarda özellikle gençlere ve çocuklara yönelik hazırlanan programlara, dizilere ve filmlere bakınca toplumun neden bu duruma geldiğini anlamak çok ta zor olmuyor. Her geçen gün bir öncekinin tahribatından daha büyüklerini yapmaya çalışan dizileri izledikçe ahlakın ve iyiliğin neden kaybolduğunu, neden insanların bencil ve hırslı olduğunu daha iyi anlıyoruz. Gençlerin sınır tanımaz özgürlük anlayışı ve aile kurumunu hiçe sayan tavırları, evlilik dışı beraberliklerin artması ve toplumun hızlı değişimi.. hepsi verilen telkinler sonucu oluşmaktadır.
Duygusallık ve romantizm telkinleriyle gençleri anı yaşamaya teşvik edenler, sonuçları üzerinde sorumluluk kabul etmeyip sadece gazetelerin 3. sayfalarından ya da tv’lerden haberlerini vermekle yetinirler. Evlilik vaadiyle kandırılan genç kızlar, aşkı için herşeyi yapan ve hayal kırıklığına uğrayıp intihar edenler, töre cinayetleri ve pekçok acı olay…
Toplumu oluşturan insandır. İnsana şiddeti, yalanı, güçlü olmayı, zinayı, nefreti aşılarsan böyle bir toplumda yaşarsın. Şeytanın sistemine hizmet eden bu yayınları izlerken daha bilinçli olalım ve çocuklarımızı bu tehlikeli oyunlardan uzak tutalım. Bugünün çocukları, gençleri bizim geleceğimizi oluşturacaksa daha düzeyli ve güçlü bir topluma sahip olmak için bu yayınlara tepkimizi gösterelim. En güzel ahlakı yaşama konusunda kararlı olalım ve asla taviz vermeyelim! Selam ve saygılarımla.....
16 sonuç bulundu
16 sonuç bulundu • 1 sayfadan 1. sayfa
Cennet Tüm Annelerin Ayağının Altında mı?Türk toplumunda aile çok önemli, korunması gerekli bir değerdir. Ancak pek çok toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da çarpık ahlak yapısına sahip olan ve kendi ile beraber çocuklarını da bu gayri ahlaki yaşantıya sürükleyen aileler çoktur. Elbette çocukları, sırf anne babaları olduğu için, İslam’i ölçülerde yaşamayan ailelerine itaat etmek zorunda değildir.
Cezaevleri adam öldürmüş, ****** ya da fuhuş yapmış anne ve babalarla doludur. Kimse bu kişilerin evlatlarının, sırf ailesi olduğu için anne ve babaları ile aynı hayatı yaşamaları gerektiğini idda edemez. Ayrıca toplumumuzda yaygın olan ‘kimse evladının kötülüğünü istemez’ görüşü de gerçek dışıdır. Zira sokaklarda dilendirmek için doğurulan ve daha bebek olduğu halde buz gibi havalarda dahi acımasızca sömürülen çocukların anne babaları için, ‘evlatlarının iyiliği için uğraşıyorlar’ cümlesi elbette kullanılamaz. Aynı şekilde ülkemizin belli kesimlerinde hala devam eden töre cinayetleri de bunun örneklerinden biridir. Kızını para makinesi görüp onu şarkıcı ya da oyuncu olması için kapı kapı gezdiren ve sonra da zengin biri ile evlendirip rahata kavuşmanın planlarını yapan anne de çocuğunu düşünen, cennetin ayaklarının altında olması gereken annelerden değildir elbette. ‘Anne ve baba hata yapmaz’, ‘tüm anneler çocuklarının iyiliğini ister’, dolayısıyla ‘anne ve babaya itaat etmek ve her dediklerini yapmak gerekir’ cümleleri Kuran ayetlerine uymamaktadır. Zira anne ve baba Kuran’a iman eder, İslam ahlakı ile yaşar ve Kuran’la hükmederse güvenilirdir. Ve ancak bu koşulda anne ve babaya itaat edilir. Kuran ahlakı ile yaşayan aile elbette evladının dünyası ile beraber öncelikli olarak ahiretini düşünerek hareket eder. Evlatlarının Allah rızasına uygun yaşaması için çaba gösterir. Cennet, iman eden mümin annelerin ayaklarının altındadır. (İnşaAllah) Evlatlar ailelerin tapulu malı değildir. Allah’ın onlara birer emanetidir. Her evlat bir birey olarak kendi kararlarını vermekte özgürdür. Anne ve baba çocuğunu, zorlama ve baskı yapmadan dini yaşamaya teşvik etmelidir. Ancak bazen tam tersi olur ve ailesi din ahlakı ile yaşamadığı halde evlatları Kuran ahlakı ile yaşamayı seçebilir. İşte bu durumda çocuklarının, müslümanlığın gereklerini yaşamasından rahatsız olan aileler çıkabilir. Kuran kıssalarına bakıldığında, geçmişte yaşayan müminlerin de başına gelen bir olaydır bu. Adetullah gereği, İslam ahlakının gereklerini tam yapmaya niyet eden çocuklara engel olmak isteyen aileler mutlaka vardır. Onlara göre kendileri de müslümandır, kendileri gibi namaz kılıp oruç tutulsa yeterlidir ve aşırıya kaçmamak gerekir. Oysa Allah razı olacağı ve cennetle müjdelediği kullarının, Kuran’ın bazı hükümlerine değil bütün hükümlerine uyan müminler olduğunuı haber vermiştir. Yani sadece namaz kılıp oruç tutmak, zekat verip kimsenin hakkını yememek Allah’ı razı etmek için yeterli değildir. (Allah en doğrusunu bilir) “Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.” (Kehf Suresi, 104) Bu tavır içinde olan aileler, çocuklarının Kuran okuyup ibadet etmek ve Allah yolunda çabalayıp gençliğini ‘haşa’ heba etmek yerine; bir an önce evlenip çoluk çocuğa kavuşması, çok para kazanması gibi dünyevi çıkarları gözetmesini ister. Onlara göre, Allah’ın Kuran’da emrettiği üzere ihtiyaçtan arta kalanı infak etmek ‘haşa’ aptallıktır. Kendileri imanı tam kavrayamadıkları için, Allah’ın infak ettiğinizde artırırım ayetini görmezden gelir ve tevekkülden bi haber yaşarlar. Sürekli yaşadıkları gelecek korkusunu çocuklarına da aşılamaya çalışırlar. İşte bu durumla karşı karşıya kalındığında, ailesi kişiyi Allah yolunda mücadeleden alıkoymaya ve dünyayı yaşamaya teşvik ettiğinde o anne ve babaya itaat edilmez. Bu durumdaki çocuğu ailesine itaat etmesi için zorlayan kişiler de ahlaksızdır ve zalimdir. Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban) hakkında bir bilgin olmayan şeyi Bana şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme ve dünya (hayatın) da onlara iyilikle (ma’ruf üzere) sahiplen (onlarla geçin) ve Bana ‘gönülden-katıksız olarak yönelenin’ yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, böylece Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. (Lokman Suresi, 15) Kehf ehli gençler ailelerinden, İslam’ı yaşamak için kopup ayrılmışlardır. Hz. İbrahim babasından İslam’ı yaşamak için ayrılmıştır. Pek çok sahabe, İslam’ı yaşamak uğruna ailelerinden kopup Hz. Muhammed (sav)’in yanında yer almıştır. O dönemin müşrik ve münafıkları çocuklarının büyülenmiş olduğunu, dönemin elçilerinin evlatlarını onlardan kopardığını iddia etmişlerdir. Bu replikleri ‘Çağrı’ filminden de hatırlayabilirsiniz. İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: “Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.”… (Mümtehine Suresi, 4) Hz. Nuh Allah’ın emri ile yapmış olduğu gemiye bindiğinde, inkarcı oğlu geminin dışında kalınca Allah Dedi ki: “Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.” (Hud Suresi, 46) Sonuç itibarı ile aileye, çocuğunun ahiretini düşünerek Kuran’la hükmettiğinde itaat edilir. Allah yolunda yaşaması konusunda çocuğuna engel olmaya çalışan aileye itaat edilmez. Gerekirse Hz. İbrahim gibi, Kehf ehli gibi, pek çok sahabe gibi onlardan ayrılmak gerekebilir. Allah Hz. Nuh’a kafir olan oğlu için, ‘kesinlikle o senin ailenden değildir’ buyurmuştur. ‘Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?… (Bakara Suresi, 214) ayeti gereği, geçmişteki müminlerin aileleri ile yaşadıkları bu zorlukları yaşayan müminler yine olacaktır. Bu Allah’ın sünnetidir.Sünnetleride yaşamak lazımdır yani kısacası anlatılmaz yaşanır selam ve saygılarımla.
BEN TÜRK'ÜM TÜRK BENİM....Ben, Türk’üm. Benimle uğraşmamak, akıl gereği!
Ben milletim! Ben devletim! Ben devletli ve Peygamber(s.a.v.)’den duâlı bir milletim! Dünya müslümanları benim, ben Müslümanım! Hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyen, mazlûma merhâmetli, zâlime acımasız ve dininden dönenleri islâh etmek üzere yaratıldığı; Allah’ın onlardan, onların da Allah’tan razı olduğu Kur’an-ı Kerim’de -(Maide/54)- işâret edilen millet, benim!… “Türklerle iyi geçininiz. Çünkü onlar için çok uzun süreli hâkimiyet söz konusudur.” hâdisi ile işâret edilen millet, Ben’im… Ben, dünyanın dengesiyim! Ben, tarih yapanım! Ben, kendilerine medenî diye iftirâ eden Avrupalı barbarlara, tarihi yazma görevi verenim! Ben, halkçılık oynayan, işveli dolma kalemlerin yazdıklarını, okumaya tenezzül etmeyenim! Ben, ”Bu memleket; dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az yedi bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgârıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı. Onların oğlu oldu. Birgün o doğa çocuğu; doğa oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu… Türk budur! Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir!” diye, Muhteşem Türk Atatürk tarafından kitâbesi tarihe tekrâr yazılan milletim! Ben, ”Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdıyım.” Ben, “Biz biliriz bizim işlerimizi/ İşimiz kimseden sorulmamıştır.” deyip övünmeden tarihe nezâret etmiş tek milletim! Ben, bir Genel Kurmay Başkanım’ın ağzından; “Halkımız metin ve milletine bağlı.” şeklinde târif edilerek, halkları milletleştirebilmekte mâhir tek milletim! Benimle yaşayan huzûrlu olur. Huzûrlu kalır. Bana ihanet edenlerin yaşadıkları, ilerde yaşayacaklarının da habercisi olan, kindâr değil gerçek dindâr tek mütevekkîl milletim! Ben, öldükçe çoğalan, çoğaldıkça Allah yolunda ölümü; “Onlara ölüler demeyiniz. Onlar diridirler.” Âyeti ile kabullenerek ölüm yarışına girenim! “Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle.” diye ölümü güzelleştirebilen milletim! On üç bin yıldır dünyanın her yerine, tarihe emânet edip zamana kafa tutan kalıcı tamgalar vurarak medenîliğin, medeniyet yayıcılığının tek gönüllüsüyüm! Demire su verip çelikleştiren, çelikleştirdiğim demirden yaptığım kılıçla çağ kapatıp çağ açanım! Aman dileyene kılıç vurmayan, mazlûma zûlmedene hesap soran tek milletim! Ben Türk’üm. Türk ben’im!… Türkçe durur, Türkçe vurur, Türkçe korurum!… Dünyanın hiçbir yerinde ve tarihin hiçbir devresinde benden başka hiç bir millet; benim bağışlayıcılığımdan başka hiç bir sistem, 30.000 kişinin katiline tutsağı olduğu için bakmaz! İnsana bu kadar insan değeri verenim ben! “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” öğretisini yaşayarak, yaşatarak dünyaya öğreten milletim! Evrensel insan haklarının ilhâm kaynağıyım ben! Benimle uğraşmamak akıl gereği!… Durgunluğum, suskunluğum aczimden değil! On bin yılı aşkın yaşımla teâmüllerim gereği; her şeyi, her ihtimâli göz önünde bulundurarak kurgulanmış her plâna karşı plân hazırlayarak davrandığım için, durgun zannedilirim! Beni tanımayanların binlerce yıllık basîretsizliklerine gülerek, aşacağım-taşacağım günü beklemekteyim! “Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi” tarifini hak eden millet, Ben’im! “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım.” vakârımla duranım! Ben Türk’üm. Türk, ben’im!… “TÜRK’ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR.” Selam, sevgi, dua
SanalKahve © Copyright 2007 - 2014 Tüm Hakları Saklıdır.
|