Milli Eğitim Bakanlığı, “ev hanımlığı”nı da artık diplomalı hale getiriyor...Ev işleri işlerini yapacak elemanların yetiştirilmesi amacıyla Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü bünyesinde “Ev ve Aile Hizmetleri” bölümü açıldı. Buradan yetişen “ev hanımları” hem ev işlerini daha nitelikli ve bilimsel yapacak, hem ellerindeki belgelerle kolaylıkla iş bulabilecek, hem de istemeleri halinde üniversiteye gidebilecekler. Milli Eğitim Bakanlığı, her alanda diplomalı profesyonel elemanların yetiştirilmesi amacıyla yeni çalışmaları uygulamaya koymaya devam ediyor. Bakanlığın son uygulaması ise “ev hanımlığını” diplomalı yapmak oldu. Bakanlık Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü, ev işlerini yapacak elemanların yetiştirilmesi amacıyla “Ev ve Aile Hizmetleri” bölümünü hizmete soktu. Buradan yetişen elemanlar ellerindeki belgelerle hem piyasada kolaylıkla iş bulabilirken, istemeleri durumunda ise üniversite eğitimlerini sürdürebilecekler.
EV HANIMLARI ARTIK TÜM EV İŞLERİNİ KENDİ BAŞINA YAPABİLECEK
Kız Meslek Liseleri'nde yeni açılan “Ev ve Aile Hizmetleri” bölümüne ilk öğrenciler de kaydedildi. MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından bu bölümler için hazırlanan müfredatta “Ev Sorumlusu” ve “Ev Yöneticisi” olacağı belirtildi. Bu bölümlerden mezun olanlar, “Tüm ev işlerini kendi başına yürütme bilgi ve becerisine sahip nitelikli kişi” olacak. Ev sorumlusu ve ev yöneticisi olmak isteyenlerin, ev ve aile ile ilgili konulara ilgi duyan, temiz, titiz, sorumluluk sahibi, zaman ve enerjiyi değerlendirebilen, problemleri kendi başına çözebilen, bir işi planlama ve uygulama yeteneğine sahip, güvenilir, iş güvenliğine dikkat eden, sağlık problemi olmayan bireyler olması gerekiyor. Çalışma saati sınırlaması olmadığı belirtilen ev yöneticilerinin, çalışma esnasında dikkatli olmadıkları takdirde yanma, kayma, düşme, kesilmeler, elektrik çarpmaları ve hava gazı, doğal gaz zehirlenmeleri gibi kazalarla karşılaşabileceği uyarısı yapıldı.
ÖSS’DE EK PUAN ŞANSI
Ayrıca, Ev Sorumlusu ve Ev Yöneticisi olacak mezunlar, tatil köyü, otel, motel, konuk evi, gibi konaklama hizmeti veren kuruluşlarda da çalışabilecek. Mezunlar “Aile Ekonomisi ve Beslenme Öğretmenliği”, “Aile ve Tüketici Bilimleri Eğitimi” ve “Sosyal Hizmetler” bölümlerini seçmeleri halinde de ÖSS'de ek puan alabilecekler. Mezunlar ayrıca “Ev Ekonomisi Yüksekokulu” ve “Sosyal Hizmetler Yüksekokulu”na sınavsız geçiş yapabilecek.
EV DÜZENİ EĞİTİM GÖRECEKLER
“Ev ve Aile Hizmetleri” tanıtım modülüne göre ev yöneticisi olarak yetiştirilecek öğrencilere 4 yıl boyunca, kişisel bakım yapmak, iş ve iş güvenliği önlemlerini almak, çalışma programı yapmak, ev alma/kiralama, taşınma ve düzenleme işlerini yürütmek gibi dersler verilecek. Ayrıca ders programında, kapı ve pencere, mobilya, aksesuar temizliğinin yanı sıra bulaşıkları yıkama, temiz mutfak araçlarını yerleştirme, mutfak dolaplarının temizliğini yapmak, mutfak ve banyo çöp atımını yapma, banyo temizliğini yapmak gibi dersler de yer alacak.
119 sonuç bulundu
119 sonuç bulundu • 5 sayfadan 1. sayfa • 1, 2, 3, 4, 5
SENİ HİÇ UNUTMADIK BARIŞ ABİ...Güncel Barış Manço ölüm yıl dönümünde anıldı Barış Manço ölüm yıl dönümünde anıldı
Barış Manço, ölümünün 13. yılında ailesi ve sevenlerince anıldı. 18 saat 18 dakika önce eklendi. Barış Manço'nun oğulları Doğukan ve Batıkan Manço ile sevenlerinin, Manço'nun müze haline getirilen Moda'daki evinde bir araya geldiği gecede, Manço kardeşler babalarının unutulmaz şarkılarını gitar eşliğinde seslendirdi. Gecede, Barış Manço'nun sevenleri de mumlar yakarak, şarkılara eşlik etti. Moda'daki evde, Manço'nun bestelerini yaptığı piyanosu, yurt dışı gezilerinden topladığı objeler, aksesuarlar, sahne kostümleri ve kendi yaptığı tablolar sergilenirken, bu yılki anma etkinliği için bakımı yapılarak kullanılır hale getirilen 34 BM 777 plakalı otomobili de evin önüne getirildi. Doğukan Manço, babasının yeri doldurulamayacak bir sanatçı olduğunu vurgulayarak, müze haline getirilen evde, Barış Manço'nun yaşatılması, eserlerinin, hatıralarının sergilenmesinin kendisi için büyük mutluluk olduğunu söyledi. Yaptıkları ile millete mal olmuş bir kişinin evinin müze olmasının doğal bir şey olduğunu söyleyen Manço,''Gönlüm bu evde oturmak ister. Fakat tüm halka mal olmuş birinin evinin müze olması sevenleri tarafında da arzulanan bir şey olsa gerek...'' dedi. Anma etkinlikleri çerçevesinde, 4 Şubatta Marmara Forum AVM'de Barış Manço'yu Anma Konseri, 5 Şubatta vapur gezisi, 6-20 Şubat arasında Palladium AVM'de Barış Manço sergisi, 10 Şubat'ta Sefaköy Kültür Merkezi'nde fotoğraf sergisi düzenlenecek, Grup 84 konser verecek
Aşka DairHangi ara girdin hayatıma?
Neredeydim ben sızarken sen karasularıma? Denizsiz şehirlerde maviye aç olduğum için mi boğulacağımı fark edemedim yosun renginin ardında denizi anımsatan bakışlarında? Hangi boşluğumdan sızdın kalbime? Dünyam bir boşluk haline geldiği için mi ayırdına varmadım dolduğuna boşluklarımın kayıp sırlarında? Siyaha ve beyaza boyamışken sanrılarımın anlamsız mutluluklarını kırmızı olup nasıl bir renk kattın skalama? Sen tüm bildiklerinle değiştirmişken bildiklerimi nasıl dönerim şimdi kırmızının olmadığı bir zamana? Yalana da mı aynı derecede usta dudakların? Öperken tüm yaşanılmış ve yaşanacak aşkları dudaklarım dahilekarlığını nerede sakladın? Belki sen bakıyordun riyakar gözlerle gözlerime ben rüyalardaydım uyanamadım.. Hangi kışın karını Haziran’a sakladın? Hangi beyazlıkla yüreğini akladın? Ben veremezken seninle yaşananların hesabını kendime sen kendini kendi gözünde nasıl bağışladın? Zamanın sihirli silgisini hangi elinle yokladın? Sahi hep parmaklarımın arasındaydı parmakların... Hangi vakit becerdin de iki ayrı yüzü iki yüzlülüğü avuçladın? Nasıl bir açlık senin aşka duyduğun? Ben beş dakikaların bile vuslatına razıyken sana günlerce gecelerce doyamam diyenimdin. Sarıldığın zaman nefesimi nefesinden çekemediğimdin. Hayalleri önüme bir çırpıda serenimken ben neredeydim? Hangi yalan vaadinin peşinde düş ülkesinde gezendim? Seyyah oldum tüm aşkları dolaştım sevenlerin gücüyle aşkı kutsadım. Hangi ara hayatımdaydın sen; bensizlikten nasibini almadın... Özlediğim için yerken tırnaklarım yerine kendi kendimi sen hangi yalanın evinde misafirdin? Kanırta kanırta öğrettim yüreğime sensizliği dönmek için boş adımlar atarken ben bu kez kendimdeydim...
Gidişim, Bendeki Yokluğun OlacakAşağıda herşey giderek küçülüyor küçüldükçe bütün yollar birbirine benziyor bütün ağaçlar bütün evler... Küçüldükçe,birbirine benzedikçe herşey hızla çoğalıp yokoluyor. Seni de böyle küçültebilecek miyim içimde O kentte seninle yaşanan o kocaman o küçük zaman dilimini diğerlerine benzetip çoğaltabilecek miyim?Yokedebilecek miyim? O kentin yollarında kaybolmuştum ben bütün sokaklar senin kapına çıkıyordu.Orada hangi evin kapısını çalsam sen çıkıyordun karşıma, belki de ben hep senin kapını çalıyordum. Baktığım bütün insanlarda bir parça seni gördüm,yüreğim irkilerek...
Günlerce sen indin taksilarden bütün telefonlarda senin sesin soluduğum havada bile sen vardın.Durmaksızın senin kokunu doldurdum içime O kentte seninle boğulup kalmıştım. Seninle yaşamak herşeye rağmen güzel,upuzun bir düş gibi geliyor bana.Ama yalnızca bir düşle ne kadar yaşayabilir ki insan... Seninle yaşadığım tutkunun sende dokunduğum tenin, her gittiğim yerden alıp beni sana getiren kokunun ansızın tükenip yokolabileceği korkusuyla daha ne kadar yaşayabilirdim. Üstelik artık yavaş yavaş karabasana dönüşen bir düş. İkimizde o kentte oldukça hiç bitmeyecekti.Kimbilir belkide o kentin kendisi bir düştü.Bir başka kentte sevebilir miydim seni? Seni sevme cesaretini bulabilir miydim kendimde?Seni sevme sabrını gösterebilir miydim? O kent uçsuz bucaksız karmaşası içinde her gece akıl almaz raslantılarla yaşanıyor biliyorsun Her gece bütün günahları saklıyor karanlığında . Yoruyor insanı;bitmez tükenmez bir yorgunluğun içinde uyuşturuyor. Öylesine uyuşturuyor ki yaşanmış bütün hoyratlıkları, bütün düş kırıklıklarını çarçabuk unutuyoruz..Unutulmayan düş kırıklıkları ya da en derinden yaşanan pişmanlıklar hiçbirşeyi yeniden başlatmaya yetmiyor. Doğru sen milat oldun benim yaşamımda “Bir ömürde kaç kez milat yaşanır” bu soruyu sorarken ne kadar güvenliydin kendine... Oysa bana seninle yaşadığımız milattan önce de yaşadığımı bilmek yetiyor.Sende bilirsin doğada hiçbirşey tümüyle yokolmaz .Her nesne dönüşür yalnızca, sürekli olarak dönüşür yeni birşeylere. Doğanın sonsuz devinimini yaratır bu dönüşüm Bütün bunları senden öncede biliyordum ben. Şimdi senden önce nasıl yaşandıysa senden sonrada öyle yaşanacağını bildiğim kadar iyi biliyordum üstelik.Bunu bilmek öylesine güç veriyor ki bana yaşanmış tüm düş kırıklıklarını, unuttuğum tüm pişmanlıkları yeniden anımsıyorum. Beni her an biraz daha tüketen yokluğunu,bendeki yokluğuna dönüştürebileceğime de daha çok inanıyorum artık. “Kaçış bu”dedin bana .Sesin öfkeliydi. Ellerinden anladım şaşkınlığını. Seni bırakıp gideceğime hiç inanmamıştın biliyorum.. Oysa yanıbaşında gecelerboyu hazırlandım yokluğuna farketmedin. Karanlığa sığınıp usulca uykusuzluğumu değdirdim uyuyan bedenine. Senin koynunda ellerimi saçlarında gezdirirken her gece yeniden yitirdim seni.Bir daha dönmemecesine her gece bırakıp gittim. Yapamadım. Uykusuz sabahlarda yeniden çaldım kapını.Beynimdeki o deli,tutkulu çığlıklarda aradım hep koynunda buldum seni.. Bu kenttende senden de kaçabilir miyim hiç.Bu kenti ne çok severim bilirsin , Seni...Hayır kaçış değil ama karşı konulmaz bir sürüklenme duygusu bu. İnsanoğlunun bütün acılardan sonra yüzünü kendine, yalnızca kendine dönüp yaşadığı bir sürgün.Her sürgün gibi benim sürgünümde de ayrılık kaçınılmaz ve her sürgün gibi benim sürgünümden de yeni buluşmalarla dönülecek. -yılın sonunda öyle çok alışmışım ki sana Üstelik sen öyle bağladın ki beni, sana yaklaştıkça kendimi yitirdim yok oldum sonunda.Gidişim seninle yaşanan bütün yokluklardan arınmak olmalı “Seviyorum seni” demiş miydin hiç... Sanmıyorum ama sevmek tenin tene karşıkonulmaz dokunuşysa, tutkulu çağrıları bir gecenin uykusuzluğunda yatıştırmaksa eğer sevdin beni biliyorum. Diğerlerini sevdiğin kadar sevdin beni de. Bizi sarıp kuşatan o koskoca fanusun içinde,kurulu bütün değerlere gözükara bir başkaldırı olmayacak mıydı evliliğimiz... Sen,yaşamın sürekli değişen renkleriyle çoğaltabildin kendini. Yeni yeni sevgileri taşıdın sevgimize. Bende denedim,diğerlerini sevmeyi bende istedim. Ama senin kokunla öyle doluydumki ne kokularını duyabildim onların ne de soluk almayı becerebildim. Geriye yalnızca yokluğunu yaşamak kaldı bana. Yanıbaşımda yokluğuna dayanamazdım. “Bütün günahlarını bana bırakıp gidiyorsun öyle mi!...” Herşeyimi sana seninle birlikte varoluşuma borçlu olduğumu söyleyen sen değil miydin?Kimbilir doğruydu belkide...Bir tanrı olmak istedin sen;küçücük dünyamın tek tanrısı...O zaman günahlarımdan korkmamalısın, tanrıların günahı olmaz ki. İçinde doğup büyüdüğüm o kenti adım adım doldurdun. Günahlarımla,korkularımla yürek acılarımla yapayalnız bıraktın beni.Onları sana değil tümüyle sana ait olan kente bırakıp gidiyorum. Çünkü onlarda benim gibi yalnızca seninle varoldular. Oysa “Gidişim, Bendeki Yokluğun Olacak” biliyorsun. Bembeyaz bulutların arasında ilerliyor uçağım. Soluğunun başımı döndüren ılıklığını duyuyorum. Yüzün arasıra görünüp kayboluyor. Yüzünü bulutların arasında gördükçe sana henüz söylemediğim bütün sözler adına burukluk kaplıyor içimi.O kentin seninle yürüyemediğim yolları bütün kıyıları seninle açmadığım bütün kapıları adına... Yaşamın sana ait olan biriktiremediğim her anı için kahrolası bir pişmanlık duyuyorum. Yolboyu ilerliyor uçağım. Gidilecek yere henüz varılmadı. Uçak az sonra inişe geçecek biliyorum ki varılacak yerde sen olmayacaksın artık, bulutlar olmayacak. Yüzünü de yavaş yavaş unutacağım Süheyla Acar Kalyoncu
ARKADAŞ VE DOST KAVRAMI...Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır,
> > > >Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır. > > > >Arkadaş senin ağladığını görmez, > > > >Dostunun omuzu ise senin gözyaşlarınla ıslanır. > > > >Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir, > > > >Dost sana yardım etmek için erken gelir toparlanman için geç gider. > > > >Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur, > > > >Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için, > > > >Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür, > > > >Dost ise tekrar arar. > > > >Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister, > > > >Dost ise her zaman senin arkandadır. > > > >Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir, > > > >Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder. > > > >Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar, > > > >Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır. > > > >Arkadaş sizi ikinci görmek ister, > > > >Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar > > > >Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır, > > > >Dost sıkıntınız olduğunda size koşar, > > > >Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız, > > > >Dostlarınız size huzur vermeye çalışır. > > > >Arkadaş bu mesajı okur ve siler, > > > >Dost okur ve dostlarına yollar...
Bir Tebessüm Et YeterBiran tebessüm nedir diye bir düşünce geçti zihnimden. Tebessüm bir anlamdır dedim kendi kendime ve üretmeye başladım.
Tebessüm, gülmek için yapılan bir ön adımdır. Tebessüm, mutluluktur. Tebessüm huzrun ifadesidir. Tebessüm, güvendir. Tebessüm, hem kendimizi hem de karşımızdakini rahatlatmaktır. Bu böyle bir müddet daha arttı çoğaldı. Sonra yeni bir düşünce beynimi kemirmeye başladı. Biz hangi durumlarda tebessüm bekleriz. Aslında bu bir ihtiyaç ve sanırım doğduğumuz ilk andan itibaren o keskin çığlığın arkasından başlıyor. ilk önce popomuzu tokatlayan doktordan, ebeden bekliyoruz. Sonra annemizden bizi ilk kucağına aldığında. Ve bu sonralar öncelik sırasına göre yer değiştirmeye başlıyor. Okul sıralarında öğretmenler, arkadaşlar, yeni aşklarla birlikte sevgililer. Peki günlük yaşantımızda ne kadar tebessüm ediyor, ne kadar beklentimize karşılık buluyoruz. Evimizin içinde eşimizden, çocuklarımızdan bekliyoruz. Anne güzel bir yemek yaptığında, şık kıyafetler giydiğinde, saçını boyattığında... baba, maaaşına zam aldığında, terfi ettiğinde, eve farklı bir eşya aldığında, yatırım yaptığında... ya çocuklar onlar belki ' bir tebbessüm ' beklemede en masum olanları. Yeni davranışlar öğrendiğinde, becerilerini sergilediklerinde, notları iyi geldiğinde veya küçük yanlışlar yaptığında.... Bir de sosyal yaşantımızın içinde 'bir tebessüm' beklentilerimiz var ki onlar çok farklı bir yer ve anlam kapsıyor hayatımızda. İş yerimizde patrondan, müdürden, arkadaşlarımızdan bekleriz bir ödülmüşcesine. Resmi kurumlarda işimizi yaptırırken güvence olarak görürüz bekleriz. Ve en önemlisi hastanelere gittiğimizde bekleriz, hastabakıcısından sekreterine, asistanından uzman doktoruna kadar hepsinden. Burdaki 'bir tebessüm' beklentisinin diğerlerinden bir farkı vardır. Kendinizi yetersiz hissediyorsunuzdur. Hasta olduğunuz için ordasınızdır.Oranın doğru adres olduğunu, güvende olduğunuzu hissetmek için ordasınızdır ve beklersiniz gülen gözlerle size bakılıp 'geçmiş olsun geçer, rahatsızlıklarınızı el birliğiyle atlatırız' denmesini. Ama ne kadar acı ki aradığınızı bulamazsınız. Hasta görmekten, kalabalıktan bunalan memurlar, sekreterler ve doktorlarla doludur orası. Bu düşünceler neden mi beynimi kemirmeye başladı, son bir aydır hastanelerle fazla muhatap olduğum için. Hastalığınızı anlatacağınız doktora ulaşabilmek için suratında huzur, mutluluk ve tebessümden eser bulunmayan sekreterlerden randevu alabilmek için yapılan mücadeleden. Nihayet genel cerrahi hocasından randevumuzu almış hocanın yanına gireceğimiz anı beklerken kalabalığın arasında bir hengame kopuverdi. Ne oluyor diye merakla bakınırken tenis öğretmeni olduğunu söyleyen bir bey yanımıza geldi. Çok sinirli ve kızgındı. Sekretere sinirlenmişti. Bunlar mutsuz, bu işi isteyerek yapmıyor, hasta görmekten yaşlılara laf anlatmaktan memnun değil dedi. Baksanıza tik oluşmuş, tiki de var. İşte o an düşündüm şöyle bir, sekreterede kızamadım. Tüm öfkem geçti. Doğruydu hemde çok, işini sevmiyordu çünkü bu işi kendi isteği ile yeteneklerine göre seçmemişti. Aslında hangimiz tam anlamı ile seçiyorduk ki. Mühendisliği seçip iş bulamayıp birkaç ay formasyonla öğretmenliğe geçenler mi, ailede bir doktor, avukat olsun deyip yapanlar mı, öğretmenlik isteyip kpss sınavını veremeyip ilaç mümessili olanlar mı... Kim istediğini yapıyordu ki? Ama bu yinede bizim hayatımızdan tebessüm ihtiyacımızı gidermemeli. Unutmayalım ki tebessüm etmeyi unuttuğumuz anda hem kendimizi hem karşımızdakini mutsuz ediyor, mutluluğumuzu çalıyoruz el birliğiyle... (alıntı)
Bir efsane daha veda etti!Bir efsane daha veda etti!
http://im.haberturk.com/2012/02/12/715010_detay.jpg?1329011913 Grammy ödüllü şarkıcı ve oyuncu Whitney Houston 48 yaşında hayatını kaybetti. Ölüm nedeni henüz açıklanmayan sanatçı, uzun süre uyuşturucu ve alkol sorunu yaşamıştı. --------------------------------------------------------------------------------- http://img580.imageshack.us/img580/3535/loveeey.jpg
SanalKahve Kompozisyon Yarışması DetaylarıSevgili SanalKahve Dostları...
Sitemizde kompozisyon yarışması yapılacaktır. Sitemizde yapılacak OLan kompozisyon yarışmasında sitemizi kendi duygu ve düşünceleri ile en iyi anlatan yarışmacıya çift kişilik 2 Gün 2 Gece tam pansiyon tatil Ödülü Verilecektir. Bunun için tek yapmanız gereken sanalkahve.com sitesini anlatan güzel bir kompozisyon hazırlayıp yazınızı aşagıdaki mail adresine göndermenizdir. 1 ay sürecek Olan yarışmamıza birden çok yazı ile katılım yapabilirsiniz. Jürimiz tarafından incelenecek olan kompozisyon'lar degerlendirilip yine jürimiz tarafından oy Verilecektir. Birinci seçilen kompozisyon 1 ay süresince sitemizin ana sayfasında ve 500 ayrı sitede yayınlanacaktır. Kazanan üyemize Çift Kişilik 2 Gün 2 Gece tam pansiyon tatil ödülü verilecektir. Mail Adresimiz: sanalkahveyonetim@hotmail.com Not : Alıntı kompozisyon VE 1 defa yolladıgınız kompozisyon 'un aynısı'nın kullanımı yasaktır.Bu gibi durumların olması halinde katılımcı elenecektir. Örnek Kompozisyon çalışması aşağıda bulunmaktadır. Tüm düşünceler bizim için değerli, bu sebeble onlarla yaptığımız her iş birliği bizim için özeldir. Katılımlarınızı beklemekteyiz. Yarışmaya katılacak tüm üyelerimize bol şanslar diliyoruz. SanalKahve YöNeTiM
Metin Şentürk'ün Eşine Kanser Kanser Teşhisi Konuldu http://images.beyazgazete.com/haber/2012/2/15/20120215_metin-senturk-un-esine-kanser-kanser-teshisi-konuldu.jpg
Amerikan Hastenesi 'nde yapılan kontroller ve biopsi sonucunda eşine 'Kanser'teşhisi konulması ünlü müzik adamını çok üzdü. Metin Şentürk ile Halis-Meziyet Kalkavan çiftinin kızları olan Fulya hanım 10 Mayıs 2006 'da Kalkavan ailesinin karşı çıkmasına rağmen dünya evine girmişler ve Şentürk zaman geçtikçe kendisini eşinin ailesine sevdirmeyi başarmıştı. Teşhis konulmasından sonra trioid bezi ameliyatla alınan Fulya Şentürk 'ün moralini yüksek tuttuğu ve yanından hiç ayrılmayan eşinin desteğiyle iyileşeceğine dair inancını hep koruduğu belirtiliyor. Doktorlar 'İyot Tedavisi'uygulanan Fulya Şentürk 'ün moralinin yüksek olmasının hastalıkla mücadelede çok önemli olduğunu vurgularken Metin Şentürk eşinin hastalığının ortaya çıkmasından sonra tüm konser ve ekstra işlerini iptal ettirdi. ARZUM ONAN AYNI HASTALIĞI YENMİŞTİ Ünlü manken ve oyuncu Arzum Onan 2005 yılında önce Lenf kanserine yakalanmış, tümör bir yıl sonra Trioit Bezi 'ne sıçramıştı. Peş peşe iki operasyon geçiren ünlü manken kanseri doktorlarının ilgisi ve eşinin gösterdiği sevgiyle yendiğini söylemişti
Hosgörü Nedir ?Hoşgörü Nedir, Hoşgörü Tanımı ve Anlamı Hakkında Örnek Cümleler, Özlü Sözler
Hoşgörü kelimesini hep duyar ve sık sık kullanırız. Peki hoşgörü kelimesinin anlamını ne kadar biliyoruz? Hoşgörülü nasıl olunur bilmek için hoşgörünün ne olduğunu bilmek gerek. Hoşgörü, müsamaha, tahammül, katlanma, görmezden gelme veya göz yumma, başkalarını eylem ve yargılarında serbest bırakma, kendi görüşümüze ve çoğunluğun görüş biçimine aykırı düşen görüşlere sabırla, hem de yan tutmadan katlanma demektir. İzin verme, aldırmama, iyi karşılama anlamlarına da gelir. Sosyal ilişkilerde bir tarafın, bazen farkında olmadan, kasıtlı olmayarak, bazen de kasıtla diğer tarafa (maddi/manevi) zarar verebilecek bir sahne yaratması durumunda, diğer tarafın bunu görmezden gelerek veya cevabından vazgeçerek ödün vermek tahammülünü (erdem) gösterebilmesidir. Hoşgörü nedir ve hoşgörülü nasıl olunur? Hoşgörü, sağlıklı insan davranışıdır. Hoşgörü sağlıklı insan hayatının, özüdür. Beşeri münasebetlerin temelidir. Bugün her zamankinden daha fazla hoşgörüye ihtiyacımız olduğu aşikardır.Olumsuz birçok davranışın sebebi, yeterince hoşgörülü olamamaktır.Evde, trafikte, sokakta, okulda, işyerinde, kısaca insanın olduğu heryerde eğer hoşgörü yoksa orada bencillik, anlaşmazlık, güvensizlik,tartışma, kavga olumsuzluk adına her şeyi görebilmek mümkündür. Eğitimli ya da eğitimsiz her insanda görülebilen bir eksikliktir,hoşgörüsüzlük. Peki bunun sebebi nedir ? Neden tarih boyunca YüceMilletimizin hasletlerinden olmuş bir davranışı, bugün yeterincegösteremiyoruz. Bunun bir çok sebebi olabilir. Bunlardan kanaatimizce enönemlisi: insanın kendisi ile barışık olamamasıdır. İnsanımız,kendisine güvenmiyor, inanmıyor. Kendisini yeterince tanımıyor . Enönemlisi kendisini sevmiyor, saygı duymuyor. Eğer insanın kendisinesaygı ve sevgisi kalmamışsa, kendisi ile barışık olması da mümkündeğildir. Düşünün, en son ne zaman aynaya bakıp, kendinize gülümsediniz. Bu sabahkaç kişiye merhaba, günaydın ya da hayırlı sabahlar dediniz. Yoksa hergördüğünüz, tanıdığınız kişi için bu işte öyle biridir diye olumsuz mudüşündünüz ? Ayıbını mı aradınız ? Bu sabah trafikte içinizden kaçkişiye bir şeyler mırıldandınız . Kaç defa yardıma ihtiyacı olaninsanları gördüğünüzde başınızı çevirdiniz . Okulda, sınıfta, sırada kaçkişiye kötü davrandınız. Arkadaşlarınızı, bencilliğinizden dolayıüzdünüz. Yönetici iseniz, idarenizdeki kaç insanı yeterincedinlemediğiniz için kırdınız. Yoksa siz sadece kendinizi midüşünüyorsunuz ? Hoşgörü bir vurdumduymazlık değildir. Hoşgörü görmezlikten gelmek hiçdeğildir. Hoşgörü kendini bilmektir. Hoşgörü haddini bilmektir. Hoşgörühaddini bilerek sürdürülen hayat biçimidir. Hoşgörü bir anlayıştır,anlayışlı olmanın adıdır, sevginin yoludur. Hataları düzeltebilmedir.Yoksa bana ne lazımcılık değildir. Anlayışın kendisidir. Hoşgörü, çağıngetirdiği sorunların, aç gözlülüğün, doyumsuzluluğun, sevgiyoksunluğunun, güvensizliğin çaresi olabilecek bir anlayış tarzıdır,insanın özüdür. Görülen odur ki bugün insanımız kendisi ile barışık değil. Her gün,haberlere baktığınızda olayların bir çoğunun sebebinin hoşgörüsüzlüktenkaynaklanıp kaynaklanmadığını bir düşünün… İnsan kendisi ile barışıkolamadığı zaman, toplumda kendisi barışık olamıyor. Sonra da herkes birbaşkasını suçluyor. Çünkü en kolayı bu. Hz. Mevlana: “ Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak.” Diyor ve ekliyor. “Bakın ! Toplumsal bunalımların, kavga ve dövüş ortamının tek ve engüçlü doğuş sebebi sevgi eksikliğidir. Bunun en doğru tedavi yolu isesevgiyi aramak, yaşamak, uygulamaktır. Hoşgörülü olursanız seversiniz.Sevilirsiniz. Karar verirseniz ve de bu yolda çalışırsanız her şeye ulaşırsınız !” Hoşgörü ustası Hz.Mevlana, gibi Yunus Emre, Bektaş Veli, Karaca Sultanda insanları hoşgörüye davet etmişler ve yaşadıkları dönemde Anadolu’yubir hoşgörü cennetine çevirmişlerdi. Ama bugün aynı Anadolu’da hoşgörüyerine daha çok hoşgörüsüzlük almış başını gidiyor. Toplumda hoşgörüye dönüşün, hoşgörüyü davranışa dönüştürmenin yolu,hoşgörünün yayılması, insanın sevgiyi yaşamasına, kendisine saygıduymasına, kendisi ile barışık olmasına bağlıdır. Hoşgörünün bir hayatbiçimine dönüştürülmesi gereklidir. Bunun için de, Hz. Mevlana ve diğerhoşgörü ustalarının peşinden daha fazla gitmek, onları daha fazlaanlamaya çalışmak gereklidir. Yazımızı hoşgörü ustalarının öğüdü ile bitirelim : - “ Yıktığın varsa yapacaksın. Ağlattığın varsa güldüreceksin. Döktüğün varsa dolduracaksın. Çıplakları giydirecek, açları doyuracak. Az halkı çok edeceksin. Ve en önemlisi : Eline,diline, beline sahip olacaksın !” Hoşgörülü olacaksın. Madde Madde Hoşgörü ve Hoşgörülü Olmak Hakkında Bilgi 1.1. Hoşgörü, dünyamızdaki kültürlerin zengin çeşitliliğini, ifade biçimlerini veinsan olmanın yollarını kabul etmek, bunlara saygı göstermek bunlarındeğerini bilmektir. Hoşgörü, bilgiyle, açıklıkla, iletişimle ve düşünce,vicdan ve inanç özgürlüğüyle beslenir. Hoşgörü çeşitlilik içindekiuyumdur. Hoşgörü, yalnızca ahlaki bir görev değil, aynı zamanda siyasive hukuki bir gerekliliktir. Barışı olanaklı kılan erdem, yani hoşgörü,barış kültürünün savaş kültürüyle yer değiştirmesine katkıda bulunur. 1.2. Hoşgörü, kabullenme, lütfetme veya göz yumma değildir. Hoşgörü, hepsininüzerinde, başkalarının evrensel insan haklarının ve temelözgürlüklerinin tanınmasıyla teşvik edilen etken bir tavırdır. Hoşgörühiçbir koşulda, bu evrensel değerlerin ihlal edilmesini meşrulaştırmakiçin kullanılamaz. Hoşgörü, bireyler, gruplar ve Devletler tarafındanuygulanır. 1.3.Hoşgörü, insan haklarını, çoğulculuğu (kültürel çoğulculuğu da içine alan),demokrasiyi ve hukuk devletini destekleyen sorumluluktur. Hoşgörü,dogmatizmi ve mutlakçılığı reddetmeyi içerir ve uluslararası insanhakları mevzuatına yerleştirilmiş standartları onaylar. 1.4. Hoşgörü İnsan haklarına saygıyla tutarlı olarak, hoşgörü uygulaması, toplumsaladaletsizliğin hoş görülmesi veya inançların terk edilmesi veyazayıflatılması anlamına gelmez. Hoşgörü, kişinin kendi inançlarına bağlıolmakta özgür olması ve başkalarının da kendilerine ait inançlara bağlıolduğunu kabul etmesi demektir. Hoşgörü, görünüşü, durumu, konuşması,davranışı ve değerleri doğal olarak farklı olan insanların barış içindeve oldukları gibi yaşama hakkına sahip oldukları gerçeğini kabul etmekdemektir. Hoşgörü, aynı zamanda, birisinin görüşlerinin zorlabaşkalarına kabul ettirilmemesi demektir.” Hoşgörü Hakkında Özlü Sözler, Anlamlı Deyişler ve Atasözleri Hoşgörü, en iyi dindir. Victor Hugo Hoşgörü, uygarlığın biricik sınavıdır. Arthur Helps Hoşgörüsüzlük, insanın kendi davasına inanmasının bir kanıtıdır. Gandhi Meyvesi çamura düşüyor diye, ağaca mı lanet edilir? Hölderlin Toplumsal hayatta en yararlı erdem hoşgörüdür Dale Carnegie Bu çağın gereği ortak bir din değil, çeşitli dinlere bağlı insanlar arasındaki karşılıklı hoşgörü ve saygıdır. Gandhi Hoşgörü, yapılan her şeyinkolayca kabul edilip onaylanması değildir. Hoşgörü, başkalarınıngörüşlerini anlama yeteneği ve acı bir duygu beslemeden, anlayışlı birtartışma arzusudur.
Hangi Organ Kendini Yenileyebiliyor ?Bilim adamları, vücuttaki organların yaşlanma sürecini aydınlattı. Göz ve beyin hariç, tüm organlar kendini yenileyebiliyor.
Kalp kendini 20 yılda yeniliyor Saçlar kendisini 3-6 yılda yeniliyor Mide duvarı kendisini 3-5 günde yeniliyor Bağırsak kendisini 2-5 günde yeniliyor İskelet sistemi kendisini 10 yılda yeniliyor Karaciğer kendisini 6 ayda yeniliyor Akciğer kendisini 1 yılda yeniliyor Gözler yenilenmiyor
DOSTLUGA İHANET KATMAMAK..VEFA..Vefa, sözünü yerine getirme, sözünde durma, sevgi, dostluk ve bağlılıkta kararlılıktır. Vefa ve sadakat, insanın hayatı süresince yaşaması gereken ahlaktır. Vefa, sevgi, şefkat, merhamet, hamiyet, yiğitlik, inanan insanın silahıdır. Bu duygular, Kur’an ahlakını yaşama yolunda diğer insanlara da coşku verir.
İman Davası Yolunda Cesaret, Kararlılık ve Vefa Bugün küfrün, batıl davasının karşısında, İslam Birliği davası vardır. Bu dava, inanan her insanı motive etmeli; insana heyecan, coşku ve mücadele azmi vermelidir. Müslümanların dört elle sarılması gereken bu dava, müthiş bir idealdir. Fikri mücadele içindeki samimi inananlar, Allah’ın sünneti gereği her dönemde engelleme, baskı ve iftiralarla karşılaşırlar. Ancak aldıkları tepkilerden korkmaz, örnek bir cesaret sergilerler. Zorluklardan yılgınlığa ve ümitsizliğe kapılmazlar. Yapılan baskılar korku vermek yerine onların şevklerini artırır. Kınayıcının kınamasından korkmadan, tepki alacağından çekinmeden, samimi olarak İslam’ı savunan insanların sayısı azdır. Özellikle politikacılar arasında ürkek davranan, Allah’tan söz etmekten kaçınan, inancını gizleyen, Müslüman’ın hakkını savunursa kendince deşifre olacağını düşünüp, çekinenler vardır. Dini siyasete alet etmek gibi politikacının dinden uzak durması gerektiği düşüncesi de yanlıştır. İnançlı politikacının inancını gizlemesi, Allah’tan ve Kur’an‘dan söz etmemesi, Müslümanlığını belli etmemeye çalışması diye bir konu olamaz. Kur’an ahlakı bir yaşam şeklidir. İman sahibi insan politikacı da olsa yalnızca Allah’tan korkmalı, birçok kimsenin söz edemediği konuları anlatabilmeli, devekuşu mantığıyla başını kuma gömmek yerine dik tutmalı. Politika gereği bazı konularda taviz vermemeli. Hak olan ne ise hep onu söylemeli. Tartışmaya zemin hazırlamaktan kaçınarak, nezaketle, karşısındakini kırmadan hep doğrulardan yana olmalı. Verdiği kararlarda Kur’an’ı kıstas almalı. Düşüncelerinin, kararlarının ve uygulamalarının Allah’ın beğendiği güzel ahlaka uygun olmasına çaba göstermeli. Kimseden çekinmeden, herkesle görüşüp bağlantıda olmalı ve dini/milli çıkarları hep ön planda tutmalı. Kınayıcının kınamasından korkmadan İslam Birliğini savunabilmeli. Allah yolunda hayırlı hizmetlerde bulunan, inkarcıların baskılarıyla karşılaşan ve birçok imtihan yaşayan müminler takdir edilmeli, onların değerleri bilinmeli. Birlik ruhunu yaşamak için fedakâr, sabırlı, sadık ve vefalı olunmalı. Bu, tüm müminlerin benimsemesi gereken üstün ahlaktır. Bu güzel ahlakı yaşayan, büyüklerine sadık, vefalı ve cesur insanların sayısının artmasına ihtiyaç vardır. Müminlere karşı alçak gönüllü, küfre karşı güçlü ve onurlu, Allah yolunda çaba harcayan, kardeşlik ruhunu yaşayan, ahdine vefa gösteren samimi insanların... Çünkü Kur’an ahlakı –Allah’ın dilemesiyle-dayanışma, kardeşlik ve birliktelikle, kısacası tesanüdle hakim olacaktır. Selam ve saygılarımla Hacegan.....
GERÇEK AŞK MI ARIYORSUNUZ?"Gerçek aşkı hiç tatmadım", "Gerçek aşk gün be gün inancımı yitirdiğim bir şey" gibi sözler işitiriz insanlardan, “Gerçek aşkı buldum” diyen insan bile bir süre sonra onun da diğer tüm aşklar gibi geçici ve sonlu olduğunu anlar. Dahası başlangıçta ’o olmadan yaşayamayacağını’ söyleyen çiftler, ayrılırken ağır sözlerle, düşmanca hatta birbirlerine iftiralar atarak ’aşk’larına son verirler.
Yaşadığımız toplumdaki sistem içerisinde insanların ’sevgi’ olarak adlandırdıkları şey, kaynağı ve dayanağı sağlam olmayan, karşılıklı çıkarlarla orantılı olarak artan/eksilen bir bağ. Manevi derinlikten uzak ve daha fazla maddi değerlere bağlı olan bu ’sevgi’ye gerçek sevgi denebilir mi? Allah’tan uzak yaşam süren insanların, gerçek sevgiyi yaşamaları zordur. Kaynağını kalbindeki imandan alan gerçek sevgiyi yaşayan insanın yaşamında çok zorlu olaylar da oluşsa, sevgisi asla bitmez. Sevdiği insan hatalar da yapsa, imanından kaynaklanan şefkat, merhamet, hoşgörü ve bağışlama ile yaklaşır. İnanan insanın sevgisi, Allah’a olan güçlü ve samimi sevgisinden kaynak bulur. Tüm güzellikleri yaratanın ve hepsinin gerçek sahibinin yalnızca Allah olduğunun bilincinde olarak sevgiyi yaşar. Gerçek aşk; temeli Allah aşkı ve hoşnutluğu üzerine kurulmuş olan aşktır diyebiliriz. Aşkın ete kemiğe dönüştüğü dünyada, birbirlerindeki Allah aşkından yansıyan güzelliği görebilenlerin aşkıdır gerçek aşk. Bu aşk iman ve Allah’a olan yakınlık doğrultusunda artar. İmanı gönülden yaşayan insanın Rabb’ine karşı hissettiği coşkulu aşk, kişiye O’nun sevdiği bir kul olma umudu verir. Bu aşk, ruhundaki coşkuyu, huzur ve mutluluk duygusunu sürekli diri tutar. Allah’ın tecellilerindeki güzellikleri ancak Allah aşkıyla sarhoş olanlar görebilir ve onlardan derin bir zevk alabilirler. Allah’a duyduğu aşk, O’nun yarattıklarına karşı da insanın büyük sevgi duymasına neden olur ve Allah’ı seven insanlara karşı sevgisini artırır. Bu yüzden karşısındaki kişi imanı yaşadığı sürece, yaşlılık, sakatlık ya da maddi kayıp gibi durumlarda sevgisi asla olumsuz etkilenmez. Aksine insanın şefkat ve merhamet duygularını da artırır ve sevgisi daha da derinleşir. Sevgi, Allah sevgisinden kaynaklanıyorsa o sevgide vefa, sadakat, merhamet ve bağışlama vardır. Allah sevgisinden kaynaklanmayan sevgide şefkat, merhamet ve sabır olmaz. İnançsızlıkla sevgisizliğin, bencilliğin acısı en şiddetli şekilde yaşanır. Mutluluk ancak Allah aşkıyla olur; bunun dışında kalp tatmin olmaz, kurtuluş yolu bulunmaz. Onlarca yol dener insan ancak başka türlü mutlu olamaz. Yaşaması gereken, bu samimi ve gerçek aşktır. Bu, ruhun ihtiyacı olan gıdadır, ruh ve iman bu döngü ile sürekli beslenir. Dünyevi aşklar genellikle romantizme dayalıdır ve imani boşluktan kaynaklanır. Gerçek aşkın taklididir; geçici, kısa süreli ve sonludur. Allah için yaşanan sevginin ise belli bir süresi ve sonu yoktur. Bu sevgi kesintisi olmayan, asla bitmeyen, sonsuz yaşamda da devam edecek olan tutku dolu sevgidir. İnsanın kalbinde hem imani coşkuyu tetikleyen ve hem mutmainlik oluşturan başka bir aşk yoktur. Bu aşk Allah’ın iman eden kullarına bahşettiği bir nimettir. İnsan bu aşkı doruğunda yaşıyor da olsa, ahirette yaşayacağı çok daha büyük bir güzelliktir ve çok daha haz vericidir. Allah, “İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem Suresi, 96) buyurarak, gerçek sevginin ve muhabbetin ancak imanla yaşanabileceğinin sırrını verir. Aşk, çok yüksek duygulara dayanan sevgidir. Karşılığı olan sevgi, aşk değildir; maddi karşılığı olan sözde sevgiye aşk denmez. Aşk çok saf, çok temiz, çok asil duygudur. Allah, bir göğüste iki kalp kılmadığını haber verir; o tek kalp Allah aşkı ile dolu olan kalptir. Diğer tüm aşklar onun türevleridir; O’nun yarattıklarına duyulan aşktır. Bu gerçek aşkı içinde hisseden, kalbini O’na tam olarak teslim eden insan, dünyanın tüm güzelliklerine kavuşur. O, sevginin asıl muhatabı iken insan O’ndan uzak yaşar, yaşamı boyunca gerçek sevgi ve dostluğu arar. Bilmez ki, tek ve gerçek ’Sevgili’ ona şahdamarından daha yakındır... Ey gönül! Ne tuhaf değil mi? Bir ömür, şah damarından daha yakın bir Sevgiliyi aramakla geçiyor.” (Mesnevi V 3272) Haydi gerçek aşkı aramaya varmısınız? Selam ve saygılarımla Hacegan....
SİKAYET ETME SÜKÜR ET.....İnsanın dünyada bulunmasının temel gayesi kulluktur. Kulluğun seviyesinin tespiti de imtihanla mümkündür. Allah insanı çeşitli şeylerle imtihan eder. Bu imtihan bazen biraz korku, biraz açlık, mal, can ve ürünlerden eksiltmek şeklinde, bazen de ihsan ve nimet vermekle olur. Dolayısıyla hem zorluk, sıkıntı ve musibetler hem de iyilik ve güzellikler bizler için bir imtihan vesilesidir. Ancak Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle insan hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. ’Bir sıkıntı ve kötülükle karşılaştığında feryadı basan, iyilik ve ihsan karşısında ise cimri kesilen bir varlık olarak zikredilmektedir. (Meâric, 19-21)
İnsan geçmişte özellikle de çocukluk ve gençlik yıllarındaki yokluk ve zorlukları şikayetle değil, şükür gözyaşlarıyla anlatmalı, unutulmamalı ki bu yokluk, zorluk ve sıkıntılar, insanı Yaratıcısına yaklaştıran, hayal âleminden uzaklaştıran, gerçeklerle yüzleştiren, olgunlaştıran etkenler ve ahiret yurdu için de zenginliklerdir. Zaman zaman pek çoğumuz torunlarımıza, çocuklarımıza ve gençlere, yeni neslin eskiye göre daha fazla imkanlara sahip olduğunu, hayat seviyesinin şimdi daha üstün olduğunu belirtmek için geçmişten örnekler veririz. Özellikle de yaşadığımız zorluk, yokluk ve çektiğimiz sıkıntıları, üzüntüleri birazda kendimize pay çıkararak anlatmaya çalışırız. Yaşadığımız hayat inişli çıkışlı ve virajlarla doludur. Bazen bu virajlar çok keskindir ve büyük sabır gerektirmektedir. Peygemberimiz (s.a.s.) bir hadislerinde, “İmanın yarısı sabır öteki yarısı da şükürdür.” buyurmuşlardır. İnsan, hayatındaki bu iniş, çıkış ve virajları vahyin ve sünnetin ışığı altında düşündüğü zaman, başlangıçta kendisine hoş gelmeyen olayların ne hikmetlerle, hayırlarla dolu olduğunu anlar ve görür. Bundan dolayı da şükrünü artırır. Şükür; Yüce Yaratıcı'yı ve O'nun nimetlerini tanımak, bu nimetleri yerinde kullanmaktır. Şikayet ise Allah (c.c.)’ın nimetlerine nankörlük ve saygısızlıktır. Kur’an da Yüce Allah, “Şükrederseniz size nimetlerimi artırırım, nankörlük ederseniz azabım pek çetindir.“ (İbrahim, 7), “Şayet siz şükür ve iman ederseniz Allah size ne diye azap etsin? Allah şükrün karşılığını verendir, her şeyi bilendir.” (Nisâ, 147) buyurarak şükrün karşılığının nimetlerin, huzur ve mutluluğun artması; nankörlük ve şikayetin karşılığının ise sefalet ve azap olduğunu bildirmiştir. Yine Kur’an’ın ifadesiyle bizim için hayır görünen işlerde şer, şer görünen işlerde hayır olabilir. Geçmişin şükürle yâdedilmesi gerektiği konusunda bazı önemli noktalar şunlardır: 1- Yüce Yaratıcı kullarını, yokluk, zorluk ve sıkıntılarla kendine daha çok yakınlaştırır. Çünkü sıkıntı hâlinde kul, itaat, ibadet ve taatla Yüce Yaratıcı'ya yönelir. Kendisi herkes tarafından yalnız bırakıldığı ve aciz kaldığı bir anda tek çarenin Yüce Yaratıcı'ya sığınmak olduğuna inanır, ona yönelir. Bu yaklaşma aynı zamanda Cenab-ı Allah’ın kula yaklaşması demektir. Bunun karşısında şükretmek gerekmez mi...? 2- Geçmişteki bu olumsuzluklar insana sabırlı olmayı öğretir, onu olgunlaştırır ve hayatın bazı gerçekleriyle yüzyüze getirir. Gerçek yaşama uyumu sağlar ve merhamet duygusu gelişir. Bunun karşısında da elbette şükür gerekir. 3- Bir nimetin kıymeti onun zıddıyla daha iyi anlaşılır. Sağlığın kıymeti hastalıkla, gençliğin kıymeti yaşlılıkla ve varlığın kıymeti yoklukla daha iyi anlaşılır. Bazen yokluk hâlinde neredeyse isyan derecesine varan itiraz ve şikayetler insana hem dünyasını hem de ahiretini kaybettirir. Rivayete göre Hz. Mevlana evinde yiyecek olmadığı zaman daha çok şükreder ve şöyle buyururmuş; “Allah’ım sana şükürler olsun ki, bugün evimiz peygamber evi gibi oldu.” Demek ki, geçici yokluklar da bir lütuf ve ihsandır. Bu lütuf ve ihsanlar karşısında şükür ve gözyaşı ile mukabelede bulunmak gerekmez mi? 4- Görevi sadece Allah (c.c.) ‘tan aldığı emirleri insanlara bildirmek, insanlığı cehaletten, felaketten kurtarmak, dünya ve ahireti ihya etmek olan iki cihan güneşi Peygamberimiz (s.a.s.), çektiği sıkıntılar ve üzüntüler karşısında bizim çektiğimiz ne ki...? Cebrail (a.s.) kendisine “Cenab-ı Allah sana soruyor, peygamberliğin zorluklarıyla nasılsın?” diye sorduğunda, Peygamberimiz, “Rabbim beni kulluğa kabul etti mi?” şeklinde mukabelede bulunmuştur. Acaba hiç düşündük mü, bu sızlanmalarımız, şikayetlerimiz onun bir ümmeti olarak ona bir saygısızlık ve Yüce Yaratıcı'ya karşı nankörlük olmaz mı? 5- Bu olumsuzluk ve sıkıntıların yanında Yüce Allah’ın verdiği nimetler düşünülürse, örneğin Müslüman bir anne babadan, minarelerin gölgesinde ezan sesleriyle dünyaya gelmemizin ve Müslüman olarak yaşamamızın karşılığını bize bu nimetleri verene karşı nasıl ödeyebiliriz? Ödemek mümkün mü? Yüce Allah’ın verdiği sonsuz ve sayısız nimetlerin yanında bu tür sıkıntılar hayatın çeşnisi, tadı ve tuzudur. 6- Şayet geçmişteki bu sıkıntılardan bazıları, birilerinin yaptığı zulüm ve haksızlıklardan ileri geliyorsa bu da sevindirici olup şükrü gerektirmektedir. Zulüm gören insan mazlum, yapan ise zalimdir ve kul hakkını gerektirir. Mazlumlar daima Yüce Yaratıcı'nın koruması altındadırlar ve birilerinden alacaklı durumdadırlar. Üzerlerinde kul hakkı olmadıkları için rahattırlar, kuş gibi hafiftirler... İnsan, “Yarabbi, beni zalimlerden kılmadığından ve üzerimde de kul hakkı olmadığından sana sonsuz şükürler olsun“ diye secdelere kapanır ve birilerine karşı suç işlememenin rahatlık ve mutluluğunu yaşar. Bir mümin yukarıda belirtilen hikmetlerden dolayı Yüce Yaratıcı'sına daima şükretmeli, geçmişte yaşadığı anılarını şikayetle değil şükür gözyaşlarıyla anlatmalı vesselam...Hayırlı Cumalar cumamız mübarek olsun amin ecmain inşallah Hacegan.
METANETLİ OLMAK.......Kur’an’ın tarif ettiği mümin modelinin önemli özelliklerinden biri, koşullar ne olursa olsun ümitsizliğe kapılmamaktır. Ümitsizlik, her şeyin bir kader üzerine geliştiğini kavrayamamanın sonucudur. Allah’ın beğendiği tavır, umutvar olarak, her olayın hayırla yaratıldığının bilincinde, sabır ve tevekkül göstermektir.
Dünya hayatının bir imtihan mekânı olarak yaratıldığını düşünmeyen, Allah’ın herşeyi bir hikmet üzerine yarattığına iman etmeyen insanlar, şeytanın da telkinleriyle umutlarını tamamen yitirir, mutsuz yaşarlar. Şeytan, insanı Allah’ın yolundan saptırmak, düşünmesini engellemek için her fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışır. Şeytanın fırsat kolladığı durumlardan biri de, insanın karamsarlığa düştüğü zor zamanlardır. Gerçekte şeytanın her zehrinin panzehiri vardır; ecza dolabında hiç eksik yoktur. İnsanın yapması gereken, Allah’a sığınmak, O’na güvenmek ve samimiyetle dua etmektir. Allah, insanlara rahmetinden umut kesmemelerini buyurur. Allah’tan uzak yaşayan insanların umutlarını sürekli kılacak sağlam bir güvenceleri yoktur. Bu nedenle ufak bir olayda bile ümitsizliğe kapılırlar. İman edenler ise tüm kuvvet ve kudret sahiplerinin üzerinde olan Allah’a duydukları güven nedeniyle, en zor zamanlarda bile umutlarını diri tutarlar. Hep umutlu olabilmek de stres ve sıkıntıdan uzak, mutlu bir yaşam demektir. Sahip olduğu nimetlerin Allah Katından bir lütuf olduğunu bilen bir insan için, sabah uyanabilmek dahi çok büyük bir nimettir. Adım atabilmek, yürüyebilmek, konuşup düşünebilmek insan için büyük bir mutluluktur. İnsan nimetlerin değerini genellikle kaybettiğinde takdir eder. Ancak samimi inanan insan bu nimetleri verenin Allah olduğunun ve dilerse geri alabileceğinin şuurunda olduğundan, elindekilere şükreder. Onun mutlu olmak için dünyevi nimetlere ihtiyacı yoktur. Gerçek mutluluk yalnızca insanın kalbinin tatminiyle mümkündür. Bunun sırrı ise Allah’ı anmak ve güzel işler yapmaktır. Kalbini Allah’a tam olarak teslim eden insan, artık Allah’ın yönetimindedir. Allah’a duyduğu aşkın derinliği nedeniyle mutluluğu sürekli içinde hisseder. Umutvar olmak insanın inancı ölçüsündedir, imanının göstergesidir. İnsan imanı ölçüsünde Allah’ın nimetlerine, rahmetine ve rızasına kavuşmayı umut eder. Rabb’ine yakın olan ve O’na teslimiyeti yaşayan kimse, “neden böyle oldu”, “keşke olmasaydı” gibi düşüncelere kapılmaz. Bilir ki en kötü gibi görünen olayın bile ardında hayır ve hikmet vardır. Sevgisiz insanlar hem ruhsal, hem bedensel, hem de maddi yönden çökerler. Sürekli hata yapan, suç işleyen ve şeytanın bataklığa benzer karanlık sisteminde yaşayan bu kimseler için de ciddi ve yararlı olacak işler yapmak gerekir. Güzel ahlaka davet etmek, Allah sevgisinin o kucaklayıcı sıcaklığına insanları yaklaştırmak, gerçek sevginin ve aşkın güzelliğini insanlara anlatmak önemlidir. İman sahibi insan, görünürde her şeyini kaybetmiş de olsa, ümitsizlik ve karamsarlığa kapılmadan, her şeye yeniden başlayabilir. Allah’a duyduğu sevgi, güven, tevekkül ve O’nun hayırla yarattığı kadere imanı, yeni bir sayfa açarken umudunu ve coşkusunu diri tutacaktır. Umudu da zorluklar karşısında onun dayanıklılığını ve gücünü artıracaktır.Selam ve Saygılarımla Hacegan....
HUZUR KAYNAĞIMIZ İMAN.....Şeytan, olaylara karamsar bir açıdan bakmayı telkin eder, güvensizliği fısıldar ve gelecekten yana ümitsizliğe düşürmeye çalışır. İnsanların Allah’a iman ve itaat etmelerini, sabırlı, tevekküllü ve ümitvar olmalarını istemez. Kadere teslimiyet, sabır ve tevekkül insanları Allah’a yakınlaştıran davranışlardır çünkü. Ve insan Rabb’ine ne kadar yakınsa Şeytandan o kadar uzak olur. Bu yüzden şeytan, insana ümitsizlik telkin etmeye ve çaresiz ve çözümsüz bir ruh haline sürüklemeye çaba gösterir.
Birçok insan yaşadığı zorluklar karşısında ümitsizliğe kapılır. Ancak derin iman sahibi insan, Allah’ın her işinde kendisine yardımcı ve destekçi olacağının bilincindedir. İnananların her işi Allah’ın koruması altındadır. Sonuç olumsuz gibi görünse bile lehlerindedir. Kimi zaman insan, yaptığı bir hata ya da işlediği bir günah yüzünden imanından umudunu keser, asla bağışlanmayacağına ve azapla karşılık göreceğine kendisini inandırır. Kur’an dışı olan bu düşünce, şeytanın verdiği vesveselerden biridir. Allah’a yönelmek, O’ndan bağışlanma dilemek, tevbe edip O’nun rahmetine sığınmak konusunda ümit kesilmemelidir. Allah, "... Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir. " (Zümer Suresi, 53) buyurarak kullarına bu gerçeği müjdeler. Şeytan Allah’ın dosdoğru yolundan alıkoymak için ümitsizlik telkini vererek hata yapan insanın moralini bozmaya çalışır, hatalarını telafisi imkansız göstererek onu daha büyük günahlara sürüklemek ister. Bunu başarırsa kişi imani zafiyet içersine düşer, "nasılsa geri dönüşü imkansız bir hata yaptım" diye düşünerek ard arda hata yapmaya başlar. Bu mantık insanı şeytanın telkinlerine açar, tuzaklarına düşecek duruma getirir. İman sahibi ise böyle bir duyguya kapıldığı an Kur’anî bakış açısıyla değerlendirir ve "Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah’a sığın..." (Araf Suresi, 200) ayeti gereği hemen Rabb’ine sığınır. Bu korkunç ruh haline sahip olan umutsuzluk içindeki insan gerçekte Allah’ın kudretini gereği gibi takdir edemeyen kişidir. Allah’ın sonsuz gücüyle her şeye güç yetirebileceğinden gaflettedir. Oysa insan Allah’a ve Kur’an’a bağlı olduğu ve Allah’a güvenip dayandığında şeytanın ümitsizlik telkini asla etkili olmaz. Allah’ın rahmetinden ümit kesen kimseler zorluk karşısında Allah’a sığınmak, O’ndan rahmetini umut etmek gibi nimetlerden yoksundurlar. Bu nedenle imtihan gereği yaşanan zorluk zamanlarında inananlar imanlarını kanıtlarken, bu kişiler isyan eder ya da umutlarını yitirirler. Kur’an bu insanları bekleyen sonu, "Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı ’yok sayıp inkar edenler’; işte onlar, Benim rahmetimden umut kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azab onlarındır. (Ankebut Suresi, 23) ayetiyle haber verir. İnsanı huzur ve güvenli yaşatan imandır. İman kurtuluş yoludur. Dünyevi her amacına ulaşsa da insan, gerçek huzur ve mutluluk için samimi imandan başka kurtuluş yolu yoktur. Haberiniz olsun; Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman edenler ve (Allah’tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük ’kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Yunus Suresi, 62-64) Rabbim hepimize imanlı olarak yaşamayı ve imanlı olarak ölmeyi nasip eder inşallah amin ecmain Hacegan...
NE YAPARDINIZ ?Eğer Allah’ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)? (Nur Suresi, 10)
Tek yardımcı, tek dost, tek Veli Yüce Allah. O fazl ve rahmet sahibi. O’nun Rahman ve Rahim sıfatlarının tecellilerine hayatımız boyunca her an şahit oluruz. Çünkü Rabb’imizin Rahman ve Rahim sıfatları doğumdan ölüme, hastalıktan sağlığa, aczimizden kusursuz güzelliklere kadar tüm evreni sarar. O’nun insanlara olan merhameti, şefkati, sevgisi, yardımı, koruması, lütfu ve bağışlayıcılığı bu sıfatlarının en güzel tecellilerindendir. Bu, bakış açımızı derinleştirir, ahlakımızı güzelleştirir. Bu yüzden Kur’an’ı okumaya, derin düşünmeye, Kur’an ahlakını yaşamaya ve iyilikleri tavsiye edip kötülüklerden sakındırmaya başlarken bu güzel sıfatları ruhumuzda yaşamalıyız. Allah’ın bağışlayıcılığı bize sunduğu en büyük nimetlerden biri. Yaptığımız hata sonrası bir daha toparlanamayacağımızı düşünmek, ümitsizliğe kapılmak daha büyük hatadır. Allah’ın şefkatini, merhametini, bağışlayıcılığını göz ardı etmek kendimize yaptığımız zulümdür. Hatadan hemen vazgeçmek ve Kuran’a uygun davranarak telafi yoluna gitmek bizi olgunlaştırır. Aczimizi kavramamıza sebep olur. Önemli olan hatada ısrar etmemektir. Allah, "Gerçekten Ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım. (Taha Suresi, 82) buyurur ve pişmanlıkla samimi tevbe eden kulunu bağışlayacağı müjdesini verir. Yaptığımız hatadan dolayı tevbe ettikten sonra da yeniden gaflete düşüp aynı hatayı yapabiliriz. Belki de defalarca. Ancak samimi niyet edip, kesin bir tevbe sonrası bağışlanmayı umut edebiliriz. Her konuda olduğu gibi asıl olan samimiyettir. Hatada ısrarlı olup, tevbeyi ileriye ertelemek kuşkusuz samimiyetsizliktir. Ertelemek şeytandandır, ancak hata sonrası bağışlanma dileyip, tevbe ettikten sonra üzüntü ve ümitsizlik hissetmek de şeytandandır. Günahtan pişmanlık duyup, Kur’an ahlakına uygun tavır sergilemişsek Allah’ın bağışlamasını ve rahmetini umut ederiz. Hayat boyu Rabb’imizin sonsuz fazl ve rahmetini hissederiz. Hayatımızı güzelleştiren budur. Dualarımızın içtenliğinin, zorluk zamanlarında gösterdiğimiz sabır ve tevekkülün, şükrümüzün ve güzel ahlakı yaşamak için azimli ve şevkli olmamızın nedeni, O’nun Rahman ve Rahim sıfatlarını yakından hissetmemizdir. Allah’ı ve kullarını saran muhteşem sıfatlarını takdir edememek, ümidi, neşeyi ve iyimserliği yok eder. İmani zafiyet, mutluluğun önünde büyük engeldir; hayatı azaba çevirir. İmanın getirdiği güzellikleri görememek, Allah’ın çok esirgeyen ve çok bağışlayan olduğunu bilememek, adeta ahiretten önce cehennemi yaşamak gibidir. Bir Allah dostu Abdülbaki Erol (ks), hayatı lezzetli kılanın iman olduğunu şöyle ifade eder: "Ey zevk ve lezzete mübtelâ insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki, hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imândadır ve imân hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır..." Yüce Allah rahmeti üzerine yazmıştır; samimi kullarına güzellik diler, onları korur, kalplerine imanı sevdirir, hidayete yöneltir. Kur’an’da, "Bu, ellerinizin önden sunduklarıdır. Allah, gerçekten kullara zulmedici değildir" (Al-i İmran Suresi, 182) buyrulur. İyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de ne gelirse o bizdendir. "Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın?.. (Nisa Suresi, 147) buyurur Allah ve bu gerçeği haber verir. Allah sınırsız merhametiyle türlü şekillerde kullarını Kendi yoluna çağırır. Resullerini gönderir, hak kitaplarını indirir ki hayatlarında kılavuzları olsun ve şeytanın tali yollarına sapmasınlar. İnkarda direnenleri bazı musibetler vererek uyarır. Tebliğden yüz çeviren kavimleri "belki dönerler" diye çeşitli sıkıntı ve zorluklarla imtihan eder. Sınanmak ahiretteki sonsuz azaptan uzaklaştırılmak için sunulan rahmet dolu fırsatlardır. Zorlukta aşk, sadakat ve vefa ortaya çıkar. Bu imtihanda hep iyi olanlar, hep güzel ahlaklı olanlar kazanır. İmtihanın olmadığı bir ortamda , güzel ahlak göstereceğimiz bir zorluk yokken, Rabb’imize sevgimizi, sadakatimizi ve vefamızı nasıl kanıtlardık?.. Allah’ın hayır ve hikmetle yarattığı imtihanlar olmasa ne yapardık?.. Eğer Allah’ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten Rauf (şefkat eden ve) Rahim olmasaydı (ne yapardınız)? Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbiri ebedi olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir. Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 20-22) Allahın rahmeti bereketi af ve mağfireti üzerimize olsun inşallah amin ecmain selam ve saygılarımla Hacegan...
Tüm anne kuzularına, hayat bağlarına,Tüm anne kuzularına, hayat bağlarına, ciğer parelerine…….. VE TÜM ANNELERE::::
Ne garip; Yeni yeni fark ediyorum ki, çocukları anne olunca çocuklaşıyor anneler... Ve insan, zamanın nasıl insafsız bir öğütücü olduğunu bu rol değişiminde anlıyor. Eminim karnımdaki ilk tekmemden, hatta doktorların 'Bundan sonra ağır kaldırmak yok' müjdesinden beridir iki kişilik yaşıyorsun yaşamı... Doğum odasında bir küçük el saçlarına tutununca değişti her şey ve o el, o saçtan hiç eksik olmasın istedin. Kim bilir kaç geceyi karyola başuçlarında derin iç çekişler dinleyip hüzünlenerek uykusuz geçirdin, kaç emzirme seansında bitkin uyuyakaldın. O gün bugündür hayatı, bir toprakla çiçeği kadar ortak üretiyor, tüketiyoruz. Yol boyu, kusurlarını hiç görmedik birbirimizin, yeteneklerimizi abarttık karşılıklı; toz kondurmadık üzerimize, kol kanat gerdik... Ben dünyanın en iyi evladıydım, sense tarihin en iyi annesi... Her çığlıkta başucumda biteceğini bilmenin güveniyle büyüdüm. Her derdimde benden çok dertleneceğini bilmenin o bencil alışkanlığıyla ayakta kaldım. Sevginle donandım... Ama sonra birden o korkunç çark devreye girdi ve yaşamın acımasız kuralı işledi ; Büyüdüm... Senin kollarında 'sen'den habersiz, bambaşka bir 'ben' çıktı ortaya. Bazen o eski 'ben'e hiç benzemeyen bir 'ben'... Çünkü fark ettim ki anlattığın masalların yaşamda karşılığı yokmuş. Kızlar bir prens umuduyla kurbağaları öpedursun, ben her yalanda burnumu yokladım. Şaşırdım. Bostandaki lahanaların, ısırılmış lahanaların ve benzeri pastoral ninnilerin modasının geçtiğini gördüm sokakta... Söyleyemedim sana... 'Yaşamın değiştiğini, eski tecrübelerin artık eskisi kadar geçerli olmadığını' anlatan kitapları salonun ortasında açık bıraktım, açıp okuyasın diye... Her kuşağın o vazgeçilmez ikilemi depreşti yeniden; 'Devir de amma değişti' diye yakınırken sen; ben ilginle boğulduğumdan dertlendim. Bir yerim yaralandığında 'Anam görürse ne kadar üzülür' diye gizlemeye çalışmak küçük bir çocuk için nasıl bir yüktür bilir misin? Acından çok onda yaratacağın acı, acıtır canını... Oysa ne çok acılar paylaştık seninle... Ve ne çok sevinçler yaşadık beraber... Nasıl dar günlerde yardıma koşup, kaç şenliğine ortak olduk birbirimizin? ... Lakin artık kafesten uçma vaktiydi.'Danaların girdiği bostan'da ayakta kalabilmenin yolu, tek başına kanat çırpmayı öğrenmekten geçiyordu. Yargıladık birbirimizi bir dönem... Sorguladık... Sen bana eş dost çocuklarını örnek gösterdikçe, ben seni eş dost ebeveynleriyle kıyaslar oldum. Sen her sohbete 'Bizim çocukluğumuzda...' diye başladıkça ben, değişen takvim yapraklarını koydum önüne... Nasıl da zalim bir çark bu değil mi? Doğuyor, doğuruyor ve günün birinde yuvadan uçacağını bile bile koca bir ömrü karşılıksız veriyorsun... ...Ve hayat birden ıssız bir adaya dönüşüveriyor. Sonrası kâh bir kapı zili beklentisi, kâh bir mektup, kâh bir telefon sesi... Gizliden gizliye özlenen bir torun müjdesi... Fotoğraflar sarardıkça solan bir yaşam ve uzaklaştıkça yakınlaştığımız bir mazinin geri dönmez anıları... Yazılarla konuştuk öyle zamanlarda... Bakışlarla anlaştık. Ağlaştık birbirimizden gizleyerek acılarımızı... Bir mimikle özleştik, bir gülüşle kavuştuk. Ben büyürken seni de büyüttüm. Şimdi çok daha iyi anlıyoruz birbirimizi... Çünkü küçücük bir el saçlarımı kavrıyor geceleri... Karyola başlarında uykusuz geceler geçiriyorum. Pastoral ninnilerle büyütüyoruz oğlumu; yalancı çocukların burunları uzuyor masallarda, öpülen kurbağalar prens oluyor. ...Ve yaşamın değiştiğini, eski tecrübelerin geçersizleştiğini anlatan kitapları kaldırıyoruz salondan gizli gizli... O korkunç çark, acımasız bir hızla dönmeye devam ediyor. Zaman, öğütüyor kuşakları... İnsan ancak mahrum kalınca anlıyor sevginin değerini... Bense sevginden mahrum kalmaya fazla dayanamayacağımı biliyorum. O yüzden sana upuzun bir ömür diliyorum. Hem biliyor musun? 'SENİ ÇOK SEVİYORUM'.....
Güllerin Efendisi[img]http://img-fotki.yandex.ru/get/4714/131624064.8c/0_70b47_a375b660_XL[/img]
Güllerin Efendisi Önce aşka dairdi, ne varsa yazılan Kitaplar Kitabı'ından ibretle okunan Sonra meleğe secde düştü, Adem'e tevbe düştü Şeytana haset düştü İsa'ya sofra, Musa'ya asa idi düşen; İsmail'e bıçak düştü, İbrahim'e ateş düştü Yusuf'u kimsesiz kuyuya attılar, Yakub'a sabır düştü Önce tevbe ettim ibret için, sonra secde Kalbime haset düştü, asa toprağa düştü Bahtıma hased düştü, sineme bıçak düştü Hepsi birden nevarsa kör kuyuya düştü Kuyuyu bir ateş sardı ifritten dumansız Güllerim ateşe düştü Ateşin bağrına iki damla yaş düştü güllerden, Sönüp giderken sessizce, ateşe küller düştü Bir köprüde uzunca dizilmişler Efendiler, Efendiler Efendi'si uzaklardan göründüler Kimine bir köşk düştü cennetten, Kiminin kendi cennete düştü Kimine bir yıldız düştü göklerden, Kiminin gökler yıldızına düştü Cümle hasenatı pay atmişler evvelde, Kimine bir damla düştü, kimi deryalara düştü Ey hüsnün, çilenin, sabrın sesi Sıcak çöllerin ılık nefesi Efendiler birer gül, sen GÜLLERİN EFENDİSİ Topraktan ateşe gül düştü, Gülden ateşe yaş düştü, Sonunda bizim payımıza Ateş gibi yanan güller düştü (Mustafa Yavuz)
SU ATEŞ VE AHLAK....Su, ateş ve ahlak dost olup, birlikte zaman geçirmeye başlamışlar.
Çevrede dolaşırlarken eğer kaybolurlarsa birbirlerini nasıl bulabileceklerini sorgulamaya başlamışlar. Suya sormuşlar: “Kaybolursan seni nasıl bulacağız?” “Nerede bir şırıltı duyarsanız beni orada bulabilirsiniz” diye cevap vermiş su. Ateşe sormuşlar: “Seni kaybedersek ne yapalım?” “Bir duman gördüğünüz yerde ben varım” diye yanıtlamış ateş. Sıra ahlaka gelmiş. “Seni nasıl buluruz ahlak? “demişler. Onun yanıtı ise oldukça düşündürücüymüş. “Beni kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız!”
ALLAHI UNUTARAK YAŞAMAK....Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanlar stresli bir hayat yaşarlar. Stres, vücuttaki dengeyi bozan ciddi bir durumdur. Pek çok insanın Allah’a teslimiyeti tam manası ile yaşayamamalarından dolayı bedenlerinde oluşan bu olumsuz durum, bir süre sonra psikolojik kökenli hastalıklara yakalanmalarına neden olur. Panik atak, kalp ve mide rahatsızlıkları, halsizlik, uykusuzluk, migren, gibi hastalıklar nedeni ile bedensel olarak da hızla çökmeye başlarlar. Tüm bu hastalıkların oluşma sebebinin yalnızca stres olduğunu elbette ki söyleyemeyiz. Ancak çıkış noktalarının çoğu kez psikolojik kaynaklı olduğu bilimsel olarak ispatlanmış bir gerçektir.
Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam`a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (En’am Suresi -125) Allah’a teslim olamayan ve Kuran ahlakı ile yaşamayan insanlar, yaşadıkları zor ve sıkıntılı hayatta genç yaşlarına rağmen yıpranmış bir bedene, solgun ve sağlıksız bir yüze sahip olurlar. Gelecek için her zaman endişe içindedirler. Olaylara yaklaşımları çoğu zaman olumsuz ve ümitsizdir. Sürekli hayal kırıklığı yaşar, çevrelerine ve kendilerine küserler. Bu olumsuz ruh hali bazısının çok fazla yemek yemesine, bazısının da hiç yiyememesine neden olur. Bir süre sonra ya çok şişman ya da çok zayıf bedenleri de onlar için ayrı bir stres konusu haline dönüşür. Allah`ı birleyen (Hanif)ler olarak, O`na ortak koşmaksızın. Kim Allah`a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir. (Hac Suresi – 31) İman etmeyenler mutluluk ve huzuru sürekli dünyevi zevklerde ararlar. Birçok insanın bir arada bulunduğu kapalı, karanlık ve gürültülü eğlence mekânlarında insanlar, sorunlarından uzaklaşmaya çalışırlar. Ancak çoğu zaman havasız ve sağlıksız olan bu ortamlarda, uyuşturucu veya içki ile sorunlarından anlık olarak uzaklaştıklarını zannetseler de, sorunlarını katladıklarından habersizdirler. İçki ve bağımlı oldukları diğer maddelerin etkisi ile gözlerinin altında mor halkalar oluşur. Yüzleri koyu sarı, sağlıksız bir hal alır. Dişleri ve dilleri sararır ve sürekli pis kokarlar. Kulakları bir süre sonra az duymaya başlar. Kendilerini her zaman halsiz ve yorgun hissederler. Dalgın ve endişelidirler. Stresten oluşan tikleri vardır. Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah`tan (kurtaracak) hiç bir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi -27) Kuran ahlakı ile yaşayan, Allah’a tam teslim olmuş müminler arasında ise, teslimiyetten gelen bir huzur, sağlık ve canlılık hâkimdir. Karşılaştıkları olumsuz her olayın kaderlerinde olduğunu ve kendileri için Allah’ın her şeyi hayırla yarattığını bilen müminler, asla huzursuzluk ve stres yaşamazlar. Kadere tevekkül, müminlerin yaşamına büyük bir konfor getirir. Bütün bunların sonucunda da son derece sağlıklı bir yüz ve bedene sahip olurlar. Çoğu zaman nüfus kâğıdındaki yaşlarından çok daha genç gösterirler. Üşenme ve uyuşukluk, asla müminlerin sahip olmadığı özelliklerdir. Bu canlılıklarından dolayı da Allah’ın izni ile her zaman genç ve dinç kalırlar. Yüce Rabbimiz, iman eden bu kişilerin yüzlerinden tanınacağını bir ayetinde şu şekilde bildirmiştir: Muhammed, Allah`ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah`tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat`taki vasıfları budur: İncil`deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu, ) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek, ) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va`detmiştir. (Fetih Suresi -29) Allah, her durumda O’na sığınabilen, tam teslimiyetli kullardan olmamızı nasip etsin inşaAllah.Amin ecmain selam ve saygılarımla Hacegan....
Fransa 'Soykırım' Yasa Tasarisini İptal EttiFransa Anayasa Konseyi Ermeni soykırımının inkarını suç sayan yasa tasırısını iptal etti.
Habertürk'ün haberine göre; Fransa Anayasa Konseyi, 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarının reddinin suç sayılmasını öngören yasayı iptal etti. 142 İMZAYLA GİTMİŞTİ Yasanın Fransız Senatosu'ndaki kabulü ardından Senatoda Avrupa Demokratik ve Sosyalist Birlik Grubu Başkanı Jacques Mezard'ın öncülüğüyle başlayan girişim sonucu toplam 77 üyenin imzası toplanırken, mecliste de iktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) üyesi Michel Diefenbacher'ın girişiminde 65 imzaya ulaşılarak, Anayasa Konseyine itiraz edilmişti. Gerekli imza sayısına fazlasıyla ulaşan milletvekilleri ve senatörler, Fransız Anayasası'nın 33. maddesine ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle yasanın iptalini istemişti. "BİR YANLIŞTAN DÖNÜLDÜ '' (Sarkozy ve yalakaları bizim atalarımız ne demiş bunu kulağınıza küpe edin ; YİYEMEYECEĞİNİZ ŞEYİN ALTINA YATMAYIN )
19 Mayis 1919 Turkiye Cumhuriyetine Atilan ilk Adim19 Mayıs 1919 Türkiye Cumhuriyetine Atılan İlk Adım
“Mustafa Kemal 16 Mayıs 1919 günü Bandırma Vapuru ile Samsun’a hareket ederken, limanda bulunan işgal kuvvetlerine ait gemilere bakarak, “Geldikleri gibi giderler” demişti. 16 Mayıs 1919 günü başlayan, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’dan Anadolu’ya yayılan, Türk halkının Bağımsızlık Savaşı, 30 Ağustos 1922′de sona erer. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu olan Sevr Antlaşması, ardında işgal edilmiş bir yurt bırakmıştı. ATATÜRK’ün Gençliğe Söylevi’ndeki gibi; ulusun tüm tersanelerine girilmiş, tüm kaleleri zaptedilmiş, ordusu dağıtılmış ve silahları toplanmıştı. Halk yoksul ve perişan bir durumdaydı. Toprakları İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar tarafından paylaşılmış, en kötüsü ise Yunan askeri güçleri İzmir’den başlayarak Anadolu’nun içlerine doğru ilerlemekteydi. Mustafa Kemal böyle bir ortamda Türk Ulusunun bağımsızlığını yeniden kazanması için 19 Mayıs günü Samsun’a çıkarak, büyük savaşı başlatmıştı. Önce Amasya’da, ardından Sivas ve Erzurum’da toplanan kongrelerden sonra, Ankara’da kurulan Büyük Millet Meclisi ve yeni Türk Devleti’nin kuruluşu 19 Mayıs, dünyadaki tüm ezilmiş ve sömürülmüş ulusların bir simgesidir. 19 Mayıs, zülme ve emperyalizme başkaldırışın sembolüdür. 19 Mayıs, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş müjdecisidir. 19 Mayıs, yenilenmedir, Türk insanının kendini bulması, ümmet yerine birey olma erkini kazanmasıdır. 19 Mayıs, özgürlük ve bağımsızlıktır. Türk ulusunun bugünlere ulaşmasında bir başlangıç olan 19 Mayıs’ı Mustafa Kemal Türk gençliğine, Gençlik Bayramı olarak armağan etti.
eskiye özlemBizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı.
Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım. Hatta Babamın bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi. Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki..... En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı. Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani. Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık. Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik. Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi. Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık. Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi. Mahallemizdeki teyzeler Annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik. Ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik. Kısacacı evine gidip gelen elinde mutlaka yiyecekle dönerdi. Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi. Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu. Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık. Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi. Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi... Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı. Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz, onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık. Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık. Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık. Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik. Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim. Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında, temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum. Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem. Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece ; bilmem kaç kuruş hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri. Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok. Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar... Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz.. Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu. Ben kapılarında ' vale ' lerin, ' bady ' lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir. Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana. Benim değildir bu kültür. Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder. Nedir bunlar? Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk. Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk. İyi de neden böyle olduk ? Biz mi istemiştik? Yoksa birileri mi böyle istedi?.. 'Her toplum hakettiği gibi yönetilir'' derler ya, hakettiği gibi de yaşar diyelim mi ?
TOPRAK VATAN OLURSA......Bir tohum düşmeye görsün kucağına, önce onun korkusunu giderir şefkatle, sonra okşamaya başlar sevgiyle. Sevincinden tohum çatlar ve ümit filizlenir. Toprak, ihtiyacı olan gıdalarla besler, yemyeşil yapraklarla süsler misafirini. Rengârenk sebzeler, yanaklarında sıcak bir sevinçle gülümser toprağa. Alçak gönüllü toprak, tatlı bir tebessümle ortak olur sebzelerin sevincine.Bir fidan dikilmeye görsün, toprak, heyecanla sarılır köküne. Kırk yıllık dost gibi misafir eder fidancığı. Canından can, yüreğinden heyecan verir.Yağmura, rüzgâra karşı durur arkasında; ister ki fidanlar eğilmesin, kırılmasın. Aradan yıllar geçer; elmalar al al, portakallar sarı sarı gülümser. Mutluluğun ve sevincin ışıltıları düşer toprağa. Onun yerine kuşlar, cıvıltıyla karşılık verir. Dost canlısı toprak, tatlı bir tebessümle ortak olur meyvelerin sevincine.
Bir çocuk doğuverse çığlık çığlığa, toprak, telaşlı bir hazırlığa başlar heyecanla. Mutluluktan sırılsıklam ıslanır, ümitlerle yeni baştan süslenir. Sevincini bölüşmek için gökkuşağını yardıma çağırır çocuksu bir duyguyla. Evet, bir çocuk doğmuştur, bir yıl sonra üzerinde yürüyecektir minicik ayaklarıyla. Onlar incinmesin diye çimenlerle süsler her yeri… Tıpış tıpış yürüyen çocuğun ayak seslerini duyunca kalbi tıp tıp atmaya başlar. Bir anne şefkatiyle öpüp koklar minicik ayakları… Toprak alçak gönüllüdür, toprak dosttur, toprak anne gibidir ama bir kaygı vardır içinde: ”Üzerimde yaşayanlar beni ne kadar seviyor?” diye. Bir gün güzel bir söz duyar, şöyle sıcacık, gönülden kopup gelen bir söz: Anadolu. Sevinçten içi bir hoş, mutluluktan gönlü sarhoş olur. O günden sonra bir ana-evlat ilişkisi başlar ki tarihler anlatsa bitiremez bu macerayı. Evlatları canından çok sever toprağı. Hatta gerektiğinde canlarını kucağına tohum gibi serper, kanlarıyla sularlar. “Alnından vurulup tam ercesine / Bir gül bahçesine girercesine” girerler kara toprağa. Bu muhabbeti gören bir ozan, alır sazını eline ve başlar söylemeye: Yüz binlerce şehit ateş hattında, Gül açtılar tekbir nakaratında. Şehit yazıldılar Allah katında; Ana bilip ak toprağı öptüler, Gümbür gümbür zulme vuran kalptiler. Anadolu ve vatan payesiyle coşan toprak, hiç kimsenin görmediği yeni bir çiçek sunar evlatlarına: bayrak çiçeği. Evet, toprağın üzerinde laleler, sümbüller, karanfiller, zambaklar açmaya devam eder ama bayrak çiçeği hepsinden alımlı, hepsinden güzeldir. Çünkü bayrak çiçeği, toprağın yüreğinde yeşeren, mavi göklerde açan hürriyet çiçeğidir. Yürekler çarptıkça burcu burcu kokmaya devam edecek ve bir daha solmayacaktır…Selam ve saygılarımla Hacegan..
SanalKahve © Copyright 2007 - 2014 Tüm Hakları Saklıdır.
|