Denemekten Bil Ki...Allah Ne Kadar Uğrastığını Görüyor...
Kalbin Taş Kesilecek Kadar Ağladığında..
Bil Ki Allah Döktüğün Gözyaşlarını Sayıyor...
Hayatın Durduğunu Zamanın Aleyhine işlediğini Düşündüğünde
Bil Ki.Allah Seni izliyor...
Hayallerin Yıkılmış Umudun Kalmamış Ve Kendi Kendin e Neden Böyle Diye Soruyorsan
Bil Ki Allah Cevabını Biliyor...
Hiç Neden Yokken içinde Tuhaf Bir Huzur Hissettiğinde
Bil Ki Allah Sana Fısıldıyor..
Bütün işlerin Yolunda Gidiyor Ve Teşekkür Etmek için Her An Bir Neden Daha Oluyorsa
Bil Ki Allah Seni Kolluyor...
Bütün Kalbin le Dilediğin şey Sonunda Gerçek Olduysa
Bil Ki Allah Sana Gülümsüyor...
Ne Yaparsan Yap Nerede Olursan ol
Bil Ki Allah Biliyor..
28 sonuç bulundu
28 sonuç bulundu • 2 sayfadan 1. sayfa • 1, 2
OKYANUS YÜREKLİ DOSTLAR…OKYANUS YÜREKLİ DOSTLAR…
Su, kendine sırdaş arıyordu. Önce buluta verdi sırrını. Ağır geldi sır buluta. Sağanak sağanak döktü suyun tüm sırlarını. Sonra göle gitti su. Ona anlattı derdini. Bu arada bulut suyun sırrını yağmur yapıp, dolu yapıp, kar yapıp savurduğu için, zaman zaman taşıyordu göl ve çıkıyordu suyun sırrı iyice açığa. Sonra nehre verdi su sırrını. Nehir de aldı suyun sırrını çekti gitti. Dereye verdi. Dere biraz daha yavaş olsa da nehirden, o da götürdü suyun sırrını bir başka bilinmeze… Çağlayanlar, şelaleler, akarsular… Hepsi kayboluyordu bir anda. Sonra bir gün su takip etti dereyi. Dere okyanusa kavuşunca fark etti su, bütün sırlarının akarsularla, çağlayanlarla, ırmaklarla… Okyanusa taşındığını. Karar verdi su. Sırrını okyanusa verecekti. Öyle de yaptı zaten. Tüm sırlarını okyanusa verdi. Artık suyun sırrını okyanustan başkası bilmiyordu. Ne taştı okyanus, ne bir başkasına taşıdı suyun sırrını, ne de kurudu…. Geçenlerde karşılaştık suyla. Bir bardaktaydı. Suskundu. Çok uğraştım konuşturamadım. Ben tam giderken “Dur !” dedi su. Durdum !.. “Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma !.. Taşıyamazlar, kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar….” dedi.
Re: HİÇ DEĞİŞMEYECEKLER.....Yüreğinize emeğinize sağlık Hacegan çok güzel yazmışssınız teşkrler.Benim gibi bir çok kişinin düşüncelerinize tercüman olmuşssunuz.Bende aynen sizi gibi düşünüyorum.
İnanmıyorum artık, doksan dokuzu neyse yüzüncü de aynıymış.. Ben başkayım diyenlere inanmayın eminim onlarında karaları başka yüzlerindedir. Demem o ki; ‘‘…Başımı koyduğum yastığım düşman ! Her gün çevirmezsem boynum ağrıyor. ,, Gömülün yalnızlığınıza , yatak döşek yığılın da, yığılıp kalmayın eliniz koynunuzda... Dil yarası ağır olur, kalbi kalbe sağır eder. Düşünmeyin elalem ne söyler ne der… Kim bilir acıyan yanlarınızı ?.. Kaç kere sildiler gözyaşlarınızı?.. O gün diyecek sözü olmayanlar bu gün de kapasın çenelerini.. Kapatmıyorsa siz kapatın kara kaplıyı … Bugün size acı veren her şey yarında verecek… Değişmeyen tek kural yaranı belli edersen zalimler darbeyi hep aynı yere vuruyor işte.. Bu dünyanın kuralı, hiç değişmeyecek…HİÇ DEĞİŞMEYECEK!!! Malesef:(
BENİ SENİ GÖREBİLECEĞİM BİÇİMDE ARA..BENİ SENİ GÖREBİLECEĞİM BİÇİMDE ARA
Beni aramaya çıkarsa düşlerin Hüznün ruhuna çizdiği resimlerdeyim Gamsız bir gecenin karanlığında değil Yüreğinde kanayan kesimlerdeyim Aklına düşerim hani olur da Güzelliklerin görünmeyen yüzünde ara Sevginin menfaate döndüğü yerde Bir gönül yarasının izinde ara Yıkılmış umutların enkazından geç Öksüz bir çocuğun gözünde ara Ağıtların tüttüğü evlere uğra Bir ananın boş kalmış dizinde ara Beni yıldızlarda arama boşa Yüreğini yasa boğan sızılardayım Dertlerinle bulursun beni baş başa Senin gibi karayazılardayım Sahte sevgileri tanımaz kalbim Beni seven gönüllerin ocağında ara Menfaatle bakmasını bilmez gözlerim Beni gerçek dostlukların kucağında ara Mutluluğu anlatan şarkılarda değil Yaralı yüreklerin ağıtlarında ara Beni menfaat ve ihanetten uzakta Yağacak sevgi bulutlarında ara Öyle senden çok uzaklarda değilim Görmesini bilen gözlerin bakışındayım Belki sana senden daha yakın bir yerde Çarpan kalbinin her atışındayım Aklına düşerim hani olur da Beni sığmadığın duyguların içinde ara O kadar da kolay bulurum sanma Beni benim seni görebileceğim biçimde ara......
Re: YEŞİL EVREN 101 de Kompozisyon YarışmasıÖyle dostlar olsun ki ömrümüze ömür katsın! böyle dostlar bulunca yürekten sarılmalı her şeyimizle ,bir de olursa Allah rızası için dostluk, Onları yalnız bu dünyada değil, öte dünyada da isteyelim yani ahiretliğimiz olsun.
Ben dostlarımı ne aklımla ne kalbimle severim olur ya kalp durur akıl unutur ben dostlarımı ruhumla severim o ne durur ne de unutur demiş Mevlana. İşte Mevlana’nın dediği gibi bende ruhumla sevdiğim için dostlarımı ,dostluk kasasına hem kendi ruhumu ve hem de ruhuyla seven dostlarımın gönlünü koyarım o kasaya ,hem bu dünyada hem de ahirette dostluğumuz devam etsin diye.. Dilerim rabbim hepimizin gönlüne göre hem bu dünyada hemde ahirette dost olacak dostlar nasip eğlesin bizlere....
İnşallah Derse Yakaran İnşa Eder Yaradan..İnşallah Derse Yakaran İnşa Eder Yaradan..
“Geldim ya resullulah geldim. Garip bir kuş gibi huzuruna geldim. Dünyanın yalancılığından kaçıp huzuruna geldim. Al beni de ey resulllah al benide. Garibim yetimim senin gibi ey resul ne annem var başımı okşayan ne bir yarenim var al benide ey resullulah” diyordu… O kadar çok dilemişti ki Rabbinden kutsal topraklara gitmeyi. Rabbi duasını kabul etmişti. Kırk yaşındaydı. Tek duası En sevgiliye gidebilmekti. Rabbi onun hiç beklemediği bir anda en umarsız en yalnız anında ve en büyük imtihanında duasına icap etmişti. Yalnızdı, o kadar yalnızdı ki yanında ne kızı vardı nede eşi. Hiçbiri anlamıyorlardı, Sema Hanımın kayboluşunu yalnızlığını göremiyorlardı. Ancak her şeyi gören Allah, bir karıncanın bile yürürken çıkardığı sesi işiten Allah onun yalnızlığını da biliyordu duasını da duyuyordu. En ağır imtihanlarda bile “Allah’ım Resulüm Üstadım ben kendimi size bıraktım, Sen ki her şeyi yaratan Rabsin. Her şey senin “ol” emrinle olur. yarab bu fakir kuluna da kutsal topraklarına gidip resulünü görmeyi nasip et” derdi. Aslında gidecek durumda değildi. Yani geçim sıkıntısı çekerken ve eşide işsizken aslında biraz imkânsız gibiydi Mekke topraklarına gidebilmek. Üstelik çoğu zaman yiyecek ekmek bulamazken bir hayaldi Resulün makamına gidebilmek… Ancak O kâinatı ve tüm yaratılmışları yaratan Allah’tan diliyordu. Sema Hanım yine bir gün içindeki resul aşkıyla yanarken telefon çaldı. Telefon çok uzaklardan memleketinde ki kardeşinden geliyordu. Kardeşinden gelen telefonu açan Sema Hanım hıçkırıklar içinde sadece “evet, elbette elbette ona gözüm gibi bakarım her ne dese yaparım, bana bu anı yaşatan Allah’a yemin olsun ki onu sırtımda bile taşırım. Yarab sen ne büyüksün sen ne kadar şefkat dolusun elhamdülilillah rabbim elhamdülillah Yarab yemin ederim ki sen tüm dualara icap eden Mucipsin sen olmazları olur yapan ilahımsın” diyerek ağlıyordu. Annesinin hıçkırık seslerine gelen kızı korkarak sorar “annecim ne oldu ne olur ağlama” diyordu. Sema Hanım hıçkırmaktan ve ağlamaktan konuşamıyordu. Kızına sarılıp “Allah’ın Habibi benide çağırdı. Gidiyorum kızım Muhammed Mustafa’nın huzuruna gidiyorum” diyerek ağlar. Biraz sakinleşince merak içinde ona bakan kızına her şeyi anlatmaya başlar Sema Hanım - Oldu yavrum dualarım kabul oldu. Dayın aradı. Patronunun annesi umreye gitmeyi çok istiyormuş. Ancak çok yaşlı olduğundan ve yürüyemediğinden tek gidemiyormuş. Patronuda çok yoğun olduğundan götüremiyormuş. Annesi umreye gitmeyi çok istediği için; güvenilir bir bakıcı arıyorlarmış. Dayın da beni söylemiş patronuda kabul etmiş. Der ağlayarak. Sema Hanım tüm hazırlıklarını yaparak yaşlı kadını almak ; için memleketine gider. Gidişi pek hoş karşılanmaz etraf çevrelerinde ancak eşinin rızasını almıştır bu kutlu yolculuk için. Tüm masrafları üstlenen yaşlı kadın Sema Hanımı görünce “Gel bakalım deli âşık” der ; gülerek. Sema Hanım “teyzecim Allah sizden razı olsun” der ellerine kapılarak… Bir gün sonra umre yoluna çıkılacaktır. Ve hem Sema Hanım hem de Firdevs Hanım oldukça heyecanlıdır. O gün ikiside sabaha kadar heyecandan uyuyamaz. Gerçi kim uyuyabilir ki bir gün sonra Muhammed Mustafa’nın Allah’ın Habibinin karşısına çıkılacakken. İki hanım aralarında konuşurlar. Firdevs Hanım daha öncede çok kez gitmiştir umreye ancak bu kez bir âşık refakat edecekti ona. Hem de Âlemler sultanının çağırdığı bir âşık… Sema Hanımın gözünden yaşlar dinmiyordu bir türlü sanki bir rüyaydı yaşadıkları. Güneş gecenin tüm hükmünü silerken ışık hüzmeleriyle gün yavaş yavaş ağarıyordu. Vakit vuslat vaktiydi. Vakit aşığın maşukuna ulaşma vaktiydi… Biraz buruk birazda yıkıktı Sema Hanım. En sevgiliye giderken tüm sevdiklerinden yoksundu… Daha önce hiç yaşamadığı bir ruh haliyle yola çıkarken sıkı sıkı tutuyordu Firdevs Hanımın tekerlekli sandalyesini. Havaalanından uçağa binerken kim bilir belki oda çok isterdi kendisine sallanan bir eli… Uçak kutsal topraklara inene kadar hiç dinmedi gözyaşları. Uçak tekbir sesleriyle iner Mekke topraklarına.Otel kabenin tam karşısındadır. Kâbe’yi tam karşısında gören Sema Hanım “Yarabbi! Sana milyonlarca kez şükürler olsun. Resulünü bir gece vakti yatağından alıp miraca yükselten ey Rabbim benide bu fakir kulunuda hayal bile edemeyeceği bu mutluluğa erdirdiğin için sana ne kadar şükretsem yine azdır rabbim” der. Bavullarını otel odasında bırakır bırakmaz hiç , dinlenmeden akşam namazı için Kâbe’ye giderler. Firdevs Hanım Sema Hanımın gözlerine bakarak “kızım senden bir ricam olacak eğer nasıl yaparım teyze dersen seni anlarım ama eğer yaparsan da ömrüm yettiği sürece duacın olurum” der. Sema Hanım “senin isteğini nasıl yerine getirmem sen beni Efendimize getirdin.” der. Yaşlı kadın ağlayarak “kızım ben çok kez umreye geldim ancak yürüyemediğim için de Efendimizin saklandığı Sevr mağarasına hiç gidemedim. Biliyorum senden istediğim oldukça zahmetli yorucu bir istektir.” “O nasıl söz teyzecim elbette gideriz seni sırtımda taşırım yinede götürürüm” der. Firdevs Hanım, Sema Hanıma bildiği her yeri gösteriyor anlatıyordu. Sema Hanım gidilecek her yerde sanki Efendimizle karşılaşacakmış gibi onun kokusunu duyuyordu.Havanın çok sıcak olmasından dolayı Firdevs Hanım yaşlılıktan olsa gerek pek dayanamıyor vücudu yorgun düşüyordu. Sema Hanımsa yorulmak nedir bilmiyordu Efendimizin doğup büyüdüğü bu şehirde. Yıllardır hiç görmediği halde özlemini duyduğu bu yerlerin her köşesini gezmek Efendimizin adım attığı her yere oda adım atmak istiyordu. Akşamları Kâbe başka bir farklıydı. Otelin camından izlerken Kâbe’yi Efendimizi hayal etti. Kim bilir Belkide oradaydı. Beyaz sakalı, zarif endamıyla tavaf eden ümmetinin arasındaydı. Gülümseyerek izliyordu… Sema Hanım Firdevs Hanımın hem tüm bakımını yapıyor hem de umre görevinde ona yardım ediyordu. Bu kutlu yolculukta ikiside birbirine ; bir dost bir yaren olmuşlardı. Firdevs Hanım daha önceleri çok kez umreye ve hacca gelmiş olmasına rağmen, bu seferki umresinde ilk kez geliyormuşçasına heyecanlı idi. Mekke’de ibadetle geçen dört günün ardından nihayet sıra: Efendimize hicret ettiğinde kucak açmış Medine’ye gelir. Tabi Medine’ye gitmeden uğranılacak bir durak daha vardır. Âlemler sultanının Mekkeli müşriklerden kaçarken saklandığı, girişine örümceklerin kuşların yuva yaptığı Sevr mağarası. Sevr mağarasına bulunduğu coğrafi konumundan dolayı ulaşmak çok kolay değildir. Oldukça dik bir yamaç çıkıldıktan sonra karşılar sizi Sevr mağarası. Firdevs Hanım yürüyemediğinden dolayı daha önce hiç ziyaret edememişti bu kutlu mekânı. Aslında Sema Hanıma da zahmet vermeyi istemiyordu. Ancak o mağaraya gidip havasını teneffüs etmeyi de çok istiyordu. Sevr dağının önüne geldiklerinde Sema Hanım Firdevs Hanımı tekerlekli sandalyesinden kaldırmak için eğildiğinde Firdevs Hanım “kızım, ben vazgeçtim oraya kadar nasıl taşıyacaksın? Gel bırak beni. Sen ziyaretini yap ben beklerim. Sen gelince bana anlatırsın birde adımı o mağarada anarsan tam olur işte. Haydi, indir beni yoksa nasıl taşıyacaksın onca yolda beni” der buğulu gözleriyle. Sema Hanım Firdevs Hanımın gözlerine bakarak sadece “aşk ile…” der. Ve “vira bismillah” deyip sırtlanır Firdevs Hanımı… Dağın yamaçlarını çıkarken ılıktan bir rüzgâr eser Sema Hanımın terlemiş suratına. Yük yol uzadıkça ağırlaşır derler. Lakin Sema Hanımın yükü hafifliyordu. Firdevs Hanımın ağırlığını hissetmiyordu bile. Üstelik hızına da kimse yetişemiyordu. Sevr mağarasının önüne geldiklerinde içeri girerken bayağı zorlandılar. O kadar dar diki girişi anca birkaç kişinin yardımından sonra girebilmişti içeri Firdevs Hanım. Ve girer girmez “Elhamdülillah Rabbim ’’ diye haykırmıştı. Sema Hanım “ey Allah’ın habibi demek sen müşriklerden kaçmak için buraya saklandın. Burada oturdun arkadaşın en sadık dostun Ebu Bekir’le… Seni çok sevdiğin şehrinden kaçıran müşriklere göstermeyen Allah’a binlerce kez şükür olsun. Yarabbi sen hiç şüphesiz ki yakaran kuluna isteğini verensin. Sen cömertlilerin en cömertlisisin ’’ der ağlayarak… Hıçkırıklar içinde ağlarken duyduğu gül kokusu sanki büyülemiştir onu. Sanki karşısında efendimiz duruyordu. Öyle ki Firdevs Hanım “ Kızım sende duyuyor musun bu gül kokusunu ’’ der “ Daha önce hiç bu kadar güzel kokan bir koku almadım ben’’ der. Medine yoluna çıkmak için ayrılırlar Sevr mağarasından ve deyim yerindeyse sanki sarhoş gibi olmuştur iki yaren. Otobüs Medine için hareket ettiğinde Sema Hanımın heyecanı dahada artar. Tam dört gün Allah Resulünün bulunduğu Medine şehrinde kalacaklardı. Âlemler Efendisinin makamına gideceklerdi.Otobüsteki yolculuk boyunca hep o anı hayal etti. Medine şehrine vardıklarında Firdevs Hanım “işte geldik deli âşık işte geldik” dedi Sema Hanıma bakarak. Ve devam etti “kızım beni otel odasına bıraktıktan sonra sen tek git Allah Resulünün huzuruna. Ben biraz odada dinleneyim. Sabah yine beraber gideriz” der. Sema hanım çok ısrar ettiyse de beraber gitmeye ikna edemez. Biraz çekingen biraz ürkek yürümeye başlar Ravza-i Mutahhara yolunda. Güneş son ışıklarını yayarken yeryüzüne, mermer zeminin üzerindeki direkler aydınlatıyordu Ravza-i Mutahhara’yı. Sema Hanım kapıdan içeri girer yıllardır özlemini duyduğu Efendimizin kabrinin yanında ağlayarak konuşmaya başlar “Selam sana ey Allah’ın nebisi ezel sabahından mahşer gününe kadar salât ve selam sana olsun ey Allah’ın Habibi vahyin emin temsilcisi. İşte geldim tüm günahlarıma rağmen huzuruna geldim Efendim. Anam babam evladım her şeyim sana feda olsun.” Der ağlayarak. Yere oturduğunda gözlerini kapar Efendimiz karşısındadır. Gülümseyerek ona bakıyordur Sema Hanımsa sadece “anam babam sana feda olsun Ey Allahın Habibi” diyordu. Yanındaki bayanın ona bir şey sormasıyla ilkilen Sema Hanım kendine geldiğinde secdeye kapılarak “ey Rabbim salât ve selam eyle o eşsiz nebiye! Öyle salât etki Rabbim; doldursun göğü ve yeri, parlayan şimşeklerle buluttan boşanan yağmurlar gibi…”diye dua ediyordu. Hiç ayrılmak istemiyordu oradan. Ancak Firdevs Hanım tekti yanına gitmeliydi. Firdevs Hanımın yanına gittiğinde eline kapılarak “teyzecim Allah senden razı olsun. Senin sayende geldim bu kutlu topraklara. Senin sayende bende umre yaptım Allah senden razı olsun” der. Firdevs Hanım “kızım seni Allahın resulü bizzat kendi çağırdı ben sadece vesileyim. Buraya gelmeden seni hiç tanımadan sürekli rüyamda görüyordum Efendimizi elinde senin resmin bana “eğer umren kabul olsun istiyorsan bu kişiyi bul ve onunla gel umreye” diyordu. Ben sadece vesileyim …” der. Ve ekler: İNŞALLAH DERSE YAKARAN İNŞA EDER YARADAN..
NE ARIYORSAN KENDİNDE ARA....NE ARIYORSAN KENDİNDE ARA
Her düşünce kirlendi, içten bir düşünce kalmadı, kimseye inandıramıyorsunuz kendinizi, yakın çevrenize, dostunuza, ailenize, hatta en önemlisi kendinize. Cümlelerin ve paragrafların, derinliklerinin kaybolduğu bir dönemde yaşamak çok zor. Sırtınızda bunun yükünü taşımak acıların en köhnesi. İnsanın kendi başına hayatı anlamlandırması mümkün değil, fakat bunun için çaba göstermesi mutluluğun en şanlısı. Belki hayat bize gülmedi, belki biz ona çok ağladık. Fakat gözyaşlarınızla birilerinin tohumuna hayat verdik, Hani belki hayat ara pası istedi bizden, olmadı pası da veremedik... Sorun etmedik, yenilgilerimizle birilerinin umutlarını yeşerttik. Bazen dramların en keskin ayazında buz tutmuş yürekle bir şeyler karaladık. Olmadı demedik, oldu. En güzeli oldu, hayat karalamaktan ibaret değil miydi? Canımı acıtanlar oldu, hayatımla oynayanlar, rüyalarıma inanmayanlar, zora gelipte bırakanlar, düşlerimle dalga geçenler, başarımı küçümseyenler, gözlerimde iki damla yaş bırakanlar, ama her acı insanın olgunlaşması içindi. Daha çok olgunlaşıyordum, her gün daha fazla, her gün daha fazla acıyla. Beni bu ara anlayan yazılar var sadece, garip ama esaslı yazılar. Yazıyordum gece gündüz. İç sesim paragraflara karşı bir savaş veriyordu. Birileri kahkaha atarken, birileri sıcak sohbetteyken, birileri umut kurarken, bazıları farklı okyanuslara dalarken içimdeki çocuk ağlıyordu, belki de ağlayarak öğreniyordu hayatı. Susturamıyordum, acı veriyordu. Anlıyordum, insanın geçmişinden kaçamaması, hayatındaki en büyük sınavdı. Bir sınav içinde binbir sınava giren duygularımın çektiği sancı her gün nefes darlığımı daha da arttırıyordu. Tüm bu acılı günlerimde şükran duygularım ve inancım tek tesellimdi. Derdi ve dermanı veren Rabbime şükürler olsun dedim her zaman,demeye de devam edeceğim. Evet evet, acı olgunlaştırır. Acı kapıları açar. Size bir mutluluğu anlatın desem bana sadece iki dakika anlatırsınız, ama mutsuzluğu anlatın desem yılları anlatırsınız, evet işte hayat mutsuzlukların ardından açan gökkuşağından ibaretti Birileri umudunuzu kırabilir, her zaman olacaktır. Birileri hayallerinizi de alabilir arkasına bakmayarak, birileri gözlerinizdeki yaşı da anlayamaz, birileri vardır, hep sonradan gelirler, onlara inanırsınız, hayatınızı teslim edersiniz, onlar sizi hiç anlamaz, bir serçe gibi terk eder ruhunuzu. Neyse boş verin bunları, en iyi sevgi, insanın eski mutsuzluklardan kaçmak için değil de, yeni mutluluklara kavuşma umuduyla beslediği sevgidir. Öyle veya böyle, acılı veya sancılı, gram kadar da gücüm olsa beni benden alamazdı sevgili hayat, hani nefes darlığımla da yıkamayacaktı beni. Sonra avucuma ağladım, uyudum, gün bitti. Ölüm gibiydi. İyi olmak kolaydı da, zor olan adil olmaktı. Mevlana’nın dediği gibi. Ne Arıyorsan Kendinde Ara! Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın.Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin.Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki !Aradığın ancak sensin, sen. Madendeki inciyi aradıkça madensin.Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin.;Neyi arıyorsun, sen osun. Senin canın içinde bir can var, o canı ara! Beden dağının içinde mücevher var, o mücevherin madenini ara! A yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara; Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara. Rabbim hepimize içimizdeki cevheri arama gücü ve bulma gücü nasip eğlesin inşallah.
GİTTİĞİNİ SANMAK!...GİTTİĞİNİ SANMAK!...
Bu yürek uğurladığı,ayrılığı tanır. Gidişe hazırlıyorsa biri kendini, sıyrılmak istiyorsa, yanındakini uyandırmadan yorganın altından çıkar gibi, bu kalp hisseder. Her gidişten zaferle çıkmayı öğrenmişlerdenim. Göğsünde duran o büyük sızı ne zaman geçer? Hangi ilaç yaraya merhem olur? Ne kadar sürer yalnızlığın dipsiz karanlığı? Bu soruların cevaplarını bilirim. Kendi gidişlerime zor karar veririm. Emeksiz, uğraşmadan, sabretmeden, küsmeden gitmem kolay kolay. Gittiğimde arkamda ne bırakacağıma bakarım en azından. Çok büyük yangınları kimsenin söndüremeyeceğini bilirim. Kalmak için savaşırım. Ayrılık kararını hemen almaz aklım, kalbim önden gitmediyse. Ancak bir adamın gönül evinin bütün odaları doluysa, bir küçük yer bulamamışsam şu küçücük yüreğimi içine koyacak, o zaman da durmayı kendime yakıştıramam. Aşktan daha üstün bir duygu yoktur. Yaşamı, dünyayı, kötülüğü, nefreti, kırgınlıkları silip atar sevgi dediğin. Fakat bir adamın daha önemli işleri, insanları, zamansızlığı fazlaysa aşktan, kırıntı aralıklarda, mülteci aşıklardan olamam. Gidişim hep gelişlerimden daha yavaş olsa da, gitmenin farz olduğu kalpde durmayı yakıştıramam. Ağrıma gider sevdasız kalmak, aşkı hafife almak ve önceliksiz kılmak. Madalyonun bir de diğer tarafı var. Büyük yürekleri terk edenler, giderken arkada ne bıraktığını düşünmez. Gitmek derdine düşünce insan, sadece yolculuğa bakar. Arkada kalanları gözü görmez. Onun kalbi artık orada değilse, zaten kalmasını, düşünmesini gerektirecek bir durum da yoktur. Ancak, dolu dolu yaşanmış bir aşktan, kimse gerçekten gidemez.. Yaşamlar ayrılsa da, geçmişin gölgesi peşinde kalır. Onun haberi yokken, adı anılıyordur bir şehrin sokağında, penceresinde perdeler uçuşan evin içinde. Bir gözyaşından sokağa düşüp, yağmura karışarak, kim bilir kaç sokak sürüklenmiştir giden? Sevdiği bir yemek yenilirken masada, boğaza düğümlenmiştir. Resmine bakılmıştır gece yarısı; hiç umulmadık bir anda, radyoda çıkan şarkı ile dile melodi olmuştur. Geride sizi seven birini bıraktıysanız, asla gitmiş sayılmazsınız. Bir kahve sohbetinin yanında anılmışsa adınız, hüzünlü bir tebessümle birlikte, gitmiş sayılmazsınız. Bir gece yarısı, kan ter içinde fırladığınız rüyadan uyandıran, aslında gördüğünüz kâbus değil; sizi seven ve hatırlayan kalbin seslenişidir. Ayrıldığınızı, bittiğini, koptuğunu sandığınız geçmişlerde yaşamaya devam edersiniz. Yani, siz gittiğinizi sanırsınız ancak gerçekten gidebildiğiniz gün, unutulduğunuz gündür
HAYAT BU DAHA NE OLSUN?HAYAT BU DAHA NE OLSUN?
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama, Yarım saat erkene kurulsun saatin. Kedi gibi gerin, Ohh ne güzel yine uyandım diye sevin.. Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin... Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin... Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin. Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart, Çek kızarmış ekmek kokusunu içine, Bak güzelim kahvaltının keyfine. Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis, Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin.. Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile. Sonra koş git işine, dünden, önceki günden, Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla, Ohhh şöyle bir hafifle Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için "alo "de Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa... Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak Çiçek görürsen kokla ,köpek görürsen okşa , çocuk görürsen yanağından makas al. Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı? Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi? Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor.. Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak. Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun.. Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun.. Saklama tabakları, bardakları misafire Sizden ala misafir mi var bu dünyada Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil, Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının.. Gece evinde, dostların olsun Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun.. Arkadaşım hayat bu daha ne olsun? Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!
KENDİNE İYİ BAK DERLER VE ÇEKİP GİDERLER..KENDİNE İYİ BAK DERLER VE ÇEKİP GİDERLER
Kendine iyi bak” bir veda değil elveda cümlesidir çoğu zaman. O üç kelimeden çok daha fazlasını gizler içinde... "Kendine iyi bak." Çünkü bundan sonra ben yanında olmayacağım. Olamayacağım. İstesem de istemesem de. Sevdim bir zamanlar seni, hala seviyorum ve benden sonra da mutlu olmanı istiyorum. Olur, da bir gün dönersem seni iyi bulmak istiyorum.“ “Kendine iyi bak. Çünkü bundan sonra kendinden başkası olmayacak yanında sana bakacak. Ben olmayacağım. Kendine iyi bak ve beni düşünme. Çünkü ben de seni düşünmeyeceğim artik. Arama sakin beni, yazma, çünkü ben yazmayacağım. Sil beni yüreğinden, çünkü ben sileceğim. Fakat yaşanılan, paylaşılan güzel şeyler hatırına sana yürekten mutluluklar diliyorum. Ve ben bir daha dönmemek üzere gidiyorum.” "Kendine iyi bak. Aramızda geçen her şeye rağmen benden sonra iyi olduğunu bilmeyi tercih ederim. Aslında bilmem çok önemli değil, iyi olduğunu varsayacağım ben. Seni bir daha asla görmemek üzere gidiyorum ben, seni kendinle başbaşa, yapayalnız bırakıyorum ben. Biliyorum kendini bırakacaksın benden sonra, o yüzden iyi bak diyorum. Aslına bakarsan, çok da fazla umursamıyorum." "Kendine iyi bak derler ve giderler. Tutkuyla sevenler, bazen birden fazla söylerler bunu. Çünkü onları ayırmak, eti tırnaktan ayırmak gibidir. Kolay kolay kopamaz onlar, süreç çok acı vericidir, yürek parçalayıcıdır. Her seferinde azalan umutlarla geri döner ve yine “Kendine İyi Bak” gözleriyle ayrılırlar. Ta ki umut da, sevgi de tükeninceye kadar… Ta ki son elveda mezar sessizliğine bürününceye kadar…" Tutkunun ötesinde sevenler, bir kez “Kendine İyi Bak “ derler ve giderler. Onlar eti tırnaktan ayırmak yerine ölümü yeğlerler. Onlar bu acıyı bir kezden fazla kaldıramayacaklarını bilirler. "Kendine iyi bak" derler ve giderler. Bu sözlerin içinde ihanet yok, hiç bir zaman olamaz derler ve giderler. En büyük ihanet değil midir aslında seni seveni, ihtiyacı olanı yüzüstü bırakıp gitmek. "Kendine iyi bak" derler ve giderler. Seni suskunluğa mahkûm edip giderler. Seni parçalara ayırıp, en büyük parçayı yanlarına alıp giderler. Seni senden alıp giderler. Daha kötüsü suçlayamazsın onları tüm bunlar için. Kendine iyi bak deyip gidenin geçerli bir nedeni vardır elbet. Suçlatmaz kendini. Savaşmadıkları için kızarsın ama suçlayamazsın. Savaşmışlarsa, yenildikleri için kızarsın ama suçlayamazsın. Yenildiğin için kızarsın ama suçlayamazsın… Ayrılığın kaçınılmazlığına inandırır seni, kendine iyi bak derler ve giderler. Elinden umutlarını, düşlerini, sevgilerini alıp giderler. Bir tek anıları bırakırlar geride, bir de hatırladıkça gözyaşlarına boğulasın diye unutulmayan nağmeler. Arkalarına bakmadan çekip giderler eğer yalnız kalmışsan, çünkü insafsızlıklarını görmek istemezler. Her şey o saniye orada bitsin, kapansın bu sayfa isterler. Bitti diyemedikleri için, kendine iyi bak derler. Kırıldım ve affedemiyorum; diyemedikleri için kendine iyi bak; derler. Seni istemiyorum artik, hayatımdan çıkaracağım ama bil ki hiç unutmayacağım; diyemedikleri için kendine iyi bak derler. Biliyorum çok kanayacaksın ama daha iyisini yapamıyorum; diyemedikleri için kendine iyi bak derler. Vicdanlarını rahatlatmak için kendine iyi bak derler, çünkü o kan uzun süre akacaktır ve o yara asla kapanmayacaktır, bilirler. "Kendine iyi bak" bir noktadır çoğu zaman. Kendine iyi bak deme bana, sadece kötülükler noktalansın isterim ben. Oysa sen iyisin… Sen gözümdeki ışık, dudağımdaki tebessüm, sen içimdeki Sevinçsisin. Sen hayatıma renk katan, sen yüreğimdeki çarpıntı, sen hayatımdaki neşesin. Sen yolumu aydınlatan, sen dert ortağım, sen gönül yoldaşım, sen bir tanesin. Kendine iyi bak deme bana. Nokta koyma. Keşke böyle yaşanmasaydı bazı şeyler, keşke affedebilsen beni, keşke ben de affedebilsem… Keşke döndürebilsek zamanı geriye. Keşke bugünkü aklımızla yaşasak her şeyi baştan. Nafile... Ama yine de, gitmesen olmaz mı? Bitmesek olmaz mı? Sen eksikken, ben nasıl tam olurum? Senden kalan boşluğu kimlerle doldururum? Savaşsak, aramıza giren engellerle olmaz mı? Hani büyük aşklar her türlü engeli asardı, hani gerçek dostluklar her sınavı geçerdi, hani sevgi eninde sonunda kazanırdı? Hani hayatta hiç kirlenmeyecek değerler vardı? Hani en büyük zaferler, en kanlı savaşların ardından kazanılırdı? Bunların hepsi yalan mı? Sahiden..., gitmesen olmaz mi? Bitmesek olmaz mı?………. Peki, o zaman... Senin istediğin gibi olsun... Öyleyse... Sen de Kendine İyi Bak. "Kendine iyi bak" derler, kurşunu kafana sıkıp giderler... ...
EY RABBİM...EY RABBİM
Bizim söylediklerimiz, Söyleyemediklerimiz, Söyleyeceklerimiz, İçimizde sakladıklarımız, Suskun bıraktıklarımız, Terk ettiklerimiz, Unuttuklarımız, Fısıldadıklarımız, Hepsi, hepsi, sözlerin hepsi! Ancak sana yöneldiği için güzeldir. Şüphesiz duayı dilimize veren sensin, Dilimizi duaya çeviren sensin, Sözlerin en güzeli sana aittir, Ve sözlerin en güzeli sana hitap etmektedir. Ey Rabbim, Ebediyen bana yakınlığını tattırdığın için, Bana vahyettiğin tüm gerçekler için, Bani hayat denen bu sonsuz lezzet pınarının başına oturttuğun için, Bildiğin tüm ayıplarımı örttüğün için, Gördüğün tüm kusurlarımı bağışladığın için, Umuduma katık ettiğin tüm hayallerim için, En sevgilini bana elçi gönderdiğin için, Ey sevgili, Beni aşkına muhatap ettiğin için Sonsuz hamd sana Sonsuz minnettarlık sana Sonsuz minnet sana Sonsuz şükür sana Sonsuz teşekkür sana… Ey Rabbim, Tut elimden sonsuz kudret elinle, Beni hiçliğe düşmekten alıkoy, Unutulmuşluktan uzak eyle beni, Varlığına komşu eyle beni, Ben acizim dayanağım sensin, Fakirim ben sığınağım sensin, Dilsizim sözüm sensin, Körüm ben gören sensin, Sağırım ki sen işitensin… Ey Rabbim, Sözlerin en güzeli sana aittir. Ve sözlerin en güzeli sana hitap etmektedir. Bu kırık dökük sözlerimi, Bu perişan hitabımı, Sen kabul eyle, Sen güzelleştir. Ki sen bana aşktan kanatlar vermiştin ya! Aşkın semasına uçurmuştun ya beni, Elimi sen dokumuştun ya, Hani ele avuca gelmez dokunuşları sen bahşetmiştin ya bana, Gözüme kendi nazarında ışıklar vermiştin ya, Gözle görülür güzellikler vermiştin ya bana, Yüzüme tebessümü sen giydirmiştin ya, Tebessümüme karşılık veren güzel yüzler koymuştun ya karşıma… Ey Rabbim, Yoktum ben sen varettin! Unutulmuştum. Ki sen sevdin, Sevdiğin için varettin. Bir sen sevdiğin için var edildim. Bir sen beni andığın için ihya edildim. Öyle ise, Ey Rabbim! Varlığımı aşkına armağan eyle, Yak beni aşkının ateşinde, Al beni bu rüyadan, Al beni bu dünyadan, Bu kırılgan varlığımı ebedi baharına toprak eyle… Ey Rabbim! Bütün güzel sözler sana söylemekle güzeldir. Kırık dökük de olsa kabul eyle sözlerimi, Yıkık dökük de olsa duy yakarışlarımı, Kabul eyle beni, Kabul eyle sözlerimi, Suskunluğumu, Dilsizliğim, En güzel dua eyle, Dua eyle dilsizliğimi, Dua eyle suskunluğumu, En güzel dua eyle Ki sözlerin en güzeli sana hitap etmekle güzeldir. Dua eyle sözlerimi, Güzel eyle… Güzel eyle…
MUTLULUK….:)MUTLULUK….
Sıkıntıları bir kenara atıp kocaman kocaman gülücükler saçabilmek Okurken sana seni hatırlatan bir kitabın, Sayfalarına düşebilmek...Sayfalar arasından kendine varabilmek...; Paylaşabilmek...hiçbir amacın ardına saklanmadan..kayıtsız şartsız...; Yürek yüreğe derin bir bağ kurduğun Dostlarınla olmak... ; Rabbinle konuşup ..O'nun huzurunda huzurlanmak...dua dua kanatlanmak ; Veee Ömrüne sunulan en güzel hediyeyi beklemek..sabırla..şükürle..ve sonsuz bir heyecanla.... Yüreğinin gülbahçesinden sana Güller ve Gül'ümsemeler sunan Can'ların varlığı... ; Bir ekmek parçasıyla doymak...doyurulmak...ve derin derin düşünmek...; Buz gibi havada üşümüşlüğümüzü giderici sımsıcak bir kase çorbacık Çocuksu hayallerimizden vazgeçmemek...; Tebessüme bürünüp ; Sabahın erken saatlerinde fırına gidip sıcacık ekmekler almak ,koşa koşa kahvaltıya yetistirmek... Sevdiklerinle 1 yaş daha büyümek...huzurla..hayırla...sağlıcakla...; Sevdiğine ve sevdiklerine sımsıkı sarılabilmek...; '' Biz '' diyebildiğin , ''Bir'' olabildiğin koca bir ailenin,dostlarının,sevdiklerinin varlığı... ; Mutluluk görebildiğin her yerde... Aldığın verdiğin nefeste...etittiğin Dua'da...yitirmediğin Umut'ta...sıcacık yuvanda..kaybetmeden kıymetini bilmen gereken Sevdiklerinde...Karın Yağışında...Yağmurun altında ıslanışında...sahip oldugun sağlığında...hiç beklemediğin anda telefonuna gelen seni kendine getiren güzel bir dostun manidar mesajında...sana anne baba diyen bebeğinin o datlı dilinde...ve de dahasında... görmek istedikten sonra...her an her yerde saklıdır mutluluk... yok'lara değil Var'lara dalan her gönül mutluluktan nasibini bolca alır... Mutlu kalın...Huzurla Tebessumleve tabii ki Duayla...
Re: Kadin Ve Gözyasi..!Kadını esas güzel yapan sevgisini paylaşabilmesi,
fedakarlığı, sorumluluğu, anlayışı, sadece bilgiye değil aynı zamanda kalbe de yönelik aklıdır. Ne güzel söylemiş Mevlana, Kadın Hakk"ın nurudur, sadece sevgili değil, sanki hâliktır, mahlûk değil. Teşkrler tutkum emeğine gönlüne sağlık.
SİZİN HİÇ BÖYLE BİR DOSTUNUZ OLDU MU?SİZİN HİÇ BÖYLE BİR DOSTUNUZ OLDU MU?
Bilmem şu an kaç yaşına girdiniz? Şöyle geçmişinizi düşününüz, dostlarınızı hatırlayınız. Böyle bir dostunuz olmadı ise, siz o dostun yolundan gitmeye ne dersiniz? O, Daima düşünceliydi Susması konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere konuşmazdı. Konuştuğunda ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı. Dünya işleri için kızmazdı. Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı. Kötü söz söylemezdi. Affediciliği tabii idi, intikam almazdı. Düşmanlarını affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi. Kimseyle çekişmezdi. Boş şeylerle uğraşmazdı. Umanı umutsuzluğa düşürmezdi. Hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı. Hiç kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınar ve ayıplardı. Kimsenin kusurunu araştırmazdı. Kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi. Yanında en son konuşanı ilk önce konuşan gibi dikkatle dinlerdi. Gerçeğe aykırı övgüyü kabul etmezdi. Her zaman ağırbaşlıydı. Konuşurken çevresindekileri adeta kuşatırdı. Kelimeleri parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve berraktı. Yürürken beraberindekilerin gerisinde yürürdü. Yürürken ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmazdı. Adımlarını geniş atar, yüksek bir yerden iner gibi öne doğru eğilirdi. Vakar ve sükûnetle rahatça yürürdü. Kapısına yardım için gelen kimseyi geri çevirmezdi. Dostlarına şöyle derdi: “Dünya da garip bir kimse yahut bir yolcu gibi ol”. Her zaman hüzünlü ve mütebessim bir haletle dururdu. Adet üzere sarf edilen hiçbir kötü sözü ağzına almamıştı. Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı. Fakirlerle birlikte yerdi; öyle ki onlardan ayırt edilmezdi. Sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı. Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmezdi. Bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı. Sabahları evinden çıkarken şöyle derdi: “İlahi, doğru yoldan sapmaktan ve Saptırılmaktan, kanmaktan ve kandırılmaktan, haksızlık etmekten ve Haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlık edilmekten sana sığınırım!” Sıradan değildi Ama sıradan insanlar gibi yaşardı, Siz bu gün böyle bir dost bulamamışsanız, O dostun yolunda yürüyen dostlarla dost olmanın yollarını arayınız. O, on sekiz bin âlemin Efendisi, Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz idi… Rabbim bizleri hem bu dünyada hem ahirette Gönüller Dostunun yolunda giden dostlardan eylesin inşallahhh.
CENNET VE CEHENNEMCENNET VE CEHENNEM
Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte ölmüşlerdi... Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar... Adam çok susamıştı... Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, Birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular.. Rengârenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış, Bir bahçe kapısı ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın... Adam köpeğimle birlikte kadına yaklaştı ve sordu: "Affedersiniz... Burası neresi?'' Kadın ona gülümsedi: "Burası Cennet, efendim". Adam bunun üzerine sevinçle "Harika...!!!" dedi. "Peki bana biraz su verebilir misiniz? Gerçekten çok susadım".... Kadın cevap verdi: "Tabi efendim, içeri girin... içeride dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz....." Böylece adam köpeğine döndü, "Hadi oğlum içeri giriyoruz"diyerek kapıya yürüdü... Ama kadın onu birden durdurdu: "Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez... Hayvanları içeri almıyoruz..." Bunun üzerine adam bir an durdu, düşündü ve geri dönüp,köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam tersi yönünde yürümeye koyuldular.... Bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu, çamurlu bir yolda buldular ve yolun sonunda karşılarına, Çiftlik girişini andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı... Adam sordu:"Affedersiniz.... bana biraz su verebilir misiniz??" Dede "içeri gel" dedi. "kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var..." Adam sordu: "Peki arkadaşım da benimle gelip oradan içebilir mi?" Dede " Tabii..." dedi. "çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir kâse bulacaksın..." Bunun üzerine adam kapıdan girdi.. Biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çeşmeyi buldu... Adam çeşmeden köpek de oracıktaki kaseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler.... Derken adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu: "Su için çok teşekkür ederim... Peki burası neresi..?" Dede "Burası cennet" dedi. Bunu duyan adam şaşırdı: "Ama nasıl olur.? Az önce burası gibi kırık dökük olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler..." Dede "şu rengârenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?" dedi... " Ama orası Cehennem.." Adam iyice şaşırmıştı: "Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz..??" Dede gülümsedi: "Kızmıyoruz...çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanları Cennet'ten uzak tutuyorlar...." Dostlarınızı yarı yolda Bırakmayın. Bir dostun derdine herkes üzülebilir, bu çok kolaydır. Bir dostun başarısına sevinebilmek ise sağlam bir karakter gerektirir.. Hayata değer bir yasam, sevmeye değer bir aşk, dostluğa değer bir arkadaşlıktan asla vazgeçme. Ne eksik ne fazlasını ara ve seni üzenle asla uğraşma!
HAYAT DER Kİ.....Hayat der ki;
Sevdiğin insanda arayacağın ilk şey iyi niyet olmalıdır. O yoksa başa özelliklerinin anlamı kalmayacaktır çünkü. Dost dediğin sadece kötü gününde yanında olan değildir, aynı zamanda sevincine de en az senin kadar sevinebilendir. Başarmak için sıradan olandan ayrılmak zorundasın. Bırak insanların karşı duruşunu, doğru bildiğine sarıl ısrarla. Daha önce görmediğin biriyle karşılaştığında ilk dakikalara dikkat et. O insanın pozitif ya da negatif enerji veren biri olduğunu anlayacaksın. Yaptığın seçimlerden dolayı başın derde girerse eğer, ilk suçlaman gereken kişi sensin. Sızlanmak ve başkalarını suçlamak yerine, hatanı bulmaya çalış. Bir yıkımla karşılaştığında yas tutma. O yıkımı, ne yap et öğretmenin haline getir. Hayvan sevmeyen insanlardan uzak dur. Doğal ve güzel olanı sevemez onlar çünkü. İnsanlara kendini defalarca anlatmak zorunda kalma. Ya oradan ayrıl ya da bildiğini oku. Hedeflerin konusunda kararlı ol. Engelleri düşünme. Ya bir yol bul, ya bir yol aç. İçgüdülerinin sesine çok iyi kulak ver. Unutma ki, onca hayvan türü onlar sayesinde varlığını sürdürüyor milyonlarca yıldan beri. Kendini saygın bir birey haline getir. Aksi takdirde, boşuna beklersin başkalarının sana saygı duymasını. Ve Hayat der ki; başına bir şey geldiğinde, neden başkalarının değil de benim başıma geldi bu iş diye sızlanma, durduğun yere bak.
SanalKahve © Copyright 2007 - 2014 Tüm Hakları Saklıdır.
|