59 sonuç bulundu
59 sonuç bulundu • 3 sayfadan 1. sayfa • 1, 2, 3
Koray...Hata Da Yaparım Doğru da Severim de Sevilirim de Üzerim de Üzülürüm de.. İşte ßen ßuyum.. Bu Yüzden Mutluyum.. Kendimi, Hatalarımı, Duygularımı, Gelmişimi, Geçmişimi Seviorum.. Hatalarımdan Gocunmuyorum Doğruları Öğreniyorum Geçmişi Siliyorum Sadece Ama Sadece Bu Güne Bakıyorum ve De Geleceğe..Tecrübe Ediniyorum Hatalarımdan Ders Alıyorum Hayatı Tanıyorum Güvenmemeyi Öğreniyorum..Hatalar İnsanlar İçindir İnsan Hata Yapmadan Doğruyu Bulamaz.. Geçmiş: Adı Üstünde Geçmiş.. Beni Bugünümle Kalbimle vede Kalbiyle Değerlendirecek İnsanlara Şans Veriyorum.. Arkamdan Konuşanlar: Sizin için Ancak Konuşulacak Konu Olurum.. Beni Yargılayanlar: Devam Edin.. Edin ki Kendi Hatalarınızı Örtün Bakalım ne Yanlışımı Bulabileceksiniz.. Silinmeyi Hak Edenler: Merak Etmeyin Silinmediniz.. Yeriniz Kalbimde Hep Hazır Bana Birer Ders Birer Tecrübe Olarak En Güzel Yerde Silinmemek Üzere Kazındınız.. Benle Uğraşanlar: Siz de Aynen Devam.. Ne Kadar Önemli Ne Kadar Değerli Olduğumu Bi Kere Daha Hissettiriosunuz Bana ve De Nekadar doğru.. Sonuç mu? Sonuç: Bu Hayat benim.. Gelene de Gidene de Eyvallahım var Gelmişe de Geçmişe de Saygım.. Kimsenin Hayatı Beni İgilendirmez Benimki de Kimseyi…Bunun İçin Yaşanılan Herşeye Bunda Emeği Yüksek Olan Herkeze Tesekkür Ederim..
Re: Koray...Erkeğin fazla para harcayarak elde ettiği kadınla Kadının fazla makyaj yaparak elde ettiği adam aynı sezonun MALLARIDIR............
Vefa Nedir Bilirmisiniz..._Vefa nedir, bilir misin? Vefa arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefa; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır. Vefa; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır.
Vefa, sözünü yerine getirme, sözünde durma, sevgi, dostluk ve bağlılıkta kararlılık ve dini sorumluluklarını yerine getirme anlamlarına gelir. Tabiki Ama Anlaya Bilene Bu Vefaaa.. Saygılarrr
HAYATA NASIL BAKARSAN ÖYLE YAŞARSINHayat bir mücadeleden ibarettir
Bundan dolayı hayatta Yalnız iki şey vardır Galip olmak,mağlup olmak M. Kemal ATATÜRK.. Hayata bakış açımız. Nasıl yaşamak isteriz?Hayat mı bizi yoruyor,yoksa biz mi hayatı zorluyoruz?kazandıklarımız,kaybettiklerimiz ve su misali akıp giden ömrümüz.Kıymetini bildiklerimiz neler!Nelere sahip çıkıyoruz. Hiç düşündünüz mü? Hayatımızdan hiç eksik etmediğimiz insanlar birilerinin olması ve onlar için yaşamak,hep başkalarını düşünerek yaşamak... Söylemek isteyip de söylemeye bir türlü cesaret edemediğimiz,ne garip bir duygu değil mi? Hayatın içinde bir futbol topu gibi yuvarlanıp gidiyoruz. Mesela biz kadınlar,güzel bir gelecek için eğitimler alıyoruz ileride daha sağlam ayaklar üzerinde duralım diye.Sonrası güzel bir iş ve kariyer sahibi olmak için, kimi insanlar bunu başarır kimi insanda uzaktan baka kalır.Sonra aşk kapını çalar,mutlu bir yuva kurma hayallerine dalarsın onun hayalini kurar ve evlenirsin. Evlilik kutsal bir görev der,sevgi,saygı,sadakat içinde sürdüre bilmek için başlarsın kendinden ödünler vermeye...Eğitim,iş,kariyer her zaman ikinci planda kalır.Sebep iyi bir eş olabilmek!Saçını süpürge etmek aslında. Bazen şımarmak istersin ama içindeki korkular buna izin vermez.Hayatı dikenli bir telin üzerinde yürürmüş gibi yaşarsın. Neden yaşarsın? Çünkü hayat basit değil basit olmamalı,sorumlulukların olduğunu asla unutmamalısın. Bazen çılgınlık yapmak yalın ayak koşmak, haykırmak istersin hayata yapamazsın, çevrendeki insanlar ne düşünür,hayata bir adım geriden baka kalırsın... Kimi zaman da çocuk olmak istersin,yaramaz bir çocuk zırıl,zırıl ağlamak şımarmak ve şımartılmak istersin...Bence şımar,çok şımardığında da etrafına bak ve hayattan ders al! Bir yerlerde tıkanıp kalıveriyoruz,gel gittiler yaşaya bilmekmiş hayat.Ne kadar kaçmak istesen de kaçamazsın hayatın gerçeklerinden... Bazen çok renkli bir çiçek gibi görünür içinde ne ararsan var,bazen de bir kör kuyuya benzetirsin hayatı bom boş! Kendini değersiz hissedersin,etrafında kimseleri göremezsin.Hayat aslında ikiyüzlü bir yüzünde mutluluklar gizli diğer tarafta da hüzünler.Siz siz olun HAYATIN HEP GÜZELLİKLERİNDEN GİDİN...YARIN HAYATIN BİZLERE NE SUNACAĞI BELLİ OLMAZ!HAYATINIZ MUTLULUK ÜZERİNE OLSUN.Yüreğinizden sevgi yüzünüzden tebessüm eksik olmasın.SEVGİ,BARIŞ,DOSTLUK içinde bir dünyanız olsun.. Nedersiniz? Saygılar...
Re: Yanmayan, Yakamaz!..Seval adminim emeklerine sağlık tşklerr
Re: Dur Yolcu...!EMEĞİNİZE YÜREĞİNİZE SAĞLIK GÜZEL PAYLAŞIINIZ İÇİN
Re: Dur Yolcu...!Emeginize Yüreginize Sağlıkk Saygılarımlaa
Re: Dur Yolcu...!Seval adminim emeklerinize sağlık tşkler
Hayatınızda özel yeri olan bazı insanlar..İnsan ne kadar tebessüm dağıtır,insanlara ne kadar sıcak davranırsa,ne kadar çok selam verir samimiyetle hatır sorarsa,ne kadar çok kişiye dua ederse,o kadar selam alır,o kadar tebessümle karşılaşır,o kadar hatırı sorulur,o kadarda dua alır..Kendi saçtığınızı toplarsınız alemin bahçelerinden..Tohumlar sizden meyveler alemden..Ekim evvel hasat ahir...Hayatımızda bazı insanlar vardır,evimiz gibidir,başka evler ne kadar ihtişamlı olursa olsun,bizler sadece evimizde emniyette hissederiz kendimizi..Bazı insanlar toprağımız vatanımızdır.onları yıllarca görmesek bile hep bir gün döneceğine,ölsenizde bağrına gömüleceğine inanırız..Bazı insanlar vardır kendimizi onlara teslim ederiz,sizi mutlaka iyi bir yere götüreceklerine,size asla kasten zarar vermeyeceklerine emin olursunuz,fırtınalı bir denizde onlar dümendeyken rahatça uyursunuz,kalbinizin dümeni onların elindedir.Onlara kırıldığında yine onlara sarılıp ağlarsınız.Onlardan küsüp ayrılmak düşünülemez..
Hayatıma böyle tecelliler veren Allah'ıma hamd olsun..Şanslıyım... Ne mutlu bu şansı kendinde bulanlara..
Re: Soylenmemis..EMEĞİNE YÜREĞİNE SAĞLIK GÜZEL PAYLAŞIMINIZ İÇİN...
ALLAHIM SANA MUHTACIM...."... Rabb’im, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." (Kasas Suresi, 24)
Rabbim acizim; Sensin gücü kuvveti veren. Fakirim; Sensin rızkımı veren. Sen’den gelecek her nimete muhtacım. Rabbim Sen’sin Kendisine ihtiyaç olunan ve Kendisinden yardım beklenen... Yalnızca çaresiz kaldığımızda değil, her durumda Allah’ın varlığını ve sonsuz kudretini hissederek dua etmeye ihtiyacımız var. İmtihan gereği aciz yaratılmış bizlerin, duaya muhtaç olmadığımız bir an bile yok. Çünkü Rabb’imiz dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyiz. Ancak Allah’ın lütfu ve rahmeti sayesinde yaşayabiliriz. Allah ise, Kendisi’ne yegâne sığınılan, ihtiyaç olunandır; Müstean’dır. Kendisi’nden yardım beklenilen yalnızca O’dur. O dilemedikçe biz ne kendimize ne de bir başkasına yardım edemeyiz. O diler, "Ol!" der ve olur. Bizi düzgün bir surette, vücudumuzdaki muhteşem sistemlerle yaratan, gökten suyu indiren, rızık bağışlayan, hastalandığımızda şifa veren, gökten yere bütün işleri evirip çeviren yalnızca Allah’tır. Rabb’imiz nimetlerini kıssa ya da bir musibet dilese bizi bundan koruyacak yoktur. Bizim için bir hayır dilese buna engel olabilecek yoktur. Yardım istenen yalnızca O’dur. Hayır O’nun elindedir. Yalnız insan değil tüm kâinat Allah’a sığınır, O’ndan yardım diler, O’nu över, yüceltir. Kur’an, insanın ve tüm yaratılmışların imtihan gereği acz içinde ve yardıma muhtaç olduklarını, Allah’tan başka yardım dilenecek hiçbir güç ve nesne olmadığını birçok ayetiyle haber verir. Söz konusu Kur’an ayetlerinin bazıları şöyle: Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar? Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeye. Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir. Allah’tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler. Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: “Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın.” Hiç şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah’tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor. O’ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de. (Araf Suresi, 191-197) Korunma ihtiyacında aciz bir bedene sahip olmamız, gözle görülemeyecek kadar küçük mikrop ve virüslerin bedenimize zarar verebilmesi, hayatımız süresince sürekli bedenimizi temizlemek, ona bakım yapmak zorunda olmamız ve bedenimizin zamanla yıpranıp, yaşlanması; bu saydıklarımın her biri belirli bir amaca göre özel olarak yaratılmıştır. Allah insana acizliğini hatırlatacak her detayı özel olarak var etmiştir. Bu özel yaratılış, insanın kulluğunun ve dünyadaki her şeyin geçici olduğunun farkına varabilmesi içindir. Bu gerçek, dünyaya körü körüne bağlanmak yerine, bizi gerçek yurt olan ahirete, kusursuz yaratılmış sonsuz cennete yöneltmeli. Bunun hikmetleri üzerinde düşünmemiz, geçici ve eksik yaratılmış bu dünyaya bağlanmak yerine, sonsuz ahiret için hazırlık yapmamız gereklidir. Soluk almamız bile Rabb’imizin dilemesiyle; ne kadar muhtacız... Ey insanlar, siz Allah’a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ganiy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. (Fatır Suresi, 15) Rabbim bizleri kendisinden başka kimseye muhtaç ve mahçup etmesin dert verip derman aratmasın inşallah amin ecmain selam ve saygılarımla Hacegan.....
Bu Yaziyi Okumadan Seviyorum Demeyin...!!!Sevgi kendi içinde ikiye ayrılır. Aslında sevgi ayrılmaz da, insanların sevme şekli ikiye ayrılır. Beklentili sevenler, beklentisiz sevenler. ))) Karşılıksız sevmenin en güzel örneği, annedir. Ne kadar yaramaz, işe yaramaz ve onun ümitlerini kırmış olursanız olun, anne sevgisine karşılık beklemez. Örneklerini gördüğümüz için Tv Lerde ((( buna da bütün anneler demek yanlış olur, o yüzden çoğunlukla anneler diyebiliriz.
Şartlı sevmek ise, genellikle aşk ilişkisi, arkadaşlık ilişkisi gibi sosyal ilişkilerde ortaya çıkar. Birisini sevmek için, kıstaslarımız vardır. Şöyle biriyse, öyle davranırsa, tipi güzelse, huyu iyiyse gibi örnekleri çoğaltabileceğimiz sevme şekli, şartlı sevmektir. Beklentisiz sevgi olur mu? Çok zordur ama olursa da tadından yenmez. Birisini beklentisiz, çıkarsız, hesapsız sevmek, sevginin en saf halidir. Bu duyguya erişen insanlar, gönül kapıları çok yüksek ve farklı yerlere bakan, dünyayı değişik gözerle gören kişilerdir. Bunun için ermiş falan olmaya da gerek yok. Bu örnekleri de hayatımızın içinde görmek mümkündür. Zaten mesele, insanın kendini gerçek yaşamdan soyutlayarak, tek başına, bir sedirli odaya çekilerek, büyük gönül mertebesine erişmesi değildir ki! Asıl iş, tam da hayatın ortasında dururken, bütün mücadeleleri verirken, haksızlığı, yanlışları, yaşam kavgasını, ihaneti yaşarken o noktaya ulaşabilmektir. Yoksa ne faydası vardır insanlığa, tek başına gidilmiş yolun. Şu meşhur kitapta anlatılan, arabasını veren bilge örneğinde olduğu gibi, mesele, o arabaya binerken bilgeleşmektir. Bunu yapabiliyorsa, o gönülden büyümesi beklenir. Sevgiyi gerçek anlamıyla yaşayabilmek de, bir çeşit bilgeliktir. Gönül büyüdükçe, verdiklerini saymamayı öğrendikçe, hesap, çıkar ilişkisinden vazgeçmeyi öğrendikçe, sevginin de ermişi haline gelir. Elbette yürek haksızlığa gelemez. Etrafınızda sürekli canınızı acıtan, sırtınıza vuran birileri varsa, kollarınızı açıp, sarıp sarmalamak mümkün olmayacaktır. Bu durumda yapılması gereken, doğru yolu göstermeye çalışmaktır. Kişinin içindeki kötülüğe ayna tutarak, kendi tavır ve hareketlerinizle, ona doğru olanı göstermektir. Hala olmuyorsa, o kişiden, olaydan uzaklaşmak gerekir. Sevgi, birini gerçekten anlayabilmektir. Anladığında da ona hakkını teslim etmek gerekir. Size uymuyor olması, yargılama, kin gütme, beddua etme hakkı vermez. Aynı düşüncede olmayabilirsiniz, aynı pencereden bakmayabilirsiniz. Bu durumda ya değişim için çabalarsınız, ya oradan uzaklaşırsınız. Yani, sevgi emek ister cümlesinin altı, söylendiği kadar boş değildir. Vazgeçebilmek ve anlayabilmek kadar büyük emek yoktur. Sevgiyi ama saf sevgiyi bulabilmek, hazine avcılarının yıllar boyu bir umutla dolaşması gibidir. Siz de onu bulmak istiyorsanız, ciddi çaba göstereceksiniz demektir. Uzun yollar kat edip, çok insan, fazla yaşam tanıyacaksınız. Her ümitlendiğiniz gerçekleşmeyecek, daha fazla emek verecek, daha çok seveceksiniz. Önce kendi yüreğiniz saf sevgiye bürünecek ki, kalp eşini görünce tanıyabilesiniz. Sevgi erenliği zor iştir yani, ama bulduğunuzda büyük bir zenginliğe sahipsiniz demektir. Bulabilmeniz umuduyla... İnşallah bütün doğru ve güzel kalpli insanlar yalansız sevgiyi bulur...Amin SaygılarımLa Efe
İÇİMİZDEKİ DÜŞMAN.Sayın Sanalkahve dostlarım öncelikle şunu belirtmek isterim bu yazım bir kişi veya kişileri hedef alınarak yazılmış bir yazı değil yaşadığım şahit olduğum olaylardan sonra böyle bir yazı yazmak içimden geldi tabiki sizlerin hoşgörüsüne sığınarak.Başkasına hükmeden kuvvetlidir ancak kendisine hükmeden kudretli dir bizlerinde kudretli olması gerekmez mi? Bencil ve kıskanç insanlar, başarılı insanları çekemezler. Bu tip insanlar birilerini çiğneyerek ve ezip geçerek yer kapmaya çalışırlar. Bu doğuştan hastalıklı ve çevresinden ahlaksızlık kültürüyle beslenen bünyeler kendi suçlarını- açıklarını kapatabilmek için başkalarına karşı ezme ve yok etme hileleri geliştirirler.
Sağı solu tarar, öküzün atında buzağı arar. Çünkü erdemsiz insanlar için çok kolaydır (kuru-ıslak), iftira atmak. Bu insanlar, hiç alakasız sebeplerle, umulmadık şeylerden sinsice şüphelenen, önyargılı, bencil ve birazda fesat düşünen, her eylemin üstüne art niyetle giden kişilerdir. Hiç olmayacak yerde olmayacak sebeplerde suç ve suçlu ararlar. Bu bir nevi sihirbazlık, ortada yok olanı var gösterme, var olanı yok etmeye çalışmaktır. Yani büyük haksızlık ve ahlaksızlıktır. Egosunu kontrol edemeyen alçak insanların yapmayacağı kötülük yoktur. Toplumda alnının teriyle, elinin emeğiyle bir yerlere gelmiş başarılı insanları yıkacak, karalayacak, iftiralarla hayatlarını karartacak ve yaşamaktan bıktıracak kadar da acımasızdırlar. Kötülüklerinin başında iftira gelir. Siz temizlenmeye çalıştıkça, o kafasındaki kötü kurgularıyla sizi daha çok tüketmeye çalışır ve sizi izlerken de pis pis güler. Çünkü yalanla yoğurduğunu pişirmiş ve kendisi gibi riyakarlara yutturmuştur artık. Sizin suçsuzluğunuzu kanıtlama çırpınışlarınız ve dünyanızın kararması ona zevk verir. Amacına ulaştığı anda da, aşırı mutlu olur, çünkü egosunu tatmin etmiştir, karşısındakine azap çektirmede başarılı olmuştur artık. Çamur atmak, leke bırakmak ve uğraştırmak ve daha kötüsü ele güne rezil rüsva etmek çabasıyla yoğrulmuş, insan kötüsüdür bunlar. Seviyesizdirler, sadisttirler.Biliyor görünen zır cahildirler. Toplumun pislikleridirler. Toplum için şer kaynağıdırlar. Tipik halk düşmanıdırlar. Pirim vermemeli. Bilinçli olmalı. Yaptıkları yüzlerine tükürülmelidir ki; toplum zehirlenmesin, daha çok zarar görmesin.Selam ve dua ile Hacegan....
ÖLÜMÜN ADRESİ YOKTUR..Sayın Sanalkahve dostlarım Yazıma merhum Yunus’un bir şiirinden alınan bölümle girmek istiyorum.
Ana rahminden indik dünya ya Bir kefen aldık döndük mezara. Hayatı sadece iki mısra ile ne kadar güzel özetlemiş merhum Yunus değil mi?Rahimden, Er Rahim’e dönmek aslında bu yolculuk.Er Rahim’den rahime,rahimden Er Rahim’e, yoksa bir döngü olmasın sakın! Doğduğunda beyaz bezlere belenen bebekler yıllarca yaşayıp tekrar geldikleri yere dönerlerken bir defa daha beyaz bezlere belenerek dönüyorlar Yaradanın huzuruna.Beyazlık masumiyeti,temizlği temsil eder bilirsiniz.Gelinlik çağına gelen kızlarımız bembeya gelinlikle evlerinde çıkmayı murad ederler.Yani herkese; bakın ben tertemiz bir şekilde evimden başka bir eve misafir gidiyorum demek ister.İnsanda ilk doğduğunda tertemizdir aslında. Tertemiz geldiği yere geri dönmesi arzu edilir.Belki de yaşarken bedeni,ruhaniyeti ne kadar kirlenmiş olursa olsun bir insanı siyah,yada kahverengi bir kefenle öbür aleme göndermezler.Yine beyaz bez tercihedilir.Yine masumiyeti düşünülür,belki de Allah tan böylelikle de olsa bir af dilenmek istenir. İki beyaz arasına karayı yerleştirmek çok kolay iken,beyazı yerleştirmek çok marifet ister.Çoğu zaman insan teeddüb eder yaptıklarından,pişmanlıklar yaşar,gelgitler dolanır içinde derinden derinden,ne beyaz olmayı becerebilir,ne kara olmayı.Kaderi gri bir yaşamdan ibaret olur böylelerinin.Araf halinin temmsilcileri gibi görürüm ben böyle insanları.Yeteneksizliklerinden değildir yaşadıkları,belki de bir kaçamak sevdasıdır yaptıkları,kendilerini aldatma pahasına da olsa.Düşünmezler sonucunu.O an ki rahatlık mest eder onları,bilmezler ki asıl rahatlık varacakları daimi yerdedir.Sadece başta nefsim olmak üzere acırım bu hallere.Düşeriz bizlere yakışmayan hallere,düşeriz gıybet makinalarının bıtıraklı dillerine. Ölümün yaşı yoktur.Tefekkür ederim bazen.Doğmadan anne rahminde ölen bir çocuğu,düşünürüm daha beş yaşına gelmemiş kurşunlar yemiş çocuğu,ya da ömrünün gencecik baharında telli duvaklı gelin olamadan giden kızcağız ya da damatlığı görülmeden şehit olan yiğit delikanlıları.Var mı,bana söylermisiniz ?bunların ölümlerinin yaşla,tecrübeyle,sağlıkla alakası.İlla yetmiş yaşına gelmek,illa emekli olmak,illa hedeflerini gerçekleştirmeden ölmemek diye bir şey. Bazen elli çeşit hastalığa düçar olan bedeninle ölümü beklerken,ölüm oyun yapar sana.Seni hastalıktan değil,trafik kazasından alır götürür.Beklenti ne iken sonuç ne oldu?Aldanmamak lazım sağlık,sıhhat afiyete,kenserli bir hasta yıllarca yaşarken,sağlıklı bir kişi bir deprem anında ölümü soluklayabilir ansızın. Ölüm kol geziyor,caddelerde,evlerde,ilaç kokulu hastanelerinin koridorlarında,bindiğiniz arabada.sayayım mı daha?Analdınız aslında nedemek istediğimi siz.Hayat dalaga geçilecek bir arena değildir.Aslanlarpençelerini bileleyip dururken siz kendinizi nasıl güvende hissedebilrisiniz,söylermisiniz bana? Bir pamuk ipliğine bağlı yaşam sürerken,hayata neden tonlarca ağırlıkla bağlanmaya çalışrsınız?Bu bir tezat değil midir?Neden hep dünya,dünya der durusunuz.Dünyaların çift olduğunu söyleyen olmadı mı sizlere?Adalet için terazinin dengeli olması lazım iken,neden terazinin bir gözü hep ağır basar dünyanızda, bunun hiç muhasebesini yaptınız mı?Sorular,sorular,sorular..Önemli olan bu sorulara mantıklıca cevaplar. Şeytanın sofrasından nemalanmak marifet olsaydı,bizlere öyle biryol çizilirdi.Yol gittiğiniz yolmu dur,yoksa paralel bir yolu gerçek mi sanıp aldanıyorsunuz! Evet sevgili dostlar; yaşamın hak olması gibi,ölmek te bir haktır.Eğer bedeninizde bir ruh emaresi varsa ölmekte en tabii hakkınızdır.Ama ölmeden önce ölmeyi hiç denediniz mi?Bunu elbetteki ibret ve tefekkür babında söylüyorum.Afedersiniz ağızdan yedikleriniz belli bir süre başka yerlerden geri çıkıyorsa,bu hayat yemeye,içmeye dayalı bir hayatsa,ya da benzini olmayan bilmem kaç milyarlık arabanın benzinsiz bir milim dahi ileri gidemeyeeceği düşünülürse bu nasıl bir hayattır düşünmek lazımdır!Demek ki hayat sadece madde olmamalıdır.Hayat sadece midenin şişkin olması da değildir.Bunun bir de mana yönü vardır.Bedeni tıka basa doyarken,ruhunu aç bırakan insanlara şaşarım.İşte tam bu noktada sözüm onlaradır.Beyler kaçtığınız ölüm pusu kurmuş sizi bekliyor,haytınız tehlikededir,lütfen gereken tedbirlerinizi alınız.Ölümün sizi ne zaman,nerede ziyaret edeceği hiç belli olmaz.Çünkü ; ÖLÜM ADRES SORMAZ...Rabbim bizlere ölümün hayırlısını versin inşallah amin ecmain Hacegan...
İNSAN BENLİĞİ VE EMANETGerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir. (Ahzab Suresi, 72)
Gökler, yer ve dağların yüklenmekten korktuğu emaneti, ene yani insanın benliği, nefsi yüklenmiş. Bu hep kötülüğü emreden büyük düşman, insanın kendi içindedir. En çetin savaşı insan, uzaklardaki bir düşmana değil, benliğinin bir parçasına karşı verir. Eğer bu düşmanından kurtulabilir ve nefsini arındırıp temizleyebilirse Rabb’inin rahmetini umut edebilir. Bu yüzden en büyük savaş nefsimizle verdiğimiz savaştır. Bir savaş dönüşü şöyle buyurur Peygamber’imiz (sav): “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” Abdulkadir Geylani, “Muhalefet kılıcı ile nefsini her öldürdükçe Allah (CC), onu yeniden diriltir. Dirilince yine senden birçok şeyler istemeye, seninle nizaa tutuşur. Kötülük kanatlarını açar; yine uçmaya başlar. İşte., bu sırada sana yine cihad düşer. Nefis ölmez; sen sağ oldukça o da olur. Yalnız o ıslah olur” ifadesiyle nefisle savaşın bir ömür boyu sürdüğüne dikkat çeker. Nefis ıslah edilmediğinde, kendisinde İlahlık görür, Firavunlaşır. Enaniyet, yakın adamı Haman’a "yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım" diyen Firavun’u suda boğar. Servetini kendisinden bilen Karun’u konağıyla birlikte yerin dibine geçirir. Ancak ene, yaratılış sırrı bilinir ve terbiye edilirse kâinat hazinesinin şifresini çözer, sırlar önünde açılır. "Ene, mahiyetinin bilinmesiyle, o garip muammâ, o acip tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künûzunu (Allah’ın Zat, sıfat ve isimlerini ifade eden hazinelerini) dahi açar" der Bediüzzaman. Ve eneyi mealen şöyle tarif eder: "Âlemin anahtarı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zâhiren açık görünürken, gerçekte kapalıdır. Cenâb-ı Hak, emanet cihetiyle, insana “ene” adında öyle bir anahtar vermiş ki, âlemin bütün kapılarını açar." Her yeri kuşatan bir şeyin sınırı ve sonu olmadığı için, ona bir şekil verilmez ve bir biçim belirlenmez. Örneğin karanlık olmadan aydınlık bilinmez, niteliği anlaşılmaz. İşte Allah’ın, ilim ve kudreti, Hakîm ve Rahîm gibi sıfat ve isimleri kapsayıcı, sınırsız ve ortaksız olduğu için, onlara hükmedilmez, ne oldukları bilinmez ve hissedilmez. Öyle ise gerçek sonu ve sınırı olmadığından, varsayılan bir sınır çizilmesi gerekir. Onu da enaniyet yapar. Kendinde hayali bir Rabb’lık, bir sahiplik, bir kudret, bir ilim hayal eder, onunla hayali bir sınır koyar. “Buraya kadar benim, ondan sonra O’nundur” şeklinde kısımlara ayırır. Örneğin kendi sahip olduğu şeyler dairesinde varsaydığı Rabb’lığıyla, Allah’ın var ettiği dairede Yaratıcısının Rabb’lığını, gerçek sahipliğini anlar. “Ben bu haneye mâlik olduğum gibi, Allah da şu kâinatın mâlikidir” der. Ve cüz’î ilmiyle Onun ilmini kavrar. Ve çalışarak elde ettiği sanatçılığıyla, O gerçek Sanatçının benzersiz sanatını anlar. Bunun gibi Allah’ın Zatına ait bütün sıfât ve İlahi özellikleri bir derece bildirecek, gösterecek esrarlı durumlar, sıfat ve duygular, enede yerleştirilmiştir. Nefsini arındırıp-temizleyen kişi, emanete ve verdiği ahde riayet eder. Dış dünyaya dair bilgiler nefse geldiği zaman enede bir doğrulayıcılık görür; o ilimler, nur ve hikmet olarak kalır, karanlığa ve amaçsızlığa dönüşmez. Varsaydığı Rabb’lığını ve sahipliğini terk eder. Gerçek kulluğunu takınır, yaratılışın en güzel kıvamında olma derecesine çıkar. Ene, yaratılış amacını unutur, sorumluluklarını terk eder ve sahipliğine gönülden inanıp tasdik ederse, kişi emanete ihanet eder. Onu isyanla, günahla, bozulmalarla örtüp-sarar ve yıkıma uğrar. İşte, bütün şirkleri, kötülükleri ve sapkınlıkları doğuran enaniyetin bu yönü nedeniyledir ki, gökler, yer ve dağlar dehşete düşmüştür. “Kendime mâlikim” diyen kişi, “her şey kendine mâliktir” der ve gönülden tasdik ederek inanır. İnsan ene kesilir, büyük bir şirke düşer. O ene, koca bir ejderha gibi, insan vücudunu yutar. Enesinin tutsağı olan kişide sevgi olmaz. Kalbi Allah aşkıyla dolu insanda ise enaniyet olmaz. Rabb’inin gücünü kavramış ve O’nun gücünü gereği gibi takdir edebilen bir insanın enaniyete gücü yetmez. İnsan hem aczinin farkında olup hem de enaniyet yapamaz. Farkında değilse, "ben yaptım, ben başardım, benim malım mülküm, benim katım, benim yatım, ben… ben" der; kişinin ayakları yerden kesilir. Ancak günü gelir, Allah onun ayağını yere bastırır; her enaniyetli kişi mutlaka perişan olacağı bir günle karşılaşır. İşte, ene, bu hâince durumda iken, cehalettedir. Duyguları, fikirleri kâinatın bilme ve tanıma nurlarını getirdiğinde, nefsinde onu tasdik edecek, ışıklandıracak ve devam ettirecek bir madde bulmadığı için, sönerler. Gelen her şey nefsindeki renklerle boyalanır. Hikmetin ta kendisi gelse, nefsinde, amaçsızlık ve saçmalık şeklini alır. Çünkü, bu haldeki enenin rengi şirk ve Allah’ı inkârdır. Bütün kâinat parlak âyetlerle dolsa, o enedeki karanlıklı bir nokta, onları söndürür, göstermez. Aslında nefsi ezmek kolaydır. Aczini, dünya hayatının sonu olduğunu ve ölümü bilen insanın nefsinin kölesi olması çok akılsızca. Nefis bizi zaten çok önemli ve gerçekten etkileyecek bir şeylere çekmiyor. Dünyada ne var bizi çekebileceği? Tümü zaten kötü ve çok rahatsız edici. Nefsi ezmek zor gibi görünse de, inanan insan için nimettir, rahatlıktır. İnsanı beladan, sıkıntıdan, rahatsızlıktan kurtarır. Nefsi kontrol altına alamamak insanın kendi zararınadır. Kafasını yerden yere vurmak gibi, kendine acı çektirmektir. Nefsini terbiye eden insanın ise fıtratına uygun yaşadığı için kafası dinçtir; vicdanı rahat, aklı ve şuuru açıktır. Enesinin niteliklerinin bilincinde olan insan, Allah’ın kusursuzluğunu kavradığında kendi aczini, ilmini kavradığında kendi cehaletini, kemalini kavradığında kendi eksikliğini, müstağniliğini kavradığında kendi fakirliğini görür. "Ben yaptım" diyen nefis ıslah edildiğinde, "beni de yapmakta olduklarımı da yaratan Sen’sin Rabb’im” der. Hamd O’nun. Mülk O’nun. Hüküm O’nun. Ve her şey O’na döndürülecek. O, Allah’tır, Kendisi’nden başka İlah yoktur. İlkte de, sonda da hamd O’nundur. Hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi, 70).Unutmayalım ki insanlara iyilik ve hizmet etmek isteyen kişi önce kendi nefsini terbiye etmelidir selam ve dua ile Hacegan...
Hüzün.. http://img242.imageshack.us/img242/7087/angelpretty986.gif
Sorguladım hayatı önüme taş koydular ben vazgeçmedim hayattan hayatsa benden inadına yaşamak dedim! inadına duvarlar ördüler beni küçük gördüler yüreğimin büyüklüğünü bilmeden ben o duvarları da aşarım dedim ve o duvarlar ayaklarımın altında ezildiler... birini sağıma ittim bir diğerini soluma arkama ise hiç bakmadım ne taş dayandı ne duvar, önümde ise koca koca dağlar her savaş sonrasından küçük zaferlerim var şimdi avuçlarımda bir essem, kükresem savursam zaferlerimi serilir ayaklarıma o dağlar bilmiyorlar! inadına yaşıyorum! .umuduna yaşıyorum yaşam beni ben yaşamayı SEVİYORUM..... __________________ her adama soyleyecek lafimiz vardir , lakin once lafa bakarim laf mi diye, sonra adama bakarim adam mi diye
Re: Sevdigine Guvenmek mi ? Guvendigini Sevmek mi ?Bence Daha değerlidir sevdiğine güvenmek, güvendiğini söylemek. Herkes seviyorum derken,sen güveniyorum demeyi öğren; ve güven. Güven duygusunun içinde hepsi yalansız bir bütündür zaten gerisi boş
Sevdigine Guvenmek mi ? Guvendigini Sevmek mi ?Sevdiğine güvenmek mi ? Güvendiğini sevmek mi ?
Bir gün birisi çıkar karşınıza ve kalbiniz hoplar yerinden ... karnınızda kelebek uçuyor gibi olursunuz ... her söylediği doğru gelir ... her esprisine gülersiniz ... ilgilenirsiniz ... hemen her yaptıgı şeyde onu hayranlıkla izlersiniz...günler birbirini kovalar ve siz bu hislerin üzerine bina edebileceğiniz başka özellikler de aramaya başlarsınız...konusması , yürüyüşü , giyinişi ,elleri,gözleri kısaca herşeye birer anlam yüklersiniz...bu sürecin en başından beri kadın olsun erkek olsun , en çok üzerinde durulan şey güven duygusudur ... kimi kadın-erkek güvendiğim kişiyi severim derken, daha gözü kara olanları ise sevdiğime güvenirim düsturuna göre hareket ederler...ama her durumda en çok üzerinde durulan şey sevgiliye duyulan güven duygusudur ... Hepimizin bir geçmişi olmakla beraber , mutluluklarımızı , hüzünlerimizi , aşklarımızı , hayallerimizi , özlemlerimizi yanımızda taşırız...Hayal kırıklıkları ise sanki tekrar tekrar yasayacakmışız hissiyle etrafımızı çepe çevre sarmalar...Korkutur bizi...Ama aşk korku işi değildir...Sadi Şirazi " Aşka uçma kanatların yanar " dediğinde Mevlana " Aşka uçmadıktan sonra kanatlar neye yarar " demiş.Ancak bu konuya son noktayı Yunus Emre koymuş : " aşka vardıktan sonra kanadı kim arar ." Kim olursan ol , ister Sadi Şirazi ister Mevlana , istersen de Yunus Emre , aşkı herkes kendine göre yorumlamıştır...Sende kendine göre yorumluyorsun... Herkes aşkı kendine göre yorumluyor ve yaşamaya çalışıyor , o zaman aşkı devam ettirmek ve ayakta tutabilmek için en önemli şey güven olarak karşımıza çıkıyor... İşte burda da seçimler devreye giriyor ... Ya güvendiğin biri ile birlikte oluyosun ya da birlikte oldugun kişiye güveniyosun...peki ya bu güven sağlanamazsa ??? o zaman sen ne kadar seversen sev , ne kadar aşık olursan ol bitmeye mahkum bir ilişki yaşamaya başlıyorsun ve farkında olsan da olmasan da uçurumdan yuvarlanan kaya misali artık geri dönüşü olmadan büyük bir hızla uçurumun dibine doğru düşüyorsun ... böyle olmamak için ne yapmak lazım ? ya sevdiğine güveneceksin ya da güvendiğini seveceksin...ama hiç oynamadan , yalanlar söylemeden , arayışa girmeden , kısaca dürüstçe yaşayacaksın ki ilişkini her durumda güven vereceksin karşındaki kişiye ... sen tüm doğruları yaptın mı ? yaptıgını düşünüyorsan eğer o zaman takdir-i ilahi deyip gececeksin...olmuyorsa olmuyordur...cok da zorlamayacaksın ... şayet değmeyecekse ... ama değeceğini düşünüyosan sonuna kadar savasacaksın ... şimdi soru basit : sevdiğine mi güveneceksin ? güvendiğini mi seveceksin ?
ALLAH RIZASI ANA BABA RIZASI...Allah Azimüşşan, Kur'an'da Ümmet-i Muhammed olarak kadın ve erkek cümlemize, ana-babaya itaati emretti. Öyle ki, ana-babaya itaat etmeyenin durumu Allah'a isyan etmek gibi oldu.
Peki ana-babaya itaat nasıl olacak? Ana-babaya güzel davranmakla, sohbetle, hukuklarına riayetle, sıkıntı ve meşakkatlerine katlanmakla itaat edilecek. İtaatin şekli bu. Güzel davranış, güzel edep, bütün haklarına dikkat, yedirmek, içirmek, giydirmek, ihtiyaçlarını karşılamak gibi... Beş vakit namazın sonunda ana-baba için dua etmek de itaatten sayıldı. Ana-babasına itaatte kusur işleyip pişmanlık çekenler için böyle bir fırsat var. Hacca gider, orucunu tutar ve benzeri hayırlı işlerinin sevabına ana-babalarını ortak eder, onlara hediye ederler. Onların niyetine, salâvat getirir, Kur'an okuyup, dua ederler. İtaat meselesinde sınır şudur: Allah'a isyan hususunda, günah sayılan meselelerde ananın-babanın ve Ümmet-i Muhammed'in hukukuna riayet edilmez. Ana-babaya, komşuya veya akrabaya itaat edeyim derken Allah'a isyan edilmez. Allah'a isyan edilen meselede, ana-babaya, komşuya, arkadaşa, akrabaya, kimseye itaat etmek olmaz. Ana-babaya itaatte evli kadınların dikkat etmesi gereken bir hususu da belirtelim: Kadınlar önce iman ve namaz sonra koca hukukundan ve sonra diğer sorumluluklarından sorguya çekilir. Evlilikle birlikte, kocanın hakları ana-baba haklarının önüne geçer. Şimdi Hz. Peygamber s.a.v. ve kâmil zatların sözleriyle ana-baba hukukunu ifade edelim: Yemenli bir adam, savaşmak için Rasulullah s.a.v. Efendimiz'in yanına geldi. Peygamber s.a.v.: - Annenle baban sana harbe gitmen için izin verdi mi, diye sordu. - Hayır , dedi Yemenli adam. Peygamber s.a.v.: - Öyleyse dön, onlardan izin al. Eğer izin verirlerse bize katıl, aksi halde elinden geldiği kadar onlara hizmet et. Çünkü bu, imandan sonra kulun Allah'a kavuşacağı en güzel ameldir, buyurdu. Bir başka hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: “Ana-babaya itaat, (nafile olan) namaz, oruç, hac, umre ve cihaddan efdaldir .” Allah, Hz. Musa a.s.'a: “Kim ana-babasına iyilik yaparsa bana iyilik yapar. Kim asi olursa, bana isyan etmiş olur” diye vahyetti . “Anaya-babaya asi gelen kimse, ne yaparsa yapsın, cennete giremez.” Cennet kokusu beşyüz senelik yoldan duyulduğu halde ana-babaya asi olanlar duymaz. Ana ve babasına sağlığında hizmeti dokunmayanlar, onları razı edemeyenler, şimdi hayırlı ameller yaparak onların ruhlarına bağışlasınlar. Ebu Hureyre r.a.'dan rivayet edilmiştir: Bir kişi Hz. Peygamber s.a.v.'in yanına gelerek: - Ey Allah'ın Rasulü! En fazla kime iyilikte bulunayım, diye sordu. Peygamber s.a.v.: - Annene , buyurdu. Adam: - Daha sonra kime, diye sordu. Yine “annene” cevabını aldı. Adam üçüncü kez sorduğunda cevap yine aynı oldu. Adam tekrar: - Daha sonra kime, diye sordu. Bu kez: - Babana, cevabını aldı. Hz. Musa a.s., “Ya Rabbi! Benim cennet komşum kim?” diye merak eder. Kendisine “Filan yerdeki genç bir kasap” denir. O da bu cennet komşusunu görmeye gider. Kasabı görünce: - Allah için misafir kabul eder misin delikanlı, diye sorar. Kasap onu tanımaz ama kabul eder, evine götürüp ağırlar. Evde kasabın yaşlı, yatağından kalkamayan bir annesi vardır. Kasap getirdiği eti pişirir, annesini doyurur. Sonra üstünü değiştirir, rahat etmesi için elinden geleni yapar. Kadın oğluna bakar ve bir şeyler fısıldar. Musa a.s. merak eder, “Annen ne dedi?” diye sorar. Genç der ki: - Allah seni cennette Musa'ya komşu yapsın dedi. Musa a.s. kendisini tanıtır; - Cennet komşum sensin, der. Bir annenin duasının bereketine bakın ki, cennette peygamberlerle komşuluğa vesile oluyor. Bunun aksine, yanında ana-babası yaşlanıp da onlara hizmetten, hürmetten geri kalanlara ise Peygamber s.a.v. Efendimiz, “burunları yere sürünsün” diyor. Ne amel yaparsan yap, ana-babana asi olma, onların hoşnutluğunu kazan. Ana-babaya isyan eden, onlara Allah'ın hükümlerine uygun şekilde itaat etmeyen cennete giremez. Anne ve babanın duasını al, bu senin için iyi olur.Allahım bizlerin ana babamızın tüm sevdiklerimizin geçmişimizin ve tüm müslüman ların günahlarını bağışla şüphesiz ki sen af edicisin ve af etmeyi seversin amin ecmain selam ve dua ile Hacegan...
SanalKahve © Copyright 2007 - 2014 Tüm Hakları Saklıdır.
|