14 sonuç bulundu

Geri dön

İÇİMİZDEKİ DÜŞMAN.

Sayın Sanalkahve dostlarım öncelikle şunu belirtmek isterim bu yazım bir kişi veya kişileri hedef alınarak yazılmış bir yazı değil yaşadığım şahit olduğum olaylardan sonra böyle bir yazı yazmak içimden geldi tabiki sizlerin hoşgörüsüne sığınarak.Başkasına hükmeden kuvvetlidir ancak kendisine hükmeden kudretli dir bizlerinde kudretli olması gerekmez mi? Bencil ve kıskanç insanlar, başarılı insanları çekemezler. Bu tip insanlar birilerini çiğneyerek ve ezip geçerek yer kapmaya çalışırlar. Bu doğuştan hastalıklı ve çevresinden ahlaksızlık kültürüyle beslenen bünyeler kendi suçlarını- açıklarını kapatabilmek için başkalarına karşı ezme ve yok etme hileleri geliştirirler.

Sağı solu tarar, öküzün atında buzağı arar.
Çünkü erdemsiz insanlar için çok kolaydır (kuru-ıslak), iftira atmak. Bu insanlar, hiç alakasız sebeplerle, umulmadık şeylerden sinsice şüphelenen, önyargılı, bencil ve birazda fesat düşünen, her eylemin üstüne art niyetle giden kişilerdir. Hiç olmayacak yerde olmayacak sebeplerde suç ve suçlu ararlar. Bu bir nevi sihirbazlık, ortada yok olanı var gösterme, var olanı yok etmeye çalışmaktır. Yani büyük haksızlık ve ahlaksızlıktır.

Egosunu kontrol edemeyen alçak insanların yapmayacağı kötülük yoktur. Toplumda alnının teriyle, elinin emeğiyle bir yerlere gelmiş başarılı insanları yıkacak, karalayacak, iftiralarla hayatlarını karartacak ve yaşamaktan bıktıracak kadar da acımasızdırlar.

Kötülüklerinin başında iftira gelir. Siz temizlenmeye çalıştıkça, o kafasındaki kötü kurgularıyla sizi daha çok tüketmeye çalışır ve sizi izlerken de pis pis güler. Çünkü yalanla yoğurduğunu pişirmiş ve kendisi gibi riyakarlara yutturmuştur artık. Sizin suçsuzluğunuzu kanıtlama çırpınışlarınız ve dünyanızın kararması ona zevk verir. Amacına ulaştığı anda da, aşırı mutlu olur, çünkü egosunu tatmin etmiştir, karşısındakine azap çektirmede başarılı olmuştur artık.

Çamur atmak, leke bırakmak ve uğraştırmak ve daha kötüsü ele güne rezil rüsva etmek çabasıyla yoğrulmuş, insan kötüsüdür bunlar. Seviyesizdirler, sadisttirler.Biliyor görünen zır cahildirler. Toplumun pislikleridirler. Toplum için şer kaynağıdırlar. Tipik halk düşmanıdırlar.

Pirim vermemeli. Bilinçli olmalı.
Yaptıkları yüzlerine tükürülmelidir ki; toplum zehirlenmesin, daha çok zarar görmesin.Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Pzr Mar 25, 2012 5:13 pm
 
Foruma git
Konuya git

CAN DOSTUM

Biliyorum hüzün bahçende solan güllerini.
Açmadanda açmasanda gizlenmiş derdini.
Kaçırsanda gözlerini.Hissediyorum yüreğinin titreyen sesini.
Sessizliğin gölgesinde akıtılan gözyaşlarını.
Bazen hüzünle sarılmış kafesin içinde çırpınan kuş gibi unutursun mutluluğun adını.
Saksında bir çiçeğin gülüşünü dalda bir kuşun ötüşünü duyduğunda gönül dağından esen bir rüzgarı hissedeceksin kanatlarında.
Ve masmavi gökyüzünün parlayan yıldızlarını ve güneşin doğuşunu gördüğünde.
Umudun bittiği takatın tükendiğinde.
Bir nefes gibi aralanacak yeni mutluluk kapısı
Sileceksin karamsarlığı sitemi benliğinden atacaksın bedeninden.
Allahın rahmetini selametini alemin sonsuzluğundan.Tesellisi dost özünden.
Unutma can DOSTUM. Selam ve dua ile Hacegan
Hacegan__
Cum Nis 13, 2012 4:06 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Hukuk Nedir?

Almira adminem;

Hukuk kitaplarda böyle tarif edilir...

Ama Ülkemizde hukuk......

GUGUK TUR

Maalesef..

26 cı Genel kurmayım Terör örgütü başı ise;ona o görevi verende töröristtir,o zaman o teröristti seçen bizlerde terör örgütü üyesiyiz....Mantıkken :)
Usta__
Pzr Şub 19, 2012 4:16 pm
 
Foruma git
Konuya git

Hukuk Nedir?

Hukuk, her şeyden önce bir düzen demektir. Fakat hukukun öngördüğü düzen, fiilen gerçekleşen bir düzen değildir. Hukuk, toplum içinde insanların gerçekten nasıl davrandıklarını değil, nasıl davranmaları gerektiğini gösterir. Hukuk, kendisine uyulmak ve uygulanmak için vardır. Adalet değeri dolayısıyla, insanlar arası ilişkileri bir düzene koymak, toplumsal yaşamın gerçekleşmesini sağlamak ister. İnsanlara, “Bana uy; Beni gerçekleştir” buyruğu ile seslenir. Hukuk düzeni, doğduğu andan itibaren bireyin karşısına kabul edilmesi ve uyulması gereken, kesinlikle doğru kurallar olarak çıkar.
İnsan, özgür bir varlıktır ve iradesini hukukun buyrukları doğrultusunda kullanabileceği gibi, onlara aykırı bir yönde de kullanabilir. Bu nedenle toplum içinde insanların tutum ve davranışlarının hukuk kurallarına uymaması, her zaman mümkündür.
“İşte hukuk, insan davranışlarını değerlendiren, çıkar çatışmalarına çözüm getiren kurallardan, normlardan meydana gelen bir sistem, bir bütündür.”
İdesi ve ideali adalet olan hukuk, genel olarak şu şekilde tanımlanabilir:
"Hukuk, adalete yönelmiş toplumsal bir yaşama düzenidir."
Bu tanımdan, hukukun üç ayrı fonksiyonu yerine getirdiğini görmekteyiz. Bu fonksiyonlar düzen, pratik yarar ve adalettir.
Almira
Pzr Şub 19, 2012 12:10 am
 
Foruma git
Konuya git

Gönül Huzuru

Gönül sarayını mâmûr etmektir; Sür çıkar ağyârı (diğer şeyler) dilden tâ tecellî ede
Hak Padişah girmez saraya hâne mâmûr olmadan
Gönül huzuru, yerlere göklere sığmayan Yüce Rabbin mümin kulunun gönlüne sığmasıdır (Keşfu’l Hafâ, II, 2256)
Gönül huzuru, kulun Allah’ın hikmet, kudret ve sanatını görüp, binbir tecellîsini düşünerek niyetlerini, hâllerini düzeltmesidir(İsrâ, 44) Her şeyin Allah’ı tesbih ettiği bu âlemde varlıkların kendi dillerindeki tesbihini hissetmesi ve duymasıdır
Gönül huzuru, kalb-i selime ermek ve huzur hâline varmaktır
Gönül huzuru, nisyân ve gafletin tesikurtulmak, zikirle Hakk’a ermektirHer ne yana bakarsa Allah’ın kudret eserlerini görmektirGönül, arş-ı Rahman’dır Gönül huzuru o arşı zararlı şeylerden korumaktır (Dârimi,Büyü, İbn-i Hanbel, IV, 238)
Gönül huzuru, tene ve bedene aid arz ve istekleri, hatta dünya peşinde koşturan aklı, Mustafa (sas)’nın yolunda kurban etmektir
Gönül huzuru, Allah’ı görüyormuşçasına kulluk bilincine ermek, her ne kadar biz O’nu görmüyorsak da O’nun bizi gördüğü inancıyla yaşayarak kalp huzuruna, sukunete ermektir (Buhari, İman, 37; Müslim, İman, 57)
Gönül huzuru olanca cazibesiyle insanı kendine çağıran dünyaya karşı; “Ben Allah’tan korkarım ve O’na sığınırım” diyebilmektirGönül huzuru; Rabbimizin ribat emriyle (Al-i İmran, 200) cihan mülkünü her türlü maddî düşmandan korur gibi can ve gönül mülkünü, nefs ve şeytanın sinsi düşmanlıklarından korumaktır
Gönül huzuru; “Her nereye yönelirsen Allah oradadır” (Bakara, 115) “Her nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir”(Hadid, 4) ayetleri mucibince, zaman ve mekândan uzak bir surette her an ve her mekânda Allah ile olmak, O’nun zikriyle dolmak ve kalb ile zikirden kalp huzuru, sükûnet bulmaktır
Gönül huzuru; ne servette, ne şöhrette ne de şehvettedir
Gönül huzuru, gönül zenginliğindedir Karun kadar zengin olup veremeyen ve verdiğinde bedeninden bir parçanın koparıldığını hisseden insanın gönlü, ıstırap ve sıkıntı içindedir Herkesçe tanınmak ve şöhrete ermek, tek başına gönüle sadece yüktür Bu yükü kaldıramayan şöhret sahiplerinin gözünde hayat anlamsızlaşmaktadır Şehvetin esiri, sadece nefsanî duyguları için yaşayan insan ise doyumsuzdur Çünkü maddî nimetlerden doyuma erenlerde yeni açlıklar başlar Onlar doyurulup tadılacak bir şey kalmayınca da hayat anlamını yitirir Bu yüzden gönül huzuru; nefsi sınırsız hazlarla doyurmak değil, yaptıklarından haz alabilmektir Özellikle başkalarıyla paylaştığı zamandan, mekândan ve imkandan tat alabilmektir Sevmek ile vermek arasındaki ilgiyi görerek sürekli vermektir
Gönül huzuru, dünyanın elem, sıkıntı,nimet, kaza ve belalarına karşı sabır, şükür ve rıza binitlerine binip yol almaktır Nitekim İbrahim Ethem, yaya olarak hacca giderken binitli bir bedeviye rastlar Bedevi kendisine: “Nereye gidiyorsun?” diye sorar, İbrahim Ethem: “Kabe’ye” deyince: “Böyle binitsiz yaya hâlinle mi?” der bedevi İbrahim Ethem der ki: “Ben yaya değilim Benim, senin görmediğin bir takım binitlerim var Meselâ, bir sıkıntıya düşünce sabır binitim var, ona binerim Bir nimete erince şükür binitim var, ona binerim Bir kaza ve belâya uğrayınca rıza binitim var, ona binerim Başladığım işi tamamlarken tevekkül binitim var ona binerim” Bedevi bu arifane cevaplar karşısında şaşkına döner ve der ki: “Efendi meğer yaya olan sen değil, benmişim”
Gönül huzuru; Allah’a güvenmektir Bu güven O’nun bize kâfi olduğuna ve güzel bir vekil olduğuna inanarak güvendir Yoksa günde kırk defa namazlarda “Ancak Sana kulluk eder, ancak Sen’den yardım dilerim” deyip (Fatiha, 4) hâlâ ondan bundan medet ummak, yardım ve destek beklemek değildir Gönlündeki dünyevî mabudlara yönelmek hiç değildir
Gönül huzuru; takdire boyun eğmektir Bununla birlikte tedbiri elden bırakmamaktır Evet tedbir, takdiri bozmaz ama hiç olmazsa insanın gönlünde “Şöyle yapsaydım böyle olmaz mıydı acaba?” vesveselerini ortadan kaldırır
Gönül huzuru; nefsin ve şeytanın istikbal endişelerine, Hakk’a teslimiyetle pabuç bırakmamaktır Allah’ın keremine güvenip tevekkül ile çalışmaktır Kainatta zerreden küreye varıncaya kadar herkesin ve her şeyin ihtiyacını ve rızkını veren Allah’ın kendisini de aç bırakmayacağına güvenmektir
Gönül huzuru; bir yandan dünya işleri ile meşgul iken, diğer yandan Allah’ın Kur’an’da övdüğü, “Hiçbir alış-verişin; dünyevî meşguliyetin Allah’ın zikrinden alıkoymadığı erler vardır”(Nur, 37)ayetiyle anlattığı, el-kârda gönül yârda duygusuna ermiş kimselerden olmaktır
Gönül huzuru; gönüle Hakk’ı hâkim kılmaktır Gönül tahtına sultan olarak Hakk’ı koymaktır O’nun dışındaki sevgileri asla Allah sevgisinin üstüne çıkarmamaktır Nitekim denilmiştir ki: Bir gönülde iki sevda olmaz Kimi Mecnun kimi Leyla olmaz
Gönül huzuru, başkalarının kusurlarıyla meşgul olmak yerine kendi ayıplarıyla uğraşmak ve onları tashih ve tamire çalışmaktır Çünkü insanın gücü ancak kendisine yeter
Gönül huzuru; insanları ve eşyayı olması gerektiği gibi değil, olduğu gibi kabul etmektir Değişmek gerektiğinde önce kendinden başlamaktır
Gönül huzuru; dertlinin derdine koşmak, insanların acısını, sancısını paylaşmak, sevinç ve neşesine katılmak, mutluluğuna ortak olmaktır
Gönül huzuru; insanın kendini düşünmesi, kendisi için yaşaması, lüks şeyler tüketmesi değil; en az kendisi kadar başkalarını düşünmesi, başkaları için yaşaması, aile fertleri, yakınları, dostlarıyla lokmasını paylaşmasını bilmesidir
Gönül huzuru; “Altta kalanın canı çıksın, vur patlasın, çal oynasın!” anlayışının egemen olduğu günümüzde “Ben hayatımı yaşarım, başkası beni bağlamaz” duygusuyla değil, “Dünyanın gidişatından ben sorumluyum” “Doğu’da ve Batı’da ayağına diken batan kardeşimin acısı beni incitir” diyebilmektir
Gönül huzuru; sinenin sâf olmasıdır Yıkık gönüller yapmaktır, gönül inşa etmektir Nitekim Yûnus der ki:
Gönül yapmak Halilim Kabe bünyad etmekten yeğdir
Dil-i mahzunu şâd etmek Kul azad etmekten yeğdir
Derviş kazan, ye yedir Bir gönül ele getir


Yüz Kabe’den yeğdir Bir gönül ziyareti


Gönül huzuru, gönül yıkmak değildir Çünkü yıkık ve yufka gönüllere dokunmak vebâldir Fukara gönlüne her kim dokuna Dokuna sinesi Allah okuna Gönül huzuruna ermenin iki yolu vardır Bir; kalbi zarîf ince ve hassas ilahî sevgi çiçeklerine yol vermeyen ayrık otu niteliğindeki hoyrat dünya sevgisinden arındırmaktır Kur’an buna “Tezkiye” diyor Peygamberlerin görevlerinden biridir tezkiye
Gönül huzuruna ermenin diğer bir yolu, ayrık otundan temizlenen gönlü, düzgün bir ibadet, taat ve hasbi hizmet duygularıyla bezemek; böylece gönle Allah’ı tazim ve yaratılanlara şefkat ve merhamet duygularını egemen kılmaktır
Gönül huzuru; herkesin aradığı ama her arayanın her zaman bulamadığı bir değerdir Çünkü çokları bir inci mesabesinde olan gönül huzurunu hiç olmayacak yerlerde aramaktadır
Aslında gönül huzuru, neyin nerede aranacağını bilmek, aradığını bilince de bulduğunun farkına varmaktır.

Selam ve Dua ile
Asri_Saadett
Çar Nis 25, 2012 6:58 am
 
Foruma git
Konuya git

YA ALLAH....

"Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz." (Bakara Suresi, 156)

Allah’ın kesin varlığına ilişkin, göklerde, yerde ve ikisi arasındaki sayısız delil, görebilenler için apaçık gözler önündedir. İnsan, Allah’ın Zatını göremez kuşkusuz. Ancak vicdanını kullanarak çevresindeki yaratılış örnekleri vesilesiyle Allah’ın gücünü ve yüceliğini kavrayabilir.

İman eden insan, Allah’ın varlığının ve gücünün bilincinde olduğundan, ne amaçla yaratıldığını ve Rabb’inin kendisinden neler istediğini bilir. Bu nedenle de dünya hayatındaki hedefi, Allah’ın razı olduğu bir insan olmaktır; her durum ve koşulda çabası bu yöndedir. Bunun için ciddi bir şekilde gayret eder. Böylece inkar içindeki kişi için kesin bir yıkım olan ölümün sırrı da önünde açılır. Ölüm asla yok oluş değil, gerçek hayata geçiş aşamasıdır.

Hayatın da ölümü de Yaratıcısı, Alemlerin Rabbi olan Allah’tır. Ölüm, tesadüflerle ya da kazaen meydana gelen bir olay değildir. Kaderde zamanı, yeri ve şekli belirlenmiş olan ölüm, Allah’ın özel olarak yarattığı bir olaydır.

Ölüm gerçeğinin bilincindeki insan, hayatının temelini ‘göçecek bir yarın kenarına’ inşa etmez. Mal-mülk, makam, kariyer, saygınlık ve fiziki güzelliğin geçici olduğunu ve dünya hayatında sahip olunan hiçbir metaın kendisini kurtuluşa götürmeyeceğini bilir. Bunlar yalnızca, imtihan amacıyla yaratılmış olan dünya hayatındaki kısa süreli ‘sebep’lerdir.

Dünya hayatında kurulmuş sistemin anahtarı ise Allah’ın hoşnutluğudur. Kurtuluş bulanlar, “Allah, rızasına uyanları bununla Kuran’la kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 16) ayeti gereği Rabb’lerinin rızasını gözetenlerdir.

İnsan dünyaya Rabb’ini aşkla sevmek, O’na kopmaz, sarsılmaz bir bağla bağlanmak için gelir. Allah’ın rızasını yaşamaya, Allah’a kul olmaya, kendini O’na adamaya gelir.

Allah aşkını ve Allah korkusunu içi titreyerek hisseden samimi mümin, gönülden Allah’a teslim olduğunda şeytanın kontrolünden tamamen çıkar; artık onu Rabbi yönetir. Tam teslim olmak, sürekli derinliği, mutluluğu, dünyanın ve ahiretin tüm güzelliklerini yaşamaktır.

İnsan, nefsinin bencil tutkularının ardına takıldığı oranda şeytana yakın, Allah’tan ise o denli uzaktır. Allah kuluna şahdamarından yakınken, insanın O’ndan uzak yaşaması ne büyük yanılgıdır. O insan kendisine zulmeder, kendi elleriyle kendisini cezalandırır, mahveder.

Ya ölüm? Ahirete geçiş kapısı ölüm? Onun için ölüm, kesin bir yıkım ve felaketin başlangıcıdır. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayarak Allah’ı unutanın, ölüm geldiğinde hissedeceği pişmanlık bir şey ifade etmeyecektir. “… Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin. Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir…” (Müminun Suresi, 99-100)

Dirimi ve ölümü Rabb’ine ait iken, kendisini O’na adamayan her insan -Allah’ın dilemesiyle- bu telafisi imkansız pişmanlığı yaşayacaktır.

Şimdi kendimizi Allah’a ve O’nun hoşnutluğuna vakfetme zamanı. Annesinin, "Rabbim, karnımda olanı, ’her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen…" (Ali İmran Suresi, 35) diyerek Allah’a adadığı Hz. Meryem gibi Allah’a adanmalı. Hayat gerçekten çok kısa ve bu hayattan sonra sonsuz bir gerçek hayat var. Buna kesin bilgiyle inanmak çok önemli. Çünkü inanmayan insan da hayatın kısa olduğunu bilir. Ancak hayatın kısalığı insanı dünyaya değil Allah’a ve sonsuz ahirete yöneltmeli.

Kendisini Allah’a vakfeden müminleri diğerlerinden ayıran en önemli özellik, bu gerçeğin şuurunda olmalarıdır. Onlar, "katıksızca (ahireti asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri"dirler. (Sad Suresi, 46)
Selam ve dua ile Hacegan
Hacegan__
Sal Nis 24, 2012 9:26 am
 
Foruma git
Konuya git

BEN TÜRK'ÜM TÜRK BENİM....

Ben, Türk’üm. Benimle uğraşmamak, akıl gereği!
Ben milletim! Ben devletim! Ben devletli ve Peygamber(s.a.v.)’den duâlı bir milletim!
Dünya müslümanları benim, ben Müslümanım!
Hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyen, mazlûma merhâmetli, zâlime acımasız ve dininden dönenleri islâh etmek üzere yaratıldığı; Allah’ın onlardan, onların da Allah’tan razı olduğu Kur’an-ı Kerim’de -(Maide/54)- işâret edilen millet, benim!…
“Türklerle iyi geçininiz. Çünkü onlar için çok uzun süreli hâkimiyet söz konusudur.” hâdisi ile işâret edilen millet, Ben’im…
Ben, dünyanın dengesiyim!
Ben, tarih yapanım! Ben, kendilerine medenî diye iftirâ eden Avrupalı barbarlara, tarihi yazma görevi verenim!
Ben, halkçılık oynayan, işveli dolma kalemlerin yazdıklarını, okumaya tenezzül etmeyenim!
Ben, ”Bu memleket; dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az yedi bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgârıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı. Onların oğlu oldu. Birgün o doğa çocuğu; doğa oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu… Türk budur! Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir!” diye, Muhteşem Türk Atatürk tarafından kitâbesi tarihe tekrâr yazılan milletim!
Ben, ”Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdıyım.”
Ben, “Biz biliriz bizim işlerimizi/ İşimiz kimseden sorulmamıştır.” deyip övünmeden tarihe nezâret etmiş tek milletim!
Ben, bir Genel Kurmay Başkanım’ın ağzından; “Halkımız metin ve milletine bağlı.” şeklinde târif edilerek, halkları milletleştirebilmekte mâhir tek milletim!
Benimle yaşayan huzûrlu olur. Huzûrlu kalır. Bana ihanet edenlerin yaşadıkları, ilerde yaşayacaklarının da habercisi olan, kindâr değil gerçek dindâr tek mütevekkîl milletim!
Ben, öldükçe çoğalan, çoğaldıkça Allah yolunda ölümü; “Onlara ölüler demeyiniz. Onlar diridirler.” Âyeti ile kabullenerek ölüm yarışına girenim!
“Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle.” diye ölümü güzelleştirebilen milletim!
On üç bin yıldır dünyanın her yerine, tarihe emânet edip zamana kafa tutan kalıcı tamgalar vurarak medenîliğin, medeniyet yayıcılığının tek gönüllüsüyüm!
Demire su verip çelikleştiren, çelikleştirdiğim demirden yaptığım kılıçla çağ kapatıp çağ açanım! Aman dileyene kılıç vurmayan, mazlûma zûlmedene hesap soran tek milletim!
Ben Türk’üm. Türk ben’im!…
Türkçe durur, Türkçe vurur, Türkçe korurum!…
Dünyanın hiçbir yerinde ve tarihin hiçbir devresinde benden başka hiç bir millet; benim bağışlayıcılığımdan başka hiç bir sistem, 30.000 kişinin katiline tutsağı olduğu için bakmaz! İnsana bu kadar insan değeri verenim ben!
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” öğretisini yaşayarak, yaşatarak dünyaya öğreten milletim! Evrensel insan haklarının ilhâm kaynağıyım ben!
Benimle uğraşmamak akıl gereği!…
Durgunluğum, suskunluğum aczimden değil! On bin yılı aşkın yaşımla teâmüllerim gereği; her şeyi, her ihtimâli göz önünde bulundurarak kurgulanmış her plâna karşı plân hazırlayarak davrandığım için, durgun zannedilirim!
Beni tanımayanların binlerce yıllık basîretsizliklerine gülerek, aşacağım-taşacağım günü beklemekteyim!
“Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi” tarifini hak eden millet, Ben’im!
“Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım.” vakârımla duranım!
Ben Türk’üm. Türk, ben’im!…
“TÜRK’ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR.”
Selam, sevgi, dua
Bahtiyar_34
Pzr Nis 29, 2012 10:05 pm
 
Foruma git
Konuya git

YA OLDUGUN GİBİ GÖRÜN YADA KAYBOL......

BismillahirRahmanirRahim...

Evveli neyse ahiri de odur kişinin, değiştiremezsiniz... Hangi soydan, kandan geldiği mühim elbet... Lakin, "Adam gibi" değil "adam" olmak esas mesele...
"Aynası iştir kişinin!" lakin görünenle yapılan birbirini tuttuğu sürece... Dalkavukluk etmek maharet ise, desenize yer yok gerçekleri söyleyene! Karabatak gibi bir görünüp bir batanlar... Hiç görünmeyin batın gitsin; tabi becerebilirseniz... Siyasi istişarelerdeki "nemelazım" düşünceli insanlar gibi "İşim yürüsün!" mantığı ile hareket eden ve boş lafla işlerini yürütmeyi başaran (!) insanlar... Hiç düşünmezler mi ki bu dünyanın bir sonu var... Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi: “Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var; Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!..” diyebilmek nasip olabilecek mi dersiniz? [Elbette Allah (c.c) kalplerdekini bilendir.] Gerçi düşünselerdi zaten bırakın bu hal ve hareketlerde bulunmayı, cesaret dahi edemezlerdi "haksız" davalarını savunmayı. Bir yandan: "Ben Müslümanım!" diye çığırtkanlık yaparak halkı kışkırtmaya çalışmak; öte yandan da samanaltından selleri aşırarak çağlayanlar oluşturmak... Hangi zihniyet bu riyayı kabullenir ki? Aslında çok uzağa bakmamalı. İktidar mücadelesi için uğraşılan ve alet edilen daha niceleri... Sözüm ona, hem sağdan hem de soldan gidilmez bir yere: Yol tektir... Çifte standartlara bakılmaz bu yolda, her ne kadar çitme savurup düşürmeye, yoldan çıkarmaya çalışanlar olsa da... Sen ya sen olmalısın ya da sadece olduğun gibi kalmalısın! Bazılarını göklere çıkarıp bir yerlere getirmek için kem küm edip kendinden, karakterinden taviz verirsen; sen diye bir şey kalmaz ortada: Sen ve o olursun, ötekileşirsin; farkına varmadan istenmeyen olursun ya da şimdiye kadar olduğu gibi -pohpohlayanları sevenler olduğu sürece- en çok aranan yüz olursun...
Gün gelir devran döner,
Keser döner sap döner...
Ne olursan ol; "Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol"(Mevlana). Onu da başaramıyorsan hiç görünme kaybol!
Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun inşaAllah...Selam ve dua ile...Hacegan
Hacegan__
Pzr May 06, 2012 7:13 pm
 
Foruma git
Konuya git

GÜL MÜ ? DİKEN Mİ?

BismillahirRahmanırRahim...

Ne gül sevenler gördük ki diken parmağına battığında: “Canım yandı!” diyerek sevmekten vazgeçtiler... Ya hiç sordular mı: Diken olmadan o gül nasıl gül olabilirdi? Başkasına namahrem elini değdirmemek için miydi? Yahut aslolana ulaşmak için giden yolda bir zerre miydi?
Güller... Ak güller, kara güller... Alakasız ve hoyratça koparılan, her koparılışında ömürden çalan güller... Ne gülmeyi bildirir ne de solmayı başarabilir... Dikeniyle kalsalar ne olurdu ki sanki? Kökünden koparmak da neyin nesi? İncinmek, incitmek... İnsanlar da böyle olsa gerek... Neden o güzeller güzeli gülün vehminde gölgelenmekten sırf bir diken uğruna kaçınıyoruz ki? Böyledir işte insanoğlu... Senden sen olduğun için değil de kusurların olduğu için vazgeçerler, bir kalemde silmek kolay gelir, canını acıttı mı düşünür ki bunun dahası gelecektir; gaybı bilenin yalnız Allah (c.c) olduğunu unutarak... Hatırlatmak için bir çaba sarf etmek de ne kadar doğrudur, tartışılır... Ta ki Allah kendini her bir zerrede göstermiştir bu muhteşem kainattaki sayısız nimeti yaratarak -gel gör ki biline-... Güller diyorduk... Değmesin madedimin göğsüne namahrem eli! diyerek ne demek istemişti M. Akif? Bakmak mı görmek mi dersiniz bunu ona söyleten? Diken size batıyorsa bir dönüp bakmalı aynaya acaba neden hissettim battığını diye... Sahabe-i Kiram'dan Hz. Ali'nin bacağındaki okun ancak namaz kılarken çıkarılabilmesi gibi... Öyle bir bağla bağlanmıştı ki güle, sadece onun makamında iken hissetmiyordu okun (dikenin) saplanışını ve çıkarılışını... Hz. Mevlana'nın dediği gibi: "Düşüncen gül ise, sen gül bahçesisin; diken ise dikenliksin!" Peki biz neredeyiz dersiniz?
Böyle bir diken ve gül... Kim istemezdi ki? Zaten bizi biz yapan da gülü dikeniyle severken onu o haliyle kabullenip teslim olmaktır... Üç/Dört yanlış bir doğruyu götürmemeli; o yanlışlar bizi doğruya, Hakk'a götürmeli... Bırakın herkesi olduğu gibi kabullenelim; gülü dikensiz, onları da kendimizi de hatasız görerek görmek isteyerek en büyük gaflete düşmekten Allah'a sığınalım: Allah bize hatalarımızı, günahlarımızı birer diken olarak verdiyse eğer, bu dikenleri aşarak güle ulaşmayı dileyelim...
“Ey insanoğlu, sen de benim gibi ol! Dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim? Neden kendimi kedere salayım? Ben ki gülmeyi, o kötü huylu dikenin beraberliğine katlandığım için elde ettim. Onun vesîlesi ile âleme güzellikler ve hoş kokular takdîm etme imkânına kavuştum. Dikenle hoş geçinmek, bana daha neler neler kazandırdı!..” diyor Hz. Mevlana...
Bırakın her şeyi bir kenara, gülistan olsun yollar... Güle ulaşmayı dileyelim; Hz. İbrahim gibi… Ateşe atılacağını öğrendiği halde samimi bir teslimiyetle, hiç kimseden değil de yalnızca Allah’tan medet umarak... Ve nihayetinde gülistana ulaşarak inşaAllah...
“Seyrimde bir şehre vardım, gördüm sarayı güldür gül,
“Sultânımın tâcı tahtı, bağı duvarı güldür gül.
“Gül alırlar gül satarlar, gülden terâzi tutarlar,
“Gülü gül ile tartarlar, çarşı pazarı güldür gül..” Şair Nesimi

Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun inşaAllah... Selam ve dua ile...Hacegan
Hacegan__
Pzr May 06, 2012 7:06 pm
 
Foruma git
Konuya git

mevlam herkese böyle ölüm nasip eder inşallah.

Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra...

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla
karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek
özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size
... nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam
vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına
gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı
bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım.
Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün
diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi
gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için
İzmir'e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi
şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz
bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.
Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap
bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken,
hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen
cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza
yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine
güçlükle konuşarak:

-''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum.

-"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü,
ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında
oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine
tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını
salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve
saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler
"hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün
ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta
kala:

-"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"

-"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O
anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için
Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir
iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi
telefon ederek:

-"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar
inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının
sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça
ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son
nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve
eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde
morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma
gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine
sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:

-"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da
sordu:

-"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"

-"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı
bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak
vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece
kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni
görünce yanıma gelerek:

-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!"
dedi ve devam etti:

-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması
imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz
kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet
getirerek vefat etmeden biraz önce de:

-Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!..
Er_kin_
Pts Haz 04, 2012 12:31 am
 
Foruma git
Konuya git

DÜŞÜNEMEYENLER.....

Hayatımızın her evresinde çok çeşitli insanlar tanırız. Kimileri yürüme engelli, kimileri görme ya da işitme engellidir. Bazıları vardır ki onlar düşünme engellidirler.

Çevremizde kimi insanlar vardır ki, çevrelerinde gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını kendi bakışlarıyla değerlendirmekten acizdirler. Bunlar komşularımızın, arkadaşlarımızın, ya da siyasetçilerimizin içinde bolca vardır. Bahse konu insanlar kime inanıyorlarsa onların düşüncelerini kutsal bir kitabın sözü gibi kayıtsız, koşulsuz kabullenirler. Doğru söylediklerine inandıkları insanların, sözlerini benimserler, isteklerini buyruk sayarlar. Düşüncelerinin içinde kendilerine ait tek bir satır yoktur. Hatta kendileri ile aynı şeyi düşünmeyenleri yok etme çabası içindedirler. Ülkemizin toplumsal tarihinde örnekleri çokça görüldüğü gibi öldürürler, yakarlar, yok ederler, ya da sindirirler.

Bu insanların düğmelerine basın ve görün, nasıl da otomatik silah gibi tararlar farklı düşüncelerdeki insanları. Çünkü demokratik değillerdir. Farklı düşünceler onları gerer, tahammülsüz kılar, dahası agresifleştirir, saldırganlaştırır. Düşüncelerini koşulsuz kabullendikleri insanlardan gelen işaret doğrultusunda çevresindekilere gözdağı verirler. Kendilerine ters gelen her doğru ve düzgün şeyi kırmak, parçalamak arzusu duyarlar. Kendileri gibi düşünmeyenlere yaşam hakkı tanımamak için her türlü yöntemi kullanırlar. Kısacası her düşünceyi hoşgörü sınırında kabullenemezler. İşte bu tür insanlar düşünme engellilerdir. Düşünme engelliler kendileri düşünemezler. Başkaları onlar adına düşünür. Onlar da talimatlara uyarlar menfaatlerine uygundur zira. Bugün sana, yarın başkasına. Yanar, döner durumları yani…

İnsandaki en büyük eksiklik düşünme ve eğitim eksikliğidir. İnsan eğitimle şekillenir, kendisine ait düşünceleri oluşur, o düşüncelerle görür ve duyar. Her şeyden yararlanan, her şeyi düzene sokan, başa geçip yöneten düşüncedir. Geride kalan her şey kör, sağır ve cansızdır.

Demek ki kendi düşüncelerini hayata geçiren insanı insan yapan güç “onun düşünebilme yeteneğidir. Düşüncelerini üretime dönüştürebilme gücüdür. Televole kültürü ile yoğrulan toplumsal yapımızda düşünmenin üretim ve değişim gücümüzün tükendiğini görüyoruz.

Yaşamın içinde düşünme engelli, ödünç düşüncelerle yaşamaya çalışan zavallılar olduğu sürece onları kullanacak kişilerde çoğunlukta olacaktır. Bu kişilerin toplumdaki yerleri gölgeleri kadardır. Gerçek bedenleri hep bir yerlerde kullanılıyor olacaktır.Güzeli güzel yapan edeptir edep ise güzeli sevmeye sebeptir selam ve dua ile Hacegan..
Hacegan__
Pts Haz 04, 2012 9:44 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: mevlam herkese böyle ölüm nasip eder inşallah.

tutku35 ben bu paylaşımı Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den aldım imza benim değil sadece paylaşım ..sizde paylaşmak isterseniz bunu belirtmenizi isterim teşekkür ederim..
Er_kin_
Pts Haz 04, 2012 5:43 pm
 
Foruma git
Konuya git
cron