Ne çok yol var hayatımızda. Henüz bir tuz tanesi kadarken, uzun bir yol aşıp, “insan olmak” için annemizin en korunaklı yerine tutunuruz. Belli bir süre sonra da zorlu bir yolculuk ve dünya denilen mekâna gözlerimizi açarız.
Ardından farklı farklı yollar girer hayatımıza… Özlediklerimize götüren, onları bize getiren. Kimi uzun, kimi kısa, kimi daralan, kimi patika, kimi aşması zor sarp yokuşlarla dolu.
Ancak bir yol var ki, mutlaka onda yolcu olmalı. Arada yönümüzü şaşırabileceğimiz tali yolları da olsa, o dosdoğru bir yol. İnsanların rızasından sıyrılıp, yalnızca Allah’ın rızasını kazanmaya yönelten yol. İşte bu, Rabb’e hicret edilen, insanı O’na ulaştıracak olan yol…
Hicret, insanın yanlış davranışlarını, düşüncelerini, alışkanlıklarını, kısacası geçmişine dair her şeyini bırakarak yalnız Allah’a yönelmesi ve yalnız O’nun istediği gibi yaşaması. İnanan insan hicret ederek O’na gönülden teslim olur, en yakın dost O’nu bilir ve Rabb’inin himayesine sığınır.
Hicret kalben, ruhen bir kopuştur. Karanlıklardan aydınlığa çıkaran, kurtuluşa ulaştıran fiili duadır. Hayatı zorlaştıran gereksiz korkulardan, endişelerden, üzerimizdeki zincirlerden kurtuluştur. Bindiğimiz gemide, kendimize eziyet ederek sırtımızda taşıdığımız yükleri güverteye bırakmaktır. Sonlu olan ne varsa terk ederek, sonsuz olan Sevgiliye yol almaktır.
Gerçekte inanan insan her an hicret yolundadır. İç dünyasında hep daha iyiye, daha güzele, daha doğruya ve hep o hedefe varabilmek için sürekli yolculuk halindedir. Hicret, ‘ben’in; ene’nin ıslahıdır. Nefisten vicdana kaçıştır.
Yaşayan insan için umut her zaman vardır. Hicret yolu, korku ile umudu birbirine bağlayan yoldur. O yolda sevgiliye kavuşma umuduyla hep A’raf’da gibi yaşanır.
Ruhen ve kalben hicretin ardından bazen bedenen de yola çıkılır. Bu hicretle insan, her türlü riski ve zorluğu göze alarak kimi zaman evini, kimi zaman tüm kurulu düzenini, kimi zaman yakın çevresini ve hatta yaşadığı toplumu yalnızca Rabb’inin rızasını kazanmak amacıyla ardında bırakır.
Hepimiz, yaşamımızın bir döneminde benzer bir yolculuk yaşayabiliriz. Bu, bazen daha farklı şartlarda, daha farklı mekanlarda gerçekleşebilir.
Bu yolculukta "herkes ne der" mantığı yoktur. Endişeler yaşanıyorsa katıksız bir inançtan söz etmek zordur.
Bu yolculukla, nefsani ve dünyevi tüm bağlar kopar. Zahirde kayıp gibi görünse de, en büyük nimetlerin kapılarını açar. Katıksızca yöneldiği bu yol, insan için gerçek kurtuluşun yoludur.
Bu, güven ve teslimiyetin kanıtlandığı yoldur. Yaşam boyu uğraşıp-didinerek kurulan düzeni, sahip olunan her şeyi, yalnızca Rabb’e ulaşmak için bir anda bırakıp, kararlılıkla çıkılan hicret yoludur. O yol, kalkmak için düşülen yoldur.
“Canım bedenimde oldukça, Sen’den başkasına giden bir yola ayak basamam, buna imkân yok!” (Mevlana)
Selam ve saygılarımla Hacegan.....
25 sonuç bulundu
25 sonuç bulundu • 1 sayfadan 1. sayfa
İNSANI SEVEMEDİK....Bir insanı sevemedik!
Gökyüzünü sevdik, renkleri sevdik, nefes alıp vermeyi sevdik, yaşamayı sevdik, kendimizi sevdik, kuşları sevdik, kedileri sevdik ve daha nice hayvanları sevdik. Ama bir türlü insanı sevemedik ya renginden, ya tipinden, ya ırkından yada davranışlarından şikayet ettik, Oysa ki hepimiz, Hz.Adem ve Havva’dan, dünyaya gelen birer kardeştik... Öyleyse yaratılmışı sevelim yaratandan dolayı varmısınız? Selam ve de saygılarımla Hacegan
Günaha tevbe etmekSual: Tevbe edince çok büyük de olsa günahımız affolur mu? Tekrar günah işleme ihtimalinden dolayı, tevbe etmemek daha iyi olmaz mı?
CEVAP Tevbe edenin günahları affolur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Tevbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibi olur.) [İbni Mace] Tekrar günah işlerim korkusu ile tevbeden vazgeçmemelidir! Günahkâr bir kul, tevbe edince, Cenab-ı Hak, hem o kulunun günahlarını affeder, hem de kulu tevbe ettiği için sevinir. İki hadis-i şerif meali: (Çölde devesini kaybedip sonra bulan kimsenin sevinmesinden çok, Allahü teâlâ, kulunun tevbe etmesine sevinir.) [Buhari] (Allahü teâlâ, tevbe edenin tevbesinden dolayı, susamış kimsenin, suya kavuşmasından, çocuğu olmayanın çocuk sahibi olmasından ve bir şey kaybedenin o yitiğini bulmasından daha çok sevinir. Her kim içten ve bir daha günaha dönmemek üzere Allah’a tevbe ederse, Allahü teâlâ da onun günahlarını yazan iki meleğe, kendi organlarına ve günah işlediği yere, bütün bunlara günahlarını unutturur.) [Ebu-l-Abbas] (Allahü teâlâ, herkese unutturunca günah işlediğine şahit kalmaz.) Ne büyük lütuf ve ihsan. Biz günahımıza pişman olunca, Cenab-ı Hak seviniyor. Bir âyet-i kerime meali de şöyledir: (Ey müminler, Allah’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz.) [Nur 31] Günahkârın tevbesi Sual: Bir çok çeşitli günahlar işleyen birisi, tevbe edip dua etse, günahları affolur mu? CEVAP Evet affolur. Tevbe eden, bir daha günah işlemezse, artık o hiç günah işlememiş gibi olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Allahü teâlâ, “Kulum, elini kaldırıp dua ederse, ben onun elini boş çevirmekten hayâ ederim” buyurdu. Melekler, “Ya Rabbi, dua eden kimse, layık birisi değilse, yine mi elini boş çevirmezsin?” dediler. Allahü teâlâ, “Ben mağfiret ehliyim. Siz şahit olun ki onu da affederim” buyurur.) [Hâkim] Günahların unutturulması Sual: Tevbe ettiğimiz ve bir daha hiç yapmadığımız bir günah, ahirette yine karşımıza çıkar mı? CEVAP Hayır çıkmaz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Allahü teâlâ, tevbe edenin günahlarını, yazıcı meleklerine unutturduğu gibi, kulun kendi organlarına ve dünyada bunu bilenlere de, unutturur. O kimse, Allahü teâlâya kavuşunca, artık günahı sebebiyle aleyhine şahitlik edecek kimse kalmaz.) [İbni Asakir] Affedilmeyen günah mı? Sual: Bir arkadaş, içki, kumar, faiz, zina ve livata gibi hemen her büyük günahı işlemiş. Tevbe edip, bunların hepsini bırakmış ama, Allah beni kesinlikle affetmez diyor. Allah hangi günahları affetmez? CEVAP Allahü teâlâ, tevbe edilen her günahı affeder. Affetmediği tek günah yoktur. Müşrikleri, kâfirleri bile tevbe edince affediyor. Bir hadis-i şerif şu mealdedir: (Hak teâlâ buyurdu ki: Ey Âdemoğlu, dua edip, benden af dilersen, günahların ne kadar çok, ne kadar büyük olursa olsun, hiç birine bakmadan seni affederim. Göklere ulaşacak kadar günah işlesen; ama rahmetimden ümidini kesmeyip, benden mağfiret dilersen, seni affederim.) [Tirmizi] Bir âyet-i kerime meali de şöyledir: (Ey günahı çok olan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allah bütün günahları affeder. O sonsuz mağfiret ve nihayetsiz merhamet sahibidir.) [Zümer 53] Günahı hatırlayınca Sual: Büyük bir günah işledik. Sonra tevbe ettik. O günahı hatırlayınca, yine istiğfar gerekir mi? CEVAP Her hatırlayışta istiğfar gerekir. Günahların birine tevbe etmek Sual: Bütün günahlarına değil de, bunlardan birine, mesela kumar oynamaya tevbe edilse, diğer günahlar geciktirilse, tevbe edilen günah affedilir mi? CEVAP Günahlar birbirine bağlı değildir. Elbette tevbe edilen ve bir daha yapılmayan günah affolur. Bu kumar olur, içki olur fark etmez. Fakat diğer günahları geciktirmek doğru değildir. Tevbe ederken, şu üç şartı gözetmeli: 1- İşlediği günaha pişman olup üzülmeli, 2- Günahtan hemen vazgeçmeli, 3- Bir daha yapmamaya karar vermelidir. Bu üç şartı yapmadan, yalnız dil ile tevbe etmek, yalancılık olur. Günahtan sonra, hemen tevbe etmek farzdır. Tevbeyi geciktirmek, bu günahı işlemekten daha büyük günahtır. Bu günah, her gün bir misli artar. Bunun için de, ayrıca tevbe etmek gerekir. (Berika) Tevbeyi geciktirmek Sual: (Tevbeyi bir saat geciktirince günahı iki kat olur) dendiği gibi, (Günah işleyince melekler üç saat yazmaz, tevbe edilmezse, o zaman yazılır) da deniyor. Buradaki incelik nedir? CEVAP Bir saat gecikince günahı artıyor ama üç saat içinde tevbe ederse, hiç günah yazılmıyor. Üç saat içinde tevbe edilmezse, günahı katlanmış olur, o katlanmış hâli ile günah yazılır demektir.
BÜYÜK GÜNÂHLARBüyük günahlardan bazıları şunlardır:
1- Haksız yere adam öldürmek. 2- Zinâ etmek. 3- Livâta etmek. 4- Şarâb ve her türlü alkollü içkileri içmek. 5- Hırsızlık etmek. 6- Uyuşturucu kullanmak. 7- Başkasının malını cebren almak. Ya’nî zorla almak. 8- Yalancı şâhidlik yapmak 9- Ramazan orucunu, özürsüz, müslümanların önünde yimek. 10- Fâiz alıp-vermek. 11- Çok yemîn etmek. 12- Anne-babasına âsî olmak, karşı gelmek. 13- Yakın, sâlih akrabayı ziyâret etmemek. 14- Muharebede, harbi terk edip düşman karşısından kaçmak. 15- Haksız yere yetîmin malını yimek. 16- Terâzisini ve ölçeğini hak üzere kullanmamak. 17- Namazı vakti girmeden önce veyâ vakti çıktıktan sonra kılmak. 18- Mü’min kardeşinin gönlünü kırmak. Kâ’beyi yıkmakdan dahâ büyük günâhdır. Allahü teâlâyı en ziyâde inciten küfrden sonra, kalb kırmak gibi büyük günâh yokdur. 19- Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” söylemediği sözü söylemek ve Ona isnâd eylemek. 20- Rüşvet almak. 21- Malın zakâtını ve öşrünü vermemek. 22- Gücü yeten kimse, günâh işleyeni görünce, men etmemek. 23- Canlı hayvanı ateşde yakmak. 24- Kur’ân-ı azîm-ûş-şânı öğrendikden sonra, okumasını unutmak. 25- Allahü azîm-ûş-şânın rahmetinden ümîdini kesmek. 26- Müslümân olsun, kâfir olsun, insanlara hıyânet etmek. Hainlik yapmak. 27- Domuz eti yemek. 28- Resûlullahın Eshâbından herhangi birisini sevmemek ve söğmek. 29- Karnı doydukdan sonra yemeğe devâm etmek. 30- Kadın, vazifesini özürsüz yapmamak. 31- Kadınlar, kocasından izinsiz ziyârete gitmek. 32- Bir nâmûslu kadına, fâhişe demek. 33- Müslümanlar arasında söz taşımak. 34- Avret mahallini başkasına göstermek. Erkeğin göbekle dizi arası, kadının, saçı, kolu, bacağı avretdir. Başkasının avret yerine bakmak da harâmdır. 35- Besmelesiz kesilen hayvanı yimek ve başkasına yidirmek. 36- Emânete hıyânet etmek. 37- Müslümânı gıybet etmek. 38- Hased etmek. 39- Allahü azîm-ûş-şâna şirk koşmak. 40- Yalan söylemek. 41- Kibrlilik, kendini üstün görmek. 42- Ölüm hastasının vârisden mal kaçırması. 43- Bahîl, çok hasîs,cimri olmak. 44- Dünyâya muhabbet etmek. 45- Allahü teâlânın azâbından korkmamak. 46- Harâm olanı, harâm i’tikâd etmemek. 47- Halâl olanı, halâl i’tikâd etmemek. 48- Falcıların falına, gaybdan haber vermesine inanmak. 49- Dîninden dönmek, mürted olmak. 50- Özrsüz, yabancı kadınına, kızına bakmak. 51- Kadınların dar elbise giymesi. 52- Erkeklerin kadın elbisesi giymesi. 53- Kabe-i şerifte günâh işlemek. 54- Vakti gelmeden ezân okumak ve namaz kılmak. 55- Kanûnlara âsî olmak, karşı gelmek. 56- Hanımının anasına sövmek. 57- Ettiği iyiliği başa kakmak. 58- İpek giymek [erkekler için]. 59- Câhillikde ısrar etmek. Ehl-i sünnet i’tikâdını, farzları, harâmları ve lüzûmlu olan her bilgiyi öğrenmemek. 60- Allahü teâlâdan ve islâmiyyetin bildirdiği ismlerden başka şey söyliyerek yemîn etmek. 61- Zaruri öğrenmesi gereken ilmden kaçınmak. 62- Câhilliğin musîbet olduğunu anlamamak. 63- Küçük günâhı tekrar işlemekde ısrar etmek. 64- Bir namaz vaktini kaçıracak zemân kadar cünüb gezmek. 65- Âdetli ve lohusa hâlinde hanımına yakın olmak. 66- Tegannî eylemek. Ahlâksız şarkıları söylemek, müzik, çalgı aletleri kullanmak. 67- İntihâr etmek, ya’nî kendini öldürmek.
TEVEKKÜL.....Tevekkülde önemli sırlar ve büyük nimetler var. Yüce Allah, insanları ve canlı cansız tüm varlıkları bir kaderle yaratmış. Örneğin evrendeki 300 yaklaşık milyar galaksinin ve her birindeki 300 milyar yıldızın, güneşin, dünyanın, denizlerin, ağaçtan düşen tek bir yaprağın, ailenizin, okul arkadaşlarınızın, sizin, kısacası her şeyin Allah Katında, milyonlarca yıl önce belirlenmiş bir kaderi var. Ve her varlığın kaderi, Allah Katında Levh-i Mahfuz isimli bir Kitapta yazılıdır. Kimin ne zaman öleceği, hangi yaprağın hangi saniyede yere düşeceği, şu anki yaşınıza gelinceye kadar geçireceğiniz aşamalar, kısacası küçük büyük her olay bu Kitapta kayıtlıdır.
Tevekkül, yani ‘vekil edinmek’, bir işin yapılmasının tümüyle Allah’a bırakılması. Ancak olayı tamamen Allah’a bırakmak, insanın kendisini olayın dışında tutması anlamında değildir. Aksine, olayın içindedir, dini ilgilendiren sorumlulukları üzerine almıştır. Zaten tevekkülün gerçek anlamı da burada ortaya çıkar. Mümin, kendi yaptığı eylemleri de gerçekte Allah’ın dilemesiyle yaptığını bilmekte ve O’nu vekil edinerek bir işe girişmektedir. Çünkü her şeyin ve herkesin olduğu gibi kendi varlığının kontrolü de Yüce Allah’ın elindedir. Sonsuz güç sahibi Allah’a teslim olan bir insan için hastalık da, kaza da, musibet gibi görünen olaylar da sonu hayırla bitecek olan geçici imtihanlardır. Önemli olan, Rabb’imizin yaratmış olduğu kadere teslim olan insanların bu tür zorluk ve hastalık zamanlarında gösterecekleri güzel davranışlardır. Kuran’da aktarılan bazı Peygamber kıssaları bu konuya açıklık getirir. Neml Suresi’nin 19. ayetinde, Hz. Süleyman’ın, "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat" şeklinde dua ettiği bildirilir. Bu dua, Hz. Süleyman’ın da Allah’ın rızasına uygun işler yapabilmeyi yine O’ndan istediğini gösterir. Tüm varlıkların Allah’ın kontrolünde olduğunu bilen mümin ise hem dış dünyayı hem de kendi bedenini, ruhunu Allah’a emanet eder. Her şeyin denetimi için Allah’ı vekil tutarak tevekkülü yaşamak, hem tüm dünyaya meydan okuyabilecek kadar cesaret, hem de huzur kazandırır. Müminler, Allah’ın yarattığı kadere iman ederler ve onlar için en hayırlı ve en güzel olanı yarattığını bilirler. Bu nedenle hayatlarının her anında tevekküllüdürler. Her olayı Allah’ın bir hikmet üzere yarattığını ve Allah’ın bunda bir hayır dilediğini bilirler. Örneğin, ölümcül bir hastalığa yakalanmak, bir savaş çıkması durumu, masum olmasına rağmen iftiralara uğramak veya akla gelebilecek en ürkütücü olaylar dahi, müminleri telaşlandırıp korkuya kaptırmaz. Onlar Allah’ın kendileri için yarattığı olaya batınından bakar, sonucundaki hayrı görmeye çalışırlar. İnsana tevekkülsüzlük yakışmaz, Allah’a tam teslim olup rızkının Allah’tan olduğunu bilerek endişeyi, korkuyu ve tedirginliği tamamen içinden atması gerekir. İman etmeyen bir insanın ümitsizliğe kapılacağı olaylar karşısında inananlar ‘güzel bir sabırla’ sabreder, bundan zevk alırlar. Çünkü hepsi, Allah Katında insanın imtihanı için yaratılmıştır. Sabır ve tevekkül gösterenler, Allah’a ve O’nun yarattığı kadere iman edenler Allah’ın hoşnutluğunu kazanacaklar, karşılığında da sonsuz cennet yurduna yerleşeceklerdir. İnanan insanlar hayatları boyunca tevekkülün konforunu ve huzurunu yaşarlar. Bu, Allah’ın müminlere verdiği bir sırdır ve “…Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 159) Bazen bir insan, ölümcül bir hastalığa yakalanmışken, güç ve irade göstererek hastalığını yenmiş olabilir. Ancak bu yaşadığı da, kendi kaderinde olan olaydır. Bu tür olayların, bazı kişiler tarafından "kaderini yendi", "kaderini değiştirdi" gibi son derece yanlış ve cahilce yorumlandığını duyarız, bu büyük yanılgıdır. Bütün varlıklar, Allah’ın karşısında acizdirler ve hepsi kaderlerine boyun eğmişlerdir. Kaderin varlığını inkar eden kişiler de kaderlerinde olan inkarı yaşamaktadırlar. Dolayısıyla, hayatının akışı tamamen değişen insanların yaşadıkları da kaderlerinde belirlenmiş olanlardır: Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah’ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23) Tevekkül, dünyada ve ahirette büyük bir kazanç ve kolaylıktır. Her türlü tehlikeden kullarını selamete çıkaran Rabb’imiz, tevekkülle ilgili sırları müminlere vererek, onlar için dünya hayatındaki imtihanı kolay hale getiren kullarından eylesin inşallah amin ecmain selam ve dua ile Hacegan.....
Re: YEŞİL EVREN 101 de Kompozisyon YarışmasıDost bazan minik bir kuş
Bazan var olmayan sevgili Kimi zaman saksıda bir çiçektir Ama asıl dost seni senden çok düşünendir Herkes seni terketse yalanlasada asla başkasına inanmayan sana sırtını dönmeyendir dost.. ... Dost canda candır kanında kandır. Dost senle enson lokmasını açda kalsa paylaşandır.. Herkesin seni önyargıyla terkettiğinde senin yanından ayrılmayan Dünya tersine dönse asla dostum onu yapmaz diyendir.. Dost dertlere dermandır dost güneş gibidir gördüğünde içini ısıtır.Vefalı dostubulmak çok zordur .Vefalı sadık dost deryada inci gibi nadirdir o pırlanta gibidir..Gerçek dostunuz sizi her zaman sevendir her şeye rağmen sevgisi verdiği değer artandır..Böyle dostunuz sevdiğiniz sevgiliniz varsa dünya üstünüze gelse vız gelir..sizonla dünyaya meydan okursunuz ..selam ve dua ile Hacegan...
Re: YEŞİL EVREN 101 de Kompozisyon YarışmasıTutku ablacığım önce size teşekkür ederim dostların dostluğun unutulduğu bu zamanda böyle bir konuyu gündeme taşıdığınız için.
Dostluk bir kasa olsaydı acaba ne saklardım öncelikle dostuma sunacağım bir yürek dostuma vereceğim bir güven ve yalansız sevgimi koyardım şüphesiz.
PİŞMANLIK VE KEŞKELER......Bir tehlike anında, ya da zorlu bir durumda Allah’a yönelen kişilerin yaşadıkları pişmanlık, o an içinde bulundukları acizlik ve çaresizlikten kaynaklanır. Ancak o an, ’gönülden katıksız bağlılar’ olarak, Rablerine dua eden kişilere Allah bir rahmet tattırınca bir grup hemen Rabb’ine ortak koşar ve dünya hayatına yönelir.
İnsana yarar sağlayan gerçek pişmanlık bu değildir. Pişmanlık, insanda köklü değişiklikler meydana getiren bir duygudur. Asıl olan pişmanlık duyan kişinin, hayatının geri kalan bölümünün Allah’ın kendisine verdiği bir fırsat olduğunu düşünmesi ve eski hatalarına geri dönmemeye gayret etmesidir. İnsanın önemli bir zorluk yaşamamış olması, yaşamayacağı anlamına gelmez. Hayatının sonuna kadar yaşamayacak da olsa, Allah’ın sınırlarını koruyarak yaşamadıysa ölümle buluştuğu an pişmanlık hissedeceği şeyler olmaması kaçınılmazdır. Hayatımızdaki öncelikleri doğru belirlemeli, nelerden vazgeçmemiz gerektiği konusunda kesin karar vermeliyiz. Ahirette "keşke" diyen kişilere dair Kur’an’ın verdiği örneklerden ders çıkarmalı, bizi geçici dünya hayatına bağlayan nefsani tutkulardan kurtulmak için çaba harcamalıyız. Kuran’daki her örnek, bizler için öğüt alabileceğimiz birer ibrettir. Kur’an’daki "keşke"lere, dünyada ve ahiret hayatında pişmanlık yaşayan kişilerin sözlerine kısaca bakalım: Kimi insanlar, "keşke müminlerle birlikte olsaydım" diye düşünür: Eğer size Allah’tan bir fazl (zafer) isabet ederse, o zaman da, sanki onunla aranızda hiçbir yakınlık yokmuş gibi kuşkusuz şöyle der; "keşke onlarla birlikte olsaydım, böylece ben de büyük ’kurtuluş ve mutluluğa’ erseydim." (Nisa Suresi, 73) Kimi, ortak koşmamış olmayı ister: (Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) oğuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: "keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım." (Kehf Suresi, 42) Kimi resule uymuş olmayı ister: O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: "Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım," (Furkan Suresi, 27) Kimi, Allah’a ve Resule itaat etmiş olmayı ister: …”Eyvahlar bize, keşke Allah’a itaat etseydik ve Resûl?e itaat etseydik." (Ahzab Suresi, 66) Kimi, dünyada kötü dost edinmemiş olmayı ister: Sonunda Bize geldiği zaman, der ki: "keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın-dost(muşsun sen)." (Zuhruf Suresi, 38) Kimi, kitabının verilmemiş olmasını ister: Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: "Bana keşke kitabım verilmeseydi." (Hakka Suresi, 25) Kimi, ölümle her şeyin bitmiş olmasını ister: "Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi. (Hakka Suresi, 27) Kimi, pişmanlık içinde toprak olmuş olmayı ister: Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da: "Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim" diyecek. (Nebe’ Suresi, 40) Kimi, dünyaya geri döndürülmeyi ister: Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz’in ayetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık." (En’am Suresi, 27) Kimi, sonsuz hayatı için bir şeyler takdim edebilmiş olmayı ister: Der ki: "keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." (Fecr Suresi, 24) İnsan ölümü uzak görür, oysa ölüm herkese aynı uzaklıkta ve çok yakındır. O halde insan sorumluluklarını ertelememeli, duası, yakınlık ve teslimiyeti ise, zorluk anında hissedilen kadar içten olmalı. Yaratılış amacımız, Rabb’imizin hoşnut olduğu bir kul olmak. Bunun dışında, sahip olduğumuz mallar, ailemiz, çevremiz, kariyerimiz bu amaca ulaşmak ve Allah’a yakın olmak için birer araç. Bu nimetleri nefsimizin tutkularını tatmin için değil, şükretmemiz ve O’na yönelmemiz için verir Allah. Ölüm meleklerini karşımızda gördüğümüz an artık dönüş olmayacak. Sorumluluklarımızın bilincinde, hayatımızı Allah’a adayarak yaşarsak, ahiretteki "keşke"mizin-Allah’ın dilemesiyle- ayetteki gibi olmasını umut edebiliriz: Ona: "Cennete gir" denildi. O da: "keşke benim kavmim de bir bilseydi" dedi. (Yasin Suresi, 26). Selam ve dua ile Hacegan.
BİR'E İNANMAK BİRLİĞE SARILMAK...Dört kitabın mânası ve bütün ilimlerin özü “Lâ ilâhe illallah”dır. Yani: Allah'tan başka ilah yoktur. O (C.C.), herşeyi ile tektir, birdir. Bütün mülk O'nundur, yaratan ve yaşatan O'dur. Her şey O'nun varlığına ve birliğine delildir, ibâdet ancak O'na lâyıktır.
Bütün kâinât “Lâ ilâhe illallah” hakikatını ispat için yaratılmıştır. Bütün insanlar ve cinler bunu anlamak için var edilmiştir. “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât/56) âyeti, kulluktan önce imanı ve tevhidi istemektedir. Çünkü kulluğun temeli Allahu Teâlâ'yı tanımaktır. Bütün Peygamberler tevhidi târif ve tâlim için gönderil-miştir.Bütün ilimlerin hedefi mârifetullahtır. İnsana verilen kalbin vazifesi Yüce Yaratıcıyı tanımak ve sevmektir. Göz, kulak, dil, akıl, vicdan ve diğer melekeler de bunun için insana verilmiştir. Dünyadaki kulluk bu tevhidle başlar ve onunla biter. İşin başında da sonunda da tevhid gerekir.Yani; dine girerken de, dünyadan giderken de insandan istenen tek şey “lâ ilâhe illallah” tevhididir. Her mükellefin bu tevhidi ve onun ilmini yeterince öğrenmesi farzdır. Gerçek tevhid ve kulluk akılla değil, vahiyle öğrenilir. Tevhidin hakikatına ihlas ve edeble ulaşılır.Bunun için bize ilâhî vahyi getiren Peygamberlere iman edip tâbi olmamız gerekmektedir. İnsanlığa son peygamber gelmiştir ve artık yahudi-hıristiyan, müşrik, putperest, dinli-dinsiz bütün insanlar onu tanıyıp kendisine tâbi olmakla mükelleftirler. Şu halde, gerçek bir iman için iki temel rükün vardır: Lâ ilâhe illallah. Bu söz ve iman ile Allahu Teâlâ'nın varlığı, birliği ve ibâdete lâyık tek ilah olduğu tasdik edilmiş olur. Muhammedü'r-Rasûlullah. Bu söz ve iman ile de Hz. Muhammed'in (A.S.) Allah'ın son peygamberi olduğu kabul edilmiş ve Allah'a kulluk için O'nun tebliğ ettiği dine girilmiş olur. Bu iman öyle bir nurdur ki, kalbe atıldığı zaman içindeki bütün küfrü ve şirki tertemiz eder. O öyle bir ilâhî şuurdur ki, ondan kalbinde zerre kadar bulunduran kimse imanla gider ve sonuçta Cennet'e girer.Bu iman, kalbin hassas bir hissi ve Yüce Rabbine karşı gizli bir sevgisidir. Onun azı da çoktur ve değerinin dünyada dengi yoktur. Çünkü Rasûlullah (A.S.) Efendimiz, imanın değerini şöyle beyan buyurmuştur: “Aziz ve Celil olan Allah, âhirette azabı en hafif olan kâfire: ‘Dünya ve içindeki bütün şeyler senin olsaydı, bu azaptan kurtulmak için onu fidye verir miydin?' diye sorar, o da: ‘Evet verirdim!' der. O zaman Allahu Teâlâ: ‘Sen daha Âdem'in sulbünde iken senden bundan daha kolay bir şey istedim; bana hiç bir şeyi ortak koşma seni ateşe sokmayayım dedim, sen bundan kaçındın, şirke girdin' karşılığını verir.” (Buharî, Müslim) Evet imanın zerresi, dünyanın bütününden daha kıymetli ve daha hayırlıdır. Çünkü, önümüzdeki ebedî alemde azaptan kurtuluş için bütün dünya fidye verilse kabul edilmez iken; kalbinde zerre kadar imanı olan kimse için Allah Teâlâ, meleklerine: “Onu Cehennem'den çıkarın!” (Buharî, Müslim) emrini verecektir. Şimdi bu imanın ve Allah sevgisinin ne büyük saâdetlere sebep olduğunu Rasûlullah (A.S.) Efendimizden dinleyelim: “Bana Cibril geldi ve şu müjdeyi verdi: ‘Senin Ümmetinden kim, Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmadan ölürse Cennet'e girer.' Ben: ‘Zina etse, hırsızlık yapsa da mı?' diye sordum, Cibril: ‘Evet, zinâ etse, hırsızlık yapsa da (Rabbine şirk koşmadan ölürse, af veya azaptan sonra Cennet'e girer)' cevabını verdi.” (Buharî, Müslim) Namaz, oruç, zekat ve hac gibi temel farz ibâdetleri yapan bir müslümanın, ayrıca dinin helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını haram kabul etmesi farzdır. Cennet'e götüren iman budur. Bir müslüman, Allah'a imanı tam ve şirkten uzak olduğu halde nefsinin hevâsına uyup bazı farzları terk etse veya haramlara girse, bu yüzden küfre girmiş olmaz. Bu durumda kendisine tevbe farzdır.Tevbe etmeden ölse bile yine mü'mindir, tevhid üzere ölmüştür. Cenâb-ı Hakk dilerse kendisine hiç azap etmeden affederek onu rahmetiyle cennetine koyar. Veya geçici bir azapla cezâlandırır ve sonunda ebedî nimet yurdu Cennet'e koyar. Asıl olan Allah'ın birliğine iman ve irfandır.Bu kadarcık irfan olmadan Cennet'e girmek mümkün değildir. Kendisini yaratan ve yaşatan Yüce Rabbine imanı olup da hiç itaati olmayan bir insanda O'na karşı hiç değilse biraz mahcubiyet ve hayâ bulunmalıdır.Bu kadarcık hayâ da bir iman alâmetidir ve Hz. Rasûlullah (A.S.) Efendimizin beyanıyla, bunun bile kazancı büyüktür. Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Sizden evvelki ümmetler içinde bir adam vardı. Tevhid hâriç işe yarar hiçbir hayırlı ameli yoktu. Bir gün âilesini toplayıp: ‘Öldüğüm zaman beni yakınız. Kemiklerimi havanda döverek toz ediniz. Sonra rüzgârlı bir günde bu tozun yarısını karaya, yarısını denize atınız (Rabbine itaatı olmayan bu vücûdu ortadan kaybediniz!)' diye vasiyet etti. Adam ölünce vasiyet yerine getirildi. Aziz ve celil olan Allah rüzgâra: ‘Dağıttığın tozları topla' buyurdu. Rüzgâr tozları topladı, Huzur-u İlâhiye getirdi. Hak Teâlâ adama: ‘Neden böyle hareket ettin?' diye sordu. Adam: ‘Senden hayâ ettiğim için yâ Rab, diye cevap verdi. O zaman Allah Teâlâ: ‘Ben de seni mağfiret ettim.' buyurdu.” (Buharî, Müslim) Fıtratında iyilik ahlâkı bulunan ve dünyada bir çok hayır yapan insanlar, yoktan var edildiklerini düşünüp bir kere olsun Yüce Yaratıcıya kalbini açarak: “Rabbim beni affet!” deselerdi, bu kadar bir şuur bile ahirette kendilerine fayda verecekti. Ancak, kul olduğunu unutan ve Rabbini inkâra kalkan bir insan, dünyada en büyük zulmü işlediği için, burada hayır türünden ne yapsa âhirette faydasını göremeyecektir. Çünkü bir amelin hayır ve sevap olması için ilk şart, vücûdu ve mevcudu yaratan Allah'a imandır. Hz. Âişe (R.A.) vâlidemiz anlatıyor: “Hz. Peygamber'e (A.S.) câhiliyye devrinde yaşayan ve iyilikleriyle meşhur olan Abdullah b. Cüdân'dan bahsettim. Onun misâfirlerine ikramda bulunduğunu, akrabalarının hukukunu görüp gözettiğini, köle âzat ettiğini, miskinleri doyurduğunu, komşularına iyilikten geri durmadığını zikrettim.Bu yaptıklarının âhirette kendisine bir faydası olup olmadığını sordum, Hz. Peygamber (A.S.): ‘Hayır, bir faydası olma-yacaktır. Çünkü o, bir gün olsun Rabbim beni affet! demedi' buyurdu.” (Müslim) Rasûlullah (A.S.) Efendimiz buyurmuştur ki: “Allah Teâlâ, kıyâmet günü meleklerine şöyle buyurur: Dünyada bir gün olsun beni zikreden veya (insanların bulunmadığı) bir makamda benden korkan kimseyi ateşten çıkarın.” (Tirmizî) Bütün mesele âhirette ebedî kurtuluşa vesile olacak bu iman dâiresine girmek ve Allahu Teâlâ'yı tanımanın lezzetini tatmaktır. Ârifler gerçek tevhidin, ancak sahih bir iman, ilme uygun amel ve kalbin zâtî zikre ulaşmasıyla elde edileceğini belirtmişlerdir. İmam Rabbâni (K.S.), bu mühim konuya şöyle değinir: “Kalbin Allah'tan gayri her şeyi unutacak derecede zikir içinde kaybolması, ancak Ehl-i Sünnet akidesi üzere hak mezheplerin hükümleriyle amel etmek suretiyle elde edilir. Bu, peşine düşülecek en büyük hedeftir. Cenâb-ı Hakk ile sukûn bulup selîm hale gelen kalb sahipleri, eşyaya nazar ettiklerinde onları değil, yaratanı hatırlarlar ve varlıklar ile perdelenmezler. Ne kadar düşünseler, bizzat eşyaya âit bir vücud ve ünvan akıllarına getiremezler.Her şeyde ilâhî tecellileri müşahede ederler.Buna ‘fenâ-i kalbî' denir.Tasavvufta ilk basamak budur ve diğer velâyet kemâlatları bunun üzerine gelişir.” Yine İmam Rabbâni (K.S.) demiştir ki: “Kişi sevdiği ile berâberdir hadisi gereğince Allah'ı seven ârifler de hep O'nunla beraberdirler. Onlar, halkın içinde bulunsalar da Hakk'tan kopmazlar. Zâhiren halkın arasındadırlar fakat, bâtın ve kalbleriyle Cenâb-ı Hak ile beraberdirler.Kul ile Rabbi arasında asıl perde, kulun nefsidir.Bu âlem bizzat murad olacak bir şey değildir ki perde olsun. Kul, kendi nefsinin derdine düşerse Rabbinden gafil kalır.Bu durumda kalbe Yüce Zâtın muhabbeti girmez. Cenâb-ı Hakk'ın muhabbeti öyle bir devlettir ki, ancak mutlak ‘fenâ hâli'nin gerçekleşmesinden sonra elde edilir.Buna ulaşmak Zâtî Tecelliye bağlıdır.Bu tecelliye mazhar olan ârif, her işini ihlas üzere sırf Rabinin rızâsı için yapar.Nefsini, cenneti ve cehennemi düşünmez. Bu mertebe, ‘mukarrabûn' ismi verilen zatların mertebesidir.” Mevlânâ Hâlid Bağdâdî (K.S.) zâti zikrin ne demek olduğunu şöyle belirtmiştir: “Zikir, kalbten başlayarak ruh, sır, hafi, ahfâ ve nefs-i nâtıka ü-zerinde yapılarak bütün vücûdu sardığında ‘zikr-i sultâni' ismini alır. Zikr-i sultâni, zikrin insanın bütün vücûdunu sarması, hatta bütün eşyada hissedilmesidir.” Üstad Bediüzzaman (K.S)'de tevhide giden yolu şöyle özetlemiştir: “Madem dünya hayatı, cismâni yaşayış ve hayvânî hayat yıldırım gibi geçer ve bir çay gibi akıp gider; öyleyse sen hayvâniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Göreceksin ki orada şimdiye kadar geniş zannettiğin dünyadan daha geniş bir daire-i hayat ve âlem-i nûr mevcuttur. İşte o âlemin anahtarı, Mârifetullah ve Vahdaniyet sırlarını ifade eden ‘Lâ ilâhe illallah' kudsî kelimesiyle kalbi söylettirmek ve rûhu işlettirmektir.” Demek ki, bütün amellerin esası olan “ihlas” ve hepsinin hedefi olan “tevhid”, kalbin bu derece ilâhî muhabbet ve zikir ile dolmasından sonra hâsıl olmaktadır.Bu muhabbetin meyvesi güzel kulluktur ve sonucu da edebtir.Edebi olmayan bir kimsenin dini sağlam olmadığı gibi, tevhid anlayışı da sahih değildir. Selam ve dua ile Hacegan...
Re: BİR'E İNANMAK BİRLİĞE SARILMAK...Dört kitabın mânası ve bütün ilimlerin özü “Lâ ilâhe illallah”dır. Yani: Allah'tan başka ilah yoktur. O (C.C.), herşeyi ile tektir, birdir. Bütün mülk O'nundur, yaratan ve yaşatan O'dur. Her şey O'nun varlığına ve birliğine delildir, ibâdet ancak O'na lâyıktır.Emeğine sağlık abiciğim.
Re: BİR'E İNANMAK BİRLİĞE SARILMAK...amellerin esası olan “ihlas” ve hepsinin hedefi olan “tevhid”, kalbin bu derece ilâhî muhabbet ve zikir ile dolmasından sonra hâsıl olmaktadır.Bu muhabbetin meyvesi güzel kulluktur ve sonucu da edebtir.Edebi olmayan bir kimsenin dini sağlam olmadığı gibi, tevhid anlayışı da sahih değildir.
Emegine Saglik Hacegan Kardesim
Cuma ile ilgili çeşitli sorular....Sual: Ezan okunurken ve Cuma vaktinde alış veriş yapmak mekruh mudur?
CEVAP Evet, mekruhtur. Alış verişin kendisi helaldir. Yani alınan mal mekruh değil, helaldir; fakat Cuma vakti ve ezan okunurken alış veriş yapan, mekruh işlemiş olur. (Dürer) Cuma günü alış veriş Sual: Cuma günü öğle ezanıyla imam selam verinceye kadar olan zamanda alışveriş yapmak mekruhtur, ama iş gereği, dükkânı kapatamıyoruz. Cuma namazı farz olmayan çocuklar alışveriş yapsa caiz olur mu? CEVAP Evet, caiz olur. Sual: Cuma günü oruç tutmak sünnet midir? CEVAP Cuma günü oruç tutmak müstehaptır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Cuma günü oruç tutan için, on ahiret günü oruç sevabı yazılır.) [Beyheki] Bazı âlimlere göre, yalnız Cuma günü oruç tutmak mekruhtur. Bir hadis-i şerif meali: (Yalnız Cuma günü oruç tutmayın! Perşembe veya cumartesiyle beraber tutun.) [Buhari] Bunun için, cuma günü oruç tutmak isteyenin, perşembe veya cumartesi günü de tutması iyi olur; çünkü sünnet veya mekruh denilen bir işi yapmamak gerekir. Cumartesi günü oruç tutma imkânı olmazsa, cuma günü tek tutmak mekruh olmaz. Sual: Cuma namazı kılınmayan mezra denilen köylerde ve İslamiyet ile idare edilmeyen yerlerde, öğle namazı kılarken ikamet okunur mu? CEVAP Evet okur. (Redd-ül-muhtar) Sual: Cuma kılınmayan mezra denilen küçük köylerde cemaatle öğle namazını kılmak caiz olur mu? CEVAP Evet caizdir. (Fetava-i Abdurrahim) Sual: Cumanın sahih olduğu yerlerde, öğleyi cemaatle kılmak ve ikamet okumak mekruh olur mu? CEVAP Evet mekruh olur. (Redd-ül-muhtar) Sual: Seferi olanın Cuma namazı kılması farz mıdır? CEVAP Seferi olana Cuma kılmak farz değildir. Fakat kılarsa farz sevabını alır. (Hindiyye) Sual: Kadınların Cuma günü, öğle namazını evlerinde kılabilmeleri için cemaatin camiden çıkmalarını beklemeleri şart mıdır? CEVAP Şart değildir. Diğer günlerde de böyledir. (Hidaye) Sual: En az 6 ay kalmak niyetiyle ABD'ye gelen kişi normal vakit namazlarını seferi olarak mı kılmalı? CEVAP 15 günden fazla kaldığı yerde normal kılar. Sual: Kadın için bayram ve Cuma namazı farz olan bir mezhep var mıdır? CEVAP Şafii ve Maliki'de bayram namazı sünnet, Hanefi'de vaciptir. Cuma namazının yalnız erkeklere farz olduğu çeşitli hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Bunlardan biri şöyle: (Cuma namazı, köle, kadın, çocuk, hasta olan kimse hariç, her Müslümana farzdır.) [Ebu Davud, Hakim] Bayram namazının şartları da Cuma namazının şartları gibidir. Bu bakımdan Cuma namazına gitmeyen kadın, Bayram namazına da gitmez. Erkeklerin camide cemaatle namaz kılmalarının, evde kıldıkları namazdan 27 derece daha fazla sevap olduğu, kadınların ise, evde namaz kılmalarının, camide namaz kılmalarından daha çok sevap olduğu hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Sual: Mahkumların Cuma günü öğle namazını cemaatle kılmaları mekruh olur mu? CEVAP Mahkumlara Cuma kılmaları farz olmadığı için, öğleyi cemaatle kılmak mekruh olmaz. Sual: Hutbeleri nutuk çeker gibi okumak caiz mi? CEVAP Hutbeye dünya sözü karıştırmak haramdır. Hutbe nutuk, konferans şekline sokulmaz. Hutbeyi nutuk çeker gibi, şiir söyler gibi okumak caiz değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Şairlerin şiirlerine itina ettikleri gibi, hutbedeki konuşmasına itina edenlere Allah lanet etsin!) [Taberani, İ.Ahmed] Sual: Camiye, Cuma namazına gidince namaza yeni başlanmışsa ne yapmak lazım? CEVAP Camiye girince eğer imama ilk tekbirde yetişeceğini zannederse sünnete kılmaya durur, ilk tekbire yetişemeyeceğini zannederse sünneti kılmaz. Cuma günü ise, imam minbere çıkmadan sünneti yetiştireceğini zannederse sünneti kılar, zannetmezse sünneti kılmaz. Sünnet ile farz, farz ile sünnet arasında konuşulmaz. İmam hutbede iken de konuşulmaz. Hadis-i şerifte sus diyenin namazı yok buyuruluyor, sevabı olmaz demektir. Sual: Çeşitli sebeplerden dolayı, Cuma namazlarını kılamayanın kaza etmesi gerekir mi? CEVAP Cuma namazı kaza edilmez, o günkü öğle namazı kılınır. Sual: Cuma namazının ilk sünneti ne zamana kadar kılınır? CEVAP Hutbe başlayıncaya kadar kılınır. Hutbe okunurken kılınmaz. Eğer hutbe başlayana kadar yetiştirilememişse, Cumanın farzından sonra kılınır. Sual: Cuma namazındaki sünnetleri kılarken kazası olan, kazaya da niyet eder mi? CEVAP Evet. Sual: Cuma namazı hutbesinde imam hutbeyi bitirdikten sonra dua ediyor, âmin dememiz gerekir mi? CEVAP Açıktan âmin demek caiz değildir. Namaz kılar gibi sessiz durmak gerekir. Sual: Şafii imam, Şafiilere sonra Hanefilere Cuma kıldırsa caiz mi? CEVAP Evet. Sual: Eda şartlarından biri noksansa Cumaya gitmek lazım mı? CEVAP Fitneye sebep olmamak için gitmek lazımdır. Sual: Cuma namazında iç ezanı, cemaatin tekrarlaması lazım mı? CEVAP Sadece dinlemesi lazımdır. Tekrarlamaz. Sual: Hutbeye çıkarken yüksek sesle dua okumak bid'at mi? CEVAP Evet. Sual: Hutbeyi kağıttan okumak mekruh mu? CEVAP Hayır. Sual: Seferi imam, mukim cemaate Cuma namaz kıldırır mı? CEVAP Evet. Sual: Mescidimiz küçük, etrafta cami de yok. Cuma namazında, birinci cemaat çıktıktan sonra, ikinci cemaat olmak caiz mi? CEVAP Hayır. Sual: Cuma sahih olmayan yerde, Şafii mezhebi taklit edilip kılınsa farz sevabı alınır mı? CEVAP Evet. Sual: Cuma hutbesinde bağdaş kurup oturmak uygun olur mu? CEVAP Caizdir. Sual: Cuma günü cami içinde niye ezan okunuyor? Dışarıda okunması yetmiyor mu? CEVAP Cami içinde okunmasını Peygamber efendimiz emretmiştir. Birinci ezanı ise Hazret-i Osman emretti. Hulefa-i raşidinin sünneti Peygamber efendimizin sünneti demektir. Resulullah ile Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’in devrinde Cuma günü ilk ezan imam minbere çıkıp oturduğu zamanda idi. Hazret-i Osman halife olup, insanlar çoğalınca, dışarıda birinci ezanın okunmasını emretti. (Taç) Hazret-i Osman hulefa-i raşidindendir. Onun sünneti de dinde senettir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Benden sonra ihtilaflar çıkacaktır. İşte o zaman sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine uyun! Onlara azı dişinizle ısırır gibi sımsıkı sarılın!) [Tirmizi] Sual: Hutbelerin Türkçe olmasının ne mahzuru var? CEVAP İbni Abidin hazretleri, (Hutbeyi, Arabiden başka dil ile okumak, başka dil ile iftitah tekbiri almak gibi tahrimen mekruhtur) buyurdu. Hindistan âlimlerinden Muhammed Viltori hazretleri de (Hutbelerin bir kısmını bile Arabiden başka dil ile okumak bid'attir) buyurdu. (El-edille) Eshab-ı kiram ve Tabiin-i izam, bid’at işlememek için, Asya ve Afrika’da, hutbeleri hep arabi okudu. Halbuki, dinleyenler Arabi bilmiyordu. Bunun için, Osmanlı âlimleri, 600 yıldır, hutbelerin, kabul olmayacağını bildikleri için, Türkçe okunmasına izin vermediler. Cuma vaazları koydular. Bu vaazlar, namazdan önce veya sonra, hutbenin manasını anlatırdı. Hutbe böylece öğrenilirdi. İlk Cuma namazı Sual: İlk Cuma namazı nerede ve hangi camide kılındı? CEVAP Resulullah efendimiz, ilk Cuma namazını Medine ile Kuba arasında (Ranona) vadisinde bulunan Mescid-i Cuma isimli camide kılmıştır. Sual: Cuma günü ezandan önce, sala okumak, caiz midir? CEVAP Melik Nasır bin Mensur, hicri 700 yılında, Cuma ezanından önce, minarelerde salat-ü selam okuttu. (Mirat-ül haremeyn) Bu tarihten sonra gelen âlimler, buna bir şey demedikleri için, Cuma günü salat okunmasına bid’at denmez. Cenaze olduğunu bildirmek için, salat okumak ise, bid’attir. (S. Ebediyye) Sual: (Cuma geceleri evde helva yapıp kokutmalı, ruhlar eve kokusuna gelir) sözü uydurma mıdır? CEVAP Evet. Sual: İmamın, Cuma namazının ilk sünnetini minberin önünde kılması sünnete uygun mudur? CEVAP Uygun değildir. Minberin sağ yanında kılması sünnettir. Camide istiğfar Sual: Camide, cuma akşamları cemaate istiğfar ettirmek uygun olur mu? CEVAP Cemaate öğretmek niyetiyle yapılması uygundur. Seferi imam Sual: Seferi olana Cuma namazı kılmak farz olmadığı halde, seferi olan kimse, Cuma namazını kıldırabilir mi? CEVAP Evet, kıldırabilir. Hutbeyi kılıçla okumak Sual: Bazı imamlar hutbeyi kılıçla okuyor. Böyle bir şey var mı? CEVAP Evet, Mekke ve Bursa gibi, savaşla alınan şehirlerde, imam, minbere çıkarken sol eline kılıç alır. Kılıca dayanarak okur. (S. Ebediyye) Hutbe dinlerken Sual: Hutbe dinlerken, konuşulmaz ve bir şey okunmaz, ama bugünkü hutbelerde, ağaç dikmek, kalkınmak gibi şeylerden de bahsediliyor, üstelik Arapça da okunmuyor. Kalbi temizlemek niyetiyle içimizden kelime-i tevhid okumamızda sakınca olur mu? CEVAP Hutbe Arapça da okunsa, namazdan oruçtan da bahsedilse yine kalbden okununca zararı olmaz. Yabancı ülkede cuma Sual: Almanya, Fransa gibi gayrimüslim bir ülkede cuma namazı kılmak farz olmadığına göre, orada kırk kişi varsa, Şâfiî mezhebi taklit edilip kılınsa farz sevabı alınır mı? CEVAP Evet, sahih olur. Müslüman olmayan bir ülkede, Müslümanlar, bir imam seçerek cuma namazı kılsalar, Hanefî mezhebine göre de namazları sahih olur. (İbni Abidin) Hutbe dinlerken Sual: Hutbe dinlerken, (Takkeni unutmuşsun, şurada boşluk var, safları doldur) gibi şeyler söylemenin, konuşmanın mahzuru olur mu? CEVAP Hutbe dinlemek namaz gibidir. Namazda yapılmaması gereken şeyler, hutbe dinlerken de yapılmamalı. Yer değiştirmek, konuşmak, konuşana sus demek, hattâ dua okumak bile caiz değildir. Camiye girince, hutbe okunuyorsa, hemen ilk bulduğu boş yere oturmalıdır.
DEĞİŞEN ZAMAN MI? YOKSA BİZLER Mİ.....?Evet teknoloji çağında yaşıyoruz...Herşeyimiz var...Evlerimizde Bilgisayar, Televizyon, Şahsi telefonlarımız, Bir sürü araç bizim hizmetimize sunulmuş...
Bukadar teknolojinin içinde rahatımız yerindemi? Huzurumuz varmı? Sağlığımız yerindemi? Yeterince iletişim kurabiliyormuyuz? Alilemize dostlarımıza yeterince vakit ayırabiliyormuyuz? Şöyle bir göz atacak olursak bizlerden neler aldı yada neler kazandırdı..Evet bizlere birçok faydası var ..İnkar edilemeyecek kadar çok.. Ama düşünelimki evimize bir konuğumuz geldi akrabamız, dostumuz vs...Nasıl bir iletişim kuruyoruz...Evdeki sohbet muhabbet ortamı nasıl... Genellikle tv açık, gözler tv’de herkez oraya odaklanmış bişeyler izliyor. Gençlerde bilgisayar başında oturmuş sanal iletişimde... Ama konuğumuz bizi görmeye gelmişti..Muhabbet edicektik biz... Ev sahibide menun, konukta memnun durumdan.. Neden bu hale geldik diye sorguluyorum bazen..Ben kendi hayatımda Yaşlı büyüklerimi dinlemeyi çok seviyorum..Onların anlatım tarzlarını çok seviyorum.. Ve eski yaşam tarzlarını anlatınca...Bir yaşlı diyor ki -Evlerimizde ışık yoktu...Gece gaz lambalarının ışığında oturduk...Eve gelen misafirlerle öyle bir muhabbet ortamı olurduki..Sohbet bambaşkaydı.. İçilen çayın tadı bile bambaşkaydı...Akraba ziyareti vardı...Eski zaman çok başkaydı çok diyorlar.. Pekala değişen zamanmı? Yoksa bizlermi? Çokmu meşguluz? Birbirimize vakit ayıramıyoruz.. İşlerimiz hiç bitmiyormu? İşlerden kalan vakitte yapılan şey nedir? İşlerimizden kalan vakitte yapılan herkez evine çekiliyor ya tv başında yada pc.... Yine eski bir büyük söylüyor..Yaklaşık 20-25 yıl öncesi diyebilirim... -Apartmanda kimsenin evinde televizyon yoktu..Sadece falanca kişi almıştı..Ve akşamları onun evine televizyon izlemeye giderdi herkez.. Sorunlar böylemi başladı diyorum bazen...Sonra yavaş yavaş diğer komşularda aldı tv...Ve artık herkezin kendi evinde var ..Kimsenin birbirine gitmesine gerek yok.. Akşam olunca herkez kendi evine çekilip tv izleyebiliyor....Yada pc başında oturabiliyor.. Yanlış anlaşılmasın bu arada..Tv’yi suçlamıyorum..Yada diğer teknoloji aletlerini.. Ya biz bu teknoloji aletlerini gereğinden fazla hayatımıza soktuk, Yada kulanmasını bilmiyoruz... Ama şuna inanıyorum...Tv geldi evdeki sohbet ortamı kalktı..Sadece akraba içi iletişimde değil..Aile içindede aynı bu durum.. Baba yorgun geliyor geçiyor tv başına...Çocuklar pc başında, annede gün boyu yorgun düşmüş zaten... Yani herkez kendi aleminde .......... Tekrar soruyorum ...Değişen zamanmı? Yoksa bizlermi? Bundan sonrasına siz karar verin selam ve saygılarımla.Hacegan
ALLAH RIZASI ANA BABA RIZASI...Allah Azimüşşan, Kur'an'da Ümmet-i Muhammed olarak kadın ve erkek cümlemize, ana-babaya itaati emretti. Öyle ki, ana-babaya itaat etmeyenin durumu Allah'a isyan etmek gibi oldu.
Peki ana-babaya itaat nasıl olacak? Ana-babaya güzel davranmakla, sohbetle, hukuklarına riayetle, sıkıntı ve meşakkatlerine katlanmakla itaat edilecek. İtaatin şekli bu. Güzel davranış, güzel edep, bütün haklarına dikkat, yedirmek, içirmek, giydirmek, ihtiyaçlarını karşılamak gibi... Beş vakit namazın sonunda ana-baba için dua etmek de itaatten sayıldı. Ana-babasına itaatte kusur işleyip pişmanlık çekenler için böyle bir fırsat var. Hacca gider, orucunu tutar ve benzeri hayırlı işlerinin sevabına ana-babalarını ortak eder, onlara hediye ederler. Onların niyetine, salâvat getirir, Kur'an okuyup, dua ederler. İtaat meselesinde sınır şudur: Allah'a isyan hususunda, günah sayılan meselelerde ananın-babanın ve Ümmet-i Muhammed'in hukukuna riayet edilmez. Ana-babaya, komşuya veya akrabaya itaat edeyim derken Allah'a isyan edilmez. Allah'a isyan edilen meselede, ana-babaya, komşuya, arkadaşa, akrabaya, kimseye itaat etmek olmaz. Ana-babaya itaatte evli kadınların dikkat etmesi gereken bir hususu da belirtelim: Kadınlar önce iman ve namaz sonra koca hukukundan ve sonra diğer sorumluluklarından sorguya çekilir. Evlilikle birlikte, kocanın hakları ana-baba haklarının önüne geçer. Şimdi Hz. Peygamber s.a.v. ve kâmil zatların sözleriyle ana-baba hukukunu ifade edelim: Yemenli bir adam, savaşmak için Rasulullah s.a.v. Efendimiz'in yanına geldi. Peygamber s.a.v.: - Annenle baban sana harbe gitmen için izin verdi mi, diye sordu. - Hayır , dedi Yemenli adam. Peygamber s.a.v.: - Öyleyse dön, onlardan izin al. Eğer izin verirlerse bize katıl, aksi halde elinden geldiği kadar onlara hizmet et. Çünkü bu, imandan sonra kulun Allah'a kavuşacağı en güzel ameldir, buyurdu. Bir başka hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: “Ana-babaya itaat, (nafile olan) namaz, oruç, hac, umre ve cihaddan efdaldir .” Allah, Hz. Musa a.s.'a: “Kim ana-babasına iyilik yaparsa bana iyilik yapar. Kim asi olursa, bana isyan etmiş olur” diye vahyetti . “Anaya-babaya asi gelen kimse, ne yaparsa yapsın, cennete giremez.” Cennet kokusu beşyüz senelik yoldan duyulduğu halde ana-babaya asi olanlar duymaz. Ana ve babasına sağlığında hizmeti dokunmayanlar, onları razı edemeyenler, şimdi hayırlı ameller yaparak onların ruhlarına bağışlasınlar. Ebu Hureyre r.a.'dan rivayet edilmiştir: Bir kişi Hz. Peygamber s.a.v.'in yanına gelerek: - Ey Allah'ın Rasulü! En fazla kime iyilikte bulunayım, diye sordu. Peygamber s.a.v.: - Annene , buyurdu. Adam: - Daha sonra kime, diye sordu. Yine “annene” cevabını aldı. Adam üçüncü kez sorduğunda cevap yine aynı oldu. Adam tekrar: - Daha sonra kime, diye sordu. Bu kez: - Babana, cevabını aldı. Hz. Musa a.s., “Ya Rabbi! Benim cennet komşum kim?” diye merak eder. Kendisine “Filan yerdeki genç bir kasap” denir. O da bu cennet komşusunu görmeye gider. Kasabı görünce: - Allah için misafir kabul eder misin delikanlı, diye sorar. Kasap onu tanımaz ama kabul eder, evine götürüp ağırlar. Evde kasabın yaşlı, yatağından kalkamayan bir annesi vardır. Kasap getirdiği eti pişirir, annesini doyurur. Sonra üstünü değiştirir, rahat etmesi için elinden geleni yapar. Kadın oğluna bakar ve bir şeyler fısıldar. Musa a.s. merak eder, “Annen ne dedi?” diye sorar. Genç der ki: - Allah seni cennette Musa'ya komşu yapsın dedi. Musa a.s. kendisini tanıtır; - Cennet komşum sensin, der. Bir annenin duasının bereketine bakın ki, cennette peygamberlerle komşuluğa vesile oluyor. Bunun aksine, yanında ana-babası yaşlanıp da onlara hizmetten, hürmetten geri kalanlara ise Peygamber s.a.v. Efendimiz, “burunları yere sürünsün” diyor. Ne amel yaparsan yap, ana-babana asi olma, onların hoşnutluğunu kazan. Ana-babaya isyan eden, onlara Allah'ın hükümlerine uygun şekilde itaat etmeyen cennete giremez. Anne ve babanın duasını al, bu senin için iyi olur.Allahım bizlerin ana babamızın tüm sevdiklerimizin geçmişimizin ve tüm müslüman ların günahlarını bağışla şüphesiz ki sen af edicisin ve af etmeyi seversin amin ecmain selam ve dua ile Hacegan...
MEVLİD KANDİLİ...Bu gece, Sevgili Peygamberimiz’in dünyaya teşriflerinin sene-i devriyesi. Müslümanların da bayramı. Hatta Kadir Gecesi’nden sonra, kutlanan en muteber ve mubarek gecelerden biri.
Mevlid, doğum anlamına geliyor. Daha çok da Hz. Peygamber (sav) Efendimizin doğumunu ifade ediyor. Malum olduğu üzere Allah Rasülü milâdi 571 yılının 12 Rebiül-evvel ayının 12. gecesi dünyaya gelmişti. O gece, Kâbedeki putların devrilmelerinden, Kisra sarayının yıkılmasına, Mecusilerin bin yıllık ateşlerinin sönmesinden Save Gölünün kurumasına kadar pek çok olağanüstü hadiseler meydana gelmişti. Peygamberimiz de sağlığında doğduğu geceyi unutmamıştı. Her yıl o gecenin sene-i devriyesinde Ashab-ı Kiram’a ziyafetler verir ve küçüklüğündeki hatıralarından bahsederlerdi. İslam kültüründe bu gelenek bugüne değin devam edegelmiştir. Rasülüllah’ın doğumunu anlatan, miraca yükselişini ve faziletlerini dile getiren pek çok mevlidler de yazılmıştır ki, bunlardan en önemlisi hiç şüphe yoktur ki Süleyman Çelebi’nin “Vesiletü’n- Necat”ıdır. Kâinat Efendisi’nin doğumunu anlatan S. Çelebi der ki: “Âmine Hâtun Muhammed ânesî Ol sadeften doğdu ol dürdânesî Hem Muhammed gelmesi oldû yakîn Çok alâmetler belürdî gelmedîn Ol gice kim, doğdu ol Hayrü’l-beşer Ânesî anda neler gördü neler Doğdu ol saatte ol sultânı dîn Nûra gark oldû semâvât ü zemîn O İki Cihan Güneşi’ni Kur’an-ı Kerim’de bizzat Cenab-ı Hak övmüş ve yüceltmiştir. Bu konu ile ilgili pek çok ayet mevcuttur. Eli kalem tutup da şiir yazan her Müslüman Şair de, Peygamberimiz’i öven ve na’at denen en az bir şiir yazmıştır. Şeyh Galip: “Sen Ahmed-i Mahmud-u Muhammed’sin Efendim Hak’tan bize Sultan-ı müeyyedsin Efendim.” Diye O Sevgililer Sevgilisine muhabbetini anlatır. Necid Çöllerinde iken “Ya Nebi! Şu halime bak” diye seslenen M. Akif de şöyle devam eder: Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca sahranın; Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın! Hasan Basri Çantay: “Sevdim seni hep canlara cânân diye sevdim Bir ben değil âlem sana kurban diye sevdim.” Diye haykırırken, Necip Fazıl da: “Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim; Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!” diye O’na olan sevgisini dile getiriyor. A.Nihat Asya: Neler duydu şu dünyada, Mevlid’ine hayran kulaklarımız: Ne adlar ezberledi.ey Nebi, Adına alışkın dudaklarımız!” derken, Fethullah Gülen Hocaefendi de: “Ey kupkuru çölleri cennete çeviren Gül, Gel o bayıltan renklerinle gönlüme dökül” diye özlemini ifede ediyor. Rasülüllah’a duyulan özlemi ve ona olan derin sevgi ve muhabbeti terennüm eden daha pek çok dizeye yer vermek isterdim. Lakin satırlar sayılı, sütunlar sınırlı. Bu yüzden sohbetimizi bizim “İsterim Ya Rasülallah!” başlıklı bir na’atımızın son kıtasıyla bitirelim: Huzur bulur insan ancak bu dinde, Sevgin ebediyen kalacak zinde, Gonca, gül olsam da, senin izinde, Solmayı isterim ya RASÜLALLAH. Tüm dostların Mevlid Kandilini yürekten kutlar, hayırlara vesile olmasını Yüce Mevla’dan niyaz ederim.Allaha emanet olunuz selam ve saygılarımla Hacegan...
ÜMİT KAYNAĞIMIZ İMAN… İşte bütün ihtiyarlığımdan ve firak (ayrılık) belalarından gelen teessüratıma (üzüntülerime), bana nur-u iman tam kafi (yeterli) geldi; kırılmaz bir rica, kopmaz bir ümit, sönmez bir ziya, bitmez bir teselli verdi. Elbette sizlere ihtiyarlıktan gelen karanlık ve gaflet ve teessürat ve teellümata (tasalanmalara), iman kafi (yeterli) ve vafidir (elverişli)… (Gavsi sani Ks)
Allah’ın rahmetinden umut kesmemek Allah’ın buyruğudur. Rahmetini umut etmek, Rabb’imizin her şeye güç yetiren olduğu gerçeğinin şuurunda olmaktır. Umut kesmek ise inanan insanın asla yaşamaması gereken bir ruh halidir. Nasıl umut kesilir ki? Bizi yaratan, bize soluk aldıran, düşünme yeteneğini veren, görmemizi, işitmemizi, yürümemizi, koşmamızı sağlayan, sağlıklı yaşatan, güldüren, sayısız rızık bahşeden Yüce Allah’tır. O’nun rahmetini umut etmemek, tüm bu nimetleri görmezden gelmektir, nankörlüktür. Bir nimet kaybı sırasında bile Allah’tan umut kesilmemelidir. Allah, sonsuz kudretiyle kuşkusuz her şeyin en mükemmelini ve en kusursuzunu yaratır. Zorluklardan kurtaracak, karanlıklardan aydınlıklara çıkaracak olan sadece O’dur. Her zorluğun ardından kolaylık verecektir. Dünya hayatı inanan insan için eğitim sürecidir. Zorlukların imtihan için yaratıldığını, göstereceğimiz sabır ve tevekkülün güzelliklerle karşılık bulacağını unutmamalıyız. Mevlana’nın güzel ifadesiyle sopayla kilime vurmaktan amaç tozunu almaktır. Allah tozumuzu alır, bizi arındırır, neden kötü hissetmeli? İnanan insanı diğerlerinden ayıran, yaşadığı zorluk zamanlarında sergilediği güzel ahlaktır, zorlu olayların ardındaki hayrı beklemektir. Her imtihan Rabb’ine olan aşkını, sadakatini ve ahde vefasını kanıtlama fırsatıdır. İnsanı ümitsizliğe, üzüntü, keder, sıkıntı, stres ve öfkeye kapılmaktan, gelecek kaygısı, korku ve tedirginlik gibi zarar veren etkenlerden uzak tutan imanıdır. Dünya hayatını güzelleştiren imandır. İman neşe ve huzurdur; gerçek kurtuluşa vesiledir. Artık iman edip salih amellerde bulunanlara gelince; Rableri onları Kendi rahmetine sokar. İşte apaçık olan ’büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur. (Casiye Suresi, 30).Selam ve dua ile Hacegan...
Re: ÜMİT KAYNAĞIMIZ İMANİnsanı ümitsizliğe, üzüntü, keder, sıkıntı, stres ve öfkeye kapılmaktan, gelecek kaygısı, korku ve tedirginlik gibi zarar veren etkenlerden uzak tutan imanıdır. Dünya hayatını güzelleştiren imandır. İman neşe ve huzurdur; gerçek kurtuluşa vesiledir.Abiciğimmm süper bir yazı emeğine yüreğine sağlık.
NEREYE GİDİYORUZ.....Bizler yaşadığımız hayatın içerisinde nerdeyiz nereye gidiyoruz ?.
Yaşadığımız hayatın zor şartları bizlerin nasıl yaşayacağını ve birbirimize nasıl davranacağımızı bozuyor değilmi? Büyük şehirlerde modern yaşamın içinde kaybolup giden değerlerimiz,birbirimize karşı davranış şekilerimizin bozulmasının bariz bir göstergesi değilmidir. İnsanların güne stres içinde başlaması ve zor şartlarda ekmeğini kazanmaya çalışması insanları gerginleştirmekte olup bu nedenle yapmak istemediği davranışları yaparak saygı ve sevginin ortandan kalkmasına sebep olmaktadır. Selamlaşmak,saygı göstermek,sevgiyle bakmak,yardımlaşmak,paylaşmak,inanmak,güvenmek ,ziyaret etmek,hal hatır sormak,komşuluk yapmak,vesaire vesaire,gibi daha çokca çoğaltabileceğimiz bir çok örnek bizlerin,örf adet gelenek ve göreneklerindendir.. Ne yazıkki bütün bu saydıklarımın adeta kaybolmaya yüz tutması , geleceğimiz olan geçlerimizin bozulmasına sebep olmaktadır. İnsanların birbirine güven duyması için,önce birbirlerine inanıp,birbirlerinin kardeşliklerine arkadaşlıklarına ve dostluklarına güvenmeleri gerekmektedir. Bununla birlikte,insanlar birbirlerinin mal mülk,namus,şeref gibi unsurlarına sahip çıkmalı,başkalarının kendisine,kendisininde başkalarına inandığı ve güvendiği insan olma yolunda olmalıdırlar. Yaşadığımız dünyada tenolojik gelişmeler,bizleri birbirimize yakınlaştırdığı gibi,aynı zamanda uzaklaştırmaktadırda, bilgisayar,internet telefon,televizyon gibi kitle ulaşım araçları bizleri birbirimize daha yakın kılmaktadır. Cep telefonu ve internet aracılığı ile dünyanın her yerine ulaşarak sohbet etme imkanımız olurken,öte yandanda ailler ve dostluklar arsında gidiş gelişlerin yani ziyaretlerin bitmesine sebep olmaktadır. Günümüzde insan ilişkilerinde ,dayanışma,saygı,sevgi,sabır,fedakarlık,paylaşma, gibi toplum için önem arzeden konuların bitme noktasına gelerek,adeta çıkar ilişkilerinin, menfaat ilişkilerinin öne çıkması gözümüze çarpmaktadır. Aslında bu durum toplulumuzu yani hepimizi üzmektedir,çünkü dayanışmanın yerini,yozlaşma ve yabancılaşma almaktadır.. Değerli okurlar: Gelenek görenek örf adetlerimizi yaşatmak temennisiyle,saygılar sunuyorum.Hacegan....
SEVGİ KAYNAGI.....Canlı, cansız bu dünyada yaşıyoruz ve her varlığın da bir sonu var. Ancak canlı olan varlıklar hayatta sevgiye ihtiyaç duyarlar. İnsanlar ise sevmeye, sevilmeye… İnsan neyi seviyor, neden haz alıyorsa onlarla birlikte olmak ister. Bir hayat düşünün ki o hayatın içersinde iman yoksa sevgi yoksa aşk yoksa o hayatı yaşamanın bir sıkıntı, azap ve acıdan başka bir anlamı olmaz.
Sevgi, duygu, his ve düşünceler hayatın her safhasında yaşanan güzelliklerdir. Gönül dünyamızdaki zenginliklerdir. Gönlümüzü, kalbimizi sevgilere, tüm güzelliklere açık tutmalıyız ki hayatımız da güzel olsun. İçinde sevgiyi barındıramayan insanın içi nefretle dolar ve insanlıktan uzaklaşır. İçimizdeki nefreti, kalbimizdeki sevgiyle kovabiliriz... Sevgisizlik ağır bir yüktür, kötülüklerin beslenme kaynağıdır. İnsanlar bundan kurtulmak için gayret etmeli, kalplerinde sevgiye yer ayırmalıdırlar. Sevgi, değer vermesini bilmektir. Sevmek, inanmak ve yaşamaktır. Sevmek, Sevgili olmak ve birlikte olmaktan kıvanç duymaktır. Sevgi, bütün suni davranış ve düşüncelerin hayattan çıkarılması, ulvi düşüncelere yöneliştir. Sevgi, insanın yüce yaratıcıya hakkıyla kul olmasıdır. Sevmek, gerçek ve büyük bir imtihandır... Sevgi Ferhat ile Şirinin, Aslı ile Keremin, Mecnunla Leyla’nın aşkını yaşamaktır. Leyla’dan Mevla’ya yöneliştir… Sevgisiz, umutsuz ve inançsız hayat bir hiçtir. Şu âlemde ister sultan, ister hükümdar olalım, her ne olursak olalım ama hakkıyla insan olalım. Yaratanı bilip, sonsuzluk âlemine göre yaşamalıyız ki mutlu olalım. Yoksa fani olan âlemde neyiz ki… Sizlere ibretlik bir hikâye; Yaşlı bir adam tarlasında çalışırken tebdil-i kıyafet halkın içinde gezen hükümdar ona yaklaşır. Selamlaşırlar, yaşlı adam yolcunun sıcaktan bunaldığını düşünerek ona ayran ikram eder. Daha sonra sohbet etmeye başlarlar. Hükümdar yaşlı adamın sözlerinden etkilenir ve ona kim olduğunu sorar. Yaşlı adam ona: -Hiç, der. Hükümdar merakla; -Ne demek bu, senin muhakkak bir adın ve unvanın vardır. Yaşlı adam gene; -Hiç, der. Hükümdar bu sefer kendisiyle alay edildiğini sanır, -Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben bu ülkenin hükümdarıyım der. Adam bu durum karşısında durumu izah etmeye çalışır: -Peki hünkarım şimdi siz bu ülkenin hükümdarısınız, bundan sonra ne olmayı planlıyorsunuz der. Hükümdar şaşkın bir tavırla, -Hiç, der. Yaşlı adam o zaman, -Hünkârım işte ben sizin hükümdarlıktan sonra ulaşacağınız o mertebedeki adamım der... Fiziksel olarak vücudumuzu arındırabiliriz, fakat ruhsal yapımızın sonsuz sevgiyle arındırılması gerekir. Bunun için ilahi yaratıcının sevgisine, merhametine ihtiyacımız olacaktır. Bu sevgiyi kalbimizde yaşayarak, küçük bir et parçasında büyük bir aşk ve dava taşıyacağız. Böylece enerji kazanacağız, hayatımıza anlam katacağız… Sevgisiz hayat sıkar, daraltır içimizi. Oysaki ne kadar geniştir kalbimiz. Her şeyi alır içine, bazen de genişliği nispetinde daralıverir, sığmaz olursun içine. İki ten, iki kalp, iki gönül yoktur sevgide. Tek bir kalp olmak, sevdiğiyle kalbi bölüşmektir… Sevmek paylaşmaktır. Sevdiğiyle sevgiyi paylaşmaktır… Vazgeçiş yoktur sevgiden, sevgiliden. Sevgilinin gönül gözü sevgi renkleri arasından gerçek renge ulaşmayı idrak eder. Sevgiler bitmez öyle ki, tüm beşeri gerçekler, tüm dünya silinir gider ama sonsuz sevgiler devamlı yaşar. Gerçek sevginin ve güzelliğin yanında bizimkisi sönük kalır. Bu sevginin membaı da yaratıcıdır, rabbimizdir. Her insan yaratıcının güzel parçasını içinde taşımaktadır. Vicdan, kalp ve ruh kir, pas, leke kabul etmez. Kalbimizde sevgi ve merhamete çokça yer verdiğimizde, vicdan duygusunu geliştirdiğimizde, içimizde olan volkan sonsuz yaşama dönüşür. Sevgi gayret ister, emek ister. Sevginin en büyük kaynağı olan rabbimizi her şeyden çok sevmeliyiz ki sevgide derinleşerek, sevginin sonsuzluğuna varalım. Sevmek sevgiliyi istemeyi de öğrenmektir. Sevgili olunca, âşıkla maşuk olunca ölüm bile güzeldir. En büyük sevgi, sonsuz yüce sevgilerde, yaratıcıda saklıdır. Sevgililerin sevgilisi yaratıcıyı sevmek de sevgiliden gelen her sözü kabullenmek, “öl” emrine bile “ölürüm” diyebilmektir. Sevmek, ölümden öte sonsuzluğa taşınabilmek, sevgili olmasını bilmektir. Tükenmeyen kaybolmayan sevgiler kaynağından doya, doya içmektir. Sevgilerin aslı ve odağı olan Allah sevgisini hiçbir zaman kalpten çıkarmamaktır. Şu dünyada beşer, şaşarız. Ne kusursuz insan aramalı, ne de insanda kusur. Seveceksek öylece sevmeli. Sevgilerde yücelip yaratıcıya ulaşmalı… Yeni ufuklara gerçek sevgi ve inançla dolu gönül yelkeniyle yola çıkalım. Kalp gözüyle görüp, aşk gözüyle yaşayalım… İnancı, sevgileri kalpten kıyama kaldırıp sevgiler dağıtalım. Sevgilerin kaynağına, sevgililerin en büyüğüne, yaratıcıya teslim olalım…Selam ve dua ile Hacegan...
Re: SEVGİ KAYNAGI.....Asri_Saadet yorumunuz için çok teşekkür ederim Allah razı olsun.
Re: SEVGİ KAYNAGI.....Sevgililerin sevgilisi yaratıcıyı sevmek de sevgiliden gelen her sözü kabullenmek, “öl” emrine bile “ölürüm” diyebilmektir. Sevmek, ölümden öte sonsuzluğa taşınabilmek, sevgili olmasını bilmektir. Tükenmeyen kaybolmayan sevgiler kaynağından doya, doya içmektir. Sevgilerin aslı ve odağı olan Allah sevgisini hiçbir zaman kalpten çıkarmamaktır.
DEGERLI PAYLASIMLARIN ICIN TSK EDERIM, EMEGINE YÜREGINE KALEMINE SAGLIK HACEGAN KARDESIM ALLAH RAZI OLSUN SELAM VE DUA ILE
Re: SEVGİ KAYNAGI.....Sevmek sevgiliyi istemeyi de öğrenmektir. Sevgili olunca, âşıkla maşuk olunca ölüm bile güzeldir. En büyük sevgi, sonsuz yüce sevgilerde, yaratıcıda saklıdır. Sevgililerin sevgilisi yaratıcıyı sevmek de sevgiliden gelen her sözü kabullenmek, “öl” emrine bile “ölürüm” diyebilmektir. Emeğine yüreğine sağlık hacegan.
Re: SEVGİ KAYNAGI.....Yorumunuz için tşk ederim Baybora__.
Re: SEVGİ KAYNAGI.....Yeni ufuklara gerçek sevgi ve inançla dolu gönül yelkeniyle yola çıkalım. Kalp gözüyle görüp, aşk gözüyle yaşayalım… İnancı, sevgileri kalpten kıyama kaldırıp sevgiler dağıtalım. Sevgilerin kaynağına, sevgililerin en büyüğüne, yaratıcıya teslim olalım.Emeğine yüreğine sağlık paylaşım için....
Re: SEVGİ KAYNAGI.....Teşekkür ederim koray sağolasın.
SanalKahve © Copyright 2007 - 2014 Tüm Hakları Saklıdır.
|