Allah Azimüşşan, Kur'an'da Ümmet-i Muhammed olarak kadın ve erkek cümlemize, ana-babaya itaati emretti. Öyle ki, ana-babaya itaat etmeyenin durumu Allah'a isyan etmek gibi oldu.
Peki ana-babaya itaat nasıl olacak? Ana-babaya güzel davranmakla, sohbetle, hukuklarına riayetle, sıkıntı ve meşakkatlerine katlanmakla itaat edilecek. İtaatin şekli bu. Güzel davranış, güzel edep, bütün haklarına dikkat, yedirmek, içirmek, giydirmek, ihtiyaçlarını karşılamak gibi... Beş vakit namazın sonunda ana-baba için dua etmek de itaatten sayıldı. Ana-babasına itaatte kusur işleyip pişmanlık çekenler için böyle bir fırsat var. Hacca gider, orucunu tutar ve benzeri hayırlı işlerinin sevabına ana-babalarını ortak eder, onlara hediye ederler. Onların niyetine, salâvat getirir, Kur'an okuyup, dua ederler. İtaat meselesinde sınır şudur: Allah'a isyan hususunda, günah sayılan meselelerde ananın-babanın ve Ümmet-i Muhammed'in hukukuna riayet edilmez. Ana-babaya, komşuya veya akrabaya itaat edeyim derken Allah'a isyan edilmez. Allah'a isyan edilen meselede, ana-babaya, komşuya, arkadaşa, akrabaya, kimseye itaat etmek olmaz. Ana-babaya itaatte evli kadınların dikkat etmesi gereken bir hususu da belirtelim: Kadınlar önce iman ve namaz sonra koca hukukundan ve sonra diğer sorumluluklarından sorguya çekilir. Evlilikle birlikte, kocanın hakları ana-baba haklarının önüne geçer. Şimdi Hz. Peygamber s.a.v. ve kâmil zatların sözleriyle ana-baba hukukunu ifade edelim: Yemenli bir adam, savaşmak için Rasulullah s.a.v. Efendimiz'in yanına geldi. Peygamber s.a.v.: - Annenle baban sana harbe gitmen için izin verdi mi, diye sordu. - Hayır , dedi Yemenli adam. Peygamber s.a.v.: - Öyleyse dön, onlardan izin al. Eğer izin verirlerse bize katıl, aksi halde elinden geldiği kadar onlara hizmet et. Çünkü bu, imandan sonra kulun Allah'a kavuşacağı en güzel ameldir, buyurdu. Bir başka hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: “Ana-babaya itaat, (nafile olan) namaz, oruç, hac, umre ve cihaddan efdaldir .” Allah, Hz. Musa a.s.'a: “Kim ana-babasına iyilik yaparsa bana iyilik yapar. Kim asi olursa, bana isyan etmiş olur” diye vahyetti . “Anaya-babaya asi gelen kimse, ne yaparsa yapsın, cennete giremez.” Cennet kokusu beşyüz senelik yoldan duyulduğu halde ana-babaya asi olanlar duymaz. Ana ve babasına sağlığında hizmeti dokunmayanlar, onları razı edemeyenler, şimdi hayırlı ameller yaparak onların ruhlarına bağışlasınlar. Ebu Hureyre r.a.'dan rivayet edilmiştir: Bir kişi Hz. Peygamber s.a.v.'in yanına gelerek: - Ey Allah'ın Rasulü! En fazla kime iyilikte bulunayım, diye sordu. Peygamber s.a.v.: - Annene , buyurdu. Adam: - Daha sonra kime, diye sordu. Yine “annene” cevabını aldı. Adam üçüncü kez sorduğunda cevap yine aynı oldu. Adam tekrar: - Daha sonra kime, diye sordu. Bu kez: - Babana, cevabını aldı. Hz. Musa a.s., “Ya Rabbi! Benim cennet komşum kim?” diye merak eder. Kendisine “Filan yerdeki genç bir kasap” denir. O da bu cennet komşusunu görmeye gider. Kasabı görünce: - Allah için misafir kabul eder misin delikanlı, diye sorar. Kasap onu tanımaz ama kabul eder, evine götürüp ağırlar. Evde kasabın yaşlı, yatağından kalkamayan bir annesi vardır. Kasap getirdiği eti pişirir, annesini doyurur. Sonra üstünü değiştirir, rahat etmesi için elinden geleni yapar. Kadın oğluna bakar ve bir şeyler fısıldar. Musa a.s. merak eder, “Annen ne dedi?” diye sorar. Genç der ki: - Allah seni cennette Musa'ya komşu yapsın dedi. Musa a.s. kendisini tanıtır; - Cennet komşum sensin, der. Bir annenin duasının bereketine bakın ki, cennette peygamberlerle komşuluğa vesile oluyor. Bunun aksine, yanında ana-babası yaşlanıp da onlara hizmetten, hürmetten geri kalanlara ise Peygamber s.a.v. Efendimiz, “burunları yere sürünsün” diyor. Ne amel yaparsan yap, ana-babana asi olma, onların hoşnutluğunu kazan. Ana-babaya isyan eden, onlara Allah'ın hükümlerine uygun şekilde itaat etmeyen cennete giremez. Anne ve babanın duasını al, bu senin için iyi olur.Rabbim bizleri Anne ve Babalarının dualarına nail olan kullarından eylsesin inşallah Amin ecmain Hacegan....
3 sonuç bulundu
3 sonuç bulundu • 1 sayfadan 1. sayfa
"İNSANA SAYGI"İnsanı, insan olduğu için sevmek ve saygılı olmak; asıl olan budur. Yoksa kendi gibi düşünenleri sevmek ve saymak, samimi ve insanca bir sevgi ve saygı değil, bir bencillik ve insanın kendi kendini putlaştırması demektir. Hele hele temel düşünce ve tasavvurda, aynı çizgide olup da, tıpatıp bizim gibi düşünmeyenleri horlama ve irdeme, bir mürüvvetsizlik ve hodgamlıktır. Bizler, geleceği kucaklayıp ve kuracakları, meseleleri çıkış noktalarına sebeplere göre değil, gayelere göre mütalaa edecek bir nesil olarak düşünüyoruz. Mademki, hep ayni düşüncede olan bizler, birbirimizin nazarında değişik yol ve stratejilerle, aynı noktaya varmak için çırpınıp duran yolcularız, ne diye bu yüce hedefin mukaddes yolculuğunu berbat ediyoruz.İnsanlığın gelecekte alacağı cebri-keyfiyet, hele içinde bulunduğumuz dünya itibariyle, bizi o türlü dikkat ve teyakkuza zorluyor ki, şu anda aceleden vereceğimiz günübirlik herhangi bir karar, ileride telafisi imkânsız hatalara sebebiyet verecektir. Bunun içindir ki, geleceğin mimarları, kuracakları dünyayı insanlık sevgi ve saygısına dayalı bir mana ve ‘görünüm’ içinde kurma mecburiyetindedirler.Muasır dünya, getirdiği şeylerle bizi karanlık yollara saldı. Ve şu anda, ne olduğunu bilmediğimiz bir sürü mesele ile karşı karşıya bulunuyoruz. Halline uğraştığımız bu meseleler alabildiğine kaypak ve tutarsız; neticeleri de o nispette tenakuzlarla dolu. Evet, insanlığa ab-ı hayat getirmek için Kaf dağına azmetmiş binlerce hızır var, fakat hiçbirinde ölümsüzlük iksirinin emaresi mevcut değil. Ve bu havan taslaklarının bütün gayretlerine rağmen, insanlık saygısı, bugün ciddi tehlikelerle burun burunadır.Bizler, yıllar yılı hep böyle didinip durduk; fakat bir türlü yarının kaidelerini oluşturacak terkiplere ulaşmadık. Ulaşamazdık da; zira duygu ve düşüncelerimizin farklı şeyler vaat edişi ve farklı şeyler getirişi, bizleri, elinde kırık bir plak ve yarım bir beste kapı kapı dolaşan müzisyenler haline getirmişti. Her ferd, eline aldığı doğrunun bir parçasıyla, başka doğruları inkâr ve herkesi elindeki parçacığa ittiba etmeye mecbur saydığı müddetçe, telahuk-u efkâra, (1) yeni terkiplere ve kurtarıcı reçetelere ulaşmağa imkân var mıdır? Hele ikna edilmeyenlere karşı tektir, tecrim; hatta fiili tecavüz silahı da kullanılacak olursa..Bugün usuldeki bu yanlışlıklarla varılan nokta, çok hazin ve düşündürücüdür. Omuz omuza aynı yolda yürüyen insanlar, birbirlerini tanımaz olmuşlardır. Doğrular ve yanlışlar, asıl kaidelerinden kaydırılarak, grupların hevesine göre, kaypak raylara oturtulmuştur. Böyle bir curcuna içinde, ne hedefin yüceliğini ne de vesilenin ondan farklılığım seçmek mümkün değildir.Günümüzün insanı, bahardan km almak için seyre çıkıp da, bir sarıçiçeğe bağlanmış gibidir. Aslında o, vesileler için kavgaya tutuştuğu bu yolda, çoktan hedefe yarma ümidini yitirmiştir. Artık yaptığı şey, sırf uğraşmak için uğraşmak ve hareket etmek için hareket etmekten ibarettir. Mabette, turistlere şirin görünmeye kendini kaptırmış mihmandar, nasıl mabede hizmet ve yaratana kulluğu unutur; öyle de, bugün, herhangi bir klik ve partiye dil beste olanlar, hedef ve gayeye karşı yâd ve bigane kalmışlardır.Günümüzün insanı, baharın yolunda bir çiçeğin mahkûmu; deryanın peşinde bir katrenin zebunu olmuştur. Bana öyle geliyor ki, ona yeni bir bakış kazandıracağımız ana kadar, bu seyyiat ve perestişkârlığının önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Ama herşeye rağmen bizler, doğruya tercüman olmakla mükellefiz. Keşke olabilseydik!.Gözümüze giren ve kalbimizi dolduran hava ne kadar cazip ve bağlayıcı olursa olsun, gönül verdiğimiz hakikati unutmamıza asla cevaz verilemez. Aynı kamp içinde bulunan bizler, birbirimize yabancı kalamayız. İyinin ve güzelin tekeli elimizde değil ki, aynı hedefe doğru giden bir başka yolun yolcusuna savaşımız tecviz edilsin.Farklı düşüncedeki birinin, yol ve sisteminin kritiğini yapabiliriz. Bu, aklın farklı işleyişinin ifadesidir. Ama eğer, aynı ufka ulaşmak için çırpınıp duruyorsak, hiç olmazsa onun düşüncesine de saygı göstermeliyiz. Bu, aynı hedefe yönelik bulunmanın, aynı imanı taşıyor olmanın, aynı terminolojiyi kullanmanın ve nihayet herşeyin üstünde yüce yaratıcının tebcil ettiği mukaddes manaya saygılı olmanın gereğidir.İnsana saygılı olalım! Onun havı bulunduğu yüce hakikatlere saygılı olalım. Yaratanından ötürü, onu sevip saymasını bilelim. Bu anlayış içinde geliştirebildiğimiz bir topluluk, eninde sonunda kendine gelecek ve kaybettiği şeyleri telafi etmesini bilecektir.
ötekileştirmekSİYAH – BEYAZ + ÖTEKİLER – BİZİMKİLER 05 Kasım 2007İki zıt kutbun, insanlık için neler kaybettirdiğini az çok hepimiz şahit olmuşuzdur... İnsanlık tarihine bakıldığı zaman kutuplaşmaların, hayırlı sonuçlar verdiğini müşahede etme imkânı bulamayız. Örnek vermek gerekirse; İlk inananlar ile müşrikler arasındaki gerginliğin her iki tarafı da yıprattığı bir gerçektir... Burada şunu fark etmemek elde değil... Aklıselim düşünen tarafın da, kazandığı bir gerçektir. Bu gerçek sadece o döneme has olmayıp dünya durdukça da var olacaktır.Kişileri; dinleri, inançları, renkleri, soyları ile küçümsemek ve ayrı bir kategoride değerlendirmek yanlıştır. Her insan, Allah’ın eşsiz sanatının bir eseri olup, dünya denen âlemde yaşama hakkına sahiptir. Birey ve topluluklar, bir ideal uğruna hareket etmekle mükelleftir. Düşüncelerine saygı duymak gerekir. İnsan olarak bakıldığında ortak payda, yaşam özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü ön plana çıkar.Kuvvet ve imkân çokluğuna sahip olanın, olmayana zulmetme hakkı yoktur. Olamaz da. Bu doğrudan yola çıkarak, insanları sınıflandırmanın yanlışlığını tarih çok acı olaylarla ispat etmektedir.Kişi ve kişilerin fikir, kuvvet ve mal üstünlüğü ile böbürlenmesi Ahsen-i takvimdeki yaratılış özelliğine de terstir. Kişilere o imkânı veren de vermeyen de kâinatın sahibi olan Allah (cc)’tır. Vermişse, kişinin imtihanının o üstün saydığı şeyle olması içindir. İmkânı elinde olmayanın da imtihanı yokluk karşısındaki davranışlarına bağlıdır. Birde insanları inanışları ile hakir görmek vardır ki; bu işin en çetrefilli merkezine doğru götürmekte. Ayrımcılık yoluna giden bir kişi ve kişiler, şunu da düşünmek zorundadır... “Benim tahammül edemediğim ötekine, bana da tahammül edemeyen bir öteki olabilir mi?” akıl sahibi bunu düşünmek zorundadır... Kutuplaşmayı yaparken kendisinin bir kutup olduğunu, karşı tarafın da ayrı bir kutupta olduğunu, kendisinin düşünce yeteneğinin var olduğu gibi, karşı taraftakinin de düşünme yeteneğinin var olduğunu düşünmek zorundadır. Kuvvet sistemini eline geçiren bir grup baskı ile öteki saydığını sindirme yoluna gidiyorsa, kendi fikrine ve idealine güveninin olmadığı ortaya çıkar. İnsanlar arasında tartışma ortamı oluşturmadan, fikir teatisi yapmak isteyen biri; fikirlerinden çok davranış ve yaşayışı ile karşı tarafı etkilemeli ki, karşı taraf onda gördüğü güzel haller sayesinde, yolunu değiştirebilsin veya saygı duysun.Sözü ile davranışı bir olmayan bir insanın, insan üzerinde etkili olması imkân dâhilinde değildir. Bu durumda iken ısrar etmenin neticesi, cebir kullanmaya doğru zemin hazırlar. Küçümseme duygusunun benliğe hâkimiyetinde, öteki ve beriki tabirinin netliği ortaya çıkar.Bir zamanlar bu ülkede sen-ben, siz-biz, sağ-sol gibi kutuplaşmaların faturasını ülke olarak çok pahalıya ödemiş bir toplumuz. İşin garip tarafı o zaman kutuplara ayrılmış olanlar, bugün aynı kahvehanede karşılıklı oyun oynayıp, eğlenebilmektedir. Karşı taraf diye ayrım içine sokulan ve birbirlerine acımasızca saldıran o guruplar, şimdi barışık halde yaşamaktadır... Bu da şunu göstermektedir ki; dikta edilen fikir ve ideolojiler ilelebet baki kalamaz. Akl-ı selim düşünen bunların yanlış olduğunu anlar. Denilebilir ki; o zamanlar birbirine silah çeken gençlik akl-ı selim değil miydi?.. Elbette akl-ı selimdi... Fakat insanları her yönden kuşatmış olan, benlik daha fazla ön plana çıkmıştı. Kimisi de yarınından endişe duyar haldeydi. Taraf olmanın menfaat teminine dayandığını sanmıştı. Benim gibi düşünmeyenin yaşama hakkı yok dendiği zaman, dünyadaki bütün insanlığı karşı tarafa koymuş olursunuz. Çünkü her insanın dünyaya bakış açısı çok farklıdır. Bu bakış açısını, kılık kıyafetiyle, davranışıyla, yaşayışıyla, vs. belli etme hakkı vardır... Ama benim gibi düşüneceksin, benim gibi giyineceksin, benim gibi, benim gibi dediğiniz zaman ortama gerginlik hâkim olur... Bu durum da hem kişi, hem de toplum için zarar verici bir hal alır. Bir de bakmışsınız ki, kronikleşmiş ve tamamen zıt kutuplar içinde bir insan toplumu çıkar ortaya. Yaşam, düşünce, konuşma, yazma, vs, bütün kişiye özel haller zorlaşır.Bir zamanlar gençleri kutuplaşmalarla birbirine vurduran perde arkasındaki senaristler, bugün gençliğin eğitimli olması ve oyuna gelmemesi karşısında, yeni oyunlar sahnelemekle meşguldür... Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) der ki; “Bir insan, bir yılan deliğinden iki kere ısırılmaz.” Bu hadis’e dayanarak, şayet ısırılırsa, onun aklından zoru vardır. Son söz olarak şunu belirtmekte yarar vardır... “Kutuplaşmalar insanlığa yarar yerine zarar verir. Bu gök kubbenin altında, her canlıya yetecek kadar rızık var iken, hep benim olsun sevdasına gidenlerin tarihte de var olduğunu ve onların da bir avuç toprak olup gittiklerini her akıl algılayabilecek kudrete sahiptir..”Dünya herkese yeter... Tahammül etmesini bilmek erdemlik sıfatının en güzel yanıdır. Hayvanlarda aynı ırk ve cinstekiler arasında ötekileştirme olsaydı ne olurdu?Yarınınız bugününüzden daha iyi olsun...FİTNE FESADA YER VERME HERŞEDEN ÖNCE KALP TEMİZ OLACAK NİYET TEMİZ OLACAK
SanalKahve © Copyright 2007 - 2014 Tüm Hakları Saklıdır.
|