85 sonuç bulundu

Geri dön

Vay be..


Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..

 


Necip Fazıl KISAKÜREK

 
Tutku
Pts May 20, 2013 11:59 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Buğday çimi...

Şellalem severim senin duruşunu..bir bütün olarak biz mükemmeliz..:)


Teşekkürler......

yesilevren
Pts May 13, 2013 12:04 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: "OKUMAK" ANLAMADAN CEVAP VERMEMEK

Hayatta hiçbir şeyden korkmayın sadece her şeyi anlamaya çalışın..... ..ABLAMM BU SENİN PAYLAŞTIGIN ŞIKLARDAN 1 İÇİN EN ÖNEMLİSİ ANLAMAKK..EMEGİNE SAGLIK SÜPER

KoRaTeS__
Cum May 31, 2013 2:43 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: "OKUMAK" ANLAMADAN CEVAP VERMEMEK


Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan bir iletişim aracıdır. Düşünme yeteneği, düşündüğümüzü anlatma ve başkalarıyla iletişim kurma dilden yararlanma yeteneğimiz ile doğru orantılıdır.
Dil bir iletişim aracıdır. Duygu, düşünce ve istekler dil ile aktarılır. Duygu ve düşüncelerin aktarılmasında sözü söyleyen kişi kaynak, söylenen bir söz (mesaj, ileti), iletilen sözü alan alıcı ve bir de iletişimin yapıldığı iletişim ortamı vardır. Bu düzeneğe iletişim sistemi denir. Bu yönüyle dil en etkin bir iletişim aracıdır.
Konfiçyus’a sormuşlar; “Eğer bir ülkede yönetici olsaydınız ilk olarak ne yapmak isterdiniz?” Konfiçyus : “Şüphesiz önce dili düzeltirdim.” “Peki neden?” “Çünkü dilde bozukluk varsa söylenen şey tam olarak anlatılamaz; eğer söylenilen, gerçek anlamı yansıtmazsa asıl eylem gerçekleşmez. Eylem gerçekleşmez ise sanat ve ahlak çöker, sanat ve ahlak çöküntüye uğrarsa adalet yoldan çıkar, eğer adalet yoldan çıkarsa çaresiz kalan halk bunalıma sürüklenir. Sonuçta doğru karar verme olanağı ortadan kalkar.” İşte bu durumları önlemek için dil, tüm öğretilerin üzerinde önem taşır... “Sözcüklerin gücünü anlamadan insanların gücünü anlayamazsın.”
Güzel bir konu Polatcan yüreğine sağlık...
Tutku
Cum May 31, 2013 2:39 pm
 
Foruma git
Konuya git

"OKUMAK" ANLAMADAN CEVAP VERMEMEK

Bilmek, soyut bir eylem. Bilgiyle amel edildiğinde farkına varılıyor. Tecelli şekliyle görünür, duyulur, paylaşılır oluyor... Fazla söze gerek var mı acaba?"İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmez isen, Ya nice okumaktır..."Canım Yunus böyle özetlemiş işte...Okumak kelimesine yalnızca okul, kitap anlamlarını yüklersek, yorumda ve kast edileni anlamakta yanlışlık yaparız. Çünkü tartışılmaz bir ilim ile yaratılan kâinat, " talip olana " disiplinli bir akademi gibi ilim tahsil ettirir. Akademinin en kuvvetli profesörü ise, kendimizde var olan, varlık bulanlardır... Var olanlar doğuştan getirdiklerimiz, varlık bulanlar ise, bilgi ve deneyimlerimizin, tahsilâtlarımızın DNA larımızla birlikte oluşturduğu bilincimiz ve altındakiler altımız olduğuna göre. Ve bunlarında hakikat olduğu ortadayken, uzaklaşmalar, üzerini örtmeler, yok saymalar, hiçbir gerçeği ve gerçek olmadıklarını bildiklerimizi yok etmiyor... Kabul edilmesi insan fıtratınca, akıl ve gönülce mümkün olmayanları da boyun eğmek anlamına gelmeyen bir gerçeklikle kavramak gerekiyor. Ki; tedbir almak mümkün olabilsin. Kaldı ki; materyalist yaklaşımlar, yalnıza pasta ya vurgu yapıyorlar... Yani güç, güçsüzlük, iştah, tat. Pastayla ve doyumsuzlukların dürtülmesi ile ilgili...Elbette ihmal edilmemesi gereken şey, "Atalet" in içinde bir "Moment" in olduğunu atlamamak...Yani aksiyon evet, okumak, satır satır, sayfa sayfa kendini okumak... Kendinle birlikte DAVRANMAK...
KoRaTeS__
Cum May 31, 2013 2:04 pm
 
Foruma git
Konuya git

şikayet etme, şükür et...

İnsanın dünyada bulunmasının temel gayesi kulluktur. Kulluğun seviyesinin tespiti de imtihanla mümkündür. Allah insanı çeşitli şeylerle imtihan eder. Bu imtihan bazen biraz korku, biraz açlık, mal, can ve ürünlerden eksiltmek şeklinde, bazen de ihsan ve nimet vermekle olur. Dolayısıyla hem zorluk, sıkıntı ve musibetler hem de iyilik ve güzellikler bizler için bir imtihan vesilesidir. Ancak Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle insan hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. ’Bir sıkıntı ve kötülükle karşılaştığında feryadı basan, iyilik ve ihsan karşısında ise cimri kesilen bir varlık olarak zikredilmektedir. (Meâric, 19-21) İnsan geçmişte özellikle de çocukluk ve gençlik yıllarındaki yokluk ve zorlukları şikayetle değil, şükür gözyaşlarıyla anlatmalı, unutulmamalı ki bu yokluk, zorluk ve sıkıntılar, insanı Yaratıcısına yaklaştıran, hayal âleminden uzaklaştıran, gerçeklerle yüzleştiren, olgunlaştıran etkenler ve ahiret yurdu için de zenginliklerdir. Zaman zaman pek çoğumuz torunlarımıza, çocuklarımıza ve gençlere, yeni neslin eskiye göre daha fazla imkanlara sahip olduğunu, hayat seviyesinin şimdi daha üstün olduğunu belirtmek için geçmişten örnekler veririz. Özellikle de yaşadığımız zorluk, yokluk ve çektiğimiz sıkıntıları, üzüntüleri birazda kendimize pay çıkararak anlatmaya çalışırız. Yaşadığımız hayat inişli çıkışlı ve virajlarla doludur. Bazen bu virajlar çok keskindir ve büyük sabır gerektirmektedir. Peygemberimiz (s.a.s.) bir hadislerinde, “İmanın yarısı sabır öteki yarısı da şükürdür.” buyurmuşlardır. İnsan, hayatındaki bu iniş, çıkış ve virajları vahyin ve sünnetin ışığı altında düşündüğü zaman, başlangıçta kendisine hoş gelmeyen olayların ne hikmetlerle, hayırlarla dolu olduğunu anlar ve görür. Bundan dolayı da şükrünü artırır. Şükür; Yüce Yaratıcı'yı ve O'nun nimetlerini tanımak, bu nimetleri yerinde kullanmaktır. Şikayet ise Allah (c.c.)’ın nimetlerine nankörlük ve saygısızlıktır. Kur’an da Yüce Allah, “Şükrederseniz size nimetlerimi artırırım, nankörlük ederseniz azabım pek çetindir.“ (İbrahim, 7), “Şayet siz şükür ve iman ederseniz Allah size ne diye azap etsin? Allah şükrün karşılığını verendir, her şeyi bilendir.” (Nisâ, 147) buyurarak şükrün karşılığının nimetlerin, huzur ve mutluluğun artması; nankörlük ve şikayetin karşılığının ise sefalet ve azap olduğunu bildirmiştir. Yine Kur’an’ın ifadesiyle bizim için hayır görünen işlerde şer, şer görünen işlerde hayır olabilir. Geçmişin şükürle yâdedilmesi gerektiği konusunda bazı önemli noktalar şunlardır: 1- Yüce Yaratıcı kullarını, yokluk, zorluk ve sıkıntılarla kendine daha çok yakınlaştırır. Çünkü sıkıntı hâlinde kul, itaat, ibadet ve taatla Yüce Yaratıcı'ya yönelir. Kendisi herkes tarafından yalnız bırakıldığı ve aciz kaldığı bir anda tek çarenin Yüce Yaratıcı'ya sığınmak olduğuna inanır, ona yönelir. Bu yaklaşma aynı zamanda Cenab-ı Allah’ın kula yaklaşması demektir. Bunun karşısında şükretmek gerekmez mi...? 2- Geçmişteki bu olumsuzluklar insana sabırlı olmayı öğretir, onu olgunlaştırır ve hayatın bazı gerçekleriyle yüzyüze getirir. Gerçek yaşama uyumu sağlar ve merhamet duygusu gelişir. Bunun karşısında da elbette şükür gerekir. 3- Bir nimetin kıymeti onun zıddıyla daha iyi anlaşılır. Sağlığın kıymeti hastalıkla, gençliğin kıymeti yaşlılıkla ve varlığın kıymeti yoklukla daha iyi anlaşılır. Bazen yokluk hâlinde neredeyse isyan derecesine varan itiraz ve şikayetler insana hem dünyasını hem de ahiretini kaybettirir. Rivayete göre Hz. Mevlana evinde yiyecek olmadığı zaman daha çok şükreder ve şöyle buyururmuş; “Allah’ım sana şükürler olsun ki, bugün evimiz peygamber evi gibi oldu.” Demek ki, geçici yokluklar da bir lütuf ve ihsandır. Bu lütuf ve ihsanlar karşısında şükür ve gözyaşı ile mukabelede bulunmak gerekmez mi? 4- Görevi sadece Allah (c.c.) ‘tan aldığı emirleri insanlara bildirmek, insanlığı cehaletten, felaketten kurtarmak, dünya ve ahireti ihya etmek olan iki cihan güneşi Peygamberimiz (s.a.s.), çektiği sıkıntılar ve üzüntüler karşısında bizim çektiğimiz ne ki...? Cebrail (a.s.) kendisine “Cenab-ı Allah sana soruyor, peygamberliğin zorluklarıyla nasılsın?” diye sorduğunda, Peygamberimiz, “Rabbim beni kulluğa kabul etti mi?” şeklinde mukabelede bulunmuştur. Acaba hiç düşündük mü, bu sızlanmalarımız, şikayetlerimiz onun bir ümmeti olarak ona bir saygısızlık ve Yüce Yaratıcı'ya karşı nankörlük olmaz mı? 5- Bu olumsuzluk ve sıkıntıların yanında Yüce Allah’ın verdiği nimetler düşünülürse, örneğin Müslüman bir anne babadan, minarelerin gölgesinde ezan sesleriyle dünyaya gelmemizin ve Müslüman olarak yaşamamızın karşılığını bize bu nimetleri verene karşı nasıl ödeyebiliriz? Ödemek mümkün mü? Yüce Allah’ın verdiği sonsuz ve sayısız nimetlerin yanında bu tür sıkıntılar hayatın çeşnisi, tadı ve tuzudur. 6- Şayet geçmişteki bu sıkıntılardan bazıları, birilerinin yaptığı zulüm ve haksızlıklardan ileri geliyorsa bu da sevindirici olup şükrü gerektirmektedir. Zulüm gören insan mazlum, yapan ise zalimdir ve kul hakkını gerektirir. Mazlumlar daima Yüce Yaratıcı'nın koruması altındadırlar ve birilerinden alacaklı durumdadırlar. Üzerlerinde kul hakkı olmadıkları için rahattırlar, kuş gibi hafiftirler... İnsan, “Yarabbi, beni zalimlerden kılmadığından ve üzerimde de kul hakkı olmadığından sana sonsuz şükürler olsun“ diye secdelere kapanır ve birilerine karşı suç işlememenin rahatlık ve mutluluğunu yaşar. Bir mümin yukarıda belirtilen hikmetlerden dolayı Yüce Yaratıcı'sına daima şükretmeli, geçmişte yaşadığı anılarını şikayetle değil şükür gözyaşlarıyla anlatmalı vesselam...selam ve dua ile Hacegan...
 
Hacegan__
Cum May 31, 2013 1:06 pm
 
Foruma git
Konuya git

İnsan Var, İnsancık Var,Erkek Var,Erkekcik Var,Kadın Var,Kad


Bizi diğer canlılardan ayıran ve ‘İNSAN’ olmamızı sağlayan özelliklerimize ne oldu? Ruhlarınızı şiddetten,sapkınlıktan arındıramayacak kadar acizseniz eğer ben size sadece ‘İNSANCIK ‘ derim o zaman! Böyle mi yetiştirildi benim ülkemin erkekleri? Koruyan,kollayan,sahip çıkan olamıyor musunuz artık? Kendi öz kızına,gelinine,kuzenine,yeğenine,komşusuna başta olmak üzere küçücük kız çocuklarına bile el uzatmaya,tecavüz etmeye,işkence etmeye utanmayan ve kendilerine hala ‘ERKEK’ diyebilenlere ben sadece ‘ERKEKCİK’ derim o zaman! Erkeklik bu mu? Savunmasız bir insana,bir çocuğa zorla,işkence yoluyla, kaçırarak sahip olmak ‘ERKEK’lik mi? Sonrada yakalanma korkusuyla kurbanını öldürmek mi yoksa ‘ERKEK’ lik? Ve bu bahsettiğimiz ‘İNSANCIK’ lar dünlerin çocukları değil mi? Ne biçim çocuk yetiştiriyorsunuz? ‘KADIN’ lık bu mu? Birisi size madalya takacakmış gibi sürekli çocuk doğurup potansiyel suçlular yetiştirmek marifet mi? Çocuk doğurmak hobi değildir! ‘İNSAN’ yetiştirmekse hiç kolay değildir! Siz ‘KADINCIK’ lar kendinize gelin! Bu ülkenin yeterince potansiyel suçlusu var! Çocuklarınızaşiddeti,sapkınlığı,ilgisizliği,sevgisizliği,******, sahtekarlığı, namussuzluğu öğreteceğinize ‘İNSAN’olmasını ve ‘İNSAN’ a değer vermesini öğretin! Öncelikle kendine daha sonra karşısındakine saygı duymasını öğretin! Çocuğunuzdan önce kendiniz öğrenin bunları! Bir ‘KADIN’ olduğunuzun farkına varın! Bu ülkenin geleceğinin temellerini atan ‘KADIN’ lardan OLUN! ‘KADINCIK’ lardan DEĞİL! ! !
 
KoRaTeS__
Cmt Haz 01, 2013 10:10 am
 
Foruma git
Konuya git

"İNSANA SAYGI"

İnsanı, insan olduğu için sevmek ve saygılı olmak; asıl olan budur. Yoksa kendi gibi düşünenleri sevmek ve saymak, samimi ve insanca bir sevgi ve saygı değil, bir bencillik ve insanın kendi kendini putlaştırması demektir. Hele hele temel düşünce ve tasavvurda, aynı çizgide olup da, tıpatıp bizim gibi düşünmeyenleri horlama ve irdeme, bir mürüvvetsizlik ve hodgamlıktır. Bizler, geleceği kucaklayıp ve kuracakları, meseleleri çıkış noktalarına sebeplere göre değil, gayelere göre mütalaa edecek bir nesil olarak düşünüyoruz. Mademki, hep ayni düşüncede olan bizler, birbirimizin nazarında değişik yol ve stratejilerle, aynı noktaya varmak için çırpınıp duran yolcularız, ne diye bu yüce hedefin mukaddes yolculuğunu berbat ediyoruz.İnsanlığın gelecekte alacağı cebri-keyfiyet, hele içinde bulunduğumuz dünya itibariyle, bizi o türlü dikkat ve teyakkuza zorluyor ki, şu anda aceleden vereceğimiz günübirlik herhangi bir karar, ileride telafisi imkânsız hatalara sebebiyet verecektir. Bunun içindir ki, geleceğin mimarları, kuracakları dünyayı insanlık sevgi ve saygısına dayalı bir mana ve ‘görünüm’ içinde kurma mecburiyetindedirler.Muasır dünya, getirdiği şeylerle bizi karanlık yollara saldı. Ve şu anda, ne olduğunu bilmediğimiz bir sürü mesele ile karşı karşıya bulunuyoruz. Halline uğraştığımız bu meseleler alabildiğine kaypak ve tutarsız; neticeleri de o nispette tenakuzlarla dolu. Evet, insanlığa ab-ı hayat getirmek için Kaf dağına azmetmiş binlerce hızır var, fakat hiçbirinde ölümsüzlük iksirinin emaresi mevcut değil. Ve bu havan taslaklarının bütün gayretlerine rağmen, insanlık saygısı, bugün ciddi tehlikelerle burun burunadır.Bizler, yıllar yılı hep böyle didinip durduk; fakat bir türlü yarının kaidelerini oluşturacak terkiplere ulaşmadık. Ulaşamazdık da; zira duygu ve düşüncelerimizin farklı şeyler vaat edişi ve farklı şeyler getirişi, bizleri, elinde kırık bir plak ve yarım bir beste kapı kapı dolaşan müzisyenler haline getirmişti. Her ferd, eline aldığı doğrunun bir parçasıyla, başka doğruları inkâr ve herkesi elindeki parçacığa ittiba etmeye mecbur saydığı müddetçe, telahuk-u efkâra, (1) yeni terkiplere ve kurtarıcı reçetelere ulaşmağa imkân var mıdır? Hele ikna edilmeyenlere karşı tektir, tecrim; hatta fiili tecavüz silahı da kullanılacak olursa..Bugün usuldeki bu yanlışlıklarla varılan nokta, çok hazin ve düşündürücüdür. Omuz omuza aynı yolda yürüyen insanlar, birbirlerini tanımaz olmuşlardır. Doğrular ve yanlışlar, asıl kaidelerinden kaydırılarak, grupların hevesine göre, kaypak raylara oturtulmuştur. Böyle bir curcuna içinde, ne hedefin yüceliğini ne de vesilenin ondan farklılığım seçmek mümkün değildir.Günümüzün insanı, bahardan km almak için seyre çıkıp da, bir sarıçiçeğe bağlanmış gibidir. Aslında o, vesileler için kavgaya tutuştuğu bu yolda, çoktan hedefe yarma ümidini yitirmiştir. Artık yaptığı şey, sırf uğraşmak için uğraşmak ve hareket etmek için hareket etmekten ibarettir. Mabette, turistlere şirin görünmeye kendini kaptırmış mihmandar, nasıl mabede hizmet ve yaratana kulluğu unutur; öyle de, bugün, herhangi bir klik ve partiye dil beste olanlar, hedef ve gayeye karşı yâd ve bigane kalmışlardır.Günümüzün insanı, baharın yolunda bir çiçeğin mahkûmu; deryanın peşinde bir katrenin zebunu olmuştur. Bana öyle geliyor ki, ona yeni bir bakış kazandıracağımız ana kadar, bu seyyiat ve perestişkârlığının önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Ama herşeye rağmen bizler, doğruya tercüman olmakla mükellefiz. Keşke olabilseydik!.Gözümüze giren ve kalbimizi dolduran hava ne kadar cazip ve bağlayıcı olursa olsun, gönül verdiğimiz hakikati unutmamıza asla cevaz verilemez. Aynı kamp içinde bulunan bizler, birbirimize yabancı kalamayız. İyinin ve güzelin tekeli elimizde değil ki, aynı hedefe doğru giden bir başka yolun yolcusuna savaşımız tecviz edilsin.Farklı düşüncedeki birinin, yol ve sisteminin kritiğini yapabiliriz. Bu, aklın farklı işleyişinin ifadesidir. Ama eğer, aynı ufka ulaşmak için çırpınıp duruyorsak, hiç olmazsa onun düşüncesine de saygı göstermeliyiz. Bu, aynı hedefe yönelik bulunmanın, aynı imanı taşıyor olmanın, aynı terminolojiyi kullanmanın ve nihayet herşeyin üstünde yüce yaratıcının tebcil ettiği mukaddes manaya saygılı olmanın gereğidir.İnsana saygılı olalım! Onun havı bulunduğu yüce hakikatlere saygılı olalım. Yaratanından ötürü, onu sevip saymasını bilelim. Bu anlayış içinde geliştirebildiğimiz bir topluluk, eninde sonunda kendine gelecek ve kaybettiği şeyleri telafi etmesini bilecektir.
KoRaTeS__
Cmt Haz 01, 2013 9:55 am
 
Foruma git
Konuya git

Kim Adaletsiz? Dünya mı? İnsan mı?

Derler ki “hayat acımasız, kader kötü, adaletsiz bir dünyadayız. ” Küçükken ne düşünürdüm bilemem ama inanmış mıyımdır bunlara? Belki. Neredeyse çoğu çocuk bu lafları duyarak büyüyor ve benimsiyor. Sonra onlarda kendi çocuklarına öğretiyor. Böylec kısır döngü gibi sürüyor bu.
 

Bazen bu çarkın dişlilerinden biri duruyor ve bu kendisine öğretilenleri düşünüyor ya da başkasıyla bu öğretilenleri konuşuyor. “Yav neden bu hayat acımasız? Neden dünya adaletsiz? ” diye sorunca işte o zaman herkes gerçeğe bir adım atar. Adaletsiz olan insandır, dünya ya da başka biri değil. Kimi Yüce Allah(c. c) suç atar “kaderim kötü” diye, kimi aslında gene Yüce Allah(c. c)a suç atar dünya adaletsiz diye. Oysa o en adaletli, en merhametli varlıktır. Yaratıcımızdır.
Yakınının öldürülmesi dünya adaletsizliği ya da kötü kader midir yoksa insanın adaletsizliği midir? İnsan doğanın, dünyanın bir parçası olabilir ama bu kader, dünyayı bağlamaz. İnsan içinde iyi ve kötü ile yaratılmış, akıl ve irade verilmiş ama buna ilaveten nefis verilmiş Allah(c. c) ın yarattığı bir canlıdır. Seçim bize ait, Allah bize ne istersek onu verir. Dünya hayatını isteyene dünya nimetleri, ahiret isteyene ahiret nimetleri. İkisinden birini seçersin ve ona göre hareket edersin. Sana istediğini verdi diye Yüce Allah(c. c)a kızamazsın. İnsanın adaletsizliği de açgözlülüğünden, egoistliğinden ve bencilliğinden gelir. Sonra herkes “kader kötü, hayat acımasız” diye yaptığını mazur gösterecek bahaneler sunmaya çalışır. Binlerce yıldır egolarımızı tatmin etmek için insanları hor gördük, küçümsedik, böbürlenip, büyüklendik. Çaldık, çırptık ve adam öldürdük. Sonra da buna “kader” dedik. İnsanın kaderinde adam öldürmek yoktur, hırsızlık ta yoktur. Kötü kader hiç yoktur. Ne yapıyorsak biz kendimize yapıyoruz. Kendimize acı çektiriyoruz, kendimizi yakıyoruz ve sonra sorumluluktan ve sonuçlarından kaçmak için ya bahaneler uyduruyoruz ya yaptığımızı haklı buluyoruz ya da Yaratıcımızı yok sayıyoruz.
Ben ruhani temizlikten yanayım. Kibirimizden arınalım, nefsimizi kontrol edelim ve sürekli şükür edelim. Ruhunu temizleyip, kalbini Yüce Allah(c. c)`a açan kim geri kalan ömründe huzursuz, mutsuz olur? Kim bir daha “hayat kötü, acımasız” der? Kimse… İnsan, dünyanın geçici olduğunu ve bu hayatın bir sınav hayatı olduğunu aklında çıkarmazsa, belki o zaman herşeyin daha kolay farkına varıcak.
Siz ne dersiniz?
Hacegan__
Cum Mar 29, 2013 2:38 pm
 
Foruma git
Konuya git

Huzur ve Mutluluk için.......

İnsan olarak yaradılış bakımından medeniyizdir. Toplu halde yaşamak zorundayız ve bu yüzden birbirimize karşı görevlerimiz vardır. Bu görevler ihmal edildiğinde toplum hayatı huzur ve uyum içinde devam etmez, herkesi etkileyen nice huzursuzluk, düzensizlik zuhur eder.
Her insanın hayatı mukaddestir, herkes yaşamak hakkına sahiptir. Hiç kimsenin hayatına haksız yere müdahale edilemez. Mücella dinimiz İslâm’a göre bir insanı haksız yere öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Bir insanın yaşamasına sebep olan da bütün insanlığı hayata kavuşturmuş gibi olur.
Aynı şekilde insanların fikirlerine, ilmî görüşlerine şiddet kullanarak karşılık verilmez. Herhangi bir fikir ve kanaate karşı çıkılacaksa, bu yine ilmî ve fikrî şekilde müdahale olmalıdır. Toplumun bâtılın şerrinden kurtulabilmesi, hakkı güçlü bir şekilde savunmak ve ayakta tutmakla mümkündür. Zorlayıcı bir tedbir uygulanacaksa bu ancak hukuk yoluyla olabilir.
Dinimizde herkesin namus ve şerefi masundur, yani koruma altındadır. Namus ve şerefe saldırının İslâm hukukunda ağır cezası vardır. Bunun için gıybet, iftira, alay etme, sövme ve kötü söz söyleme gibi taciz içeren fiiller kesinlikle haramdır.
Mülkiyet hakları da aynı şekilde koruma altındadır. İslâm’da herhangi bir kimsenin mülkiyet hakkına, uhdesindeki mülküne ve tasarruf hakkına karışmak haramdır. Herkesin kazancı kendine aittir ve meşru surette kazandığı mallarına müdahale edilemez.
Toplumun refah içinde ve medeni bir şekilde yaşaması ancak bu hak ve hürriyetlerle mümkün olur. İnsanların servet ve meslek bakımından değişik derecelerde olmaları ilahî hikmet ve ihtiyaç gereğidir. Herkes meşru şekilde çalışıp, maişet ve servetini helal yollardan kazanmalıdır.
Bu temel hak ve hürriyetlerin yanında müminler birbirlerine karşı çeşitli vazifelerle mükelleftirler. Dinimiz, inananların birbirleriyle hem-dem olmalarına, toplum halinde medenice yaşamalarına büyük önem vermiştir. Müslümanların birbirleriyle münasebetlerinde samimiyet, tevazu, iyi niyet, karşılıklı yardım, nezaket, saygı, sevgi ve hayırseverlik esastır. Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Şu dört şey müslümanların senin üzerindeki hakkıdır: İyilerine yardım etmen, günahkârları için af dilemen, yoldan sapanları hakka davet etmen, tövbe edenlerini sevmen!”
Yine müslüman kimse kendi nefsi için sevip istediği şeyleri müslüman kardeşleri için de sevip ister. Kendisi için hoşlanmadığı şeylere müslüman kardeşlerini de layık görmez.
Efendimiz s.a.v.’in şu iki hadisi ölçüyü belirliyor:
“Müslümanların birbirlerini sevmede ve desteklemedeki durumları bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olursa vücudun diğer bütün organları rahatsız olur, uykusu kaçar.” (Buharî; Müslim)
“Müminin mümine karşı durumu, unsurları birbirini destekleyerek ayakta duran bir bina gibidir.” (Buharî; Müslim)
İman sahibi hiç kimse mümin kardeşine hiçbir şekilde söz ve fille eza vermez. Efendimiz s.a.v. buyurmuştur ki: “Müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların selamette olduğu kimsedir.” (Buharî; Müslim)
Müslümanların karşılıklı haklarından biri de tevazu göstermek, kibirlenmemektir. Cenab-ı Mevlâ kendisini beğenmiş kibirli kimseleri sevmez.
Müslüman kişi, birinden duyduğunu diğerine götürerek dedikodu yapmaz, insanların kusurlarını araştırmaz, biliyorsa yaymaz. Çünkü dedikodu fitne ateşini yakar. Dedikodu olan toplumda karşılıklı güven, muhabbet ve saygı da yok olur gider.
Alimlerimizden Halil b. Ahmed rh.a. şöyle demiştir: “Sana karşı başkalarının dedikodusunu yapan, başkasına karşı da senin dedikodunu yapar. Başkası hakkında size ihbarcılık yapan, sizin hakkınızda da başkalarına ihbarcılık yapar.”
Mümin kişi, bir kişiye ne kadar kızarsa kızsın, onunla üç günden fazla küs kalmaz. Müminler herhangi bir sebeple küsmüş de olsalar, bu durumu devam ettirmezler. Çünkü kalplerinde düşmanlık ve kin duyguları yaşamaz. Allah Rasulü s.a.v. şöyle buyurur:
“Bir müslümanın müslüman kardeşi ile üç günden fazla küs kalması, birbirini görünce yüzlerini çevirip gitmeleri helal olmaz. İki kişiden hangisi (barışmak için) önce selam verirse o daha hayırlıdır.” (Buharî; Müslim)
Yine Efendimiz s.a.v. buyuruyor: “Kim bir müslümanın hatasını affederse, kıyamet günü de Allah Tealâ onu affeder.” (Ebu Davud; İbn Mâce)
Hz. Aişe r.anha validemiz de şöyle der: “Rasulullah s.a.v. kendi nefsi için asla intikam almadı. Ancak Allah’ın bir yasağı çiğnendiği zaman Allah’ın emrini yerine getirmek için ceza verdi.” (Buharî; Müslim)
Küs kalmamak kadar dargınları barıştırmak, iki mümin arasında her nasılsa meydana gelmiş bir küskünlüğü gidermek lazımdır. Efendimiz s.a.v. buyuruyor: “Sadakanın en faziletlisi, dargınların aralarını bulup barıştırmaktır.” (İbn Hacer, el-Metâlibü’l-Aliyye)
Kısaca, müminlerin günlük hayatında karşılıklı selamet hakimdir. Konuşmalarımıza selam ile başladığımız gibi, cümlemiz Cenab-ı Mevlâ’ya karşı sorumlu olduğumuzun şuuruyla herkesin bedenen ve ruhen sağ salim bir hayat sürmesini isteriz. Dostlarımızı arkalarından savunur, suizandan sakınırız. Yaşlılara hürmet, çocuk ve düşkünlere merhamet ve şefkat gösteririz. Selam veririz, selam alırız, musafaha yaparız.
Temiz giyinir, güzel kokarız. Dostlarımızı ziyaret ederiz, davetlerine icabet ederiz. Büyüklerimize karşı hürmeten ayağa kalkarız, ellerini öperiz. Komşularımızın haklarını gözetiriz, onları kendimizden ayrı düşünmeyiz. Hastalarımızı ziyaret eder, cenazelerimizi uğurlarız. Mezarlıklara uğrar, ahirete göçmüş olanlarımızı rahmetle anarız.Müslümanın dünya hayatı da huzurdur, ahiret hayatı da inşallah huzur olacaktır.
Rabbimizin tevfik ve inayetiyle…Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Pzr Haz 02, 2013 6:42 am
 
Foruma git
Konuya git

Platon 'a iki soru sormuşlar

Platon 'a iki soru sormuşlar

Birincisi ; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir ? "... Platon tek tek sıralamış :- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler...- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler...- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...Sıra gelmiş ikinci soruya ; "Peki sen ne öneriyorsun?"Bilge yine sıralamış ;- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır.
Yurekte_Sen
Çar Haz 26, 2013 6:00 am
 
Foruma git
Konuya git

ASK..

Aşk bir kelebeğin kanadında Aşk bir kuşun bakışında Aşk bir güverci’nin gagasında Aşk bir anka kuşu’nun külünde Aşk bir türkünün ardında Aşk bir ozanın sazında Aşk bir şairin sözünde Aşk insanın özünde Aşk sevginin yanında Aşk yaşamın kenarında Aşk damarın kanında Aşk kalbin atışında Aşk tohumun içinde Aşk suyun hidrojeninde Aşk fidanın gövdesinde Aşk ağacın dalında Aşk insanın gözünde Aşk insanın güzelliğinde Aşk insanın sözünde Aşk sevgilinin yüreğinde

Aşk sazın telinde Aşk mızrabın vuruşunda Aşk şalp’ın ezgisinde Aşk ozanın dilinde Aşk panzerin ezişinde Aşk hançerin acısında Aşk silahın kurşununda Aşk kalemin ucunda Aşk meleğin kanadında Aşk şeytanın ecelinde Aşk allah’ın merhametinde Aşk insanın yüreğinde Aşk güneşin sıcaklığında Aşk gecenin soğuğunda Aşk atmosferin neminde Aşk oksijenin içinde Aşk memleketin hasretinde Aşk gurbetin özleminde Aşk ayrılığın acısında Aşk kavuşmanın mutluluğunda.ALINTIDIR
Turku
Çar Haz 26, 2013 4:44 pm
 
Foruma git
Konuya git

BU CUMA GÜNÜ HÜRMETİNE

HAYIRLI CUMALAR........

SEVGİLİ GÖNÜL DOSTLARICUMALAR HAYIRLI, GELECEKLER FAYDALI, SAĞLIĞIMIZ SIHHATLİ,DÜNYA VE AHİRETİMİZ SAADETLİ VE DE İSTİKAMETİMİZ ALLAH’a OLSUN. BİRBİRİMİZİ SEVELİM ve SAYALIM, BİRBİRİMİZE ÇOKCA DUADA BULUNALIM RABBİM TÜM MÜMİNLERİN YAR VE YARDIMCISI OLSUN...HİÇ UNUTMAYALIM Kİ: "İMAN İNSANI İNSAN EDER; BELKİ DE İNSANI SULTAN EDER...""SEVGİYLE VE İÇTEN YAPILACAK DULARIN ASLA BOŞA GİTMEYECEĞİNE İNANARAK BOLCA DUA EDELİM ,DUALARDA BULUŞMAK ÜZERE HAYIRLI CUMALAR."
Su_MiSaLi_
Cum Haz 28, 2013 5:08 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: BU CUMA GÜNÜ HÜRMETİNE

 


 

Allah'ım;

Ben üşüyorum, Sen, Dost’un gözleriyle ısıt beni.

Ben kanıyorum, Sen, dokunuşu merhamet olanlarla
 
sar beni.

Ben korkuyorum, Sen, kalbime verdiğin îmanla koru
 
beni.

Ben ağlıyorum, Sen, ülfetinle avut beni.

Ben savruluyorum, bilinmezlere hazan yaprağı gibi…
 
Sen tut beni.

Ben kayıyorum sırattan, Sen bırakma beni.

Bende kimsenin uğramadığı izbe köşeler var,
 
karanlığın bile girmekten ürktüğü… Bende açılıp
 
kapanmayan yaralar, rûhumu döven hırçın dalgalar
 
var sonra… Dönüşü olmayan yollar uzaklığım kadar
 
uzayan; dinmeyen gözyaşları var içime kanayan…
 
Küçük bir kız çocuğu var, yetim bayramlar yaşayan…
 
Âhlar var, geceleri uyku tutturmayan… Soğuk kışlar
 
var, bir bakış olup gözümde donan… Yakan ateşler
 
var, öfkem olup çarpan…

Bende, derin bir muhabbetin yok; ulvî kılan, mümin
 
yapan, arıtan, çoğaltan, merhamet olup yetim başlar
 
okşayan, şefkat olup mâtemlerin civarında dolaşan,
 
fakir sofralarda zengin kılan, cömertlik olup
 
mahrumlara dağıtılan, cesâret olup İslâm’a engelleri
 
yıkan.

Bende, derin bir muhabbetin yok; beni unutturup
 
bana, sadece Sen’i hatırlatan, gündüz olup yüzler
 
aydınlatan, gece olup hataları örten, kilit olup
 
hayırlara açılan, merhamet olup hasta ruhuma
 
dokunan…

Bende, derin bir muhabbetin; uzaklığıma rağmen,
 
bana şah damarımdan daha yakın olan… Bende derin
 
bir muhabbetin yok; edep edip başkalarını özlemekten,
 
Sen’i özlettiren… Vefâ olup; hatırladıklarımı Seninle
 
râbıtalı kılan…

Bende, derin bir muhabbetin yok; rüzgâr olup çöllerde
 
iz iz Nebî’yi arayan, peyk olup bir Kutb’un etrafında
 
dönen...

Bir derin muhabbetin yok bende; beni Sen’den kılan.

Sen varsan, neyim yoktur ki;

Sen yoksan gönlümde, neyim vardır ki...

CUMAMIZ Mübarek OLSUN..

SELAM VE DUA İLE..
 

                       
       
 
 
Emeğine sağlık canım...
 


Siyahin_Matemi
Cum Haz 28, 2013 6:03 am
 
Foruma git
Konuya git

Kimseler Bilmez...

Kimseler Bilmez

Ey benim nazlı ceylanım , severim severim kimse bilmez.! bir ateş düştüki başa , tüterim kimseler bilmez.!
Bak şu kalbimin işine saldı sevdayı başıma gece gündüz aşk ateşi ile yanarım yanarım kimse bilmez
Ben aşığım.! Ben aşığım değmeyin dostlar bugün benim için ötsün kuşlar ne olur bugün benim için essin rüzgar otobüslere bugün bilet atmayın bugünde parasız götürsün dolmuşlar bugün , bugün pazar şiirini benim için yazmış olmalı nazım.Mutlaka benim için yazmış olmalı çiçekler benim için açsın,yağmur benim için yağsın ben aşığım değmeyin dostlar..
Varın söyleyin hayına girmesin benim kanıma bir ateş düştüki başa tüterim kimseler bilmez
Bak şu kalbimin işine saldı sevdayı başıma gece gündüz aşk ateşi ile yanarım yanarım kimse bilmez..
Ben aşığım.! ben aşığım değmeyin dostlar.. Bugünde benim için akmasın trafik benim için ağlamasın hiçbir çocuk günü geldi ama ödemeyeceğim kiramı borçlarımı düşünmeyeceğim bu gün ne olduysa oldu seni sevdiğimi anladım kız. İstanbul bile güzel gözüktü gözüme , bizim gözüktü bir türkü tutturdum gevheriden onu bile güldürdüm halime..
Bak şu kalbimin işine saldı sevdayı başıma gece gündüz aşk ateşi ile yanarım yanarım kimse bilmez..
Siyahin_Matemi
Cum Tem 05, 2013 9:55 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Kimseler Bilmez...

Siyahım matemim canımsın.. süpper olmuş... Yüreğine sağlık..



Bu gül senin için...

Tutku
Cmt Tem 06, 2013 9:28 pm
 
Foruma git
Konuya git

Sözler...Nerelere düşmüş...

 

 
Hani bir tabir vardır ya ‘’söz ayağa düşmüş’’ diye; işte bu da ona benziyor. Şiddet söze düşmüş adeta.
 
Sadece el kaldırmakla, vurmakla, dayak atmakla, bedene darp yapmakla, fiziki olarak can yakmakla yetinmiyoruz artık. Günümüzde öyle tahammülsüz olduk ki, ağzımızdan çıkan sözleri frenleyemez haldeyiz her birimiz.
 
Şiddet söze düşmüş, düşmüş de kimsenin haberi olmamış sanki.
 
En saygın, en görmüş geçirmiş insanlara bakıyorsunuz, dışarıdan hanımefendi ya da beyefendi gibi görünen pek çok maskeli insan… gerçek kimlikleri ise tamamen tersi.
 
Sakinken, her şey normal seyrinde devam ederken, gerek davranışları gerekse sözleri bizler gibi olan bu kişiler; maalesef öfke ve kızgınlık anlarında maskelerini kaybediyor ve gerçek kimlikleriyle karşımıza çıkıveriyorlar. Kullandıkları kelimeler, üslup tarzları, seslerinin volümü ile her konuşmaları adeta bir şiddet gösterisini andırıyor. Ağızlarından çıkan her sözcük bıçak misali keskin, kurşun misali ağır bir şekilde   gelip yüreklere saplanıyor acımasızca.
 
Bu sözler öyle derin izler açıyor ki insan ruhunda, telafisi kolay kolay mümkün olmuyor. Geri alınamıyor, üzerine merhem olarak sürülecek hiçbir şey bulunamıyor.
 
Elinizi kaldırıp tüm kuvvetinizle tokat atmakla, yetinmeyip birbiri ardına indirdiğiniz darbelerle  birebirdir sözsel şiddet. Birinde davranışınız, diğerin de ise sözlerinizle şiddeti konuşturursunuz.
 

 
Karşınızdaki kişinin bedeninde yarattığınız izler kadar ruhunda da onarılmaz yaralar açarsınız. Açarsınız da içiniz nasıl rahat eder? Vicdanınızın sesini, geceleri sizi uyutmayan haykırışlarını nasıl görmezden gelirsiniz; işte ben onu bir türlü anlayamam.

Sanırım bu anlamda insanları en iyi tanıdığımız anlar, öfke nöbetlerine ve kızgınlıklarına rastladığımız anlar olmalı. Oysa ki tartışmaların, öfke ve kızgınlıkların da bir seviyesi, bir ölçüsü olmalı. Kabalaşmanın, hakaret yüklü sözcüklerle adeta saldırmanın, işi duygusal ve sözel şiddete taşımanın, gurur kırmanın, rencide etmenin, sırf kendi gibi düşünüp davranmadığı için kalp yaralamanın kime ne faydası olmuş ki şimdiye değin sorarım size? O bir anlık rahatlama dışında…
 
Eğer siz kaliteli bir yaşamı savunuyor ve saygıyı her davranışınıza yansıtıyorsanız, ne kadar öfkelenirseniz öfkelenin asla kişiliğinizde bir değişme göstermezsiniz. Maskeniz yoktur yüzünüzde, kimliğinizi saklama gereği duymazsınız çünkü.
 
Neyse odur sizin haliniz, duruşunuz, davranışlarınız ve sözleriniz…
 
Kibarlığınız, hanımefendiliğiniz ya da beyefendi duruşunuzla kalitenizi konuşturursunuz. Ve ne güzel bir duruştur bu aslında herkeste olması gereken.
 

 Yoksa çirkinleşmek, bırakın duymayı ağıza dahi alınmayacak sözleri sarf etmek; o an rahatlamak adına ağızdan çıkacak sözlere sahip olamamak o kadar kolay ki… ve ne yazıktır ki hep kolaya kaçıyor insanlar. Hem de normal hallerinde değişeceklerini hiç düşünmediğiniz, maskeleriyle sakladıkları yüzlerine baktığınızda asla kendilerine konduramadığınız kişilerdir  bunlar çoğu kez.  Kişilikleri tam olarak oturmamış, egoları adeta tavan yapmış…

 
Yüzlerinde hep maskelerle dolaştıkları için olsa gerek, öfke anında maskelerini yüzlerinde tutmayı unutuyorlar galiba, o hiddet cehenneminde. İçlerinde sanatçılar, saygın meslek sahipleri, iyi eğitim görmüş pek çok insan… maalesef adam gibi adam olabilmek için bunlardan daha önemli olan bir nüans var ki o da insanlık ve vicdanı duygulara sahip olabilme. Gönül gözüyle bakmasını bilen sevgi dolu bir yürek ise bunun için yeterli. Başkalarının canını yakmayı bırakın, onlara her türlü kusurlarına rağmen bağışlayarak ve sevgiyle sarılabilme potansiyeline sahip olabilmektir asıl olan. Sizce de öyle değil mi?
 

 
Ne acıdır böylesi insanlarla bir arada olmak. Hele hele bir hayatı paylaşmak… 
Sabretmek, her defasında belki artık yüzüne takacak maskesi kalmamıştır diye, ama nafile. Çünkü öfkesi yatışınca ne yapıp ederler ve her nereden bulurlarsa artık, bir şekilde o aslında kendilerine oldukça bol gelen kimliklerine bürünüp, maskelerinin ardına saklanırlar. Bu şekilde herkesi kandırdıklarını sanırlar ama, asıl kendi kendilerini kandırdıklarını fark edemezler.  Sarf ettikleri o son derece seviyesiz sözlerin lekesiyle aslında kendi kişiliklerini lekelediklerini bilmezler. Bilmezler ki, söz insanın kişiliğinin olgunluğunun ölçüsüdür. Ve söyledikleri sözlerle karşılarındakini değil; aslında kendi seviyelerini, kendi ölçülerini belli ederler.
 
Tam bu noktada gelin Montaigne’nin sözlerine kulak verelim;
 
‘’İnsan her yerde hep o insandır ve bir insanın özünde soyluluk olmadı mı, dünyanın tacını giyse yine çıplak kalır.’’  Yani boş yere maskelerinin ardına saklanırlar ve sadece kendilerini kandırdıklarını, aslında çıplak olduklarını fark edemezler.
 
Maskelerin ardına saklanan, öfkesine yenik düşen ve sözsel şiddeti alışkanlık haline getirenler unutmasınlar ki, benzer tavırlar hiç beklemedikleri anda sevdiklerini de bulabilir. Çünkü hiçbir kötülük karşılıksız kalmaz bu dünyada, bumerang misali döner sizi bulur, sizin de canınız hiç olmadığınız kadar yanar, tıpkı canlarını yaktıklarınız gibi. İşte bu nedenle çok geç olmadan dilinize, sözünüze hakim olmayı, maskelerinizi bir yana bırakarak, en azından bundan sonra gerçek kimliğinizle hayatın içinde var olmaya çalışın. Ve niyetleriniz sadece iyilik için olsun, çünkü bir insan neye niyet ederse onunla karşılaşır, ilahi adalet gün gelir kendisini bir şekilde bulur. Kalp kırmak niye, öfkeye yenilmek niye? Bir gün gelir o kırdığınız kalbi onarma zamanı bile bulamayabilir insan...
 
Asıl kimliğini hep saklayan, maskelerinin ardında kendince güç bulan insanlardan uzak tutalım kalplerimizi. Ve her türlü şiddetten uzak bir hayatın sımsıcak renklerinde yaşayabilmek umudumuz her dem taze kalsın diyorum ben yine de her şeye rağmen.

Ve son söz Mevlana’dan gelsin mi?
‘’Kelimelerini yükselt, sesini değil; çiçekleri büyüten yağmurdur, gök gürültüsü değil.’’
 
Bence bu söz tüm yazımın özeti gibi… kelimelerimiz hep tatlı, hep nağmeli olsun, kalp kırmasın, aksine kalp kazanmasını bilsin.

Tutku
Çar Eyl 11, 2013 3:30 pm
 
Foruma git
Konuya git

Çoğalıyor bazen...

Hepimizin bir yaşam tarzı, hayata karşı bir duruşu, ödün verdikleri ve veremedikleri var. Duymaya alıştığı sözler, görmeye alıştığı tavırlar… ama gün gelir karşınıza öyle birisi çıkar ki, hani frekanslarınız nasıl olmuş da aynı paralelde atmışsa, tüm bunları alt üst eder. O ana kadar duymadıklarınızı duyar, görmediğiniz tavırları görürsünüz. Bir yanınız kabul etmek ister ama hayır, bu kolay bir kabullenme değildir. Çünkü yeri gelir tek bir söz, bazen bir cümle ya da hareket başınızdan aşağıya kaynar su misali dökülür. O anda sağlıklı karar vermek, değer verdiklerinizi bir çırpıda yok saymak kolay değildir.

Kendinize olan saygınız, o yaşa kadar sergilediğiniz duruşunuz ve kendi kaliteniz yeterince anlaşılamamış, üstelik herkesle aynı kefeye konmuşsunuzdur. Bunu hissetmek içinizi acıtır.  Hak etmediğinizi düşünürsünüz ister istemez. Kendinizi çok büyük, erişilmez gördüğünüz için değildir bu düşünceler. Yeterince ve net olarak anlatamadığınıza yanarsınız en çok… Oysa ki öyle zor anlaşılır yanlarınız da yoktur ama, sizi siz yapan özellikler bir çırpıda harcanmıştır işte. Siz onları yaratmak ve korumak uğruna senelerinizi verseniz de nafile. Anlaşılamamak koyar insana; ama bir de suçlanmak var ki o hepsinden ağır gelir ruhunuza.     Nasıl kızıyorum kendime bazen  Bazenler çoğalıyor bazen  Nasıl kızıyorum kendime bazen  Bazenler çoğalıyor bazen. ‘’Evet gün gelir her şey güzel ve yolunda giderken aniden ipler elinizden kaymaya başlar. Hayat sizin için durmuştur adeta. Tecrübe hanenize bir çentik daha atarken, derin yaralarınızla ancak zamana sığınırsınız; annesinin kucağını arayan bir çocuk misali.Siz naif, kırılgan ve belki hassas ruhunuzla karanlıklara düşersiniz aniden. Bir yanınız her şeyi silip gitmek isterken öte yarınız tutar sizi. Neyi neden beklediğinizi bilmeden…Sevgi mi, aşk mı, alışkanlık mı, yoğun duygu karmaşası mı, yoksa anlık tepkiler mi sizi bu noktaya getiren nedir; çözemezsiniz kolay kolay. Kızarsınız kendinize hem de çok. Ama bildiğiniz bir şey vardır o da hayata karşı duruşunuzu, dimdik tavrınızı ve kalitenizi alsa bozmayacağınızdır. Bu nedenle sessiz kalmayı yeğlersiniz çoğu kez. Zor olsa da içinize atıp, volkanların orada patlamasına izin verseniz de size yakışmaz çünkü başka türlüsü. Sessizlik en büyük erdemdir aslında… o anda anlamayanlar olduğunu düşünseniz de gün gelir değeriniz anlaşılır bir şekilde içiniz rahat olsun.Siz siz olun hayata karşı dik duruşunuzu ne olursa olsun değiştirmeyin. Çünkü asıl olan sizsiniz, başrolde siz varsınız yaşamınız boyunca. Siz güçlü olacaksınız ki yaşam enerjinizi çevrenizdekilerle sağlıklı bir şekilde paylaşın. Ve her ne olursa olsun hayata hep tebessüm dolu gözlerle bakmayı unutmayın…İşte yine bir şarkı ve o şarkı sözlerinin bana, size, hepimize dokunan yanlarıyla düşündürdükleri... Satır aralarındaki duygularda buluşmak ümidimle...Hayatı kucaklarken sevdiklerinizle ve değer verdiklerinizle ‘’bezen’’leriniz hiç çoğalmasın yaşam hanenizde.
Tutku
Çar Eyl 11, 2013 1:13 pm
 
Foruma git
Konuya git

Sustum..


Susmak…

Susabilmek…

Ne büyük bir meziyet aslında. İçinde fırtınalar koparken, sözcükler yüreğinden diline, oradan dudaklarına taşınırken kendini sessizliğe mahkum etmek, edebilmek!

Susmak bir edep işi. Herkes beceremiyor. Lafına sözüne sahip olabilmek, kalitesinden ödün vermeden yaşamına devam edebilmek adına belki de en önemli ilk adım bence.

Susmak sanıldığı gibi korkmak, sinmek, duyarsız olmak değildir. Yeri geldiğinde yapılması gereken gerçekten zor bir davranış şeklidir.

Her susuş aslında kocaman sözcüklerle anlatmaktır pek çok şeyi.

 

Tabii sadece anlayana…

Oysa ki, tarafınıza yapılan onca ağır ve çirkin söze, tavra ve hatta yazıya karşın sadece tebessüm ederek ve hiç yokmuş gibi davranmak kolay değildir. Hele hele gururunuzu kıran, inciten sözcüklerle size alabildiğine yüklenenler varsa karşınızda ne kadar zordur o anlar… Suskun kalmak, yokmuş gibi davranmak, duymamak, görmemek, okumamak belki de yazılan tüm o hakaret dolu sözcükleri.

‎"Eğer bir dış etken sizi üzerse, duyduğunuz acı o şeyin kendisinden değil, sizin ona verdiğiniz değerden geliyordur; onu da her an ortadan kaldırma gücünüz vardır."

İşte bu kadar kolay, önemli olan kendi gücünüzün farkında olmanız o kadar.

Ne kadar güzel söz dimi...

 

Elbette siz susarsınız sabırla ama karşınızdakiler durur mu? Hayır. Siz o susuşla tavrınızı koyarken bunu anlayamadıkları için daha da yüklenirler; üstünüze üstünüze gelirler. Adeta sabrınızı denerler.

 

Peki neden? Ancak o şekilde rahatladıkları için mi acaba? Tüm kinlerini, tüm öfkelerini en çirkin kelimelere sığdırarak içlerini boşalttıklarını sandıkları için mi? 

 

Gerçekten rahatlar mı böylesi insanlar işte onu bilemem. Hiç mi vicdanları sızlamaz, geceleri yastıklarına başlarını koyduklarında hiç mi uykuları kaçmaz? Yoksa tam tersini mi düşünürler, ‘’ne güzel hak etmişti tüm o kötü sözleri, hatta fazlasını’’ diyerek daha mı rahat dalarlar uykulara.

 

 

İnsanlar yapıları gereği hep karşılarındaki insanlar tarafından anlaşılmak, ister. Yanlış anlaşıldıklarında ise adeta dünyaları kararır. Kendilerini doğru ifade edememenin iç yangınıdır bu. Olsun… siz kendinizi biliyorsunuz ya başkası hakkınızda ne düşünürse düşünsün önemli olan sizsiniz, sizin düşünceleriniz, sizin tavırlarınız ve hayata karşı dimdik cesaretle duruşunuz. Bu nedenle de suskun kalmak,  her şeye rağmen kaliteyi korumak gerek diyorum ben.

 

Ve İlahi adalete sığınmak… vakti saati geldiğinde sabırla susmanızın karşılığını fazlasıyla göreceksiniz, bundan hiç kuşkunuz olmasın lütfen.

 

Belki biraz zaman alacak, belki siz tam da artık unutmuşken olacak ama olsun. Gün gelecek her şey sizin lehinize dönecek hem de asaletinizi bir dirhem olsun bozmadan. Ve bu noktada kazanan siz olacaksınız.

Buna değer mi? Bence değer. Şöyle düşünelim mi? Zaten karşınızda sizi anlayacak birisi olsaydı o hakaretleri yapmaz, sakince sizi en azından bir kez dinler, değer verdiğini, önemsediğini gösterirdi bir şekilde. Madem dinlemeden üstelik bir de canınızı gururunuzu yakacak kadar ileriye gitti, susmak ona verilecek en ağır cezadır aslında.

Susmak, susmayı becerebilmektir asıl olan. Dengeleri korumak, karşınızdakinin daha fazla çirkinleşmesini görmemek, hatta ortamı daha fazla germemek adına da olsa önemli bence ve bir tarafın bunu yapması gerekiyor.  İşte ben diyorum ki bunu yapan taraf hep siz olun, hep bizler olalım. Ve her ne olursa olsun kalitemizden, asaletimizden ödün vermeyelim.

 

 

 

‘’Yüreğinin büyüklüğü kadar yardım et ve SUS!

  Sus…

  Susabilmek öyle bir erdemdir ki…

  Son sözü söyleyen sen olsan da

  Sadece sen bil ve kendine fısılda

  Bırak seni kim nasıl bilirse öyle bilsin yüreğince insan ol

  Ve insan olabilmenin erdemini yüreğinde yaşa!...   ‘’

 

Erdemli, edepli, saygın olabilmek her şeye değer. Adam gibi adam olabilmek ve bunu yaşantımızın her noktasında bizzat göstermek ise kaliteli yaşamın en önemli anahtarı. Ben susmaktan yanayım. Yanış anlaşılmasın, susup içime atmaktan değil. En kısa sürede unutarak; yaşama kaldığım noktadan tebessümle devam etmek adına şimdi SUSTUMMM ve son sözü Mevlana’nın çok sevdiğim sözlerine bıraktım;



 

"Suskunluğum asaletimdendir, her lafa verecek cevabım var ama bir lafa bakarım laf mı diye, bir de lafı söyleyene bakarım adam mı diye."
Tutku
Çar Eyl 11, 2013 2:41 pm
 
Foruma git
Konuya git

Yaralı bir güz yaprağıyım...

Yaralı bir güz yaprağıyım

Yaralı bir güz yaprağıyımToprağa ha düştü ha düşecekGüneş değse örselenir,Yağmur dokunsa üşürüm..Kuşlar bilir de beni İnsanlar bilmez, Rüzgar son demlerimde yoldaşım olur, Yere düşürmez. Gel sen kandırma beni yalancı baharİnanır, dönüveririm yüzümüUzatma sıcacık eliniTutuveririm..Unutuveririm Yaşımı, duruşumu, Unutuveririm, Unutuluşumu.. Bir hüzünlü şarkı olur kimsesizliğimYarım kalır şiirlerimBu bahar, son baharım, biliyorumYüreğim dokunamadan yüreğineDüşüveririm...
 Yaralı bir güz yaprağıyımSon demlerinde....Yarınlara gücüm yokGülümseme banaÖlüveririm....
 

Göktan:Mevsimlerden Sonbahardayım...Keyifli dinlemeler.Kalp

 
Siyahin_Matemi
Pts Eyl 09, 2013 7:42 pm
 
Foruma git
Konuya git
cron