7 sonuç bulundu

Geri dön

Anneyim ben..

Ben bir anneyim; yüreğim güçlü, yüreğim sevgi dolu. Yavrumu kucağıma aldığımda hissettiğim o muhteşem duygu, yıllar içinde yavrumla beraber büyüdü, büyüdü, kocaman oldu. Yavrum; oğlum, kızım onlar benim canım, onlar benim her şeyim adeta yaşama sebebim.
 

Nasıl da cesur oluyor insan anne olunca; nasıl da gözü kara, hani tüm dünyaya tek yumrukla kafa tutacakmış gibi… Yavrusu söz konusu olduğunda aslan kesilen, gözü hiçbir şeyi görmeyen; olacak her ne varsa kendisine olsun, kendisine olsun da yavrusuna, göz bebeğine, canından sakındığına hiçbir şeyler olmasın isteyen; yeri geldiğinde yerlerde sürünen, açlık çeken, geceler boyu uyumayan…
 

 

Anne yüreği öylesine kocamandır, öylesine sevgi yüklüdür ki; çocukları söz konusu olduğunda hassaslaşır aniden. O bir dakika önceki demir gibi yumruktan eser kalmaz; yumuşacık olur kalbi pamuklar misali.



Yavrusuna bakarken gözleri nemlenir ara sıra; ona bir şeyler olacak diye içi titrer. Dudaklarında belli belirsiz dualar mırıldanır, yavrusunu her daim kötülüklerden korumak adına. Yanındayken, sıkı sıkı sarıldığında içi rahattır rahat olmasına ama uzağındayken meleklere emanet eder onu, dönüşünü dört gözle beklerken.

 
Peki ya o gidişlerin dönüşü olmazsa? 

Ben bir anneyim, oğlumu, kınalı kuzumu şehit verdim. O olmaz olası teröre inat ağlamayacağım, al bayraklı tabutuna son kez sarılırken oğluma sözüm var. Her yeni şehit haberinde yüreğim dağlansa da göz yaşlarım içime akıyor dualarım eşliğinde.

 
Ben bir anneyim; dünyalar tatlısı kızımı hala bulamadılar. Kayıp çocuk listesinde sadece bir isim herkesler için ama ya benim için? Yıllar geçti üzerinden, kapkara uzun yıllar, artık dirisinden geçtim ölüsüne de razıydım ama yok, yok işte.
 
Ben bir anneyim; oğlum uyuşturucu batağında. Nasıl olup da sevgimle yenemedim o olmaz olası arkadaşlarını, nasıl da yok edemedim kanındaki o zehirli akışkanı? Nerede yanlış yaptım? Biliyorum toplum en çok beni, anneliğimi suçluyor ama bir de bana sorsalar, bir de beni anlamaya çalışsalar, nasıl mücadele verdiğimi ve sonundaki çaresizliğimi görseler…
Ben bir anneyim; iki kızım da engelli. Onlara addım tüm dünyamı, ama ya etraftaki o meraklı bakışlar, o yürek sızlatan sorular? Hiçbir şeyden yılmadım onlardan yıldığım kadar.
Ben bir anneyim; oğlumu kollarımda ninnilerle büyütürken nereden bilirdim gün gelip farklı tercihleri olacağını. Karşı cinse hissedemediklerini kendi hemcinslerine aktaracağını. Rujlarımı, giysilerimi gizli gizli kullanıp farklı düşler kuracağını. Ben bir anneyim; yavrumu bir deniz kazasında kaybettim. O hani motorun keskin pervaneleri kızımı almadan önce nasıl da neşeyle girmiştik denize; nasıl da planlar yapıyorduk geleceğe dair. O sahne yok mu ahh o sahne… yıllardır unutamadım tek bir karesini bile. Ben bir anne adayıyım; karnımda downsendromu tanısını koydukları bir bebeğim var. Minicik bir kız. İçimde varlığını hissettiğim o her şeyden habersiz bedeni nasıl yok ederim ben?

Ben bir anneyim; gelinlik yaşa gelmiş kızını o büyük deprem faciasında yitirdim. Günlerce aradık narin bedenini ama yok bulamadık. Şimdilerde boş bir mezarla dertleşiyorum ama kulağım hala kapıdaki ayak seslerinde. Belki döner, belki gelir diye…
Ben bir anneyim ama yapayalnız. Anneliği tadamadan, yavrusunu koklayamadan ondan zorla kopartılan ve uzaklar kaçırılan çocuğunu hiç göremeyen, büyüdüğüne tanık olamayan bir anne.
 
Ben bir anneyim; yavrusunu, gencecik kızını demir parmaklıklar ardında bırakan. Özlemle duruşma günlerini bekleyip, sarılamadan, öpüp koklayamadan bir sonraki buluşma gününe gün sayan, kapıdan geleceği günleri iple çeken. Ben bir anneyim; oğlumu elim bir trafik kazasında kaybeden. Aradan yıllar geçti ama o freni patlamış kamyonun görüntüsü, yavrumun parçalanmış bedeni her göz kapayışımda beliriyor önümde.
 
Ben bir anneyim; bin bir sıkıntı çekerek büyüttüğü biricik oğlu tarafından dövülen, yediği her bir tokatta, her hırpalanışta sessiz göz yaşları döken ama yine de şikayet etmeden seven.
 

Ben bir anne adayıyım; içimdeki minicik bedeni, ara sıra kendini hissettiren tekmeleri ile beni kendine bağlayan yavrumu öpüp koklayamadan , sütümle besleyemeden alacaklar elimden.

 
Ben bir anneyim; çocukları tarafından elindeki avucundaki tüm birikimi alınıp, eski bir süpürge gibi kapı dışına fırlatılan, yabancılara, bir tas çorbaya muhtaç hale getirilen ama yine de yavrularına söz söyletmeyen bir anne.
 
Ben bir anneyim; gözünden sakınarak büyüttüğü kızını sevdiğiyle evlendiren, mutlu olması adına herşeyi kabul eden. Ama kızını evine yaptığı her ziyarette dayak izlerine tanık olan bir anne. O cıvıl cıvıl dünya güzeli kızı şimdilerde içine kapanmış, kaderine razı olmuş, hiç konuşmuyor. Gözündeki morluk, sırtındaki darp izleri… dayanılır mı bu eziyete? Bu ne yaman çelişki böyle?

Ben bir anneyim; tüm çocuklar benim çocuklarım olmasa bile açlık çeken çocuklar için ağlarım; kaybettiğimiz her gencimize yanarım; başarı kazanan çocuklarla gurur duyarım; çocuklar hep mutlu olun, gözleri her daim sevinçle ışıldasın isterim. Anneyim ben yüreğim sevgi, yüreğim umut dolu.
 

Zor zanaattır anne olmak, dünyanın en mesuliyetli ve en yüce görevi. Severek üstlenilen, istenerek her türlü zorluğa karşı ayakta kalabilen ve ömür boyu süren tek görevdir annelik. En kutsal görev.

 


İşte bu nedenle her anne eli öpülecek kadar özel ve önemlidir. Ve her anne canıyla, kanıyla, sütüyle en çok da sevgisiyle besleyip büyüttüğü yavrusuyla bir bütündür. İster yanında olsun, ister uzağında, ister kendisinden habersiz, ister mezarında. Her anne muhteşemdir benim gözümde.


 


Tüm annelere saygıyla.


 
Tutku
Per Eyl 19, 2013 4:22 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Anneyim ben..

Aneciğim


 
1 yaşinizdayken sizi elleriyle besledi ve yikadi Butun gece aglayip onu uyutmayarak teşekkur ettiniz

2 yaşinizdayken size yurumeyi ogretti Size seslendiginde odadan kacarak teşekkur ettiniz

3 yaşinizdayken size ozenle yemekler hazirladi Tabaginizi masanin altina dokerek teşekkur ettiniz

4 yaşinizdayken elinize rengarenk kalemler tutuşturdu Evin butun duvarlarina resim yaparak teşekkur ettiniz

5 yaşinizdayken sizi cici kiyafetlerle susledi Gordugunuz ilk camur birikintisine atlayarak teşekkur ettiniz

6 yaşinizdayken okula kadar sizinle yurudu sokaklarda
"GITMIYCEEEEEEEM"diye aglayarak teşekkur ettiniz
7 yaşinizdayken size bir top hediye etti Komşunun camini kirarak teşekkur ettiniz

9 yaşinizdayken size piano ogretmeni buldu Notalari bir gun bile calişmayarak teşekkur ettiniz

10 yaşinizdayken dogumgunu partilerinden dans derslerine kadar her yere sizi arabayla goturdu Arabadan firlayip giderken arkaniza bile bakmayarak teşekkur ettiniz

11 yaşinizdayken sizi arkadaşinizla sinemaya goturdu "Sen bizimle oturma"diyerek teşekkur ettiniz

12 yaşinizdayken zararli TV programlarini seyretmenizi istemedi O evde degilken hepsini izleyerek teşekkur ettiniz

15 yaşinizdayken sizi yurtdişinda yaz kampina gonderdi Tek satir mektup yazmayarak teşekkur ettiniz

17 yaşinizdayken erkek arkadaşinizla partiye gitmenize izin verdi Bir telefon bile etmeden sabaha karşi eve donerek teşekkur ettiniz.

19 yaşinizdayken okul masraflarinizi karşiladi,sizi arabayla kampuse goturdu ve eşyalarinizi taşidi Arkadaşlariniz alay etmesin diye kampus kapisinda vedalaşarak teşekkur ettiniz

21 yaşinizdayken iş hayati ve kariyerinizle ilgili size fikir vermek istedi "Ben senin gibi olmiycam"diyerek teşekkur ettiniz

22 yaşinizdayken kep giyme toreninizde size gururla sarildi Avrupa seyahati icin para isteyerek teşekkur ettiniz

24 yaşinizdayken uzun suredir ciktiginiz cocukla tanişmak istedi "Zamanini ben bilirim"diye tersleyerek teşekkur ettiniz

25 yaşinizdayken dugun masraflarinizi karşiladi,sizin icin hem mutlu oldu hem cok duygulandi Siz dunyanin bir ucuna taşinarak teşekkur ettiniz

30 yaşinizdayken bebek bakimi hakkinda size akil vermek istedi "Artik bu ilkel yontemleri birak"diyerek teşekkur ettiniz

40 yaşinizdayken sizi arayip bir akrabanizin dogumgununu hatirlatti "Anne işim başimdan aşkin"diyerek teşekkur ettiniz

50 yaşinizdayken o cok hastalandi, haftasonunda onu gormeye gittiginizde mutlu oldu Ona yaşlilarin cocuk gibi nazli oldugunu soyleyerek teşekkur ettiniz

Derken bir gun..... o oldu O gune kadar onun icin yapmadiginiz ne varsa, o anda kalbinize bir yildirim gibi duştu....

(ALLAH YOKLUKLARINI VERMESIN )
EGER HALA SIZINLEYSE,ŞIMDI ONU HER ZAMANKINDEN
DAHA COK SEVIN

 
Emeğine Yüreğine Sağlık Bitanem...
 

 
Candan Erçetin - Annem Annem
 
Siyahin_Matemi
Per Eyl 19, 2013 6:23 pm
 
Foruma git
Konuya git

Sakın bu atesle yanmayın..


İnsan olayları kendi dünyasındaki değerlerle, kendine has düşüncelerle yorumladığı için; gün gelip bir haksızlığa uğradığında içinde yepyeni bir duygunun filizlenmeye başladığına şahit olabilir. Bu öyle bir histir ki gün be gün şiddetini artırır ve birde bakarız ki intikam hırsıyla yanıp tutuşuyoruz. Sanki yaşadığımız o kötü olayın gerçekleşmesine katkıda bulunan kişi ya da kişilerden intikam alırsak rahatlayacakmışız gibi kendimizi bu tehlikeli duyguya odaklarız. Artık yatarken de aklımızda intikam almak vardır, sabah uyandığımızda da düşündüğümüz ilk şey yine odur.
İntikam alırsak acımızın hafifleyeceğine; bizi üzen her ne varsa tümünün yok olacağına olan inancımız giderek artar. Öyle ki bu işin sonrası yoktur artık bizim için; öcümüzü hemen almak isteriz. Aynı acıyı daha da fazlasıyla karşımızdaki o kişide çeksin isteriz. Belki de bekledikçe intikam hırsımızın azalacağından endişe duyarız. Sakin düşünüp, olayları zamanın akışına bırakarak acılarımızın küllenmesine izin vermeyiz. Sabırla beklediğimizde birgün mutlaka gerçekleşeceğine tanık olacağımız ilahi adalete olan inancımız bile gel gitler içindedir. Çünkü içimizdeki yangın çok büyüktür ve intikam alınca içimize su serpilecek, o yangın sönecektir. Buna inanırız, inanmak isteriz.

 

Oysa ki intikam duygusu çok tehlikelidir. Ucu kendimize çevrili bir oka benzer adeta; sonunda gelir bizi yaralar. Öyle ki hayatımız boyunca o izleri hatırlar dururuz. Unutacağımızı sandığımız acılarımız hafifleyeceğine daha da depreşir. En çok üzülen yine biz oluruz. Bu süreçte yaşadıklarımız da cabası. İntikam her şeyden önce insanın ruhsal sağlığını bozar, yaşamdan yaşamdaki tatlardan uzaklaştırır. Üstelik hedeflerine, hayallerine ulaşmasına mani olur, deyim yerindeyse tüm yapmak istediklerimizin önüne görünmez bir set çeker. Kabul etmek gerekir ki onunla mücadele etmek kolay değildir. Çünkü içimize nüfuz etmiştir bir kere; onu yok saydığımız süreçlerde en zayıf anımızı kollayarak uyanır ve biz fark edene kadar tüm duygularımızın önüne geçiverir. Gözümüzü öylesine boyar ve gerçekleri algılamamıza öylesine mani olur ki içten içe bizi yiyip bitirdiğini fark edemeyiz bile. İlahi adaletin gün gelip gerçekleşeceğini anlatan bir Çin Atasözü derki “nehrin kıyısında yeterince beklersen düşmanın cesedi önünden mutlaka geçer.” Pek çoğumuzun yaptığı gibi acele etmek ve çektiğimiz acıyı o kişinin yüzünde hemen görmek isteyip sabırsız davranmak yerine bekleyip olacakları görmenin çok daha mantıklı olduğunu anlatmaz mı bu satırlar? Çünkü diğer türlü içimizdeki hırsın en çok kendimize zarar vereceği yine öylesine açık ki.

Düşünsenize size acı çektiren ya da sizin cephenizden öyle olduğunu düşündüğünüz kişi bunlardan habersiz habersiz kendi dünyasında. Sizse tüm yaşamı bir kenara bırakıp, zamanınızı sadece buna harcıyor ve sadece bu hırsa odaklanıyorsunuz. O süreçte kaybeden yine sizsiniz. Kaldı ki intikam aldığınızda gerçekten mutlu olacak mısınız, acılarınız gerçekten yok olacak mı? Tüm yaşananları yok sayabilecek misiniz? Yanıtı kocaman bir HAYIR. O halde gelin bu hırstan kendinizi arındırın. Olayları zorlamak yerine kendi akışına bırakın. Bir insandan, bir olaydan intikam almanın en iyi yolu olan unutmayı deneyin. Unutunca acılarınız hafifler, sızılarınız diner. Bunun için elbette zamana ihtiyacınız vardır ama olsun. Size karşı her ne yapıldıysa alacağınız en iyi antikam tıpkı Schiller’in dediği gibi “Affetmek ve Unutmak” olsun. Affetmekle hayatınızı karabasanlardan kurtaracak, unutmakla da intikamınızı size yakışır bir şekilde almış olacak ve o kişiye acıların en büyüğünü yaşatacaksınız. Eğer unutamıyorsanız yaşadıklarınızı tecrübe hanenize artı bir çizik olarak ekleyip geleceğiniz için olumlu enerjiye çevirmeye çalışın. Çünkü siz özünüzde iyi ve akıllı bir insansınız. İçinizde intikam gibi kötü ve tehlikeli duygulara yer olmamalı.

İlahi adaletin gün gelip gerçekleşeceğine olan inancınızı kaybetmeyin ve yaşamınıza kaldığınız yerden devam edin. Gün gelip gerçekleştiğine tanık olursanız sadece tatlı bir tebessümle eski günleri hatırlar ve içiniz hiç olmadığınız kadar rahat yolunuza devam edersiniz. Bekleyen, sabırla acılarının hafifleyeceğine inanan insanlar her zaman kazanırlar; denemekten korkmayın.
Tutku
Per Eyl 19, 2013 1:50 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Sakın bu atesle yanmayın..

Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek...
 

 
Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek... Başkalarını affettiğimizde biz özgürlesiriz.
Nefret yaşamdan zevk almamızı, insanların güzel yanlarını görmemizi engeller. Hiç kimse saf iyi ya da saf kötü değildir. Salt kötülükleri görmek bir süre sonra şüphe, depresyon ve umutsuzluk denizinde boğar insanı.
Nefret dolu bir yaşam, mutsuz bir yaşamdır. Affetmek insanı derinleştirir.
Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak kendisini hazır hissetmesi gerekir. Çünkü affetmek bir seçimdir.
 
 
 

 
Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir. Affetmek bir süreçtir.
Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.
Affetmeyi seçtiğinizde kimse size borçlanmayacaktır. Yani koşullu affetme yoktur. Diğer insanın da sizi affetmesini, değişmesini veya sizin istediğiniz gibi olmasını beklemeyin.
Affetmek bir seçimdir. Amacı sizin rahatlamanızdır, sizin özgürleşmenizdir. Nefret duyduğunuz kişinin yaşıyor ya da ölmüş olması sizin affetme sürecinde duyduğunuz acıların yoğunluğunda bir farklılık yaratmayacaktır. O acılar sizin acılarınız.
Affetmek kolay değildir. Fakat özgürleşmek için gereklidir. Çoğu insan affetmenin nefret ettiği kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır.
Oysa affetmek, geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı kontrol altında tutmasına son vermek demektir.
 

 
Affetmek, o kişiyi sevmek değil. Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil. Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil. Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil. Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil. Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil. Affetmek, o kişiyi haklı bulmak değil. Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.
Affetmek kırgınlığın, küskünlüğün, nefretin hapishanesinden özgürlüğe kavuşmaktır.
Affetmek artık acıyı hissetmemektir. Yapılanları zihinsel olarak unutmak zaten mümkün değildir.
"Duygusal unutma" affetmenin diğer adıdır.
 
 

 
Emeğine Yüreğine Sağlık Canım...
 
Siyahin_Matemi
Per Eyl 19, 2013 3:41 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: İdam edilen Bir Başbakan.Mekanın cennet olsun

Adnan Menderes’in eşine yazdığı mektup;

Hayatım,
Dün o kadar bekledim, mektupların gelmedi. Hüznüm bir kat daha arttı. Bugün alırım inşallah…. O dayanılmaz hasretini bir derece hafifleten, ayrıca heyecan veren, sevgini getiren, nefes alma imkanı veren mektupların…. Uykumda da, uyanıkken de hep onlar beni meşgul etti, en büyük acılara onlar sayesinde katlanabildim. Binlerce teşekkür ve minnet… Görülmemiş bir sevgi ve iştiyakla güzel yüzünü öptüm.
 

 
Berrin Menderes’in yazdığı mektup:
Asıl ben sana minnettarım ve müteşekkirim… Beni habersiz bırakmıyorsun. Bugün beş mektubunu birden alınca bayram çocuklarına döndüm. Kaç günlük yakıcı intizardan sonra bu mektupları almak en büyük memnuniyet oldu. Gözümden boşalan yaşlarla ıslattım onları. Senin söylediğin gibi, günlerce susuz kalan, çatlayan toprak nasıl suya kanamazsa, bende onlara kanamıyorum işte… Kaçar defa okuyorum bilsen… Benim de hayalimde yalnız ilk günlerimiz canlanıyor.
“Bazen yanımda nefes alışını duyar gibi oluyorum” diyorsun. Şu birkaç kelimen beni ta içimden sarıyor, heyecanlandırıyor. Ya ben seni nasıl büyük bir iştiyak, hasretle özlüyorum, bunu bir ben, bir de Allah bilir.
 

 
Adnan Menderes BELGESELI
  
 
 
Mekanı Cennet  Olsun...Emeğine Yüreğine sağlık Tutkum.
Siyahin_Matemi
Per Eyl 19, 2013 6:52 pm
 
Foruma git
Konuya git

Zor Zanaat..


Bazen biz insanoğullarının bir şekilde sınandığını, güçlerinin, sabırlarının, olaylar karşısındaki dayanma derecelerinin ölçüldüğünü düşünüyorum. Öyle beklenmedik anlarda peş peşe öylesine olaylara gebe ki nefes aldığımız şu minicik dünya. Bir anda evet bir anda her şey altüst olabiliyor hayatımızda.Beklenmedik bir anda bir darbe alıyoruz ve daha onun etkilerini atlatamadan , daha doğrusu ne olduğunu anlayamadan bir ikincisi, derken peşinden üçüncüsü…Sanki yolunda giden zincirin bir halkasının kopuvermesi ile diğerleri de onu izliyor. Ve bizler daha birincisinin şokunu atlatamadan diğerleri ile yüzleşmek zorunda kalıyoruz.Nedenler, niçinler giderek büyürken içimizde, cevapları bir o kadar küçülüyor galiba. Kim bilir belki de bulacağımız cevapların hiçbir anlamı kalmıyor elimizden kayıp gidenleri izlerken ve hiçbir şey yapamazken.İnsan nasıl da çaresiz hissediyor kendisini, nasıl da kapana sıkışmış gibi hareketsiz kalıyor tüm duyuları. Ne konuşulanları doğru dürüst algılıyor beynimiz, ne yanımızda olup da bize destek vermek isteyenleri görüyor gözlerimiz. İçimizden hiçbir şey evet hiçbir şey yapmak gelmiyor. Geceleri yastığa başımızı koyduğumuzda uyumak ve unutmak istiyoruz içimizi acıtan her ne varsa. Öyle ki sabah uyandığımızda her şey yine eskisi gibi olsun, hiçbir şey değişmemiş olsun istiyoruz hayatımızda.
Ama nafile… o sıkıntılar, o üzüntüler, o gözyaşları hepsi bizim için. Yaşamamız , nefes alırken hayatın zorluklarını bir kez daha fark etmemiz; elimizdekilerin kıymetini bilmemiz, birde aslında ne kadar güçlü olduğumuzun farkına varmak için belki de. Çünkü o en zor anlara kadar asla dayanamam dediğimiz olaylarla birebir yüzleştiğimizde o hiç bilmediğimiz iç gücümüz bizi ayakta tutuyor.Evet hayat böyle bir şey işte. Biz daha hayatın tatlarını alabilmenin yollarını ararken; acılar, sıkıntılar, üzüntüler boy veriyor çiçekli tarlalarda. “Geçecek elbet, hepsi geçecek” diyerek kendimizi avuttuğumuz o masum cümleler içimizin isyanını bastırır mı bilinmez ama sabırlı olmanın, sabırla beklemenin ve her şeye rağmen pozitif düşünmeye çalışmanın tüm sıkıntıları atlatmadaki önemi çok büyük.Güzel düşüncelerin güzellikler getirdiği, sıkıntı ve endişeleri yok edip bizleri yeniden gülümsettiği günlerin bolca olması dileğimle…
Turku
Cum Eyl 20, 2013 9:45 am
 
Foruma git
Konuya git

Türklerde Yönetim Felsefesi :)))))))))))



 

Türk ve Japon şirketleri arasında bir kürek yarışı düzenlenmesine karar verildi.Japonların takımında 8 kişi kürek çekiyor, 1 kişi dümencilik yapıyordu.
Türk Takımında ise 2 kişi kürek çekiyor, 3 kişi şeflik 3 kişi müdürlük yapıyor 1 kişi de dümeni kullanıyordu.Her iki takımda, performanslarının en üst düzeyine varabilmek için uzun ve zorlu bir hazırlık döneminden geçti.Büyük gün geldi ve iki takım da, kendini hazır hissediyordu. Japonlar yarışı bir kilometre farkla kazandılar...Yarış sonrası Türk takımı çok sarsılmıştı. Türk Şirket yönetimi yarışın açık farkla kaybedilmesinin nedeninin bulunmasına karar verdi.Yapılan araştırmalar, analizler ve uzun çalışmalar sonucu düzenlenen raporlara göre hata bulundu ve çözüm önerisi getirildi.Çözüm olarak yönetimdeki düzeni güçlendirmek için 1 genel müdür atandı, ve sandal daki ağırlığı dengelemek için kürekçi sayısı da 1 e indirildi.Japonlara yeni bir yarış teklif etme kararı alındı.9 kişilik Türk takımı Japonlarla bir yarış yapmak üzere yeniden yapılandı.Japonların takımında yine 8 kişi kürek çekiyor, 1 kişi dümencilik yapıyordu.Türk Takımında ise yeni yapılanma şekli şöyleydi,1 Genel müdür3 Bölgesel müdür3 Dümen şefi1 Dümenci1 Kürekçiİkinci yarışı Japonlar iki kilometre arayla kazandılar.Tepesi atan Türk şirketi yönetim kurulu hemen harekete geçti.Yarışın kaybedilmesinden sorumlu tutulan kürekçi kovuldu,müdürlere ve diğer personele sorunun çözümüne olan katkılarından dolayı ikramiye verildi. 
 

Siyahin_Matemi
Cmt Eyl 21, 2013 8:18 pm
 
Foruma git
Konuya git
cron