İstanbul (Çapa) Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol, "Çocuğunu seven şeker yedirmesin. Sağlığa zararlı oluşu bakımından ha şeker, ha eroin" dedi. Demirkol, süt konusunda da önemli açıklamalarda bulundu.
25/02/2013 - 10:57
Prof. Dr. Demirkol ile söyleşimiz şöyle sürdü: -Sayın Hocam, 21 yaşındaki küçük oğlum Mücahit, ellerinizden öper, iyi bir çocuk. Yalnız şekeri çok seviyor. Çay içerken o kadar çok şeker atıyor ki, çay reçele dönüşüyor. Ne yapmamız lazım? Çocuğuna eroin de içiriyor musun? -Hayır Hocam, eroin nereden çıktı? Çünkü insan sağlığına verdikleri zarar bakımından ha şeker, ha eroin. İkisi arasında fark yok Selami kardeşim. Onun için ben her zaman söylüyorum. Çocuğunu seven, şeker yedirmesin. İnsan vücudunun şekere asla ihtiyacı yok. Beyin ihtiyacı olan glikozu kendisi yağdan üretebiliyor. Sen şeker yiyip de daha akıllı olan bir adam gördün mü? O halde niye şeker yiyoruz? Şekerin bizi öldürdüğünü toplum bilmiyor. Dünyada şu anda 300 milyon şeker hastası var. -Pancardan yapılan şeker de bu öldürücü özelliğe dahil mi? Dahil. Nişasta bazlı şeker tabii daha kötü. Ama pancar şekeri de kötü. Ölçülü yemek lazım. Mesela zayıf bir insanın günde 30 gram şeker hakkı var. Bu da 8 kesme şekeridir. Ama bir kutu meşrubat 35 gram şeker içeriyor. Amerika’daki şişmanlığın temelinde bu var. Bir de o meşrubatın içinde normal şeker yok. Mısır şurubu var. Farelerin kobay olarak kullanıldığı deneylerde, bunun yüzde 46 oranında daha şişmanlatıcı olduğu tespit edilmiş. -Bardakta satılan mısırlar da ABD’den mi geliyor? Nereden geldiğini bilemiyorum. Yalnız GDO’lu olma ihtimali yüksek. Yani zararlı. Genetiği değiştirilmiş organizma, tanımı gereği; laboratuvar ortamında insan eliyle bitkinin genetik şifresiyle oynanması demektir. Doğada melezleşme çok sık olur. Melezleşmenin bilimsel adı: hibridizasyon. Şu anda da biz sebzede artık yenilenebilir tohumlardan ziyade, yurt dışından gelen özel hibrit tohumları kullanıyoruz. Bu hibritleşme, tarlada olan hibritleşme. Doğal ortamda olan bir hibritleşme. Yani yeryüzünde bu kadar çok çeşit bitkinin var olması, temelde az sayıda bitkinin melezleşmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu doğal bir süreçtir ve bu sürecin insan sağlığı açısından hiçbir zararı yoktur. Mesela tüysüz şeftali gibi… EN SAĞLIKLI, MERADAKİ İNEĞİN SÜTÜ -Sizinle söyleşi yapacağımı bilen bir arkadaşım selam söyledi, “Çocuğuma içireceğim sütü satın alırken nasıl süt almalıyım?” diyor. Siz ne diyorsunuz? Marketten pastörize paket süt mü alsın, yoksa sokak satıcısından mı alsın?
Çok zor bir soru. Ben bir hekim olarak şunu önerebilirim ki, zahmetli bir yol; çiftliğe gidip hayvanın sağlık karnesini görüp, o hayvanın sahibi köylüden süt alabilirsiniz. Şu anda güvenli tek şey o. Bir de merada otlayan bir hayvanın sütü en sağlıklı süt diyebilirim. Ahırda yapay yemlerle beslenen hayvanların sütü, şu anda bizi kalp hastası yapıyor. Yani biz insanoğlu doğanın bir mucize ilacını zehire dönüştürecek kadar ahmağız. Yani şu anda “sokak sütü mü, ambalajlı süt mü?” Hayvanın sağlık karnesini görmedikçe ambalajlı süt. Ambalajlı sütler içerisinde de kutu değil şişe süt. Yani UHT değil, pastörize süt. Ama bilin ki o pastörize süt sizin dedenizin içtiği süt değil.
HATALI BESLENMEYE 20 MİLYAR DOLAR -GDO’lu ürünlere karşı nasıl mücadele edeceğiz, nasıl korunacağız? Türkiye’de manavdan veya marketten satın aldığınız herhangi bir sebze ya da meyvede henüz GDO yok. Ama ambalajlı paketlerin tümünde olma riski var. Buna meşrubat dahil, dondurma dahil, hazır çorbalar dahil, çocuk mamaları dahil. GDO’dan korunmada şuanda yapılabilecek tek şey ambalajlı ürünlerden uzak durmak. Salçamızı turşumuzu kendimiz yapmak ve çocuklarımıza da meşrubat, gofret, çikolata ve cips tüketme gibi alışkanlıklarının kötü bir alışkanlık olduğunu anlatıp, evlatlarımızı kurtarmak. Meşrubat içmek, patates cipsi yemek kötü bir alışkanlık. Mesela vişne suyu içecekseniz; vişneyi satın alın, kaynatın, suyunu için. Ambalajlı gıda maddesi satın aldığınızda bilin ki, tatlandırıcı büyük oranda, yani firmaların çok büyük bir bölümü nişasta bazlı şeker kullanıyor. Bu çok önemli bir şey. Türkiye yılda; sadece hatalı beslenmeden oluşan hastalıkların tedavisi için yirmi milyar dolar harcıyor. HASTALIKLI BİR TOPLUM İSTENİYOR -Yani toplam ihracatımızın beşte biri kadar, öyle mi?. Evet. Sadece hatalı beslenme sonucu oluşan hastalıkların tedavisi için yirmi milyar dolar para harcıyoruz. Ama bizden de istenen bu. Çünkü sağlık sistemimiz giderek çok uluslu şirketlerin eline geçiyor. Hastalıklı bir toplum ister, sağlıklı bir toplum istemez. Hastalıklı bir toplum, sahte yiyeceklerle oluşur. Almanya’da en büyük gıda tedarik firması Philip Morris. Bizim sağlık bakanlığımız kahramanca tütünle mücadele yapıyor. Ama zaten tütün firmaları tütünden para kazanmaktan vazgeçti, artık gıdadan para kazanıyor. O yüzden “Sigarayı yasakla” diyor. Ama öbür taraftan bardakta mısırı sokuyor, nişasta bazlı şekeri sokuyor. Senin ülkende mısır şurubu ürettiriyor, GDO’lu hayvan yemini sana satıyor. Buna karşı milletçe ve birey olarak mücadele mümkün. Ülke olarak, biz ulusal sağlık programımızı oluşturmalıyız. Bu ulusal sağlık programımıza uygun ulusal beslenme politikasını belirlemeliyiz. Ulusal beslenme programımıza uygun ulusal tarım programımızı belirlemeliyiz. Başka çıkışı yok. ÇİN TUZU BAĞIMLILIK YAPIYOR -İktidarlar bizi korumazsa, bizler birey olarak ne yapabiliriz? Temel besin maddelerini satın alıp, evde kendimiz pişireceğiz. Okula giden çocuğumuzun yanına da evde bir sandviç hazırlayarak göndereceğiz. Cebine para verip büfelere mahkum etmeyeceğiz. Sodyum Glutamat diye bir madde var. Buna Çin tuzu da deniliyor. Her yiyeceği daha lezzetli yapıyor. Aynı zamanda beyinde alkolün oluşturduğu bağımlılığın aynısını yapıyor. Sodyum Glutamatlı yiyeceklere alışmış bir genç, çok rahatlıkla alkol müptelası da olur. Alkol bağımlılığı, alkolle başlamıyor. Sizin çocuğunuza verdiğiniz bisküvi ile başlıyor. Onu sevindirmek için götürdüğünüz gofretle başlıyor bu iş. Çünkü içinde Sodyum Glutamat var.
TÜRKİYE'Yİ REKLAM ŞİRKETLERİ YÖNLENDİRİYOR -Çocuk mamasında da var mı Hocam? Mamada olduğunu zannetmiyorum ama var veya yok diyemem şuanda. Onlarında başka özellikleri var. Mesela GDO’lu kanola yağı var. Kanola yağı olduğu kesin, yazıyor üstünde. Ne kaynaklı olduğunu yazmıyor. Ama etiket yasası zaten ülkemizde işlemediğine göre. Türkiye’dekiler GDO’lu değil. Türkiye’dekiler hibrit ama yabancı şirketlerin mama firmalarını kullandığı kanolanın ne kaynaklı olduğunu bilmiyoruz ki. Mete Akyol bana birgün sordu: "Türkiye'yi kim yönlendiriyor?" Ben de "Medya" dedim. Mete Akyol: "Hayır, reklam şirketleri" dedi.
2 sonuç bulundu
2 sonuç bulundu • 1 sayfadan 1. sayfa
Hayattan ne öğrendim...Hayattan ne öğrendim
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi… Ağladım. * * * Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatin bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim. * * * Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla… Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını,zamanla öğrendim… * * * İnsani öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu… Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim. * * * Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi… Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim. * * * İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu… Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim. * * * Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim. * * * Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini… Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim. * * * Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra… Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana… * * * Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp dönmeyi… Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi… * * * Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta… Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım. * * * Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim. * * * Namusun önemini öğrendim evde… Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim. * * * Gerçeği öğrendim bir gün… Ve gerçeğin acı olduğunu… Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim. * * * Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim. MEVLANA
SanalKahve © Copyright 2007 - 2014 Tüm Hakları Saklıdır.
|