estetik kişi ne yaparsa kendine yapar..ve yakışanı yapar...
22 sonuç bulundu
22 sonuç bulundu • 1 sayfadan 1. sayfa
Re: Söz'ün özü...slm yazınızı okudum tşk ederim sanıırm form böle yazılar la insanları egitmek gerekiyor belden aşa yazı ile nereey varılmıştır anlayamadım
Söz'ün özü...“Söz söyleyen kemal sahibi olursa, marifet ve hakikat sofrasını serdi mi, o sofrada her türlü yemek bulunur. Herkes orada gıdasını bulur.”
İnsan, büyük bir şeydir ve içinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki insan içindeki o ilmi okuyabilsin. Bu perdeler ve karanlıklar; bu dünyadaki türlü türlü meşguliyetler, insanın dünya işlerinde aldığı çeşitli tedbirler ve gönlün sonsuz arzularıdır. Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına ne mazaretin devası ne ilacın şifası deva getirmiş Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç? İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır. Şu deredeki su,kaç kere değişti,yıldızların akisleri hep yerinde. Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmayan herkese dost kesilir. Nakışsız ayna olur, tüm nakışlar onda seyredilir. Gül düşünür, gülistan olursun. Diken düşünür, dikenlik olursun! Kişinin değeri nedir? Aradığı şeydir! Eğer sen,can konağını arıyorsan,bil ki sen can sın. Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan,sen bir ekmeksin. Bu gizli,bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen,anlarsın ki Aradığın ancak sensin,sen. Madendeki inciyi aradıkça madensin. Ekmek lokmasına heves ettikçe,ekmeksin. Şu kapalı sözü anlarsan,anlarsın her şeyi; Neyi arıyorsan sen osun. Senin canın içinde bir can var,o canı ara! Beden dağının içinde mücevher var,o mücevherin madenini ara! A yürüyüp giden sufi,gücün yeterse ara.
SANALDA DOSTLUKLAR..Hani Dost'luklar vardır..
Hani Dost'luklar vardır..Sanalın gerçekliğini..Reelin yalanlarını bastırır... Tam düşerken..Hiç görmediğin..Belkide çokta tanımadığın meçhul bir el tutar kaldırır seni... Kimi zaman bir gece yarısı..Şiirsel bir sohbette ağlarken.. Tüm yaşanmışlığına inat..Alır götürür hüzünlere o güzel sohbet.. Kimi zaman..Kimi zaman ..Yalnızlar rıhtımının martıları olursunuz onlarla.. Uçarak özgürce kanat çırparsınız..Hayat denen prangaya inat.. Resim ..Resim..kahkahalarınızı derin bir offf..çekiş böler.. kimi zaman Kardeş..Abi..Abla..Bacı.. bulursunuz. Kimi zaman..Kimi zaman bir AŞK çalar kapınızı..Hiç yaşanmamış kadar yüce üstelik.. Bir tık kadar uzağındadır Dost'lar..Hasretin vuslatına bir tık kalmıştır... Kışın yakıcı soğuğunda..Kışın yakıcı soğuğunda sıcacık bir çay dır ..Edilen sohbetler.. Bazen bir bardak buzlu rakı alır getirir Dost meclisindeki şenliği.. Oysa alkol oranı sıfırdır..Ceza yemez..Yadırganmazsınız... Ağlıyorsanız..Ağlıyorsanız eğer mutlaka bir içten sesle irkilirsiniz.. Neyin var..Paylaş lütfen der.. O sıcacık nefes.. Kırk yıllık Dost'luklara inattır..üç günlük paylaşım.. Hayatın yalanlarında tek gerçektir..Sanaldaki Dost'luklar kimi zaman.. Cansız silüetlerde canlılık..Açlıkta duyulan ve sunulan sofradır..O canım sohbetler.. Beklentisiz değildir elbet gösterilen çabalar..Ancak beklenti ne bir çuval dolusu maddiyat, Nede imkansızların kucağından kurtarılıştır.. Bir Hoş Sada'dır sadece..Bir nefes mutluluk,içilen acı bir kahve tadındadır beklenti.. Riyasız yalansız paylaşımdır beklentiler..Ne kadar dürüstsen o kadar Dost'sundur.. Ne kadar doğruysan o kadar Dost'un olur.. Çaresizliğe..Çaresizliğe aranan çare değil.. Yorulmuşlukta alınan bir dinlenme molsıdır.. Bazen bir radyonun linkinde yaşanır..Bir ömür mutluluk.. Bazen msnden çözüm deryasına geçiştir..Paylaşımdır kısacası.. Riyasız beklentinin minumum olduğu..Üstelik..üstelik kaybedecek birşey olmadığından.. Cesurdur Dost'luklar burda.. Ülkemin bir ucunu diğer bir ucuna bağlayıp,üstelik bununla yetinmeden,ülke sınırlarını aşıp giden paylaşımdır.. Azla çoğun kardeşliğinde..İyilik ve kötülüğün çırılçıplak gözlemlendiği,herkesin kendinden birşeyler verdiği yerde yaşanan duygular bütünüdür...Sanalda Dost'luklar... Her güzelliğin yaşandığı kadar,kötülükleride barındıran,Ancak kısa zamanda ortaklaşa arındırılan bir paylaşımdır... Hüsranla biter beklentiler bazen... Bazende reelde bulamadığın özü bulursun.Dost'luk..İnsanlık..Hatta AŞK tan yana.. Dost meclislerinde...Dost olanlara ..Yalnızlara inat..Dost bulanlara... Dost'luğa özüyle..Kalbiyle katılanlara..Selam olsun... Saygılarımla...Baralcan'dan... DOST'luklarımızın kıymetini bilmemiz ümidiyle..
Re: SANALDA DOSTLUKLAR..Dost'luğa özüyle..Kalbiyle katılanlara..Selam olsun...
Teşekkürler Ceren...
Güzel cevaplar alimlerden bilim adamlarından..Güzel cevaplar alimlerden bilim adamlarından
Sokrat ölüme mahkum edildiğinde, eşi: - Haksız yere öldürülüyorsun, diye ağlamaya başlayınca, Sokrat: - Ne yani, birde haklı yere mi öldürülseydim! -------------------------------------- Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayışı ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbirşeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: "Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem" der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: - Ben çekilirim!! -------------------------------------- Meşhur bir filozofa: - Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz? diye sorulduğunda: - Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan, demiş. -------------------------------------- Dostlarından biri, Fransız kralı 15. Lui' ye: - Majesteleri, akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve seve öder. Kral, alaylı alaylı gülerek: - Hakikatten enteresan bir fikir, cevabını vermiş. Bu buluşunuza karşılık, sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum. -------------------------------------- Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile' ye hasımlarınından biri: - Efendim, kulaklarınız, bir insan için biraz büyük değil mi? Galile: - Doğru, demiş. Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama, seninkiler de bir eşşeğe göre fazla küçük sayılmaz mı? -------------------------------------- Fransa hükümet ricalinden biri Napolyon' un bir muharebede tenkide kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek: - Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini zaptetmeliydiniz, gibi fikirler belirtmeye başlayınca, Napolyon: - Evet, Onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım. -------------------------------------- Bir toplantıda bir genç M. Akif küçük düşürmek için: - Affedersiniz, siz veteriner misiniz? demiş. M. Akif hiç istifini bozmadan şu cevabı vermiş: - Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu? -------------------------------------- İdam edilmek üzere olan bir mahkuma: - Diyeceğin bir şey var mı? diye sorduklarında: - Bu bana iyi bir ders oldu!! -------------------------------------- Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ; - Sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş. Vezir: - Evet hünkarım, bilirim dediğinde, Yavuz cevabı yapıştırmış: - Bende bilirim. -------------------------------------- Sultan Alparslan 27 bin askeriyle bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla: - 300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der. Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der: - Bizde onlara yaklaşıyoruz. ------------------- Bir filozofa sormuşlar: Şansa inanırmısınız? Filozof: Evet, yoksa sevmediğim insanların başarısını neyle açıklardım
ÖĞRENDİM..SUSMAYI öğrendim;çok KONUŞANLARDAN..!ALÇAK GÖNÜLLÜ olmanın;ERDEMİNİ tattım çok bilmişlere inat..!Gerçekten BİLENLERİN,az konuştuğuna ŞAHİT oldum sessizce..!Her yaşananın;sadece bir DENEYİM olduğunu kavradım.!DEĞMEYENLERE;çok anlam yüklemenin ruhuma verdiği zararı keşfettim..!Kendim olmayı seçtim;başkalarından alınmış parçalardan oluşmayı değil.. !Kendi hayatlarını YÖNETEMEYENLERİN;diğer hayatlara müdahelelerine güldüm sadece..!Kokuşmuş zihniyetlerin;yalan gülümsemelerin içinde yer almaktansa;uzaktan onlara seyirci kalıp,İNSANLIĞIMI korumayı öğrendim..!Varlığımı hakedenleri hayatıma dahil etmeyi;haketmeyenlere HOŞÇAKAL demeyi öğrendim..!Belki zor oldu ama;bu uzun yolda YALNIZ ama BAŞIM DİK yürümeyi öğrendim...!!
Re: ÖĞRENDİM..Gamzem canım tşkrler ..Hep sağ olsun yüreklerimiz..
Ah Min'el AskAh... Tek hece... Bütün Lisanlarda aynı olan mana... Bir elif ardından bir he... Allah adının ilk ve son harfi... Elif ve heile yanmış aşk...Zora tahammülü güzel bulanlara değil; güzele tahammülü zor bulanlara yazgılıdır âh...Güneşi izleyen bulut, gizleyebilir mi hiç varlığını güneşin; acıyı saklayan tebessüm, ya saklayabilir mi hiç vücudunu acının? Dokunulunca en ince teline içindeki sızının, bülbül durabilir mi şeydalanmadan ta mahşer olunca?...Her nereye bakarsa gördüğü âhtır aşkın; âh elinden niyaz için mescide girse dahi...Minaresi elif, kubbesi hedir çünkü camilerin...Ve hala elifin bağrı şerha şerha kan ve hala iki gözü iki çeşme henin...
Erbab-ı aşka pîşe heman her gün âhimiş Her bir nefes ki âh ile geçmez, günah imiş... Ve sözün düğümü; Âhmine-l aşk!... İskender PALA Ey aşık! Hani özlem çekiyorsun ya sevgiliye..Bilki sevgilidendir özlemin özü..Odur asıl sana özlem duyan..Çünkü o tutuşturmayınca alevi,kimsede olmaz ateş..Ve aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer.. ”Aşkın hikâyesini, durmaksızın feryâd eden bülbüle değil;Sessiz sedasız can veren pervanelere sor…! ”Seni tanımadan önce Aşk masalları okurdum.Şimdi senin aşkınla,ben kendim masal oldum” Haydi yeniden gel sevgili !... Sabır tesbihini tekrardan alalım elimize... Sen"ben" çek... ben de "sen"... Erelim yenidensenli-benli günlere,Sonsuza dek...
Re: Ah Min'el AskEskiler "Ah mine'l-Aşk" yani "Ah aşkın elinden!" demişler Galiba biz de"Ah Bine'l-Aşk" yani"Ah aşka ulaşmak!"demeliyiz..! Biz Acıyı Aşk'a Yama Yaptık ..! Şey Gibi; Biraz Günlük, Biraz Şiir,
Biraz Deneme..gibiyiz.../ Ama Elhamdülillah Yine Kokusunda Gül Saklı Her Sözün Hizmetçisiyiz ve asr-ı saadet aşığıyız...
BU CUMA GÜNÜ HÜRMETİNEHAYIRLI CUMALAR........
SEVGİLİ GÖNÜL DOSTLARICUMALAR HAYIRLI, GELECEKLER FAYDALI, SAĞLIĞIMIZ SIHHATLİ,DÜNYA VE AHİRETİMİZ SAADETLİ VE DE İSTİKAMETİMİZ ALLAH’a OLSUN. BİRBİRİMİZİ SEVELİM ve SAYALIM, BİRBİRİMİZE ÇOKCA DUADA BULUNALIM RABBİM TÜM MÜMİNLERİN YAR VE YARDIMCISI OLSUN...HİÇ UNUTMAYALIM Kİ: "İMAN İNSANI İNSAN EDER; BELKİ DE İNSANI SULTAN EDER...""SEVGİYLE VE İÇTEN YAPILACAK DULARIN ASLA BOŞA GİTMEYECEĞİNE İNANARAK BOLCA DUA EDELİM ,DUALARDA BULUŞMAK ÜZERE HAYIRLI CUMALAR."
Re: BU CUMA GÜNÜ HÜRMETİNEAllah'ım; Ben üşüyorum, Sen, Dost’un gözleriyle ısıt beni. Ben kanıyorum, Sen, dokunuşu merhamet olanlarla sar beni. Ben korkuyorum, Sen, kalbime verdiğin îmanla koru beni. Ben ağlıyorum, Sen, ülfetinle avut beni. Ben savruluyorum, bilinmezlere hazan yaprağı gibi… Sen tut beni. Ben kayıyorum sırattan, Sen bırakma beni. Bende kimsenin uğramadığı izbe köşeler var, karanlığın bile girmekten ürktüğü… Bende açılıp kapanmayan yaralar, rûhumu döven hırçın dalgalar var sonra… Dönüşü olmayan yollar uzaklığım kadar uzayan; dinmeyen gözyaşları var içime kanayan… Küçük bir kız çocuğu var, yetim bayramlar yaşayan… Âhlar var, geceleri uyku tutturmayan… Soğuk kışlar var, bir bakış olup gözümde donan… Yakan ateşler var, öfkem olup çarpan… Bende, derin bir muhabbetin yok; ulvî kılan, mümin yapan, arıtan, çoğaltan, merhamet olup yetim başlar okşayan, şefkat olup mâtemlerin civarında dolaşan, fakir sofralarda zengin kılan, cömertlik olup mahrumlara dağıtılan, cesâret olup İslâm’a engelleri yıkan. Bende, derin bir muhabbetin yok; beni unutturup bana, sadece Sen’i hatırlatan, gündüz olup yüzler aydınlatan, gece olup hataları örten, kilit olup hayırlara açılan, merhamet olup hasta ruhuma dokunan… Bende, derin bir muhabbetin; uzaklığıma rağmen, bana şah damarımdan daha yakın olan… Bende derin bir muhabbetin yok; edep edip başkalarını özlemekten, Sen’i özlettiren… Vefâ olup; hatırladıklarımı Seninle râbıtalı kılan… Bende, derin bir muhabbetin yok; rüzgâr olup çöllerde iz iz Nebî’yi arayan, peyk olup bir Kutb’un etrafında dönen... Bir derin muhabbetin yok bende; beni Sen’den kılan. Sen varsan, neyim yoktur ki; Sen yoksan gönlümde, neyim vardır ki... CUMAMIZ Mübarek OLSUN.. SELAM VE DUA İLE.. Emeğine sağlık canım...
Kimseler Bilmez...Kimseler Bilmez
Ey benim nazlı ceylanım , severim severim kimse bilmez.! bir ateş düştüki başa , tüterim kimseler bilmez.! Bak şu kalbimin işine saldı sevdayı başıma gece gündüz aşk ateşi ile yanarım yanarım kimse bilmez Ben aşığım.! Ben aşığım değmeyin dostlar bugün benim için ötsün kuşlar ne olur bugün benim için essin rüzgar otobüslere bugün bilet atmayın bugünde parasız götürsün dolmuşlar bugün , bugün pazar şiirini benim için yazmış olmalı nazım.Mutlaka benim için yazmış olmalı çiçekler benim için açsın,yağmur benim için yağsın ben aşığım değmeyin dostlar.. Varın söyleyin hayına girmesin benim kanıma bir ateş düştüki başa tüterim kimseler bilmez Bak şu kalbimin işine saldı sevdayı başıma gece gündüz aşk ateşi ile yanarım yanarım kimse bilmez.. Ben aşığım.! ben aşığım değmeyin dostlar.. Bugünde benim için akmasın trafik benim için ağlamasın hiçbir çocuk günü geldi ama ödemeyeceğim kiramı borçlarımı düşünmeyeceğim bu gün ne olduysa oldu seni sevdiğimi anladım kız. İstanbul bile güzel gözüktü gözüme , bizim gözüktü bir türkü tutturdum gevheriden onu bile güldürdüm halime.. Bak şu kalbimin işine saldı sevdayı başıma gece gündüz aşk ateşi ile yanarım yanarım kimse bilmez..
Çıkarlar Allah Korkusunun Önünde mi?Din, güzel ahlakın oluşmasını sağlayan ilkelerden oluşur. Kişiyi bilinçli kılan tam da bu ilkelerdir. Bu bilincin merkezinde ise “mehafetullah/haşyetullah” vardır. Tercümelerde “Allah’tan korkmak” olarak yerini alan bu kavramları, bilinen basit bir korku üzerinden anlamak, eksik ve hatta yanlış olur. Bu öyle bir korkudur ki insana en büyük özgürlüğü sunar. O’ndan başka Rab tanımamak, O’ndan başka kimseden korkmamak; ama O’na has ve O’ndan hareketle bir hayat sürdürebilmek… Bu yaklaşım, doğaya, canlı cansız tüm varlığa, küçücük bir zarar vermekten dahi sakınmayı, yaratılışa ve yaratılana gerekli ihtimamı gösterebilmeyi ve “kul hakkı”na riayet etmeyi zorunlu kılar.
Korkmak mı, sevmek mi tartışmaları yapılır. Her iki kavramın da birbirini tamamladığını veya birinin diğerini zorunlu kıldığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü “aşkın” bir varlıktan bahsediyoruz ve her iki kavramı da Allah’a “bağlılık” çerçevesinde ele alıyoruz. Her şeyden önce, insan “acz” varlığıdır. Bunu, en çok da bağlandığı Yüce Varlık karşısında hisseder. Bu duygu, hayreti, hayranlığı, teslimiyeti, sevgiyi ve elbette korkuyu beraberinde getirir. Bunlar yoksa ne kadar sağlıklı bir Rab-kul ilişkisi vardır, tartışılır. Tanrı ile kul arasında hiç bitmeyen bir diyalog söz konusudur. Daha doğrusu, bu diyalog olmalıdır ki esas zemin oluşsun… Aksi takdirde, yüzeysel, kuru bir sözden bahsedilir. Allah’tan korkan, başka hiçbir şeyden korkmaz Korku kavramını, farklı bağlamlarda ele almak mümkündür. Yükseklik korkusu, yılan korkusu, akrep korkusu, düşmandan zarar görme korkusu vs. Bu korkular bize savunma ve korunma ihtiyacını getirir. Bir de, ölümden korkmak, gelecekten korkmak, karanlıktan korkmak, başarısızlıktan korkmak gibi anlamsız korkular vardır. Dünyevi diyebileceğimiz, insana huzursuzluk veren, acı çektiren, sürekli tedirginlik oluşturan, patolojik ya da insanı kendine yabancılaştıran her türlü korku, Allah korkusuyla bertaraf olur. Bu korku insanın bünyesine, ahengi, dengeyi ve bütünlüğü sağlayacak koordinatları yerleştirir. Her türlü nimeti borçlu olduğu Rabbine karşı büyük bir sorumluluk taşımak ve bu bilinç içinde yürekten teslim olmaktır iman. Allah korkusu ise, bu imanı, bu sorumluluğu gereği gibi taşıyamama endişesi ve titizliğidir. Ayette: “Ey iman edenler! Allah’tan, kendisinden korkmaya yaraşır biçimde korkun. Müslümanlar olmanın/Allah’a teslim olmanın dışında bir hal üzere sakın can vermeyin” Al-i İmran/102 buyrulur. İman, korku ile bağlantılı ise, bu korku, soyut bir korku, bir bağlanış şekli midir? Nasıl açığa çıkacaktır ve neyle kendini gösterecektir? Allah’tan korkuyoruz derken neyi kastediyoruz? Kendisine yaraşır bir biçimde nasıl korkacağız? Tam da bu sorular ışığında iki hususun altını çizelim: İlki, Kur’an’ın, zihinlere yönelik uygulamak istediği temizlik dikkate şayandır. Yaklaştırıcılar, kurtarıcılar, aracılar, yardımcılar olarak görülebilenler üzerinden ortaya koyduğu yaklaşımda, kalın kırmızı çizgileri vardır ve kestirip atar. Kur’an’ın Allah’ı, kendisine muhatap olarak seçtiği insan ile kendi arasında, kimseyi ve hiçbir şeyi aracı kabul etmez. Bu elçisi dahi olsa: “Beni, yarattığım kişiyle baş başa bırak.” (Müddessir/11) İlkeli yaşamaktır korkmak Allah’tan korkmak, O’ndan başka hiç kimseden korkmamaktır, düşüncesinin bir başka manası da şudur: “O ne der, bu ne der, başkanım ne der, bakanım ne der, genel başkanım ne der”; değil, bütün bunların evvelinde sorulması gereken ilk merci “Allah ne der” olmalıdır. Bu gün ne yazık ki bu soruya sıra gelmemektedir. Gelecek korkusu, makam kaygısı, beklentiler, para, pul hepsinin önüne geçivermekte, dolayısıyla “ilke” kaybolmaktadır. Allah korkusu ilkedir/ ilkelerdir. Yani yapılacak bir işin, bir davranışın; ahlaki, hukuki prensiplere dayandırılmasıdır. Halk arasında kullanılan tabirle “kitabına uydurulması” değildir. Bu korku yerleşmediği ve yaşanmadığı sürece, rüşvetin adı komisyon olur. İhale akrabaya ya da yandaşa kalır, iş ehline verilmez, hukuk çıkar ilişkilerine göre şekil alır, hakkaniyet ve adalet “vaaz” larda vaizlerin söylemlerini süsler. Bu gün yeryüzü insanlığı, kanla, hırsla, doymazlıkla, savaşla debeleniyorsa gözden geçirilmesi gereken baş olgudur “Allah korkusu”… “Allah Türk milletine bir daha İstiklal marşı yazdırtmasın” diyen, milli şairimiz Mehmet Akif veciz bir şekilde anlatır bu korkuyu: “Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.” İnsanoğlu en az, elindeki geçici olan mal, mülk, makam vb. şeyleri kaybetmekten korktuğu kadar, Allah’tan korkmadığı; doğruyu ve hakikati ne pahasına olursa olsun Allah adına haykırmadığı sürece, yaşanılan sorunların bitmeyeceğini söylemek zor olmasa gerek.
Re: Çıkarlar Allah Korkusunun Önünde mi?Allah'tan Korkmayanların Ahiretteki Durumları İnsanların dünyada geçirebilecekleri ortalama 60-70 sene gibi çok az bir zamanları vardır. Okul yılları, iş hayatına atılma, para kazanıp iyi bir ev, araba sahibi olma, uygun bir insanla evlenme, çoluk çocuk sahibi olma derken göz açıp kapayıncaya kadar geçen elli senelik bir ömrün ardından kırışıklıklarla dolu bir derinin altında, fiziksel işlevlerini büyük ölçüde yitirmeye başlamış bir insan kalır. Aşağı yukarı bir beş on senelerinin kaldığını gören insanlar artık kendilerini ölüme daha yakın hissetmeye başlarlar. Fakat işin ilginç yanı buna rağmen şuursuz ve anlayışsız olmaya devam eder, kalan bu birkaç yıllarını da ölümü fazla düşünmemeye çalışarak geçirmeye gayret ederler. Allah bu durumlarına karşılık insanları şöyle uyarır: Bize gelecekleri gün, neler işitecekler, neler görecekler. Ama bugün o zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler. İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar. (Meryem Suresi, 38-39) Ancak sorumsuzca geçirilen bu yaşamın ardından kolayca canlarını teslim edeceklerini ve huzur içinde öleceklerini zanneden bu insanların ölümleri, hiç de onların bekledikleri sakinlikte gerçekleşmez. Hissetmeden, kolaylıkla hayatı terk edip ebedi uykularına yatacaklarını zannederlerken, hiç beklemedikleri bir anda kendilerine vekil kılınan ölüm meleklerini karşılarında bulurlar. Ölüm melekleri ise insanların yalvarmasına göre değil, Allah'ın emrine göre hareket ederler. Birdenbire sırtlarında şiddetli bir darbe duydukları ve tarifsiz bir acı hissederek meleklerin canlarını almaya geldiklerini gördükleri zaman herşeyi anlarlar: Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak, "yakıcı azabı tadın" diye o inkar edenlerin canlarını alırken görmelisin. (Enfal Suresi, 50) İnkarcıların işlediği suç çok büyük bir suçtur ve cezası bütün zamanlar boyu sürecektir. Bu kişilerin kaçmaları, ölmeleri kısacası hiçbir şekilde kurtulmaları mümkün değildir. Çünkü herşeyi yoktan var eden ve herşeyin gerçek sahibi olan, sonsuz bir güç ve ilim sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah'a isyan etmişlerdir. Bu insanlar, dünyadayken Allah'tan korkmazlar ama Allah buna karşılık ahirette onlara benzerini hiç yaşamadıkları, tatmadıkları kadar büyük korkular yaşatır. Onlara özel olarak hazırlanmış korkunç bir azap ortamı sunar. Sonsuza dek korku, dehşet ve gerilim içinde kahreder: (O gün) Zalimleri kazandıkları dolayısıyla korkuyla titrerlerken görürsün; o (yaptıkları) da üstlerine çöküvermiştir... (Şura Suresi, 22) Korku ve dehşet hissi, hızla tükenen bir ömrü Allah'tan korkup sakınmadan pervasızca geçiren bu insanların artık sonsuza kadar peşlerini bırakmayacaktır. Çünkü Allah o zamana dek "... onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir." (İbrahim Suresi, 42) Kıyamet ve hesap günü yaşadıkları korku, şaşkınlıkla da karışık bir korkudur ve bu ruh hali Kuran'da şöyle tarif edilir: Sur'a üfürüleceği gün, Allah'ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde olan herkes artık korkuya kapılmıştır ve her biri 'boyun bükmüş' olarak O'na gelmişlerdir. (Neml Suresi, 87) Kıyamet günü insanlar panik halinde çırpınırlarken gebe kadınlar da korkudan çocuklarını düşürürler. Uğrayacakları azabın korkusunun şiddeti insanların akıllarını başlarından alır. Ayetlerde insanların o günkü durumu şöyle haber verilir: Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının, çünkü kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir.Onu gördüğünüz gün, her emzikli kendi emzirdiğini unutup geçecek ve her gebe kendi yükünü düşürecektir. İnsanları da sarhoş olmuş görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir. Ancak Allah'ın azabı pek şiddetlidir. (Hac Suresi, 1-2) Ama korku, panik ve dehşete kapılmaları kendilerine bir fayda sağlamaz. Kendilerine yardım edilmez. Üstelik bu daha başlangıçtır. Hayal bile edemeyecekleri kadar büyük ızdıraplar çekecek, korkular yaşayacaklardır. Sonsuz güç ve adalet sahibi Allah, Muntakim (intikam alan) sıfatının bir tecellisi olarak intikam alacaktır. Ağlamanın, yalvarmanın, feryat etmenin, çırpınmanın, pişman olmanın, af dilemenin hiçbir şeyin faydası yoktur. Kimse inkarcılara yardım edemez. Ne yaparlarsa yapsınlar faydası yoktur; günahlarını itiraf etmeleri, sabretmeleri ya da sabretmemeleri de bir şeyi değiştirmez. Allah bu ümitsiz çırpınışlara ayette dikkat çekmiştir: "Girin ona; artık ister sabredin, ister sabretmeyin. Sizin için birdir. Siz ancak, yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz." (Tur Suresi, 16) Bu duruma gelen kişiler öyle bir açmaza girmişlerdir ki sonsuza kadar bir çıkış yolu bulamayacaklardır. Oysa dünyada hayatları boyunca kendilerine sayısız hatırlatmalar, uyarıp korkutan haberler gelmiştir. Yine önlerine sayısız imkan ve nimetler sunulmuş, onlardan sadece vicdanlarını kullanmaları ve Allah'tan korkup sakınarak hareket etmeleri istenmiştir. Ama cehennemde Allah'a yakaracak bu kişiler dünyadayken kibirlerinden dolayı Allah'a yalvarıp yakarmazlar. Korkusuzca büyüklenir, ölümü ve ahireti hiç hesaba katmazlar. Dünyadayken Allah'a karşı büyüklenmekten korkup çekinmeyenler, kıyamet günü yüzüstü sürüklenerek azap yerlerine götürülürler. Artık sonsuza dek hem fiziksel hem manevi olarak akıllarının alamayacağı kadar şiddetli acılar yaşayacaklardır. İnkarcılar zaten daha dirilişle birlikte hemen kibirleri kırılmış, perişan duruma düşmüşlerdir. Ama bu sadece başlangıçtır. Bölükler halinde cehenneme girdiklerinde cehennemin kapıları üstlerine kapatılır ve olabilecek en dehşet verici görüntülerle karşılaşırlar. Ve sonra da ateşe atılırlar. Kuşkusuz dünyadaki hiçbir acı, cehennem azabının şiddeti ile kıyaslanamaz. Çünkü Allah'ın verdiği dayanılmaz azabın bir benzeri yoktur. Bir ayette şöyle buyrulur: Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26) Fiziksel acıların yanı sıra manevi azaplar da bir yandan bu insanları kahreder. Cehennemden sonsuza kadar asla çıkamayacaklarını anlamanın verdiği ümitsizlik hissi bütün ruhlarını kaplar. Bu arada sürekli horlanır, aşağılanır, rezil olur, küçük düşerler. Ama çaresizdirler. Korku, dehşet ve ümitsizlik dolu bir sonsuzluk kendilerini beklemektedir. Emeğine sağlık canım çok güzel bir konuya değinmişsin....
Sevgi nedir?Sevgi nedir?Ne Kadar Bekleyeceğini Bilmeden.Sende Olanı Bile Verebilmek.Issiz Yollarda Tek Başına Yüriyebilmek.Anne Şevkatini Taşımak Yüreğinde.Kimseye Göstermeden Gösyaşlarını..Tertemiz Günahsiz… Çırılçıplak..Akreple Yelkovana Düşman Olurcasına..Kanter içinde peşinden koşarcasına..Kendinden Bile Vazgeçercesine.!!!!
Şeytanın ve Cinlerin Musallatından Nasıl Korunuruz,Şeytanın Musallatından Nasıl Korunuruz, Cinlerden kurtulmanın Yolları
Allah cinleri bizlerin yaşadığı boyuttan farklı bir boyuttayaratmıştır. Yaşatmaktadır. Onların inanmayanlarına şeytan denir. Şeytanlar insanlara çeşitli şekillerde musallat olurlar. Allah onlara bu noktada müsaade vermiştir. Kuran-ı Kerim’de ilgili ayetleri okuduğumuzda bunu rahatlıkla anlayabiliriz.Şeytanın insanların büyük çoğunluğuna musallatı vesvese iledir. Yani onların bilinçaltlarına vesvese verirler. Allah’ın şeytana verdiği izin de buraya kadardır. Vesveseyi bilinçaltı algılar. Vesvese dine, itikada aykırı kötü ve çirkin düşüncelerdir. Bunlar bilinçdışı tarafından algılandıkları zaman insana sanki kendi düşüncesi gibi gelir. Hâlbuki şeytanın vesveseleridir. Sahibi şeytanlardır. Onun için hangi türde olursa olsun, ne kadar kötü ve çirkin bulunursa bulunsun bu tür düşünceler kişiye ait olmadığı için bir sorumluğu yoktur. Bu sebeple suçluluk psikolojisine de girmeye gerek yoktur. Dini ve itikadi açıdan kötü ve çirkin düşünceler akla geldiği zaman sadece edep gereği ‘subhanallah, estağfirullah’ demek yeterlidir. Bunlar yüzünden kişiye herhangi bir günah söz konusu değildir. Bunların sahibinin şeytanlar olduğunu bilmek ve bunlara aldırmamak en iyi savunma yoludur. Bu vesveseler yüzünden ibadetlerini bırakan insanlar, şeytanların arzularını yerine getirmişlerdir, şeytanlarla mücadelede mağlup olmuşlardır. Onlara yazıklar olsun.Ayrıca vesvesenin kişideki imanın belirtisi olduğunu da söyleyelim. Bu yazımızda şeytanların bizzat musallat olma durumunda neler yapacağımıza değineceğiz.Öncelikle insanlardan bazılarının genellikle merak saikı veya bazı nefsani nedenlerle cinlerle iletişim kurmalarının yanlışlığına değinelim.Medyum diye bilinen kişiler, genellikle kalp gözlerinin açıldığı ve bu üstün meziyetten ötürü cinlerle iletişim kurdukları için kendi kendilerine bir boş gurur içerisinde bulunurlar. Övünürler. Kendilerini diğer insanlardan üstün görürler. Hâlbuki başları beladadır. Farkında değillerdir. Bunu şöyle bir örnekle açıklayalım. Diyelim ki çok zeki bir insanla aptal bir insan evlendiler. Aptal insan evliliğine sahip çıktığı zaman aradaki zeka uçurumundan dolayı büyük bir komplekse kapılacaktır. Bu yüzden eşine sahip çıkma adına onu kısıtlamalara ve çeşitli çatışmalara girişecektir. Bunun gibi cinlerle dost olan kişiler de benzer bir cenderenin içerisinde bulunacaklardır. Çünkü cinlerin zeka seviyeleri çok düşüktür ve bu yüzden aşağılık kompleksinin etkisiyle insanlara üstün olma arzuları çok yüksektir. Bu yüzden insan ile cinlerin arkadaş olmaları mümkün değildir. Bunların doğaları gereği her iki kesim de ister Müslüman olsunlar, ister başka dinlerde veya inançlarda ortak bulunsunlar yine de ister istemez çatışacaklardır. Onun için medyumluktan uzak durmak gerekir. Medyumluk durduk yerde insanın başını belaya sokmasıdır. Cinlerin sağdan soldan haber getirmesi bahasına girilecek büyük bir eziyettir. Velev ki cinleri Müslüman olsa bile. Aslında medyumluk cinleri haber toplaması için hüddam edinmektir. Bu yolla elde edilen bilginin özel hayatta gizli olanı araştırma, gıybet, suizan ve iftira türlerine benzemesi açısından haramlığı da ayrı bir konudur. Büyük günahlardandır. Gelelim hüddam meselesine. Hüddam demek cinleri çeşitli amaçlarla hizmetçi olarak kullanmaktır. Hüddam edinmek isteyenlere önce şunu sorarım. Sen akşam evine gidince eşine de ki: ‘Sen benim hizmetçimsin.’ Bakalım ne diyecek. Elbette bu sözü insanın eşi bile kaldıramaz. Tepki gösterir. Cinlerin gerek Müslümanları gerekse kâfirleri ise bu sözü hiç kaldıramaz ve bu açıdan insanları kınarlar. Şeytanların böyle hüddam isteyen Müslümanlara yapacaklarını öç ve kin duygusuyla seyrederler. Çünkü kibir, gurur, ucub gibi duygular ateşten yaratıldıkları için cinnilerde insanlara göre daha bir üst düzeydedir. İnsanlardan bu tür sözler işitmeleri onları çok kızdırır. Aşağılık kompleksini harekete geçirerek kin ve öç almalarını sağlar. Allah (c.c.) da bu maksatla yani hüddam edinmek amacıyla surelerini okuyan ve güzel isimlerini çeken kişilerin de böyle bir musibete düşmelerine izin verir. Gerek Allah’ın kitabının okunması gerekse Allahın güzel isimleriyle zikrinin çekilmesi onun rızası dışında böyle bir gaye ile olursa insan durduk yerde başına bela alıyor demektir. Sonuçta bu tür ibadetlerle cinnileri algılayacak manevi terakkiye insan ulaşınca şeytanlar ona çeşitli duyu organları kanalıyla iletişim kurmaya başlayacaktır. Genellikle dokunma duyusu ile işitme duyusu kanallarıyla cinnilerle iletişime geçilir. Cinni şeytanlar bu yollarla eziyet de yapabilirler. Daha doğrusu cinni şeytanların musallatı genellikle bu iki duyu organıyla olur. Bazı insanlar onları madde âleminde duman şeklinde ve belli belirsiz insan görünümünü andırır biçimde de görebilirler. Cinleri görmek veya onlarla iletişime geçmek demek kalp gözünün açılması demek değildir. Kalp gözü ile kastedilen letaiflerdir. Kalp gözü ancak tarikata intisap edip senelerce şeyhin rabıtasını yaptıktan, verdiği virdi, zikri çektikten sonra Allah’ın bir ihsanı olmak üzere insanın göğsünün çeşitli noktalarında ve iki kaşının arasında bulunan letaiflerinin açılması ile oluşur. Bu sayede nurları görür. Nurlar değişik renktedirler. Kırmızı, sarı, yeşil, beyaz, siyah ve bunların karışımı değişik tonlar. Şeytanlar bu makamda bulunan müride insan biçiminde, özellikle onun aklını başından alacak dişi güzeller biçiminde görünürler. Bu güzeller peri diye edebiyata girmişlerdir. Allah bu makamdaki müridi bu dişi şeytanlarla imtihana tabi tutar. Medyumlar şeytanları bu halleri ile göremezler. Görseler akılları başlarından giderdi. Onlar ancak gözleri açık veya kapalı iken onları sanki bir duman gibi belli belirsiz bir biçimde görürler. Oysa kalp gözü açık bir insan onları aynı insan gibi net ve açık bir surette görür. Şeytani cinlerin cinsel ilişkide bulunmalarındaki amaç kişinin ruhunu zayıf kılmak, sonra da onu çarpmaktır. Bu da tabii çeşitli organların felç olmaları ile sonuçlanır. Tabii asıl amaçları son nefeste insanların imansız gitmelerini sağlamaktır. Bunun için olmadık yalanlara başvururlar. Genellikle hak suretinde yaklaşırlar. Sürekli evlilikten söz ederler. Hâlbuki onlarla evlenmek hem caiz değildir, hem de mümkün değildir. Çünkü bizim onların âlemine gitmemiz olanaksızdır. Ancak uyku sırasında olur ki o zaman da insanın şuuru yerinde değildir. Kalp gözü açılmış kişiye bile şeytanlar bizzat kendileri istedikleri surete girerek görünürler. Yani kalp gözü açılmış kişi bile onların âlemine girememekte, şeytanlar ona yaklaşmaktadırlar. Yani binlerce şeytan o kişi ile bir ve aynı formatta iletişim ve münasebet kurabilirler. Bunu o kişinin ayırt etmesi imkânsızdır. Güya olan eşine sahip çıkması onu denetlemesi de mümkün değildir. Yani onlarla evli olduğunu sanıp cinsel ilişkiye girenler zinaya düşerler. Manevi yönden git gide zayıflayıp onların oyuncakları olurlar. Allah korusun. Bir de bu şeytanlar senin bu âlemde bizimle kurduğun cinsel münasebet sonucu çocukların oldu yalanını çok söylerler. Maksat yine kişiyi bu yolla kendilerine bağlamaktır. Bu da tıbben, ilmen mümkün olmayan büyük bir yalandır. Zina her çeşidiyle insan ruhunda onulmaz yaralar açan ve şeytanların tasallutuna zemin hazırlayan büyük bir günahtır. Zinaya düşen insan nurlardan soyunur. Zina her çeşidiyle insanlarla da cinnilerle de aynı etkiyi yapar. Oysa insan ruhu nurla beslenir. Nur olmayınca zayıflar. Bedenle ruhun münasebeti azalır. Bu yüzden şeytanların insanları çarpmaları, yani çeşitli organlarda felç halinin yaşanması mümkün olur. Onun için şeytanların tüm derdi evlileri boşandırmak, bekârları da evlendirmemektir. Bu sayede toplumda zinayı çoğaltmaktır. Zina yapan insanda nur kalkınca üzerine zulumat yağar. Zulumat ruha zehir gibi etki eder, onu zayıflatıp dermansız bırakır. Ayrıca zina yapan insanların son nefeste imansız gitmeleri daha büyük bir olasılıkladır. Unutmayın ki bu din başlangıçta yani Mekke döneminde insanlardan sadece zina yapmamak ve putlara tapmamak üzere söz istiyordu. İnsanlar da putlar yolu ile gelen sosyal ayrıcalıklarından kopamadıkları ve azgınlaşan nefislerinin zina istekleri yüzünden bu dine girmek istemiyorlardı. Bu aşağı yukarı on yıl kadar sürdü. Sonra İslam’ın diğer şartları ayetlerle bildirildi. Böyle açıkta cinni şeytanların musallatına genellikle zikir erbabı karşılaşır. Bunun nedeni zikirle nefisleri incelir ve terakki kaydeder. Gönül gözleri açılmaz ama nefisleri saydamlaştığı için cinnilerle çeşitli duyu organları vasıtasıyla iletişime girebilirler. Aşağı yukarı on beş yıldır bu tür insanlarla iç içe olduğum için bu konuda epey tecrübeye sahibim. Ayrıca bu yazının masa başı yazısı olmadığını, yazarının da cinni şeytanların tasallutunda fazlasıyla nasiplendiğini de belirteyim. Kendi başına zikir çeken bir kardeşimiz bu cinnilerle günün birinde tanışmış. Tabii ona büyük bir kutup olduğunu söylemişler. Zavallıyı kandırmışlar. Cinniler de kendilerini evliya veya peygamber ruhu diye tanıştırırlar böyle zavallılara. Senaryo pek değişmez, genellikle böyledir. Bazen canları sıkılınca onlarla eğlenirler. İşte böyle bir durumda ona demişler ki: ‘Sen şu tarihte öleceksin, ona göre hazırlığını yap.’ Tabii bizim kardeşimiz de öleceğini bilen bir veli edasıyla arkadaşlarıyla dostlarıyla, ailesiyle vedalaşmış, ama ölmeyince durum meydana çıkmış. Acınacak duruma düşmüş. Onun için her zaman derim: Kardeşlerim, her şeyi uzmanına danışırsınız da neden bu zikir hususunda ve bu yolla gelen hallerde bir mürşid-i kâmile danışmazsınız. Mürşid-i kâmiller şeytanları insanlardan daha iyi tanırlar, onların hilelerini hemen bilip sofiyi vesvese diye uyarırlar, o hale değer vermemesini öğütlerler. Zikir yoluna mürşidi kâmilsiz çıkanlar şeytanların oyuncağı olabilirler. Onlardan kurtulmaları mümkün değildir.Zikir Allah rızası dışında bir gaye ile çekilirse mutlaka şeytanları başa toplayacaktır, o insanı baş edemeyeceği bir fitneye düşürecektir. Bir uzman olarak mürşidi kâmile ihtiyaç duyulduğu gibi asıl bu şeytanlardan kurtulmak için de böyle bir mürşidi kâmilin rabıtasına ihtiyaç vardır. Özellikle telebbüsü rabıta yatarken cinni şeytanların saldırılarında paratoner gibi işlev görmektedir. Rabıta demek, nur kaynağı şeyhten yararlanmaktır. Ruhu nur olan şeyhin ruhuna bağlanmaktır. Onun için böyle cinni şeytanların tasallutuna maruz kalan insanların din simsarlarının eline düşmeden silsilesi sağlam gerçek bir şeyh aramaları, bağlanmaları gerekir. Gerek zikir, gerekse rabıta şeytanlara büyük eziyetler verir. Din simsarlarının amacı para kazanmak veya böyle zor durumda bulunan yani şeytanların çeşitli tasallutlarına maruz kalmış insanlardan eğer kadınlarsa cinsel açıdan yararlanmaktır. Bu tür insanlara hiçbir şekilde kanmamak ve bunlardan uzak durmak gerekir. Onlardan gelen geçici iyileşmeler ancak şeytanlarla yaptıkları danışıklı dövüştür. Kimse bunların elinden şifaya kavuşamaz. Peki böyle cinni şeytanların tasallutuna maruz kalan insanların bilmesi ve yapması gereken şeyler nelerdir?Böyle kişiler öncelikle şunu bilmelidirler ki, bu şeytanları sihirli sözlerle, muskalarla, zikirlerle, dualarla tamamen uzaklaştırmak veya yakıp kül etmek mümkün değildir. Bu büyük bir cihattır. Peygamberimiz s.a.s. nefis ve şeytanla yapılan savaşa büyük cihat demiştir. Savaştan kaçarak kimse zafer elde edemez. Şunu bilin ki onlar musallat olma ile her ne kadar sizlere eziyetler etse de bir mümin okuduğu surelerle, çektiği zikirlerle onlara daha büyük eziyetler verir. Hele bu mümin bir de ehl-i tarik olup da günün büyük kısmını da telebbüsü rabıta ile geçiriyorsa cinni şeytanlara çok büyük zararları dokunuyordur. Onların adeta dermanlarını kesiyordur. Çünkü bu ibadetler adeta nur kaynaklarıdır. İnsanlar nasıl ateşten zarar görürlerse cinni şeytanlar da nurlardan olumsuz etkilenirler. O kişiye tasalluta devam etmelerinin tek nedeni yenilgiyi kabul etmek istememeleri ve inatçılıklarıdır. Şeytanlar ateşten yaratıldıkları için şeffaftırlar. İnsan bedenine girebilirler. Allah onlara böyle bir izin vermese de insanlara eziyet için bunu yaparlar. Allah onlara sadece vesvese verme iznini vermiştir. İnsanların bedenine veya çeşitli organlarına verdikleri çeşitli eziyetlerle telafisi mümkün olmayan kul haklarına girerler. Bu eziyetler eşek misali o kişinin günahlarını yükleyecek bir nimete dönüşürler. Yani bu dünyada onların bu türde musallatı ile çekilen sıkıntılar ahrette büyük birer nimet olacaktır inşallah. Şeytanların verdiği kaygı uyandıran sözlerine hiçbir şekilde aldırmayın. Tehditleri hep boştur. Kulak asmaya bile değmez. Tıpkı uzaktan havlayan köpekler gibidirler. Onlara verilecek en güzel cevap ‘Hasbünallahu ve Nimel-Vekil’ demektir. Onların boğaz kaslarını sıkmaları kişileri genellikle kaygılandırır ve cinni şeytanların kendilerini öldürebileceği yanılsamasını verirler. Hâlbuki bir cinni şeytanın hatta onların en güçlüleri olan ifritlerin bile bir insanı öldürmeye güçleri yetmez. Hepsi birleşse de bunu yapamazlar. Onları ve bizleri de yaratan Allah (c.c.) onların her halinden ve yapacaklarından ezeli bilgisi ile haberi olduğu için onları o güçte yaratmamıştır. Bir insanı öldürmeye güçleri hiçbir zaman ve hiçbir şekilde yetmez. Bazı organlarda sadece kullandıkları bazı tekniklerle yani kasları özel bir yöntemle sıkarak sanki büyük bir ağırlığa sahipmiş ve güçlüymüş intibaı bırakırlar. Gerçekte böyle maddi bir ağırlıkları yoktur. Peki onların bedene, organlara verdikleri sıkıntı ile cinsel tacizleri ve eylemlerinin önüne nasıl geçilebilir? Demin de dediğim gibi sihirli formüller arayanlar aradıklarını hiçbir zaman bulamazlar. Çünkü böyle bir şey yoktur. Onlarla bir ömür boyu hatta son nefeste bile çarpışmayı daima göz önünde bulundurmak lazımdır. Bu dünyanın kanunu, insanın da kaderidir. Büyük cihattır. Onlardan gelen sıkıntıları azaltacak bazı teknikler vardır. Örneğin mutlaka abdestli taşımak kaydı ile küçük bir Kuran-ı Kerimi göğüs üzerinde cepte taşımak bu durumdaki insanları rahatlatmaya yeterlidir. Ayet el Kürsi gibi onlara zarar veren bir ayet, Nas ve Felak sureleri fotokopi yolu ile istenildiği kadar çoğaltılarak abdestli olarak üzerimizde taşınabilir. Genellikle şeyhler ve iyi niyetli hocalar dua, salavat kısmı fazla ama ayet kısmı onlara nazaran az olan muskalar, yazılar hazırlarlar ki kişiler abdestsiz de bunları üzerinde taşısınlar diye. Bunları da fotokopi ile yarar derecesini görünceye kadar çoğaltılıp üzerimizde taşıyabileceğimiz gibi yatarken de kullanabiliriz. Bütün bunları okuma ve üzerine de üflemek onların güçlerini daha da artırır. Tabii bunlar geçici ve rahatlatıcı tekniklerdir. Cinni şeytanlardan tamamen kurtulma yolları değildir. Olamaz da.Asıl mücadele cephesi kişinin ruhunu güçlendirmesidir. Bunun için öncelikle kişinin bütün günahlara tövbe etmesi gerekir. Günahlar nuru yok ederler, nurun düşmanıdırlar. Ruh nurla güçlenir. Nur da namaz kılma, zikir çekme, sure, ayet tilaveti ile güçlenir. Ruhu güçlendiren bu mücadelede asıl silah ise rabıtadır. Rabıtalar içerisinde de bu mücadelede en yararlısı telebbüsü rabıtadır. Telebbüsü rabıta şeyhin suretine girme, kendini ortadan kaldırıp şeyhi ikame etmedir. Ruh telebbüsü rabıta ile kendisine musallat olan şeytana adeta nur kesilir. Nur şeytanları yakar, onlara acı verir. Şeyhin ruhu telebbüsü rabıta kuran sofinin ruhunu sarmalar bu sayede nura kavuşur. Şeytanlar da bundan büyük zararlar görürler. Zamanla telebbüsü rabıta meleke haline geldiğinde ruh fenafişşeyh makamına ulaşır. Artık şeytanlar bu insandan kendilerine bir hayır gelmeyeceğini anlarlar, kendilerine verdiği zararlardan bıkarlar, o kişilerden uzaklaşırlar. Bu seneleri alabilir. Ama bu savaştan mümin mutlaka galip gelir. Çünkü fenafişşeyh makamından sonra fenafillah makamı gelir. Bu velilik makamıdır. Nefsin fenaya erip şeytanın nefsi dünya ve haramlarla kandırmada aciz olduğu bir makamdır. O kişinin bedenine yaklaşan şeytan ruhun nuru arttığı için eziyet etmekten ziyade kendisi büyük eziyetlere uğrar. Yani veliler de zaman zaman onlardan çeşitli eziyetler görebilirler, ama şeytanların onlardan gördükleri eziyetler kat kat daha büyüktür. Dediğim gibi cinni şeytanlarla insanların mücadeleleri her zaman ve her makamda söz konusudur. Bundan tam anlamıyla kurtulmak mümkün değildir. Allah dostları cinni şeytanlarla savaşmadan ve onlara galip gelmeden bu makama ulaşamazlar. Cinni şeytanların tasallutuna uğrayan kişi bilmeli ki bu durum sadece onun başında değildir. Allah dağına göre kar verir. İnsanı kaldıramayacağı şeyle imtihan etmez. Ümidini hiçbir zaman kaybetmemelidir. Şeytanların amaçladıkları şey mümini ümitsiz bırakmaktır. Oysa imanın temeli ümide dayalıdır. Kuran-ı Kerim’de Allah’ın rahmetinden ümidini kesenlerin ancak kâfirler olduğu belirtilmektedir (Yusuf Suresi, ayet 87). Şeytana Allah musallat olma konusunda izin vermiştir. Son nefese kadar da bu izin geçerlidir. Hatta son nefeste imanı çalmak için müminin içerisinde bulunduğu kaygı, korku, maddi sıkıntılarından yararlanarak onu kandırmaya, bir hayal uğruna imanını çalmaya çalışacaktır. Böyle sıkıntılarla karşı karşıya bulunan müminler tövbe-i nasuh ederek her türlü haramdan sakınarak ve ibadet hayatını zenginleştirerek şeytanla mücadele yoluna gitmeli, mümkünse gerçek bir şeyhe intisap edip vird almalı ve rabıtaya önem vermelidir. Zira vird ve rabıta şeytanla mücadelede en etkili silahlardır. Şeytanlar kendi isimlerini veremezler. Verirlerse bu onların sonu olur. Zira böyle bir isim gerçek şeyhe verilirse o şeytan yakılabilir, yani gerçek manada yakılma ancak bu yolla mümkündür. Şeytanların kendi isimlerini verme konusunda ağızları sıkıdır. Ama kendi isimlerini vermek için de içlerinde karşı konulmaz bir güdü duyarlar. Çünkü bu kendi varlıklarını size kabul ettirme anlamına gelir. Bundan sonsuz bir doyum alırlar. Bu yüzden konuşma ve sohbet sırasında ağızlarından isimlerini kaçırabilirler. Ama şeytanları yakma ile onlarla baş edemeyiz. Çünkü onların akrabaları ve dava arkadaşları arkasından sökün ederler. Ama yine de elimize geçirdiğimiz şeytanların isimlerini derhal hiçbir korku ve kaygı duymadan şeyhe bildirip bu konuda tavizsiz olmalıyız. Bunun bir büyük cihat olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle şeytan bizim apaçık düşmanımızdır (bk. Yasin suresi, ayet 60; Bakara suresi, ayet 208; Fatır suresi, ayet 6; Zuhruf suresi, ayet 62 vs.).Şeytan musallatından kurtulmada ve savaşında işin en zor yanı silsilesi sağlam gerçek bir şeyhi bulmaktır. Çünkü memleketimizde gerçek şeyhten daha çok sahtecileri de mevcuttur. Hele hele kendileri de cinlenip bu yolda umutsuz bir vaka durumuna düşmüş nice şeyh vardır. Sahte para ile gerçeğini ayırmada titiz olan insan, niyetlendikten sonra gerçek Allah dostunu bulabilir ve intisap da edebilir. Allah bu durumda bulunan kardeşlerimize yardım etsin. Amin.
Klavyedeki Dostluklarımız ve Yalanlar...Klavyedeki Dostluklarımız ve Yalanlar...
Birbirimizi görmeden, tanımadan ve sadece "hissederek" yürüttüğümüz dostluk ilişkisi yaşamımızdaki diğer ilişkilerden çok farklı gelişiyor Gerçek yaşamda önce fizikleriyle, giyim kuşamlarıyla, sonra da fikirleriyle ve yaşam görüşleriyle, zihinleriyle tanışırız insanlarla. Oysa burada, sanal ortamda, önce fikirler ve görüşler ön plandadır, birbirimizi zihinlerimizle tanırız, severiz (ya da sevmeyiz) ve bazen de tanımak isteriz, görüşür tanışırız. Değer verir, dost oluruz. Bazen bu büyü bozulmasın diye, dürüst olamadığımız için, tanışmayı istemeyiz.Karşımızdakinin dürüstlüğü veya bizimki, bir şekilde kafamızda hep dürüstlüğü sorgularız, güvenmek isteriz yazılana, dostlarımızaGerçekten o kişi miGerçekten böyle mi düşünürO mu gerçekten bizim etkilendiğimiz sevgi duyduğumuzYoksa yalan mı bize söyledikleriyoksayoksaEn azından, insanları iddia ettiği kadar sevmiyor olabilir mi? Zaman içinde tanıdıkça kuşkular başlayacaktır Hiç kimse yalanı sürekli sürdürecek kadar zeki değildirVe hiç kimse de bu yalanlara sonsuza kadar inanacak kadar saf değil Dürüstlük, özgürlük demektir ve özgürlük kısıtlanmamalıdır asla"Özgürlüğünüz, kendisine vurulmuş olan zincirlerinden kurtulduğunda, daha çok büyüyecek bir özgürlüğe zincir olur" Ne kaybederiz , ne olur boyumuz kısa veya uzun ise, zayıf veya şişman isekSağlığımız yerinde veya değil iseEksiklerimiz varsaParamız olsa veya olmasaVeya o filmi görmemişsek, o şiiri duymamışsakYa da o ülkeye gitmemişsekSesimiz güzel değilseO konuya yabancı isekSöylediğimiz yaşta değilsekManken-fotomodel bir kadın değilsekYa da yaşamımızda olmadığını söylediğimiz birileri varsaNe fark eder dostluk adınaYalanların esiri olarak yaşamak ve bir gün her şeyden kaçmaktansa, dürüst olmayı denesek dostlarımıza ve kendimizeYarattığımız dünyanın birgün başımıza çökmesindenseDaha kötüsü, bir başkasının dünyasını yıkmaktansa"Tıpkı okyanusun sahilinde durmadan kumdan kaleler yapan ve sonra da bir vuruşta gülerek yıkıveren çocuklar gibiOysa sizler kumdan kaleler yaptıkça okyanus sahile daha çok kum yığmaktadırVe yaptığınız kaleleri yıktıkça okyanus sizlere gülmektedir" Kendine mükemmel bir kişilik yaratmak çok kolayZor olan,olduğunu dürüstçe olabilmekEn acı gerçeğin bile en güzel yalandan üstün olduğunu hatırlaDürüstlük temelinde oturan dostlukların daha değerli ve uzun ömürlü olacağını ta içinde biliyorsun.Unutma, uzun vadede dürüstlük her zaman galip gelecektirKendini zor olsa da, acı olsa da, kabullenÇünkü sen biriciksin, çok değerlisinSonradan acısını çekeceğin hayalleri yaratmaKarşındakine güvenmek istiyorsan, dürüstlük arıyorsan, önce kendini güvenilir kılmalısın.Bunun da yolu bir; acı da olsa, zor da gelse kendinle tanış ve bize seni sun Çünkü biz birbirimizi seviyoruz, klavyenin tuşlarındakini sahte dostu değil, sadece ve tam da şu halimizle birbirimizi ... Sanal alemde yalan hayatlar Günlük hayatında insanlarla diyalog kurmaktan uzak, çekingen, içe kapanık bireyler internet ortamında bir süre sonra kendilerini farklı kimliklerle tanıtmaya başlıyorlar. Sanal sohbet odalarında arkadaş edinenler çoğunluklaoldukları gibi değil olmak istedikleri gibi bir karakter çiziyorlar.İnternet her birimizin hayatında artık vazgeçilmez hale geldi. Çocuklarımızın ödevlerinden, okul kayıtlarına, sınav sonuçlarına, fatura ödemelerinden, bilet rezervasyonuna günlük hayata dair her tür ihtiyacımızı pratik olarak çözme imkânı sağlayan internet, aile ilişkilerinde de en az televizyon kadar rol çalmaya başladı. Artık okuldan gelen çocuklar mutfağa koşup akşam yemeğini hazırlamakta olan annelerine o gün neler yaptıklarını, neye sevinip, neye üzüldüklerini anlatmak yerine alelacele bilgisayarı açıp sanal arkadaşlarıyla sohbet etmeyi seçiyorlar. Genç kızlar ve genç erkekler problemlerini evde sır saklayan ve her derde bir çare bulan büyükleri, ağabeyleri veya ablalarıyla değil internetteki dostlarıyla paylaşıyorlar. Birbirinin ilgisizliğinden şikayetçi olan eşler, sanal aleme bambaşka kimliklerle girerek sevgi açlıklarını gidermeye çalışıyorlar. Tam bu noktada internet kullanımıyla ilgili çok ciddi problemler ortaya çıkıyor. Günlük hayatında insanlarla diyalog kurmaktan uzak, çekingen, içe kapanık bireyler internet ortamında bir süre sonra kendilerini farklı kimliklerle tanıtmaya başlıyorlar. Sanal sohbet odalarında arkadaş edinenler çoğunlukla oldukları gibi değil olmak istedikleri gibi bir karakter çiziyorlar. Kimileri sanal alemde daha çok ilgi görmek ve dikkat çekmek için kendilerine hayali bir hayat kurguluyor. Hayal ettikleri ama gerçeğe dönüştüremedikleri pek çok şeyi yapmış gibi anlatıyorlar. Böylece muhataplarının ilgisini çekerek, hayranlık duyulan biri haline geliyorlar. Kimileri ise yaşadığı kişilik bozukluğu sonucu baskılanmış asıl benliğini sanal ortamda gün yüzüne çıkarıyor.Sınırların olmadığı sanal dünyada kendini özgürce ifade edebilmek, sorunlarını hiç tanımadığı ve muhtemelen gerçek hayatta hiç yüz yüze gelmeyeceği insanlara anlatmak bu gibi durumlarda geçici bir rahatlama sağlayabiliyor. Ancak çoğunlukla psikolojik açıdan sorunlu kişilerin bu yolu tercih ettiği düşünülürse internet iletişiminin faydadan çok zarar getireceğini söylemek pek de yanlış olmaz.Sanal kimlikler problemleri artırıyorUzmanlara göre sanal dünyada seçilen “nick name” (takma isim) ile yedek kişilikler kimi zaman kişi ile özdeşleşirken kimi zaman da gerçekliğin tam dışına çıkıyor. Hatta kişiliğin ötesinde, sanal ortamda cinsiyet, yaş, sosyal statü, medeni hal bile değişiyor. Sanal alemin sağladığı özgür alan ve “chat modası” insanların asıl dünyada arkadaşlarıyla, aile bireyleriyle ve dostlarıyla yaptıkları sahici muhabbetleri ve duygu alış verişini de ortadan kaldırıyor. Chat, bir yandan sorunları, korkuları paylaşmaya yardımcı olurken, bir yandan da sorunlardan ve gerçek dünyadan kaçmanın bir aracı oluyor. Bu kaçış bir süre sonra daha büyük sıkıntıları da beraberinde getiriyor. İletişim problemi yaşanan evliliklerdeeşlerin birbiriyle diyaloğu tamamen ortadan kalkıyor, birbirlerinin yüzünden çok bilgisayar ekranına bakmaya başlıyorlar.. Gençler kimlik çatışması yaşamaya başlarken okuldaki başarısızlıklar da beraberinde geliyor. Üstelik kendini yetişkin gibi tanıtan çocuk ve gençlerin kötü niyetli kişilerce kullanılmaları da işten bile değil. İnternet ortamında farklı kimliklere bürünenlerde kişiliklerin bozularak yedek kişilikler oluşması, yabancılaşma ve yalnızlaşma ise ciddi psikiyatrik bozuklukların altyapısını oluşturuyor ya da bu bozuklukların açığa çıkmasını hızlandırıyor. Chatleşirken mantık ve kurallar unutuluyor Chatleşmede kişilerin karşı tarafa kendilerini istedikleri şekilde yani olumsuz yönlerini bastırarak ya da olmadıkları bir kişilik portresi çizerek tanıttıklarının altını çizen Prof. Nevzat Tarhan bunun sebebini de şöyle açıklıyor: “Chat anında insan içindeki düşünce ve duygu obsesyonlarına kolaylıkla kendini kaptırır. Düşünce obsesyonu, beynimizin bir bölgesinin istem dışı yanlış düşünce üretmesidir. İnsanın içindeki düşünce ve duygu obsesyonları, chatleşme esnasında kontrolden çıkar. Kişi o anda hiç düşünmeden, süzgeçten geçirmeden aklına gelen her şeyi yazı ya da ses yoluyla karşı tarafa aktarır. Arzular ve dürtüler ile mantık ve kurallar arasındaki denge, arzular ve dürtülerden yana bozulur.” Psikiyatr Dr. Nihat Kaya’ya göre aslında, birçok insan “yüzüne maske takarak” içinde olan arzuları ve ifade edemediklerini başka bir kimlik ve kişilikle ifade edip rahatlamaktadır. Adeta o görüşler onun değil de öteki insanındır. Sanal ortamda hiçbir sansür baskı olmadan her şeyi ifade etme, deşarj olma imkânı vardır.Sanal kişiler bize yakın gibi görünebilir ama… Doç. Dr. Kemal Sayar “İnternette aşk ve sevgi” başlıklı makalesinde internet üzerinde sanal kimliklerle kurulan arkadaşlıkların mahiyeti hakkında şu bilgileri veriyor: “Kendini açma ya da iç dökme online ilişkilerin de vazgeçilmez bir parçasıdır. İnsanlar hattın diğer ucunda birileri bunları okuyacak da olsa, bir bilgisayara daha fazla açılabilirler ve bu da internet ilişkilerinin özünü oluşturmaktadır. Bazen bilgisayardaki sanal kişilik bize yan odada oturan gerçek kişilikten daha yakın görünebilir.” Sanal alemde insanların kendilerini daha rahat ifade edebilmelerini ise internet üzerinde iletişimin kelimelere dayalı oluşuna bağlıyor Sayar: “Sadece bir klavyenin tuşlarına dokunarak ona daha fazla şey açıklayabilirsiniz, duygularınızı belli edebilir ya da karşınızdaki insanın cazibesine kapılabilirsiniz. Klavyede yalnızca kendiniz, ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol Sanal Ortamdan Evlilik Olabilir mi? Sanal arkadaşlık yapıp da evlenenler az da olsa var. Yapılan bu evliliklerin sağlıklı olup olmadığı pek bilinmiyor.internet teknolojisi bizde yeni geliştiğinden ne gibi sosyal rahatsızlıklara yol açacağını ileriki zamanlarda daha iyi göreceğiz. Şu anda var olan şekliyle olumlu yönleri yanında, olumsuzlukları daha fazla öne çıkıyor. Bu bağlamda, internet dünyasının sanal âlemi içerisinde eş arama girişimlerini hiç doğru bulmuyoruz. Evlilik gibi ciddi bir kurumun temellerini bu sahte dünya içerisinde arayanlar, körü körüne kendilerini maceraya atmış olurlar.Gazete ve televizyonlardaki evlilik ilanları, internet dünyasındaki çetleşmeler ve diğer sanal arkadaşlıklar, tamamıyla para tuzaklaradır. Bu tür girişimler, insanların yalnız paralarını almıyor, aynı zamanda umutlarını ve güzelim duygularını da alıp götürüyorlar. Sanal âlem içerisinde gerçek hayat arkadaşı bulmak tamamen şans işi. Sağlıklı ve mutlu bir evlilik yapma ihtimali çok azdır, hatta tamamıyla bir risktir diyebiliriz. Bir ömür boyu beraber olacağınız insanı, bu sahte dünya içerisinde arayıp riske girmeye değer mi?Diğer yönüyle, sanal âlemde gerçek sevgi yoktur. Evliliğin içtenliğini, sıcaklığını ve samimiyetini bulmak imkânsız gibidir. Bu nedenle teknoloji, bize kazandırdıklarından daha fazlasını alıp götürüyor.Bilgi çağının bize kazandırdığı bu güzel imkânın alt yapısını yeterince bilmediğimizden, biz onu kullanacağımıza, o bizi kullanıyor. Bu nedenle, evlilik öncesinde alınması gereken tedbirlerin, sanal âlem içerisinde aranmasının doğru olmayacağını söylemek zorundayız.
Yalan Dünya...Yalan Dünya
Bir yerlerde tıkanip kaldiginda hayat, soluk almak güclestiginde, Yüregin susup, mantigin sürüklemeye basladiginda ayaklarini,Daglara dönmeli yüzünü insan. Yeni patikalar, yeni yollar secmeli, yüregini ferahlatacak;Yeni insanlarla 'tanismali, yeni kesifler yapacak.... Hep isteyip de, bir gün yaparim diye erteledigi ne varsa, Gerceklestirmeyi denemeli! Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklastigini, zamanin bir nehir, Kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculugun devam ettigini anlamali. Baş döndürücü bir hizla geciyorsa birbirinin ayni günler, Her aksam ayni can sykintisiyla eve giriliyorsa, Degistirmeye calismali bir seyleri. Bu Dünya Yalan Dünya unutmamali... Kücük seylerle baslamali belki; örnegin, bir kac durak önce inip Servisten, otobüsten, yürümeli eve kadar, yüregine takmali günes gözlüklerini..Gördügünü hissedebilmeli! Sagligini kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce, Degerli olabilmeli hayat! İlla büyük acilar cekmemeli, küçük mutluluklari fark etmek icin! Baskasinin yerine koyabilmeli kendini;Aglayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli! Aglayana omuz, inleyene care olabilmeli! Bu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamali, Sevgisiz, soysuz kalarak! Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, Derin bir soluk alip, hapsetmeli kokusunu icine...Günesin dogusunu seyretmeli arada bir, seher yeli oksamali saclarini... Karda, yagmurda, sevincine,coskusuna; firtinada boranda, Öfkesine, isyanina ortak olabilmeli doganin! Bu Dünya yalan Dünya unutmamali... Bir cocugun ilk adimlarinda umudu; bir gencin düslerinde gelecegi; Bir yaslinin hatiralarında gecmisi görebilmeli! Calismadan basarmayi, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu Olmayi beklememeli! Ama kücük, ama büyük; her hayal kirikligi, her aci; Bir firsat yasamdan yeni bir seyler ögrenebilmek icin; kacirmamali! Cünkü; hic düsmemissen, el vermezsin kimseye kalkması icin, hic caresiz kalmamissan, dermani olamazsin dertlerin;aglamayi bilmiyorsan, Nesesizdir kahkahalarin;Merhaba dememissen, anlamsizdır elvedalarin... Ne, herkesi düsünmekten kendini, ne; kendini düsünmekten herkesi unutmamali! Bilmeli; cok kisa oldugunu hayatin; hep vermek ya da hep almak icin... Sadece, anlatacak bir seyleri oldugunda degil, Söyleyecek bir sey bulamadiginda da dinleyebilmeli! Akli ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere... Hafizası olmali insanın; hic degilse, ayni hatalari, ayni bahanelerle tekrarlamaması icin! Bu Dünya yalan Dünya unutmamali... Sorulari olmali, yanitlari bulmak icin bir ömür harcayacak! Dostlari olmali, ruhunun ve zihninin synirlarini zorlayacak!Herkese yetecek kadar büyük olmali sevgisi; Ama, kapasitesi sınirli olmali yüreginin ki, hakkini verebilsin sevdiklerinin; Zaman bulabilsin; Bir tesekkür, bir elveda icin... Yasam dedikleri bir sinavsa eger; Asla vazgecmemeli sevmek ve ögrenmekten; Ama, herkesi sevemeyecegini de her seyi bilemeyecegini de fark edebilmeli insan! Tipki, her seye sahip olamayacagi gibi... Zamanin ninnisiyle, uykuda gecirmemeli hayati...! Bu Dünya yalan Dünya unutmamali... Kalp
Hayamız Kalmadı Hanımlar!!! Mevlam Islah Etsin...Hayamız Kalmadı Hanımlar!!!
Hadis-i seriflerde buyuruldu ki: “Haya imanın nizamıdır. Bir seyin nizamı bozulunca, parcaları da bozulur.” “Haya ile iman, ikiz kardestir. Biri giderse digeri de gider.” Dinimizde hayanın yeri cok mühimdir. ALLAHü tealadan utanmak, imanın kuvvetli olduguna, hayasızlık da imanın zayıf olduguna alamettir. Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır. Hayası olan Allahtan utandıgı için günahtan çekinir. İnsanlardan utanmıyan Allahtan da utanmaz. İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. İnsanlardan utananın, ALLAHü tealadan da utandıgı anlasılır. Su dört hasleti kendisinde bulundurmıyan kimseye akıllı ve ilim sahibi denmez: Birincisi; ALLAH korkusu. Bütün hayır ve faziletlerin bası budur. İkincisi; güzel bir haya, utanma duygusu. Asalet bununla anlasılır. Ücüncüsü; yumusaklık. Dördüncüsü; emri altında bulunanlara cömertlik yapmak. Haya, insan ile, kötü olan seyler arasında bir perdedir. Haya, kötü ve beğenilmeyen seylerin en güzel ilacıdır. Ancak, haya gidince, artık onların ilacı kalmaz. “Haya on kısımdır. Dokuzu kadında, biri erkektedir” hadis-i serifinde bildirildigi gibi, kadınların hayası erkeklerden coktur. Yine hadis-i serifte, “Haya güzeldir, fakat kadında daha güzeldir” buyuruldu. Bununla beraber sehvetin de onda dokuzu kadındadır. Bunu frenleyen ise kadının hayasıdır. Haya perdesi yıkılınca her türlü rezalet, ahlaksızlık toplumu kusatır. Bilhassa son yıllarda internetin yaygınlasmasıyla hayasızlık cok hızlı bir sekilde artıs göstermektedir. Toplumumuzda, edeb dısı görüntüler ve yazılar gün gectikce sıradan, normal bir hayat tarzı seklinde sunulmaktadır. Artik bu hayasizliga YETER! diye haykirmak istiyoruz... Biz bayan olarak çok ciddi rahatsizlik duyuyoruz. Beyefendi kardeslerimiz, agabeylerimiz ne etsin... Rabbim cümlemizin yardimcisi olsun. ''Amelden önce tevbe lazım sana,tevbe ise edepli olmaktır.Edep ise haddini bilmektir,haddini bilmekse ALLAH 'ı tanımaktır.ALLAH'ı tanimak ise kendini hiç bilmendir ve her şeyde O nun kudretini idrak etmendir.'' Kalp
SanalKahve © Copyright 2007 - 2014 Tüm Hakları Saklıdır.
|