9 sonuç bulundu

Geri dön

sevgililer gunu

Hıdır Abi, benim, Vakkas. Abi, bu krizde sevgilimizin olmaması ne güzel değil mi abi?! Çiçek alma derdi yok. Ne ısmarlasam derdi yok. Ne şanslıyız di mi abi. Rumuz: Züğürt Tesellisi.

Asuman, Didem beni terk etsin ki seni çok seviyorum. Yani, yalanım varsa Pınar'ı bir daha görmek nasip olmasın. Canan'dan ayrılayım ki, doğru söylüyorum kız. Daha ne diyeyim?! Sadık yarin Sadık.

Dün saat 14.32'de Kadıköy iskelesinde yanımıza yaklaşarak gül satmaya çalışan çiçekçi kıza "Sağol canım. Evde reçeli var" diyen sevgilim Ziya Zayi Olmuş, tarafımdan terk edilmiştir. Yeni sevgili bulunacağından eskisinin hükmü yoktur. Pervin.

Ceyda biz ayrı dünyaların insanıyız. Senin boyun 1.85 benim ki 1.45 Yanında kendimi makyaj çantan gibi hissediyorum. Bi de arada durup belden aşağı konuşma demiyor musun?! Çıldırıyorum. Kızım ne yapayım, anca beline gelebiliyorum tabi belden aşağı konuşurum ya.. Rumuz: Fındık Kurdu.

Kıskanç sevgilim benim. Seni terk ederim blöfünü görüp "Git, bana kız mı yok, elimi sallasam ellisi" deyince iki elimi de bileğimden kırman hiç hoş değildi. Sayende 2 haftadır alçıdayım. Ama yılmıycam işte. Gidersen git. Bana kız mı yok. Hem ben ayağımı sall.... neyse... Tırsak Münir.
AsLaN_
Sal Şub 14, 2012 12:16 am
 
Foruma git
Konuya git

Yemin Ettim

 
YEMİN ETTİM BEN
 
Gözlerinin önünde solduğuma bakma sen Yaprak gibi kuruduğuma aldırma sen
Aşkını kalbimde yaşatmaya yemin ettim benSözlerini yarınlarıma umut bildimDünyamdaki gökkuşağı rengisinBir gülüşün dünyama ömre bedel
 
Sakın gözlerime bakıp ağlama senElâ gözlerin yaşlar akıtsın istememAcılarına kefen giydirdim
Senin mutluluğuna yemin etim benGeceden düşen yıldızsın gözlerime
 
 
 
Düşlerimde süslediğim en güzel yerden Saraylar yaptım sanaKalbimde yeşerttiğim kırların renklerisin sen Azrail beni ansızın alırsa kollarınaSon nefesimde mutluluğuna yemin ettim ben
 
Bir nefesti çaldığım canından canımaBeni hayata bağlayan gözbebeğimsin Sensiz kaldırımlar özlem hasret koksa da  mutluluğuna yemin etim ben
 
Ansızın kapına geleceğim meltem rüzgarlarıylaHayatında ki acıları senden çalmak içinSustuğuma bakma yüreğim ağlıyor sanaOmuzlarımda ki sensizliğin fırtınasındaHaykırıyorum vuslatın baharlarına
 
 
 
Ve sen
 
Öyle bir gel ki alev düşmüş dudaklarından uğrunda ölmeyi göze aldığın kadınSenin mutluluğuna
YEMİN...ETTİ
 
 
Ceren
Pzr Tem 06, 2014 4:59 am
 
Foruma git
Konuya git

Bakara 184. Ayeti Nasıl Anlamalıyız.

Bizler her zaman Kur’an ı anlayarak okuyup, üzerinde düşünmeliyiz diyor ve buna çok önem veriyoruz. Fakat elimizdeki Kur’an tercümeleri bazen, ne yazık ki bizleri şüphede bırakıp, tedirgin edebiliyor. Çünkü bir kelimeye öyle anlamlar veriliyor ki, acaba hangisi doğru, hangisi yanlış konusunda arada kalıyoruz.
Bu konuya bir örnek vermek istiyorum. Bakara suresi 184. ayetinde geçen bir kelimeye, farklı anlamlar vererek, bakın ayette verilen mana nasılda değişiyor. Önce Diyanetin mealini yazalım, daha sonrada farklı anlamlar veren cümleleri karşılaştıralım.
Bakara 184: Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. ORUCA GÜCÜ YETMEYENLER İSE, BİR YOKSUL DOYUMU FİDYE VERİR. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
Yukarıdaki ayette oruca gücü yetmeyenler, bir yoksulu doyumu fidye versin diye çevrilmiş. Aynı cümleyi, bir başka mealden aldığımızda, anlamının tamamen değiştiğini görüyoruz.
(ORUCA GÜCÜ YETENLERE BİR MUHTACI DOYURARAK FİDYE VERMEK, BİR YÜKÜMLÜLÜKTÜR.)
Ne kadar ilginç, çünkü anlamı diğer tercümenin tamamen tersi. Siz olsanız tedirgin olmaz mısınız? Elbette olursunuz. Konuyu anlamamıza yardımcı olması için, daha farklı üç tercümeden de, aynı cümleyi yazmak istiyorum.
(Ona dayanıp kalacaklar üzerine de fidye.)
(Oruca (güç) dayananların fidye vermesi, bir yoksulu doyurması lazımdır.)
(Oruca zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye.)
Kur’an ı tercüme edenlerin, farklılıklarını gördük. Peki, bu durumda bizlere düşen hiçbir şey yok mu? Elbette var, çünkü elimizde öyle bir kitap, öyle bir rehber var ki, istedikleri kadar hatalı çeviri yapsınlar, yeter ki ondan istifade etmesini bilelim. Allah diğer ayetlerinde söylediği gibi düşünene, aklını kullanana Kur’an da verdiği her konudan değişik örneklerle, Kur’an bütünlüğünde doğru cevabı bulmamıza yardım ediyor, şükürler olsun.
Gelin bizde birlikte öyle yapalım. Kur’an bütünlüğünde düşünelim ve Rabbin verdiği örneklerden yararlanıp, doğru cevabı arayalım.
Biran şöyle düşünelim. Bu ayette Allah, Gücü yetenlere yani orucu tutmaya gücü yetenlere fidye(fitre) vermesi gerektiğini söylediğini varsayalım. Eğer böyle düşünürsek, hemen aklımıza bir soru gelecek. Bu durumda gücü yetmeyen hiç oruç tutacak durumu olmayan, sürekli sorunu olan kişiler ne yapacak bu durumda? Çünkü bu büyük bir soru? Şöyle diyebilir miyiz? Allah bu konuda bir hüküm vermemiştir, onun için tutamayan zaten tutamaz, herhangi bir fidyesi de yoktur. Geçici hasta olan yolcu olan sonra orucunu tutar, Allah bu açıklamanın dışında başka bir açıklama yapmamıştır demek, bizi doğru sonuca ulaştırır mı? Ya da oruç tutabilen ama fidye vermeye gücü yetmeyen varsa, durumu ne olacak?
Hastalığından ya da yaşlılığından dolayı, hiç oruç tutamayacak kişiler, sorusunun cevabını nasıl alacaklar? AYET İ BU ŞEKİLDE ANLARSAK, BU SORUYA CEVAP ORTADAN KALKIYOR. Siz olsanız ve bu soruya cevap alamasanız, tedirgin olmaz mısınız? Düşünün lütfen, ORUÇ TUTABİLECEK GÜÇTE OLANLARA FİDYE OLARAK FAKİRİ DOYURMA GÖREVİ DE VERİLECEK, AMA HİÇ TUTAMAYACAK DURUMDA OLANLARA, HİÇBİR FİDYE YOK, öylemi dostlar? Kur’an böyle bir soruyu, asla cevapsız bırakmaz.
Şimdide ayette geçen fidye kelimesinden yola çıkalım. Fidye nedir? Günümüzde de kullanılan bir sözcüktür. BİR ŞEYİN KARŞILIĞINDA VERİLEN, TAKAS, KURTULMALIK ANLAMIN DA GEÇER. Sözlükte geçen bir başka anlamı da, Kur’an ın herhangi bir farzından birini yerine getirmeye gücü olmayan bir kimsenin, Cenâb-ı Hak'tan özür dilemek kastı ile verdiği para veya sadakadır diye geçer.
Bu durumda hem oruç tutup, hem fidye vermek kelimenin anlamına ters düşüyor. Demek ki yapılamayan bir görev var ki ortada, o görevden kurtulmalık olarak, bir diyet ödeniyor olmalı. Yoksa fidye kelimesi kullanılmazdı. Bu durumda oruç tutamayan, gücü nispetinde bir fakiri doyuracak, hayırda bulunacak anlamı çıkıyor ayetten.
Şimdide Allah, fidye sözcüğünü özelikle nerelerde Kur’an da kullanmış ona bakalım, konuyu doğru anlamak için. Bakara 85. ayetinde, esirleri fidye verip kurtarılmasından bahseder. Bakara 196. ayetinde, hac konusunda yapamadığımız bir emrin karşılığı olarak, Kâbe ye bir şey bağışlayıp, fidye olarak verilmesini emreder. Yine Zümer suresi 47. ayette iman etmeyenlerden bahsederek Allah, yeryüzünün tamamı kendilerinin olsa, azabın kötülüğünden kurtulmak için fidye olarak verirlerdi diye açıklama yapar bizlere. Kur’an a baktığımızda fidye kelimesi çok geçer, fakat anlamın tamamı, BİR ŞEYE KARŞILIK ANLAMINDA KULLANILMIŞTIR.
Şimdi gelelim Bakara 184. ayette geçen kelimeye. Eğer burada anlatılmak istenen, oruca gücü yetenler yani tutabilecek olanlar ise, devamında bir farz emri yerine getirenin, ayrıca fidye vermesi Kur’an bütünlüğüne uymuyor. Yok, eğer gücü yetmeyenler, yani orucu tutamayacak durumda olanlar anlamını verirsek, işte o zaman devamındaki fidye sözcüğü yerini bulacaktır. Çünkü yerine getirilmeyen bir farz görev var, mutlaka bunun da bir fidyesi, karşılığı olması normaldir.
Peki, bu kelimeye neden bu derece farklı anlamlar verilmiş ve yanlış anlaşılmış? Yukarıda da sizlere örnek verdiğim, bir çeviri üzerinde biraz düşünelim.
(Ona dayanıp kalacaklar üzerine de fidye.)
Türkçede de olduğu gibi, her dilde bazı kelimeler vardır, bir birinin zıttı anlamlarını taşır, fakat cümle içinde kullanıldığında, gerçek anlamı hemen anlaşılır. Örnek vermek istiyorum.
Kimseye dayanmadan dimdik ayakta kaldım.
Ona dayanmasam yıkılıp yere yığılacaktım.
Dayanmak kelimesi iki zıt anlamlarda, bakın anlamı nasıl değişiyor. İşte kelime olarak tercüme edildiğinde, ONA DAYANIP KALMAK, benim verdiğim örnekte olduğu gibi, zıt anlamındadır. ORUCA GÜÇ YETİREMEMEK, ZORLANMAK, YASLANMAK ANLAMINDA KULLANILMIŞTIR Kİ ALLAH, BU DURUMDA OLANLAR FİDYE VERSİN KOLAYLIĞINI GETİRMİŞTİR.
Şöyle bir soru aklınıza gelebilir. Orucu tutamayacak durumda olup da, fidye verecek, fakiri doyuracak gücü olmayanlar ne yapmalı? Ayetin devamına baktığımızda, bu sorumuzun da cevabını buluyoruz.
Yazımın başında, Diyanetin yeni mealinden verdiğim örnekte ne diyordu?
(Bununla birlikte, gönülden KİM BİR İYİLİK YAPARSA (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır.)
Parantez içine yazılan, mesela fidyeyi fazla verirse ibaresi, bana göre ayetin manasını daraltıyor, almamız gereken bilginin üstünü örtüyor. Dikkat ederseniz ayette böyle bir açıklama yok. Ayeti tercüme edenin, kendi anladığı yazılmış. Aynı ayetin bu bölümüne, Diyanetin eski mealine bakalım.
(Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir. Kim gönülden iyilik yaparsa o iyilik kendisinedir.)
Buradan da anlıyoruz ki, maddi gücü olmayanlar elinden gelen iyiliği, yardımı ihtiyacı olana yapmakla da, bu fidyeydi ödemiş olabiliyor.
Ne yazık ki bu ayet, bu derece farklı anlaşıldığı için, oruç tutanların ayrıca Fidye (fitre) vermesi gerektiği, topluma öğretilmiştir. Hâlbuki Fidye(fitre) oruç tutamayanların üzerine farzdır.
Elbette hayır yapmanın, hiçbir sakıncası yoktur. Kur’an da yardımlaşma, gücü olmayana yardım özendirilmiştir. Ama bizlerin yapması gereken, Allah ın ayetlerini doğru anlamak olmalıdır. Kur’an zekât vermeyi, yoksula karşı şefkatli olmayı bizlere emreder. Hatta onlara karşı yapacağımız yardımı, infak etmeyi kendisine borç vermek anlamında kullanarak, bizleri teşvik eder.  
Ben Kur’an bütünlüğünde, Rabbin verdiği örneklerden yola çıkarak, bu düşüncelere ulaştım. Bu yazdıklarım benim Rabbin rehberinden anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Bizlere düşen, yine Allah ın söylediği gibi, ayetler üzerinde düşünüp, aklımızı kullanmak olmalıdır. Her beşer kendi imtihanından sorumludur. İmtihan olduğumuz kitabında, Kur’an olduğunu lütfen unutmayalım.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta
Per Tem 17, 2014 11:55 am
 
Foruma git
Konuya git

Dil susar,İnsan kurtulur......

İnsan, yerine ve zamanına göre konuşmasını ve susmasını bilmeli, konuşmasında da susmasında da aşırılıklardan kaçınmalıdır.
 
Ecdadımız, “Çok söz yalansız, çok para da haramsız olmaz.” demiştir. Ayrıca, “Bilirsen güzel kelâm söyle ibret alsınlar, bilmezsen sükût eyle adam sansınlar.” ve “Allah, insanoğluna bir ağız, iki kulak vermiştir. Bunun manası: ‘Bir konuş iki dinle’ demektir.” gibi sözlerle bizlere yol göstermişlerdir.
 
Konuşmak, insanın başkalarına meramını anlatabilme özelliğidir. Cenab-ı Hak bu müstesna özelliği eşref-i mahlukat olan insanoğluna bahşetmiştir. Ademoğlunu diğer yaratılmışlardan ayıran ve ona ayrı bir değer kazandıran konuşma yeteneği, çok üstün bir meziyettir. Onun için her insan konuşma usul ve üslubunu yerli yerince kullanmalıdır.
 
Konuşma, insanın kişiliğini, seviyesini ve seciyesini (kişiliğini, karakterini) sergiler. Zaruret miktarı kadar konuşmalı, şayet konuşmayı gerektiren bir durum yoksa sükût etmeli, susmalıdır. Dile hakim olmak dil sahibini yüceltir. Dili gelişi güzel ve uluorta kullanmak ise sahibini toplum içinde şahsiyetsiz ve seviyesiz kılar.
 
Susarak sessiz kalmak, sükûtu tercih etmek dil için en güzel ve en uygun terbiye metodudur. Fahr-i Alem s.a.v.’in Ebu Zer r.a.’a yapmış olduğu bir nasihatinde şöyle buyurmuşlardır: “Sen çoğu zaman susmayı tercih et. Bu sana, dininde yardımcı olup şeytanı kovar.”
 
Başka bir mübarek sözlerinde de buyuruyorlar ki: “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen hususları terk etmesi, olgun imanın gereğidir.”
 
Boş lakırdı ve gereksiz sözlerden daima uzak kalınmalıdır. Diline böylesine sahip olan kimseler Cenab-ı Hak katında yüksek makam ve mevki sahibi olurlar. Mana Erleri, “Dilim, senden çektiğim zulüm!” demişlerdir.
 
Manasız sözler, yersiz konuşmalar, dünya veya ahiret için hiçbir yararı olmayan ifadeler ile yalan ve iftiraya yönelik lakırdılar, müberra dinimizde kesinlikle yasaklanmıştır. Bütünüyle bu gerçekleri göz önünde bulundurması gereken her müslüman konuşmalarında, hal ve hareketlerinde doğruluğu ve ciddiyeti esas almalıdır. “Lakırdısı çok olanın hatası da o nispette çok olur!” demişlerdir.
 
Hz. Malik r.a., Yahya b. Saad r.a.’dan şunu rivayet eder:
 
Hz. İsa a.s. yolda duran bir domuza: “Allah rahatlık versin!” dedi. Yanındakiler şaşırdı ve: “Sen bunu bir domuza mı söylüyorsun?” dediler. İsa a.s. şöyle cevap verdi: “Ben dilimi kötü söylememeye alıştırıyorum!”
 
Nerede olursak olalım, şartlar neyi gerektirirse gerektirsin, dilimizi kötü, çirkin ve kaba sözlere alıştırmaktan uzak kalmaya özen göstermeliyiz. Dili yüzünden başına gelen türlü felaket karşısında, “Dilim, seni dilim dilim dilmeli!” diyen büyüklerimizin feryatları asla kulak ardı edilmemelidir.
 
Ankebut Suresi’nin 46. ayet-i celilesinde Rabbimiz şöyle buyurur: “İçlerinden zulüm edenler müstesna olmak üzere, ehli kitap ile en güzel (şekilden) başka bir suretle mücadele etmeyiniz.”
 
Müslüman kişi, kitap ehli olan yahudi ve hıristiyanlarla bile mücadelesini en güzel bir şekilde sürdürmeli, dilini kötü sözlerden korumada gerekli hassasiyeti göstermelidir.
 
Yine Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
 
“O çok esirgeyen Allah’ın has kulları ki, onlar yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Kendini bilmez kimseler onlara laf attığında ‘Selametle!’ deyip geçerler.” (Furkan, 63)“Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size... Size selam olsun! Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz.’ derler.” (Kasas, 55)
 
Bazı insanların işi gücü boş konuşma, yani gevezeliktir. Çeneleri kuvvetli olan bu insanlar herkesle münakaşaya ve münazaraya girerler. Boşboğazlık sanatı olan kimseler, yerini, zamanını ve mekanını dahi hesap etmeden hep konuşurlar, daima konuşurlar. Oysa bu konuşmalarının çoğu boş şeylerdir, hiç kimseye en ufak yarar sağlamaz. Ancak kişinin günah hanesinin kabarmasına, vebalinin büyümesine sebep olur. Fahr-i Cihan s.a.v. bir hadis-i şeriflerinde buyurur ki: “Hidayet üzere olan bir topluluk, tartışmaya girmeden dalâlete (batıla yönelmeye) düşmez.” (İbn Mace)
 
Bir başka hadis-i şerifinde ise Efendimiz s.a.v. şöyle buyurur:
 
“Allah, ineklerin ot yerken ağızlarını geveledikleri gibi insanlara karşı ağızlarını geveleyen insanları sevmez. Allah, onların ağız ve yüzlerini cehennemde evirip çevirecektir.”
 
Başkalarını güldürmek için acayip kılıklara girmek, insanları taklit etmek hem dinî kurallara, hem de adab-ı muaşeret ve görgü kurallarına ters düşer. Onun için her müslüman böylesine yasaklanmış çirkin fiillerden son derece sakınmalı, dilini ve diğer göz kulak gibi organlarını yerli yerinde kullanmasını bilmelidir. İnanan insanlardan beklenen budur.
 
Fuzuli konuşmalar ve gereksiz tartışmalar insanı günah yükü haline getirir. Onun için her insan Şeyh Sadi Şirazî’nin dediği gibi: “Konuşulacak yerde susmayı; susulacak yerde de konuşmayı” iyi ayarlamak lazımdır.
 
Diline gereği gibi sahip olmasını bilen insanların dünya ve ahiret hayatı mamur olur. İnsanların birçoğu günümüzde tartışma hastalığına yakalanmıştır. Halbuki hiçbir dinî mesele tartışmayla çözülmez. Bunun için inceleme ve araştırma esas olmalıdır.
 
Ashab-ı Kiram’dan rivayet edilen bir hadis-i şerif şöyledir:
 
“Biz bir dinî konuyu tartışırken Rasulullah s.a.v. çıkageldi. O güne kadar görülmediği tarzda öfkelendi ve bizi azarlayarak şöyle dedi:
 
Ey Ümmet-i Muhammed, yavaş olun ve kendinize gelin! Sizden önceki ümmetleri bu gibi boş tartışmalar yok etmiştir. Tartışmayı terk edin! Çünkü tartışmanın zararları açık ve kesindir. Tartışmayın, çünkü size kötülük olarak tartışmacı olmak yeter. Tartışmayın, çünkü tartışan kişiye kıyamet gününde şefaat etmem. Tartışmayın, ben tartışmayanlara, biri köşede biri ortada ve biri de en yüksekte olmak üzere cennette üç köşk vermeyi taahhüt ediyorum. Bunların en yükseği haklı olduğu halde tartışmayı terk eden içindir. Tartışmayın, çünkü putlara tapmaktan sonra Allah’ın beni nehyettiği ilk şey tartışmadır.” (Taberanî)
 
Hümeze Suresi’nin ilk dört ayetinde de şöyle buyrulur:
 
“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline! O ki; birçok mal toplamış ve onu sayıp durmaktadır. Sanıyor ki malı kendisini (dünyada) ebedileştirecektir. Hayır! (Malı onu kurtaramaz) muhakkak ki o ateşe atılacaktır.”
 
Diline sahip olan kendini selamette bulur. Yalnız insanlara verilmiş olan konuşma, bir tanışma, bir anlaşma aracıdır. Bu çok önemli özelliği gayesi dışında kullanmak sahibini hem geçici olan dünyada, hem de ebedi olan ahiret hayatında zelil ve rezil eder. Böyle bir akıbete düşmemek için dil denilen o küçük et parçasına ve ağzımızdan çıkan her söze, her kelimeye, her cümleye dikkat etmemiz ve kontrol altında bulundurmamız lazımdır.
 
Ecdadımız ne güzel söylemiştir: “Sükût-u lisan, selamet-i insan!”
 
Rabbimizin tevfik ve inayeti ile...Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Cmt Tem 12, 2014 1:25 pm
 
Foruma git
Konuya git

Her Kadın Biraz Yalnızdır...

Her Kadın Biraz Yalnızdır
 
Gecenin yarısıdır... Karanlıktan korkan bir gece yarısı... Ürkek, kırılgan, gündüze ve ışığa hasret bir gece yarısı... Bozkırda yalnız bir ağaç gibidir; yeşil olmaya çalışan, kurudukça kabuklarını saklayıp içine atan...
 
Sevmeyi bildiğini zannedenlerin, üzerine isim baş harflerini kazırken canı acıyan... Yumuşacık saçlarına saklanan. Yalnızlığını, yorgunluğunu, ürkekliğini; saçlarının, maskaranın, makyajın ardına gizlemeye çalışan... 
 
 Her kadın gökyüzü gibidir... Kederler yağmalar mavisini o gökyüzünün... O yüzdendir ki, her kadın kirpiklerinde bulutlar saklar... “Sulu gözlü” mü?.. Söylesenize yağmadıktan sonra neye yarar ki bulutlar?..
 
Bir kadın varlığınızda yokluğunuzda, yanınızda uzağınızda, kendi yalnızlığında çok ses duyar... Bir başınalığının hüznü seslenir ona her köşeden. Kalbinizin sesini.. İsteyip de diyemediklerinizi.. Gizlediklerinizi.. Çok, çok ama çok şeyi..
 
Sizin duyamadığınız pek çok sesi.. Sizin duymadığınız; alalanmış gözyaşları, sessiz iç çekişler, berelenmiş gururunun naif iniltisi gibi...
Kavga?
 
Yolluksuz çıktığı bir yolculuktur, bu seferki on bininci tekrar da olsa. Burulur yüreği... Artık, evdeki hiçbir köşe onun değildir siz kapıyı çarpıp çıktığınızda.
 
Akşam siz gelene dek çook işi vardır; yemek, bulaşıklar, gelecekle hasbıhâl ve geçmişle hesaplaşma... Kış, yaz fark etmez ki, ısıtmaz ki yüreğini içtiği onca çay, giydiği yünlü hırka...
Dır dır mı?
 
O, sadece örtülü, cılız bir yalvarıştır bildik sıcak bakışlarınızı geri verin diye ona... Oysa sukûnet yaraşır diye bilinir hüzne. Ama hüznünü dağıtmak için, işte bu yüzden hep, hep konuşmak ister o kadın sizinle..  
 
 “Çok konuşuyorsun” dersiniz siz... Yine… Anlamıyor sizi, hani çocuk gibi ya... Ayakta durmaktan, güçlü adam olmaktan yorulan ruhunuz onun içindeki çocuğu sevmemiş miydi ki zamanında?
 
Yalanlar, aldatmacalar, aldattığını sanmalar, sevgi yoğunluğunu daha cümle bitmeden yitiren “Seni Seviyorum”lar, nasıl olduğunu merak etmeden sorulan “Nasılsın?”lar... Bakmayın siz, çocuklar da anlar...  
 
 Kadınlar.. Belki yirmi, belki kırk, belki de altmış yaşında. Masum kederler sokulu her birinin örselenmiş çocuk gözlerinde... Demlenir yıllarla...
 
Mahcup yalnızlığını, hem bedenini hem de kalbini sarmalayan bir kucakta huzur içinde avutamadığında.. Çocuklarının cıvıltısı... Yüreğine ışık veren tek mum da erir damla damla avuçlarında...  
 
 Uçuruma iyice itilir yüreği. Çocuklar artık ya evlidirler, ya kendi odalarında, ya da okulda... Onlar da sessizlikte kaybolduğunda, her kadın biraz yalnızdır...
 
Bir başına sürekli dört duvara bakamaz ya.. Kendi kendine konuşur.. Çiçeklerine isim takar, hal hatır sorar onlara.. Bir tanıdık yüz arar, bulur da sonunda. Ona çok benzeyen bu arkadaş gerçi hiç mektup yazmamıştır ona, onun aynı değil; aksidir bilir o da...  
 
 Olsun varsın oradadır, onunladır ya her baktığında.. İşte kadınlar bu yüzden bu kadar çok bakar aynaya... Çok geceler uyuşarak dalarlar uykuya. Sabaha yeni, anlaşılacağı bir güne başlama umuduyla.
Hayalci?..
 
Evet, bu bir hayal ise kadınlar hep hayalcidir.. Bir sevgi hatırına yaratılmışken hepimiz, beşeri de olsa sevgiyi yaşayamamak hüznün gerçek şiiridir... Her kadın biraz yalnızdır...
 
Sevgiler...
Bos_Dunya
Cum Eyl 19, 2014 3:16 pm
 
Foruma git
Konuya git

Kurban Bayramınız KutLu OLsun

Bayramlar, dargınlıkların unutulduğu, insanların barıştığı, kardeşçe kucaklaştığı günlerdir. Bayramlar, milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulandığı bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir. Sevgi dolu ve huzurlu nice bayramlar geçirmek dileğiyle...!!!
Sanalkahve yönetimi
 

...
Efe
Cmt Ekm 04, 2014 11:35 pm
 
Foruma git
Konuya git

Namaz Konusunda Düşünmemiz Gereken Bir Ayrıntı.

 
Bugün sizlere, belki hiç aklınıza gelmeyen bir konuyu, düşünmenize vesile olmak istiyorum. Camide namaz kılanlar bilir, öğlen ve ikindi namazlarında yani gündüz namazların farzını kılarken imam, sesli olarak ayetleri okumaz, ama gece namazları yani sabah, akşam ve yatsı namazların ilk iki rekâtında, yüksek sesli okuyarak namazı kıldırır. Peki, bu fark nedendir diye hiç düşündünüz mü?
Bizler Kur’an ayetlerini ve İslam ı rivayet ve sanı bilgiler eşliğinde anlamaya, yaşamaya çalıştığımız sürece, Kur’an ı doğru anlamamız asla mümkün olamayacağını lütfen unutmayalım. Bakın hangi rivayet bilgilere dayanıyormuş bu farklılık.
(Efendimiz Hazretleri, namazın farz kılındığı Miraç gecesinden sonra, Mekke’de kıldığı namazlarında gece gündüz demeyip hepsinde de sesli okuyordu. Gizli okuma yoktu başlangıçta. Ancak gelip Efendimiz ’in sesli okuyuşunu dinleyen müşrikler, işittikleri ayetlere kendi şiirlerini de karıştırarak şurada burada şiirli ayet okuyarak zihinleri bulandırmaya çalışıyorlardı. Bundan ise Efendimiz Hazretleri rahatsızlık duyuyordu. O SIRALARDA İSRA SURESİ AYET 110 NAZİL OLDU. BU AYET GÜNDÜZLERİ GİZLİ OKUMAYI, GECELERİ İSE SESLİLİĞİ SÜRDÜRMEYİ İŞARET EDİYORDU...)
Yazıda bahsedilen İsra suresi 110. ayete bakalım, acaba bu ayette namaz kılarken gündüz sesli okumayın, gece sesli okuyun bilgisi mi veriyor?
İsra 110: De ki: “İster Allah deyiniz, ister Rahmân deyiniz! Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler, O'na aittir. NAMAZINDA YÜKSEK SESLE OKUMA; ONDA SESİNİ FAZLA DA KISMA; İKİSİNİN ARASI BİR YOL TUT!”
Ayeti okudunuz, bahsedilen konuyla hiçbir ilgisi yok. Namazlarımızı kılarken ister yalnız kıl, ister camide, mescitte toplu kıl, namazını kılarken nasıl kılacağımıza çok net bir açıklama getiriyor, hiçbir ayrım yapmadan. Bahsedilen konuyla da hiçbir ilgisi yok. Bu ayetin önünde ya da arkasındaki ayetlere de baksanız, böyle bir anlam çıkartamazsınız. Zaten Kur’an ayetleri dolaylı anlatmaz, işaret etmez, açıkça örneklerle verir ki anlayabilelim. Daha doğrusu böyle yaptığını Kur’an bizzat söylüyor. İşte bizler ayetleri böyle emin olamayacağımız rivayet bilgilerle anlamaya çalıştığımız için, AYETLERİN HÜKMÜNÜ DE YERİNE GETİREMİYORUZ, AYETİN ANLAMINI DA DEĞİŞTİRİYORUZ.
Allah müşriklerin yapacağı fitneyi, ya da kötülükleri ayetleri gizleyerek, saklayarak asla önlem almaz, önce bunun bilincinde olmalıyız. ÇEKİNİLECEK KORKULACAK YALNIZ ALLAH TIR AYETİNE DE, ZATEN BU DÜŞÜNCE TERS DÜŞER. İsra suresi 110. ayet, nerede namaz kılarsak kılalım, yüksek sesle namaz kılmamızı yasaklamıştır. Ama bizler ne yazık ki, bunun tersini yapıyoruz.
Namaz(Salât) Allah ile kulunun bir olduğu, ona dertlerini açtığı, onu zikrettiği, yücelttiği, ondan istekte bulunduğu bir andır. Eğer o anı bizler bizzat yaşamayıp, toplu olarak kıldığımız namazda, imama bırakırda, bizler yalnız dinlersek, bu namazın özünden uzaklaşma olur. Yine konuyla ilgili yazının devamında, bakın nasıl bir bilgi vardı.
(Ancak tek başına gece namaz kılan kimse serbesttir. İsterse sessiz kılar. İsterse kendini nefsinin imamı kabul eder, PEŞİNDE MELEKLERİN CEMAAT OLABİLECEĞİNİ DE DÜŞÜNEREK İMAM GİBİ SESLİ KILABİLİR. Yani tek başına akşamı, yatsıyı, sabahı evinde kılan kimse isterse imam gibi rahatlıkla sesli okuyarak kılabilir.)
Hâlbuki Rabbimiz ayetinde, ne yapmamızı istiyordu namazımızı kılarken?
(NAMAZINDA YÜKSEK SESLE OKUMA; ONDA SESİNİ FAZLA DA KISMA; İKİSİNİN ARASI BİR YOL TUT!”)
Rivayet ve sanı bilgiler ışığında inancımızı yaşarsak, işte böyle Kur’an ile taban tabana zıt bir iman üzerinde oluruz. Bu bilgiler ışığında lütfen düşünelim. Madem peygamberimiz gündüz müşriklerin duymasını istemediği için, gündüz namazlarını sessiz kıldırıyordu, Cuma namazı, bayram namazı neden sesli kıldırdığını söylüyoruz? Burada tam tersi bir mantık yok mu? Bakın bu konuda da nasıl bir savunma yapılıyor.
(Cuma ve bayram namazları da zaten Hicretten sonra farz ve vacip kılındığından, müşriklerin de bir zararı olmayacağından kıraatler cehrî(yüksek sesli) oldu. )
Bahsedilen namazların, hicretten sonra farz ve vacip olduğu söylenerek, imamın sesli namaz kıldırdığı savunması yapılıyor. Bu bilgiler ışığında, düşünme melekesini yitirmemiş bir Müslüman şu soruyu sormaz mı? Artık hiçbir sorun kalmadığına ve müşriklerin bizlere ibadetlerimizde alaya alamayacakları bir ortam olduğuna göre, artık gündüz namazlarımızı camilerde imamın sesli kıldırması gerekmez mi?
Doğrusu anlatılanlar ne yazık ki kendi içinde çelişkili. AMA BUNU SORGULAMA GÜCÜMÜZ, ELİMİZDEN ALINDIĞI İÇİN, NE DÜŞÜNÜYORUZ, NEDE SORGULAYABİLİYORUZ. İşte bizler İslam ı bu bilgiler ışığında yaşayıp gidiyoruz. Sonucunu da toplum olarak görüyoruz.
Bu konuyu anlatan yazının son kısmında, çok dikkat çekici bir bölüm vardı ki, bugün bizlerin İslam ı sorgulamadan yaşamamızın asıl nedenine ışık tutuyor.
( Bilindiği gibi İslam’daki görevlerin bir kısmı, akılla izah edilebilen “makulu’l-mana”dır. AZ BİR KISMI DA TESLİMİYETİ GEREKTİREN VE AKILLA İZAH EDİLEMEYEN BOYUTTADIR. Bunun da hikmetleri vardır. Bir hikmeti şudur ki, İslam dininin iki temel esası vardır. Birincisi, iman esaslarıdır. İman ilimdir ve akla hitap eder. İkincisi, İslam esaslarıdır. İslam teslim olmayı gerektirir. Bu sebeple bazen aklın kavrayamadığı bazı unsurları da olacak ki teslimiyet hasıl olsun. YOKSA HER ŞEYİ AKLINA YATTIĞI İÇİN KABUL EDERSE KİŞİ O ZAMAN TESLİMİYET TESTİNDEN GEÇMEMİŞ OLUR. )
Ne yazık ki bugün yaşanan İslam dinine, aklın ve mantığın alamayacağı şeyleri dahi sokabilmenin anahtarı bu sözlerde yatıyor. İMAN ETMEK GÖRÜNMEYENE İNANMAKTIR. AMA O İMANI ÖNCE SAĞLAMLAŞTIRMAK, GÜÇLÜ VE KALICI KILMAK İSTEYEN, ELDE KUR’AN DÜŞÜNEREK, ARAŞTIRARAK ANLAMALI Kİ, İMANI KALICI VE SÜREKLİ OLABİLSİN. İslam ın esasları asla aklın ermeyeceği konular değildir. Allah bizlerin, hiç düşünmeden iman etmemizi asla istemez. Kur’an ı anlamaya çalışanların gönül gözünü açacağını söyleyen Rabbimiz, böylece fark edemeyeceğimiz konularında, farkına varmamızı sağlıyor.
Peki, Kur’an bu sözleri onaylar mı? Bir başka deyişle Allah bizlerin düşünmeden iman etmemizi mi istiyor Kur’an da? Gelin ona da bakalım.
Bakara 269: Allah, dileyene hikmeti verir; kime hikmet verilmişse, ona büyük servet verilmiştir. AMA AKIL SAHİPLERİ DIŞINDA KİMSE BUNU DÜŞÜNÜP ANLAYAMAZ.
Ali İmran 191: Aklıselim sahipleri ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar, GÖKLERİN VE YERİN YARATILIŞI HAKKINDA DERİN DERİN DÜŞÜNÜRLER VE ŞÖYLE DERLER: “Ey Rabbimiz! Sen bunu, boşuna yaratmadın; seni noksan sıfatlardan uzak tutarız. Bizi cehennem azabından koru!”
İbrahim 52: İşte bu, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek tanrı olduğunu bilsinler ve AKIL SAHİPLERİ İYİCE DÜŞÜNÜP ÖĞÜT ALSINLAR DİYE, insanlara bir bildiridir.
Nisa 82: Hâlâ KUR'ÂN ÜZERİNDE GEREĞİ GİBİ DÜŞÜNMEYECEKLER Mİ? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gönderilmiş olsaydı onda birçok çelişki bulurlardı
Araf 201: Takvâ sahipleri var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda, DÜŞÜNÜP HEMEN GÖRÜRLER.
Enfal 22: Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, DÜŞÜNMEYEN SAĞIRLAR VE DİLSİZLERDİR.
Rad 19: Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kişi, kör olan biri ile aynı mıdır? SADECE AKIL SAHİPLERİ DÜŞÜNÜRLER.
Nahl 44: Apaçık mucizelerle ve kitaplarla gönderildiler. Kendilerine indirileni insanlara açıklaman için ve DÜŞÜNSÜNLER DİYE, SANA DA BU KUR'ÂN'I İNDİRDİK.
Muhammed 24: Bunlar, KUR'ÂN'I DÜŞÜNMÜYORLAR Mı? Yoksa kalpleri kilitli midir?
Kamer 40: Andolsun ki Kur'ân'ı, DÜŞÜNENLER İÇİN KOLAYLAŞTIRDIK. DÜŞÜNEN VAR MI?
Yunus 100: Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı AKILLARINI (GÜZELCE) KULLANMAYANLARA VERİR.
Siz bunca ayetten, Allah ın bizleri bazı konularda, düşünmeden iman etmelisiniz diye söylediğini mi anladınız? Elbette hayır, tam tersine mutlaka düşünmemizi özellikle emretmiştir. Peki neden? Çünkü düşünen, aklını kullanan ve Kur’an ı rehber alarak onun sınırlarını aşmayan bir insanı, hiç kimse kandıramaz aldatamazda ondan. Düşünerek iman eden bir insanın, tüm gerçekleri gördüğü, hiçbir şüphesi olmadığı için, nefsi de başka yanlışlara yönelmez. Ama düşünmeden iman eden, aklı yatmayan konulara inanan bir insanın nefsi, pamuk ipliği gibidir, nereye çekerseniz o taraf gider. Onun için Allah özellikle düşünmeye önem verir ve bizlerin düşünerek iman etmemizi ister.
BİR BAŞKA DEYİŞLE DÜŞÜNME VE AKIL, İMANIN SİGORTASIDIR.
Bu konuda Kur’an ın verdiği örneğe bakalım. Toplu kılınan namaz konusunda da örnek veriyor, hem de savaş zamanında peygamberimizin imamlığında. Bakın nasıl tarif ediyor.
Nisa 102: Sen onların aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığında, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında diğer bir kısmı arkanızda beklesin. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar………
Ayete dikkat ettiyseniz, peygamberimizin imamlığında kısaltılmış namaz kılınıyor. Lütfen açıklamaya dikkat ediniz, peygamberimizle birlikte namaza duruyorlar ama sesli okumaktan bahsetmiyor. Ancak buradaki imamın görevi, hep birlikte kıyam etmek, rükû ve secde etmenin dışında bir görevi yok. ÇÜNKÜ NAMAZ, ALLAH İLE KULUNUN ARASINDAKİ BAĞDIR, BUNA HİÇ KİMSE MÜDAHİL OLAMAZ, ARAYA GİREMEZ.
Toplumu istedikleri gibi, kendi menfaatleri yönünde kandırabilmek isteyenler, toplum ile Kur’an ın arasına girmiş ve hemen hemen her konuda, dine hurafe ve batıl düşüncelerini sokmuşlardır. Peygamberimizin asla söylemesi mümkün olmayacak sözleri, sanki peygamberimiz söylemiş gibi topluma anlatanlar ve bu yolla peygamberimize iftira atanlar, toplumu istedikleri yönde kullanma gücünü elde etmişlerdir.
Elbette bunu yapanların mahşer günü yüzleri simsiyah olacak, Allah a ve elçisine attıkları iftiraların hesabını vereceklerdir. Bizlere düşen elde Kur’an, onu yine Kur’an ın açıklamalarından, verdiği örneklerden yola çıkarak, anlamaya çalışmak olmalıdır. Bunu başara bilenlere ne mutlu.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta
Cmt Ekm 04, 2014 8:09 am
 
Foruma git
Konuya git

Kurban Bayramınız Mübarek Olsun...

İyi Bayramlar



 Kainatın yaratıcısı ve alemlerin Rabbi yüce Allah’a sonsuz şükürler olsun! Kurban Bayramı bereketiyle, bolluğuyla gelsin, tüm insanlık için hayırlara vesile olsun.Kurban bayramınız mübarek olsun.


Sevgiler...


 

Bos_Dunya
Pts Ekm 06, 2014 7:31 pm
 
Foruma git
Konuya git

İdrar Sıçraması Kabir Azabına mı Neden Olur?

Bugün yazımda, peygamberimizin söylediği iddia edilen, bir hadisi üzerinde sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Peygamberimiz aşağıdaki sözleri, sizce söylemiş olabilir mi?
6063 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kabir azabının çoğu SİDİK sebebiyledir."
İdrar sıçramasından kaçının. ÇÜNKÜ KABİR AZÂBININ ÇOĞU, İDRAR SIÇRAMASINDAN OLMAKTADIR.
Gelin bu sözler üzerinde, birlikte düşünelim. Bu bilgiler eğer gerçekten doğru ise, Kur an mutlaka bu bilgiyi bizlere vermiş olması gerekmez mi? Çünkü Rabbimiz ne diyordu hatırlayalım.
Zuhruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve SİZ ONDAN SORGUYA ÇEKİLECEKSİNİZ.
Dikkat ederseniz ayette Allah, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an dan hesaba çekeceğim diyor. Allah böyle bir hüküm verdikten sonra, sizce Kur’an da hiç bahsedilmeyen, örneği bile verilmemiş bir hükümden sorumlu tutup, azap verir mi?
Allah Kur’an da birçok kez tekrar ederek, yemin olsun ki Kur’an ı, sizler için kolaylaştırdım der. Bu hükmü veren Rabbimiz, bizlerin farkında olmadan, elbisemize damlamış ya da sıçramış olan idrardan sorumlu tutup, bizlere sizce azap eder mi? Çünkü hiç kimse kasıtlı olarak, idrarını üzerine sıçratmaz. Kasıtlı olmadan yapılan hiç bir şeyden, Rabbimiz bizleri sorumlu tutmayacağını da söylüyorsa, sizce peygamberimiz böyle bir söz söylemiş olabilir mi?
İşte bizler İslam ı, kendi nefsimizde böyle zorlaştırıyor ve adeta korku dini yaratıyoruz. Bunlar doğru olamaz, elimizdeki Kur’an bu bilgileri onaylamıyor diyenleri de, dinden çıkmakla suçlayabiliyoruz.
Lütfen şöyle düşünün, erkek ya da kadın idrarını yaptıktan sonra, kiloduma benim hiç idrar damlamıyor, ben çok dikkatliyim diyen var mı aramızda? Bunu söylemek hiç mümkün değil. HELE YAŞI İLERLEMİŞ, ERKEK YA DA KADININ, BUNDAN NEREDEYSE KAÇIŞI HİÇ YOK DİYEBİLİRİZ. Bu durumda nasıl olurda bu söylenenlere inanırız ve toplumu tedirgin ederiz. Bu güzelim dinimizi, Allah ın vermediği bir hükümle, nasıl olurda toplum içinde korku salarız. Bunun vebalini hiç mi düşünmüyoruz?
Peygamberimiz bakın neler söylemişti hatırlayalım.
BENDEN KUR'AN DIŞINDA BİR ŞEY YAZMAYIN. Kim, benden Kur'an dışında bir şey yazmışsa, onu imha etsin."Muslim-Zuhd/72(3004) /4137 Ebu Davud-İlm/3(3647) /4136 Musned-c.3/12,21,39 Darimi-Mukaddime/42
4106 - El-Muttalib İbnu Abdillah İbni Hantab radıyallahu anh anlatıyor: "Zeyd İbnu Sabit Hz. Muaviye radıyallahu anhüma'nın yanına girmişti. Hz. Mu'aviye ona bir hadisten sual etti. Zeyd de hadisi ona söyledi. Hz. Muaviye (orada hazır bulunan bir adama) hadisi yazmasını emretti. ZEYD MÜDAHALEDE BULUNARAK RESÛLULLAH ALEYHİSSALÂTU VESSELÂM, HADİSLERİNDEN HİÇ BİR ŞEY YAZMAMAMIZI EMRETMİŞTİ" dedi. Bunun üzerine Hz. Muaviye yazılanı derhal imha etti."Ebu Davud, İlm 3, (3647).
5176 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Benim hakkımda yalan söylemeyin. ZİRA BENİM ÜZERİME YALAN UYDURAN CEHENNEME GİRER."Buhâri, İlm 38; Müslim, Mukaddime 1, (1); Tirmizi, İlm 8, (2662).
Bu sözlerin, peygamberimize ait olduğuna inanan bir Müslüman, Kur’an da asla bahsedilmeyen, tek kelimesi bile geçmeyen, İDRARIN KABİR AZABINA NEDEN OLDUĞUNU, PEYGAMBERİMİZİN ASLA SÖYLEMEYECEĞİNİ ÇOK İYİ BİLİR ve bunu söyleyenlere inanmaz. Buna inanmak, peygamberimize iftira atmaktır, lütfen unutmayalım. Kabir azabı konusu da ayrıca, yine Kur’an çizgisinde araştırılmalı ve üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir konudur, onu da belirtmek isterim.
Peygamberimizin yaşadığı devri ve O toplumun yaşadığı şartlarını hatırlayınız lütfen. Evlerde ne su var, nede tuvalet. Büyük tuvalet yapma ihtiyacı duyulduğunda, genelde su bulamadıkları zaman taşlarla taharetlendiklerini, bizlere ulaşan bilgilerden öğreniyoruz. Sormak isterim, büyük abdestini yapan bir insan, taşlarla günümüze göre, ne kadar temiz taharetlenebilir? BU KONUDA SUSKUN KALAN VE HİÇ BİR ŞEY SÖYLEMEYEN BİZLERİN, İDRAR KONUSUNDA BU DERECE FARKLI FİKİRLERE İNANMASINI, SİZLERİN DİKKATİNİZE SUNUYORUM.
Kur’an akıl ve mantık dinidir ve bizlere örneklerle öğüt verir. BİZLERİN TEMİZ, TERTİPLİ İNSANLAR OLMAMIZI İSTER. Bunu yaparken sert bir üslup kullanmaz. Yemin ederek, sizler için kolaylaştırdım dediği kitabı, dini asla zorlaştırarak yaşanmasını istemez.
Kur’an öğretisinden uzak kalıp, batıl ve sanı ile dini yaşayan İslam toplumları, kendilerince gördükleri yanlışları, dini kendi nefislerinde yönlendirmek, şekillendirmek istemiş, böylece ne yazık ki peygamberimizin asla söylemesi mümkün olmayacak sözleri, ona mal ederek söylemişlerdir. TÜM BUNLARI, BELKİ TOPLUMUN İYİLİĞİ İÇİN YAPMAYA ÇALIŞSALAR DA, TOPLUMUN İÇİNDE BU SÖZLERİN, ZAMANLA ÇOK DAHA FARKLI ANLAMLARA BÜRÜNMESİNİ DE ENGELLEYEMEMİŞLERDİR.
İdrar elbette insan üzerinde, hiç istenmeyen bir pisliktir. Böyle bir durumda hemen silmeli, temizlemeliyiz. Bunu zaten her aklı başında insan yapar. Bundan ve BUNA BENZER TÜM PİSLİKLERDEN SAKINMALIYIZ. Çünkü bir Müslüman Allah ın huzuruna durduğu zaman, her haliyle tertemiz olmalıdır.
Tüm bunları söylerken, bir konuya dikkat çekip ve o konu üzerinde korku salarak değil, genel anlamda her türlü pislikten uzak kalarak, temiz bir insan olmanın koşullarını kendimize oluşturmalıyız. Çünkü Kur’an bizlerin, böyle olmamızı ister.
Bir şeyin günah olduğunu ve onu yapanların cezalandırılacağına yalnız Allah hükmeder. Bunun dışında kural ve hüküm koyan yoktur, lütfen bunu unutmayalım. Yazımızın başında bir ayet hatırlatmıştık, SİZLERİ KUR’AN DAN HESABA ÇEKECEĞİM diye. Bu hükmü Allah verdiyse, Kur’an da olmayan hiçbir konudan hesap sormayacağını, aklımızdan çıkarmamalıyız.
Allah birçok ayetinde, peygamberimizin topluma yalnız Kur’an ile hükmetme görevini aldığını açıkça söyler. Bizlerin Kur’an ın ipine sarılmamız gerektiği konusu üzerinde de dikkatimizi çeker ve emin olmadığımız bilginin de ardından gitmemizi yasaklar. Yine peygamberimizde, kendi adına bazı sözlerin söylenmesi konusunda, bizlerin çok dikkatli olmamız adına bizleri uyarır. Ve ben söylemediğim halde, bu peygamberin sözüdür diyenlerin, cehenneme gideceklerini de bizlere bildirir. Onun içindir ki bizlere düşen, her söylenene inanmadan, elimizde FURKAN, söylenenleri mutlaka Kur’an süzgecinden geçirmeliyiz.
Bu titizliği gösteren, peygamberimizin yolunu izlemiş olur. Titiz davranmayan, her söylenene inanan ise, bir bilinmeyenin peşinden giderek, ebedi hayatını tehlikeye atanların ve pişmanlıklarını dile getirenlerin safında yer alır.
Dilerim yüce Rabbimizden, gönül gözleri Kur’an ile parlayan, gönülleri Kur’an nuruyla nurlanan, Rabbin halis azınlık kulları arasında oluruz.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta
Cmt Ekm 11, 2014 11:11 am
 
Foruma git
Konuya git
cron