49 sonuç bulundu

Geri dön

PEYGAMBERE İTAAT....

Geleneksel islami inancın inanış biçiminde şunu görürüz: Kuran Allah’a ve O’nun peygamberine itaat etmemizi istemektedir. Bu durumda Allah’a itaat etmek için Kuran’a, peygambere itaat etmek için ise Kuran dışındaki kaynaklara uymalıyız.
Oysa Kuran, peygambere itaat etmemiz gerektiğini söylemekle kalmıyor, bunun nasıl yapılacağını, peygambere indirilen ve peygamberin insanlara ilettiği “ilahi mesaj”ın ne olduğunu da anlatıyor. Aşağıdaki ayetler bizi peygambere indirilen ilahi öğretinin ne olduğu konusunda bilgilendiriyor:
“Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.”
(5:67)
Yukarıdaki ayette Allah’ın elçisinden kendisine indirileni insanlarla paylaşması istenmektedir. Peki Allah’ın elçisine indirilen bu öğreti ve kurallar nelerdir? Aşağıdaki ayetler elçiye indirilenin ne olduğunu açıklıyor:
“Biz Kitap’ı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlar’a bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.”
(16:89)
Görüldüğü gibi Allah tarafından elçisine indirilen kitap olan Kuran, hidayet (doğru yol) ve rehberlikle ilgili her konuda açıklama içerir. Nisa Suresi’nde de elçiye gönderilen kutsal mesaj şöyle açıklanır:
“Şüphesiz, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmetmen için biz sana Kitap’ı hak olarak indirdik. Hainlerin savunucusu olma.”
(4:105)
Bir kez daha görüyoruz ki Allah’ın Kitap’ı olan Kuran, Allah’ın elçisine gönderdiği “kutsal mesaj” olarak anılıyor. Allah, elçisinden insanlar arasında bu mesaj ile hüküm vermesini istiyor. Aşağıdaki ayet de bu gerçeğe işaret ediyor:
“Sana da daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitap’ı gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hüküm ver; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.”
(5:48)
Yukarıdaki ayetler göstermektedir ki Allah, elçisine Kitap’ı indirmiştir ve elçinin görevi bu Kitap’ın, yani Kuran’ın dediklerini harfiyen uygulayıp ondan sapmamak ve insanlar arasında onunla hüküm vermektir.
Aşağıdaki ayetler peygamberin insanları hangi öğreti ile uyardığını ve onlara ne ile nasihat ettiğini daha net açıklıyor. Allah, Kaf Suresi’nde, elçisine şu emirde bulunuyor:
“Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. Tehdidimden korkanlara Kuran’la öğüt ver.”
(50:45)
Görüldüğü gibi Allah, peygamberden insanlara Kuran ile öğüt vermesini istemektedir, başka bir kitap ile değil. Peygamberin ağzından da bu görev onaylanmaktadır. Peygamber, Kuran’da geçen bir konuşmasında görevinin Kuran ile uyarmak olduğunu anlatmaktadır:
“Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kuran bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahiy olundu.”
(6:19)
Yine başka bir ayet peygamberin insanları hangi öğreti ile uyarması gerektiğini açıklamaktadır:
“Ey Ehlikitap! Elçimiz size geldi. Kitap’tan saklamış olduklarınızın çoğunu size ayan beyan açıklıyor; çoğundan da geçiyor. Şu bir gerçek ki, size Allah’tan bir ışık ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Allah, rızasına uyanları o Kitap’la esenlik ve barış yollarına iletir ve onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp şaşmayan ve sapmayan dosdoğru yola kılavuzlar.”
(5:15-16)
Yukarıdaki ayetler göstermektedir ki Allah’ın elçisi, Kitap Ehli’ne -yani Hristiyan ve Yahudilere- Allah’tan gelen Kitap ile tebliğ yapmaktadır. Kuran bize elçinin hangi öğreti ile insanları aydınlattığını bir kez daha hatırlatıyor:
“Ben sadece, bu şehrin Rabbi’ne kulluk etmekle emrolundum. Orayı kutsal kılmıştır O. Her şey O’nundur. Ben, Müslümanlar’dan/Allah’a teslim olanlardan olmakla emrolundum. Ve Kuran okumakla emrolundum. Artık kim yola gelirse kendisi için gelir. Sapmışa gelince, böylesine de ki: ‘Ben uyarıcılardan biriyim. Hepsi bu!’”
(27:91-92)
Yukarıdaki ayet elçinin Kuran’ı okuyacağını ve dileyenin bu rehberliği kabul edip doğru yolu bulacağını anlatıyor. Görüldüğü gibi, elçiden tebliğde kullanılması istenen kaynak Kuran’dır. Bir başka ayette Allah şöyle buyuruyor:
“Bu Kuran’ı sana farz kılan, elbette ki seni vaat edilen yere götürecektir. De ki: ‘Hidayeti getireni de açık bir sapıklık içinde olanı da en iyi Rabbin bilir.’”
(28:85)
Yukarıdaki ayet göstermektedir ki elçi için bağlayıcı olan öğreti Kuran’dır.
Tüm bu ayetler göstermektedir ki Allah’ın elçisi olan peygambere Allah’ın Kitap’ı olan Kuran indirilmiştir ve peygamber bu Kitap’ı kullanarak insanlara dini anlatmak ile görevlendirilmiştir. Bunu yaparken Kuran’dan en ufak bir sapma göstermemesi konusunda uyarılmıştır. Yukarıda alıntıladığımız Maide Suresinin 48. ayetinde görüldüğü gibi peygamberin din alanında verdiği tüm hükümler Kuran’a dayanmak zorundadır. Peygamber bu ayetlerden anlaşılacağı üzere dini anlatırken kendine ait hukukunu ya da öğretilerini değil, Kuran’ı anlatmak zorundadır. İnsanlar peygamberin kişisel fikirlerine ya da hukukuna değil Allah’ın yasasına boyun eğmelidirler. Nitekim peygamber de böyle davranmış, insanlara sadece Allah’ın Kitap’ı olan Kuran’ı tebliğ etmiştir. Unutulmamalıdır ki Allah’ın elçisine itaat etmek demek, Allah’ın mesajına uymak demektir; çünkü elçi, sadece, Allah tarafından kendisine verileni insanlara yaymıştır, başka bir öğretiyi değil. (Zaten ‘elçi’nin kelime anlamı da kendisine ait olmayan bir şeyi başkasına ileten kişidir.) Elçi kendi hayatında Kuran’ın hakkında hüküm vermediği konularda kendi fikirlerine, alışkanlıklarına ve içinde bulunduğu toplumun genel öğretilerine göre davranmış olabilir. Ancak bunlar onun bireysel tercihleridir. Dini bir anlam taşımazlar. Bu yüzden elçi insanlara bu seçimlerini aşılamaya çalışmamıştır.
Allah Kuran’da insanlardan sadece Kuran’a uymalarını istemiştir. Aşağıdaki ayetler din adına uyulacak tek yasanın Allah’ın yasası olan Kuran olduğunu gösteriyor:
“Hüküm yalnız Allah’ındır.”

“O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez.” İnşallahın peygamberimizin şefaatına nail olan kullardan oluruz amin ecmain inşallah.Allaha emanet olunuz Hacegan..
Hacegan__
Çar Oca 25, 2012 7:01 am
 
Foruma git
Konuya git

O KUL OLMAK.......

Çok popüler yarışmalardan geçilmiyor. Herkes bir şeylerin peşinde yarış halinde. Son dönemlerde popüler olan bir yarışma da malumunuz ‘O Ses Türkiye’ isimli müzik yarışması. Yarışmacılar hem ses hem de şov yeteneklerini sergilemeye çalışıp kıyasıya yarışıyorlar. Ne için Türkiye’nin ‘O Sesi’ olmak için. Yarışmaya bir sözüm yok. Ama bu ve benzer yarışmalar daha anlamlı daha derin şeyler hatırlatıyor bana. Dünyevi olarak edineceğimiz geçici şeyler uğruna kendimizi adeta parçalayıp jürilere beğendirmeye çalışırken, kendimizi asıl beğendirmemiz gereken yaratıcımız yüce Allah’ı yeterince takdir etmediğimiz ve bize vermiş olduğu yaşamın hesabını soracağı gerçeğini.
Hani diyorum inanan kullar adeta bir yarışmada kabul etseler kendilerini de ‘O Kul Türkiye’ olmak için Allah yolunda hayra ve barışa yönelik işler yaparak kıyasıya yarışsalar. Kabiliyetlerini hayırlı işler için kullanıp insanlık için faydalı değerler üretseler. Kur’an ayetlerinin dikkat çektiği gibi örnek birer kul olsalar.
Onlar ki, Rablerine saygıdan titrerler. Onlar ki, Rablerinin ayetlerine iman ederler, Onlar ki, Rablerine ortak koşmazlar. Onlar ki, verdiklerini, Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek verirler. İşte bunlar, hayırlarda yarışırlar. Ve hayırlarda önde gidenler de onlardır.
(23 Müminun Suresi Ayet 57-61). Allah bizleri en iyi kullarından eylesin inşallah amin ecmain.Hacegan
Hacegan__
Çar Oca 25, 2012 11:26 am
 
Foruma git
Konuya git

NEDİR BU SOZDE ERMENİ SOYKIRIMI?

Evet sevgili Sanalkahve dostları..! Yine gündeme gelen, durmadan pişirilip pişirilip önümüze konulan Ermeni soykırım iddiaları hakkında birkaç lakırdıtı da biz yapalım, birkaç satırda biz yazalım dedik. Nedir, ne değildir bu iddialar ? Buz dağının su altında kalan görünmeyen kısmını biraz görelim, gösterelim istedik... Gerçi tarihi ve siyasi olarak çok derin ve uzun bir konuyu, öyle üç beş sayfada anlatmak, irdelemek mümkün değil ama en azından dikkat çekelim, birkaç damla yürek suyuda biz dökelim dedik. Şimdiden sürç-ü lisan eder isek affola.

Bilindiği üzere Ermeni tehcirinin “soykırım” olduğunu daha önce kabul eden Fransa, bu sefer bir adım daha ileriye giderek ; Fransa meclisinde yapılan oylamada “soykırım”ın inkarının suç sayılması için ceza verilmesi yönündeki yasa teklifini kabul etti. ”Ermeni soykırımı yoktur” diyenler cezalandırılacak. Ayrıca Ermeni derneklerine dava açma hakkı veren yasa teklifi de kabul edildi. Yasaya göre, “soykırımı” inkar edenlere bir yıl hapis cezası ve 45 bin Euro para cezası verilecek. Unutulmasin ki Fransa, sözde “Ermeni soykırımı”nı 2001 yılında resmen kabul etmişti. Bugün kabul ettirmeye çalıştıkları yasa teklifini daha önceleride geçirmek istemişlerdi. Fransa meclisi, 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarının inkarının suç sayılmasını öngören bir yasa teklifini zaten 2006 yılında onaylamıştı. Ancak o zaman Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, menfaatleri gereği bu teklifin senatoya gelmesini engellediği için teklif yasalaşmamıştı.

Diğer yandan demokrasinin adresi olarak gösterilen ülkelerden bir olan Fransızların meclisinde komedi gibi bir oylama var. Oylama sırasında salonda yaklaşık 50 vekil bulunuyordu. Bu da 577 üyeli meclisin yüzde 10′una bile denk gelmiyor. Peki şimdi ne olacak ? Bu komedinin sonraki perdelerinde neler sahnelenecek ? Normal prosedür şu ; Meclisten geçen yasa tasarısı, şimdi senatoya gönderilecek. Tasarı senatoya geldiğinde “değişiklik önergesi verilmeden” geçerse yasalaşabilecek. Değişiklik önergesi verilirse yeniden ulusal mecliste ele alınacak. Parlamento, yasayı görüştüğü akşam, 9 Ocak’a kadar sürecek Noel tatiline girecek. Bu tarihte parlamentodan geçen yasa senatoya sevk edilecek. Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle her iki meclis de 22 Şubat’ta yeniden tatile girecek. Yasa bu tarihe kadar yetişmezse geçersiz kalacak. Umarız yetişmez...

Fransa soykırım yasasını kabul etmiş, edecekmiş ! Bir panik, bir seferberlik ! Yahu zaten kaç yıldır fiilen uygulanmıyor muydu bu iddia ettikleri şeyler ? 20 den fazla ülke zaten kabul etmedimi sözde “soykırım” iddialarını. Hatta İsviçre’de 2003-2007 yılları arasında yaşanan 3 olayda hapis ve para cezası bile verilmedimi “soykırım yoktur” diyen vatandaşlarımıza. Ermeni diasporasının en güçlü olduğu Arjantin’de 10 a yakın “ soykırım anıtı” dikilmedi mi meydanlara, ne çabuk unuttuk !! Uruguay’da 24 Nisanda televizyon ve radyoların yayın akışlarının bir bölümünü, kanunen zorunlu olarak sözde soykırım programlarına ayırmak zorunda olduğunu biliyormuydunuz ? Ya Arjantin’de okul müfredatlarında sözde "soykırım" konusunun yer aldığını !! Daha bir sürü örnek var ama uzatmayalım… Bakın şimdiye kadar hangi ülkeler, hangi yıllarda bu iddiaları kaç kez kabul edip geçirmişler parlamentolarından ! Detaya girmeden sadece isimlerini vererek geçiyoruz... İşte Buyrun ;

Uruguay (1965, 2004, 2005), Güney Kıbrıs Rum kesimi (1982), Arjantin (1993, 2003, 2004, 2005, 2006, 2007), Rusya (1995, 2005), Kanada (1996, 2000, 2004), Yunanistan (1996), Lübnan (1997, 2000), Belçika (1998), İtalya (2000), Vatikan (2000), Fransa (2001), İsviçre (2003), Slovakya (2004), Hollanda (2004), Polonya (2005), Almanya (2005), Venezuela (2005), Litvanya (2005), Şili (2007).

Tüm bu ülkelere ek olarak bakın daha kimler var ;

*Avrupa Parlamentosu ; 18 Haziran 1987’ de aldığı kararla, 1915-1917 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde yaşayan Ermenilerin karşılaştığı trajik olayların BM’nin insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili 1948 tarihli kararı uyarınca "soykırım" tanımına uyduğunu bildirdi.
*Mercosur Parlamentosu ; Güney Amerika ticaret örgütü MERCOSUR’un 19 Kasım 2007 tarihindeki parlamenterler toplantısında, "Ermeni soykırımı" kınandı ve tanımayan ülkelere tanıma çağrısı yapıldı. O dönemde MERCOSUR’ a Brezilya, Arjantin, Uruguay ve Paraguay üyeydi.
*Galler ; Galler Başbakanı Carwyn Jones, 29 Ocak 2010’ da Holokost’u anma günü için düzenlenen törenler sırasında sözde "Ermeni soykırımını" tanıdığını açıkladı. Büyük Britanya’ya bağlı dört ülkeden biri olan Galler hükümeti 2002 yılında sözde Ermeni soykırımını resmen tanımıştı.
*Kuzey İrlanda – İskoçya ; Birleşik Krallık Parlamentosu’nda İskoçya ve Kuzey İrlanda milletvekillerinin büyük çoğunluğu 16 Ocak 2010’daki oylamada "Ermeni Soykırımı"nı tanıdı.
Katalunya Özerk Bölgesi ; İspanya’daki özerk Katalunya bölgesinin parlamentosu, Mart 2010’da onayladığı bir kararla, Ermeni iddialarını kabul etti.
*ABD ; ABD’de şu ana kadar Ermeni iddialarını tanıyan sayısız yasa tasarısı Kongre’ye sunulmuş olsa da süreci tamamlayarak yasalaşmayı başaran olmadı. ABD’nin eski Başkanı Ronald Reagan, şu ana kadar başkanlığı sırasında 1915 olaylarını "soykırım" olarak tanımlayan ilk ve tek başkan. ABD’de özel statüye sahip başkent District of Columbia’yla birlikte sayısı 51 olan eyaletlerin 42’ si ise iddiaları tanımış durumda. Son olarak 7 Nisan 2009’ da Hawaii eyaleti iddiaları tanıdı.
Eh artık ! sırada Mars, Jüpiter, Venüs parlamentosu falan vardır herhalde...

Nedir bu Ermeni meselesi adı altında tezgahlananlar ? Nedir bu adamların dertleri ? Gelin isterseniz tarihin arka bahçesinde birazcık dolaşalım, ne dersiniz .!!

Osmanlı Devleti zayıflamaya başlayıp, hemen her konuda Avrupa’nın müdahalesine maruz kalınca, Türk - Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Batılı ülkeler Osmanlı Devleti’ni bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için Ermenileri Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir. Özellikle Avrupa’nın bazı büyük devletleri "ıslahat" adı altında bir yandan Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri, Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır. Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni Kiliseleri’nin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Batılıların özellikle misyoner din adamı kisvesinde, Osmanlı devleti içine soktuğu provokatörlerin faaliyetleriyle Ermeniler ; dini, kültürel, ticari, sosyal ve siyasi açılardan Türk toplumundan uzaklaştırılmıştır.

Islahat Fermanı ile Müslümanlar ve Gayr-i Müslimler eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Rusya’dan "işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını" talep etmişlerdir. Bu isteklerle birlikte Ermeni sorunu ilk kez ortaya çıkmaya ve uluslararası bir şekil almaya başlamıştır.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Ayastefanos Anlaşması’nın Osmanlı Devleti’nce kabullenilmek zorunda kalınan 16. maddesi şöyledir ;
"Ermenistan’dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti’ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder".

Anlaşmanın bu hükmü, "Ermeni Sorunu"nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve "Ermenistan" diye bir bölgenin varlığından söz edilmesi yönünden büyük önem taşımaktadır.

1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi de Ayastefanos Anlaşması’nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir ;

"Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir".
Berlin Antlaşması’nın bu hükmü ile Türk-Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilmesi hakkı tanınmış olmaktadır.

Böylece Ermeniler, Ruslar ve İngilizler tarafından kullanılmaya başlanmış ve İngiltere’nin elinde Rus yayılmacılığına karşı bir ileri karakol vazifesi görmüşlerdir. İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni Sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı Devleti’ni yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve yalanları da işte bu politikanın propaganda ürünüdür ..!

1915 yılında "Tehcir" yani yer değiştirme uygulaması Ermeni çevreleri ve hasım devletlerce "Ermeni katliamı ve soykırımı" olarak adlandırılmış ve Osmanlılara karşı büyük bir propaganda kampanyası başlatılmıştır. Oysa soykırım ; “ırk, milliyet, etnik ve din farklılıkları nedeniyle insan gruplarının yok edilmesi”dir. Soykırım dendiği zaman Nazilerin, Yahudilere ve diğer etnik gruplara karşı giriştikleri kitlesel kıyım akla gelir. 1939-1945 yılları arasında 5-6 milyon Yahudi, 3 milyondan fazla Sovyet savaş tutsağı, birer milyondan fazla Polonya ve Yugoslavya sivil halkı, 200.000 civarında Çingene ve 70.000 özürlü insanın canına kıyılmıştır. İşte soykırım budur..!

Bunlara ilave olarak, Birleşmiş Milletler’in önleyici yönde sözleşmesi olmasına rağmen, modern çağda da sayısız soykırım olayı görülmüştür.

Örneğin, bizzat olayın kahramanı 2 emekli Fransız generalin Le Monde’da yayınlanan itiraflarına göre ; Fransızlar 1954-1962 yılları arasında Cezayir’de en az 1 milyon Cezayirliyi katletmiş, 1965-1966 yıllarında Endonezya ordusu bir milyon komünisti ve ailelerini öldürmüş, 1975-1979 yılları arasında Kamboçya’da Kızıl Kmerler 1.7 milyon Kamboçyalı’yı katletmiş, 1994’ de Ruanda’da 500 Bin Tutsi, Hutular tarafından öldürülmüş ve nihayet 1991’ den sonra Bosna-Hersek ile Kosova’da on binlerce Müslüman Sırp vahşetine maruz kalmıştır.

Soykırım suçu, gerçek anlamda bu olaylarda işlenmiştir. Ermeni iddialarının ve yalanlarının aksine, 1915 yılında Doğu Anadolu bölgesindeki Ermenilerin daha güvenli topraklara göç ettirilmesi uygulaması, Ermenilerin ve cephelerin güvenliğini sağlamaya yönelik bir harekettir ve soykırımla hiç bir ilgisi yoktur. Ermenilerin Doğu Anadolu’da savaş ve göç sırasında kayıplar verdikleri doğrudur. Ancak bu kayıplar, Doğu Anadolu’da yaşanan savaş ve isyanlar nedeniyle asayişin sağlıklı olarak sağlanamaması, araç, yakıt, gıda, ilaç yetersizliği, ağır iklim koşulları ile tifüs gibi salgın hastalıklar nedeniyle meydana gelmiştir. Hiçbir şekilde kasıtlı ve planlı bir katliam söz konusu değildir.

Aslında Ermeniler, geçmişte hakimiyeti altında yaşadıkları devletlere ihanetlerinden dolayı bir çok kez buna benzer göç hareketlerine tabi tutulmuşlardır. Sasaniler 379’ larda 70.000 Ermeni’yi İran’a, Bizanslılar 1025’ lerde Doğu Anadolu’daki 40.000 Ermeni’yi Sivas ve Kayseri’ye, Memluklar 1250’ lerde 10.000 kadar Ermeni’yi Mısır’a, 1743’ de İranlılar 24.000 Ermeni’yi İran içlerine ve 1777’ de Kırım’ı işgal eden Ruslar bölgedeki binlerce Ermeniyi steplere sürmüştür.

Geçmişte Osmanlı devleti, bugün de Türkiye, bu jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı çeşitli entrikaların çevrildiği bir alan olmuştur. Osmanlı devletini parçalayarak tarih sahnesinden silmek isteyen sömürgeci devletler, bu entrikalarında yüzlerce yıldır Türklerle dostça yaşayan Ermenileri kullanmışlardır. Tarihte olduğu gibi günümüzde de, Ermeni toplumu üzerinden siyasi ve ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler bulunmaktadır. Gerçekte tarihçilere bırakılması gereken bu konular, maalesef siyasetçilerin elinde çıkar aracı haline dönüştürülmektedir.

Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu’nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu’ya girişlerinden sonra Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici anlayış ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, “Ermenilerin altın çağı” olmuştur. Osmanlı devletinin çalışan, liyakatli, dürüst ve becerili her vatandaşına sağladığı imkanlardan gayr-i müslimler içinde en çok faydalananlar Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış olduklarından dolayı "millet-i sadıka” olarak kabul edilmişlerdir. Bu çerçevede Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan devlet kademelerinde önemli görevlere yükselenler, hatta Bayındırlık, Bahriye, Hariciye, Maliye, Hazine, Posta-Telgraf, Darphane Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar olmuştur.

Osmanlı devleti, Birinci Dünya Savaşı içinde, Ermeni isyanının yoğun olduğu Doğu Anadolu’da, bir yandan cephede Rus ordularıyla ve Rusların yanında yer almış olan Ermeni kuvvetleriyle savaşmak zorunda kalmıştı. Diğer yandan da cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan, ordunun ikmal tesislerine ve konvoylarına saldıran Ermeni çeteleri ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Anadolu dışında kurulan Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi örgütler, halkı silahlı ayaklanmaya sevk etmişlerdir.

Ayrıca Osmanlı hem cephede hem de cephe gerisinde savaşmak durumunda bırakılmasına rağmen, 9-10 ay, cephe gerisindeki önemli tehlikeyi “mahalli tedbirlerle” çözüme ulaştırmaya çalışmıştır. Bu arada, 24 Nisan 1915’te, cephe gerisinde faaliyette bulunan Ermeni komitecilerine yönelik bir operasyon yapmış ve vatana ihanet eden 2345 komiteciyi tutuklamıştır.

Komitecilerin dışında özellikle Rus sınırına yakın bölgelerdeki Ermeni halkın da devlete isyan halinde olduğunu görünce, son çareye başvurmuş ve bölgedeki Ermenilerden sadece isyan hareketine karışanları savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine “sevk ve iskâna”, o dönemdeki ifadesiyle “tehcir”e tabi tutmuştur. Ermenistan ile bir takım siyasi ve ekonomik çıkarlar için Ermenileri kullanan bazı devletler, yer değiştirme uygulamasını ve 24 Nisan’daki tutuklamaları bir “soykırım” gibi göstermek ve dünya kamuoyunu bu konuda ikna etmek için yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişlerdir.

Bütün bu gerçeklere rağmen, sözde soykırım iddialarını gündemde tutmak için olağanüstü gayret sarf eden Ermeni komiteleri, terör eylemlerine yönelmişlerdir. 1965’ ten sonra, çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin, Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyasıyla dünya ve Türkiye kamuoyunda varlığını hissettiren sözde Ermeni Sorunu, 1970’ li yıllardan itibaren yurtdışındaki Türk temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine dönüşmüştür.

27 Ocak 1973’ de ABD’nin Santa Barbara kentinde, Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir’i katletmesiyle başlayan Ermeni Terörü, 1975’den itibaren 1915 öncesinde olduğu gibi Örgütlü bir yapıya bürünmüştür. 1983 yılına kadar Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39’ u silahlı, 70’ i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda 42 diplomatımız ile 4 yabancı hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır.

Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980’ li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında PKK sahneye çıkarılmış ve Asala-Ermeni terörü geri plâna çekilmiştir. Belgeler, Bekaa ve Zeli kamplarında ASALA ile PKK militanlarının birlikte eğitim gördüklerini ortaya koymuştur.

Ermeni komiteleri, sözde iddialarını Ermenistan devletinin açık desteği ve Ermeni Diasporası aracılığıyla sürdürmeye devam etmektedirler. Amaçları, sözde iddialarını tüm dünyaya “Tanıtmak”, Türkiye’yi bu temelsiz iddiaları “Tanımak” zorunda bırakmak, sözde soykırımdan dolayı Türkiye’den "Tazminat" ve "Toprak" almak ve "Büyük Ermenistan" rüyasını gerçekleştirmektir.

Buraya Dikkat !! 1915 deki sözde “Soykırım" iddialarının 100. yılına 3 yıl var. Dediğimiz gibi hedef "3T" idi ; Yani “Tanıma”, “Tazminat”, “Toprak”... Soykırım iftirasını “Tanıtmayı” AB üstlenmiş, "Tazminatı" ABD... "Toprak" için zaten Lübnan’da emlak ve tapu ofisleri harıl harıl çalışıyor… Haydi hayırlısı ! Biz halen cumhurbaşkanlığının görev süresini tartışalım, açlıktan değil ama gafletten yürekleri kokan birçok milletvekillerinin az buldukları maaşlarını konuşup duralım…

Peki şimdi gelelim bam teline... Aklınız neredeydi diye, şimdi sormak lazım birilerine ;

-2007’de dönemin Ermenistan Dışişleri Bakanı Oskanyan ; "Sınırların açılması ve diplomatik
ilişki kurulması konusunda cumhurbaşkanınız, bizimle aynı düşünüyor" iddiasında
bulunduğunda,
-Cumhurbaşkanımızınl Erivan’a gidip "Ermeni jargonunun değiştiğini" açıkladığında,
-Ermeni protokolleri imzalandığında,
-Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın ; "Er ya da geç soykırım anıtı önünde diz
çökecek Türk liderler olacak" sözlerini sükunetle karşıladığınızda,
-Sarkisyan’ın Hocalı katliamına bizzat katıldığını Meclis Başkanı Çiçek’in ağzından
duyurduğunuz halde Hocalı için Meclis’te "soykırım" kararı almayı düşünmediğinizde,
-Mahkemelerdeki davalar devam ettiği halde siyasi talimatla "azınlık mülklerini" iade ettirip
bu mülkler konusunda en önemli otorite olan Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel
Müdürlüğü’nü kapattırdığınızda,
-Obama Çankaya Köşkü’nde: "Soykırım konusunda görüşlerim değişmedi" dediğinde,
-Obama’nın "ilk uluslararası diplomatik çabasında başarısızlığa uğramaması" gerekçesiyle
Fransa’nın, NATO’nun askeri kanadına dönüşünü veto etmediğinizde,
-Sarkozy "Haçlı seferi" deyip Libya’ya saldırdığında, siz de buna NATO vizesi verdiğinizde,
-İngilizler Libya’ya gidip tüm arşivine el koyduktan sonra Kaddafi’nin vahşice linçine
seyirci kaldığınızda,
-Geçen yıl Baskın Oran’ın Paris’te yaşayan kızının adaylığı ; "Soykırım yapılmıştır"
demediği için engellenirken ona sahip çıkmadığınızda,
-ABD’de açılan tazminat davalarında Ziraat Bankası ve Merkez Bankası’na gönderilen
tebligatları aldığınızda,
-ABD’deki Ermeni örgütü, Dışişleri Bakanı Clinton’a mektup yazıp, "müze yapılan
eserlerinin iadesini" istediğinde Clinton’un: "Türkiye’ye baskı yapıyoruz" demesine ve
Temsilciler Meclisi’nin "gizli soykırım" tasarısını kabul etmesine sessiz kaldığınızda,
-Dersim için "özür" dileyince AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Füle’den gelen ; "Mazinin
sıkıntılı meselelerini çözmeye yönelik bütün teşebbüsleri memnuniyetle karşılıyoruz"
mesajını anlamazdan geldiğinizde,
-Birkaç ay önce ABD’den gelen bir grup Ermeni işadamının İstanbul’dan sonra Diyarbakır
ve Van’a gidişinde hiç bir art niyet aramadığınızda,
-Diyarbakır’da bulunan Orta Doğu’nun en büyük Ermeni kilisesinin Osman Baydemir’in mali
katkıları ile onarımına başlanmasını, dahası minarelerden yüksek olduğu için yıktırılan
kulesinin aslına uygun yaptırılmasını alkışladığınızda,
-Ahdamar adasındaki ermeni kilisesi restore edilip senenin belli bir günü ayine açılmasına
izin verdiğinizde,
-"Azınlık mallarının" bir kanun hükmünde kararname ile iadesine karar verildiğinde
Lübnan’daki Kilikya Yüksek Makamı Katolikosu I. Aram’ın, Başbakan Erdoğan’a mektup
yazmasının başlı başına ne kadar önemli olduğunu anlamadığınızda,
-Sadece bir kaç ay önce Fransa Dışişleri Bakanı Lüppe’yle "komisyon kurulması" onayı
vererek, kuzuyu kurda teslim ettiğinizde,

Aklınız Neredeydi Acaba ..!! Soruyoruz o birilerine, söyleyin neredeydi Aklınız ..!!


Soykırım görmek isteyen gitsin Fransa’nın Cezayir’de, Ruanda’da yaptıkları baksın önce !! Adam gitmiş sömürmüş, asmış, kesmiş, yıkmış, işgal etmiş... Birde bize ithamda bulunuyor utanmadan..! Biz bir yeri mi işgâl ettik ? Gidip birilerinin kanlarınımı emdik ? Tam tersine topraklarımızda sırtımızdan vurulduk, isyana, katliamlara maruz kaldık..! Atalarımız ne güzel söylemiş “Ayıdan post gavurdan dost olmaz” diye. Birde Boykot yapalım diyorlar ! Bu saatten sonra Fransız malını boykot etsek ne olur, etmesek ne olur !? Yabancı sermaye gelsin diye bu ülkelerin masalarında konsamatrislik yaparken aklınız neredeydi ? Şimdi ülkemizde 100’e yakın markası ve firmasıyla onbinlerce vatandaşımızın çalıştığı Fransız gavurunun şirketlerini, mallarını boykot etsek kaç yazar ! Adamlar bunu hesap etmemişlermidir sanıyorsunuz. Biliyorlar nasılsa bir ay sonra hiç kimsenin umrunda bile olmayacak, her şey eskisi gibi devam edecek. Nerden bulacaklar böyle uyuşturulmuş, büyük bir kısmı hilkat garibesi olmuş bir toplumu... Ha ! bana sorarsanız değil Fransız malına, ismine bile ambargo koyalım derim, ama duygusallığa yer yok bu işlerde, olmamalı da zaten. Attığımız taş ürküteceğimiz Fransız kurbağasına deymeli, yoksa biz bu filmi daha evvelde çok gördük... Bu iş daha çok başımızı ağrıtacağa benziyor.! 130-140 senelik bu meselenin öyle 3-5 boykotla, misillemeyle çözülemeyeceğini herkes bilsin ! Keşke çözülebilse... Ama yinede gönlümüz karınca misali safımızı belli etmekten yana. Yani her türlü boykota tabiki varız. Vatandaş olarak elimizden gelen bu şimdilik. İş bu ülkeyi yönetmeye soyunanlarda. Hani Abdülhamit’in dediği gibi " Tarih tekerrür etmez, hatalar tekerrür eder." Umarım hatalarımızdan ders alır, yapılması gerekenleri yaparız bir an önce...

Sözün özü kısaca Ermeni sorununa bir parmakda biz atalım dedik. Nedir, ne değildir diye kısaca bulup buluşturup paylaşmak istedik. Nacizane çözüm önerilerimizde var elbette, ama bunuda bu işe talip olanlar dile getirsin artık. Yoksa düşünün bir kere ; Dünyadaki 200 ülkede, neredeyse Türk vatandaşının olmadığı bir ülke yok. Sadece Avrupada 5 milyonun üzerinde Türk vatandaşı var. Bizde kuralım bir "Türk Diasporası", olmaz mı..? Olamaz mı ? Çok mu zor yani..!! 3 milyonluk Ermenistan kadar olamaz mıyız sizce... Neyse !! Umarım hassasiyetleri olan yüreklere dokunmuşuzdur da, bir faydamız olmuştur... İktidarı, gücü elinde bulunduranlar da, umarım nasıl bir ateşle oynadıklarının ve nasıl bir vebal altında olduklarının farkındadırlar. Ve umarım gerekli ciddiyeti gösterip gerekenleri de yaparlar.. ama Adam gibi...
Evet sevgili dostlar ! Gönül gözünüz açık, yüreğiniz tetikte olsun. Kalın Sağlıcakla...

Sevgi ve Saygılarımla,Hacegan...
Hacegan__
Pts Oca 23, 2012 7:18 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: NEDİR BU SOZDE ERMENİ SOYKIRIMI?

Almira kardeşim çok teşekkür ederim,şimdi birlik ve beraberlik zamanı Türk gücünü tüm dünya ya gösterme zamanı.NE ARARSAN AY DA YIZDIZDA VAR TÜRK'E ANCAK TÜRK'TEN FAYDA VAR. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ALLAH TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN.
Hacegan__
Sal Oca 24, 2012 9:37 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: NEDİR BU SOZDE ERMENİ SOYKIRIMI?

Teşekürler Hacegan abi çok güzel tesbitler olmuş emeklerine sağlık....

Bence TBMM de karar çıkartmalı Fıransa nın yaptıkları ortada Viyatnam, Cezayir ve Afrika da yaptıklarını kimse unutmadı Asalaya verdiği desteğide unutmadık.Bu karar AB içindeki çatlağı büyütecektir. Türkiye, başbakanın başlattığı ve muhalefetin tamamen destek verdiği dik duruşunu sürdürebildiği takdirde, AB ülkeleri meclislerinin Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili aldıkları kararların mantıklı bir gerekçesi olmadığını göreceklerdir. Fıransa hadini aştı hiç olmazsa elimizden geleni yapmalıyız,Fransız ürünlerini boykot edelim...


Edilecek Fransız Markaları:

Benzin: Total, Elf
Süpermarket: Carrefour, Gima, Dia Endi, ChampionSA
Yoğurt: Danone, Yoplait
Şişe Suyu: Perrier, Danone, Evian
Mutfak ve diğer ev eşyalar: Tefal
Oto Lastiği: Michelin, Uniroyal, Recamic
Oto Yedek Parça: Valeo
Otomobil: Renault, Peugeot, Citroen
Giyim: Lacoste , Givenchy, Pierre Cardin, Yves Saint Laurent, Etam, René Derby, Sonia Rykiel, Cacharel, Daniel Hechter
Çanta: Longchamps, Lancel, Louis Vuitton
Şampuan: L’Oreal, Studio Line, Lancome
Saç ürünleri: L’Oreal, Studio Line, Garnier, Kerastase
Bebek giyim, mama, oyuncak: Bledina, Mellin, Majorette, DPAM, Petit Bateau
Kozmetik: L’Oreal, La Roche Posay, Biotherm, Christian Dior, Clarins, Vichy
Parfüm: Chanel, Christian Dior, Clarins, Drakkar Noir, Fahrenheit, Lancome,Lavendar Harvest
Cilt Bakım ürünleri: Clarins, Guerlain, Avon, Avene
İnşaat: Ondulin Avrasya (Onduline -Bituline-Isoline), Lafarge, Chryso, Weber Markem
Seyahat: Air France, Club Med, Fransa’da tatil, Fransız Kültür Merkezi
Tıraş Bıçağı : BIC
Çakmak:BIC, Cartier
Kırtasiye: BIC, Sheaffer
Spor Ekipmanı: Le coq sportif
Motosiklet, Bisiklet: Peugeot
Dergi: Marie Claire, Elle
Telekom: Alcatel
Sigorta: AXA, Günes Sigorta, Basak Sigorta, Başak Emeklilik (Groupama International)
Finans: Societe General Bankasi, TEB (Türk Ekonomi Bankasi)
İlaç firmaları : Sanofi (Aventis&Synthelabo&Pasteur ortakligi): Servier, Fournier, Guerbet, Pierre
Almira
Sal Oca 24, 2012 8:41 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: NEDİR BU SOZDE ERMENİ SOYKIRIMI?

Ermenilerde bilmiyor kendi pisliklerini kapatmaya çalışıyorlar dert bu tüm avrupa devletleri geçmişte yaptıkları pislikleri kapatmak için bak sizde soykırım yaptınız diyebilmek için Türkiye bu çamur atılmaya kalkışılıyor ermeniler köyleri terkederken o kadar cana kıydı bu ne demek oluyor onlara sormak lazım.
Admin
Pts Oca 23, 2012 8:04 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: NEDİR BU SOZDE ERMENİ SOYKIRIMI?

[b][/b] Hacegan emeklerine sağlık paylaşım için tşkler[color=#000080][/color]
efe_19
Pts Oca 23, 2012 3:48 pm
 
Foruma git
Konuya git

İNSAN OLMAK....

.İnsan olmak zordur be dostum..
ne söylememi istiyorsun..?
bu konuya sayfalar kitaplar yetişmez yazmakla..
İNSAN OLMAK
açlıktan kıvranırken yerden bulduğun sahipsiz bir parayı,
kimin düşürdüğünü düşünmek gibidir insan olmak.
kendin tıka basa yerken,sokaklarda,pazar yerlerinde,pazar sonu,
çürük sebzeyi meyveyi evine toplayıp götüren anneyi düşünürken,
o lokmanın boğazında kalmasıdır..
İNSAN OLMAK
zor zanaatir dostum.
ama onu korumak her baba yiğidin harcı değildir.
evet.!!
insan olmak,insan olmak her yaratılan canlıyı sevmektir.
sokaktaki bir sokak kedisi,sokaktaki bir deli (tabirimizle)
yada nafakasına uğraş veren insanlar..
insan olmak,adam olmaktan önemlidir. adam olmak,kendi çevrende,kendi toplumunda,mahallende,
ve evinde geçerlidir.
ama insan olmak zor zanaattir..
insan olmak istermisin.?
o zaman çok kolay,önce ön yargını at,sonra,
daha sonrada,önce çevrenden başla.
ama daha önce yüreğine sevgi yükle.
her yöne yirmi dört saat geçerli bir sevgi.
babaysan,yada anneysen,veya çocuksan,
en küçük bir bebeği,oğlun,kızın,kardeşini,
yada yoksa hayal et..
o bebeğin uykusundaki ilk tebessümünü hayal et.
o gülen simadan etkilenip içinde bir şeyler kıpırdanmadıysa,
işte sen insan olamazsın.
bunu hissetmeyen insan,zaten onlara insan demek için,
insanlıktan çıkmak gerekir.
vesselam insan olmak zor zanattir,onu korumaksa her,
babayiğidin harcı değildir..
İNSAN OLMAK
insan olmak, insan kalabilmektir ve bir
vazifedir.
hemde bir insanlık vazifesi..Selam ve saygılarımla Hacegan...
Hacegan__
Sal Oca 24, 2012 9:57 pm
 
Foruma git
Konuya git

MERHABA....

Bir avuç gözyaşı ile geldim gönül türabına, senden habersizdim yıllar yılı..Yokladım kendimce ne ekersin belli ettin kendini dilinle. Aslında ister gül dik, istersen diken…Gönlümü yokladım razıydı; senden de, senden gelenden de…


Nice vakit gecelerimi, günün pençesine takıp; karanlıkları savurdum verdiklerinin aydınlığında. Kahırları uyuttum hep gölgende. Kah uzak kaldık, Kah yakın…Kah gurbetteydik, kah vuslatta…Kah özlemle kavrulduk, kah gözlerimizi zamanın acımasız geçişleri arasında birbirine değdirdik…
Gurbet; acı meyveli mevsim… Üzer insanı, üzer de ; bir o kadar da gönülleri yaklaştırır. Biz de gurbetimizde; kimi zaman üzüldük, kimi zaman da, gönülden gönüle yol bulmadık mı?

Ne günlerdi ardıma attığım, sana ilk anlattığım. O günler bir kasırgaydı kopan gönlümün ömür dediği vaktin hesabından ...Varlığım cisimsiz bir gölge, benliğim ise kendime pusuydu. Kaybetmiştim ruhumu “Aman” diyordum “Nerede unuttuysam unuttum, sakın bulmayın beni.”

Ta ki gözlerine değdiğim, bir de sesine dokunduğum o günden beri;

Aylardan belki Temmuz
Ya da Ağustos
Eriyorum ateşler içinde
Yangınlardayım…

Bakışların buluyor beni
Kendimi kaybediyorum.

Zaman geçiyor üzerimizden
Sözlerine değiyor sözlerim
Ve bir kavl dökülüyor dudaklarımdan
Ettiğim kavl üzre
Ben baştan ayağa sen oluyorum…

Nasıl geçti seninle yıllar; kâh bir ırmağın,kah bir rüzgârın hükmünde; bazen uçtum bazen estim öylece .

Oysa ömrümü hoyratça harcayıp peşinden koştuğum dünler gelince aklıma hayıflanırım hala. Yanarım kaybettiklerime, sana geç kalmışlığıma. Seninle öğrendim, yenilgilerimin tükenişim olmadığını. Ellerimden tuttun, gönlüme dayanak oldun; arkam oldun, önüm oldun, yolum oldun, pusulam oldun, sığınağım oldun, tüten ocağım oldun… Ve ben, sen de bir kez daha; yeniden doğdum..”MERHABA”

“Bir mumun ışığında titrerken rüzgâr
Uykusuz bir gecenin sabaha erdiği yerde
Sabah ezanlarının hoş sedasının duyulmasıyla
Çıkagelen ferah esinti;
Gözlerimde yaşı, yüreğimde acıları sildin
Karanlıkları devşiren yeni güne MERHABA…


Çöllerin ötesinden çıktım geldim
Tüm yorgunluğum sanadır
Ey aşkların en güzeli
Ey sürgünlüğümün sılası
Gözleri ile gülüp ağladığım
Umutlarıma haberci olan MERHABA…

İki kaşın arasından ortalayarak hayatı
Dikene örtü, güle rayiha olan yüzünde
Gamzelerine takılıp kalmışken gözlerim
Böyle kaç mevsim daha geçer bilemezken
Sana, sendeki bana MERHABA…..


Üstümü ört yıldızlar kayıyor gözlerimde
Gündüzlerine hasret kaldığım diyarım
Dilime sürdüğüm kelamlar yetersiz kalırken
Düşlerim satılıyor hayat pazarında
Elimde kalanlarıma, bendeki sana MERHABA…


Yüreğimde duam, gönül kelamım
Gökyüzü dolusu aguşumda yakarışım
Gözpınarlarımdan akan berrak suya ilişen gün ışığım
Dudaklarıma yerleşen engin tebessümüm
MERHABA…

İyi ki Merhaba demişim sana… Ne güzel ne sıcak kelimedir merhaba. Ah dost bilirsin sonunda toprak hepimize post! Ölüm gelip bulmadan üşümeden, hiçliğin yokluğun içinde, savrulup, kaybolmadan, iyi ki ısınmışız merhabalarla.

Dünleri anlatsam bitmez. Yarın meçhul bilinmez, en iyisi dünden kelamları bitirip, taşımadan yarına, gelmek gerek bu güne…

Sorarım; kendime de, sana da ; sevginin evveli, akşamı, öğünü, bu günü, ahiri, dünü var mı, olur mu hiç söyle? Olmaz diyorum katiyetle, ben anladım ki “Kal-u bela” dan beri sevmişim seni.

İstersen sözün içine “öz” koyalım. Bilirsin değil mi sen de? Özü olmayan söz; kuru laf, kalabalık..

Sözün özü şu ki ey sevgili; Ben seni Allah için; seni yaratanın hatrına sevdim…
Hacegan__
Pts Oca 23, 2012 2:43 pm
 
Foruma git
Konuya git

KORKU !

Korku!..

Ey dost!..
Kimden korkup,,
Kimden korkulmamamız gerektiğine
Dikkat etmek gerekmezmi?..

Görüyorum ki,
Öylelerden korkarsın ki,
Sana acımaz ve merhamet etmezler.

Kendilerini senden üstü ve güçlü görmeleri onlara zevk verir.
Korkunla onların zalim his ve duygularını okşamanın ne anlamı var.

Zalim canavardan merhamet dilenmek,
Onun iştahını açıp yaptığı işin zevkini tattırmaktan başka ne işe yarar?

Öyle birinden kork ki!..
Korkuyu yaratıp yüreklere koyan,

Öyle birinden şefkat ve merhamet um ki,
Canlı cansız bütün mahlukattaki şefkat ve merhamet,
O’nun şefkat ve merhamet denizinden yansıyan bir lema – taşan bir damla olsun.

O şefkat denizi,
O merhamet hazinesi,
şefkat ve merhameti binihaye olan
Rahmanirrahim, ezel ve ebed sultanı Allah’tır.

O’na sığın, O’na dayan, O’na güven.
Vesselam.Allaha emanet olunuz.Hacegan..
Hacegan__
Çar Oca 25, 2012 9:15 pm
 
Foruma git
Konuya git

TARTIŞMA KAYNAĞI KİBİR.........

Allah, Hz. Adem’i yarattığında şeytan, Allah’ın buyruğuna itaat etmez ve ona secde etmekten kaçınır. Kendisinin Hz. Adem’den daha üstün olduğunu ve secde ederse küçük düşeceğini zanneden şeytan, isyanı seçer. Ateşten yaratıldığı için topraktan yaratılmış insandan daha üstün olduğunu iddia eder, kendi düşük aklınca tartışmaya başlar. Onun bu sapkın konuşma üslubu, kibirli özelliğinden kaynaklanır. Tartışmanın kaynağı da işte bu kibir özelliğidir.

Rabb’ini bilir, doğruları da görür, anlar şeytan ama enaniyeti ve gururu nedeniyle kabullenmez. Tartışmaktan amacı doğruyu bulmak değil, kendi bencil istek ve hırslarını tatmin etmektir.

Kendi özelliklerini, etkisi altına aldığı insanlara da geçirir. Şeytanın tarafını seçenler tıpkı onun gibi kibri, isyanı, nankörlüğü yaşar, alçalırlar.

Önemli bir özellikleri ise şeytan gibi tartışmacı karakterleridir. Onlar da doğruyu gördükleri halde kabullenmez, tutkularını tatmin etmek için tartışarak, nefislerine uygun olanı doğru gibi göstermeye çalışırlar. Tartışmak hayatlarının doğal bir parçası haline gelir, hırs, beklenti ve çıkarları için inatlaşırlar.

Tartışmacı karakterdeki kişiler, dini konularda da tartışmayı seçerler. İtirazlarına geçerli bir açıklama getiremedikleri için şeytanın yaptığı gibi yalnızca tartışır, “yaygara” yaparlar.

Tartışma gerçekte insana sıkıntı verir. Samimi inananlar kendileri tartışmadıkları gibi tartışmaya izin de vermezler. Şeytan, yaşamlarını kendisi gibi sapkınca geçirmeleri için tartışmayı insanlar arasında yaygınlaştırmaya çalışır. "... Şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar" (Neml Suresi, 24) ayetindeki ifadeyle şeytan, etkisi altındaki insana diğer davranışları gibi tartışmayı da ‘süslü’ gösterir. Böylece tartışmak, kişiye şeytanî bir zevk yaşatır.

Şeytanın tartışmacı karakter özelliği üzerlerinde tecelli eden inkarcılar, müminlerle Allah ve ayetleri hakkında tartışmalar yaparlar. Kurdukları/yazdıkları cümlelerde ima yoluyla alay etmeye çalışır, böylece inananları küçük düşürdüklerini zannederler. Kanırtıcı sözler söyler, tuzak sorular sorar ve kendilerince müminleri kurdukları tuzağa düşürmeye çalışırlar. Birçoğu "iman ettik" dese de şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında "şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz yalnızca alay ediyoruz" derler.

Ancak onlar değil, asıl "Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarına (belli bir) süre tanır." (Bakara Suresi, 15)

Şeytanın birer askeri olan bu kişiler gerçekleri çarpıtır, hak dini ve müminleri gözden düşürmeye çaba gösterirler. Kendilerince Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Yazılı ve görsel basında Allah’ın yaratmasını inkar eden faaliyetlerde, dini hedef alan açık oturum ve tartışma programlarında bu çaba açıkça görülür. Kendi düşük akıllarınca Allah’ın dinini, Kitabını geçersiz kılmaya, insanları din ahlakından uzaklaştırmaya, tebliğ yapanları engellemeye ve baskı altına almaya çalışırlar. Ancak Kur’an ahlakının insanlığı sarmasını engellemek ve Allah’ın nurunu bu faaliyetlerle söndürmek isteseler de "... Allah Kendi nurunu tamamlayıcıdır."

Dinde hiçbir çarpıklık olmaması ve İslam’ın, tüm fikir sistemlerine üstün olması, onları düzeyli bir fikir alış-verişi yapmak yerine cahilce bir tartışma üslubuna sürükler. Furkan Suresi, 33. ayette söz edildiği gibi, getirdikleri örneklerde bir tutarlılık yoktur; "hakkı ve en güzel açıklama tarzını" getiren Kur’an’dır çünkü.

Allah ve Kur’an ayetleri konusunda tartışan ve tartışmayı alay derecesine getiren kimseler karşısında yapılması gerekeni Kur’an şöyle haber verir:

O, size Kitapta: "Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. "Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır." (Nisa Suresi, 140)

Bu cahil kişiler genellikle "bu kadar insan bilmiyor da, yalnız siz mi doğruyu biliyorsunuz?" diye sorarlar. Onlara göre bir fikrin doğruluğu, onu savunan ve inananların sayısıyla orantılıdır. Oysa Allah, iman edenlerin hep az sayıda olduğunu, çoğunluğun ise inkarı yaşadıklarını haber verir.

Allah inancı taşıdıklarını iddia etseler de onlar gerçekte iman etmezler. "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir... (Yunus Suresi, 31) ayetindeki gibi sorulara Allah cevabı veren kimseler hakkında Kur’an, onların yoldan sapmış oldukları bilgisini verir:

Böylece Rabbinin sözü o fasık kimseler üzerinde (şöyle) gerçekleşmiştir ki: "Onlar şüphesiz iman etmezler." (Yunus Suresi, 33)

Saldırgan davranışlarından, soru sorma üsluplarından, tartışmalarında belirli örnekleri kullanmalarından ve Kur’an’ın tariflerinden bu kişileri tanımak mümkündür.

Dini tebliğ yapılarak uyarılan bu kişilerin, öğüt almayacakları açıkça belli olduğunda yollar ayrılır. Çünkü konuşma belli bir noktadan sonra tartışmaya dönüşecektir. Kur’an, samimi inananlara bu konuda da yol gösterir:

De ki: "O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken, bizimle Allah hakkında (sözde kanıtlarla) tartışmalara mı giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim, sizin de amelleriniz sizindir. Biz, O’na gönülden bağlanmış (muhlis) olanlarız." (Bakara Suresi, 139).Selam ve saygılarımla Hacegan.....
Hacegan__
Cmt Oca 28, 2012 9:19 am
 
Foruma git
Konuya git

BİZLER BÖYLEMİYİZ....

Rahmeti sonsuz, esirgemesi bol, Allah’ın adıyla!
Selamınaleyküm Müslümanım Diyenlere!
Sevgili Sanalkahve dostları okuyanlarım bugün az kendi nefsimizi sorguya çekellimmi? istermisiniz hani Elhamdüllilah müslümanız diyoruz ya acaba o vasıflara uygunmuyuz bir höz atalımmı umarım bu yazımı okuduktan sonrada herkes kendisi şöyle bir düşünür...Vahyin ışığıyla sınırlarımızı çizen, bizleri özgürleştiren, kimliğimizi belirleyen, yolumuzu aydınlatan, iyi ve güzel işler yapmamızı öğütleyen, doğruya kılavuzlayan, kulluğumuzun bilincine vardıran, yaratılış gayemizi açıklayan, yaşam tarzımızı şekillendiren, kısacası “Şerefimiz” olan “ Kur’an/ Okunan/Kutokutuş, bakalım “Mümin” özelliklerimizi nasıl sıralıyor.
Vereceğimiz bu özellikler, sonsuz zenginliği olan vahyin sadece bir bölümünden alıntıladığımız özettir.
1- “La” diyerek, herşeyi reddedip, inkar ve sorgulama ile doğruyu bulan, tüm benliği ile “Yalnız” Allah’a yönelen demektir,
2- Şirkin pisliğinden, sahte olan, kötü olan herşeyden, baştan topuğa, bedenen ve zihnen temizlenmek, mesh olmak “Arınıp” Allah’a yaklaşmak demektir,
3- Dünyalık olan herşeyden sıyrılıp, nefsinin arzularını bir yana bırakıp, fikren ve bedenen “Rabbine Hicret” eden demektir,
4- Allah için, O’nun yolunda, herşeyini feda etmek, değersiz görmek ve O’ndan uzaklaştıran herşeyi O’na yakınlaşmak için “Kurban” etmek demektir,
5- Doğru olduğunu bildiği, inandığı şeyin peşinden gitmek, Vahye bağlı kalmak, bir konu hakkında çözüm bulamadığında yalnızca “Kuran”a sarılmak ve bu uğurda Kariyerini, Konumunu, İlişkilerini, Eşini, Dostunu ve çıkarlarını feda etmek “İbrahim gibi olmak” demektir,
6- Allah’ın hükmünü tanımayanlara karşı “Kıyam” etmek, her zaman doğruyu söyleyerek, kendini “ilah” sananları, “rab” sananları, kendi hükümlerini koyanları rahatsız etmek “Şuayb gibi olmak” demektir,
7- Uzun ve meşakkatli olan bu yolda, “İsmail gibi” sabredenlerden olup teslim olmak,“İbrahim gibi” fedakar olmak demektir;
8- “ La İlahe İlla Allah” ın yeryüzünde hakim olması için, Ailesi de olsa, inancını paylaşmayanlarla ilişkisini kesip beri olan, “Nuh’un yaptığı gibi yapmak”, Rabbine kavuşmak için “Musa gibi” acele etmeyen demektir;
9- Dünyayı, oyunu, eğlenceyi, çabuk geçeni bir kenara bırakıp “ Lut gibi” Rabbine hicret eden demektir;
10- Müşriklere karşı uyanık olan ve gizli kalmasını bilen fakat aynı zamanda yeri geldiğinde “Asiye gibi” Firavun’a karşı “Cesur” olmak demektir;
11- Kimseden korkmayan, Rabbine güvenip teslim olan ve “ Secde” edip, Firavunun“Sihirbazları gibi” pazarlıksız iman etmek demektir;
12- Ahlaksızlığa karşı, Zinaya karşı, Fuhuşa karşı tavrını koyup, uzak durmak “Yusuf gibi” gömleğini arkadan yırttırmak demektir;
13- Kulluğunun bilincinde olan, ahlakını koruyan, konuşmasını perde koyan, gerektiğinde susup işi Rabbine bırakan, tertemiz kalmak “Meryem gibi” olmak demektir;
14- Bilmenin yaşı yoktur. Doğru kimden gelirse gelsin doğrudur. Karşısındakiler ( Alimler, bilginler, ahbarlar,hocalar, şıhlar, şeyhler) ne kadar doğru olduklarını söyleselerde, yaşları büyükte olsa, vahyin ışığını önlerine tutmak “ İsa gibi “Ağzı süt kokarken” konuşmak demektir;
15- Şirkin içinde yüzen bir toplumda, içinde bulunduğu toplumun yapısını ölçüp tartarak, ona göre hareket eden, vahyin üstünü örtmeye çalışan hükümdara karşı kıyam etmek “Ashabı Kehf” gibi olmak demektir;
16- Tüm sıkıntılara, hastalıklara, geçim zorluğuna, felaketlere göğüs germek, nereden ve kimden geldiğini bilerek şükretmek, sabretmek “Eyyub gibi” olmak demektir;
17- Kulluğunun acziyetini bilip, yürürken, konuşurken, otururken, kalkarken, yatarken mütevazi olmak, darlıkta ve bollukta infak edip “Ruku” etmek demektir;
18- Allah’ın bütün yarattıklarını düşünüp, vahyini tasdik edip “Yalnızca O’na” kul olmak“ Secde” etmek demektir;
19- Haksızlığın, zulmün, şirkin, kötülüğün karşısına dikilmek, Hanif bir duruş sergileyip safını belli etmek, hak ile batılı birbirinden ayırıp “Kıyam” etmek demektir;
20- Geleneği, Ataları, -İzmleri, çoğunluğu reddedip sorgulamak, Yalnızca vahye bağlanıp Allah’a güvenmek demektir.
İşte bunların tümü “ aqımussalat ve etauzzekat” bağlamına girmek demektir.
Binaenaleyh Cehd bizden Tevfik Allah (a.c) dendir…Allaha emanet olunuz selam ve saygılarımla Hacegan...
Hacegan__
Per Oca 26, 2012 7:01 am
 
Foruma git
Konuya git

İMAN ETTİM DEMEKLE OLUYORMU ...

Yüce Allah, "İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?" (Ankebut Suresi, 2) ayetiyle, “iman ettim” diyen kulunu dünya hayatında imtihan edeceğini bildirir. İnsanların yalnızca diliyle “ben inanıyorum” demesi yeterli değil; Allah kullarından samimi bir iman ister. İnsanın dünyadaki görev ve sorumluluğu Allah’a iman etmek, Kur’an ahlakını yaşamak, Rabb’inin sınırlarını korumak ve O’nun rızasını kazanmaya çalışmaktır.

Kur’an ve hadislerde, insanın, din ve esaslarını anlamaya ve kabul etmeye uygun fıtratta yaratıldığı ifade edilir. Henüz kainat oluşmadan, hiç bir insan dünyaya sunulmadan önce ruhlar aleminde, bütün insanların ruhu, Allah’ın, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusunu, “Evet, Rabb’imizsin, şahid olduk” diyerek cevaplar, söz verirler. İnsanlar işte bu şuurla dünyaya gelirler.

Allah, insanı Kendisine kulluk etmek üzere "bir damla sudan" yaratmış, düzgün bir insan haline getirmiş, ona "ruhundan üflemiş", kısa ve geçici bir süre için dünyaya yollamıştır. Fıtratı imana yatkındır ancak şeytan, güçlü ve kararlı olamayan kişilerin nefislerini telkin ve taktikleriyle etkiler.

Peygamberimiz(sav) bir hadisinde; "İman, kalben bilip tasdik etme, dil ile söyleyip ikrar etme, beden uzuvlarıyla da amel etmektir." (Hz. Ali r.a. Kütüb-i Sitte) buyurur.

Dini yaşamaya karar veren insan, şeytanın, kendisini saptırmak için göstereceği tüm çabaya rağmen Allah’ın dosdoğru yolunda yürümekte kararlı olduğunu kanıtlamalı. Nefsinin bencil tutkularını Rabb’inin hoşnutluğuna tercih etmeyeceğini de davranışlarıyla göstermelidir.

Allah, imanı yaşamayı kabul eden kulunun karşısına sabır göstermesi gereken zorluklar çıkaracak ve göstereceği tepkilerle onu sınayacaktır. Allah Kur’an’da, Bakara Suresi, 155. ayette, müminleri korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğini bildirir.

Kur’an’la haber verilmesine rağmen, iman eden insanın karşılaştığı zorluklara şaşırması doğru olmaz. Yaşanan zorluklar sıradan gibi görünen günlük sorunlar ya da büyük bir felaket gibi görünen olaylar olabilir. Samimi mümin, tümüne imtihan gözüyle bakar, Allah’a tevekkül eder ve O’nu hoşnut edecek en uygun davranışı gösterir.

Bediüzzaman 23. Söz’de, gerçek imanı kazanan insanı şöyle tarif eder: "İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. "Tevekkeltü alAllah" (Allah’a tevekkül ettim) der, sefine-i hayatta(hayat gemisinde) kemal-i emniyetle(mükemmel bir emniyetle) hâdisatın(hadiselerin) dağlarvari dalgaları içinde seyran eder(gezinir). Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın yed-i kudretine(kudret eline) emanet eder, rahatla dünyadan geçer..."

Mümin zorluktan, musibetten, beladan kaçmaz; çünkü her şey kusursuz olsa, o zaman sınama olmaz. İmanın denenmesi ve yaşanan zorluklar karşısında imanın olgunlaşması/derinleşmesi, kısacası sağlam olabilmek için insanın zorlanması, canının acıması gerekir. Mümin çetin ortamlardan, zorluklardan yılmaz, aksine onu rahmet olarak görür. Eğer kaçınırsa, imtihandan kaçıyor demektir.

İmtihan mekanı olarak yaratılmış dünya, yaşadığımız olaylarla sınandığımız, sonsuz yaşamımıza geçiş aşaması. Zorluk yaşamadan ve o zorluk anlarında Rabb’imize sadakatimizi, sabrımızı, tevekkül ve teslimiyetimizi göstermeden sonsuz mutluluğa ulaşamayız. Aşık, Allah’a olan aşkını, zorlukta gösterir. Yaşadıklarımızın imtihan olduğunun bilincinde olur ve güzel ahlak gösterirsek, en şiddetli zorluk zamanında dahi Allah’ın yardımını umut edebiliriz.

İnsan zorlukta Allah’ı anıp, kolaylıkta unutur. Mümin zorlukta da, kolaylıkta da anar. Başına ne kadar musibet gelirse, Rabb’ine o kadar yakınlaşır.

Rabb’imiz Bakara Suresi, 214. ayette bizden öncekilerin başına gelenler başımıza gelmeden cennete giremeyeceğimizi haber verir. Bu, O’nun sünneti. Zorlu imtihanla başımıza gelen musibeti cennetine almak için verir Allah. Ama biz feryat figan ederiz.

Eğer gerçekten iman etmişsek, o zaman imtihana talip oluruz. "... Onlar Allah’ı unuttular; O da onları unuttu..." (Tevbe Suresi, 67) buyrulur Kur’an’da. İmtihan olmamız, Allah’ın bizi unutmadığının işaretidir.

İmtihan dünyasının en büyük kazançlardan biri, iman sahiplerinin sınamalar karşısında gösterdikleri güzel ahlak, cesaret ve sabrın, onların ahiretteki derecelerini artıracak olmasıdır. Bu, imtihanın her zaman müminlerin lehine olan sırrıdır. Ne kadar imtihanı olursa insanın, o kadar ecri olur. Sevaplar en zorların, en çetin yerlerin içindedir…Rabbim hiçbir müslüman kardeşimi dinden imandan mahrum etmesin inşallah amin ecmain.Selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Per Oca 26, 2012 9:25 pm
 
Foruma git
Konuya git

CUMA GÜNÜ VE ÖNEMİ

Cuma; cem olmak, toplanmak mânalarına gelir. Cuma günü, Müslümanlar için çok önemli bir gündür. Bu günde Müslümanlar camide toplanıp birlikte Cuma namazını kılarlar. Topluca yapılan bu ibâdet, o günü bayram günü değerine yükseltir.


Bu sebeble Cuma gününe Seyyidü`l-eyyam, yani, günlerin itibarlısı,efendisi de denir. Bütün hayırlı işlerin Cuma günü meydana geldiği; tarih boyunca pek çok kudsî hâdiselerin hep Cuma günü zuhûr ettiği rivâyet edilir. Hadîs-i şerîf`te şöyle buyrulur:


"Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün, Cuma günüdür. Âdem (as) o günde yaratılmış, o gün Cennete konmuş, o gün Cennetten çıkarılmıştır. Kıyâmet de ancak Cuma günü kopar...

" Çoklarının zannettiği gibi Cuma günü, iş yapmak, hayırlı ve faydalı mevzularla meşgul olmak haram değildir.

İş yapma yasağı, sadece namaz kılma vaktine mahsustur. Namaz dışında çalışmak, alış-verişte bulunmak mübahtır. Zaten âyette de, namazdan sonra yeryüzüne rızık aramak üzere dağılınız, emredilmektedir. (Mehmet Dikmen)

Cuma ferdi cemiyete; cemiyeti milliyete bağlayan ve toplum arasında düşünce, inanç, amaç ve hizmet birliğini sağlayan bir gün-dür. İslâm Dîni bu günü mü'minler için haftalık toplantı ve toplu halde Allah'a yönelme, ibâdette bulunma zamanı olarak belirlemiş-tir. Bir hafta içinde ortaya çıkan meseleler, olaylar ve sosyal konu-lar cuma günü ele alınıp Kur'ân'm süzgecinden geçirildikten sonra bir komprime haline getirilerek cemaate sunulur.


Ruhlara yepyeni bir gıda takdim edilirken, İslâmî kültürleri ar-tırılır. Hayatı sevme, hayatta başarılı olma yolları ve yöntemleri iş-lenir. Dünya ile âhiret, ruh ile beden madde ile mâna arasında -Sünnetullah'a uygun ölçü ve anlamda- denge sağlanması için ilâhi buy-ruklar, Nebevi Sünnetler sergilenir. Aile yapısını, sosyal bünyeyi arızasız ayakta tutmanın yolları gösterilir. Din ve ülke düşmanları-nın çalışma metoduna dikkatler çekilir.

Hayırhahlık, âlicenaplık, da-yanışma, sevgi, saygı, edep ve terbiyenin taşıdığı mana ve müsbet sonuç misallerle anlatılır. İslâm ülkelerinin uğradığı siyasi ekonomik ve kültürel zorlukların nedenleri üzerinde durulur ve bunların ça-releri araştırılarak cemaatin bu konularda da aydınlatmasına önem verilir.


Görülüyor ki, cumanın o kadar çok yararları var ki, bunları sa-yıp sıralamak bile zor. Medenî bir ülkede parlementonun önemi ne ise, İslâm topluluğunda cumanın önemi ondan daha fazla bir anlam taşır.


Cumasız bir Müslüman topluluğu, birlik ve dirliğini kaybetmiş, yabancılara yem olma felâketine uğramış başsız bir sürüden fark-sızdır. Hazreti Peygamber (A.S.) Efendimiz Medine'ye hicret ettik-lerinde, henüz şehre ulaşmadan Kub'a'da ilk mescidi inşa ettikten sonra cuma günü Salim bin Avf yurduna gelerek Rauna denilen vadide ilk cuma namazını kılmıştır. Böylece Hicretle birlikte hem cuma'ya yer verilmiş, İslâm'ın camisiz ve cumasız olmayacağı ke-sinlikle belirtilmiştir.


Cuma Namazı, Kitap Sünnet ve İcmâ ile sabit olmuştur, inkârı küfürdür, terki büyük günah sayılmıştır. Üç cuma namazını üst üste mazeretsiz terkeden Müslüman, münafıklar defterine yazılır. Cuma gününüzü kutlar müslüman ve Türk alemi için hayırlara vesile olmasını temenni ederim.Hacegan
Hacegan__
Cum Oca 27, 2012 7:29 am
 
Foruma git
Konuya git

AKIL VE GÖNÜL SAHİPLERİ İNSANLAR......

Yoklayalım içimizi. Kendimizden yana olmadan, nefsimizi kayırmadan. Bakmaktan değil, görmekten bahsediyorum. Duymaktan değil, dinlemekten bahsediyorum. Dil ile söylenenden değil, hal ile anlatılandan; yalnız akıldan değil aynı zamanda gönülden söz ediyorum. Aslında bunu söyleyen de ben değilim:
…Ey akıl ve gönül sahipleri benden sakının.
Bakara 197
Yüce Allah yüce kitabında, inananlara birçok defa bu şekilde hitap etmiyor mu? Akıl ve gönül sahipleri…
Aklederiz; düşünürüz, anlarız, mukayese yaparız, icat ederiz, yazı yazarız, öğreniriz, ezberleriz…
Gönlederiz; severiz, bağışlarız, ümit ederiz, umarız, üzülürüz, seviniriz…
Birincisiyle hem kendi yaratılışımızdaki hem de evrenin yaratılışındaki sayısız delile bakıp iman ederiz. Kurandaki emir ve yasakları aklımıza yerleştirir, teorik olarak mükemmel insanlar olabiliriz. Oysa Kur’an dini uygulamak için yeterli olsa da sadece zihni besleyen sığ bir kitap değildir biliriz. Aslında biz aklederek, bilerek, bularak kendimizi ve birbirimizi şaşırtırız, Allah’ı değil. Çünkü O’nun ilim deryasının yanında, damladır vakıf olduklarımız.
İkincisiyle, akıl-gönül köprüsünü sağlam inşa eden, yalnız sözde değil, özde de bilen mükemmel kullar olabiliriz. Bildikçe kendini putlaştırmayan kullar. İlmi ile birlikte hilminin de arttığı kullar.
Sıkıntı halinde Allah’a sığınan, ferahlıkta şükreden,
Sahip olduğumuz, olmasını istediğimiz her şeyin bizden değil, fakat O’ndan olduğunu unutmayan,
Namazlarda huşu sahibi,
Sözlerinde, gözlerinde ve nihayet içinde kibir olmayan,
İnsanları sözleriyle ve gözleriyle incitmeyen,
Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış güzel kul, örnek Müslüman…
Şüphesiz hüküm yalnız Allah’ındır..Allah yar ve yardımcımız olsun amin ecmain Hacegan....
Hacegan__
Sal Oca 24, 2012 11:20 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: KORKU !

Yorumun için çok teşekkür ederim blumeonn.
Hacegan__
Per Oca 26, 2012 12:55 pm
 
Foruma git
Konuya git

GÜNLÜK DUALARIMIZ...

Sabahleyin Uykudan Kalkınca Okunacak Dua:


Okunuşu: "Elhamdulillahillezi ehyana ba'de ma ematena ve ileyhi'n- nüşur."

Anlamı: "Bizi öldürdükten sonra dirilten (uyuduktan sonra uyandıran) Allah'a hamdolsun. (kıyamette) O'nun huzurunda toplanılacaktır." (Buhari: 11/96)


Her Sabah Okunacak Dua:



Okunuşu: "Allahümme bike asbahna ve bike emseyna ve bike nehya ve bike nemutu ve ileykennuşur."

Anlamı: "Allahım! Senin yardımınla sabaha girdik senin yardımınla diriliyor ve senin kudretinle ölüyoruz ve (kıyamette) varış sanadır." (Ebu Davud: 5067)



Her Akşam Okunacak Dua:


Okunuşu: "Allahumme bike emseyna ve bike esbahna ve bike nahya ve bike nemutu ve ileykel masir."

Anlamı: "Allahım! Senin yardımınla akşama girdik Dua: 14)


Şirkten Korunmak İçin (Sabah-Akşam) Okunacak Dua:


Okunuşu: "Allahumme inni euzu bike min en uşrike bike şey'en ve ene a'lemu ve estağfiruke lima la a'lemu inneke ente allamulğuyubi."

Anlamı: "Allahım! Şüphesiz ben bilerek herhangi bir şeyi şirk koşmak (eş ve ortak tanımak) tan sana sığınırım.Bilmeyerek işlemiş olduğum(şirk ve hatalarım) ın senden bağışlanmasını dilerim. Şüphesiz ki bütün gaybları (gizli şeyleri) ancak sen bilirsin." (et-terğıb ve et-terhib: 1/76)


Yemekten Sonra Okunacak Dua:


Okunuşu: "Elhamdulillahillezi et'amena ve segana ve cealena müslimin."

Anlamı: "Bizi nimetleriyle yediren ve içiren ve bizi İslam üzere bulunduran Allah'a hamd olsun." (Ebu DavudAt'ime:15)


Elbise Giyerken Okunacak Dua:


Okunuşu: "Elhamdulillahillezi kesani haza ve razeganihi min ğayri havlin minni ve la guvvetin."

Anlamı: "O Allah'a hamd olsun ki deavat: 107)


Camiye Girerken Okunacak Dua (sağ ayakla girilir):


Okunuşu: "Bismillahi vessalatu vesselamu ala rasulillahi. Allahummeğfir li zunubi veftah li ebvabe rahmetike."

Anlamı: "Allah'ın adıyla müsafirin:68)



Camiden Çıkarken Okunacak Dua (sol ayakla çıkılır):


Okunuşu: "Bismillahi vessalatu vesselamu ala rasulillahi. Allahumme inni es'eluke min fedlike allahumme e'sımni mineşşeytanirracim."

Anlamı: "Allah'ın adıyla teheccüd: 25)


Helaya Girerken Okunacak Dua (sol ayakla girilir):




Okunuşu: "Bismillahi Allahumme inni euzu bike minelhubsi velhebaisi."

Anlamı: "Allah'ın adıyla Teharet: 9)



Heladan Çıkarken Okunacak Dua (sağ ayakla çıkılır):


Okunuşu: "Ğufraneke Elhamdulillahillezi ezhebe annil eza ve afani."

Anlamı: "(Allahım!) Senin mağfiretini dilerim.Benden eza veren şeyleri gideren ve bana afiyet veren Allah'a hamdolsun." (İbni Mace taharet:10)



Bir Meclisten (sohbet veya bir toplantıdan) Kalkarken Okunacak Dua:



Okunuşu: "Subhaneke Allahumme ve bihamdike eşhedu en la ilahe illa ente estağfiruke ve etubu ileyke."

Anlamı: "Allah'ım! Seni her türlü noksanlıklardan tenzih eder deavat: 38)



Su İçtikten Sonra Okunacak Dua:



Okunuşu: "Elhamdulillahillezi segana azben furaten birahmetihi ve lem yec'alhu milhen ucacen bizunubina."

Anlamı: "Bize tatlı soğuk su içiren ve günahlarımız sebebiyle onu içilmez tuzlu su yapmayan Allah'a hamd olsun." (Ebu Nuaym)



Aynaya Bakarken Okunacak Dua:


Okunuşu: "Elhamdulillahi Allahumme kema hassente halgi fehassin hulugi."

Anlamı: "Allah'a hamdolsun. Allah'ım! Benim yaratılışımı güzel kıldığın gibi ahlakımı da güzelleştir." (İbnüs-sünniEl- Ezkar: 270)





Aksırma Esnasında:

Aksıran kimsenin; "Elhamdulilllah" "Allah'a hamd olsun" demesi Edep: 125)


Vasıtaya Binerken Okunacak Dua:

Önce besmele okunur; üç tekbir getirilir. Sonra:


Okunuşu: "Subhanellezi sehharalena haza ve ma kunna lehu mugrinine ve inna ila rabbina lemungalibun."

Anlamı: "Bunu bizim hizmetimize veren Allah'ın şanı ne yücedir. O'nun ihsanı olmasaydı biz buna güç yetiremezdik. Muhakkak ki biz Rabbimize döneceğiz." (Zuhruf Suresi 13-14)


Eve Girerken Okunacak Dua:


Okunuşu: "Allahumme inni es'eluke hayral mevleci ve hayral mehraci bismillahi ve lecna ve bismillahi haracna va alallahi rabbina tevekkelna."

Anlamı: "Allahım! Her giriş ve çıkışımda senden hayır diliyorum. Allah'ın adıyla evimize girer Edeb: 112)



Evden Çıkarken Okunacak Dua:


Okunuşu: "Bismillahi tevekkeltu alellahi la havle ve la guvvete illa billahil aliyyil azim."

Anlamı: "Allah'ın adını anarak (evimden çıkıyorum) ben deavat: 34)





Gece Uykudan Önce Okunacak Dua:





Okunuşu: "Bismike Allahumme emutu ve ehya."

Anlamı: "Senin adını anarak ölür ve dirilirim (uyur ve uyanırım) Allahım!" (Buhari Deavat: 7)







A M İ N
Hacegan__
Cum Oca 27, 2012 10:44 pm
 
Foruma git
Konuya git

DOSTLUGA İHANET KATMAMAK..VEFA..

Vefa, sözünü yerine getirme, sözünde durma, sevgi, dostluk ve bağlılıkta kararlılıktır. Vefa ve sadakat, insanın hayatı süresince yaşaması gereken ahlaktır. Vefa, sevgi, şefkat, merhamet, hamiyet, yiğitlik, inanan insanın silahıdır. Bu duygular, Kur’an ahlakını yaşama yolunda diğer insanlara da coşku verir.

İman Davası Yolunda Cesaret, Kararlılık ve Vefa

Bugün küfrün, batıl davasının karşısında, İslam Birliği davası vardır. Bu dava, inanan her insanı motive etmeli; insana heyecan, coşku ve mücadele azmi vermelidir. Müslümanların dört elle sarılması gereken bu dava, müthiş bir idealdir.

Fikri mücadele içindeki samimi inananlar, Allah’ın sünneti gereği her dönemde engelleme, baskı ve iftiralarla karşılaşırlar. Ancak aldıkları tepkilerden korkmaz, örnek bir cesaret sergilerler. Zorluklardan yılgınlığa ve ümitsizliğe kapılmazlar. Yapılan baskılar korku vermek yerine onların şevklerini artırır.

Kınayıcının kınamasından korkmadan, tepki alacağından çekinmeden, samimi olarak İslam’ı savunan insanların sayısı azdır. Özellikle politikacılar arasında ürkek davranan, Allah’tan söz etmekten kaçınan, inancını gizleyen, Müslüman’ın hakkını savunursa kendince deşifre olacağını düşünüp, çekinenler vardır.

Dini siyasete alet etmek gibi politikacının dinden uzak durması gerektiği düşüncesi de yanlıştır. İnançlı politikacının inancını gizlemesi, Allah’tan ve Kur’an‘dan söz etmemesi, Müslümanlığını belli etmemeye çalışması diye bir konu olamaz. Kur’an ahlakı bir yaşam şeklidir.

İman sahibi insan politikacı da olsa yalnızca Allah’tan korkmalı, birçok kimsenin söz edemediği konuları anlatabilmeli, devekuşu mantığıyla başını kuma gömmek yerine dik tutmalı. Politika gereği bazı konularda taviz vermemeli. Hak olan ne ise hep onu söylemeli. Tartışmaya zemin hazırlamaktan kaçınarak, nezaketle, karşısındakini kırmadan hep doğrulardan yana olmalı. Verdiği kararlarda Kur’an’ı kıstas almalı. Düşüncelerinin, kararlarının ve uygulamalarının Allah’ın beğendiği güzel ahlaka uygun olmasına çaba göstermeli. Kimseden çekinmeden, herkesle görüşüp bağlantıda olmalı ve dini/milli çıkarları hep ön planda tutmalı. Kınayıcının kınamasından korkmadan İslam Birliğini savunabilmeli.

Allah yolunda hayırlı hizmetlerde bulunan, inkarcıların baskılarıyla karşılaşan ve birçok imtihan yaşayan müminler takdir edilmeli, onların değerleri bilinmeli. Birlik ruhunu yaşamak için fedakâr, sabırlı, sadık ve vefalı olunmalı. Bu, tüm müminlerin benimsemesi gereken üstün ahlaktır.

Bu güzel ahlakı yaşayan, büyüklerine sadık, vefalı ve cesur insanların sayısının artmasına ihtiyaç vardır. Müminlere karşı alçak gönüllü, küfre karşı güçlü ve onurlu, Allah yolunda çaba harcayan, kardeşlik ruhunu yaşayan, ahdine vefa gösteren samimi insanların... Çünkü Kur’an ahlakı –Allah’ın dilemesiyle-dayanışma, kardeşlik ve birliktelikle, kısacası tesanüdle hakim olacaktır.

Selam ve saygılarımla Hacegan.....
Hacegan__
Çar Şub 15, 2012 1:13 pm
 
Foruma git
Konuya git

YEMİN ETMEK.....

Günlük yaşantımızda o kadar yerleşmiş ki yemin etmek ağzımıza; unutuyoruz önemini ve uyulmadığı takdirde doğabilecek sonuçları…Her lafımızın başına şartmış gibi “vallahi” getiriyoruz, daha inanılır kılmak için sözlerimizi “yeminle” diye devam ettiriyoruz; Allah’ı bazen haklı bazen haksız yere şahit gösterip duruyoruz. Sakız olmuş gidiyor bu yeminler…Açıkça uyarılıyoruz bu konuda oysa ki:
“Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek; yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun(onlara riayet edin). Allah size ayetleri açıklıyor; umulur ki şükredesiniz”
Maide 89
Aldırış etmeden bol keseden savurduğumuz yeminleri kimi zaman birini lafımıza inandırmak için kullanıyoruz, kimi zaman vaadlerimiz için kullanıyoruz, kimi zaman kendi kendimize yaptırımlarımız için…Oysa ki her birinde (bilinçli olarak edilenlerde) çok büyük bir keffarete giriyoruz ama bu yeminlere ne denli titizlikle bağlı kalmamız gerektiğini unutabiliyoruz. Allah muhakkak karşılığını istiyor sadık kalınmayan ya da yalan yere edilen yeminlerin ki bir değil üç farklı keffaret biçimi sunuyor bize çok şükür ki.
Kasıtlı edilmeyen yeminlerden sorumlu tutulmamamız da ayrıca bir şükür konusu acak yine de bunu ağız alışkanlığı haline getirmemekte fayda olduğuna inanıyorum. Müslüman kişinin özü sözü zaten bir olmalıdır. Yemini bir kenara bırakalım, söz vermek ve bunu mutlaka tutmak diye de bir şey vardır. Her ne kadar söz vermek (ahit etmek)kişinin insayitifine kalan ve yemin etmenin yanında ezilip büzülüp küçük bir şeymiş gibi kalan bir durum gibi görünse de Kur’an’da önemle üzerinde durulur:
“….Hayırda erginlik o kişinin hakkıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır; akrabaya, yetimlere, özgürlüğüne kavuşmak gayretinde olanlara malı seve seve verir, namazı/duayı yerine getirir, zekatı öder. Böyleleri söz verdiklerinde ahitlerine vefalıdırlar; bolluk ve bereket zamanı kadar zorluk, sıkıntı ve şiddet zamanında da sabırlıdırlar. İşte bunlardır özüyle sözü bir olanlar. İşte bunlrdır takva sahipleri.”
Bakara 177
Söz vermek bu ayette görüldüğü gibi imanlı insanın inanması/yapması gereken çok önemli şeylerle aynı ayette geçiyor. Aşağıdaki ayetle de söz verdiğimizde sözümüze sadık olmamız açıkça emrediliyor.
“Ey iman sahipleri! Akitlerin ve ahitlerin icaplarını yerine getirin!…”
Maide 1
“….Ahdinize vefalı olun çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir.”
İsra 34
Her lafımızda Allah’ı şahit göstererek yemine etmeyi ağız alışkanlığı haline getirmekten vazgeçmemiz gerektiği gibi, aile içinde, iş ortamında, arkadaşlıklarda ve daha pek çok durum ve ortamda birbirimize verdiğimiz sözlere sadık olmanın ciddiyetini de anlamamız gerekiyor. Müminler olarak taşımamız gereken özelliklerden biri de bu çünkü.
“O müminler emanetlerine, ahitlerine saygı duyup sahip çıkanlardır.”
Müminun 8

Ahdinize vefalı olun çükü verilen söz sorumluluk getirir İsra suresi 14.Ayet Selam ve saygılarımla Hacegan.....
Hacegan__
Per Şub 16, 2012 8:41 am
 
Foruma git
Konuya git

MÜMİN KİMDİR....?

Mümin, geleneksel kültüre ya da doğu kültürüne sahip insan demek değildir. Mümin yalnızca Allah’a kulluk etmek, yalnızca O’nun rızasını aramak, verdiği nimetleri yalnızca O’nun yolunda kullanmak için yaşayan insandır. Allah’ı gereği gibi takdir edebilen, O’na şükür ve tevekkül içinde olmaya çalışan insandır. Mümin, Allah’a aşkla bağlı, Kur’an ahlakını yaşamaya ve Rabb’inin sınırlarına yaklaşmamaya gayret eden samimi insandır.

Samimi müminin en önemli özelliklerden biri, gün içinde her adımını Allah’ın rızasını ve rahmetini düşünerek atmasıdır. Aczinin, dünya hayatının geçiciliğinin, kaçınılmaz gerçek olan ölümün her an gelebileceğinin ve her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunun bilincindedir. Yalnızca Rabb’ini İlah olarak tanır, Hz. İbrahim (as)’ın sözlerindeki gibi, “… işitmeyen, görmeyen ve kendisini herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere” tapmaz. (Meryem Suresi, 42)

Allah’ın buyruklarını göz ardı ederek, yalnızca nefsinin bencilce tutkularını gözeterek yaşayan kişi, özgür olduğunu düşünebilir; ama yanılır. Çünkü Allah’a tam teslimiyetin kazandırdığı gerçek özgürlüğü bilemez; bu nedenle kıyas da yapamaz. Ancak kıyas yapabildiğinde ortaya çıkan; özgürlüğün yalnızca Kur’an ahlakı yaşandığında kazanılabileceği gerçeğidir.

İnsan, vicdanını tam kapasite kullandığında gerçek özgürlüğe ulaşır. Nefsinin bencil tutkularının tutsağı olan kişi özgür olabilir mi? İnsan ancak, sürekli kendisinden çalan nefsinden ve Allah’ın dışında bütün taptıklarından kurtulduğunda özgürleşir.

Rabb’inden uzak kalarak özgür olacağını zanneden kişinin yaşadığı, toplumun kısıtlayıcı ve yasaklayıcı kurallarına uyması yüzünden gerçekte özgürlük değil, tutsaklıktır. Toplumda yerleşmiş yanlış telkinler, batıl inanışlardan kaynak bulan din dışı uygulamalar, insanların yaşadığı hapishanenin sınırlarını çizer. Yalnızca Allah’ın kulu olmak yerine, onlarca sahte İlahın emrine giren kişi asla gerçek anlamda özgürlüğü tadamaz. "Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri, onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir." (Yasin Suresi, 75)

Hayatlarını insanları hoşnut etmeye adayan kimseler, insanlardan yardım umarlar. Ancak birer aciz “kul” olan bu varlıklar onlara yardım edemez, onları kurtaramazlar. Sahte ilahların gerçekte hiçbir yararı olmadığını insana gösteren en kesin gerçek ölümdür. Ancak artık çok geçtir.

Kur’an ahlakını yaşamak, toplumun insan üzerindeki baskılarını, yaptırımlarını, batıl kurallarını, her türlü bağnazlığı kırar, ortadan kaldırır. Rabb’inin sınırları içinde yaşayan insan, özgür olduğunu düşünerek sınır tanımadan yaşayan ancak kalbi darlık içindeki kişiden daha özgürdür. Çünkü Rabb’i müminin kalbine güvenlik duygusu ve huzuru indirmiştir.

İnkarcıların, çarpık temel üzerine inşa ettikleri hayatları ile müminlerin Allah’ın hoşnutluğu temeli üzerindeki hayatları arasında çok önemli ayrılıklar vardır. “Rabb’imiz Allah’tır diyerek dosdoğru bir yol tutan” müminlerin rehberi Kur’an ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetidir. Dinleri, Allah’ın Kur’an’da tarif ettiği ve Peygamberimiz (sav)’in örnek hayatıyla tanıttığı İslam, kıstasları Kur’an’dır.

Samimi iman eden insan, yaşamını Allah’a adar, kendisini O’na vakfeder. İmanından kaynaklanan kararlılığa sahiptir, zorlukta yılgınlık göstermez, ‘Rabb’i için sabreder’, O’na güvenip dayanır, tevekkül eder. Her işi düzenleyip kontrolü altında tutanın, gizlinin gizlisini ve içindekini görüp bilenin Allah olduğunun bilincindedir. Kendini Allah’a vakfetmek, kötülüklerden arındıran, insanın kalbine güven duygusu ve huzur indiren, sonsuz yaşamda da –Allah’ın dilemesiyle-kurtuluşa ulaşmaya vesile olacak olan en önemli yollardandır.
Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak dünyevi hiçbir çıkara değişilmez. Küçük ya da büyük hiçbir çıkar, O’nun rızasını kazanmaktan daha önemli olamaz. Allah, “(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ’tutkuya kaptırıp alıkoymaz’…” (Nur Suresi, 37) buyurur ve inanan kullarının bu özelliklerini haber verir.

Allah’a yönelmek ve hayatını O’na adamak önemlidir. Kendimizi gözden geçirmemiz, gün içinde kendimize imanımızı kanıtlayacak davranışlarda bulunmamız ve “yalnızca Allah rızası için mi yaptım?” diye düşünmemiz gerekir.

Sıcak evimizde, keyif içinde, imtihan yaşamadan Allah’a olan sevgimizi kanıtlayamayız. O nedenle imtihan, bizler için Allah’tan nimettir, rahmettir. Rahmet yağarken ise ıslanmalı, sırılsıklam olmalı. Karşılaştığımız her zorluk hayır ve hikmetle yaratılır. Bize düşen; O’na olan sevgimizi, sabrımızı ve tevekkülümüzü göstermek olmalı. Her zorluktan sonra mutlaka kolaylık gelecektir.

İmtihanlar, dışarıdan bakıldığında sıkıntı ve zorluk gibi görünür ancak içine girildiğinde görünen, Allah’ın kesin rahmetidir. Kalben, ruhen ve bedenen Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olursak her an mutluluğu ve güzelliği yaşarız.

Kur’an, evde “oturulan” veya “evden camiye” bir İslami yaşam modeli tarif etmez. Allah’ın rızasını ve rahmetini kazanmak için "mücahid" olmalı, Allah’ın dinini hakim kılmak için ciddi bir çaba ve fikir mücadelesi içinde olmalı. “Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Ali İmran Suresi, 142) buyurur Allah ve bunun aynı zamanda sonsuz kurtuluşun da yolu olduğunu haber verir.

İnsanları yanlış olandan sakındırmak, doğruları anlatmak, toplumdaki sapkın görüşlerle fikir mücadelesi yapmak her Müslüman’ın önemli sorumluluğudur. Bozgunculuk çıkaran, huzur ve düzeni bozan, barışı engelleyen, tüm dünyada şiddet, terör ve anarşiyi körükleyen fitnenin yok edilmesi gereklidir. Bu fikir mücadelesinde hedef, fitnenin beynidir. Hak gelecek batıl zail olacaktır.

Allah yolunda "ciddi bir çaba" göstermek, “fitne yeryüzünden kalkıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar” fikir mücadelesi yapmak ve O’na gereği gibi kulluk etmek müminin asıl işidir. O, Rabb’ine "bir ucundan ibadet" etmez. Allah’ın rızasının yanında kendi basit çıkarlarını korumaya çalışmaz. O korkunç bir kayıptır; mümin ise Rabb’inin dilemesiyle hep kazançtadır.

Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 18-19)
Selam ve dualarımla Allaha emanet olunuz. Hacegan....
Hacegan__
Per Şub 16, 2012 8:26 am
 
Foruma git
Konuya git

METANETLİ OLMAK.......

Kur’an’ın tarif ettiği mümin modelinin önemli özelliklerinden biri, koşullar ne olursa olsun ümitsizliğe kapılmamaktır. Ümitsizlik, her şeyin bir kader üzerine geliştiğini kavrayamamanın sonucudur. Allah’ın beğendiği tavır, umutvar olarak, her olayın hayırla yaratıldığının bilincinde, sabır ve tevekkül göstermektir.


Dünya hayatının bir imtihan mekânı olarak yaratıldığını düşünmeyen, Allah’ın herşeyi bir hikmet üzerine yarattığına iman etmeyen insanlar, şeytanın da telkinleriyle umutlarını tamamen yitirir, mutsuz yaşarlar.


Şeytan, insanı Allah’ın yolundan saptırmak, düşünmesini engellemek için her fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışır. Şeytanın fırsat kolladığı durumlardan biri de, insanın karamsarlığa düştüğü zor zamanlardır.

Gerçekte şeytanın her zehrinin panzehiri vardır; ecza dolabında hiç eksik yoktur. İnsanın yapması gereken, Allah’a sığınmak, O’na güvenmek ve samimiyetle dua etmektir. Allah, insanlara rahmetinden umut kesmemelerini buyurur.

Allah’tan uzak yaşayan insanların umutlarını sürekli kılacak sağlam bir güvenceleri yoktur. Bu nedenle ufak bir olayda bile ümitsizliğe kapılırlar. İman edenler ise tüm kuvvet ve kudret sahiplerinin üzerinde olan Allah’a duydukları güven nedeniyle, en zor zamanlarda bile umutlarını diri tutarlar. Hep umutlu olabilmek de stres ve sıkıntıdan uzak, mutlu bir yaşam demektir.

Sahip olduğu nimetlerin Allah Katından bir lütuf olduğunu bilen bir insan için, sabah uyanabilmek dahi çok büyük bir nimettir. Adım atabilmek, yürüyebilmek, konuşup düşünebilmek insan için büyük bir mutluluktur. İnsan nimetlerin değerini genellikle kaybettiğinde takdir eder. Ancak samimi inanan insan bu nimetleri verenin Allah olduğunun ve dilerse geri alabileceğinin şuurunda olduğundan, elindekilere şükreder. Onun mutlu olmak için dünyevi nimetlere ihtiyacı yoktur.

Gerçek mutluluk yalnızca insanın kalbinin tatminiyle mümkündür. Bunun sırrı ise Allah’ı anmak ve güzel işler yapmaktır. Kalbini Allah’a tam olarak teslim eden insan, artık Allah’ın yönetimindedir. Allah’a duyduğu aşkın derinliği nedeniyle mutluluğu sürekli içinde hisseder.

Umutvar olmak insanın inancı ölçüsündedir, imanının göstergesidir. İnsan imanı ölçüsünde Allah’ın nimetlerine, rahmetine ve rızasına kavuşmayı umut eder. Rabb’ine yakın olan ve O’na teslimiyeti yaşayan kimse, “neden böyle oldu”, “keşke olmasaydı” gibi düşüncelere kapılmaz. Bilir ki en kötü gibi görünen olayın bile ardında hayır ve hikmet vardır.
Sevgisiz insanlar hem ruhsal, hem bedensel, hem de maddi yönden çökerler. Sürekli hata yapan, suç işleyen ve şeytanın bataklığa benzer karanlık sisteminde yaşayan bu kimseler için de ciddi ve yararlı olacak işler yapmak gerekir. Güzel ahlaka davet etmek, Allah sevgisinin o kucaklayıcı sıcaklığına insanları yaklaştırmak, gerçek sevginin ve aşkın güzelliğini insanlara anlatmak önemlidir.


İman sahibi insan, görünürde her şeyini kaybetmiş de olsa, ümitsizlik ve karamsarlığa kapılmadan, her şeye yeniden başlayabilir. Allah’a duyduğu sevgi, güven, tevekkül ve O’nun hayırla yarattığı kadere imanı, yeni bir sayfa açarken umudunu ve coşkusunu diri tutacaktır. Umudu da zorluklar karşısında onun dayanıklılığını ve gücünü artıracaktır.Selam ve Saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Per Şub 23, 2012 7:39 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: METANETLİ OLMAK.......

EMEĞİNİZE YÜREĞİNİZE SAĞLIK GÜZEL PAYLAŞIMINIZ İÇİN...
Koray
Cum Şub 24, 2012 5:10 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: METANETLİ OLMAK.......

Paradist ve koray çok teşekkür ederim sağolun.
Hacegan__
Cmt Şub 25, 2012 7:07 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: METANETLİ OLMAK.......

Dünya hayatının bir imtihan mekânı olarak yaratıldığını düşünmeyen, Allah’ın herşeyi bir hikmet üzerine yarattığına iman etmeyen insanlar, şeytanın da telkinleriyle umutlarını tamamen yitirir, mutsuz yaşarlar.Abimmm emeğine yüreğine sağlık çok güzel bir konu yine her zaman olduğu gibi Allah razı olsun inşallah.
paradist
Cum Şub 24, 2012 12:43 am
 
Foruma git
Konuya git

BİR HRANT BİR HOCALI EDERMİ...?

Değerli dostlar, güzelliği ve sıcak dostluğuyla buluştuğumuz bu SANALKAHVE sitesinde elimden geldiğince yazmaya ve kendimce demlemeye çalıştığım bir çok yazı çalışmamız oldu.Tabiki, siz değerli dostlarımın hoşgörüsüne sığınarak... Yazılarımda hiç bir zaman asla ve asla kimseyi hedef almadım sadece duygu ve düşüncelerimi paylaştım.Bu gün sizlerle yirminci sene’i devriyesi yaşanan HOCALI konusunu işlemek istedim...İyi okumalar dileğimle



Bizler, asil Türk Milleti olarak bir karıncanın dahi öldürülmesine razı olmayız.Yeter ki, manevi değerlerimize ve vatanımıza saldırılmadığı müddetçe.Lâkin, olduğu günden beri, sıcaklığını koruyan bir HRANT DİNK davasıdır sürüp gidiyor. Kendilerinin çalıp kendilerinin oynadığı bu oyunda, Türk Milleti’nin tamamını temsil etme cüreti bularak; "Hepimiz Hrantız,Hepimiz Ermeniyiz " sloganını gözlerimizin içine baka baka tertip ettiler. Müslüman-Türk Halkıyla en ufak bir alakası olmayan bu olayı temcit pilavı gibi gündemden düşürmeyenler,bu gün yirminci yılını deviren HOCALI katliamı hakkında neden kılını kıpırdatmazlar anlamak mümkün değildir.Neden bir beyanat yapıp tüm dünyaya anlatmazlar bu katliamı? Yüzküsür yıl önce içinde bulunduğumuz zor durumdan istifade edip halkıma kast eden o ermeniler değilmi? Bizi sırtımızdan vurup kendi yaptıkları zülmu bizlere yamayan onlar değil mi? Tüm dünyaya Türk Zülmü diye yayın yapanlar onlar değil mi? Daha kanları ve acıları kurumamış Hocalılıları dünyanın gözü önünde akla dimağa sığmayan işkencelerle zulme boğan onlar değil mi? Bütün bunları yirmiyıl gibi kısa bir süre önce yaptılar.Sonra da ört bas ederek haklılıklarını ispatlamaya çalışan onlar ve yandaşları değil mi? Bizler daha ne kadar sessiz ve çaresiz bekleyeceğiz.

Ermenistan’da ki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin Oniki ili yer almaktayken, Ermenistan’ın bayrağında Türkiye hudutları içindeki Ağrı Dağı’nın resmi varken, Ermenistan Millî Marşı’nda Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün,öldürün denmekteyken, başkaca bir neden aramaya zaten gerek yok sanırım.

Dağlık Karabağ Bölgesi’nde bulunan Hocalı’ya, eski Sovyet İttifakı Silahlı kuvvetleri’ne ait 366.Alay’ın desteği ile Ermeni Sılahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan Türk’ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı. Ancak kayıp sayısının bu rakamların çok çok üstünde olduğu bilinmektedir. Ellialtı hamile kadının karnı yarılmış ,iç organları ve çocukları dışarı çıkarılmış vaziyette bulunmuştur.

Bu alçak saldırıda "Dört yüz seksen yedi" kişi ağır yaralanırken, "Bin iki yüz yetmiş beş" kişi ise rehin alınmış,geri kalan nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarmıştır. Ancak, bu olayın tahribatından ruhları ve hafızaları asla bir daha kurtulamamıştır.

Şahitlerin anlattıklarını dinleyenler önce kulaklarına inanamadı.!

Fakat katliam sonrası Hocalı’ya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının abartmadığını kısa sürede anladılar. Hocalı’da katliam bölgesini gezen Fransız gazeteci Jean-Yves Junet’nin gördükleri karşısında söyledikleri, katliamın boyutunu da anlatıyordu:

"Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim,ama Hocalı’da ki gibi bir vahşete umarım bir daha kimse tanık olmaz" demiştir. Peki, 26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini kim vermişti? Ermenistan Devlet Başkanı sıfatını taşıyan Robert Koçaryan denilen kirli katilden başkası değildi. Yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, 20 Mart 1996’da Ermenistan Başbakanı oldu.

Karabağ’da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisine daha fazla direnemeyen Levon Ter Petrosyan istifa edince de 30 Mart 1998 yılında ondan boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna,’Hocalı Katlia! mı’ baş sorumlusu olan azılı terörist Robert Koçaryan oturdu.

Ermeniler Türk hamile kadınlarına tecavüz edip karnını hamile olduğu halde taş ile doldurup öldürmüşler ve küçük Türk kızlarına tecavüz edip öldürmüşlerdi.

Ülkemizde sadece Bir ermeni öldürüldü diye, yürüyüş yaptılar ve o kadar araştırdılar. Ama hiç bir insan kalkıp ta bu masum insanlara işkence edilip öldürüldükleri için yürüyüş yapıp onların birazcık olsun gönlünü alma yoluna gitmediler. Neden ? Çünkü Lobi ve Lobicilik bizlerin aleyhine işlemekte. Bizler yerimizde oturup haklılığımızı savunamazken adamlar yaptıkları zulümleri haklı gösterip,bir de utanmadan tazminat talep edecekler...Vay bizim halimize vay!!!

Aralarında onlarca entellektüel geçinen diplomalı cahillerin de bulunduğu bir grup ermenilerden özür diledi , hiç kimse demedi ki yıllar boyu bizim yurt dışında ermeni lobisinin maddi manevi desteği ile korunan ASALA terör ve katil örgütünün (Sadece TÜRK oldukları nedeniyle)öldürdüğü diplomatlarımız için kim özür dileyecek? Ülke yönetiminde söz sahibi olan izansızlar olası tepkiden çekinmeseler, ikibuçuk milyon çapulcunun önünde Yetmişbeşmilyon Türk’ e diz çöktürecekler. Yeter ki büyük ağabeyleri (ABD) onlara aferin desin!!!...

Ey asil TÜRK Milleti gelin uyanalım artık!!! Gerçekleri görme zamanı çoktan geldi ve geçiyor.

Ey TÜRK Titre ve kendine gel. Selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Cmt Şub 25, 2012 7:19 am
 
Foruma git
Konuya git
cron