15 sonuç bulundu

Geri dön

DEĞİŞEN ZAMAN MI? YOKSA BİZLER Mİ.....?

Evet teknoloji çağında yaşıyoruz...Herşeyimiz var...Evlerimizde Bilgisayar, Televizyon, Şahsi telefonlarımız, Bir sürü araç bizim hizmetimize sunulmuş...
Bukadar teknolojinin içinde rahatımız yerindemi?
Huzurumuz varmı?
Sağlığımız yerindemi?
Yeterince iletişim kurabiliyormuyuz?
Alilemize dostlarımıza yeterince vakit ayırabiliyormuyuz?

Şöyle bir göz atacak olursak bizlerden neler aldı yada neler kazandırdı..Evet bizlere birçok faydası var ..İnkar edilemeyecek kadar çok..
Ama düşünelimki evimize bir konuğumuz geldi akrabamız, dostumuz vs...Nasıl bir iletişim kuruyoruz...Evdeki sohbet muhabbet ortamı nasıl...
Genellikle tv açık, gözler tv’de herkez oraya odaklanmış bişeyler izliyor. Gençlerde bilgisayar başında oturmuş sanal iletişimde...
Ama konuğumuz bizi görmeye gelmişti..Muhabbet edicektik biz...
Ev sahibide menun, konukta memnun durumdan..

Neden bu hale geldik diye sorguluyorum bazen..Ben kendi hayatımda Yaşlı büyüklerimi dinlemeyi çok seviyorum..Onların anlatım tarzlarını çok seviyorum..
Ve eski yaşam tarzlarını anlatınca...Bir yaşlı diyor ki

-Evlerimizde ışık yoktu...Gece gaz lambalarının ışığında oturduk...Eve gelen misafirlerle öyle bir muhabbet ortamı olurduki..Sohbet bambaşkaydı..
İçilen çayın tadı bile bambaşkaydı...Akraba ziyareti vardı...Eski zaman çok başkaydı çok diyorlar..

Pekala değişen zamanmı? Yoksa bizlermi?

Çokmu meşguluz? Birbirimize vakit ayıramıyoruz..

İşlerimiz hiç bitmiyormu? İşlerden kalan vakitte yapılan şey nedir?

İşlerimizden kalan vakitte yapılan herkez evine çekiliyor ya tv başında yada pc....

Yine eski bir büyük söylüyor..Yaklaşık 20-25 yıl öncesi diyebilirim...

-Apartmanda kimsenin evinde televizyon yoktu..Sadece falanca kişi almıştı..Ve akşamları onun evine televizyon izlemeye giderdi herkez..

Sorunlar böylemi başladı diyorum bazen...Sonra yavaş yavaş diğer komşularda aldı tv...Ve artık herkezin kendi evinde var ..Kimsenin birbirine gitmesine gerek yok..
Akşam olunca herkez kendi evine çekilip tv izleyebiliyor....Yada pc başında oturabiliyor..

Yanlış anlaşılmasın bu arada..Tv’yi suçlamıyorum..Yada diğer teknoloji aletlerini..

Ya biz bu teknoloji aletlerini gereğinden fazla hayatımıza soktuk, Yada kulanmasını bilmiyoruz...

Ama şuna inanıyorum...Tv geldi evdeki sohbet ortamı kalktı..Sadece akraba içi iletişimde değil..Aile içindede aynı bu durum..
Baba yorgun geliyor geçiyor tv başına...Çocuklar pc başında, annede gün boyu yorgun düşmüş zaten...

Yani herkez kendi aleminde ..........

Tekrar soruyorum ...Değişen zamanmı? Yoksa bizlermi? Bundan sonrasına siz karar verin selam ve saygılarımla.Hacegan
Hacegan__
Pzr Şub 05, 2012 7:16 pm
 
Foruma git
Konuya git

Elveda Sevgili!..

http://k003.kiwi6.com/hotlink/d69ddc4y2d/baslik.png

http://k003.kiwi6.com/hotlink/666i17vzvj/resim1.jpg

http://k003.kiwi6.com/hotlink/hxoici0p4c/yazi_1.png

http://k003.kiwi6.com/hotlink/r1s4js76gx/resim2.gif

http://k003.kiwi6.com/hotlink/l7i6u859nu/yazi_2.png

http://k003.kiwi6.com/hotlink/g9s9206sc5/resim3.gif

http://k003.kiwi6.com/hotlink/3s459wx359/yazi_3.png

http://k003.kiwi6.com/hotlink/fbjmp9ic5m/resim4.gif

http://k003.kiwi6.com/hotlink/4eo659viwq/yazi_4.png


http://k003.kiwi6.com/hotlink/w9antfc8t2/sunum.png
MiTHATBEY
Pts Şub 06, 2012 6:25 pm
 
Foruma git
Konuya git

Yüreğim

Kimsesiz
sandığım bir mevsim gidiyordu gözlerimin önünden.
Ellerimde sahipsiz
her gecenin yorgunluğu.
Taş duvarların üzerinden gölgeler büyüyor
yalnızlığıma.
Aklımı başımdan alan bir rüzgar gibi dokundun tenime.







Yüreğime yüreğini koydun. Yüreğim oldun.









.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->








Daha ilk günden ısınmıştım sana,sanki gökyüzüm sen,
yağmurlarım
sendin,düşmeden içimdeki yalnızlığın kumsallarına.
Denizleri senin için
renklendirdim ben,bulutları senin için yakaladım.







Sanki en ufak bir
rüzgarda savrulacak gibi değildim uykusuzluklarına.








.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->









Sen gitmedin ki,gerçek ötesiydin bendeki her zamana.
Tuttum
ellerinden,saçlarının kokusunda büyülendim dudaklarına.
Islatmalıydın
beni yağmurlar gibi.
Öpmeliydin içinden geldiğince.







.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->
Ben o zaman sen
olurdum karışmadan nefes alıp verdiğim bir şehrin monotonluğuna.







.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->




















Çalışma masamda yanan mumun alevinde şekillendi hayalin.
Uzun uzun
seyrettim. Dokunmak istedim ama beceremedim.
Akşama koşan ayakların
altında kızgın asfalt gibiydim günden arta kalan.
Güneş haber vermezdi
çekip giderken.
Bir sessizliği kalırdı eve kapanan yüreklerin birde
seni bana özleten hayalin.







Kendi yüreğimi senin ellerine bırakırken.









.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->








Zamanı hep peşime taktım.
Bir başka yere gitmenin olanaksızlığını
tartışıyorum kendimle.
Gitmeyeceğimi biliyorum. Belki de ellerinin
sıcaklığından olsa gerek.
Ben her sahipsiz mevsimin kimsesiz gecesinde
seninle bütünleşiyorum.
Basit gelecek belki tüm anlatamadıklarım.
Bir
şeyi çok iyi biliyorum sen anlayacaksın günü gelecek.
Bu saadet hiç
ölmeyecek.









.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->








Fotoğrafın karşımda duruyor.
Öyle masum öyle güzel ki seni yaşamak bu







kendini tanımayan cümlelerin ardında senin gözlerinde aşk gibi
çoğalmak.
Anlatmak çok zor. Ben anlatamıyorum yaşıyorum.








.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->.•´¯`•->







Herşeye
katlanmak dedikleri bu olsa gerek.
Günün bütün tükenen saatlerinin
peşisıra bir ekranın karşısında
seni bana gülümsüyormuş gibi
hissedebilmek.
Öyle güzel ki saatlerce seninle hayatı paylaşabilmek.
















Oysa şimdi yalnızlığım yanımda,sensizliğin şarkısını dinliyorum.







Seni sevmek yazılmış bana,dokunamasamda sana,seni çok seviyorum.
DiLay__
Cum Şub 10, 2012 10:43 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: BEN BUYUM İŞTE...

gulgulce paylaşım için tşkler emeklerinize sağlık
efe_19
Cum Mar 09, 2012 3:59 am
 
Foruma git
Konuya git

Dostdur Sözde Değil Özdedir Adı...

[url]http://www.yazgulu.com/Bg/dost.jpg[/url]



Seni sen olduğun için sevendir
Yüreğinin sesini uzaklarda bile dinleyendir
İki eli kanda olsa derdine yetişendir
Varolduğunu hissetiren,kıymet bilendir
Dostdur sözde değil özdedir adı...

Sabun köpüğü değil, darlık anında kaybolmaz
Sözünün eri güvenirliği tartışılmaz
Bilirsin, çıkılan yolda yarenlikden caymaz
Hayatına girdi mi kolay kolay çıkamaz
Dostdur sözde değil özdedir adı...

Yüreğini menfaatsiz sunar
İyiliğin için sözleri acıya bular,
Vakti zamanı gelir söyledikleri bir bir çıkar
Yoktur senle dolan kalbinde ne fitne fucur ne de çıkar
Dostdur sözde değil özdedir adı...

Yangınlardaki yüreğine, varlığı ile ferahlık
Mutluluklarında, üstüne dikilen saf ipekden bayramlık
Bilmez ne rol ne sahtekarlık
En büyük özelliği yaradılışı doğallık
Dostdur sözde değil özdedir adı...

Yalnızlıklar rıhtımından alıp götürür, süt beyaz yelkeniyle
Uçurum kenarından çeker,adı şefkat elleriyle
İyiki varsın dedirttiren, avucunda tuttuğu yüreğiyle
'Sen cansın benim dostumsun ' ağız dolusu kelimeleriyle
Dostdur sözde değil özdedir adı....

Tüm Dostlarıma....
Asri_Saadet
Cmt Mar 10, 2012 7:19 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Elveda demeden gitmişsem eğer...

EMEĞİNİZE YÜREĞİNİZE SAĞLIK GÜZEL PAYLAŞIMINIZ İÇİN...
Koray
Pzr Mar 11, 2012 1:24 am
 
Foruma git
Konuya git

18 Mart Çanakkale Zaferi

Çanakkale Savaşları, yüzyılımızın en büyük savaşlarından birisidir. Birinci Dünya Savaşı’nı galip bitirmek isteyen düşman devletler, gemileriyle Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’u almak istiyorlardı.

Osmanlı ordusu, İngiliz ve Fransız donanmalarına karşı Çanakkale Boğazı’nda aylar süren bir dizi deniz ve kara savaşı yapmıştır.

300.000 askerimizin şehit olduğu bu savaşlar sonucunda, düşman donanmaları ağır kayıplar vererek geri çekilmişlerdir. Çanakkale Savaşlarının denizle ilgili bölümü, 18 Mart 1915 tarihinde, düşman gemilerinin geri çekilmeleriyle sonuçlanmıştır. Bu nedenle, her 18 Mart gününde Çanakkale Savaşlarını anmaktayız.
Çanakkale Boğazını geçmek isteyen İngiliz ve Fransız gemileri, 3 Kasım 1914’de boğazın iki yakasındaki birliklerimize ateş açtılar. Birliklerimizin karşı ateşi ile geri çekilmek zorunda kaldılar. 19 Şubat 1915’de düşman donanması kesin hücuma başladı. Osmanlı ordusunun karşı ateşi ile tekrar geri çekildiler. 18 Mart 1915’de İngiliz ve Fransızlar 16 harp gemisi ile büyük bir hücum daha başlattı. Üç gemisi sulara gömülen düşman donanması, tekrar geri çekilmek zorunda kaldı.
Çanakkale Boğazını gemilerle geçemeyeceklerini anlayan düşmanlarımız, topraklarımıza karadan girmeyi denediler. İngiliz, Fransız, Avustralya, Yeni Zelanda ve diğer bazı sömürge ülkelere ait askerler 25 Nisan 1915 günü karadan çıkarma yapmaya başladılar. Kara savaşları, 9 Ocak 1916 tarihinde son düşman birlikleri de geri çekilene kadar devam etmiştir. 6-7 Ağustos 1915 gecesi Anafartalara yapılan çıkarma harekatını Mustafa Kemal komutasındaki birliğimiz durdurmuştur. 25 Nisan 1915 ve 9 Ocak 1916 tarihleri arasında , yaklaşık sekiz ay boyunca şiddetli kara savaşları olmuştur.

Sevgili arkadaşlar!
Çanakkale Savaşları, Türk Tarihinin belki de en önemli savaşıdır. Daha geniş ve ayrıntılı bilgi sahibi olmak için kaynakları mutlaka okumanızı öneriyoruz. Bugün özgür olarak yaşadığımız bu topraklara çok kolay sahip olmadığımızın bilinmesi gerekir.
Allah bizlere, bir daha böyle bir savaş göstermesin!
asi_krall
Cmt Mar 17, 2012 9:06 am
 
Foruma git
Konuya git

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

http://www.ossulumoskee.nl/fotos/99/CanakkaleGecilmez!.jpg


Mustafa Kemal, çekilen erlere:

“- Niçin kaçıyorsunuz? dedim.

- Efendim düşman! dediler.

- Nerede?

- İşte, diye 261 Rakımlı Tepe’yi gösterdiler.

Gerçekten düşmanın bir avcı hattı 261 Rakımlı Tepe’ye yaklaşmış ve sakınmadan ilerliyordu. Åžimdi durumu düşünün. Ben erler on dakika dinlensin diye kuvvetlerimi bırakmışım. Düşmanda bu tepeye gelmiş. Demek ki düşman bana benim elerimden daha yakın. Düşman benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek kötü duruma düşecektir. Kaçan erlere:

- Düşmandan kaçılmaz, dedim.

- Cephanemiz kalmadı, dediler.

- Cephaneniz yoksa, süngünüz var dedim ve bağırarak bunlara süngü taktırdım; yere yatırdım. Bu erler süngü takıp yere yatınca, düşman erleri de yattılar. Kazandığımız bu andır.”

Mustafa Kemal, karşı taarruza geçen birliklerin komutanlarına şu tarihi emrini vermişti. “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar gelebilir.”

27 nci Alay’ın birlikleriyle takviye edilen 57 nci Alayı’ın yaptığı taarruz ve süngü hücumları sonucu, Anzak kuvvetleri çareyi kaçmakta buldular. Anzak Kolordusu Komutanı Birdwood’un bütün planları alt üst olmuş, koca ve güçlü Anzak Kolordusu, dar bir kıyı bölgesinde bir kargaşa içinde üst üste yığılıp kalmıştı. Anzakların moralleri çökmüş, ümitleri sönmüştü.

“Kazandığımız bu andır.” Evet bu an, belki de Mustafa Kemal’i kaybedebileceğimiz bir andı. Avustralya Genel Valisi Emekli Tümgeneral Michael JEFFERY, 25 Nisan 2006 tarihinde Çanakkale Savaşları’nın 91 nci yıl dönümü nedeniyle Anzak Koyu’nda yapılan Åžafak töreni konuşmasında “bu anı” şu şekilde anlatmıştır:

“25 Nisan’ın kalan bölümünde Anzaklar Gelibolu’da tutunabilmek için umutsuzca mücadele etmeye devam etti. Gün bitiminde ilk hedefleri ele geçirilmesinin hiçbir zaman gerçekleştirilemeyeceği açıkca görüldü.

Anzakların o gün kazanamamasının nedenlerinden biri, Düz Tepe’nin yamaçlarında Yüzbaşı Tulloch’a karşı savaşan Türk subayının hızlı düşünmesi ve kararlı eylemidir.

Tulloch baktığında, yaklaşık 700 metre mesafede, bir ağacın yanında, askerlerine emirler veren bir Türk sabayı gördü. Tulloch ona ateş etti fakat vuramadı. Bu subayın, 19. Türk Tümenini komuta eden; nihai Türk zaferinin mimari ve modern Türkiye Cumhuriyeti’nin saygı duyulan kurucusu olacak olan Yarbay Mustafa Kemal olduğuna inanılmaktadır”

Bu tarihten itibaren, harekat, 1915 Ağustos’una kadar dört ay süre ile Conkbayırı-Kocaçimentepe-Kabatepe bölgelerinde, tarafların karşılıklı taarruzları ve bilhassa geceleri yapılan süngü hücumları ile boğaz boğaza yakından boğuşmak suretiyle çok kanlı çarpışmalarla geçti.

Seddülbahir’de olduğu gibi Anzak Kolordusu da taarruz hedeflerine varamamış, çıktıkları yerlerden ancak 3-4 kilometre kadar bir arazi kesimini ele geçirmek imkanını bulabilmişler ve muharebenin sonuna kadar bu mevzilerde kalmışlardır.

25 Nisan’da 9 ncu ve 19 ncu Tümenler düşmanı denize dökmeğe muvaffak olamamışlarsa da ilerlemesine de meydan vermemişlerdi. 19 Tümen Komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’in 25 Nisan günkü duruma müdahale etmesi ve 57 nci Alayın taarruzu, Çanakkale Muharebesi’nin kaderine ve sonucuna da çok etkili oldu. Bu hususta İngiliz harp tarihi yazarlarından General Oglander, Çanakkale Savaşı ile ilgili yazdığı eserinde, Yarbay Mustafa Kemal’in bu müdahalesiyle ilgili yazısının sonunu şöyle bağlamaktadır. “19 ncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in 25 Nisan 1915’te Arıburnu civarındaki durumu derhal kavramış olmaları ve inisiyatifini kullanarak 57 nci Alay’la yaptığı taarruz, Çanakkale Muharebesi’nin sonucunu tayin etmiştir. Bir tümen komutanının üç ayrı yerde, kendi inisiyatifi ile giriştiği hareketler sonucu bir savaşın ve hatta bir ulusun kaderini değiştirecek yücelikte bir zafer kazandığı tarihte pek az görülür.”



Gelişen duruma göre taktik ve idari gereklere cevap veremez durumda olan 5 nci Ordu birlikleri dört grup halinde yeniden teşkilandırıldı:

-Anadolu Grubu: Biga Yarımadası’ndaki birlikler,

-Güney Grubu: Seddülbahir Cephesi’ndeki birlikler. Komutanı Vehip Paşa (Esat Paşa’nın kardeşi)

-Kuzey Grubu: Sorumluluk bölgesi, kuzeyde Despot Liman’ından güneyde Kum Tepe’ye kadar uzanan alan. Komutanı Esat Paşa.

-Saroz Grubu.



Suvla Çıkarması, Anafartalar ve Conkbayırı Muharebeleri:



Suvla Çıkarması:

25 Nisan 1915 gününden, Ağustos ayı başlarına kadar geçen süre içinde müttefik kuvvetlerin gerek Seddülbahir ve gerekse Arıburnu Cephelerinde başarı elde edememeleri ve boğazı geriden düşürme imkanı bulamamaları sonucu, General Hamilton, Türk ordusunun gerilerine sarkmak ve onu çember içine alarak yok etmek için Büyük ve Küçük Kemikli arasındaki Suvla sahillerine kuvvet çıkarak, Anafartalar bölgesinde üçüncü bir cephe açmaya karar verdi.

Seddülbahir’de altı yere yapılan çıkarmalardan önemli dersler alınmış, bu defa 8-10 asker taşıyan küçük tekneler yerine her biri 500 asker ve 60 hayvan, top ve malzeme taşıyan özel çıkarma araçları yaptırılmıştı. Suvla Çıkarması tarihte o güne kadar yapılmış olan en büyük çıkarma harekatı olacaktı.

Suvla‘ya çıkarma yapan 9 ncu İngiliz Kolordusu’nun hedefi; Anzak Kolordusuyla koordineli olarak yapılacak bir taarruzla, Conkbayırı ve Kocaçimentepe blokunu ele geçirmek ve buradan ilerleyerek boğaza hakim olmaktı. 9 ncu İngiliz Kolordusu birlikleri 6-7 Ağustos gecesinden itibaren bölgeye çıkmaya başladı. Suvla’ya çıkan 22 İngiliz taburu, karşılarında 3-4 tabur kadar Türk kuvveti bulunduğu halde ilk iki gün hemen hemen hiçbir şey yapmadılar, oturup dinlendiler, destek birliklerinin gelmesini beklediler. İlk 24 saatte Suvla’da pek fazla bir değişiklik olmadı. İngiliz birlikleri sahilden ancak 2-3 km. kadar içeri girebilmişlerdi. Düşmanın bu hareketsizliği, ihtiyat birliklerimize süratle bu bölgeye yetişip, duruma müdahale etme fırsatı vermiştir.



Anafartalar Muharebesi:

Ordu Komutanı Sanders, Mustafa Kemal’i 8 Ağustos 1915 günü saat 21.45’te Anafartalar Grup Komutanlığına atadı. Böylece Anafartalar bölgesinde toplanan bütün birliklerin komutası Mustafa Kemal’e geçti.

Mustafa Kemal, 9 Ağustos sabahı, Suvla’ya çıkarma yapan 9 ncu İngiliz Kolordusu’na karşı, 7 nci ve 12 nci Tümenlere karşı taarruz emri verdi. Her iki tümenin de taarruzu başarılı oldu ve İngiliz birlikleri bu karşı taarruzla geriye püskürtüldüler. Bu harekat sonunda Mustafa Kemal, “Gerçekte düşmanın bir kolordusunu zayıf bir tümenimle Kireçtepe-Azmak arasında yenmiş, Tuzla Gölü’ne kadar takip ederek orada tespit etmiştim” demiştir.



Conkbayırı Muharebesi:

9/10 Ağustos gecesi Anafartalar Grup Komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal, takviyeli 8 nci Tümen’e, Anzak Kolordusu’na baskın tarzında taarruz emri verdi. Taarruz gecikiyordu. Derhal yanındakilerle birlikte hücuma kalkacak askerin önüne geçti.

Cesaret verici, teşvik edici kısa bir konuşmadan sonra “benim kırbaç sallayarak vereceğim işaret üzerine hemen, hepiniz düşmana atılacaksınız” emrini verdi. Çok kısa bir zaman sonra kırbacını sallamasının ardından subaylar, erler tereddütsüz bir şekilde düşmana saldırdılar. Bu esnada bir şarapnel parçası Mustafa Kemal’in göğsüne isabet etti. Parçalanan bu saat Büyük Komutan’ın hayatını kurtarmıştır.

Anzak Kolordusu’nun Komutanı Birdwood, Conkbayırı Muharebesi’nde M. Kemal’in karşısında kolordusunu bizzat yönetiyordu. Fakat gücü Mustafa Kemal’e yetmemişti. (General Birdwood, Atatürk’ün cenaze törenine 73 yaşında ve hasta olduğu halde katılarak ona takdir ve hayranlığını ortaya koymuştur) Bu muharebede düşman binlerce ölü ve yaralı vermiş, binlercesi de esir olmuştur.

Conkbayırı taarruzu sonunda Anzak birlikleri geri atılmış, Kocaçimen-Conkbayırı hattı emniyet alınmış, Anzak Kolordusu taarruz gücünü kaybetmiştir.

Anafartalar Muharebesi’nde ise İngilizlerin kesin sonuç umdukları kuşatma harekatı Türklerin başarılı savunma ve karşı taarruzları ile başarısızlığa uğratılmıştır. Bu iki muharebede 50.000 kişilik iki düşman kolordunun verdiği zayiat 18.000’dir. Diğer bölgelerde olduğu gibi Anafartalar’da çekilme tarihi olan 20 Aralık 1915 gününe kadar harekat mevzi muharebesine dönüştü.

Mustafa Kemal’in rütbesi bu muharebelerden sonra Albaylığa yükseltilmiştir.

İngilizler 21-22 Ağustos’ta, ikinci kez Anafartalar’da ve 27 Ağustos’ta, Kayacık Ağılı’da teşebbüs ettikleri taarruz denemeleri yine hüsranla sonuçlanmıştır.

Türk askerinin kahramanlık destanları yarattığı Çanakkale Savaşı sonunda, İtilaf Devletleri ne denizden ne de karadan boğazı açamayarak yenilgilerini kabul etmiş, zaferi Türk süngülerine teslim etmek suretiyle 20 Aralık 1915’te Arıburnu ve Anafarta’dan, 9 Ocak 1916’da da Seddülbahir kesiminden çekilmişlerdir.



SONUÇ:

Çanakkale Savaşı Birinci Dünya Savaşı’nın 2-3 yıl daha uzamasına neden olmuştur. Müttefikler Birinci Dünya Savaşı’nda en büyük prestij, itibar kaybına Çanakkale’de uğradılar. Çarlık Rusya’nın Boğazlara hakim olma hayali gerçekleşmemiştir. Müttefiklerinin yardımından yoksun kalan Çarlık Rusya’da iç karışıklıklar artmış, Bolşevikler 1917 ihtilali ile Çarlık devrini kapamışlardır.



Çanakkale Zaferinin Türk Ulusu’na en büyük armağanı, kuşkusuz M.Kemal ATATÜRK’dür. Mustafa Kemal, yeni kurulan bir tümeni kısa zamanda modern bir kolordu ile muharebe edecek bir duruma getirmekle, yüksek bir teşkilatçı ve yetiştirici olduğunu göstermiştir. Durum ve araziyi kavramaktaki ustalığı, seri ve isabetli kararlar vermesi ve bu kararları azimle uygulaması, Mustafa Kemal’in sahip olduğu yüksek irade, bilgi ve kendine güvenin göstergesidir.



Çanakkale Zaferi, Balkan Savaşlarıyla içte ve dışta sarsılmış olan devlet prestijini kurtarıp güçlendirmiştir. Çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu içinde Türk ulusunun hala gücünü ve dinamizmini koruduğunu göstermiştir. Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı’nın öncüsü ve başlangıcı olmuştur.



Çanakkale Savaşı’nda binlerce üniversiteli-aydın Türk kaybedilmiş, bu kaybın olumsuz etkileri Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Türkiye’sinde görülmüştür.



Çanakkale Savaşı, sömürgelerinde İngiltere ve Fransa’nın askeri ve siyasi prestijini sarsmış, sömürgelerde bağımsızlık ve özgürlük akımının doğmasına neden olmuştur. Avustralya ve Yeni Zelandalıların milli bilinçlerinin oluşmasında etken olmuştur.



Çanakkale Muharebeleri’ne Türkler 310.000, İngilizler 460.000, Fransızlar 79.00 kişilik kuvvetlerle katılmışlardır. Türkler 57.263’ü şehit, geriye kalanı yaralı, hastanede, esir ve kayıp olmak üzere 250.00 zayiat vermişlerdir. İngiliz ve Fransız kayıpları ise; ölü, yaralı, esir ve kayıp olmak üzere 252.000 dır.



Çanakkale’de Türklerin savaştığı milletler, cephede; İngiliz, Fransız, Senegalli, Cezayirli, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintliler, Sikh, Pahtan, Madrasi, Maori, Jatlar, Gurkalar, Baratongalar, cephe gerisinde; Yunanlılar, Mısırlılar, Yahudiler.




ÇANAKKALE DESTANINI YARATAN BAÅžTA BÜYÜK öNDER GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK OLMAK ÜZERE, TÜM ÅžEHİT VE GAZİLERİMİZİ RAHMET VE SAYGIYLA ANIYORUZ.


Almira
Per Mar 18, 2010 11:56 am
 
Foruma git
Konuya git

Yüreğim cam kırığı...

Kırılgan bir çocuğum ben Yüreğim cam kırığı... Bütün duygulardan önce Öğrendim ayrılığı...Saldırgan diyorlar bana,Oysa kırılganım ben.Gözyaşlarım mücevher Saklıyorum herkesten...Ürküyorlar gözümdeki ateşten,Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen gözükara cesaretimden...Diyorlar:Bir yanı sarp bir uçurum,Bir yanı çılgın dağ doruğu.Oysa böyle yapmasam ben Nasıl korurum
İçimde ki çocuğu?
Bazen öyle karışıktır ki herşey, anlamını yitirirsin..!
Ne istedim ? Neler kaybettim ? Dersin..
Bazen hayal kurarsın yaşamak istediğin şekilde ama beceremessin..!
Gemilerini kağıttan yapar,hayallerinin batışını izlersin..Hatta bazen bir bakmışsın hayatın en acımasız sahnesindesin...
Çok çok seviyorum ayrılamam dersin.Ama bir bakmışsın ki bir kenarda unutuluvermişsin...!
Hayat bu olsa gerek dostum ; O yüzden SALLA DÜNYAYI UYKUSU Gelsin...
IIsibelII
Pzr Nis 08, 2012 10:51 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Merhamet Hür Dünyaya Bu Kadar Mı IRAK ' tı

"hiç birşey sevgi kadar Irak olamaz küçük bir çocuğun göz yaşları kadarda mahsum.."

Ben güzel diyemiyorum savaşın gerçek yüzünü o kadar açık ve acı ortaya koymuş ki :(

Teşekürler gulgulce çok değerli ve anlamlı paylaşım için......


http://t3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcR1hwmwdy5DCJ2Q5MDcHtj6tS-wYtTnjGRt7mvwaVIeIQoUVxYwLQ
Almira
Çar Nis 18, 2012 10:44 pm
 
Foruma git
Konuya git

Nerissa__

'' Ne Olursa Olsun DOĞRU Konuş. Sadakat ve Dürüstlük Yolunda CESARET Göster. Dünyada Hiçbir Menfaat YALAN Konuşmaya DEĞMEZ!!! ''

'' BENİ Sevecek Kadar deLiySen..HAK Edecek Kadar meRtsen..YALAN söyLemicek Kadar ŞerefLiysen Bende uğRunda öLecek Kadar yürekLiyim! ''

'' Bilemezsin Kim Dost, Kim Düşman.. Bazen Tuttuğun Eldir Seni Arkandan Vuran...!! ''

'' Her erkek zeki, güzel, anlayışlı ve onu çok sevecek bir kadın ister.İyi güzel de adama sormazlar mı,bunları hakedecek ne yaptın? ''

'' Bizde yaşamak var,yalvarmak asla! Sevmek var,aldatmak asla!SevmesiniBilmiyorsan sevme,sevenede ihanet etme,edenide asla affetme.. ''

'' Yalan olduğunu bilsen dahi inanacaksın insan oğluna, yani dinleyeceksin onu, niçin yalan söylediğini anlamaya çalışacaksın. Bazen yalan, insanın özünü gerçeklerden daha çok açığa vurur.....''

'' Senin doğru söylediğine inanan birine yalan söylemen, en büyük ihanettir. .''

'' Herkes Herkesi Aynı Sevemez .. Kimileri Gururunun Yettiği Kadar Sever,Kimileri Menfaatinin Bittiği Yere Kadar, Kimileri de Ömrünün Yettiği Kadar... ''

'' Sevdim deyipte aldatana..Lanetim ağırdır..Kıymet bilmeyene sevgim Haramdır..Beni gerçekten Sevene Bu Canım Fedadır..! ''

'' Ben YAŞADIKLARIMIN Hiçbirini UNUTMAM, Evet Yeri Gelir SUSARIM.. Ama Bir Gün Öyle Bir GİDERİM ki, Kaybedeceğim Hiçbir Şey OLMAZ!! ''

'' YapıLan Bir Çok YanLıŞı AffedebiLirim , Fakat Affettiğim Hiçbir YanLıŞı AsLa Unutmam !!! ''
''Duyduğum SAYGIDAN dolayı EĞİLMESİNİ bildiğim gibi, SAYGIDAN ANLAMAYANI; dik durup DEVİRMESİNİ DE bilirim elbet..! ''

'' ALLAHIM, BENİ SEVİYORMUŞ GİBİ GÖRÜNÜP ARKAMDAN KÖTÜ NİYETLER DÜŞÜNEN, ZİKREDEN KİŞİLERİN YAPTIKLARINI AYAKLARINA ******..! ''

'' ZALİMLER ve HAKSIZLIK Edenler Unutmasınlar ki.. AHİRET, Adalet İçin Bekler.. Hem Kim Ne Ederse, Döner Yine KENDİNE EDER...''

'' Sevgime İhanet Edene, Vurup BENİ Gidene, Dostluğuma Nankörlük Edene Sadece 3 Kelimelik Mesajım Var; UNUTMAM,UNUTTURMAM AFFETMEM...''

'' KARAKTERİM ve TAVRIMI BİRBİRİNE KARIŞTIRMAYINIZ. KARAKTERİM “KİM OLDUĞUMLA” İLGİLİDİR... TAVRIM ise SİZİN “KİM OLDUĞUNUZLA.''

'' En büyük bedduam ALLAHA HAVALE ETMEK OLUR... Şüphesiz ki ALLAHIN Adaleti en güzelidir.. ELHAMDÜLİLLAH...!!! ''
Nerissa__
Çar May 02, 2012 1:35 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Ben Giderken..

Ağlıyordum kendi kendime ben giderken



Hasret bağışlamıştı tüm tecrübesini o gece en derinden
Düğümlenirdi en güzel aşk şarkıları boğazımda.
Bir yanımda denizin ıssız durgun hüznü.
Diğer yanımda kayalara çarpan su tanecikleri gibi göz yaşlarım.

ölüyordum.ben giderken..
arkama bakıyordum her defasında.
Belki gözün kayarda göz bebeklerime değer diye..
ama olmadı.ne bana bakıcak kadar değersizdi gözlerin.
nede seni görecek kadar yüceydi gözlerim..

Düşünüyordum.ben giderken..
Öyle bir alemdeydiki ruhum. ne cennet nede cehennem.
Izdıraptı yokluğun her geçen saniyesi.
Gidiyordum usulca.limandan ayrılan bir gemiyle.
İzlediğim aşk film'leri aklıma geldi.Son dakika'da 'gitme' demeleri..
Fakat sadece filmiş herşey. ağzından çıkacak kelimeleri değil.
seni bile göremedim ben giderken..

Bu son yazım olsun. yokluğuna yazdığım..
Bu son hüznüm olsun.sensizliğe yayılan..

Yarın sabah kalktığında kendini hafif hissediceksin bitanem.
Alıyorum bütün üzüntüleri yanıma.
Gidiyorum usulca.limandan ayrılan bir gemiyle.
Bir ömrü heba etmekmiş senin bana kazandırdığın.
Ben giderken sadece tebessüm etmek gelirmiş elinden.
Benim ise ellerimde gözlerimden düşen külfet taneleri.

Geriye bıraktığım bir anı defteri ve küllerim..

Artık gider bu 'palyaço.'


EMEĞİNİZE YÜREĞİNİZE SAĞLIK GÜZEL PAYLAŞIMINIZ İÇİN...
Koray
Cum May 18, 2012 11:55 am
 
Foruma git
Konuya git

Yaşananları sorgulamayan bir toplum olduk.

Tarih tekerrürden ibarettir derler. Geçmişlerinden ders almayanlar, o acı günleri tekrar yaşamaktan da asla kurtulamazlar. Bir başka ibret de, başkalarının hatalarından ders almayanlar, aynı hataları kendileri yaşamaktan kurtulamazlar diyen atalarımız, gerçekten çok doğru söylemişler.


Ne yazık ki bugün bizler, geçmişten hiç ders almayan bir toplum görüntüsü ile yaşıyoruz. Ne yaşadıklarımızdan, nede geçmişte yapılan yanlışlardan dersler almadığımız o kadar açık ki. Bizleri yönetenlerin yaptıklarını, söylemlerini ne takip ediyoruz, nede söylediklerini akıl süzgecinden geçiriyoruz. Sizlere birkaç örnek vermek istiyorum. Vereceğim bu örneklerle, acaba bizleri yönetenler tutarlılık ve samimiyet testinden geçebiliyorlar mı, yorum sizlerin.


Daha dün, Türk silahlı kuvvetlerinin düşüncelerine, yaptıklarına, söylemlerine karşı çıkanlar, günümüzde sergilenen onca olayları unutarak, kendisine bağlı olarak çalışmış, Genelkurmay başkanlığı yapmış bir komutan, terörün başı ilan edildiğinde ses çıkarmayanları, savunmayanları bizler unutmadık. Bugün bazı kişiler, ya da bazı ne söylediğinin farkında olmayan basın mensubu, TSK ya karşı uygun olmayan sözler söylediğinde, yanlış anlamlara gelecek fikirler açıkladığında, dün söylediklerinin tam tersini yaparak, TSK yı savunmaya geçip, aşağıdaki sözleri söyleyenler, acaba bu sözlerinde ne kadar samimidirler?


(Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına, ağza alınmayacak hakaretler yapmak açık söylüyorum zavallılıktır.)


Bu düşünceye yürekten katılıyorum, TSK ya layık olmadığı sözleri söyleyenler, onları küçük düşürenler ZAVALLIDIRLAR. Ama daha önce ki silahlı kuvvetler farklımıydı? Bu güvene, bu övgüye bu savunmaya laik değil miydiler de, bugün çok üzücü bir durumdalar? Silahlı kuvvetlerimiz, dünde bugünde bizlerin göz bebeğiydi. Dün neyse bugünde aynı insanlar. Birkaç kişinin değişmesi, emekli olması bir bütünü farklılaştırmaz. Yapılan yanlışlar varsa bunlar kişiseldir, tümünü asla bağlamaz. Dün söylenenleri bizler unutmadık, bugün onlara yapılanları da gözlerimizle görüyoruz, şahit oluyoruz, yapılanları unutmamızda zaten mümkün değil. Peki, bu sözler, TSK yı savunur görüntüsü vermenin ardındaki düşünce ne olabilir? Doğrusu söyleyecek çok şeyler var. Her şey zamanı geldiğinde, su yüzüne çıkacaktır. Allah ın adaletinden kimse kaçamaz.


Hatırlarsanız Sayın Başbakanımız, bedelli askerlik için ne demişti seçimden önce?

(Ben Tayyip Erdoğan olarak, böyle bir sorumluluğunun altına giremem. Parası olan var, olmayan var. Parası olan bastıracak kurtulacak, parası olmayan askerliği yapacak. Seçimden sonra referanduma götürürüz.)


Peki, seçimden sonra ne oldu? Tüm söylenenler unutuldu ve parası olan bir gün bile askerlik yapmadı. İşte bizleri yönetenler, işte halkımızın tepkisizliği. Bu tür davranışlar acaba eğitimli, bilinçli, kendisini yönetenleri özgür iradesi ile seçen toplumlarda olur mu? Yorum sizlerin. Neye layıksak, Allah onu verecektir.


İçinde bulunduğumuz durumun, tedirgin edici düşündürücü haline, bir örnek daha vermek istiyorum. Ülkemizin de kabul ettiği, Kredi derecelendirme kurumu, şöyle bir açıklama yaptı ve Sayın Başbakanımız çok sert tepki gösterdi.


(Kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor's'un, Türkiye'nin ''pozitif'' olan kredi notu görünümünü ''durağan'' olarak revize etmesine, Başbakan Erdoğan sert tepki gösterdi. )


Aynı kuruluş, geçmişte ülkemizin notunu çok daha kötü durumlardan, daha yüksek konumlara getirmiş ve bu kuruluşun verdiği notlar, değerlendirmeler hükümet ve bazı basın kuruluşları tarafından, çok olumlu delil olarak gösterilmişti halka hatırlarsanız. Ama bazı kesim tarafından hayretle karşılanıp, tıpkı Başbakanımızın bugün söylediği gibi, siyasi bir karar diyerek, ne değişti de notumuz yükseldi, diye itiraz edenler olmuştu.


Peki, bu kuruluşun ülkemizin notunu indirmesini, Sayın Başbakanımız nasıl karşıladı ve ne tür bir üslupla cevap verdi dersiniz? Basından alıntılar yaparak, hatırlatmak istiyorum.


(Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Standart&Poors'un Türkiye'nin kredi notunu pozitiften durağana çevirmesiyle ilgili olarak, ''Bu tamamen ideolojik bir yaklaşım. Bunu kimse yutmaz. Bunu sen Tayyip Erdoğan'a yutturamazsın'' dedi.


''Standart&Poors bir açıklama yaptı. Ben bunu çok garipsedim. Neden derseniz, pozitifte olan Türkiye durağana indi. Neye göre sen bunu durağana indiriyorsun? Çünkü belli bir süre pozitifte kalan bir ülkeyi artırması gerekirken, bakıyor ki Türkiye'yi artırırsam ideolojik olarak bu bize sıkıntı doğurur. Biz bunu durağanda tutalım


Bu hesabı biz de az çok biliyoruz. Şu anda alan el, olmayan veren el olan bir Türkiye var. Sen bu Türkiye'nin kalkıp da kredi notunu durağana indirirsen, bunu yemezler. Ve bunun bedelini 'Ben artık seni kredi kuruluşu olarak tanımıyorum' demek suretiyle açıklarız.)



Tüm söyledikleri doğru olabilir. Yani siyasi amaçlı yapmış olabilirler. Çünkü onlardan beklenir. Peki, daha öncede Türk toplumu işsizlikle, açlıkla mücadele ederken, hiçbir şey değişmemişken kredi notunun birden bire yükselmesini, neden övgüyle topluma anlattınız ve bunu örnek gösterdiniz? Artan ihracatın, halkın cebine ne faydası oldu? Ya ihracattan fazla yapılan ithalatı, nasıl açıklayacaksınız?


Ülkesinde yatırım olmayan, bol ve ucuz üretim yapamayan ülkeler, ithal etmekten başka çaresi yoktur. Bugün kullandıklarımıza bakalım isterseniz, acaba hangisi Türk malı? Daha da ilginci, üzerinde Türk malı yazanların içinde, Çin malı olduğunu görmemiz, bizlerin ne halde olduğunu çok iyi özetliyor. Başkalarına kızmak yerine, önce yaptıklarımızı gözden geçirelim.


Kalkınma hızında, ülkeler arasında neredeyse ilk sıralara geldiğimizi açıklayan hükümet, acaba ne kadar samimi? Kalkındık ama toplum olarak, hala işsizlikte öndeyiz. Kalkınan halk mı, yoksa küçük bir azınlık mı? Enflasyonu rakamlar ile oynayarak düşürdüğümüzde, ortaya çıkan acıklı tabloyu, halk fark etmiyor mu sanıyorsunuz?


Kapitalist yönetimin çöktüğünü, hala fark edemeyenlere söyleyecek sözüm yok. Amerika zorlukla ayakta duruyor. Avrupa can çekişiyor. Ama bizler hala onların peşi sıra giderek, ne derece yanlış bir yol izlediğimizin farkında bile değiliz.


Toplumun genel çoğunluğunun aldığı ücret, fakirlik sınırının da altında. Sendikaların sözü bile geçmez oldu. Çünkü ülkemizde sendikalı işçi kalmadı da ondan. Devlet eliyle güvencesiz bir toplum yaratıldı. Sözleşmeli memur, sözleşmeli işçi adı altında. İşverenin ya da devletin, bir tek sözü ile işten atılan, bir toplum olmakla mı övünüyoruz? Bumu bizlerin kurmaya çalıştığı adaletli, huzurlu düzen?


Geçen gün 1 Mayıs işçi bayramı kutlandı. Ben işçi olsam, işçi bayramını geçmişte olduğu gibi, mutlu ve coşkulu kutlamazdım. Çünkü artık ülkemizde işçi diye bir sınıf neredeyse kalmadı. İşçi sınıfının adı bile anılmıyor. Siz hakkını aramak için, greve giden bir iş yerini duydunuz mu? Duyamazsınız buna yeltenenler, hemen susturuluyor engelleniyor. Hakkını aramaya kalkanlarda hemen işten atılıyor. İşçi kardeşlerimiz, 1 Mayısı YAS günü ilan etmelidirler. Çünkü artık işçi sınıfı, ne yazık ki can çekişiyor. Bu acı ve keder ortamında, yapılan haksızlıklar karşısında, bayram değil ancak YAS tutulur.


Sayın Başbakanımızın, derecelendirme kuruluşuna verdiği cevapta, asıl yadırgadığım üsluptur. Bu üslup, gerçekten ülkemiz halkını korkutuyor, ürkütüyor. Bırakın ülkemizin halkını tedirgin ettiğini, artık Dünya farkına vardı, onları da ürkütüyor.


Sayın Başbakanımızın verdiği bu cevabın, bir cümleyle özeti, benim istediklerimi söylemediğiniz an, sizi yok sayarım. İşte bizleri yönetenlerin, rakipsizliğinin, denetimsizliğinin, kontrolsüz gücün tek elde toplanmasının yasama, yürütme ve yargı erklerinin, özgür olmamasının getirdiği büyük tehlike. Allah yardımcımız olsun.


Başbakanımızın bahsettiği kredi kuruluşu şimdide, geçmişte de siyasi kararlar vermesi muhtemeldir, bunda hiç şüphe yok. Geçmişte notumuzu yükselten aynı kuruluş, acaba birden bire neden yükseltti notumuzu diye neden sormadık, araştırmadık? Siyasi amaçlarla yükseltmiş olamaz mı? On yılda, toplum içinde işsizliğe çare mi bulundu? Devlet hangi yatırımları yaptı, sattığı kitler karşısında? Yaptıkları yollarla övünenler, toplumun sofralarına koyacak lokmaların, nasıl eksildiğinin farkında mı acaba. Emekli, memur, işçi daha refah mı yaşıyor düne göre? Hastanelerde tüm sorunlar mı çözüldü, yoksa sorunlara yeni problemler eklenerek, koskoca bir dağ mı oluştu. Adalet mi sağlandı bu ülkede, yoksa korku imparatorluğumu çöktü toplumun üstüne?


Ülkemiz de kalkınma hızının arttığı ile övünenler acaba halkın, işçinin, memurun refahının, alım gücünün arttığını söyleyebilirler mi? Toplumda mutlu azınlığın arttığını, zenginin daha zengin olduğu, fakirin daha fakir bir yaşam sürdüğünü bizlerin göremediğini mi zannediyorlar? Belki toplumun bir kısmını, geçici olarak herhangi bir nedenle aldatabilirler, ama onlarda bir gün Allah ın izniyle, her şeyin farkına varacaklardır. Allah ın adaletinden kimse kaçamaz.


Kredi derecelendirme kuruluşuna verilen cevap, aslında çok düşündürücü ve ibret dolu düşünene, düşünmek isteyene. İşimize geldiğinde bu kuruluşu kabul edeceğiz, işimize gelmediğinde, onu tanımamakla tehdit edeceğiz. Ne yazık ki bugün ülkemizin her safhasında aynı politika uygulanmaktadır. Böyle bir politika, elbette bir gün iflas edecektir. Hiç kimsenin yaptığı adaletsizlik, yanına kar kalmamıştır.


Bizler ne geçmişten, nede yaşadıklarımızdan ders almayan bir toplum olduk. Elbette bunun nedenleri vardır. En önemli nedeni eğitimsizlik ve düşünmeyi, karar vermeyi başkalarına bırakmamızdan kaynaklanmaktadır. Allah özgür iradeyi ve aklı bizlere vererek, akıl, mantık ve Kur’an ın önerileri ile yaşamamızı ister bizlerden. Ama bizler aklı ve Kur’an ı bir kenara bırakıp, akılla Kur’an ı anlayamazsın mantığıyla yaşadığımız içinde, doğruyu bulmakta zorlanır bir toplum olduk. Aklını kullanmayanlara da ibretlik bir cevabı vardır Yaradan ın. Yunus suresi 100. ayetinde şöyle uyarır bizleri.


(Akıllarını güzelce kullanmayanları, Allah pislik içinde bırakır.)


Bizler ne yazık ki, ne geçmişte söylediklerimizi hatırlarız, nede bugün yaptıklarımızı geçmişimizle kıyaslarız. Bir rüzgârın etkisiyle savrulur gideriz toz misali. Sizlere bir örnek daha vermek istiyorum. Birçok internet sitelerinden ulaşabileceğiniz bir bilgiyi sizlere, bugün yaşadığımız güncel bir konuyla karşılaştırmanız için tekrar hatırlatmak istiyorum. Hatırlatmamın nedeni, bizleri yönetenlerin izledikleri yol ve takındıkları tavrın, farkına varmamız adınadır.


Önce sizlere Fatih Sultan Mehmet in bedduası başlığı altında, bugün anlatılan bir rivayeti nakletmek istiyorum. Söylediğim gibi bu bir rivayet, doğru olup olmadığı tartışılır. Naklettiğim rivayet, Sayın Başbakanımızın belediye başkanlığı zamanında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi kaynaklı ve daha da dikkat çekici olanı, bu bilginin, kitabın ön sözünün Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan a ait olması. Lütfen dikkatle okuyunuz.



BEDDUA

''Fatih İstanbul'u alıp da, alayla Ayasofya önüne geldiği zaman, derinden derine bir inilti işitti. Sesin geldiği tarafa bir adam gönderdi.

Sakalları uzamış, hali perişan bir keşiş bulup getirdiler. Huzura çıkardılar. Korktu, teskin ettiler.

Niçin hapsedildin diye sordular? Keşiş fala baktığını ve kuşatma hazırlıkları sırasında Konstantin'in kendisini çağırıp, İstanbul'u Türklerin alıp almayacağını bildirmek için, remil atmasını söylediğini, remilde İstanbul'un Türklerin eline geçeceğini söylemesi üzerinde de, Konstantin’in kızarak onu zindana attırdığını hikâye etti ve şimdi karşınızda bulunuyorum, demek ki falım doğru imiş.

Bunun üzerine Fatih de İstanbul'un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair remil atmasını ve doğruyu söylerse, ödüllendirileceğini bildirdi.

Keşiş remil attı ve şöyle dedi:

- İstanbul Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak, lakin öyle bir zaman gelecek ki emlak ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak.

Bu falın bildirdiği sonuçtan büyük üzüntü duyan Fatih ellerini kaldırarak, İstanbul'da edindiğim yerleri ecnebilere satanlar, Allah'ın gazabına uğrasınlar!' diye beddua etti.''

Kaynak şudur: A. Süheyl Ünver - "İstanbul Risaleleri"

Yayınlayan: İstanbul Büyükşehir Belediyesi

Önsöz: Recep Tayyip Erdoğan



Yukarıdaki rivayetin, doğru olup olmadığını elbette bilemeyiz. Şahsi düşüncem Fatih gibi çok özel bir insanın, fala baktırarak konuşacağına ben inanmıyorum. Peki, bu örneği neden verdim. Önemli olan rivayetten kıssadan hisse çıkarmaktır. İstanbul Belediye Başkanlığı zamanında, Sayın Başbakanımız, bu anlatılana o zaman inanmış olmalı ki, Belediyenin yayınladığı bir kitapta bu rivayete yer vermiş. Bizzat Sayın Başbakanımız da önsözünü yazarak, topluma sunmuş, yayınlamış olması önemlidir.


Sayın Başbakanımız, eğer yine bizleri yöneten diğer Başbakanlarımızdan örnek alarak, dün dündür bugün bugündür diyerek, geçmişte düşündüklerine ve inandıklarına bir sünger çekiyor da, bugün ben çok farklıyım diyorsa, bu söylediklerim meclisten dışarı. Yok, eğer geçmişini inkâr etmiyor ve söylediklerine sahip çıkıyor ve inanıyorsa, sanırım Fatihin yukarıdaki rivayetine de önem veriyor demektir.


Bu durumda, bu hükümetin çok yakında çıkardıkları ve güncelliğini koruduğu, yabancılara arsa ve mülk satışını genişleterek, satışına izin verdikleri kanunu, bir kez daha düşüneceklerini, gözden geçireceklerini umut ederim. Gözden geçirmeyenlere de, Fatihin bedduasını hatırlatırım.



Fatih, peygamberimizin övgüsüne mazhar olan bir liderdi. Tahminlerini fallara, büyülere bağlayarak söyleyeceğine ihtimal vermiyorum, bu bizim inancımıza da uymaz. Ama gelecekte İstanbul un topla tüfekle yıkılamayacağını, ancak yanlış siyaset güden liderlerin hataları ile el değiştireceğini, hikâyede anlatılan keşişten, çok daha iyi, Fatih in tahmin edeceğine inanıyorum. İnşallah bu kıssadan bir hisse alırız.


Toplum olarak, bazı gerçeklerin farkına varamamanın acısını yıllardır çekiyoruz. Lütfen artık farkında olalım. Bizleri topla tüfekle yıkamayanlar, ülkemizi farklı yollardan ele geçirmenin planlarını yapıyorlar.


Bizleri yönetenlere, özellikle Sayın Başbakanımıza sesleniyorum. Bizim bizden başka dostumuz yoktur. Ne Amerika nın, nede Avrupa nın oyunlarına gelmeyiniz. Onlar vaat ettiklerinden, işlerine gelmediğinde hemen cayarlar.


Sen onların inançlarına tabi olmadıkça, onlar da senin yanında, senden yana asla olmazlar. Bu uyarıları lütfen hatırlayalım. Bu uyarılar Allah katından geliyorsa, bunun nedenlerini dikkatle düşünmeden hareket edersek, toplum olarak hüsrana uğrayacağımızı, çok acılar çekeceğimizi unutmamalıyız.


Liderler tarihe iki şekilde geçerler. Birincisi lanet ve nefretle anılan bir lider olarak, ikincisi toplumuna, halkına adaletle hükmeden, onlara mutlu ve huzurlu bir ortam hazırlayan bir lider olarak. Dilerim bizleri yönetenler, tarihe toplumunu adaletle yönetip, huzuru ve mutluluğu getiren, iyi hatırlanan liderler arsında olurlar.


Ülke olarak çok zorlu bir imtihandan geçiyoruz. Rabbim cümlemize yardımcı olsun inşallah. Dilerim toplum olarak gönül gözleri açık, aklını, mantığını, özgür iradesini bizzat kendisi kullanan, Rabbin halis kullarından oluruz.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta
Per May 10, 2012 9:02 am
 
Foruma git
Konuya git
cron