15 sonuç bulundu

Geri dön

Re: NEDİR BU SOZDE ERMENİ SOYKIRIMI?

[b][/b] Hacegan emeklerine sağlık paylaşım için tşkler[color=#000080][/color]
efe_19
Pts Oca 23, 2012 3:48 pm
 
Foruma git
Konuya git

NEDİR BU SOZDE ERMENİ SOYKIRIMI?

Evet sevgili Sanalkahve dostları..! Yine gündeme gelen, durmadan pişirilip pişirilip önümüze konulan Ermeni soykırım iddiaları hakkında birkaç lakırdıtı da biz yapalım, birkaç satırda biz yazalım dedik. Nedir, ne değildir bu iddialar ? Buz dağının su altında kalan görünmeyen kısmını biraz görelim, gösterelim istedik... Gerçi tarihi ve siyasi olarak çok derin ve uzun bir konuyu, öyle üç beş sayfada anlatmak, irdelemek mümkün değil ama en azından dikkat çekelim, birkaç damla yürek suyuda biz dökelim dedik. Şimdiden sürç-ü lisan eder isek affola.

Bilindiği üzere Ermeni tehcirinin “soykırım” olduğunu daha önce kabul eden Fransa, bu sefer bir adım daha ileriye giderek ; Fransa meclisinde yapılan oylamada “soykırım”ın inkarının suç sayılması için ceza verilmesi yönündeki yasa teklifini kabul etti. ”Ermeni soykırımı yoktur” diyenler cezalandırılacak. Ayrıca Ermeni derneklerine dava açma hakkı veren yasa teklifi de kabul edildi. Yasaya göre, “soykırımı” inkar edenlere bir yıl hapis cezası ve 45 bin Euro para cezası verilecek. Unutulmasin ki Fransa, sözde “Ermeni soykırımı”nı 2001 yılında resmen kabul etmişti. Bugün kabul ettirmeye çalıştıkları yasa teklifini daha önceleride geçirmek istemişlerdi. Fransa meclisi, 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarının inkarının suç sayılmasını öngören bir yasa teklifini zaten 2006 yılında onaylamıştı. Ancak o zaman Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, menfaatleri gereği bu teklifin senatoya gelmesini engellediği için teklif yasalaşmamıştı.

Diğer yandan demokrasinin adresi olarak gösterilen ülkelerden bir olan Fransızların meclisinde komedi gibi bir oylama var. Oylama sırasında salonda yaklaşık 50 vekil bulunuyordu. Bu da 577 üyeli meclisin yüzde 10′una bile denk gelmiyor. Peki şimdi ne olacak ? Bu komedinin sonraki perdelerinde neler sahnelenecek ? Normal prosedür şu ; Meclisten geçen yasa tasarısı, şimdi senatoya gönderilecek. Tasarı senatoya geldiğinde “değişiklik önergesi verilmeden” geçerse yasalaşabilecek. Değişiklik önergesi verilirse yeniden ulusal mecliste ele alınacak. Parlamento, yasayı görüştüğü akşam, 9 Ocak’a kadar sürecek Noel tatiline girecek. Bu tarihte parlamentodan geçen yasa senatoya sevk edilecek. Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle her iki meclis de 22 Şubat’ta yeniden tatile girecek. Yasa bu tarihe kadar yetişmezse geçersiz kalacak. Umarız yetişmez...

Fransa soykırım yasasını kabul etmiş, edecekmiş ! Bir panik, bir seferberlik ! Yahu zaten kaç yıldır fiilen uygulanmıyor muydu bu iddia ettikleri şeyler ? 20 den fazla ülke zaten kabul etmedimi sözde “soykırım” iddialarını. Hatta İsviçre’de 2003-2007 yılları arasında yaşanan 3 olayda hapis ve para cezası bile verilmedimi “soykırım yoktur” diyen vatandaşlarımıza. Ermeni diasporasının en güçlü olduğu Arjantin’de 10 a yakın “ soykırım anıtı” dikilmedi mi meydanlara, ne çabuk unuttuk !! Uruguay’da 24 Nisanda televizyon ve radyoların yayın akışlarının bir bölümünü, kanunen zorunlu olarak sözde soykırım programlarına ayırmak zorunda olduğunu biliyormuydunuz ? Ya Arjantin’de okul müfredatlarında sözde "soykırım" konusunun yer aldığını !! Daha bir sürü örnek var ama uzatmayalım… Bakın şimdiye kadar hangi ülkeler, hangi yıllarda bu iddiaları kaç kez kabul edip geçirmişler parlamentolarından ! Detaya girmeden sadece isimlerini vererek geçiyoruz... İşte Buyrun ;

Uruguay (1965, 2004, 2005), Güney Kıbrıs Rum kesimi (1982), Arjantin (1993, 2003, 2004, 2005, 2006, 2007), Rusya (1995, 2005), Kanada (1996, 2000, 2004), Yunanistan (1996), Lübnan (1997, 2000), Belçika (1998), İtalya (2000), Vatikan (2000), Fransa (2001), İsviçre (2003), Slovakya (2004), Hollanda (2004), Polonya (2005), Almanya (2005), Venezuela (2005), Litvanya (2005), Şili (2007).

Tüm bu ülkelere ek olarak bakın daha kimler var ;

*Avrupa Parlamentosu ; 18 Haziran 1987’ de aldığı kararla, 1915-1917 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde yaşayan Ermenilerin karşılaştığı trajik olayların BM’nin insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili 1948 tarihli kararı uyarınca "soykırım" tanımına uyduğunu bildirdi.
*Mercosur Parlamentosu ; Güney Amerika ticaret örgütü MERCOSUR’un 19 Kasım 2007 tarihindeki parlamenterler toplantısında, "Ermeni soykırımı" kınandı ve tanımayan ülkelere tanıma çağrısı yapıldı. O dönemde MERCOSUR’ a Brezilya, Arjantin, Uruguay ve Paraguay üyeydi.
*Galler ; Galler Başbakanı Carwyn Jones, 29 Ocak 2010’ da Holokost’u anma günü için düzenlenen törenler sırasında sözde "Ermeni soykırımını" tanıdığını açıkladı. Büyük Britanya’ya bağlı dört ülkeden biri olan Galler hükümeti 2002 yılında sözde Ermeni soykırımını resmen tanımıştı.
*Kuzey İrlanda – İskoçya ; Birleşik Krallık Parlamentosu’nda İskoçya ve Kuzey İrlanda milletvekillerinin büyük çoğunluğu 16 Ocak 2010’daki oylamada "Ermeni Soykırımı"nı tanıdı.
Katalunya Özerk Bölgesi ; İspanya’daki özerk Katalunya bölgesinin parlamentosu, Mart 2010’da onayladığı bir kararla, Ermeni iddialarını kabul etti.
*ABD ; ABD’de şu ana kadar Ermeni iddialarını tanıyan sayısız yasa tasarısı Kongre’ye sunulmuş olsa da süreci tamamlayarak yasalaşmayı başaran olmadı. ABD’nin eski Başkanı Ronald Reagan, şu ana kadar başkanlığı sırasında 1915 olaylarını "soykırım" olarak tanımlayan ilk ve tek başkan. ABD’de özel statüye sahip başkent District of Columbia’yla birlikte sayısı 51 olan eyaletlerin 42’ si ise iddiaları tanımış durumda. Son olarak 7 Nisan 2009’ da Hawaii eyaleti iddiaları tanıdı.
Eh artık ! sırada Mars, Jüpiter, Venüs parlamentosu falan vardır herhalde...

Nedir bu Ermeni meselesi adı altında tezgahlananlar ? Nedir bu adamların dertleri ? Gelin isterseniz tarihin arka bahçesinde birazcık dolaşalım, ne dersiniz .!!

Osmanlı Devleti zayıflamaya başlayıp, hemen her konuda Avrupa’nın müdahalesine maruz kalınca, Türk - Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Batılı ülkeler Osmanlı Devleti’ni bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için Ermenileri Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir. Özellikle Avrupa’nın bazı büyük devletleri "ıslahat" adı altında bir yandan Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri, Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır. Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni Kiliseleri’nin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Batılıların özellikle misyoner din adamı kisvesinde, Osmanlı devleti içine soktuğu provokatörlerin faaliyetleriyle Ermeniler ; dini, kültürel, ticari, sosyal ve siyasi açılardan Türk toplumundan uzaklaştırılmıştır.

Islahat Fermanı ile Müslümanlar ve Gayr-i Müslimler eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Rusya’dan "işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını" talep etmişlerdir. Bu isteklerle birlikte Ermeni sorunu ilk kez ortaya çıkmaya ve uluslararası bir şekil almaya başlamıştır.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Ayastefanos Anlaşması’nın Osmanlı Devleti’nce kabullenilmek zorunda kalınan 16. maddesi şöyledir ;
"Ermenistan’dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti’ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder".

Anlaşmanın bu hükmü, "Ermeni Sorunu"nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve "Ermenistan" diye bir bölgenin varlığından söz edilmesi yönünden büyük önem taşımaktadır.

1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi de Ayastefanos Anlaşması’nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir ;

"Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir".
Berlin Antlaşması’nın bu hükmü ile Türk-Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilmesi hakkı tanınmış olmaktadır.

Böylece Ermeniler, Ruslar ve İngilizler tarafından kullanılmaya başlanmış ve İngiltere’nin elinde Rus yayılmacılığına karşı bir ileri karakol vazifesi görmüşlerdir. İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni Sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı Devleti’ni yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve yalanları da işte bu politikanın propaganda ürünüdür ..!

1915 yılında "Tehcir" yani yer değiştirme uygulaması Ermeni çevreleri ve hasım devletlerce "Ermeni katliamı ve soykırımı" olarak adlandırılmış ve Osmanlılara karşı büyük bir propaganda kampanyası başlatılmıştır. Oysa soykırım ; “ırk, milliyet, etnik ve din farklılıkları nedeniyle insan gruplarının yok edilmesi”dir. Soykırım dendiği zaman Nazilerin, Yahudilere ve diğer etnik gruplara karşı giriştikleri kitlesel kıyım akla gelir. 1939-1945 yılları arasında 5-6 milyon Yahudi, 3 milyondan fazla Sovyet savaş tutsağı, birer milyondan fazla Polonya ve Yugoslavya sivil halkı, 200.000 civarında Çingene ve 70.000 özürlü insanın canına kıyılmıştır. İşte soykırım budur..!

Bunlara ilave olarak, Birleşmiş Milletler’in önleyici yönde sözleşmesi olmasına rağmen, modern çağda da sayısız soykırım olayı görülmüştür.

Örneğin, bizzat olayın kahramanı 2 emekli Fransız generalin Le Monde’da yayınlanan itiraflarına göre ; Fransızlar 1954-1962 yılları arasında Cezayir’de en az 1 milyon Cezayirliyi katletmiş, 1965-1966 yıllarında Endonezya ordusu bir milyon komünisti ve ailelerini öldürmüş, 1975-1979 yılları arasında Kamboçya’da Kızıl Kmerler 1.7 milyon Kamboçyalı’yı katletmiş, 1994’ de Ruanda’da 500 Bin Tutsi, Hutular tarafından öldürülmüş ve nihayet 1991’ den sonra Bosna-Hersek ile Kosova’da on binlerce Müslüman Sırp vahşetine maruz kalmıştır.

Soykırım suçu, gerçek anlamda bu olaylarda işlenmiştir. Ermeni iddialarının ve yalanlarının aksine, 1915 yılında Doğu Anadolu bölgesindeki Ermenilerin daha güvenli topraklara göç ettirilmesi uygulaması, Ermenilerin ve cephelerin güvenliğini sağlamaya yönelik bir harekettir ve soykırımla hiç bir ilgisi yoktur. Ermenilerin Doğu Anadolu’da savaş ve göç sırasında kayıplar verdikleri doğrudur. Ancak bu kayıplar, Doğu Anadolu’da yaşanan savaş ve isyanlar nedeniyle asayişin sağlıklı olarak sağlanamaması, araç, yakıt, gıda, ilaç yetersizliği, ağır iklim koşulları ile tifüs gibi salgın hastalıklar nedeniyle meydana gelmiştir. Hiçbir şekilde kasıtlı ve planlı bir katliam söz konusu değildir.

Aslında Ermeniler, geçmişte hakimiyeti altında yaşadıkları devletlere ihanetlerinden dolayı bir çok kez buna benzer göç hareketlerine tabi tutulmuşlardır. Sasaniler 379’ larda 70.000 Ermeni’yi İran’a, Bizanslılar 1025’ lerde Doğu Anadolu’daki 40.000 Ermeni’yi Sivas ve Kayseri’ye, Memluklar 1250’ lerde 10.000 kadar Ermeni’yi Mısır’a, 1743’ de İranlılar 24.000 Ermeni’yi İran içlerine ve 1777’ de Kırım’ı işgal eden Ruslar bölgedeki binlerce Ermeniyi steplere sürmüştür.

Geçmişte Osmanlı devleti, bugün de Türkiye, bu jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı çeşitli entrikaların çevrildiği bir alan olmuştur. Osmanlı devletini parçalayarak tarih sahnesinden silmek isteyen sömürgeci devletler, bu entrikalarında yüzlerce yıldır Türklerle dostça yaşayan Ermenileri kullanmışlardır. Tarihte olduğu gibi günümüzde de, Ermeni toplumu üzerinden siyasi ve ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler bulunmaktadır. Gerçekte tarihçilere bırakılması gereken bu konular, maalesef siyasetçilerin elinde çıkar aracı haline dönüştürülmektedir.

Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu’nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu’ya girişlerinden sonra Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici anlayış ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, “Ermenilerin altın çağı” olmuştur. Osmanlı devletinin çalışan, liyakatli, dürüst ve becerili her vatandaşına sağladığı imkanlardan gayr-i müslimler içinde en çok faydalananlar Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış olduklarından dolayı "millet-i sadıka” olarak kabul edilmişlerdir. Bu çerçevede Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan devlet kademelerinde önemli görevlere yükselenler, hatta Bayındırlık, Bahriye, Hariciye, Maliye, Hazine, Posta-Telgraf, Darphane Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar olmuştur.

Osmanlı devleti, Birinci Dünya Savaşı içinde, Ermeni isyanının yoğun olduğu Doğu Anadolu’da, bir yandan cephede Rus ordularıyla ve Rusların yanında yer almış olan Ermeni kuvvetleriyle savaşmak zorunda kalmıştı. Diğer yandan da cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan, ordunun ikmal tesislerine ve konvoylarına saldıran Ermeni çeteleri ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Anadolu dışında kurulan Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi örgütler, halkı silahlı ayaklanmaya sevk etmişlerdir.

Ayrıca Osmanlı hem cephede hem de cephe gerisinde savaşmak durumunda bırakılmasına rağmen, 9-10 ay, cephe gerisindeki önemli tehlikeyi “mahalli tedbirlerle” çözüme ulaştırmaya çalışmıştır. Bu arada, 24 Nisan 1915’te, cephe gerisinde faaliyette bulunan Ermeni komitecilerine yönelik bir operasyon yapmış ve vatana ihanet eden 2345 komiteciyi tutuklamıştır.

Komitecilerin dışında özellikle Rus sınırına yakın bölgelerdeki Ermeni halkın da devlete isyan halinde olduğunu görünce, son çareye başvurmuş ve bölgedeki Ermenilerden sadece isyan hareketine karışanları savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine “sevk ve iskâna”, o dönemdeki ifadesiyle “tehcir”e tabi tutmuştur. Ermenistan ile bir takım siyasi ve ekonomik çıkarlar için Ermenileri kullanan bazı devletler, yer değiştirme uygulamasını ve 24 Nisan’daki tutuklamaları bir “soykırım” gibi göstermek ve dünya kamuoyunu bu konuda ikna etmek için yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişlerdir.

Bütün bu gerçeklere rağmen, sözde soykırım iddialarını gündemde tutmak için olağanüstü gayret sarf eden Ermeni komiteleri, terör eylemlerine yönelmişlerdir. 1965’ ten sonra, çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin, Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyasıyla dünya ve Türkiye kamuoyunda varlığını hissettiren sözde Ermeni Sorunu, 1970’ li yıllardan itibaren yurtdışındaki Türk temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine dönüşmüştür.

27 Ocak 1973’ de ABD’nin Santa Barbara kentinde, Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir’i katletmesiyle başlayan Ermeni Terörü, 1975’den itibaren 1915 öncesinde olduğu gibi Örgütlü bir yapıya bürünmüştür. 1983 yılına kadar Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39’ u silahlı, 70’ i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda 42 diplomatımız ile 4 yabancı hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır.

Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980’ li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında PKK sahneye çıkarılmış ve Asala-Ermeni terörü geri plâna çekilmiştir. Belgeler, Bekaa ve Zeli kamplarında ASALA ile PKK militanlarının birlikte eğitim gördüklerini ortaya koymuştur.

Ermeni komiteleri, sözde iddialarını Ermenistan devletinin açık desteği ve Ermeni Diasporası aracılığıyla sürdürmeye devam etmektedirler. Amaçları, sözde iddialarını tüm dünyaya “Tanıtmak”, Türkiye’yi bu temelsiz iddiaları “Tanımak” zorunda bırakmak, sözde soykırımdan dolayı Türkiye’den "Tazminat" ve "Toprak" almak ve "Büyük Ermenistan" rüyasını gerçekleştirmektir.

Buraya Dikkat !! 1915 deki sözde “Soykırım" iddialarının 100. yılına 3 yıl var. Dediğimiz gibi hedef "3T" idi ; Yani “Tanıma”, “Tazminat”, “Toprak”... Soykırım iftirasını “Tanıtmayı” AB üstlenmiş, "Tazminatı" ABD... "Toprak" için zaten Lübnan’da emlak ve tapu ofisleri harıl harıl çalışıyor… Haydi hayırlısı ! Biz halen cumhurbaşkanlığının görev süresini tartışalım, açlıktan değil ama gafletten yürekleri kokan birçok milletvekillerinin az buldukları maaşlarını konuşup duralım…

Peki şimdi gelelim bam teline... Aklınız neredeydi diye, şimdi sormak lazım birilerine ;

-2007’de dönemin Ermenistan Dışişleri Bakanı Oskanyan ; "Sınırların açılması ve diplomatik
ilişki kurulması konusunda cumhurbaşkanınız, bizimle aynı düşünüyor" iddiasında
bulunduğunda,
-Cumhurbaşkanımızınl Erivan’a gidip "Ermeni jargonunun değiştiğini" açıkladığında,
-Ermeni protokolleri imzalandığında,
-Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın ; "Er ya da geç soykırım anıtı önünde diz
çökecek Türk liderler olacak" sözlerini sükunetle karşıladığınızda,
-Sarkisyan’ın Hocalı katliamına bizzat katıldığını Meclis Başkanı Çiçek’in ağzından
duyurduğunuz halde Hocalı için Meclis’te "soykırım" kararı almayı düşünmediğinizde,
-Mahkemelerdeki davalar devam ettiği halde siyasi talimatla "azınlık mülklerini" iade ettirip
bu mülkler konusunda en önemli otorite olan Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel
Müdürlüğü’nü kapattırdığınızda,
-Obama Çankaya Köşkü’nde: "Soykırım konusunda görüşlerim değişmedi" dediğinde,
-Obama’nın "ilk uluslararası diplomatik çabasında başarısızlığa uğramaması" gerekçesiyle
Fransa’nın, NATO’nun askeri kanadına dönüşünü veto etmediğinizde,
-Sarkozy "Haçlı seferi" deyip Libya’ya saldırdığında, siz de buna NATO vizesi verdiğinizde,
-İngilizler Libya’ya gidip tüm arşivine el koyduktan sonra Kaddafi’nin vahşice linçine
seyirci kaldığınızda,
-Geçen yıl Baskın Oran’ın Paris’te yaşayan kızının adaylığı ; "Soykırım yapılmıştır"
demediği için engellenirken ona sahip çıkmadığınızda,
-ABD’de açılan tazminat davalarında Ziraat Bankası ve Merkez Bankası’na gönderilen
tebligatları aldığınızda,
-ABD’deki Ermeni örgütü, Dışişleri Bakanı Clinton’a mektup yazıp, "müze yapılan
eserlerinin iadesini" istediğinde Clinton’un: "Türkiye’ye baskı yapıyoruz" demesine ve
Temsilciler Meclisi’nin "gizli soykırım" tasarısını kabul etmesine sessiz kaldığınızda,
-Dersim için "özür" dileyince AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Füle’den gelen ; "Mazinin
sıkıntılı meselelerini çözmeye yönelik bütün teşebbüsleri memnuniyetle karşılıyoruz"
mesajını anlamazdan geldiğinizde,
-Birkaç ay önce ABD’den gelen bir grup Ermeni işadamının İstanbul’dan sonra Diyarbakır
ve Van’a gidişinde hiç bir art niyet aramadığınızda,
-Diyarbakır’da bulunan Orta Doğu’nun en büyük Ermeni kilisesinin Osman Baydemir’in mali
katkıları ile onarımına başlanmasını, dahası minarelerden yüksek olduğu için yıktırılan
kulesinin aslına uygun yaptırılmasını alkışladığınızda,
-Ahdamar adasındaki ermeni kilisesi restore edilip senenin belli bir günü ayine açılmasına
izin verdiğinizde,
-"Azınlık mallarının" bir kanun hükmünde kararname ile iadesine karar verildiğinde
Lübnan’daki Kilikya Yüksek Makamı Katolikosu I. Aram’ın, Başbakan Erdoğan’a mektup
yazmasının başlı başına ne kadar önemli olduğunu anlamadığınızda,
-Sadece bir kaç ay önce Fransa Dışişleri Bakanı Lüppe’yle "komisyon kurulması" onayı
vererek, kuzuyu kurda teslim ettiğinizde,

Aklınız Neredeydi Acaba ..!! Soruyoruz o birilerine, söyleyin neredeydi Aklınız ..!!


Soykırım görmek isteyen gitsin Fransa’nın Cezayir’de, Ruanda’da yaptıkları baksın önce !! Adam gitmiş sömürmüş, asmış, kesmiş, yıkmış, işgal etmiş... Birde bize ithamda bulunuyor utanmadan..! Biz bir yeri mi işgâl ettik ? Gidip birilerinin kanlarınımı emdik ? Tam tersine topraklarımızda sırtımızdan vurulduk, isyana, katliamlara maruz kaldık..! Atalarımız ne güzel söylemiş “Ayıdan post gavurdan dost olmaz” diye. Birde Boykot yapalım diyorlar ! Bu saatten sonra Fransız malını boykot etsek ne olur, etmesek ne olur !? Yabancı sermaye gelsin diye bu ülkelerin masalarında konsamatrislik yaparken aklınız neredeydi ? Şimdi ülkemizde 100’e yakın markası ve firmasıyla onbinlerce vatandaşımızın çalıştığı Fransız gavurunun şirketlerini, mallarını boykot etsek kaç yazar ! Adamlar bunu hesap etmemişlermidir sanıyorsunuz. Biliyorlar nasılsa bir ay sonra hiç kimsenin umrunda bile olmayacak, her şey eskisi gibi devam edecek. Nerden bulacaklar böyle uyuşturulmuş, büyük bir kısmı hilkat garibesi olmuş bir toplumu... Ha ! bana sorarsanız değil Fransız malına, ismine bile ambargo koyalım derim, ama duygusallığa yer yok bu işlerde, olmamalı da zaten. Attığımız taş ürküteceğimiz Fransız kurbağasına deymeli, yoksa biz bu filmi daha evvelde çok gördük... Bu iş daha çok başımızı ağrıtacağa benziyor.! 130-140 senelik bu meselenin öyle 3-5 boykotla, misillemeyle çözülemeyeceğini herkes bilsin ! Keşke çözülebilse... Ama yinede gönlümüz karınca misali safımızı belli etmekten yana. Yani her türlü boykota tabiki varız. Vatandaş olarak elimizden gelen bu şimdilik. İş bu ülkeyi yönetmeye soyunanlarda. Hani Abdülhamit’in dediği gibi " Tarih tekerrür etmez, hatalar tekerrür eder." Umarım hatalarımızdan ders alır, yapılması gerekenleri yaparız bir an önce...

Sözün özü kısaca Ermeni sorununa bir parmakda biz atalım dedik. Nedir, ne değildir diye kısaca bulup buluşturup paylaşmak istedik. Nacizane çözüm önerilerimizde var elbette, ama bunuda bu işe talip olanlar dile getirsin artık. Yoksa düşünün bir kere ; Dünyadaki 200 ülkede, neredeyse Türk vatandaşının olmadığı bir ülke yok. Sadece Avrupada 5 milyonun üzerinde Türk vatandaşı var. Bizde kuralım bir "Türk Diasporası", olmaz mı..? Olamaz mı ? Çok mu zor yani..!! 3 milyonluk Ermenistan kadar olamaz mıyız sizce... Neyse !! Umarım hassasiyetleri olan yüreklere dokunmuşuzdur da, bir faydamız olmuştur... İktidarı, gücü elinde bulunduranlar da, umarım nasıl bir ateşle oynadıklarının ve nasıl bir vebal altında olduklarının farkındadırlar. Ve umarım gerekli ciddiyeti gösterip gerekenleri de yaparlar.. ama Adam gibi...
Evet sevgili dostlar ! Gönül gözünüz açık, yüreğiniz tetikte olsun. Kalın Sağlıcakla...

Sevgi ve Saygılarımla,Hacegan...
Hacegan__
Pts Oca 23, 2012 7:18 am
 
Foruma git
Konuya git

hayırlı olsun

forum köşesi yenilikleri çok güzel ve kullanışlı ancak 101 oyunuda bir an önce faaliyete geçerse dahada sevinicez.....
Er_kin_
Pts Oca 23, 2012 6:26 pm
 
Foruma git
Konuya git

SEVGİ ŞEFKAT VE TUTKU........

Çevremizdeki evliliklerin temeli genellikle karşılıklı çıkar ilişkilerine dayanır. Sevgi, kaynağını Allah sevgisinden almadığı için bu evlilikler, zamanla hem kadın hem de erkek için ıstırap haline gelir. İnananlar için evlilikte en dikkat edilecek şey; eşlerin Allah korkusunun ve Allah sevgisinin çok derin olmasıdır; takvasıdır.
Kadın ya da erkek Allah’ı çok seviyorsa, Allah’tan çok korkuyorsa, Allah ona bir derinlik ve muhteşem bir güzellik verir. Bu, hem fiziki güzelliktir, hem ruh ve ahlak güzelliğidir.
Karşısındaki insanda, o güzelliği yaşama arzusu uyandıran bir güzelliktir bu. İnanan erkek cennette de birlikte olmak istediği kadınla, o derin sevgiyi birlikte yaşamak için evlenir. Cahiliye erkeği gibi çamaşırını, bulaşığını yıkatmak, yemeğini pişirtmek, ütüsünü yaptırmak ve birlikte olmak mantığıyla evlenmez. Bu düşünce kadın için oldukça iticidir.
İnsan doğduğunda normal bedensel fonksiyonları vardır ancak manevi fonksiyonlar sonradan ortaya çıkmaya başlar. Kur’an’ı, İslam’ı, gerçek anlamda ve çok iyi yaşayan insanda, metafizik özellikler gelişir. Örneğin Peygamber normal bir insanken Peygamberlik görevi ile şereflendiğinde olağanüstü durumlar meydana gelir. Yüzünde, konuşmasında Allah olağanüstü bir etki yaratır. Bakışlarında ve sesinde insan ruhuna ferahlık ve güven veren farklı bir güce kavuşur.
Kur’an’da Yusuf Peygamber (as)’ı gören kadınların bıçakla ellerini kestikleri anlatılır. Hatta kadınlar, onun insan değil ancak bir melek olabileceğini söylerler. Bunun nedeni Hz. Yusuf (as)’ın içindeki Allah aşkı, samimiyeti, aklı ve derinliğidir. İnsanın Allah aşkıyla coşmuş olan ruhu pozitif elektrik yayar; kadını ve erkeği etkileyici kılar. Asıl etki yaratan, güzel ya da yakışıklı olmaları değil, kalplerindeki Allah aşkının yansımasıyla oluşan güzelliktir, sahip oldukları olağanüstü güçtür.
Kadın ve erkek etten, kemikten oluşmuş birer varlık. Kuran’a tam tabi olup, derin Allah korkusu ve derin Allah sevgisi kalplerine yerleşmezse manevi derinlik kazanamaz, et ve kemik olarak kalırlar.
Dinden uzak yaşayan kadın ya da erkek aralarında sorun olduğunda, kendilerini sevdirmek için sürprizler yaparlar. Örneğin erkek bir hediye alır. O an kadın yumuşar, sevgisi artar. Gerçekte bu, kadın için küçük düşürücüdür. Eşinin güzel ahlakından, kişiliğinden, manevi derinliğinden değil de aldığı pahalı hediyeden etkilenmesi, beklenti içindeki erkek için de çıkar gözeten kadın için de sevgiyle ilgisi olmayan bir durumdur.
Sevgi, kaynağını Allah aşkından almalıdır. Zaten Allah gerçek sevgiyi, samimi iman sahibi kullarına yaşatır. Bu yüzdendir ki birbirleri olmadan yaşayamayacaklarını söyleyen çiftlerin sevgisi, bir süre sonra, şiddetli kavgalarla, karşılıklı suçlama ve hakaretlerle sona erer.
Eşi kendisini ütü yapan, bulaşık yıkayan bir makine gibi görüyorsa, kadında sevgi, saygı ve aşk kalmaz, hatta gizli bir nefret meydana gelir. Başlangıçta birbirlerine çekici gelen yakışıklılığı, güzelliği artık göremezler. Evlilik karşılıklı azaba dönüşür. Kavgalar, laf sokmalar, aşağılama ve hakaretler yaşanır.
Bir makalede okuduğum, eşinden dert yanan bir kadının, “Muhammed’im olan erkeğin Hatice’si olurum” ifadesi çok ilginçtir ve kadınların yaşadığı durumu çok açık ortaya koyar.
Müminin evliliğinin amacı; Allah aşkından kaynaklanan tutkuyu yaşamaktır. Tutku, Allah aşkının insan ruhunda meydana getirdiği şiddetli hazdır. İnanan insanın seçtiği kadın onun cennet arkadaşıdır, cennetteki eşidir. Kur’an, mümin erkek ve kadınların, ahirette de eşleriyle birlikte olduklarını haber verir.
Allah rızası için yapılan evliliklerde, derin bir şefkat, merhamet ve gerçek aşk vardır.
Kur’an’da, cennetteki yaşam tarif edilirken buna dikkat çekilir. Cennetteki eşlerden, “gözlerini yalnızca eşlerine çevirmiş ve tutkuyla bağlı” kadınlar olarak söz edilir.
Peygamberimiz(sav)’in, mümin kadınların cennetteki güzelliği ile ilgili olarak kendisine sorulan sorulara şöyle cevap verdiği rivayet olunur:
“Namazları, oruçları ve Allah’a ibadetleri sebebiyle Allah onların yüzlerini nurlandırır, kendilerine ipek elbiseler giydirir. Onların tenleri beyaz, elbiseleri yeşil, ziynetleri sarı, buhurdanlıkları (tütsülükleri) inci ve tarakları altındır. Onlar şöyle söylerler:
“Biz burada ebedi kalacağız. Biz sevimli ve mutluyuz. Asla üzülüp sıkılmayız. Başka aleme göçmeden hep burada kalacağız. Biz bu halimizden memnunuz ve herşeye razıyız. Hiç kimseye kızmaz ve öfkelenmeyiz. Ne mutlu kendilerine eş olduğumuz ve bize eş olan kimselere.” [Gençlik ve Ölüm, s. 422-423].Mevlam neylerse güzel eyler değilmi dostlarım Rabbim her zaman hakkımızda hayırlısını versin inşallah amin ecmain selam ve saygılarımla.Hacegan...
Hacegan__
Pzr Şub 05, 2012 7:35 pm
 
Foruma git
Konuya git

İNANMAYANLAR BİLMEZLER.......

İnsan hayatı boyunca çeşitli mutluluklar yaşar, dünya hayatı ile ilgili mutluluklar hemen herkeste aynı görülür. Ben size inanan insanların yaşadıkları mutlulukları kendim nasıl yaşıyorum anlatmaya çalışacağım…

* Bazı olaylarda, bunu kimseye söylememene rağmen Allah`ın yanında olduğunu hissetmek,
*Birisine dini, Allah`ı anlatırken onun ahiretine etki edebileceğini ve onu kurtarabileceğini hissetmek,
*Herhangi birisinin senin anlatıklarınla veya yazdıklarınla dine daha sıcak bakması ve kulluk vazifelerini yerine getirmeye başlaması,
*Ahireti düşünmek ve cenneti hayal etmek,
*Sevdiklerinle beraber cennette sonsuza dek yaşama hayali,
*Arkadaşlarınla yaptığın din üzerine sohbetler,
*Allah rızasını kazanmak için yaptığın herhangi birşey,
*Birinin sana Allah razı olsun demesi,
*Cuma namazında bir arkadaşınla karşılaşmak,
*Daha önce hiç kimsenin namaz kılmadığını tahmin ettiğin bir yerde namaz kılmak,
*Namaz vaktine son saniyede yetişmek,
*İftar sofraları,
*Her zamanki gibi sıkışık trafikte, insanların iftar vakti ekmeğini suyunu paylaşması.
*Hac ca gittiğin zaman bilhassa o ilk anki duyguların,
*Hac gibi bir borcu ödemenin verdiği haz,
*Malından kazancından vererek hem Allah`ın dediğini yapmak hemde karşındakini mutlu etmek,
*İnsanların tıpkı Allah`ın dediğigibi seni dini yaşıyorsun diye kınamaları,
*Allah`ın Kitabında anlattığı müslüman ve mümin tarifine uyman,
*Allah`ın ayetlerini ve delillerini dünyada gözlemlemek (arının bal yapması, yağmurun yağması gibi)
*Bir sevdiğin veya yakının öldüğünde onun bütün acısını çekmene rağmen inançlı olarak öldüğünü bilmek,
*Karşına çıkan zorlukların imtahan olduğunu bilmek ve sonucunu almak,
*Müslüman bir ülkede yaşamak ve ezan sesini duyabilmek (bilhassa yurt dışındayken bunu çok hissettim)
*Sevdiğin birinin namaza başladığını duymak,
*Herşeye Allah`ın adıyla başlamak ve bunu diyenleri duymak,
*İnanan kardeşini sevmek, senin ona onun sana kin tutmayacağını bilmek,
*Yaşadığın hayal kırıklıklarını ve üzüntüleri Allah`ın verdiği sabırla bertaraf etmek,
*İnanan bir insanın senin için dua etmesi, senin de onun için dua etmen,
*Sevgilinle, eşinle Allah`ı, dini konuşabilmek.
*Kuran`ı her okuduğunda yeni birşeyler öğrenmek,
*Kuran`la ilgili araştırma yapmak, bir arkadaşnın bunu yaptığını bilmek,
*Dünyadaki güzelliklere Yaratıcının bunları nasıl yaptığını ve muaazamlığını hissederek bakmak,
*Haramlara Allah istemediği için girmemek…
Rabbim her zaman hakkımızda hayırlısını versin değerli okurlarım sanalkahve dostlarım Hacegan....
Hacegan__
Cum Şub 10, 2012 9:01 am
 
Foruma git
Konuya git

SIRLARIYLA ÖLDÜ....

1932 yılında Cumhuriyet Gazetesinin düzenlediği ''güzellik yarışmasında'' birinci seçilen,ardından Belçika'da Avrupalı jüri tarafından ''dünya güzeli'' seçilen Keriman Halis Ece 99 yaşında dünyaya gözlerini yumdu..31 Temmuz 1932'de Belçika'da yapılan Dünya Güzellik Yarışması'nda oylama bile yapılmadan birinci ilan edilen Keriman Halis,99 yaşında öldü...Keriman Halis'i birinci ilan eden jüri başkanı,Bu gün Hırıstiyanlığın zaferini kutluyoruz.Çünkü bugün İslamiyet bitmiştir,onu bitiren Avrupa'dır!Müslüman kadınların temsilcisi bu gün mayo ile karşımızdadır...Oylamaya gerek yok,onu kraliçe seçeceğiz demişti.Keriman Halis birinci elden aktarılan hatıralara karşı ağzını bile açmadı..Seçidiğinde de;kendisini dakikalarca ayakta alkışlayanların Osmanlı aleyhtarı tezahüratları konusunda tek kelime etmedi..Sadece birinci seçildikten sonra elinde Türk Bayrağı ile sahneye çıkmak istediği ancak salonda Türk Bayrağı olmadığı için bu isteğinin karşılanmak istenmediğini,bayrak bulunmazsa sahneye gelmeyeceğinin resti üzerine atlas kumaşlardan orada alelacele bir Türk Bayrağı yapıldığını anlattı..Uluslararası Güzellik ve Zerafet Yarışmasında ilk kez jürinin oylamaya geçilmesine izin vermeden Keriman Halisi birinci ilan ettiği ve siyasi mesaj yüklü oldukça tartışmalı bir konuşma yaptığı.Dünyada ve Türkiye'de uzun yıllar yazıldı çizildi..Keriman Halis Ece'nin yıllardır konuşulan hikayesi Japonyayı o kadar etkilemiştiki bu ülkede ders kitaplarında bir dönem Keriman Halis olay adı altında konu başlığı bile yer almıştı.Keriman Halis olayı Türkiye'de halk tarafından Avrupa'nın Osmanlı'dan intikamı olarak görülüyor.O dönem Türkiye tarafından ''Türk modernleşmesinin ispatı''olarak sunulan bu hadise Avrupa tarafından Osmanlı'yı bu hale getirdik şeklinde dünyaya takdim edildi.İşte busebeble 1933 ten 1951 e kadar Türkiye'de güzellik yarışması yapılmasına müsade edilmedi..Keriman Halis konusunda Avrupa'nın takındığı malum tavrın ve halkın gösterdiği tepkinin bu kararda etkili olduğu ifade ediliyor.
Tutku
Sal Oca 31, 2012 9:36 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: "dostluk bir kasa ise"

EMEĞİNİZE YÜREĞİNİZE SAĞLIK GÜZEL PAYLAŞIMINIZ İÇİN...
Koray
Pts Mar 05, 2012 7:10 am
 
Foruma git
Konuya git

YESİL EVREN KOMPOZİSYON SONUÇLARI

Salonumuzda düzenlemiş olduğumuz''Dost'luk bir Kasa'ysa eğer ne saklamak isterdiniz? konulu kompozisyon yarışmamızın sonucu belli olmuştur.Katılımcı arkadaşların daha çok Dost'luk üzerine olan paylaşımları birbirinden güzeldi.Yüreklerine sağlık..
1.Olan Difuzyon arkadaşımızın paylaşımı
Selam ile..
Yukarıdan aşağıya doğru bir düşüş varsayalım hayatı.Benzerine sadece çizgi romanlarda rastlayabileceğimiz bir raslantıdır; Bir dala takılıp düşüşü engelleyebilmek.
Müstesna bir histir dostluk, ve elbette karşılık bulması onu kuvvetli kılar.Bir çınar dalı olmalı düşerken takılacağın dal.Kumaşından çalınmamış birede kıyafetin olmalı tabi bedenini saran .Düşüşün hızyla takıldığın dal kırılmasa bile, kumaşın zayıfsa yırtılıp dibi boylaman kaçınılmazdır.
'' Dokuması ve ipliği sağlam bir kisbet; kökü suyuna doymuş bir çınar dalı'' saklardım .
Sevgi ve saygı ile..
2.Olan alizem arkadaşımızın paylaşımı
merhaba yeşil evren dostları
Kasa güç kaynağı, dostluk ise yücedir, alınıp satılmaz.
Dost; sadık kalabilen, gerektiğinde karşılık beklemeden iyi ve kötü günde canını dostu için tehlikeye atabilendir
Dostluk tabi ki karşılıksız değildir. Karşınızdaki de sizin için aynı şeyleri düşünüp yapabiliyorsa dostunuzdur.
Ben kasaya gören gözün görmemezliğini, duyan kulağın sağırlığını, konuşan dilin ketumluğu ile birlikte sabır ve irademi koyardım.
Jüri heyetine saygılar sevgiler.
3.lüğe hak kazanan arkadaşlarımızın yazısı
Turk__Beyi arkadaşımızın paylaşımı
Asıl dostluk gerçekte içimizde saklayıp dış dünyaya açıklamadığımız kendimizdir.Çünkü yakınımıza aldığımız kişilerin biz gibi düşünüp,davranıp hareket edenlerden seçmeye özen gösteririz..Dost'luk iki vücutta bir ruh gibidir.Bu ruh'ta Güven,Cesaret,ve Sadakat bütünleşmiştir.İşte bu bütünlükten bana düşen payı alır o gönül Kasam'da yüreğimde korurdum.
Tüm arkadaşlarıma saygılarımla..
batu2727 arkadaşımızın paylaşımı
dostluk bir kasaysa. yaratılanı severim yaratandan ötürü felsefesiyle.tüm gönülden gelen özünde sevgi yüklü. inanmak güvenmek saygı duymak dayanışmak ve paylaşmak gibi. paha biçilmez manevi degerleri koydum ben bu kasaya..

Tüm katılımcı arkadaşlarımızın yüreğine sağlık...
Değerlendirme yapan Leydim KARE seranım ve ezoma tşkrler...
Tutku
Pzr Mar 11, 2012 11:30 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: BAKIN BAKİM NEYMİŞSİNİZ....

:lol: hahahahahaaaa leydim süperdi bu hele benim burcum aslann:)
te5ir
Çar Nis 04, 2012 8:47 am
 
Foruma git
Konuya git

BİR ERKEĞİN DİLİNDEN......

Bütün Kadınlara…

1. Eğer şismanladiginizi düşünüyorsanız büyük ihtimalle şismanlamissinizdir zaten, bize sormayın, cevap vermeyi reddediyoruz.

2. Eğer bir şey istiyorsanız sormanız yeterli. Bir şeyi açıklığa kavuşturalım. Biz erkekler öyle farklı anlamlar taşıyan dolaylı soruları anlamayız. Ne istiyorsanız doğrudan söyleyin.

3. Eğer aslında cevap beklemediğiniz bir soru sorduğunuzda duymak istemediğiniz bir cevap alırsanız sakin şaşırıp kızmayın.

4. Biz erkekler basitizdir. Mesela sizden ekmeği getirmenizi istiyorsak, aslında ekmeği getirmenizi istiyoruzdur. Bundan ekmek masada değil diye bir iğneleme yaptığımız sonucunu çıkarmayın.

Bunda ne bir dolaylı anlam ne de bir iğneleme var.[/b]

5. Sizi düşünmediğimiz zamanlar da olabilir. Bu kotu bir şey değil, buna alışmalısınız. Bize ne dusundugumuzü sakin sormayın, çünkü bu bizim için sizin politika, ekonomi, felsefe, futbol, kafa çekmek, göğüsler, kalçalar ve arabalar hakkında muhabbet edebileceğinizi gösterir, ama edemezsiniz.

6. Cuma + Cumartesi + Pazar = Bol bol yemek yemek = Arkadaşlarla muhabbet, futbol, bira. Bizden başka bir şey beklemeyin. İster deprem, ister yangın, ister sel, ister dolunay olsun bizim için hafta sonları budur.

7. Alışveriş yapmak zevkli değildir ve asla da olmayacak.

8. Bir yere gittiğimizde, hangi kıyafeti giyerseniz giyin, size çok yakışıyor, yemin ederiz, o yüzden bir daha sormayın.

9.Yeteri kadar ayakkabınız ve elbiseniz var. Bizi iflas ettirmek bir sevgi gösterisi değildir.

10. Erkeklerin çoğunun en fazla 3 çift ayakkabısı vardır. Tekrar ediyoruz, biz basitiz. O yüzden 30 çift ayakkabınızdan hangisinin kıyafetinize uyacağını sormayın, bilmiyoruz.

11. Evet ya da hayır gibi cevaplar yeterlidir, soru ne olursa olsun. Başka anlamlar aramayın, evet ya da hayır iste.

12. Bir problemin olduğunda benden sorunu çözmek için yardim iste. Bizden sizinle ayni üzüntüyü çekmemizi beklemeyin, o sizin kız arkadaşlarınızın isi.

13. 8 hafta suren bas ağrıları bas ağrısı olamaz, bir doktora gidin.

14. Eğer 2 değişik şekilde anlayabileceğiniz bir şey söylemişsek ve bunlardan biri kotu ve sizi üzecekse, kesinlikle obur anlamında söylemişizdir, boşuna bizi sıkıntıya sokmayın.

15. Erkekler sadece 16 renk görürler. Şampanya bir renk değil bir içkidir.

16. Siz el çantalarını ne kadar seviyorsanız biz de birayı o kadar seviyoruz. Bunu anlamanızı beklemiyoruz çünkü biz de sizinkini anlamıyoruz.

17. Size neyiniz var diye sorduğumuzda hiç bir şeyim yok derseniz size inanırız, bizim için olay bitmiştir. O yüzden bir şeyiniz varsa doğrudan söyleyin.

18. Beni seviyor musun diye sormayın. Emin olun ki sevmesek yanınızda 1 saniye bile durmayız.

19. En karmaşık durumda bile bizim için temel kural sudur: En kolayını seç. Bizden komplike şeyler beklemeyin.

* Bunu tanıdığınız tüm kadınlara yollayın da 1 kere de olsa erkekleri anlasınlar.

* Mümkün olduğu kadar çok erkeğe de yollayın ki onlar da yalnız olmadıklarını bilsinler.[b][/b]
Leydiii__
Çar Nis 04, 2012 6:46 am
 
Foruma git
Konuya git

RABBİM BİZLEREDE BÖLE İMAN ETSİN İNŞ

Yüzü simsiyahtı. Ama kendisi boyamamıştı ki! Kaldı ki, kalbi bembeyazdı. Buna rağmen onu basite alanlar vardı. Dedi ki:

– Ya Resûlallah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir

– Asla!

– O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor

– Amir bin Veheb’in evine git ve “Resûlullah selamı var, kerimeni bana nikahlamanı emretti” de.

Siyah yüzlü genç hemen adrestedir. Kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve teklifi de açıkça anlatır.

Baba kızgın, hemen reddeder. Ancak, teklifi dinleyen kızcağız babasını ikaz eder:

– Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini Efendimiz (sav)’in o emri tebliğ buyurmadığını Hemen git, Resûlullah’tan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullah’ın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.

Kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:

– Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikahlısıdır.

Efendimizin gence emri:

– Git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe.

– Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!..

– Öyle ise Ali’ye, Osman’a, Abdurrahman bin Avf’a git. Onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.

Uçarcasına gider. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. Hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta…

Çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. Önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. Evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. Ses herkese ilan etmektedir:

– Ey kendini ALLAH’a asker bilen Müslümanlar!

Derhal atınıza binin, cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyada! Düşman ani baskın yapacak!

Şimdi ne olacak.. Cihada mı gitsin, evlenmeye mi.. Yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. İlk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. Elindeki paranın hepsini de harcamıştır. Ama cihad için lazım olan silahını da tamamlamıştır…

Sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.

– Bu genç, herhalde Bahreyn’den gelen biridir, derler. Ancak onun siyahlığını fark eden Resûlullah Aleyhisselam:

– Sen Saad mısın buyurur.

– Evet, deyince de dua eder:

– Ceddine saadetler!..

Kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar… Herkes cesaretle ileri atılır. Ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. Neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. Şehitler tespit edilirken, bir ses:

– Allahü Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!

Efendimiz onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:

– Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim!

Bir hayret nidası daha:

– Allahü Ekber!

Sonra döner, oradakilere hitap eder:

– Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki:

– Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence Allahü Teâla cennet hurilerini lâyık gördü!

Ve hayret nidaları birbirini takip eder: – Allahü Ekber! Allahü Ekber!…

Rabbim bizede böyle iman nasip etsin inşallah…
Ebru____
Pzr Haz 03, 2012 11:00 pm
 
Foruma git
Konuya git

mevlam herkese böyle ölüm nasip eder inşallah.

Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra...

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla
karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek
özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size
... nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam
vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına
gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı
bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım.
Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün
diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi
gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için
İzmir'e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi
şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz
bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.
Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap
bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken,
hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen
cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza
yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine
güçlükle konuşarak:

-''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum.

-"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü,
ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında
oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine
tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını
salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve
saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler
"hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün
ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta
kala:

-"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"

-"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O
anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için
Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir
iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi
telefon ederek:

-"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar
inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının
sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça
ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son
nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve
eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde
morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma
gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine
sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:

-"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da
sordu:

-"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"

-"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı
bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak
vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece
kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni
görünce yanıma gelerek:

-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!"
dedi ve devam etti:

-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması
imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz
kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet
getirerek vefat etmeden biraz önce de:

-Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!..
Er_kin_
Pts Haz 04, 2012 12:31 am
 
Foruma git
Konuya git

KÖTÜ ZANDA BULUNMAK :

KÖTÜ ZANDA BULUNMAK :
Hucurat (49/12) Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.
En’am (6/116) Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.
Yunus (10/66) İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa yalnız Allah'ındır. (O halde) Allah'tan başka ortaklara tapanlar neyin ardına düşüyorlar! Doğrusu onlar, zandan başka bir şeyin ardına düşmüyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar.
Ashab'ım, zandan (sebepsiz ithamdan) çekininiz! Çünkü sanıkla ithâm sözlerin yalanı çok olanıdır. Biribirinizin eksikliğini görmeğe ve işitmeye çalışmayınız, husûsî ve mahrem hayâtınızı da araştırmayınız! Bir de almayacağınız bir malı alıcıyı zarara sokmak için arttırmayınız, biribirinize hased de etmeyiniz! Buğuz (düşmanlık) da etmeyiniz! Biribirinize arkanızı çevirip küsmeyiniz de. Ey Allah'ın kulları, biribirinize kardeş (mesâbesinde) olunuz! (Biribirinizi seviniz!)

Sanal deyip geçiyoruz...... ama işte öyle değil.......
Leydiii__
Pzr Haz 03, 2012 10:12 pm
 
Foruma git
Konuya git
cron