519 sonuç bulundu

Geri dön

NAZAR BONCUKLARI........

Kalem suresi 51. ayet: Ve kafirler, zikri (Kuran’ı) işittikleri zaman neredeyse seni gözleriyle kaydıracaklardı. Ve şüphesiz o, mecnundur (delidir). ” derler.

Hastalıkların Zihinsel Sebepleri:
Şaşılık: Dışarıda olanları görmek istememe. Ayrı amaçlar peşinde olma.
Kalem suresi 51. ayeti bilimsel olarak ele aldığımızda:
Kafirler, Kuran ayetlerini işittiklerinde:
1. Kuran ayetlerin getirdiği hükümler kafirlerin hoşuna gitmemiştir.
2. Kuran ayetleri kabullenmek yada görmek istememişlerdir.
3. Kuran ayetlerin kendilerinden istediği şeyleri yerine getirmek istemeyip kendi amaçlarının peşinde gitmek istemişlerdir.
Şeklinde düşünebiliriz.
Kalem suresi 51. ayeti: Kafirler Kuran ayetlerini işittiklerinde; gerçekler hoşlarına gitmemiştir, kabullenmek istememişlerdir, amaçlarına uymamıştır ve bu sebepten az kalsın şaşı olacaklardı şeklinde yorumlayabiliriz.
Kuran’da: Sizin gözlerinize özel güçler verdik, gözlerinizden görünmeyen ışınlar çıkar, insanları yerlerinden kaydırırlar gibisinden ayetler yoktur. Eğer ki böyle bir şey olsaydı biz yaşantımızda buna şahit olurduk.
Nazar bilimsel olarak çözüldü, insanların gözlerinden gama ışınları çıkıyor, bu ışınlar nazardır gibisinden iddialar var. Gerçekten de insanların gözleri gama ışınımı meydana getiriyorsa iyi düşünmek gerekir ki güneşten, cep telefonu ekranlarından, bilgisayar ekranlarından üzerimize sürekli gama ışınları geliyor. Bu durumda güneş yada mevcut ekranlar bizlere nazar değiriyor diyebiliriz.
Eğer ki bu iddia doğru olsaydı; en çok göz önünde bulunan öğretmenler, siyasetçiler ve de karşıt görüşleri savunan kişiler üzerinde sürekli nazar meydana gelir, böylece hepsi de yataklarından kalkamazlardı.
En çok göz önünde bulunan ve halkın karşısına çıkan siyasetçiler olduğuna göre sürekli nazara maruz kalırlardı. Aynı şekilde meclisteki tartışmalarda da siyasetçilerin sürekli birbirine nazarı dokunurdu.
Bizler için önemli olan nazar inancının kime ve neye hizmet ettiğidir.
Nazar inancının ilk olarak doğurduğu sonuç:
Şu göz rengine sahip olan insanların şu göz rengine sahip olan insanlara nazarı dokunur gibi iddiaların hizmet ettiği şey insanların arasını açmaktır. Nazar inancının temelinde insanların arasını açmak yatar. Dikkat ederseniz bu inanç meydana getirdiği tartışmalardan dolayı da insanların arasını açıyor.
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra 53)
(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va`detmez. (Nisa 120)
Nazar inancı bir kuruntudan başka bir şey değildir. Nazar inancını yaymaya çalışmak şeytana hizmet etmektir.
Nazar inancının ikinci olarak doğurduğu sonuç:
Nazar inancından dolayı nazar boncukları ortaya çıkmıştır. Nazar boncuğu; kendisine faydası yada zararı dokunmayan bir şeydir. Eğer ki buna inanlar varsa nazar boncuklarını çelikten yaptırsınlar. Camdan olunca kendilerine daha kolay zarar veriliyor. Nazar boncuğuna inanmak apaçık bir şirktir. Nazar boncuğu ve buna benzer şeyler günümüzün putlarıdır.
Nazar inancının doğurduğu sonuçlar; insanların arasını açmak ve insanları putlara inandırıp şirk yoluna götürmektir.
Nazar inancı tam olarak şeytanın isteklerine hizmet eden bir inançtır. Bu inancı yaymaya çalışmak da şeytana hizmet etmektir.
Bir insanın zeki olması yada hafızasının kuvvetli olması doğru yolda olduğuna dair bir kanıt değildir. Önemli olan zekasını hangi yönde kullandığıdır. İnsanların bazıları zekalarını iyiye hizmet için kullanır, bazıları da arzularının peşinde koşup kötüye hizmet için kullanır.
Bizlerin Kuran ayetlerini yorumlarken dikkat etmemiz gereken husus zekamızın ve zannımızın neye hizmet ettiğidir.
Hani Rabbin Ademoğullarının bellerinden zürriyetlerini almış, onları nefislerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir. (Araf 172)
Yahut, “Bizden önce atalarımız Allah’a ortak koşmuşlar. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi batılı başlatanların yüzünden bizi helak mı edeceksin?” dememeniz içindir. (Araf 173)
İşte biz ayetlerimizi böyle açıklıyoruz ve gerektir ki hatalarından dönsünler. (Araf 174)
Onlara o kimsenin kıssasını oku ki, ona ayetlerimizi verdik, onlardan sıyrılıp çıktı da şeytanın onu peşine taktı. (Araf 175)
Dileseydik onu ayetlerle yükseltirdik. Fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine tabi oldu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, ayetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler. (Araf 176)
Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zâlimlerden olursun. (Yunus 106)
Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Yunus 107)
Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. (Hucurat 12)
Bilmediğin şeyin ardından gitme! Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. (İsra 36)
Nazar inancı ve nazar boncukları; insanların Yunus suresi 106. ve 107. ayetler, Hucurat suresi 12. ayet ve İsra suresi 36. ayetten sıyrılıp çıkmaları sonucu ortaya çıkmıştır. Bu ayetlerden sıyrılıp çıkmak da bu ayetleri hükümsüz ve geçersiz saymaktır. Nazar inancın ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Kim güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık ederse, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın her şeye gücü yeter. (Nisa 85)
Sonuçta büyük çoğunluğumuz bu inancın yayılmasına bir şekilde hizmet etmiştir ve hata yapmıştır. İnşallah hep beraber hatamızdan döneceğiz. Ve hep beraber bu inanışın ortadan kalkmasına aracılık edeceğiz.
Bu inancın yayılmasına aracı olanlara öfke duyup kin gütmeyin. Hepimiz cahillikle hata yapıp günaha girebiliriz. En güzel davranış; insanın hatasını gördüğünde hemen hatasından dönüp Allah’tan af dilemesidir. Allah affedenlerin en hayırlısıdır.
Allah öfkesini yutup, insanların kusurlarını affedenleri sever. İnsanların kusurlarını affetmesini ve örtmesini bilmezseniz ki Allah’ın sevmediği kulları arasına girmeyesiniz.
Ey Ademoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır. (Araf 27)
Bizler şeytan ve kabilesini gözümüzle göremesek de onlar nazar boncuğu ve benzeri putlar üzerinden bizleri görmektedir. Şeytan bunlar üzerinden bizlere vesvese verir ve şirk duygusunu içimize aşılamaya çalışır. Bu sebepten dolayıdır ki çevremizdeki putları imha etmek zorundayız.
Evlerinizi, içinde bulunduğunuz mekanları ve üzerinizdeki putları imha edin. Bunu yapınız ki gönlünüze ve içinde bulunduğunuz mekanlara bir ferahlık ve bir huzur gelsin.
İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeği gösterdi. Allah, dilediğini doğru yola iletir. (Bakara 213)
Şüphesiz biz seni hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemlik olanlardan sorumlu tutulacak değilsin. (Bakara 119)
Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler. (Enam 48)
Ve yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki daima hak ile hidayete eriştirirler ve onunla hüküm verirler. (Araf 181)
Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah`adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir. (Maide 105)
Tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, Allah rızası için sefer edenler, rüku edenler, secdeye kapananlar, iyilikleri yayanlar, kötülükleri önleyenler ve Allah’ın hudutlarını koruyanlar yok mu? İşte o müminleri müjdele. (Tevbe 112)
Kitab’a sımsıkı sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan kimselerin mükafatını zayi etmeyiz. (Araf 170)
İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fasık kimselerdir. (Hadid 16)
Sevgi ve Saygılarımla,
Barış ve huzur içinde kalın.Hacegan.....
Hacegan__
Cmt Şub 25, 2012 11:22 am
 
Foruma git
Konuya git

SEÇİM YAPTINIZMI.. ?

Zamanın hızla ilerlediğini farkedebilmek için şöyle geriye dönüp bakalım. Uzun yıllar geçmesine rağmen herşey sanki dün yaşanmış gibi gelir insana. Çocukluk yılları, okul heyecanı, evlilik ya da hayatımızın dönüm noktası olan diğer olaylar.. Hepsinin üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen herşey yeni gibidir hafızamızda..

‘Nasıl geçti bunca yıl anlamadım’ dediğimiz olmuştur mutlaka. Peki bu kadar çabuk geçen bir ömrü nasıl değerlendiriyoruz? Allah’ın rızasını gözeterek mi, nefsimizi doyurmaya çalışarak mı?

Hayatın sadece bu dünyayla sınırlı olduğunu düşünen insan ‘anı yaşayıp’ hayatın tadını sonuna kadar çıkarmak ister. Amaç sadece kendini mutlu etmektir. Allah’ın rızası ya da yasakları nefsinin kölesi olmuş bir insan için önemli değildir. Kuran’da


‘..nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir..’
(Yusuf Suresi-53)

buyrulmaktadır. Nefis insanı Allah’tan uzaklaştıran, dünyevi zevklerle oyalayan, ancak bir türlü insanı tatmin etmeyen, hep daha fazlasını isteyen, insana acı veren bir virüs gibidir. Bu virüs insanı ömür boyu bırakmaz. Her an onu yeni hastalıklara ve huzursuzluklara sürükler. Bu hastalığın ilacı ise vicdandır. Sadece vicdan sahibi bir insan nefsinin kışkırtmalarına karşı Allah’a sığınarak kendini korur. Hem bu dünyada hem ahirette huzuru ve mutluluğu yaşayacak olanlar vicdanına uyanlardır. Hayatı boyunca nefsini doyurup Allah’ı unutanlar ise sonu gelmeyen bir azaba sürüklenirler. İki dünyaları da ızdırapla geçer.

Bu noktada hayatın bizler için ne ifade ettiğini düşünmelim. Dünya boş bir amaç için mi yaratıldı? Biz neden varız ve nereye gidiyoruz? Hayat ve ölüm nedir? Zaman bu kadar çabuk geçiyorsa yaşadığımız anın anlamı ne? Allah’ın varlığına gereği gibi iman ediyor muyuz? O’nun emirlerine uyuyor muyuz? Bu soruları kendimize soralım ve cevaplarını vicdanımızda sorgulayalım. Şeytanın varlığını unutmadan, bizi Allah’ın yolundan saptırmasına izin vermeden…

Yaşadığımız şu ana bir daha geri dönmemiz imkansız. Belki çok ileriki yaşlara ertelediğimiz ibadetlerimizi yapmaya da vaktimiz olmayabilir. Geçen saniyeleri geri getirmemiz mümkün değildir. İçinde bulunduğumuz ana bir daha dönme imkanımız olmadığı gibi, ileriki tarihlere ulaşabileceğimizin de bir garantisi yoktur. Bu nedenle ertelediğimiz ibadetlerimiz konusunda tekrar düşünmeli ve ertelemenin inkarda bir artış olduğunu asla unutmamalıyız.


‘Ertelemek ancak inkarda bir artıştır..’
(Tevbe Suresi,37)

Her geçen saniye Allah’ı razı etmek açısından büyük önem taşırken vakit kaybetmek akılsızlık olur. Hiçbir dünyevi işin bizi Allah’a ibadet etmekten ve O’na kul olmaktan alıkoymasına izin vermeyelim.


(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.
(Nur Suresi, 37)

Rabbimiz hiç durmadan dua ve ibadetle yorulmamızı emrederken zamanımızı boş işlerle oyalanarak geçiriyorsak durup düşünme ve karar verme vakti gelmiş demektir..

Asıl hayat neresi ve ben hangisi için çabalıyorum?

Rabbim rahmetini bereketini af ve mağfiretini üzerimizden eksik etmesin inşallah amin ecmain selam ve saygılarımla Hacegan......
Hacegan__
Pzr Şub 26, 2012 8:01 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Seni seviyordum, haberin yoktu!

Gözlerine baktığım zamanlarda cenneti görüyorum
Uzaktalarda olsan bile yüreğin bende biliyorum
Aynaya bakıyorum ve kendi kendime gülüyorum
Bunun adı aşk ben seni seviyorum.

Emeğine sağlık çok güzel bir paylaşım.
Hacegan__
Pzr Şub 26, 2012 5:49 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: *BİR YERLERDE TIKANIP KALDIYSA HAYAT... *

Emeğine yüreğine sağlık güzel bir paylaşım olmuş.
Hacegan__
Pzr Şub 26, 2012 5:48 pm
 
Foruma git
Konuya git

HİÇ DEĞİŞMEYECEKLER.....

Yaşadığımız hayatın içinden kendimize çıkışlar arar dururuz. Tek çıkışın belli olduğu bir hayat, ve neden o kapıları zorladığımızı bilmiyorum ! Elbette kolay değil , elbette mücadele etmek lazım çıkışa varmadan.. Lakin bazı şeylerle mücadele edecek tek şey sabırdır.. Hani ilacı zaman olan ve eczanelerde bulunmayan ve sardığı her yarayı hakkıyla saran o büyük kapatıcı.. Zaman!
Teslimiyet..
Tamamiyle hak edene olmalı diye düşünüyorum..İnsanın elini kolunu bağlayan tek şeyin adı SEVGİdir. Kalbi rabbine teslim eden de!... Ve yara alan tek yerimiz de kalbimiz değil midir?.. Ve yine rabbimiz değil mi tek iyileştiren de?.. Kul açar, gül sarar yaralarınızı dikenleriyle!..
Her yara iyileşir kapanır kaşına kaşına .. Kimisi de kaşıya kaşıya açar kendi açtığı yaraları . Bazı bünyeler kendisi sarar iken bazı bünyeler de destek bekler yanındakinden .. Yanınızda olanın farkında olun vakit çok geçmeden! Hiç görmedim! Siz gördünüz mü bir fayda el-den? El açıp geri boş çevirmeyenden başka?...
Tarağı olan kelini kaşısın ey insanlık.. Kendindeki kusuru görmeyen gözüm var demesin!
Dil dil ile bilenir unutmayın!.. Ağzınızdan çıkan bir kelime sizi yaşadığınız son güne kadar terk etmez.. Söylenmemiş her söz ise size son sözü söyleyebilme hakkını verir.. Benim gibi mesela.. Çok konuşurum hiç bir şey söylemem, çok susarım tek bir kelimem yeter. BİTTİ dedim mi biter!.. Anlayana da tek kelime yeter.. Sizce…?
Elin varsa dosta ihtiyacın yok tutun diğerine.. Durduk yere yazılmıyor demek ki onca boş lakırdı .. Demek ki tutunacak el de kalmamış sahiden… İnanmıyorum artık, doksan dokuzu neyse yüzüncü de aynıymış.. Ben başkayım diyenlere inanmayın eminim onlarında karaları başka yüzlerindedir.
Demem o ki;
‘‘…Başımı koyduğum yastığım düşman !
Her gün çevirmezsem boynum ağrıyor. ,,
Gömülün yalnızlığınıza , yatak döşek yığılın da, yığılıp kalmayın eliniz koynunuzda...
Dil yarası ağır olur, kalbi kalbe sağır eder. Düşünmeyin elalem ne söyler ne der… Kim bilir acıyan yanlarınızı ?.. Kaç kere sildiler gözyaşlarınızı?..
O gün diyecek sözü olmayanlar bu gün de kapasın çenelerini.. Kapatmıyorsa siz kapatın kara kaplıyı …
Bugün size acı veren her şey yarında verecek… Değişmeyen tek kural yaranı belli edersen zalimler darbeyi hep aynı yere vuruyor işte.. Bu dünyanın kuralı, hiç değişmeyecek…HİÇ DEĞİŞMEYECEK!!! Malesef:( Selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Pzr Şub 26, 2012 12:36 am
 
Foruma git
Konuya git

BEN TÜRK"ÜM......

Burası benim öz be öz ana vatanım !

.Doğuda Kingan ( Kadırgan ) Dağları,...Güneyde Hindikuş Karanlık dağları..... Batıda Hazar Gölü ,Kuzeyde Sibirya ovaları ile çevrili toprak parçası

Her bir karesinde atalarımın ayak izleri ..ve dökülen Türk boylarının kanları var

Dünyada uygarlıkların oluşmasına ve kültürlerin doğmasına neden olan Milletin Türkler olduğu bilinen bir gerçektir..Türk boylarından bölge bölge göç edenler göç etmiş etmeyenler ise ilk Türk devleti olan Asya Hun ( Büyük Hun ) Devletini kurmuşlardır.... Kuruluş tarihleri ve yıkımı kaynaklarda mevcuttur.

Sadece bu devletin yıkılmasında sonra Hunlar’ın bir bölümünün Balkaş gölü ile Aral gölü arasındaki topraklarda yaşadığı ve bir süre sonra diğer Türk boylarının da bunlara katılmasıyla yeniden güçlenereek Balamir zamanında Hazar Gölünün Kuzeyinden batıya doğru ilerlediğini ve avrupada güçlerine güç kattıklarını bilmeniz yeterli olacaktır...

1071 Malazgirt savaşı ile anadoluya kadar ilerleyen Türkler ve Osmanlı Devletinin kuruluşuna kadar geçen süre ve Osmanlı dahil kurulan Türk devletlerinin tüm yapmış olduğu savaşlarda kadınlara - çocuklara ve inançlarından dolayı ibadethanelerine dokunulmadığı ve bunların katli yapılmadığı tarihlerde yazılıdır.

Bu köşede bulunmamın amacı bugünün anlam ve önemine binaendir..

Burda sadece atamı ve soyumu anlatacağım...

Türklüğümle nasıl gurur duyduğumu anlatacağım...Tarihe utanç sayfası olarak geçen Hocalı katliamı ile ilgili olarak duygularımı paylaşacağım .... yazım edebi olmayabilir veya sayılmayabilir..Ama tarihin sızısını yüreğinde duyan biri olarak bu vahşeti gözler önüne sergiliyeceğim ..

Buradan biz ermeniyiz diye gögsünü gere gere yürüyüşlere katılan sözde Türküm diyen aydınların yüzlerine onlardan nasıl utandığımı haykıracağım.

Başta İstanbul - Taksim olmak üzere miting düzenleyen vatansever kardeşlerime şükranlarımı bildiriyorum ..İzmir ve Türkiyenin hangi bölgesinde olursa olsun bütün Türk vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum..bir Türk evladı olarak,

Hocalı da yapılan katliam sonucu şehit düşen yaklaşık (resmi kayıtlara göre) 700 kişinin olduğunu biliyormusunuz?... bunlardan yüzlercesi kadın.... seksen ve üzeri çocuk....
katliamda şehit düşenler, soydaşlarımız..Türkler!

..Hocalı halkının korunmasında Azerbeycan silahlı kuvvetleri yeni oluşum nedeniyle çaresiz kalmıştır.
bu katliamda en büyük neden ise azerbeycanın sovyetlerden yeni ayrılması bağımsızlığını ilan etmesidir...
Rusya ermenilere yardım ederek bu katliamı gerçekleştirmiştir... Bu olaylarla ilgisinin olmadığını iddia etse de kendi ordusuna ait 366. alayın 1991’in sonbaharından beri Ermenilerin safında savaştığı, alaydan kaçan dört askerce doğrulanmıştır

Öldürülen kişilerin nasıl öldüklerini biliyormusunuz?..

Yakalanan çocukların canlı canlı derisinin başından başlıyarak yüzülmeye ve ayaklarına kadar tıpkı bir kurbana yapılan işlemin canlı bir insan üzerinde dakika tutularak kaç dakikada dayanabileceğinin tespitiyle ve ölüm saatini hesaplamak üzere yapıldığını

ve bunu yapan ermeni doktorunun bunu övünçle anılaştırmasını ve kitap haline getirerek adını duyurduğunu biliyormuydunuz?

..Dr. zali balayan adlı insanlıktan nasibini almamış hayvan oğlu hayvanın( bu bir iltifattır... )çok özür dilerim okuyucularım sizlerden bu kelimeden dolayı.
bu övgüm onun şahsının onur plaketidir veya rozeti veya nişanı her ne şekilde kabül görürseniz!

..yapmış olduğu bu vahşice davranışını hangi vicdan onaylayabilir? ..
.bu davranış onun sadece şahsınımı bağlar ?

hayır... o işi tek başına yapmamış büyük bir ermeni topluluğu ile bunu gerçekleştirmiştir. Bu katliam kişisel değil ermeni devletinin projesidir.....yıllar öncesi olduğu gibi ...hep savunmuşumdur. güçlü olmak zorundayız
.Buradan ermeni katliyamlarını ve onun yanında yer alan avrupa devletlerini kınıyorum.

çok doluyum..çok yaralıyım..ırkım..soydaşım ve şehit düşen her türk evladının arkasında matem tutmak gerekirken, bizde ermeniyiz diye kolkola giren sözde aydınlarımızdan.... sözde sanatçılarımızdan ne olduğu belli olmayanlardan nefret ediyorum..ve onları ermeni olarak görüyorum.... nefretim o çocuğun derisinden içime öyle aktı ki... mümkün değil çıkması....... ermeniyiz diyenlerin Türk vatandaşı kimliklerini taşımasından da utanç duyuyorum ve diyorum ki siz kim ?..Türk olmak kim..?

ve yine diyorum ki

TÜRKLÜĞÜMLE GURUR DUYUYORUM...ATALARIMLA GURUR DUYUYORUM..TÜRKİYE İLE GURUR DUYUYORUM

ULU TANRIM TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN..ÖLEN VATANDAŞLARIMIZA ŞEHİTLİK MERTEBESİNE ULAŞANLARA..ALLAHTAN RAHMET DİLİYORUM..MİTİNGLERDE EMEĞİ GEÇENLERİN DE YÜREĞİNDEN ÖPÜYORUM SAĞOLSUNLAR VAROLSUNLAR.Yalan söyleyen tarih utansın selam ve saygılarımla Hacegan..
Hacegan__
Pts Şub 27, 2012 2:16 am
 
Foruma git
Konuya git

HUZUR KAYNAĞIMIZ İMAN.....

Şeytan, olaylara karamsar bir açıdan bakmayı telkin eder, güvensizliği fısıldar ve gelecekten yana ümitsizliğe düşürmeye çalışır. İnsanların Allah’a iman ve itaat etmelerini, sabırlı, tevekküllü ve ümitvar olmalarını istemez. Kadere teslimiyet, sabır ve tevekkül insanları Allah’a yakınlaştıran davranışlardır çünkü. Ve insan Rabb’ine ne kadar yakınsa Şeytandan o kadar uzak olur. Bu yüzden şeytan, insana ümitsizlik telkin etmeye ve çaresiz ve çözümsüz bir ruh haline sürüklemeye çaba gösterir.

Birçok insan yaşadığı zorluklar karşısında ümitsizliğe kapılır. Ancak derin iman sahibi insan, Allah’ın her işinde kendisine yardımcı ve destekçi olacağının bilincindedir. İnananların her işi Allah’ın koruması altındadır. Sonuç olumsuz gibi görünse bile lehlerindedir.

Kimi zaman insan, yaptığı bir hata ya da işlediği bir günah yüzünden imanından umudunu keser, asla bağışlanmayacağına ve azapla karşılık göreceğine kendisini inandırır. Kur’an dışı olan bu düşünce, şeytanın verdiği vesveselerden biridir. Allah’a yönelmek, O’ndan bağışlanma dilemek, tevbe edip O’nun rahmetine sığınmak konusunda ümit kesilmemelidir. Allah, "... Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir. " (Zümer Suresi, 53) buyurarak kullarına bu gerçeği müjdeler.

Şeytan Allah’ın dosdoğru yolundan alıkoymak için ümitsizlik telkini vererek hata yapan insanın moralini bozmaya çalışır, hatalarını telafisi imkansız göstererek onu daha büyük günahlara sürüklemek ister. Bunu başarırsa kişi imani zafiyet içersine düşer, "nasılsa geri dönüşü imkansız bir hata yaptım" diye düşünerek ard arda hata yapmaya başlar.

Bu mantık insanı şeytanın telkinlerine açar, tuzaklarına düşecek duruma getirir. İman sahibi ise böyle bir duyguya kapıldığı an Kur’anî bakış açısıyla değerlendirir ve "Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah’a sığın..." (Araf Suresi, 200) ayeti gereği hemen Rabb’ine sığınır.

Bu korkunç ruh haline sahip olan umutsuzluk içindeki insan gerçekte Allah’ın kudretini gereği gibi takdir edemeyen kişidir. Allah’ın sonsuz gücüyle her şeye güç yetirebileceğinden gaflettedir. Oysa insan Allah’a ve Kur’an’a bağlı olduğu ve Allah’a güvenip dayandığında şeytanın ümitsizlik telkini asla etkili olmaz.

Allah’ın rahmetinden ümit kesen kimseler zorluk karşısında Allah’a sığınmak, O’ndan rahmetini umut etmek gibi nimetlerden yoksundurlar. Bu nedenle imtihan gereği yaşanan zorluk zamanlarında inananlar imanlarını kanıtlarken, bu kişiler isyan eder ya da umutlarını yitirirler. Kur’an bu insanları bekleyen sonu, "Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı ’yok sayıp inkar edenler’; işte onlar, Benim rahmetimden umut kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azab onlarındır. (Ankebut Suresi, 23) ayetiyle haber verir.

İnsanı huzur ve güvenli yaşatan imandır. İman kurtuluş yoludur. Dünyevi her amacına ulaşsa da insan, gerçek huzur ve mutluluk için samimi imandan başka kurtuluş yolu yoktur.

Haberiniz olsun; Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman edenler ve (Allah’tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük ’kurtuluş ve mutluluk’ budur. (Yunus Suresi, 62-64) Rabbim hepimize imanlı olarak yaşamayı ve imanlı olarak ölmeyi nasip eder inşallah amin ecmain Hacegan...
Hacegan__
Sal Şub 28, 2012 6:39 am
 
Foruma git
Konuya git

KURTULUŞ VE ÇÖZÜM...

Toplumun batıl değerlerini kıstas alanların birden fazla İlahı, birden fazla amacı ve sayısız kuralı vardır. Söz konusu batıl değerler doğru, iyi, sevgi ve saygı yerine çıkarcılığı, bencilliği, sevgisizliği ve merhametsizliği telkin ederler.

Kiminin yaşam amacı, para ve güç sahibi olmak, toplumda iyi bir yer edinmektir. Çoğunluğun ortak amacı ise belli bir yaşa gelindiğinde "iyi bir eş" bulup, "mutlu bir yuva kurmak"tır. Bu saydıklarım inanan insanların da yaşamında bulunan unsurlardır. Ancak samimi mümin için bunların hiçbiri Allah’ın rızasını kazanmaktan daha önemli değildir. Onun için bu saydıklarım amaç değil araçtır.

Toplumda, çocuğu hayatın amacı ve anlamı haline getirmek oldukça yaygındır. Anne-babaların büyük çoğunluğu çocukları için yaşadıklarını, kendilerini ona iyi bir gelecek hazırlamaya adadıklarını söylerler. Oysa yaşam amacı Allah’a kulluk olan insanın çocuğuna bakması da, ancak Allah rızası için yapılan bir ibadettir. Hayat ancak Allah’a adanır.

İnsanın fıtratı Allah’a iman, Allah’ı tanıma ve O’nu hüküm koyucu olarak kabul etmeye yatkındır. İnsan aczi nedeniyle Rabb’inin nimetlerine ve O’na bağlanmaya muhtaçtır.

Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30) ayetinde buyrulduğu gibi insanların çoğunluğu sorumluluklarından yüz çevirir ve Allah’a kulluk bilinci taşımaz.

İnsan, hayatının amacı, dünya hayatı, imtihan, ölüm ve ahiret konularında derin düşünmeli, hikmetlerini kavramaya çalışmalıdır. Bu soruların cevapları ise Allah`ın insanlığa mesajı olan Kur`an`dadır. Kur`an kapalı kapıları açan anahtardır. İnsan, kafasındaki tüm soru işaretlerini Kur`an`la giderebilir; hatalarını görüp, yaşamının temelini Allah`ın hoşnutluğu temeli üzerine kurabilir. Fıtratına en uygun yaşam şekli budur. Kur`an`ın İlahi ışığının aydınlattığı yola uyması, "İşte bu (Kur`an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O`nun yalnızca bir tek İlah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. " (İbrahim Suresi, 52) ayetiyle bildirildiği gibi, insanın aklını ve kavrama gücünü geliştirir.

Nefsinin arzularına tutsak olmayan iman sahibi insan, inkarcıların hiç bilmedikleri bazı gerçekleri yine Kur’an’dan öğrenir. Rabb’ini tanır, O’nun sonsuz gücünü takdir eder ve hayatını Allah’a teslim eder. Allah’a tevekkül eder; çünkü O, ona yeter.

Kur’an’la haber verilen gerçekleri kavrayan müminin, öğrenimi ya da işi ne olursa olsun, yaşamındaki asıl mesleği mümin olmaktır.

Mümin, olayların Allah’ın kontrolünde ve O’nun sonsuz öncede takdir ettiği kader dahilinde işlediğini bilir. "Hayatın bir çatışma/mücadele yeri" olduğunu düşünenlerin aksine rızkını Allah’tan umut eder. Fiili dua anlamında çalışır, çabalar. Ama “ekmeğini taştan çıkarmak” gerekmediğinin bilincinde olduğundan endişe duymaz, rahattır. Çünkü ekmeği aslanın ağzında değil, Rabb’inin Katındadır.

Allah’a teslimiyeti yaşamayanlar, sürekli sıkıntılı ve huzursuz bir ruh hali içindedirler. “Gemisini kurtaran kaptan” mantığı gereği bencil, küçük hesaplar peşinde, çıkarcı kişilerdir. Arkadaşlıkları, sevgileri yalnızca çıkarları içindir. Özveride bulunmaz, sadakat ve vefayı yaşamak bir yana haberleri bile yoktur. Karşı taraftan beklentileri doğrultusunda duydukları sevgi azalır ya da artar.

Allah’ın bahşettiği nimetlere şükretmez, tatminsizlik yaşar; hep daha fazlasını, daha güzelini isterler. Başkalarının zenginliği, güzelliği onlara huzursuzluk verir; kıskanç ve hasettirler.

Allah, insanın gururunu ezecek birçok şey yaratmışken, bu kimseler acizliklerini düşünmezler. İnsan, sabah yatağından kalktığı andan itibaren onlarca acizliğine tanık olur. Sürekli bakım ister insan; bedenine bakmadığında perişan olur. Ancak buna rağmen etkilenmez bu kişiler, enaniyetleri kırılmaz.
Bu kişilerdeki büyüklük hissi, bu enaniyet, büyük bir mucizedir. Allah’a karşı büyüklenir, O’ndan yardım dilemez, böylece acizlikten kurtulacaklarını zannederler. Allah’tan değil, insanlardan yardım umarlar. Ancak karşılarındaki kişiler de aciz ve bencildirler. Dolayısıyla beklentilerine cevap alamaz, bunalımlara girerler.

Bağışlayıcı olamazlar. Karşılarındaki kişiyle yaşadıkları ufak bir anlaşmazlık kıvılcımı yangına dönüşür. Sabırlı da olamadıkları için “bardak taşar” ve sık sık kavgalar yaşarlar.

Yaşadıkları dünyada güçlülerin haklı ve galip olduğunu düşünür. “Yutulan küçük balık” olmamak adına sert, katı ve hoşgörüsüz karakter edinirler.

Samimi imanı yaşamayan, Allah’tan ve ayetlerinden yüz çevirmiş insanların hemen hepsinin karakteri birbirine benzer ve bu özellikleri taşır.

İnsanda önemli olan imanî derinlik ve vicdanın diri olmasıdır. Hayatını Allah’a vakfeden, yüksek vicdanlı, dindar, Allah’a gönülden bağlı insanların birlikte olmaları ve sayılarının artması önemlidir. Bu, diğer insanları da çok olumlu etkiler.

’Gönülden katıksız bağlılar’ olarak, O’na yönelin ve O’ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın. (Rum Suresi, 31) Selam ve saygılarımla Hacegan..
Hacegan__
Pts Şub 27, 2012 9:55 pm
 
Foruma git
Konuya git

NE YAPARDINIZ ?

Eğer Allah’ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)? (Nur Suresi, 10)

Tek yardımcı, tek dost, tek Veli Yüce Allah. O fazl ve rahmet sahibi. O’nun Rahman ve Rahim sıfatlarının tecellilerine hayatımız boyunca her an şahit oluruz. Çünkü Rabb’imizin Rahman ve Rahim sıfatları doğumdan ölüme, hastalıktan sağlığa, aczimizden kusursuz güzelliklere kadar tüm evreni sarar. O’nun insanlara olan merhameti, şefkati, sevgisi, yardımı, koruması, lütfu ve bağışlayıcılığı bu sıfatlarının en güzel tecellilerindendir. Bu, bakış açımızı derinleştirir, ahlakımızı güzelleştirir.

Bu yüzden Kur’an’ı okumaya, derin düşünmeye, Kur’an ahlakını yaşamaya ve iyilikleri tavsiye edip kötülüklerden sakındırmaya başlarken bu güzel sıfatları ruhumuzda yaşamalıyız.

Allah’ın bağışlayıcılığı bize sunduğu en büyük nimetlerden biri. Yaptığımız hata sonrası bir daha toparlanamayacağımızı düşünmek, ümitsizliğe kapılmak daha büyük hatadır. Allah’ın şefkatini, merhametini, bağışlayıcılığını göz ardı etmek kendimize yaptığımız zulümdür. Hatadan hemen vazgeçmek ve Kuran’a uygun davranarak telafi yoluna gitmek bizi olgunlaştırır. Aczimizi kavramamıza sebep olur. Önemli olan hatada ısrar etmemektir.

Allah, "Gerçekten Ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım. (Taha Suresi, 82) buyurur ve pişmanlıkla samimi tevbe eden kulunu bağışlayacağı müjdesini verir.

Yaptığımız hatadan dolayı tevbe ettikten sonra da yeniden gaflete düşüp aynı hatayı yapabiliriz. Belki de defalarca. Ancak samimi niyet edip, kesin bir tevbe sonrası bağışlanmayı umut edebiliriz. Her konuda olduğu gibi asıl olan samimiyettir. Hatada ısrarlı olup, tevbeyi ileriye ertelemek kuşkusuz samimiyetsizliktir. Ertelemek şeytandandır, ancak hata sonrası bağışlanma dileyip, tevbe ettikten sonra üzüntü ve ümitsizlik hissetmek de şeytandandır. Günahtan pişmanlık duyup, Kur’an ahlakına uygun tavır sergilemişsek Allah’ın bağışlamasını ve rahmetini umut ederiz.

Hayat boyu Rabb’imizin sonsuz fazl ve rahmetini hissederiz. Hayatımızı güzelleştiren budur. Dualarımızın içtenliğinin, zorluk zamanlarında gösterdiğimiz sabır ve tevekkülün, şükrümüzün ve güzel ahlakı yaşamak için azimli ve şevkli olmamızın nedeni, O’nun Rahman ve Rahim sıfatlarını yakından hissetmemizdir.

Allah’ı ve kullarını saran muhteşem sıfatlarını takdir edememek, ümidi, neşeyi ve iyimserliği yok eder. İmani zafiyet, mutluluğun önünde büyük engeldir; hayatı azaba çevirir. İmanın getirdiği güzellikleri görememek, Allah’ın çok esirgeyen ve çok bağışlayan olduğunu bilememek, adeta ahiretten önce cehennemi yaşamak gibidir.

Bir Allah dostu Abdülbaki Erol (ks), hayatı lezzetli kılanın iman olduğunu şöyle ifade eder: "Ey zevk ve lezzete mübtelâ insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki, hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imândadır ve imân hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır..."

Yüce Allah rahmeti üzerine yazmıştır; samimi kullarına güzellik diler, onları korur, kalplerine imanı sevdirir, hidayete yöneltir. Kur’an’da, "Bu, ellerinizin önden sunduklarıdır. Allah, gerçekten kullara zulmedici değildir" (Al-i İmran Suresi, 182) buyrulur. İyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de ne gelirse o bizdendir. "Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın?.. (Nisa Suresi, 147) buyurur Allah ve bu gerçeği haber verir.

Allah sınırsız merhametiyle türlü şekillerde kullarını Kendi yoluna çağırır. Resullerini gönderir, hak kitaplarını indirir ki hayatlarında kılavuzları olsun ve şeytanın tali yollarına sapmasınlar. İnkarda direnenleri bazı musibetler vererek uyarır. Tebliğden yüz çeviren kavimleri "belki dönerler" diye çeşitli sıkıntı ve zorluklarla imtihan eder. Sınanmak ahiretteki sonsuz azaptan uzaklaştırılmak için sunulan rahmet dolu fırsatlardır. Zorlukta aşk, sadakat ve vefa ortaya çıkar. Bu imtihanda hep iyi olanlar, hep güzel ahlaklı olanlar kazanır. İmtihanın olmadığı bir ortamda , güzel ahlak göstereceğimiz bir zorluk yokken, Rabb’imize sevgimizi, sadakatimizi ve vefamızı nasıl kanıtlardık?.. Allah’ın hayır ve hikmetle yarattığı imtihanlar olmasa ne yapardık?..

Eğer Allah’ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten Rauf (şefkat eden ve) Rahim olmasaydı (ne yapardınız)? Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbiri ebedi olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir. Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 20-22) Allahın rahmeti bereketi af ve mağfireti üzerimize olsun inşallah amin ecmain selam ve saygılarımla Hacegan...
Hacegan__
Sal Şub 28, 2012 6:49 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Tüm anne kuzularına, hayat bağlarına,

Leydi ablam emeğine yüreğine sağlık.
Hacegan__
Sal Şub 28, 2012 9:14 am
 
Foruma git
Konuya git

Genç Türkler Birliği.

Yal yediği çanağı taşa çalan nedamet,
İbret al bak da bir gönlün leşte değilse.
Ne ayağında zincir ne boynunda bir kement,
Sen de sevebilirsin göz oynaşta değilse.

20 Şubat yıllardan beri, Türk olmayan bir bölgede Türk’ten habersiz, Türk bayrağının dalgalandırılarak şenliklerin yapıldığı bir tarih. Her yıl olduğu gibi bu yıl da özellikle Belçika’nın değişik yerlerinden Türk kökenli misafirlerini ağırlayan bu mini şenliğin, söylencelere dayalı bir geçmişi var.

Türkleri tanımamalarına rağmen Türk köyü diye adlandırılan, Belçika’nın Ardennen bölgesinden Faymonville köyünden bahsediyorum. Bölgede, Türkler olarak adlandırılan köylülerin anlatımına göre; sekizinci yüzyıla uzanan, bir başka söylenceye göre ise on altıncı on yedinci yüz yıldan kalma sözlü veriler. Türklere karşı birleşip yardım toplayan kiliseye yardım etmeme ve sonucunda da Hıristiyan düşmanı olarak nitelendirilen bir olaya bağlanan söylenceler. İkinci Dünya Savaşında ise Almanların Türk bayrak ve simgelerini görünce köye saldırmadıklarının ifade ediliyor olması, şenliğe giden yol olmalı.

Şenlikte kullanılan Türk giysilerinin özenle hazırlandığı, meydanında Türk bayrağının sürekli dalgalandığı ve bundan sonra da dalgalanacağını ifade eden bu köy halkının Avrupa’da hüküm sürmüş Hun devleti ile geçmişe dönük bir bağlantısı var mı bilemeyiz ama kendilerini Türk gibi ifade etmek istedikleri belli. Ayrıca köy halkının Türk bayrağına ve simgelerine olan sevgisi için geçmişe dönük bir baskı yâda asimilasyon uygulaması da söz konusu değil.

Bir diğer husus ise armasında Türk bayrağı olan bir futbol takımlarının olması. Adı, Genç Türkler Birliği anlamına gelen ‘‘RFC Turkania’’ olan ve Belçika amatör ligi D grubunda mücadele eden oldukça da başarılı bir takım. Türk milli takımı dışında armasında Türk bayrağı olan tek takım. Türk olmayan küçücük bir topluluğun Türk bayrağını benimseyip saygı duyması, amatör ligdeki bir takımın armasında Türk bayrağının bulunması çok mu önemli diyenler olacaktır elbette. Ben şahsen bu duruma ibretlik olarak bakıyorum. Diğer birçok ülkenin olduğu gibi Belçika’da Türk ve Türk yurdu düşmanlarının cirit attığı bir yer iken, bağrından böyle bir köyün çıkmış olması. Yurdumuzun bazı yerlerinde dalgalandırılmak istenmeyen bayrağımızın burada özgürce ve sevilerek dalgalandırılıyor olması ayrıca gurur verici diye düşünüyorum.

Biz bu köy halkının bayrağımıza, adımıza, geçmişimize gösterdikleri sevgiden dolayı memnuniyetimizi belirtiyoruz. Yaşı Türkiye Cumhuriyetinden üç yaş büyük olan, Genç Türkler Birliği’ne mücadelelerinde başarılar diliyoruz.

Bu arada bir ayrıntıya değinmek istiyorum. Bu köy ve halkı ile ilgili zaman zaman yazılı basından haber ve bilgiler okuyoruz. Bizim basın, köy halkının kendilerini Türk olmadıklarını ifade ettikleri halde Türk hissediyorlar diye yazıyorlar. Yani Türk köyü gibi lanse ediyorlar. Türk kavramı soya dayalı, dolayısıyla hissetmekle değişmeyecek bir olgu. Benimsemek, sevmek, saygı duymak başka bir şey, Türk soyunun taşıdığı kanı taşıyor olmak ve Türk olmak başka bir şey. Kısacası hissetmekle Türk olunmaz.

Bu vatanın ekmeğini yiyip havasını solurken Türk adına, Türk adı ile ilgili her varlığa ve bayrağımıza alerjisi olanlara, fırsat buldukça bayrağımızı yakanlara, Türk kavramıyla ilgili ne varsa bertaraf etmek isteyenlere ibret olsun diyoruz.
Selam ve saygılarımla Hacegan
Hacegan__
Çar Şub 29, 2012 2:34 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: HUZUR KAYNAĞIMIZ İMAN.....

Koray paylaşımın için çok teşekkür ederim emeğine yüreğine sağlık.
Hacegan__
Çar Şub 29, 2012 2:18 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Rasulumden Nasihat(özlü Sözler Hadis)

Değerli paylaşımın için çok teşekkürler emeğine yüreğine sağlık.
Hacegan__
Çar Şub 29, 2012 2:17 pm
 
Foruma git
Konuya git

İSLAMİYETTE ÖZGÜRLÜK..

Özgürlük; yalnızca Yaratıcıya kulluk etmek, O’na halisane teslim olmak, var olan putlara kulluktan kurtulmaktır. İşte bu gerçek özgürlüktür. Necip Fazıl’ın sözleriyle ise özgürlük, “Hakk’a esaret halkasında”dır.

Çok fazla tanımlandığı halde genelde yanlış anlaşılmış olan bir kavram özgürlük. Örneğin yalnızca nefsinin bencilce tutkularını gözeterek yaşayan kişi, özgür olduğunu düşünebilir; ama yanılgıdadır. Rabb’ine teslimiyetin kazandırdığı asıl özgürlüğü tatmamıştır; bu yüzden kıyas da yapamaz. Ancak kıyas sonucu ortaya çıkan; özgürlüğün din ahlakıyla yaşanabileceği gerçeğidir.

Gerçek özgürlük inanan insanın vicdanını tam kapasite kullandığında ulaştığı kurtuluştur. İnsan tutkularının tutsağı olmuş, zincirlenmişken özgür olabilir mi? Ancak zincirlerinden kurtulduğunda özgürleşir. Yaşamın amacı, bitmek tükenmek bilmeyen heva ve hevesleri tatmin etmek değil kuşkusuz. İnsan yalnızca Allah’a kul olduğunda, kendisini tutsak alan diğer bütün taptıklarından kurtulur, özgürleşir.

Kur’an’ın tarif ettiği ahlak, toplumun ve bireylerinin insan üzerindeki baskılarını, yaptırımlarını, batıl kurallarını, her türlü bağnazlığı kırar, ortadan kaldırır. Kur’an özgürlüktür; zincirleri kaldırır, alabildiğine özgür bir dünyaya çağrıda bulunur.

İnsanlık tarihi boyunca Allah’ın elçileri, insanları nefislerinin tutkularına kapılmaktan ve başka varlıklara kulluk etmekten sıyrılıp yalnızca Allah’a kul olmaya çağırmışlardır. Onlar inanan insanların "ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirlerini indiren" kişilerdir.

Yaratıcısından yüz çevirerek özgür yaşayacağını zanneden kişi, içinde yaşadığı toplumun kısıtlayıcı ve yasaklayıcı kurallarına uyarak gerçekte özgürlüğü değil, tutsaklığı yaşar. Toplumda yerleşmiş yanlış telkinler, batıl inanışlardan kaynak bulan din dışı uygulamalar, insanın yaşadığı hapishanenin sınırlarını çizer. Onlarca sahte ilahın emrine giren kişi asla asıl özgürlüğü tadamaz.

Özgürlük gerçek anlamda ruhta hissedilen bir kavramdır. Özgür insan, kalbinde ferahlık, güven ve huzur duygularını yoğun hisseder. İnsanın kalbinde hissettiği darlık ve sıkıntı, ruhsal özgürlük olmadıkça fiziksel özgürlüğün de olamayacağını gösterir. İnkar içindeki insan fiziksel açıdan özgür gibi görünse de onun yaşadığı, gerçek özgürlük, huzur ve mutluluk değildir. Yaratıcısının sınırları içinde yaşayan insan, özgür olduğunu düşünerek sınır tanımadan yaşayan ancak kalbi darlık içindeki kişiden daha özgürdür.

Hz. Meryem’e hamileyken annesi, "…"Rabbim karnımda olanı ’her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım benden kabul et…” diyerek dua eder. Annesi bu duasıyla, kızının, insanların hoşnutluğunu gözetmekten uzaklaşarak yalnızca Rabb’ine kul olmasını, özgür olmasını dilemiştir.

İnanan insan yaşadığı her olayda sınandığının şuurunda, kararlılığı ve tevekkülü yaşar. Özgür olacağını zannederek Rabb’inden yüz çeviren insan, üzerine kilitlenmiş daracık mekanlarda, zincire vurulmuş şekilde sonsuza dek tutsak yaşama olasılığını unutmamalı.

Kur’an ahlakını yaşamak, insanları her türlü dünyevi sıkıntıdan kurtarır. Gelecek ve hastalık korkusundan, işini, mallarını, sahip olduklarını yitirmeye dair endişelerden uzaklaştırır. İnsan, yaşamındaki insanlara benlik vermenin ve sahte ilahlara kulluk etmenin baskısından kurtulur. Sonsuz akıl ve güç sahibi, her şeyi denetimi altında tutan Allah’a yönelip bağlanır. Ve yapıştığı bu ‘kulp’ asla kopmaz.

Kur’an ahlakını yaşayan insan, her şeye Allah aşkıyla bakar, sevgiyle yaklaşır. Bu güzel ahlak, insanı tam anlamıyla özgürleştirir, ruhundaki sevgiyi alabildiğine sonsuza doğru açar, aksi halde sevgi ve tutku boğulmuş, dolayısıyla kişi tutsak edilmiş olur.

Toplumun insanı zincirleyen, onlarca ilaha kulluğa sürükleyen sistemini reddedip, Allah’ın sisteminde yaşayan kadın ya da erkek, hayatlarını Allah’ın hoşnutluğu üzerine kurmuşlardır. Güzel ahlak gösteren samimi inananlar dünyada olduğu gibi, ahirette de “genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne iman edenler için hazırlanmış” sonsuz cennette sonsuz özgürlüğü yaşayacaklardır inşallah amin ecmain selam ve saygılarımla Hacegan
Hacegan__
Pzr Şub 26, 2012 7:40 pm
 
Foruma git
Konuya git

ARKADAŞIMIZ NASIL OLMALI..

Toplumda arkadaş seçmenin ölçüsü yaşanan çevreye ve kültür düzeyine göre farklılıklar gösterir. Her çevrenin kendine özel birtakım kuralları bulunur.
Arkadaşlık/dostluk ölçüsü en fazla maddi duruma göre belirlenir. Bu özelliği ölçü alan kesimde konuşmak, yakınlaşmak ve arkadaşlık kurmak için öncelikle kişinin üzerindeki giysilerine bakılır. Paltosu, ayakkabıları, kol saati, elindeki çantaya kadar marka olup olmadığını anlamak için incelenir. Daha sonra otomobili, evi gibi konularda bilgi edinilir. Ardından kişinin işi, ailesinin durumu, babasının ne iş yaptığı, hangi semtte oturdukları, kışlık-yazlık evleri olup olmadığı öğrenilmelidir. Bu özellikleri beğenilen kişi artık arkadaş olunabilecek durumdadır. Ahlakı, kişiliği, inancı önemli değildir.
Yukarıda saydığım özelliklere sahip olan ancak kültürsüz, görgüsüz, kaba-saba, konuşmasını bilmeyen, düşüncesiz insanların etrafında kalabalık arkadaş grupları görebilirsiniz. Ne kadar çıkarcı, alaycı, çıkarları için kolayca yalan söyleyebilen, yaptığı hatayı kabul etmeyen, kimse için özveride bulunmayan, itici bir ahlaka sahip olsalar da, bu insanların çok fazla sayıda arkadaşları vardır. Aslında çevresindeki herkes çirkin ahlakının farkındadır ancak diğer özellikleri kıstaslarına uygun olduğu için, bu kişiye ilgi gösterir, arkadaşlıklarını sürdürürler.
Ya da ‘entel’ kesimden birini ele alalım. Bu çevre için de öncelikle görünüş önemlidir. Giysiler temiz, ütülü ve klasik olmamalıdır. Marjinal ve salaş giyimli, özensiz görünümlü olmak arkadaşlık için tercih sebebidir. Çünkü bu farklı görünüş kimseyi umursamayan, değerleri önemsemeyen, sorumluluk üstlenmeyen bir dünya görüşünün simgesidir.
Bu yüzden toplumda arkadaş grupları genellikle aynı sosyal sınıflara mensup, maddi durumları ve kültür düzeyleri benzer insanlardan oluşur. Yoksullar yoksullarla, zenginler zenginlerle, kültürlü olanlar kültürlü kişilerle dostluklar kurarlar.
İnsanlar birbirlerini dış görünümleriyle değerlendirdikleri içindir ki birbirlerine güvenemezler. Güvenemedikleri için de mutlu değiller çünkü insan güvenemediği bir ortamda huzur duyamaz.
İman sahipleri için ise dostluk kurmada tek ölçü akıldır, güzel ahlaktır. Allah’ın varlığını görebilen insan akıllıdır. Yaratanı göremiyorsa zeki de olsa akıllı değildir.
“Kork Allah’tan korkmayandan” derler. Arkadaşınız Allah’tan korkuyor mu? Allah’ı seviyor mu? Allah’a teslim mi? Kadere inanıyor mu? Allah’a tevekkül etmiş mi? Bu soruların cevabı “evet” ise o kişi iyi bir dost olur. “İyi arkadaş, güzel koku satan gibidir. Sana koku sürmese de yanında bulunduğun müddetçe güzel kokusundan faydalanırsın.” (Müslim) buyurur Peygamberimiz (sav). Ve kiminle arkadaşlık ettiğimize dikkat etmemiz yönünde uyarır.
Dünyaya aşık olan kişi arkadaşını harcar, vefa, sadakat, şefkat ve merhamet gösteremez. Yalnızca kendisini ve çıkarlarını düşünür.
İnanan insan için kıstas, hayat rehberi olan Kur’an, arkadaş seçimindeki ortak payda da imandır. Samimi iman sahiplerinin güzel ahlakları nedeniyle yaşadıkları yerler güven, sevgi ve huzur dolu ortamlardır.Selam ve saygılarımla Hacegan.....
Hacegan__
Çar Şub 29, 2012 11:45 pm
 
Foruma git
Konuya git

CUMA GÜNÜ VE ÖNEMİ...

Allahü teâlâ Cuma gününü müslümanlara mahsus kılmıştır. Cuma günü öğle vaktinde, Cuma namazını kılmak, Allahü teâlânın emridir.

Allahü teâlâ, Cuma sû»resi sonundaki âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki, (Ey îmân etmekle şereflenen kullarım! Cuma günü, öğle ezânı okunduğu vakit hutbe dinlemek ve Cuma namazı kılmak için camie koşunuz! Alışverişi bırakınız! Cuma namazı ve hutbe, siz e başka işlerinizden daha faydalıdır. Cuma namazını kıldıktan sonra, camiden çıkar, dünya işlerinizi yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızık bekleyerek çalışırsınız. Allahü teâlâyı çok hâtırlayınız ki, kurtulabilesiniz!)

Namazdan sonra, isteyen işine gider çalışır, isteyen câmide kalıp namaz kılmak ile, Kur'ân-ı kerîm ve düâ ile meşgul olur. Cuma namazı vakti girince, alış-veriş günahtır.

Peygamberimiz "sallAllahü aleyhi ve sellem" çeşidli hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki:

(Bir müslüman, Cuma günü gusül abdesti alıp, Cuma namazına giderse, bir haftalık günahları afvolur ve her adımı için sevâb verilir.)

(Cuma namazı kılmayanların kalblerini Allahü teâlâ mühürler. Gâfil olurlar).

(Günlerin en kıymetlisi Cumadır. Cuma günü, bayram günlerinden ve Aşû»re gününden daha kıymetlidir. Cuma, dünyada ve Cennette mü'minlerin bayramıdır).

(Bir kimse, mâni yok iken, üç Cuma namazı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler. Ya'nî iyilik yapmaz olur).

(Cuma namazından sonra bir an vardır ki, mü'minin o anda ettiği düâ red olmaz).

(Cuma namazından sonra, yedi defa İhlâs ve Mu'avvizeteyn okuyanı Allahü teâlâ, bir hafta kazâdan, belâdan ve kötü işlerden korur).

(Cumartesi günleri yahudilere, Pazar günleri nasaraya [hıristiyanlara] verildiği gibi, Cuma günü de Müslümanlara verildi. Bu gün, Müslümanlara hayr, bereket, iyilik vardır).

Cuma günü yapılan ibâdetlere, başka günde yapılanların, en az iki katı sevâb verilir. Cuma günü işlenen günahlar da iki kat yazılır.

Cuma günü, ruhlar toplanır ve birbirleriyle tanışırlar. Kabirler ziyaret edilir. Bu günde kabir azâbı durdurulur. Bazı âlimlere göre, mü'minin azâbı artık başlamaz. Kâfirin, Cuma ve Ramazanda yapılmamak üzere, kıyâmete kadar sürer. Bu gün ve gecesinde ölen mü'minler, kabir azâbı çekmez. Cehennem, Cuma günü çok sıcak olmaz. û‚dem aleyhisselâm, Cuma günü yaratıldı. Cuma günü Cennetten çıkarıldı. Cennettekiler, Allahü teâlâyı Cuma günleri göreceklerdir.

Cuma Namazının Farzları

Cuma günü onaltı rek'at namaz kılınır. Bunun iki rek'atını kılmak farzdır. Öğle namazından daha kuvvetli farzdır. Cum'a namazı farz olmak için iki türlü şartı vardır:

1 - Edâ şartları,

2 - Vücub şartları.

Edâ şartlarından biri noksan olursa namâz kabû»l olmaz. Vücub şartları bulunmazsa kabû»l olur.

Edâ, ya'nî Cuma namazının sahîh olması için şartları yedidir:

1 - Namazı şehirde kılmak (Şehir: Cemâati en büyük camie sığmayan yer demektir.)

2 - Devlet reisinin veya vâlinin izni ile kılmak. Bunların tayin ettiği hatib, kendi yerine başkasını vekil edebilir.

3 - Öğle namazının vaktinde kılmak.

4 - Vakit içinde hutbe okumak. [û‚limler, Cum'a hutbesini okumak, namaza dururken

(Allahü ekber) demek gibidir dedi.

Ya'nî iki hutbeyi de, yalnız arabca okumak lâzımdır. Hatib efendi, içinden Eû»zü okuyup, sonra yüksek sesle, hamd ve senâ ve kelime-i şehâdet, salât-ü selâm okur. Sonra, vaâz ya'nî sevâba, azâba sebeb olan şeyleri hatırlatır ve âyet-i kerîme okur. Oturup kalkar. İkinci hutbeyi okuyup, vaâz yerine, mü'minlere düâ eder. Dört halîfenin adını söylemesi müstehabdır. Hutbeye dünya sözü karıştırmak haramdır. Hutbeyi, nutuk ve konferans şekline sokmamalıdır. Hutbeyi kısa okumak sünnettir. Uzun okumak mekrû»hdur.]

5 - Hutbeyi namazdan önce okumak.

6 - Cuma namazını cemâat ile kılmak.

7 - Câmi kapılarını herkese açık tutmak.

Cuma namazının vücû»b şartları dokuzdur:

1 - Şehirde, kasabada oturmak. Müsafirlere farz değildir.

2 - Sağlam olmak, hastaya, hastayı bırakamıyan bakıcıya ve ihtiyarlara farz değildir.

3 - Hür olmak.

4 - Erkek olmak. Kadınlara farz değildir.

5 - û‚kıl ve bâliğ olmak.

6 - Kör olmamak. Yolda götüren olsa bile, a'mâ olana farz değildir.

7 - Yürüyebilmektir. Nakil vâsıtası olsa bile felçliye, ayaksıza farz değildir.

8 - Hapsedilmiş olmamak ve düşman korkusu, hükû»metten, zâlimden korkusu olmamak.

9 - Fazla yağmur, kar, fırtına, çamur ve soğuk olmamak.

Cuma Namazı Nasıl Kılınır?

Cuma günü, öğle ezânı okununca, onaltı rek'at Cuma namazı kılınır. Bunlar sırası ile şöyledir:

1 - Önce, Cuma namazının dört rek'atlik "İlk sünneti" kılınır. Bu sünnet, öğle namazının ilk sünneti gibi kılınır. Buna niyyet, "Niyyet ettim. Allah rızası için, Cuma namazının ilk sünnetini kılmağa, döndüm kıbleye" diye yapılır.

2 - Sonra, cami içinde ikinci ezân ve hutbe okunur.

3 - Hutbe okunduktan sonra, kâmet okunup cemâat ile Cuma namazının iki rek'atlik "farzı" kılınır.

4 - Cuma namazının farzı kılındıktan sonra, dört rek'atlik "Son sünneti" kılınır. Bunun kılınışı öğle namazının ilk sünneti gibidir.

5 - Bundan sonra, "Üzerime farz olan kılamadığım son öğle namazının farzını kılmağa" diye niyyet ederek, "û‚hir zuhur" namazı kılınır. Dört rek'atlik bu namazın kılınışı öğle namazının farzının kılınışı gibidir.

6 - Sonra da, iki rek'at "Vaktin sünneti" kılınır. Kılınışı, sabah namazının sünnetinin kılışını gibidir.

7 - Bundan sonra, û‚yetel-kürsî ve tesbihler okunup, düâ edilir.

Cuma Gününün Sünnet ve Edebleri:

1 - Cumayı perşembe gününden karşılamak.

2 - Cuma günü gusl abdesti almak.

3 - Başı traş etmek. Sakalın bir tutamdan fazlasını ve tırnakları kesmek. Temiz elbise giymek.

4 - Cuma namazına mümkün olduğu kadar erken gitmek.

5 - Ön safa geçmek için, cemâatin omuzlarından aşmamalıdır.

6 - Câmide namaz kılanın önünden geçmemek.

7 - Hatib efendi minbere çıktıktan sonra hiç bir şey söylememek, konuşana işaretle bile cevap vermemek ve ezânı tekrarlamamak.

8 - Cuma namazından sonra Fâtiha, Kâfirû»n, İhlâs, Felâk ve Nâs sû»relerini yedi kere okumak,

9 - İkindiye kadar câmide kalıp, ibâdet etmek.

10 - Ehl-i sünnet âlimlerinin kitablarından anlatan âlimlerin dersinde, va'zında bulunmak.

11 - Cuma gününü, hep ibâdetle geçirmek.

12 - Cuma günü salevât-ı şerîfe getirmek.

13 - Kur'ân-ı kerîm okumak, (Kehf) sû»resini okumalıdır.

14 - Sadaka vermek.

15 - Ana-babayı veya kabirlerini ziyâret etmek.

16 - Evin yemeklerini bol ve tatlı yapmak.

17 - Çok namaz kılmak. Kazâya kalmış namazı olanlar, kazâ namazı kılmalıdır.

18 - Cuma gününü hep âhıret işleriyle geçirmek.

Sanalkahve dostlarımın mübarek cuma gününü kutlar hakkımızda hayırlara vesile olmasını temenni ederim selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Cum Mar 02, 2012 6:26 am
 
Foruma git
Konuya git

GÜZELLİK KENDİMİZİ BİLMEKLE BAŞLAR....

İnsanın eksiğini, hatasını bilmesi kadar güzel şey yoktur. Yaratılmış olan eksiksiz olmaz. Ayrıca eksik olduğumuzu bilmek, bu şuurla hareket etmek, mahrum olmak demek değildir. Asıl mahrumiyet Hakk’a teslim olmayıştır. Teslim olan kişi ise hayrı Hak’tan kötülüğü de kendinden bilir. Bu kişi hata yapsa bile sonunda tevbesi kabul edilir.

Yüce Mevlâ Kur’an-ı Kerim’de buyurmuştur:

“Sana bir iyilik gelirse Allah’tan, kötülük gelirse kendindendir.” (Nisa, 79)

İnsanın suçu kendi nefsinden bilmesi kulluk edebindir. Yeter ki tevbe edip af dilemeyi bilsin. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:

“Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbe etmeleri için geceleyin elini açar. Gece günah işleyenlerin tevbe etmeleri için de gündüz elini açar. Bu durum güneşin battığı yerden doğmasına kadar devam eder.” (Müslim)

Suçu Allah’a isnat eden affa layık olmaz, rahmete kavuşamaz. Hz. Adem a.s. ile İblis’in durumları bunun en güzel misalidir. Her ikisi de günah işlediler. Hz. Adem a.s. cennetten uzak düştü, hasret çekti. Fakat af diledi, Allah’ın mağfiretine mazhar oldu. İblis ise isyanına devam etti, suçu Allah’a yüklemeye kalkıştı. Böylece hatayı kendisinin yaptığını kabul etmedi. Sonuçta rahmete layık görülmedi ve kovuldu.

Adem a.s. demişti ki: “Allahım, suçluyum. Ben düşkün kuluna acı! Kendimize zulmettik. Bizi affetmezsen, bize acımazsan zarar görenlerden olacağımıza şüphe yoktur.” (A’raf, 23)

Yani demiş oldu ki: “Kusurlu olduğumu biliyorum, suç işleyerek bizzat kendime zulmettim. Pişmanım, senden tarafa döndüm ve bütün kusurumla sana sığındım. Sen acıyanların acıyanı, cömertlerin cömerdisin. Merhamet edip bağışlayansın. Ziyadesiyle sabredensin. Ben günah işledim, suçumu biliyorum. Ey Yüce Mevlâm, beni bağışla. Sen cömertler cömerdisin.” (Garipnâme)

İnsan gaflete düşebilir. Unutabilir, hata yapabilir. Ama kibre düşmeden, inat etmeden hatamızı yürekten kabul eder ve O’na sığınırsak Rabbimiz affeder, bağışlar. Kullukta esas olan, kişin kendini tanımasıdır. Kendini tanıyan, zaaflarını, eksik olduğunu bilen kimse bu sayede kendinden Rabbine giden bir yol açar. Bu yolda Allah’a doğru ilerler. Allah onun sığınağı, dayanağı, güvenidir. Tevekkülü O’nadır. O’na muhtaç olduğunu ve ihtiyacını sadece O’nun gidereceğini bilir.

İman, ahlâk ve kanaat, akılla sıkı sıkıya irtibatlıdır. Kişinin, içindeki yanlışa yönelten sese kulak tıkaması, daima güzel ahlâklı olması, ihlâsla ibadet edip kulluk vazifelerini yerine getirmesi insanî aklın gereğidir. Aynı şekilde yanlışlardan utanmak, hayâ sahibi olmak da böyledir. Yaradılanı Yaradan’dan dolayı sevmek, kalp kırmamak, daima doğru söylemek de akla işaret eder. Bunun aksi olan haller, kişiyi cihana padişah da yapsa ahmaklıktır. Çünkü, Allah korusun, sonunda ilâhi gazap vardır.

Fahr-i Kainât Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:

“Kim insanları hayra davet ederse, o kimseye kendisine uyanların sevapları kadar sevap verilir. Onun sevabı, uyanların sevaplarında hiçbir eksilmeye sebep olmaz. Buna karşılık her kim sapıklığa yöneltirse ona da kendini izleyenlerin günahları kadar günah vardır. Davet edene yazılan bu günah onların günahlarından bir şey eksiltmez.” (Müslim)

Demek ki yapıp ettiklerimiz başkalarını etkiliyorsa binlerce defa daha dikkatli olmamız lazım. Kendimizi kontrol ve murakabe altında tutmamız lazım. Bu da ancak eksik ve kusurlu olduğumuzun idrakiyle mümkün olur. Nefsin isteklerimizin aldatıcı olduğunu bilmekle, kendimiz kolayca kandırabildiğimizi fark etmekle olur.

Kendini beğenmişlik, kibir ve kin, kontrol ve murakabe dışı olma halidir. Bu halde kişi ne yaptığını bilmez, doğru olanı yalanlar, hak olanı inkâr eder, hilekârlığa yönelir. Bütün bunlar mücellâ dinimizin öğrettiği ahlâkın tam zıddıdır. Müslümanlar arasındaki itimadı yok eder, kardeşliği engeller.

Fahr-i Alem Efendimiz s.a.v. buyurur ki:

“Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu düşmanına teslim etmez. Kim kardeşinin ihtiyacını karşılarsa Allah da onun ihtiyacını karşılar. Her kim bir müslümandan sıkıntısını giderirse, Allah da buna karşılık ondan kıyamet gününün sıkıntılarından birini giderir. Her kim bir müslümanın aybını örterse Allah da kıyamet günü onun aybını örter.” (Buharî, Müslim)

* * *

İnsan ömrü üç konaktan ibarettir. Bu konaklar çocukluk, gençlik ve ihtiyarlıktır. Ömür, ebediyet yolculuğumuzda tek sermayedir. Zamanı boş yere harcayıp zayi etmek, bir daha elimize geçmeyecek olan bu sermayeyi israf etmektir.

İnsan çocukken kaygılardan sıkıntılardan uzak bir şekilde yaşar. Ölüm düşüncesi yoktur, gece gündüz oyunla meşguldür. Hayatı oyun olarak algılar. Dünya nimeti için kaygılanmaz, ahireti bilmez. Dostu düşmanı ayırt edemez. İmanın ve inkârın da ne olduğunu bilmez. Kendini bilmediği gibi, Allah’ın emir ve yasaklarından haberdar değildir. Zaten bundan sorumlu da değildir. Bildiği sadece anne ve babasıdır. Onların sağladığı güvenceyle bütün kaygı ve düşüncelerden uzak bir halde emniyet içinde olduğunu sanır. Çocukluk döneminin bu özelliği sebebiyle kişiye bu çağından sorgu-sual olmaz. Bu dönemin yanlışları sebep olanlardan, özellikle anne babadan sorulur.

Gençlik yılları ise zevk ü sefa ile, gezip dolaşmakla ve eğlenmekle geçer. Daha sonra mal mülk toplama telaşı başlar. Sıkıntıdan uzak, rahat ve güvenli bir hayat sürmek için gayret sarf eder. Heveslerine ulaşmak için çabalar. Bu çağda da ebedi hayat pek düşünülmez, bir gün yaşlılık düşüncesi uzaktır.

Fakat gençlik de hızla geçer gider, yaşlılık gelir. Güçten kuvvetten düşer. Otursa kalkacak güç bulamaz, kalksa gençliğindeki gibi iş yapamaz. Ancak insanın hırsı bitmez. Yine bağ bahçe, mal mülk peşinde koşar. İş güç, mal mülk, oğul kız derken dünyalık arzularına kavuşmadan, pek çok iş yarım kalmış olarak ömür biter.

Artık hesap zamanıdır. Kişiye ömür sermayesini ne yaptığı sorulur. Kulluk vazifesini yapıp yapmadığına bakılır. Dünyada kalan hiçbir şey; ne malı mülkü ne de evladı fayda verir o kimseye. İnsan o zaman fark eder ki ömür bir rüzgâr esmiş gibi esip geçip gitmiştir. Artık pişman olsa da fayda vermez.

Fahr-i Kainat Efendimiz’in “Ölmeden önce ölünüz.” uyarısını pişmanlık zamanlarından önce akılda tutmak gerekir. Yani kabirde sorgu melekleri sigaya çekmeden önce kendi kendimizi hesaba çekmemiz gerektiğini, hataların ve yanlışların telafisi için zaman kaybetmeden işe koyulmak gerektiğini akletmek gerekir.

Evet; Cenab-ı Mevlâ, bizleri buraya ömrümüzü boşa harcamak için göndermedi.

Allah Rasulü s.a.v.’in şu müjdesiyle bitirelim:

“Kul günah işleyip peşinden:

– Allahım! Günahımı affet, beni bağışla, diye dua ettiğinde Allah Tealâ şöyle buyurur:

– Kulum bir günah işledi, fakat günahını affedecek veya onu cezalandıracak bir Rabbi bulunduğunu bildi, der.

Aynı kul, bir daha günah işleyip peşinden:

– Ey Rabbim! Günahımı affet, diye dua ettiğinde yine Allah:

– Kulum günah işledi, fakat günahını affedecek veya günahı sebebi ile cezalandıracak bir Rabbinin olduğunu bildi.” der.

Aynı kul tekrar günah işleyip Rabbinden affını istediğinde Allah şöyle buyurur:

– Kulum günah işledi fakat günahını affedecek veya günahı sebebi ile cezalandıracak bir Rabbinin bulunduğunu da unutmadı, Ben de onun günahını affettim. (Buharî, Müslim)

Bütün bu müjdeler bir uyanışa davettir. Ayağa kalkmaya, aczini itiraf etmeye, Alemlerin Rabbi’ne sığınmaya davet. Bu davete cevap verenler elbette selamete erecek.

Rabbimizin tevfik ve inayetiyle..Selam ve saygılarımla Hacegan.
Hacegan__
Cum Mar 02, 2012 6:51 am
 
Foruma git
Konuya git

BİR BEDEN GİBİ...

Müslümanlar birbirleriyle iyi geçinirler, geçinmelidirler. Çünkü bu bir sorumluluktur ve kaynağı da müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim ve Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in davranış ve sözleridir. Buna göre müslüman kimse merhamet sahibidir, çevresine karşı duyarlıdır, yardımseverdir, fedakâr ve destekleyicidir.

Rabbimiz, müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de müminlerin vasıflarını beyan ederken şöyle buyurmuştur:
“...inkârcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler.” (Fetih, 29)

Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. de şöyle demiştir:

“Müslümanların birbirini sevme ve desteklemedeki durumları bir beden gibidir. Bedenin bir uzvu rahatsız olursa, bedenin bütün organları rahatsız olur ve uykusu kaçar.” (Buharî; Müslim; Ahmed b. Hanbel)

Efendimiz s.a.v. yine buyurmuştur: “Müminin mümine karşı durumu, birbirini destekleyerek ayakta duran iki bina gibidir.” (Buharî; Müslim)

Bir başka hadis-i şerifte de Efendimiz s.a.v. müslümanı şöyle tarif etmiştir:

“Müslüman, müslümanların elinden ve dilinden selamette olduğu kişidir.” (Buharî; Müslim; Tirmizî)

Müslüman kişi, kardeşleri için daima hayır olanı isteyen, istemekle kalmayıp bu uğurda çaba sarf eden kimsedir. Nitekim Efendimiz s.a.v. buyurmuştur:

“Şu dört şey müslümanların senin üzerindeki hakkıdır:

• İyilerine yardım etmen,
• Günahkârları için af dilemen,
• Yoldan sapanları hakka davet etmen,
• Tevbe edenleri sevmen.”

Bu cümleden olarak dinimiz özellikle anne babaya saygılı ve hürmetkâr olmayı emreder. Anne baba da evlatlarına karşı şefkatli olmakla yükümlüdür. Ayrıca iyi komşuluk münasebetleri de önemli sorumluluklar arasındadır.

Müslüman kimse kardeşine zarar vermez, onlar hakkında kötü düşünmez, onlara zarar verecek şeylere engel olur. Yolda bir diken bile görse zarar vermesin diye kaldırır.

Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. buyurmuştur:

“Yoldan gelip geçen müslümanlara eziyet veren bir ağacı budaması sebebiyle bir kişinin cennette dolaştığını gördüm.” (Müslim)

Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur: “Allah Tealâ müslümanlara eziyet verilmesinden hoşlanmaz.” (Abdullah ibn Mübarek)

Müslüman kimse, kardeşinin dedikodusunu, gıybetini yapmaz, ona haset etmez, kin beslemez, ardından kuyusunu kazmaz.

Yine Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Koğuculuk yapan cennete giremez.” (Buharî; Müslim; Tirmizî)

Bu hususta Halil b. Ahmed rh.a. de şöyle buyurmuş:

“Sana karşı başkalarının koğuculuğu yapan, başkasına karşı da senin koğuculuğunu yapar. Başkası hakkında size ihbarcılık yapan, sizin hakkınızda da başkalarına ihbarcılık yapar.”

İmam Gazali rh.a., müslümanların hadis-i şeriflerde geçen karşılıklı haklarını şöyle sıralamıştır:

• Müslüman kardeşinle karşılaşınca ona selam vermen,
• Davet ettiğinde davetine icabet etmen,
• Aksırdığında hayır duasında bulunman (‘Yerhamukellah’ demen),
• Hastalandığında ziyaret etmen,
• Vefat ettiğinde cenazesine katılman,
• Seninle ilgili bir yemin ettiğinde, yemininde onu doğru çıkarman,
• Senden nasihat istediği zaman ona nasihat etmen, yardım etmen,
• Onun bulunmadığı yerde hakkını savunman,
• Kendin için istediğin şeyi kardeşlerin için de istemen,
• Kendi nefsin için istemediğin şeyi kardeşlerin için de istememen.” (Mükâşefetü’l-Kulûb)

İyi ve kötü olmak üzere iki türlü ahlâk vardır. Müslüman kimse daima iyi olanı tercih etmelidir. Çünkü kötü ahlâk, sahibine de insanlara da eziyet sebebidir.

Rebî b. Haysem rh.a. demiştir ki:

“İnsanlar iki kısımdır: Ya mümindir, sakın ona eziyet etme. Ya da cahildir ki, sen de ona cahilce karşılık verme.”
Müslümanda ahlâken bulunması gereken birçok haslet, onu kul hakkına girmekten korumak içindir. Çünkü kul hakkı hesap gününde ilâhi af ve şefaat kapsamı dışındadır. Orada hesaplaşılmadıkça kişinin üzerinden kalkmaz.

Müslümanların birbiriyle münasebetlerinde son derece dikkat etmeleri gereken ahlâkî davranışlardan biri de tevazu sahibi olmak, kibirlenmemektir.

Efendimiz s.a.v. buyurmuştur: “Kimsenin kimseye karşı övünmemesi için Cenab-ı Hak birbirinize karşı tevazu göstermenizi vahyetti.” (Müslim, Ebu Davud)

Müslümanlar arasındaki iyi münasebet, yardımlaşma ve dayanışma o kadar önemlidir ki, ibadetlerin birçoğu doğrudan başka insanlarla alakalıdır veyahut birlikte yapılmaktadır. Bu yüzden iki müslümanın üç günden fazla küs kalması yasaklanmıştır:

Efendimiz s.a.v. buyurmuştur: “Bir müslümanın müslüman kardeşi ile üç günden fazla küs kalması, birbirini görünce yüzlerini çevirip gitmeleri helal olmaz. İki kişiden hangisi (barışmak için) önce selam verirse o daha hayırlıdır.” (Buharî; Müslim)

Ahab-ı Kiram’dan İkrime r.a. şöyle demiştir:

“Allah Tealâ, Yusuf a.s.’a şöyle vahyetti:

“Kardeşlerini affettiğin için dünya ve ahirette senin şanını yücelttim.”

Hz. Aişe r.anha validemiz de şöyle demiştir:

“Allah Rasulü s.a.v. kendi nefsi için asla intikam almadı. Ancak Allah’ın bir yasağı çiğnendiği zaman Allah’ın emrini yerine getirmek için ceza verdi.”

İslâm ahlâkına dair, müslümanlarla iyi geçinmesinin gerekliliğine dair ayet, hadis ve sözler çoktur. Nihayetinde müslüman kimse güvenilir, merhamet sahibi ve daima iyiliği isteyen bir kimse olmalıdır. Kimseye zarar vermemeli, bu dünyasını da ahiretini de heba etmemelidir.

Bütün tutum davranış ve sözlerimizi bu şuurla kontrol etmemiz gerekir.

Rabbimizin tevfik ve inayetiyle...Selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Cum Mar 02, 2012 6:34 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: GÜZELLİK KENDİMİZİ BİLMEKLE BAŞLAR....

Teşekkür ederim gözlerinize sağlık.
Hacegan__
Cum Mar 02, 2012 8:03 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: 2 Mart / 2009 saat 06: 00

Senem Adminem Annenize Rabbimden rahmet etmesini mekanının cennet olmasını şu mübarek cuma günü dilerken sizlerinde başısağolsun Rabbim sabırlar ihsan etsin inşallah amin ecmain.
Hacegan__
Cum Mar 02, 2012 6:48 am
 
Foruma git
Konuya git

SU ATEŞ VE AHLAK....

Su, ateş ve ahlak dost olup, birlikte zaman geçirmeye başlamışlar.
Çevrede dolaşırlarken eğer kaybolurlarsa birbirlerini nasıl bulabileceklerini sorgulamaya başlamışlar.
Suya sormuşlar: “Kaybolursan seni nasıl bulacağız?”
“Nerede bir şırıltı duyarsanız beni orada bulabilirsiniz” diye cevap vermiş su.
Ateşe sormuşlar:
“Seni kaybedersek ne yapalım?”
“Bir duman gördüğünüz yerde ben varım” diye yanıtlamış ateş.
Sıra ahlaka gelmiş. “Seni nasıl buluruz ahlak? “demişler.
Onun yanıtı ise oldukça düşündürücüymüş.
“Beni kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız!”
Hacegan__
Cum Mar 02, 2012 4:12 pm
 
Foruma git
Konuya git

TOPRAK VATAN OLURSA......

Bir tohum düşmeye görsün kucağına, önce onun korkusunu giderir şefkatle, sonra okşamaya başlar sevgiyle. Sevincinden tohum çatlar ve ümit filizlenir. Toprak, ihtiyacı olan gıdalarla besler, yemyeşil yapraklarla süsler misafirini. Rengârenk sebzeler, yanaklarında sıcak bir sevinçle gülümser toprağa. Alçak gönüllü toprak, tatlı bir tebessümle ortak olur sebzelerin sevincine.Bir fidan dikilmeye görsün, toprak, heyecanla sarılır köküne. Kırk yıllık dost gibi misafir eder fidancığı. Canından can, yüreğinden heyecan verir.Yağmura, rüzgâra karşı durur arkasında; ister ki fidanlar eğilmesin, kırılmasın. Aradan yıllar geçer; elmalar al al, portakallar sarı sarı gülümser. Mutluluğun ve sevincin ışıltıları düşer toprağa. Onun yerine kuşlar, cıvıltıyla karşılık verir. Dost canlısı toprak, tatlı bir tebessümle ortak olur meyvelerin sevincine.

Bir çocuk doğuverse çığlık çığlığa, toprak, telaşlı bir hazırlığa başlar heyecanla. Mutluluktan sırılsıklam ıslanır, ümitlerle yeni baştan süslenir. Sevincini bölüşmek için gökkuşağını yardıma çağırır çocuksu bir duyguyla.

Evet, bir çocuk doğmuştur, bir yıl sonra üzerinde yürüyecektir minicik ayaklarıyla. Onlar incinmesin diye çimenlerle süsler her yeri… Tıpış tıpış yürüyen çocuğun ayak seslerini duyunca kalbi tıp tıp atmaya başlar. Bir anne şefkatiyle öpüp koklar minicik ayakları…

Toprak alçak gönüllüdür, toprak dosttur, toprak anne gibidir ama bir kaygı vardır içinde: ”Üzerimde yaşayanlar beni ne kadar seviyor?” diye. Bir gün güzel bir söz duyar, şöyle sıcacık, gönülden kopup gelen bir söz: Anadolu. Sevinçten içi bir hoş, mutluluktan gönlü sarhoş olur. O günden sonra bir ana-evlat ilişkisi başlar ki tarihler anlatsa bitiremez bu macerayı.

Evlatları canından çok sever toprağı. Hatta gerektiğinde canlarını kucağına tohum gibi serper, kanlarıyla sularlar. “Alnından vurulup tam ercesine / Bir gül bahçesine girercesine” girerler kara toprağa. Bu muhabbeti gören bir ozan, alır sazını eline ve başlar söylemeye:

Yüz binlerce şehit ateş hattında,
Gül açtılar tekbir nakaratında.
Şehit yazıldılar Allah katında;
Ana bilip ak toprağı öptüler,
Gümbür gümbür zulme vuran kalptiler.

Anadolu ve vatan payesiyle coşan toprak, hiç kimsenin görmediği yeni bir çiçek sunar evlatlarına: bayrak çiçeği.

Evet, toprağın üzerinde laleler, sümbüller, karanfiller, zambaklar açmaya devam eder ama bayrak çiçeği hepsinden alımlı, hepsinden güzeldir.

Çünkü bayrak çiçeği, toprağın yüreğinde yeşeren, mavi göklerde açan hürriyet çiçeğidir. Yürekler çarptıkça burcu burcu kokmaya devam edecek ve bir daha solmayacaktır…Selam ve saygılarımla Hacegan..
Hacegan__
Per Mar 01, 2012 1:05 pm
 
Foruma git
Konuya git

ALLAHI UNUTARAK YAŞAMAK....

Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanlar stresli bir hayat yaşarlar. Stres, vücuttaki dengeyi bozan ciddi bir durumdur. Pek çok insanın Allah’a teslimiyeti tam manası ile yaşayamamalarından dolayı bedenlerinde oluşan bu olumsuz durum, bir süre sonra psikolojik kökenli hastalıklara yakalanmalarına neden olur. Panik atak, kalp ve mide rahatsızlıkları, halsizlik, uykusuzluk, migren, gibi hastalıklar nedeni ile bedensel olarak da hızla çökmeye başlarlar. Tüm bu hastalıkların oluşma sebebinin yalnızca stres olduğunu elbette ki söyleyemeyiz. Ancak çıkış noktalarının çoğu kez psikolojik kaynaklı olduğu bilimsel olarak ispatlanmış bir gerçektir.

Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam`a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.
(En’am Suresi -125)
Allah’a teslim olamayan ve Kuran ahlakı ile yaşamayan insanlar, yaşadıkları zor ve sıkıntılı hayatta genç yaşlarına rağmen yıpranmış bir bedene, solgun ve sağlıksız bir yüze sahip olurlar. Gelecek için her zaman endişe içindedirler. Olaylara yaklaşımları çoğu zaman olumsuz ve ümitsizdir. Sürekli hayal kırıklığı yaşar, çevrelerine ve kendilerine küserler. Bu olumsuz ruh hali bazısının çok fazla yemek yemesine, bazısının da hiç yiyememesine neden olur. Bir süre sonra ya çok şişman ya da çok zayıf bedenleri de onlar için ayrı bir stres konusu haline dönüşür.
Allah`ı birleyen (Hanif)ler olarak, O`na ortak koşmaksızın. Kim Allah`a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir.
(Hac Suresi – 31)
İman etmeyenler mutluluk ve huzuru sürekli dünyevi zevklerde ararlar. Birçok insanın bir arada bulunduğu kapalı, karanlık ve gürültülü eğlence mekânlarında insanlar, sorunlarından uzaklaşmaya çalışırlar. Ancak çoğu zaman havasız ve sağlıksız olan bu ortamlarda, uyuşturucu veya içki ile sorunlarından anlık olarak uzaklaştıklarını zannetseler de, sorunlarını katladıklarından habersizdirler. İçki ve bağımlı oldukları diğer maddelerin etkisi ile gözlerinin altında mor halkalar oluşur. Yüzleri koyu sarı, sağlıksız bir hal alır. Dişleri ve dilleri sararır ve sürekli pis kokarlar. Kulakları bir süre sonra az duymaya başlar. Kendilerini her zaman halsiz ve yorgun hissederler. Dalgın ve endişelidirler. Stresten oluşan tikleri vardır.
Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah`tan (kurtaracak) hiç bir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.
(Yunus Suresi -27)
Kuran ahlakı ile yaşayan, Allah’a tam teslim olmuş müminler arasında ise, teslimiyetten gelen bir huzur, sağlık ve canlılık hâkimdir. Karşılaştıkları olumsuz her olayın kaderlerinde olduğunu ve kendileri için Allah’ın her şeyi hayırla yarattığını bilen müminler, asla huzursuzluk ve stres yaşamazlar. Kadere tevekkül, müminlerin yaşamına büyük bir konfor getirir. Bütün bunların sonucunda da son derece sağlıklı bir yüz ve bedene sahip olurlar. Çoğu zaman nüfus kâğıdındaki yaşlarından çok daha genç gösterirler. Üşenme ve uyuşukluk, asla müminlerin sahip olmadığı özelliklerdir. Bu canlılıklarından dolayı da Allah’ın izni ile her zaman genç ve dinç kalırlar. Yüce Rabbimiz, iman eden bu kişilerin yüzlerinden tanınacağını bir ayetinde şu şekilde bildirmiştir:
Muhammed, Allah`ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah`tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat`taki vasıfları budur: İncil`deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu, ) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek, ) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va`detmiştir.
(Fetih Suresi -29)
Allah, her durumda O’na sığınabilen, tam teslimiyetli kullardan olmamızı nasip etsin inşaAllah.Amin ecmain selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Cmt Mar 03, 2012 8:12 pm
 
Foruma git
Konuya git

KABAGIN SAHİBİ..

Vaktiyle bir derviş, nefsi ile mücadelenin, bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınarak, varlıktan vazgeçecektir
Fakat iş yamalı bir hırka giymekle olmamaktadır.Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir


Saç, sakal, bıyık, ne varsa hepsinden Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır

Berberden kendisini traş etmesini ister
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar Derviş aynadan durumu izlemektedir Basının bir kısmı tamamen kazınmıştır
Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atar ve şaklabanlık yaparak:

"Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!"
diye kükrer

Dervişlik bu Sövene dilsiz, vurana elsiz olması gereltir Kaideyi bozmaz derviş, hiç ses etmez, usulca kalkar yerinden

Berber mahcup olur ama,korkmuştur da Sesini çıkartamaz

Kabadayı Dervişin kalktığı koltuğa oturur, berber traşa baslar Traş sırasında da devamlı olarak dervişi aşağılayıp alay etmeye devan eder;

"Kabak aşağı, kabak yukarı"

Traş biter, kabadayı dükkandan çıkar

Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıya çarpar Kabadayı orada yığılır kalır Ölmüştür

Görenler çığlığı basarlar
Berber ise şaşkındır
Bir bu kötü manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:

- Biraz ağır olmadı mi derviş efendi??

Derviş mahzun ve düşünceli bir şekilde cevap verir:

- Vallahi asla gücenmedim ona
Hatta hakkımı da helal etmiştim
Gel gör ki kabağın bir sahibi var
"O" gücenmiş olmalı! eeee Mevlam neylerse güzel eylermiş...
Hacegan__
Cmt Mar 03, 2012 6:08 pm
 
Foruma git
Konuya git

MERHAMET....

Yolda kalmış olanlar için ıssız dağ başlarına hanlar yaptıran, kanadı kırık yaralı kuşlar için kuş evleri imar eden, bir çiçeğin de canlı olduğunun idrakiyle onu koparmaya kıyamayan, bir ağacı budarken bile acısını hisseden insanlığın nesline bugün neler oldu? Neleri nerelerde ne uğruna yitirdi ki, öz ana babasını boynu bükük bir şekilde kapı dışarı ederken ya da bir hiç uğruna en yakınını öldürmeyi göze alabilirken yüreğinde, vicdanında bir sızı duymaz duruma geldi?

O Rahman’dır. Yarattıklarının hepsine ayrım yapmadan merhamet edendir. Merhamet, yaratıcının sıfatlarından biri öncelikle. Sonra yaratılmışların en şereflisi olana, yani insana da bahşedilmiş özge bir haslet. Merhamet, acımak değil sadece. Acımanın ötesinde, gereğini yerine getirmek. Yani merhamet acıyı ortadan kaldırıp, yerine sevinci ve iyiliği koymaktır. Merhametli olmak, karşısındaki insan veya diğer varlıklar karşısında üzülmek ve acıyarak bakıp geçmekle anlamını bulan bir kavram değil. Kalbin üzüldüğü, acıdığı yerde elden gelen yardımı da yapabilmektir. Rahman olana iman eden her kimse, O’nun yarattıklarına karşı da merhametli olmak durumundadır. Var edenin rahmetiyle, merhametiyle kuşatılmış bir insan, aynı duyarlılıkla ve bakışla etrafındaki varlıklara bakmıyor ve onlara karşı bir merhamet duygusu taşımıyorsa kendisini sorgulaması gerekmektedir.

Kişi kendisine karşı da merhametli olmak durumundadır fakat gerçek anlamda merhamet, başkalarına karşı yapılan iyilikle ve yardımla kendisini gösterir.

Alemlere rahmet olan

Alemlere rahmet olarak gönderilenden, Efendimiz s.a.v.’den öğrendik önce merhametin anlamını. O’nun kuşatıcı sevgisi ve merhametiyle başta insan olmak üzere diğer varlıklar kendini buldu, kendini bildi. O ki, çocuklardan yaşlılara, ağaçlardan kuşlara kadar bütün canlılara karşı merhamet sahibi olmanın en güzel örneği oldu. Yoluna dikenler serenlere, üzerine taş yağdıranlara bile merhametini esirgemedi.

O’nun izinde gidenler de gördükleri eziyetler, cefalar karşısında merhametsiz yüreklerin yumuşaması için ancak niyazda bulundular. Çünkü merhamet sahibi olmak büyüklüğün, insan olmanın, her şeyden önemlisi Yaratan’a kul olmanın gereğiydi. Kötülere karşı herkes kötülükle karşılık verebilir. Ancak kötülüğe karşı iyilikle mukabele etmektir üstünlüğün alameti. Cezayı hak edenleri dahi affedebilmektir merhametli olmanın delili.

Beslendiği kaynaktan ve edindiği rehberden dolayı gönül sahibi olanlar da ancak Yunus gibi yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevdiler, incitmediler, kırmadılar. Çünkü en büyük merhamet sahibi O’ydu. O’nun hayat ve rızık verdiği canlılara karşı insan hangi hakla tavır alabilir, merhametsiz, sevgisiz davranabilirdi ki?

Sakın incitme bir canı

Yalnız insanlara karşı değil, diğer canlılara karşı da merhametli olmaktan geçer insan olmanın yolu. Bir karıncaya dahi ulu nazarı olan bir kültürün, bir geleneğin fertleri olan bizler, ne oldu ki merhametin şefkatin timsali olan annelerde bile merhameti sorgular hale geldik? Meyve ağaçlarına zarar veren canlıları engellemek veya ortadan kaldırmak için şeyhülislam makamından fetva isteyen sultanın hassasiyeti hangi öğreti neticesinde oluşmuştu? Bir karınca da olsa zulmedilen, hesabının elbet bir gün sorulacağı inancıdır ki, o insanları zalimlikten uzak edip, merhametin sembolü haline getirmiştir.

Merhamet duygusunu en etkili bir şekilde kuşanan, taşıyan tek canlı olarak bilinen anneler, öz yavrularını sokaklara terk edip giderken, insanlığın nelerden ve niçin mahrum kaldığını sorgulama zamanıdır. Vahşi hayvanların bile yavrularına karşı gösterdikleri merhamet ve şefkat hissi insanda kaybolmaya yüz tutmuşsa, insanın içine düştüğü girdaptan kurtulma çarelerini araması için acele etmesi gerekmez mi?

Sadece kendi menfaat ve rahatımız için önümüze koyduğumuz hedeflere doğru koşarken başka birinin hakkını gözetmeden, ne varsa kırıp dökmek ve bu şekilde amacına ulaşmaya çalışmanın müthiş tehlikesini şu iki mısrada görüp ürpermemek elde mi? “Sakın incitme bir cânı / Yıkarsın arş-ı Rahman’ı!”

Merhamette güneş gibi

Güneş, gökyüzünden yeryüzüne ulaşıncaya kadar geçtiği yerlerdeki varlık ve canlıları da ışıtır ve ısıtır. Hiçbir varlık arasında ayrım yapmadan ışığını ve ısısını herkese ve her şeye karşı ikram eder. Mevlâna hazretleri de, insanlığa seslenirken bu güzel benzetmeyi yapmaktadır. Çünkü Güneş’in sahibi olan Allah bütün canlılar için aynı merhameti göstermektedir. Dolayısıyla güneş de Yaratıcısının emrinde ve isteği doğrultusunda hareket ederken, insanoğlu gücünü nereden alıyor da bu dairenin dışına çıkma cüretini gösterebiliyor?

Yolda kalmış olanlar için ıssız dağ başlarına hanlar yaptıran, kanadı kırık yaralı kuşlar için kuş evleri imar eden, bir çiçeğin de canlı olduğunun idrakiyle onu koparmaya kıyamayan, bir ağacı budarken bile acısını hisseden insanlığın nesline bugün neler oldu? Neleri nerelerde ne uğruna yitirdi ki, öz ana-babasını boynu bükük bir şekilde kapı dışarı ederken ya da bir hiç uğruna en yakınını öldürmeyi göze alabilirken yüreğinde, vicdanında bir sızı duymaz duruma geldi?

Kalpleri bu derece katılaştıran, hissiz ve duyarsız kılan sebepler nelerdir? Sadece kendi varlığı için var olmaya çalışan, yolda yürürken önünde düşen bir hastaya, bir yaralıya dönüp bakmadan yoluna devam eden insanların etrafımızda çoğalmasını hangi gerekçeler haklı gösterebilir ki?

Nerde görsen gönlü kırık

Bütün bu soru cümleleri kurulurken elbette ki cevaplarını kendimizden beklediğimiz gibi, sorular da nefsimize sorulmuş kabul edilmelidir. Eleştirilen, sorgulanan tutum ve davranışların uzağında değiliz. Buradaki muhasebe önce kendi vicdanıyladır yazıcının. Okuyucunun da öyle olmalıdır.

Kaybolan birçok değerden, eriyen insan yanımızdan biri merhamet duygusu. Gerçek odur ki, bizler başkaları için veremediklerimizi başkalarından bekleme hakkına sahip olamayacağız. Yüce buyruk da öyle değil mi? Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Yeryüzündekilere merhametsiz olanlara göklerdekilerin de merhamet etmeyeceği uyarısı, çağlar boyu yankılanıp kulaklarımıza kadar ulaşırken, bu nidayı duymazdan gelmek, bizi biz olmaktan uzaklaştırmaktan ve o büyük günde boynumuzu yere eğmekten başka bir şey kazandırmayacaktır. Burada kazanmış gibi gördüklerimiz, aslında kaybettiklerimiz olacaktır çünkü. İlâhi buyruk ve duyurularla birlikte, bu sırra mazhar olan nice gönül insanının da gök kubbeyi dolduran aynı anlamdaki çağrılarına icabet etmedikçe, yeniden silkinip kendine gelmedikçe, çağın fırtınaları karşısında göçüp giden insanî duygularımızın bıraktığı boşluğu ve mutsuzluğu maddi hiçbir varlığın doldurmadığını öğrendiğimizde vakit geçmiş olacaktır.

Gönlü kırık bir kimseye, diliyle yüreğiyle merhem olabilmenin, yolda kalmış bir yolcuya hemdem olabilmenin verdiği yürek huzurunun genişliği kaç metrekare eve ya da iş hanına sığabilir ki? İnsan özüne, yaratılış gayesine sadık kaldığı sürece saadet bulur. Aksi takdirde mutsuzluk ırmağının kirli sularında ömrünü geçirmiş olacaktır. Öz ise, güzelliği ister. Yardımlaşmayı, paylaşmayı arzular. Ve bu güzel duygular davranışa dönüştüğü sürece de insan gerçek anlamda insan olma yolunda ilerler.

Rahmet yüklü bulut gibi

Ey rahmetini yüz parçaya ayıran! Sadece bir parçasını yeryüzüne indirerek en büyük payı kendinde tutan, merhametlilerin en merhametlisi! Senin merhametin olmasaydı anne yürekleri şefkat timsali olarak bilinmeyecekti. Senin merhametin bir annenin çocuğuna olan merhametinden kat be kat fazladır. Gönüllerimizi merhametinle aydınlat, ısıt, yumuşat…

Uzak dağ başlarında unutmadığın fidanlara rahmetinin eseri olarak gönderdiğin bulutlar gibi… Bizim de dünya kuraklığında kurumaya yüz tutmuş, katılaşmaya, çoraklaşmaya meyletmiş gönüllerimizi merhamet yağmurlarınla yeniden yeşert, dirilt. Duymayan, hissetmeyen, acımayan kalplerimizi rahmet yüklü bulutlar gibi merhametinle kuşat. Rahmetinden ümidimizi, yüce merhametinden yüreklerimizi uzak eyleme.

Ey rahmeti her şeyi kuşatan Rabbimiz! Rahman ve Rahim isimlerinin hakkı için bizlere merhamet et. Çağın bu dehşetli yangınından yaralanmış yüreklerimize merhem et. Ey merhametlilerin en yücesi! Merhamet... Amin ecmain inşallah Hacegan..
Hacegan__
Pzr Mar 04, 2012 5:00 am
 
Foruma git
Konuya git
cron