519 sonuç bulundu

Geri dön

Re: Ümidini yitirme..

Sabaha çıktıktan sonra artık geçen geceye bakma. Çünkü şerri ve hayrı ile giden dünü değil bugünü yaşayacaksın. farzet ki ömrün sadece birgün o da bugün...bugün doğdun ve bugün Rabbine kavuşacaksın. geçmişin kederi geleceğin kaygısı ile ayağının sürçmesine müsaade etme. bütün dikkatini ihtimamını çalışmanı bugüne teksif et.ömrünün bu son gününün namazlarını mutlak surette huşu içinde eda et! Kur'an'ı Kerim-i tedebbür ederek oku. Tesbihatını huzurda yapıyormuşçasına yap. ahlakına muamelatına dikkat et. insanlara faydalı olacak işler konusunda son derece azimli ve gayretli olarak gününü geçir. bu son gününün saatlerini iyi kullan. dakikalarını senelere saniyelerini aylara dönüştür. yüce Mevlayı çokça zikret. bugün tarlana hep hayır ek. günahlarından tövbe et. kinden hasetten uzak ol. rızkına razı ol. eşini çocuklarını mutlu et. kendin ol - İmmea olmahiçbir zaman başkası olmaya gayret etme.Çünkü bu gerçekten sonsuz bir sıkıntı sebebidir.Adem aleyhisselamdan bugüne insanoğlundan biri diğeriyle aynı surette yaratılmamıştır. sen özelsin.geçmişte hiç kimse senin suretinde yaratılmadı. bundan sonra da yaratılmayacak. sen Ahmet'ten Mahmut'tan farklısın. bu yüzden kendini başkasında diriltmeye kalkışma.hayata 'sen' olarak atıl. Yaratıldığın gibi yaşa. sesini yürüyüşünü değiştirme.senin özel bir tadın rengin var. seni bu tadınla renginle tanıdık ve böyle görmek istiyoruz. Çünkü sen böyle yaratıldın. İbn Mes'ud (r.a.) bir gün arkadaşlarına: "Sakın herhangi biriniz "immea" olmasın!" dedi.Onların "Ey Eba Abdirrahman! İmmea da nedir?" diye sormaları üzerine de şunları söyledi: "İmmea "Ben halka bağlıyım. Onlar doğru yolda olurlarsa ben de doğru yolda olur; onlar dalalette (sapıklıkta) olursa ben de dalalette olurum" diyen kişidir. Allah'a yemin ederim ki halk tamamen kâfir olsa dahi siz kendinizi kâfir olmamak için zorlamak mecburiyetindesiniz." İnsanoğlu tabiatı itibariyle meyve ağaçları gibidir. Kimisi uzun kimisi kısa. Kimisi tatlı kimi ekşi.Muz gibiysen başka mevye olmaya gayret etme. Çünkü güzelliğin değerin muz olmandadır. Renklerimizin dillerimizin güçlerimizin velhasıl tüm özelliklerimizin farklı oluşu Bari Teala'nın ayetlerinden bir ayettir. La-Tahzen / Üzülme Çünkü hüzün düşmanı sevindirir dostunu üzer haset edenin diline düşürür. La-Tahzen / Üzülme Çünkü hüzün kaybolanı geri getirmez öleni diriltmez kaderi değiştirmez hiçbir fayda getirmez. La-Tahzen / Üzülme Çünkü hüzün sinirleri yıpratır kalbini yorar gecelerini mahveder. La-Tahzen / Üzülme eğer günah işlediysen tövbe et istiğfarda bulun yanlış yaptıysan düzelt o'nun rahmeti sonsuz kapısı hep açıktır. La-Tahzen / Üzülme kaybettiğin şey için üzülme çünkü daha pek çok nimetlere sahipsin. 'n sana bahşettiği diğer nimetleri düşün ve şükret. Teala "'ın nimetlerini saymaya kalksanız buna güç yetiremezsiniz" buyurmuyor mu? La-Tahzen / Üzülme ehli batılın sözlerinden dolayı üzülme onların tenkitlerine sabrettiğin sürece mükafatlandırılacağını unutma. La-Tahzen / Üzülme insanlara ihsanda bulunduğun sürece üzülme. Çünkü mutluluğun yolu insanlara ihsanda bulunmaktan geçer. La-Tahzen / Üzülme Çünkü iyiliğin mükafatı on mislinden yedi yüz misline kötülüğün karşılığı ise sadece mislince......
Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Per Arl 12, 2013 4:54 pm
 
Foruma git
Konuya git

Mutlu ve Temiz Hayat.....

Cenab-ı Mevla müberrâ kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“(Rasulüm!) Mümin erkeklere gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah onların yapmakta olduklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini harama bakmaktan çeksinler, namus ve iffetlerini korusunlar.” (Nur, 30, 31)
Peygamberimiz s.a.v. de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
 “Şüphesiz haramlar bellidir. Helaller de bellidir. Bir de ikisinin arasında haram mı helal mi olduğu belli olmayan şeyler vardır. Dinini ve namusunu korumak isteyen bunlardan kaçınır. Bu şüpheli şeyleri yapan kişi, tıpkı bir çitin etrafında sürüsünü otlatan çoban gibidir. Koyunlar her an korunan araziye girebilir. Haberiniz olsun, her hükümdarın koruduğu bir yer vardır, Allah’ın koruduğu yer ise haramlardır. Bedende de bir et parçası vardır. Eğer o et parçası sağlam olursa bütün vücut sağlam olur. Eğer o et parçası bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. İşte o et parçası kalptir.” (Buharî)
Hadis-i şerifte müslümanların günlük hayatlarını çevreleyen her türlü unsuru helal daire içinde tutmaları çok tesirli bir üslupla anlatılıyor. Net bir şekilde anlıyoruz ki Cenab-ı Mevlâ insanoğlunun hayatını helal ve haramlarla sınırlandırmıştır. Mükellef olarak her müminin görevi helal dairede kalmaktır. İnsanın her bir azası kendi görevini yapmakla mükelleftir. Göz harama bakmaz, dil haramı söylemez, kulak haram olanı dinlemez, el harama uzanmaz, ayak harama gitmez. Kalbimiz bütün bunları yöneten âmir konumundadır. Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi, kalp bozulursa bütün beden bozulur.
Mümin fert olarak kendi kalbini ve bedenini haramdan koruması gerektiği gibi, evini de korur. Onun eliyle hiç kimseye haram sirayet etmez. Haram için hiç kimseyle işbirliği yapmaz. Arıların çevrelerini temiz tutmaları gibi, müslümanlar da çevrelerini haramdan arındırırlar.
Hüccetü’l-İslâm İmam Gazali hazretleri şöyle buyuruyor:
“Bütün azalarına şöyle bir bak ve niçin yaratılmış olduklarını düşün! Sonra bu azaların her biri ne için yaratılmışsa yerinde kullanmak üzere muhafaza et. Ayaklar cennet bahçelerinde ve saraylarında gezinmek için, eller cennettte şerbet kadehlerini tutmak ve meyvelerini toplamak için yaratılmışlardır. Gözler cennette alemlerin Rabbine nazar kılmak için yaratılmışlar. Dünya ve ahirette bundan daha değerli ve daha büyük bir nimet mevcut değildir. Böylesine değerli ve yüce bir gaye için yaratılmış gözler için yapılması gereken, yaratılış sebebine uygun olarak büyük bir itina ve özenle onları koruyup gözetmek, haram bakışlarla onları kirletmemektir.”
Göz gördüklerini kalbe nakşeder. Dolayısıyla zaman geçtikçe kalp kirlenir, saflığını kaybeder. Yine İmam Gazalî hazretleri buyuruyor:
“Yenilen yemekler belli bir süre sonra çeşitli yollarla dışarı atılır. Eseri bir süre kalsa da zamanla yok olur gider. Ayrıca zararlı yiyeceklerin vücut üzerindeki etkilerini gidermek için çeşitli ilaçlar vardır. Fakat insanın kalbi üzerinde tesir bırakan bir söz, belki de ömrü boyunca onunla birlikte kalır. Bu söz çok değersiz bir şey olsa bile onu unutmaz. Kendisini sürekli meşgul eder, yorar ve sıkıntıya sokar. O söz sebebiyle kalbe bir sürü vesvese ve kuruntular üşüşür. Bu gibi kötü düşüncelerin kendisini bir belaya sürüklemesinden, sonuçta felakete götürmesinden hiçbir zaman emin olamaz. Eğer seni ilgilendirmeyen ve faydası olmayan sözlerden kulağını korursan rahat ve huzur içinde olursun.”
Göz ve kulak kadar dil de önemlidir. Dili de boş ve gereksiz, kötü sözden korumak gerekir. Yunus b. Ubeyd rh.a. şöyle buyuruyor:
“Gördüm ki nefsim, Basra’nın şiddetli sıcağında orucun meşakkatine tahammül gösteriyor. Fakat lüzumsuz şeyleri konuşmamaya bir türlü tahammül gösteremiyor.”
Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. de şöyle buyurmuştur:
“İnsanoğlu sabahlayınca, bütün azaları erkenden kalkarak lisan-ı halleriyle dile şöyle derler: Allah’tan senin için doğruluk dileriz. Çünkü sen doğruluk üzere olursan biz de doğru oluruz. Sen eğrilip saparsan biz de saparız.” (Suyûtî)
İmam Gazalî hazretleri dilin edebi hakkında, daha hassas bir ölçüden bahsederek bize nasihat eder:
“İnsan lüzumsuz ve boş sözleri konuşmakla Kirâmen Kâtibin denilen ve insanların her yaptığı ve söylediklerini yazmakla görevli meleklerini hiçbir hayrı ve faydası olmayan sözlerle meşgul eder. İnsanın bu meleklerden utanması, onlara lüzumsuz sözlerle eziyet etmemesi gerekir. Çünkü Cenab-ı Mevlâ şöyle buyuruyor:
“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”(Kâf, 18)
Müslümanın hayatı helal dairede olmalıdır. Helal olan işte huzur vardır, Allah Tealâ’nın rızası da helal iştedir. Helal her işimizi temiz kılar. Haram ise kirdir; sadece bulaştığı alanla kalmaz, zaman içinde her yere sirayet eder, bütün bedenimizi ve amellerimizi kaplar.
O halde temiz olan helal çerçevede kaldığımız sürece iç dünyamız ve yaşantımız temiz demektir. Temiz yaşayanın ise ebedi yolculuğuna temiz çıkacağı umulur.
Rabbimizin tevfik ve inayetiyle…Hacegan
Hacegan__
Cum Arl 20, 2013 7:45 am
 
Foruma git
Konuya git

MÜSLÜMAN BARIŞ İSTEYENDİR......

“EY IMAN EDENLER! HEP BIRDEN BARIŞA GIRIN. ŞEYTANIN ADIMLARI ARDINA DÜŞMEYIN. ÇÜNKÜ O (ARANIZI AÇAN) APAÇIK BIR DÜŞMANDIR.” (BAKARA, 208)
 
 
 
 
 
Eğer insanlık tarihi bir cümleyle özetlenmek istenseydi, “kavga ve barışın tarihi” demek uygun olurdu. Tarih sayfalarını dolduran bütün çabaların, bütün mücadelelerin içinde bu iki kavramdan biri var: Ya kavga, ya barış... Bütün insanlar, ilk insandan son insana ya kavgadan yana oldular ya barıştan yana. İşte fertlerin ve toplumların hayatına bu tercih yön verdi. Yalnızca tercih sahiplerinin kendi hayatlarına yön vermekle kalmadı, başka fert ve toplumları da derinden etkiledi bu tercihler. Tarih bunun şahididir. Günümüzde de durum böyledir, yarın da böyle olacak. Bütün varlıkların sahibi ve kâinattaki muhteşem ahenk ve barışın yaratıcısı Rabbimiz, insanlık için razı olduğu yolun “İslam” olduğunu beyan buyuruyor. İslam, hem kelime olarak hem de kavram muhtevasıyla barış anlamına da geliyor. Ve bu yolu seçen bizler, yani müslümanlar da böylece tercihimizi barıştan yana yapmış bulunuyoruz. Evet, müslüman barıştan yana olan insan demektir. Yeryüzünde kavga ve karmaşa istemeyen insan demektir. Müslüman barışın, adaletin ve huzurun yanında, bütün bozgunculuk ve fitnelerin karşısında yer alan insan demektir. Nitekim tarihimiz boyunca ismimizin taşıdığı mana şuurunu hayatımıza hüküm-fermâ kıldığımız dönemlerde bütün gayret ve mücadelemiz barışı korumak ve yaşatmak için olagelmiştir. Hatta savaşlarımız bile böyledir. Rabbimizin muradını doğru anlayıp, onunla hareket ettiğimiz hiç bir dönemde saldırganlardan ve kavgacılardan olmadık. Kurduğumuz medeniyetlerin ekseni nedir diye sorulsa, akl-ı selim sahibi herkes itiraf edecektir ki, barıştır. Bugün için de gayret ve çabalarımızın ana fikri aynıdır. Yani kendimizle, kalbimizle barış, bizim ve alemlerin sahibi Rabbimizle barış ve Yaratan'dan dolayı yaratılanlarla barış. Evet, bizler barışçıyız ve barışçıların çocuklarıyız. Biliyoruz ki ismimizin bizlere kazandırdığı barışçı kimliğimizi topyekün muhafaza ettiğimiz sürece varoluş vazifemizi ifa etmiş olacağız. Varoluş vazifesini ifa edebilen insanlardan olabilmenin temel şartı muhabbettir. Muhabbeti temin için, Rabbimizin hoşlanmadığı şeylerden kalbimizi temizlemek ve nefsimizin esaretinden kurtulmak zorundayız. Hiç değilse niyetimizi bu yönde kurup, böyle bir gayretin yolcuları arasına katılmak zorundayız. Ancak o zaman aramızdaki kavgalar son bulacak, Allah'ın bizden istediği kardeşlik ve birlik-beraberlik mümkün olacaktır. Müslümanlığını ilan etmiş bulunan herkes, bu ahdinden vazgeçmedikçe kardeştir. İnananlar, kardeşlerinin kusurunu aramak yerine, biribirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederler. Üzerinde yaşadığı toprağın bedelini fazlasıyla ödemiş bulunan ve halen ödemeye devam eden bizler, hepimiz aynı tarihin, aynı medeniyetin evlâtlarıyız. İçimizde, bu gerçeği zaman zaman unutma eğiliminde olanlar varsa, bu durumu polemik ve kavga konusu yapmaksızın en iyi yolla onları ikaz etmek vazifesiyle mükellefiz. Bunu yaparken, her adımda Rabbimizin rızasını gözeterek ve niyetimizi her an tazeleyerek hareket etme mecburiyetimiz vardır. Allah'ın rızasını saf ve katıksız bir şekilde hedeflemeyen niyetlerle yürütülen çabalar bâtıldır ve reddedilmiştir. Ayrıca müminin niyetinin amelinden daha hayırlı olduğu hadis-i şerifini de unutmamalıyız. Malumdur ki amele riya girebilir, niyete girmesi ise mümkün değildir. Özellikle, Allah'ın dinini başka niyetlerimizin önüne meşruiyet malzemesi olarak kullanma ihtimalini kalbimiz titreyerek hesaba katmak zorundayız. Bu büyük vebalden ateşten kaçarcasına kaçmak, her adımda uyanık olmak kulluk vazifemizin tartışılmaz bir gereğidir. Müslüman yeryüzünde Allah'ın halifesidir. Hedefi ubudiyet vazifesini yerine getirmektir. Ferdî ve sosyal vazifelerle ilgili bir acziyet ve tereddüt söz konusu ise, “kalbi Allah'ın zikrinden gafil olanlara tâbi olmamak” mutlaka dikkate alınması gereken ölçüdür. İslam'ın bizden istediği “ edeb ”, inanıyoruz ki bu şuurda hayat bulacaktır. Biliyoruz ki, “gerçekten inanıyorsak Allah kalbimizi doğru yola iletecektir.” Tevfik ancak Allah Teâlâ'dandır. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.Hacegan....
Hacegan__
Pzr Kas 02, 2014 2:02 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: İNSAN,,,,,,,,,,,

Allah kâinatı insan için yarattı. Kâinatın bütün düzeni, insana göre ayarlanmıştır. Allah insanı merkeze alan bir varlık, dünya, kâinat tasarımı ortaya koymuştur. İnsan, bütün varlıkların efendisi konumundadır. Her şeyin farkına varma yetisi olan bilinç, sadece insanda var. Fark etme, fark ettiğini ifadeye dönüştürme, isteme, istekleri doğrultusunda iş üretme, yaratılıştan güzel olan kâinata sanat anlamında değer üreterek daha da güzelleştirme, hayatı ve varlığı anlamlı hâle getirme kabiliyeti sadece insanda vardır.
İnsan âdeta kâinatın özü ve başlıca amacıdır. Ama insan, bunu anlayamamakta ve hemcinsi olan diğer insanların değerini bilmemektedir. Bugün insan, kirli ihtiraslar uğruna harcanmakta, savaşlarda kitlesel anlamda katliamlara tabi tutulmakta, ezilmekte, süründürülmekte, horlanmakta, itilip kakılmakta ve yok sayılmaktadır.
Kardeşim emeğine yüreğine sağlık güzel paylaşım için...
Hacegan__
Cum Tem 11, 2014 8:47 am
 
Foruma git
Konuya git

Dil susar,İnsan kurtulur......

İnsan, yerine ve zamanına göre konuşmasını ve susmasını bilmeli, konuşmasında da susmasında da aşırılıklardan kaçınmalıdır.
 
Ecdadımız, “Çok söz yalansız, çok para da haramsız olmaz.” demiştir. Ayrıca, “Bilirsen güzel kelâm söyle ibret alsınlar, bilmezsen sükût eyle adam sansınlar.” ve “Allah, insanoğluna bir ağız, iki kulak vermiştir. Bunun manası: ‘Bir konuş iki dinle’ demektir.” gibi sözlerle bizlere yol göstermişlerdir.
 
Konuşmak, insanın başkalarına meramını anlatabilme özelliğidir. Cenab-ı Hak bu müstesna özelliği eşref-i mahlukat olan insanoğluna bahşetmiştir. Ademoğlunu diğer yaratılmışlardan ayıran ve ona ayrı bir değer kazandıran konuşma yeteneği, çok üstün bir meziyettir. Onun için her insan konuşma usul ve üslubunu yerli yerince kullanmalıdır.
 
Konuşma, insanın kişiliğini, seviyesini ve seciyesini (kişiliğini, karakterini) sergiler. Zaruret miktarı kadar konuşmalı, şayet konuşmayı gerektiren bir durum yoksa sükût etmeli, susmalıdır. Dile hakim olmak dil sahibini yüceltir. Dili gelişi güzel ve uluorta kullanmak ise sahibini toplum içinde şahsiyetsiz ve seviyesiz kılar.
 
Susarak sessiz kalmak, sükûtu tercih etmek dil için en güzel ve en uygun terbiye metodudur. Fahr-i Alem s.a.v.’in Ebu Zer r.a.’a yapmış olduğu bir nasihatinde şöyle buyurmuşlardır: “Sen çoğu zaman susmayı tercih et. Bu sana, dininde yardımcı olup şeytanı kovar.”
 
Başka bir mübarek sözlerinde de buyuruyorlar ki: “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen hususları terk etmesi, olgun imanın gereğidir.”
 
Boş lakırdı ve gereksiz sözlerden daima uzak kalınmalıdır. Diline böylesine sahip olan kimseler Cenab-ı Hak katında yüksek makam ve mevki sahibi olurlar. Mana Erleri, “Dilim, senden çektiğim zulüm!” demişlerdir.
 
Manasız sözler, yersiz konuşmalar, dünya veya ahiret için hiçbir yararı olmayan ifadeler ile yalan ve iftiraya yönelik lakırdılar, müberra dinimizde kesinlikle yasaklanmıştır. Bütünüyle bu gerçekleri göz önünde bulundurması gereken her müslüman konuşmalarında, hal ve hareketlerinde doğruluğu ve ciddiyeti esas almalıdır. “Lakırdısı çok olanın hatası da o nispette çok olur!” demişlerdir.
 
Hz. Malik r.a., Yahya b. Saad r.a.’dan şunu rivayet eder:
 
Hz. İsa a.s. yolda duran bir domuza: “Allah rahatlık versin!” dedi. Yanındakiler şaşırdı ve: “Sen bunu bir domuza mı söylüyorsun?” dediler. İsa a.s. şöyle cevap verdi: “Ben dilimi kötü söylememeye alıştırıyorum!”
 
Nerede olursak olalım, şartlar neyi gerektirirse gerektirsin, dilimizi kötü, çirkin ve kaba sözlere alıştırmaktan uzak kalmaya özen göstermeliyiz. Dili yüzünden başına gelen türlü felaket karşısında, “Dilim, seni dilim dilim dilmeli!” diyen büyüklerimizin feryatları asla kulak ardı edilmemelidir.
 
Ankebut Suresi’nin 46. ayet-i celilesinde Rabbimiz şöyle buyurur: “İçlerinden zulüm edenler müstesna olmak üzere, ehli kitap ile en güzel (şekilden) başka bir suretle mücadele etmeyiniz.”
 
Müslüman kişi, kitap ehli olan yahudi ve hıristiyanlarla bile mücadelesini en güzel bir şekilde sürdürmeli, dilini kötü sözlerden korumada gerekli hassasiyeti göstermelidir.
 
Yine Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
 
“O çok esirgeyen Allah’ın has kulları ki, onlar yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Kendini bilmez kimseler onlara laf attığında ‘Selametle!’ deyip geçerler.” (Furkan, 63)“Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size... Size selam olsun! Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz.’ derler.” (Kasas, 55)
 
Bazı insanların işi gücü boş konuşma, yani gevezeliktir. Çeneleri kuvvetli olan bu insanlar herkesle münakaşaya ve münazaraya girerler. Boşboğazlık sanatı olan kimseler, yerini, zamanını ve mekanını dahi hesap etmeden hep konuşurlar, daima konuşurlar. Oysa bu konuşmalarının çoğu boş şeylerdir, hiç kimseye en ufak yarar sağlamaz. Ancak kişinin günah hanesinin kabarmasına, vebalinin büyümesine sebep olur. Fahr-i Cihan s.a.v. bir hadis-i şeriflerinde buyurur ki: “Hidayet üzere olan bir topluluk, tartışmaya girmeden dalâlete (batıla yönelmeye) düşmez.” (İbn Mace)
 
Bir başka hadis-i şerifinde ise Efendimiz s.a.v. şöyle buyurur:
 
“Allah, ineklerin ot yerken ağızlarını geveledikleri gibi insanlara karşı ağızlarını geveleyen insanları sevmez. Allah, onların ağız ve yüzlerini cehennemde evirip çevirecektir.”
 
Başkalarını güldürmek için acayip kılıklara girmek, insanları taklit etmek hem dinî kurallara, hem de adab-ı muaşeret ve görgü kurallarına ters düşer. Onun için her müslüman böylesine yasaklanmış çirkin fiillerden son derece sakınmalı, dilini ve diğer göz kulak gibi organlarını yerli yerinde kullanmasını bilmelidir. İnanan insanlardan beklenen budur.
 
Fuzuli konuşmalar ve gereksiz tartışmalar insanı günah yükü haline getirir. Onun için her insan Şeyh Sadi Şirazî’nin dediği gibi: “Konuşulacak yerde susmayı; susulacak yerde de konuşmayı” iyi ayarlamak lazımdır.
 
Diline gereği gibi sahip olmasını bilen insanların dünya ve ahiret hayatı mamur olur. İnsanların birçoğu günümüzde tartışma hastalığına yakalanmıştır. Halbuki hiçbir dinî mesele tartışmayla çözülmez. Bunun için inceleme ve araştırma esas olmalıdır.
 
Ashab-ı Kiram’dan rivayet edilen bir hadis-i şerif şöyledir:
 
“Biz bir dinî konuyu tartışırken Rasulullah s.a.v. çıkageldi. O güne kadar görülmediği tarzda öfkelendi ve bizi azarlayarak şöyle dedi:
 
Ey Ümmet-i Muhammed, yavaş olun ve kendinize gelin! Sizden önceki ümmetleri bu gibi boş tartışmalar yok etmiştir. Tartışmayı terk edin! Çünkü tartışmanın zararları açık ve kesindir. Tartışmayın, çünkü size kötülük olarak tartışmacı olmak yeter. Tartışmayın, çünkü tartışan kişiye kıyamet gününde şefaat etmem. Tartışmayın, ben tartışmayanlara, biri köşede biri ortada ve biri de en yüksekte olmak üzere cennette üç köşk vermeyi taahhüt ediyorum. Bunların en yükseği haklı olduğu halde tartışmayı terk eden içindir. Tartışmayın, çünkü putlara tapmaktan sonra Allah’ın beni nehyettiği ilk şey tartışmadır.” (Taberanî)
 
Hümeze Suresi’nin ilk dört ayetinde de şöyle buyrulur:
 
“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline! O ki; birçok mal toplamış ve onu sayıp durmaktadır. Sanıyor ki malı kendisini (dünyada) ebedileştirecektir. Hayır! (Malı onu kurtaramaz) muhakkak ki o ateşe atılacaktır.”
 
Diline sahip olan kendini selamette bulur. Yalnız insanlara verilmiş olan konuşma, bir tanışma, bir anlaşma aracıdır. Bu çok önemli özelliği gayesi dışında kullanmak sahibini hem geçici olan dünyada, hem de ebedi olan ahiret hayatında zelil ve rezil eder. Böyle bir akıbete düşmemek için dil denilen o küçük et parçasına ve ağzımızdan çıkan her söze, her kelimeye, her cümleye dikkat etmemiz ve kontrol altında bulundurmamız lazımdır.
 
Ecdadımız ne güzel söylemiştir: “Sükût-u lisan, selamet-i insan!”
 
Rabbimizin tevfik ve inayeti ile...Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Cmt Tem 12, 2014 1:25 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Kadir Geceniz mübarek olsun...

“Ellâhümme inneke afüvvün, tuhibbu’l-afve fa’fü annî” (Allah’ım! Şüphesiz Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet.) (Tirmizi, Da’avât 89)
Kadir gecenizi kutlar tüm Türk ve islam alemine hayırlara vesile olmasını temenni ederim...
Hacegan__
Cum Tem 25, 2014 12:00 pm
 
Foruma git
Konuya git

Hukuk ve Vicdan.....


İnsanın yaşayıp var olduğu her yerde hak, hukuk ve vicdan olduğu gibi, haksızlık, hukuksuzluk ve vicdansızlıkta var olur. Başlığa bakıp da sakın politika yapıp siyasi yönde bir yazı yazacağımı sanmayınız. Çünkü politikanın sözlük anlamının, belli bir ereğe varmak için karşısındakilerin zayıf noktalarından yararlanma mesleği olduğunu, politikacının da yüze gülüp işini yürüten kimselere denildiğini okuyup bilmeyenimiz yok gibidir. İşte bu bağlamda halkımıza hizmet edip güven vermeyen politikayı da politika yapanı da kendime pek fazla sıcak göremiyorum. Ancak bir düşünür olarak düşüncemi beyan etmem gerekirse, benim için politika, kişisel veya belli bir zümrenin ya da toplumsal bir faaliyetin menfaatine yönelik her türlü yalanı dolanı mubah sayıp içinde barındırdığından genelde demagojiye dayalı kuralsız siyasi arenada oynanan bir nevi oyun sanatıdır. Bu sanatı icra etmek için seçilip oynayıp sergileyenlere de politikacı denir diye düşünüyorum. Hâlbuki bunun karşılığı olarak söylenip yazılan siyaset sözcüğü bana göre biraz daha yalandan, dolandan, riyadan politika sözcüğüne göre uzak ve sıcak gelmektedir. Çünkü siyaset sözcüğü politikaya sözcüğüne göre kuralları olan gerçeğe ve bilme dayalı riyadan uzak, yalansız ve dolansız ülke gerçeğine daha uygun çerçevede yapılması gereken, dünya siyaset alanında bazı kural ve prensipleri olan, millet ve ülke yararına dünya siyaset alanında oynanan bir oyun sanatı olduğunu düşünüyorum. İşte bu yüzden ben burada ne politika ne de siyaset yapacağım. Her ikisinden de uzak durup aklımın erip bilgimin yettiği kadar, insan hak hukuk ve vicdanını, sizlerle kendi dünya görüşüme uygun bir çerçevede yazıp paylaşmak istiyorum. Dünya yaşamındaki iç içeliğimizde bireyin bireyle ya da bireyin devletle ya da devletin bireyle olan tüm karşılıklı ilişkilerinde verilen emek, görev ve sorumluluk karşılığında herkesin birbirinden alıp vereceği payına düşen hisseye hak denileceğini düşünüyorum. Hak talebinin hukuk çerçevesinde yazılı kuralları olduğu gibi, karşılıklı güven, hakkaniyet ve adalet duyguları içinde yaşayıp var olan adil insanlar için geçerli olan söze dayalı yazılı olmayan bazı kurallarının da var olduğunu bilmeliyiz. Bu kuralların tümü ahlakı çok yüksek toplumlarda geçerli olduğundan ahlakı yerleşik etik toplumlarda verilen her sözün Hak sözü olduğu kabul edilir. Ve Hak adına söylenip verilen hiçbir sözde de asla yalan ve hile olmaz. Çünkü söze dayalı kuralların tümünün geçerli olduğu toplumlarda insan ahlakına bağlı oluşmuş olan tüm etik kurallar adeta yasa hükmünde kabul gören yerleşik toplum düzenini sağlayan bir nevi yazılı olmayan nizamnamelerdir. Hukuka gelince; millet adına yasama organınca çıkarılan tüm yasa ve bu yasalara uygun diğer tüm kanun koyucu ve uygulayıcılarının hak, hukuk ve vicdan dairesinde karar alıp yürürlüğe koyup uyguladıkları hukuksal içerikli metinlerin tümüne denileceğini düşünüyorum.Burada hak, tamamen hukuksaldır. Hukukta, hakka dayalı her şey tamamen yazılı olan kanunlarda ya da kanun hükmünde cevaz gören diğer tüm yazılı hüküm ve metinlerde aranır. Bunlar dışında hak arama yasal değildir. Ancak geciken adalet, adalet olmayacağı için burada hakkın zamanında teslimiyeti acısından birde yasaların hâkimlere verdiği yetki çerçevesinde yazılı metinlerde aranıp bulunmayan haklar için hâkimler vicdanen de karar alıp hükme bağlayabilir. İşte hak aramada yasal olan bütün yollar denendikten sonra, yine de hak aramada, hak yerini bulmamış olursa, bu yerini bulmayan hakkın ayıbı ya yasayı yapanlarda, ya hâkimde ya da yasaya göre hakimi aldatıp kandıranlardadır ki, onları da asıl mahkemeyi Kübra olan vicdanları yargılar. Vicdan; insan benliğinde öğretmeni Allah olan tek ilahi okulun adıdır. Bu okuldan mezun olan her yargıç Hak adına haktan yana olur. Yargılayacağı hak sahiplerini de kendi yerine koyup kendi hakkını arıyormuş gibi hak arayıp, hak dağıtır. Yargılamasından asla şüphe edilmez. Çünkü yargılayan yargıç, kÃinatın tek hakimi olan Allahtır.İyi bir yargıç vicdanına karşı sorumluluk bilinci içinde karar alıp, karar verir. Bizi görünmeden gözetleyen gizli gözün adının vicdanı olduğunu bilir. Bu bilinçle hakkı sorgulayıp yargılayan hakimin kararına uymayan her davranış biçimi, yanlıştır. Yanlış kararlar alıp veren yargıçların vicdanları kendi benliklerinde hapis kalır. Ruhları benliklerinde huzur bulup mutlu yaşamazlar. Selam ve saygılarımla Hacegan....

Hacegan__
Cum Kas 14, 2014 2:52 pm
 
Foruma git
Konuya git

Adaletsiz olan insan mı ? Dünya mı ?


Derler ki “hayat acımasız, kader kötü, adaletsiz bir dünyadayız. ” Küçükken ne düşünürdüm bilemem ama inanmış mıyımdır bunlara? Belki. Neredeyse çoğu çocuk bu lafları duyarak büyüyor ve benimsiyor. Sonra onlarda kendi çocuklarına öğretiyor. Böylec kısır döngü gibi sürüyor bu.

 


Bazen bu çarkın dişlilerinden biri duruyor ve bu kendisine öğretilenleri düşünüyor ya da başkasıyla bu öğretilenleri konuşuyor. “Yav neden bu hayat acımasız? Neden dünya adaletsiz? ” diye sorunca işte o zaman herkes gerçeğe bir adım atar. Adaletsiz olan insandır, dünya ya da başka biri değil. Kimi Yüce Allah(c. c) suç atar “kaderim kötü” diye, kimi aslında gene Yüce Allah(c. c)a suç atar dünya adaletsiz diye. Oysa o en adaletli, en merhametli varlıktır. Yaratıcımızdır.

Yakınının öldürülmesi dünya adaletsizliği ya da kötü kader midir yoksa insanın adaletsizliği midir? İnsan doğanın, dünyanın bir parçası olabilir ama bu kader, dünyayı bağlamaz. İnsan içinde iyi ve kötü ile yaratılmış, akıl ve irade verilmiş ama buna ilaveten nefis verilmiş Allah(c. c) ın yarattığı bir canlıdır. Seçim bize ait, Allah bize ne istersek onu verir. Dünya hayatını isteyene dünya nimetleri, ahiret isteyene ahiret nimetleri. İkisinden birini seçersin ve ona göre hareket edersin. Sana istediğini verdi diye Yüce Allah(c. c)a kızamazsın. İnsanın adaletsizliği de açgözlülüğünden, egoistliğinden ve bencilliğinden gelir. Sonra herkes “kader kötü, hayat acımasız” diye yaptığını mazur gösterecek bahaneler sunmaya çalışır. Binlerce yıldır egolarımızı tatmin etmek için insanları hor gördük, küçümsedik, böbürlenip, büyüklendik. Çaldık, çırptık ve adam öldürdük. Sonra da buna “kader” dedik. İnsanın kaderinde adam öldürmek yoktur, hırsızlık ta yoktur. Kötü kader hiç yoktur. Ne yapıyorsak biz kendimize yapıyoruz. Kendimize acı çektiriyoruz, kendimizi yakıyoruz ve sonra sorumluluktan ve sonuçlarından kaçmak için ya bahaneler uyduruyoruz ya yaptığımızı haklı buluyoruz ya da Yaratıcımızı yok sayıyoruz.

Ben ruhani temizlikten yanayım. Kibirimizden arınalım, nefsimizi kontrol edelim ve sürekli şükür edelim. Ruhunu temizleyip, kalbini Yüce Allah(c. c)`a açan kim geri kalan ömründe huzursuz, mutsuz olur? Kim bir daha “hayat kötü, acımasız” der? Kimse… İnsan, dünyanın geçici olduğunu ve bu hayatın bir sınav hayatı olduğunu aklında çıkarmazsa, belki o zaman herşeyin daha kolay farkına varıcak.

Siz ne dersiniz?


Hacegan__
Cmt Arl 06, 2014 2:08 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Ve Ben Hep Yanlış Kişileri Sevmişim...

BİRTEK SEVGİ Sevdiğiniz zaman yalnız değilsiniz artık. Hiç karşılık gözetmeden verin verebildiğiniz kadar, SEVGİ vermekle tükenmez. Aksine hiç ummadığınız bir zamanda büyür, çoğalır ve size doğru akan bir ırmak olur. Akşam üzeri batan güneşe değil, sabah tüm ihtişamı ile doğan güneşe bakalım. Batan güneş bize yalnız ulaşamadığımız umutları bırakmıştır. Ama doğan güneş bize yepyeni umutlar ve yepyeni bir yaşam göstermektedir. DÜN Sonbaharın sararmış yapraklarında tünemektedir. Bugün İlkbaharın filizlerinde ve çiçeklerindedir. Dün ölümün kucağındadır: BUGÜN yaşama gülümsemektedir. Ölüler yürüyemezler ama diriler koşabilirler. Yürüyemeyenler değil koşabilenler mutluluğa erişebilirler. Sonbaharın yaprakları yerlere düşerler; İlkbaharın filizleri göklere yükselirler. Dün ölüdür. Bugün yaşamdır. Toprak ölüyü çürütür ama yaşam küçücük bir tohumu koskoca bir çınar yapar. Dünü bırakmadan bu günü yüceltemeyiz. BUGÜNÜ DÜNÜN ÜZERİNE DEĞİL, BUGÜNÜN TEMELLERİ ÜZERİNE OTURTMAK ZORUNDAYIZ. Bir tek “SEVGİ “ olacak yaşam denen bunca telaştan arta kalan.
Hacegan__
Pts Mar 23, 2015 5:12 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Sanal Kahve Yeşil Evren çanak 101 le yola devam...)

Tutku abla hayırlı olsun......

Hacegan__
Cmt May 02, 2015 10:00 am
 
Foruma git
Konuya git

ANNE VE BABA İLK ÖĞRETMENİMİZDİR....

İnsanın anne babası, çocuğunun güzel bir ahlak kazanabilmesine yardımcı olacak ilk öğretmenlerdir. Onlar, çocuklarının kendisine ve toplumdaki insanlara yararlı bir insan olabilmesi için büyük çaba harcarlar. Yıllar boyu bu amaçla maddi manevi pek çok özveride bulunurlar. İnsan da, anne babasının verdikleri emeği takdir etmeli ve bu özveriye sevgi, saygı ve hürmetle karşılık vermelidir.Kuran’da inanan insanların bu konudaki sorumlulukları "Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik..." ( Ankebut Suresi, 8) ayetiyle bildirilir.Bir başka Kur’an ayetinde ise Allah insanlara, anne babalarına, "De ki: "Gelin size Rabbiniz’in neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, …" (Enam Suresi, 151) ayetiyle bildirildiği gibi iyilik yapmalarını buyurur.Yüce Allah insanlara, anne babaya karşı her zaman hoşgörülü, anlayışlı, şefkatli ve saygılı davranışlar sergilemelerini "Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Nisa Suresi, 36) ayetiyle öğütler.Peygamberimiz’in (sav) de annelere nasıl davranılması gerektiği konusundaki bir hadisi şöyle rivayet edilir: Bir adam, Peygamberimiz’e (sav) gelip, şöyle der: “Ey Allah’ın Resulü! Kendisine iyilik yapmaya kim daha layıktır?” Allah Resulu; “Annen, sonra annen, sonra baban, sonra yakınlık derecelerine göre diğer yakınların,” buyurur. (Ebu Hureyre (ra) Buhari)Anne baba çocuklarını büyütebilmek için büyük zorluklar göğüsler. Rabbimiz bunu hatırlatır ve anne babanın çocuğu üzerindeki emeğine dikkat çeker:"Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. "Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Banadır." (Lokman Suresi, 14)YAŞLANDIKLARINDA… İnanan insanlar, anne ve babalarının maddi yönden de en ufak bir eksiklik hissetmemeleri ve sıkıntısız, rahat bir yaşam sürmeleri için tüm imkânlarını kullanırlar."Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir." (Bakara Suresi, 215) buyruğu gereği, hayır olarak infak edecekleri mallarında anne ve babalarının da hakkı olduğunu bilir, Kur’an’a uygun davranırlar. İhtiyaç içerisinde olan anne babalarının ihtiyaçlarını en güzel şekilde karşılamaya, onların huzur ve güven içinde yaşamalarını sağlamaya çaba gösterirler.Yüce Allah, özellikle çocukluk dönemine işaret ederek kişiye, anne babasının gösterdikleri sevgiyi, şefkati ve özveriyi unutmamasını tavsiye eder. Onlar yaşlandıkları ya da muhtaç duruma geldiklerinde de alçakgönüllü davranmalı ve güzel söz söylenmelidir."Rabbin, O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge." (İsra Suresi, 23-24)Anne Babalarına sevgi ve saygı gösteren, davranışları ve konuşmaları ile çocuklarına örnek olan anne babalar da sevgi, saygı ve dayanışma içinde birbirine bağlı aileler oluşturacaktır.Selam ve dua ile Hacegan.
Hacegan__
Sal May 10, 2016 4:42 pm
 
Foruma git
Konuya git
cron