519 sonuç bulundu

Geri dön

Re: HACEGAN YANMAYA ATEŞMİ ARAR.......

Leydii ablam yorumunuz için çok teşekkür ederim gözlerine sağlık..
Hacegan__
Sal Şub 14, 2012 7:19 pm
 
Foruma git
Konuya git

İLAHİ ADALET

"Dört özellik vardır ki, kimde bulunursa, Allah o kimseyi cehennemden uzak kılar ve onu şeytandan korur: Kötü bir şeyi yapmak isterken iradesine hakim olan; Nefsi istemediği halde, güzel bir şeyi yapan; Bir şeyi canı çekip, iştah duyduğunda nefsine engel olan; Öfkelendiğinde, öfkesini tutan...

Dört özellik daha vardır ki, kimde bulunursa, Allah rahmetini o kimse üzerine yayar ve onu cennetine koyar: Bir yoksulu koruma altına alan; Zayıfa merhamet eden; Emri altındakilere (işçi ve hizmetçilerine) yumuşak davranan; Anne babasına bağış ve iyilikte bulunan." Hz. Muhammed (SAV)

"Allah’a yemin olsun ki, hiç bir kul, kendi için istediği güzelliği din kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz." Hz. Muhammed (SAV)

"Allah bir sadaka sebebiyle yetmiş türlü belayı def eder." Hz. Muhammed (SAV)

"Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır." Hz. Muhammed (SAV)

"Hiçbir baba çocuğuna iyi terbiyeden daha güzel bir miras bırakamaz. Hz. Muhammed (SAV)


Zekât Nedir Kimlere Verilir? Neden Verilmelidir? Kimler Zekat Vemelidir? Zekat Vermekle Yükümlü Olanlar Kimlerdir? Zekat Hesaplaması Nasıl Yapılır?

Zekât, İslam’ın beş temel esasından biridir. Zekât; fakir, miskin ve muhtaç kimselerin acil ihtiyaçlarının zenginler tarafından belli oranlarda görülmesini, böylece aralarında yakınlık oluşmasını temin eder.

Zekât, servet düşmanlığını önler ve mala manevi güvence sağlar. Zekât ve sadaka, malın bir nevi manevi sigortası gibidir. Zekât, fakirin hakkıdır. Allah Teâlâ dinen zengin sayılan kimsenin malının sadece “kırkta birini” fakirlere ayırmıştır.

(Biriktirmiş olduğunuz paranın üzerinden bir yıl geçmişse borçlarınız bu paradan çıkarılır kalan paradan zekat verilir. Örneğin; para biriktirmeye başlarken 100 liranız vardı ve bir sene sonra bu rakam 5000 lira olduysa 5000 lira üzerinden zekat ödemelisiniz. Eğer borcunuz varsa bu 5000 liradan düşüp öyle zekat vermelisiniz. Borçlarını ödedikten sonra 90 gram altın karşılığı parası, ticari malı veya altını/gümüşü vs. değerli malı olana zekat vermek farzdır.)

Vakti geldikten sonra artık zekât olarak tahakkuk eden miktar, mal sahibinin değil fakirin kısmetidir. Vermeyenler zaten fakir olan kimselerin malını haksız yere alıkoymuş olurlar. Kur’an-ı Kerim’de;

“Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı istemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.” (Zariyat, 51/19)

buyurulmuştur.

Zekâtın bir amacı da servetin belli kimseler elinde orantısız bir güce dönüşmemesi ve toplumda ekonomik denge kurulmasıdır.

“O mallar, içinizden yalnızca zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) haline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir.)” (Haşr, 59/7)

Zekâtın kelime anlamı temizlenmedir. Fakirin hakkı verilince hem mal temizlenerek helal mal haline gelmesi sağlanmakta hem de bir ibadeti yerine getirdiğimiz için kalbimiz mal hırsından ve günahlardan temizlenmektedir.



Ya Huu!

Düşün diyor bir ses
Hayal et...
Gözlerini kapa
öldüğünü
Düşün...
Kara toprağın bağrına verilmeden önce
teneşirde yunduğunu...
Ruhumun kirlerinden
Sen arındır
Rahmetin/le
Sen yu...Allah’ım!
Son nefeste dedirt
Ya Huu!
düşün...diyor aynı ses!
İşte son durak
Toprak...
Korkma!
Diyor
fısıltıyla başka bir ses...
Kara bağrım
Ana kucağı...
Böcük börtük seninle gelir
Yılan çiyan...
Sen ekersen gonca güller biter.
Sonra veriyor müjdeyi
Korkma!
ne verirsen
o seninle gider...
Yüzün gözün
Toprakla dolmaz
Elini gerer
Melekler...
Selam ve saygılarımla. Hacegan...
Hacegan__
Sal Şub 14, 2012 9:52 pm
 
Foruma git
Konuya git

DOSTLUGA İHANET KATMAMAK..VEFA..

Vefa, sözünü yerine getirme, sözünde durma, sevgi, dostluk ve bağlılıkta kararlılıktır. Vefa ve sadakat, insanın hayatı süresince yaşaması gereken ahlaktır. Vefa, sevgi, şefkat, merhamet, hamiyet, yiğitlik, inanan insanın silahıdır. Bu duygular, Kur’an ahlakını yaşama yolunda diğer insanlara da coşku verir.

İman Davası Yolunda Cesaret, Kararlılık ve Vefa

Bugün küfrün, batıl davasının karşısında, İslam Birliği davası vardır. Bu dava, inanan her insanı motive etmeli; insana heyecan, coşku ve mücadele azmi vermelidir. Müslümanların dört elle sarılması gereken bu dava, müthiş bir idealdir.

Fikri mücadele içindeki samimi inananlar, Allah’ın sünneti gereği her dönemde engelleme, baskı ve iftiralarla karşılaşırlar. Ancak aldıkları tepkilerden korkmaz, örnek bir cesaret sergilerler. Zorluklardan yılgınlığa ve ümitsizliğe kapılmazlar. Yapılan baskılar korku vermek yerine onların şevklerini artırır.

Kınayıcının kınamasından korkmadan, tepki alacağından çekinmeden, samimi olarak İslam’ı savunan insanların sayısı azdır. Özellikle politikacılar arasında ürkek davranan, Allah’tan söz etmekten kaçınan, inancını gizleyen, Müslüman’ın hakkını savunursa kendince deşifre olacağını düşünüp, çekinenler vardır.

Dini siyasete alet etmek gibi politikacının dinden uzak durması gerektiği düşüncesi de yanlıştır. İnançlı politikacının inancını gizlemesi, Allah’tan ve Kur’an‘dan söz etmemesi, Müslümanlığını belli etmemeye çalışması diye bir konu olamaz. Kur’an ahlakı bir yaşam şeklidir.

İman sahibi insan politikacı da olsa yalnızca Allah’tan korkmalı, birçok kimsenin söz edemediği konuları anlatabilmeli, devekuşu mantığıyla başını kuma gömmek yerine dik tutmalı. Politika gereği bazı konularda taviz vermemeli. Hak olan ne ise hep onu söylemeli. Tartışmaya zemin hazırlamaktan kaçınarak, nezaketle, karşısındakini kırmadan hep doğrulardan yana olmalı. Verdiği kararlarda Kur’an’ı kıstas almalı. Düşüncelerinin, kararlarının ve uygulamalarının Allah’ın beğendiği güzel ahlaka uygun olmasına çaba göstermeli. Kimseden çekinmeden, herkesle görüşüp bağlantıda olmalı ve dini/milli çıkarları hep ön planda tutmalı. Kınayıcının kınamasından korkmadan İslam Birliğini savunabilmeli.

Allah yolunda hayırlı hizmetlerde bulunan, inkarcıların baskılarıyla karşılaşan ve birçok imtihan yaşayan müminler takdir edilmeli, onların değerleri bilinmeli. Birlik ruhunu yaşamak için fedakâr, sabırlı, sadık ve vefalı olunmalı. Bu, tüm müminlerin benimsemesi gereken üstün ahlaktır.

Bu güzel ahlakı yaşayan, büyüklerine sadık, vefalı ve cesur insanların sayısının artmasına ihtiyaç vardır. Müminlere karşı alçak gönüllü, küfre karşı güçlü ve onurlu, Allah yolunda çaba harcayan, kardeşlik ruhunu yaşayan, ahdine vefa gösteren samimi insanların... Çünkü Kur’an ahlakı –Allah’ın dilemesiyle-dayanışma, kardeşlik ve birliktelikle, kısacası tesanüdle hakim olacaktır.

Selam ve saygılarımla Hacegan.....
Hacegan__
Çar Şub 15, 2012 1:13 pm
 
Foruma git
Konuya git

YEMİN ETMEK.....

Günlük yaşantımızda o kadar yerleşmiş ki yemin etmek ağzımıza; unutuyoruz önemini ve uyulmadığı takdirde doğabilecek sonuçları…Her lafımızın başına şartmış gibi “vallahi” getiriyoruz, daha inanılır kılmak için sözlerimizi “yeminle” diye devam ettiriyoruz; Allah’ı bazen haklı bazen haksız yere şahit gösterip duruyoruz. Sakız olmuş gidiyor bu yeminler…Açıkça uyarılıyoruz bu konuda oysa ki:
“Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek; yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun(onlara riayet edin). Allah size ayetleri açıklıyor; umulur ki şükredesiniz”
Maide 89
Aldırış etmeden bol keseden savurduğumuz yeminleri kimi zaman birini lafımıza inandırmak için kullanıyoruz, kimi zaman vaadlerimiz için kullanıyoruz, kimi zaman kendi kendimize yaptırımlarımız için…Oysa ki her birinde (bilinçli olarak edilenlerde) çok büyük bir keffarete giriyoruz ama bu yeminlere ne denli titizlikle bağlı kalmamız gerektiğini unutabiliyoruz. Allah muhakkak karşılığını istiyor sadık kalınmayan ya da yalan yere edilen yeminlerin ki bir değil üç farklı keffaret biçimi sunuyor bize çok şükür ki.
Kasıtlı edilmeyen yeminlerden sorumlu tutulmamamız da ayrıca bir şükür konusu acak yine de bunu ağız alışkanlığı haline getirmemekte fayda olduğuna inanıyorum. Müslüman kişinin özü sözü zaten bir olmalıdır. Yemini bir kenara bırakalım, söz vermek ve bunu mutlaka tutmak diye de bir şey vardır. Her ne kadar söz vermek (ahit etmek)kişinin insayitifine kalan ve yemin etmenin yanında ezilip büzülüp küçük bir şeymiş gibi kalan bir durum gibi görünse de Kur’an’da önemle üzerinde durulur:
“….Hayırda erginlik o kişinin hakkıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır; akrabaya, yetimlere, özgürlüğüne kavuşmak gayretinde olanlara malı seve seve verir, namazı/duayı yerine getirir, zekatı öder. Böyleleri söz verdiklerinde ahitlerine vefalıdırlar; bolluk ve bereket zamanı kadar zorluk, sıkıntı ve şiddet zamanında da sabırlıdırlar. İşte bunlardır özüyle sözü bir olanlar. İşte bunlrdır takva sahipleri.”
Bakara 177
Söz vermek bu ayette görüldüğü gibi imanlı insanın inanması/yapması gereken çok önemli şeylerle aynı ayette geçiyor. Aşağıdaki ayetle de söz verdiğimizde sözümüze sadık olmamız açıkça emrediliyor.
“Ey iman sahipleri! Akitlerin ve ahitlerin icaplarını yerine getirin!…”
Maide 1
“….Ahdinize vefalı olun çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir.”
İsra 34
Her lafımızda Allah’ı şahit göstererek yemine etmeyi ağız alışkanlığı haline getirmekten vazgeçmemiz gerektiği gibi, aile içinde, iş ortamında, arkadaşlıklarda ve daha pek çok durum ve ortamda birbirimize verdiğimiz sözlere sadık olmanın ciddiyetini de anlamamız gerekiyor. Müminler olarak taşımamız gereken özelliklerden biri de bu çünkü.
“O müminler emanetlerine, ahitlerine saygı duyup sahip çıkanlardır.”
Müminun 8

Ahdinize vefalı olun çükü verilen söz sorumluluk getirir İsra suresi 14.Ayet Selam ve saygılarımla Hacegan.....
Hacegan__
Per Şub 16, 2012 8:41 am
 
Foruma git
Konuya git

MÜMİN KİMDİR....?

Mümin, geleneksel kültüre ya da doğu kültürüne sahip insan demek değildir. Mümin yalnızca Allah’a kulluk etmek, yalnızca O’nun rızasını aramak, verdiği nimetleri yalnızca O’nun yolunda kullanmak için yaşayan insandır. Allah’ı gereği gibi takdir edebilen, O’na şükür ve tevekkül içinde olmaya çalışan insandır. Mümin, Allah’a aşkla bağlı, Kur’an ahlakını yaşamaya ve Rabb’inin sınırlarına yaklaşmamaya gayret eden samimi insandır.

Samimi müminin en önemli özelliklerden biri, gün içinde her adımını Allah’ın rızasını ve rahmetini düşünerek atmasıdır. Aczinin, dünya hayatının geçiciliğinin, kaçınılmaz gerçek olan ölümün her an gelebileceğinin ve her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunun bilincindedir. Yalnızca Rabb’ini İlah olarak tanır, Hz. İbrahim (as)’ın sözlerindeki gibi, “… işitmeyen, görmeyen ve kendisini herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere” tapmaz. (Meryem Suresi, 42)

Allah’ın buyruklarını göz ardı ederek, yalnızca nefsinin bencilce tutkularını gözeterek yaşayan kişi, özgür olduğunu düşünebilir; ama yanılır. Çünkü Allah’a tam teslimiyetin kazandırdığı gerçek özgürlüğü bilemez; bu nedenle kıyas da yapamaz. Ancak kıyas yapabildiğinde ortaya çıkan; özgürlüğün yalnızca Kur’an ahlakı yaşandığında kazanılabileceği gerçeğidir.

İnsan, vicdanını tam kapasite kullandığında gerçek özgürlüğe ulaşır. Nefsinin bencil tutkularının tutsağı olan kişi özgür olabilir mi? İnsan ancak, sürekli kendisinden çalan nefsinden ve Allah’ın dışında bütün taptıklarından kurtulduğunda özgürleşir.

Rabb’inden uzak kalarak özgür olacağını zanneden kişinin yaşadığı, toplumun kısıtlayıcı ve yasaklayıcı kurallarına uyması yüzünden gerçekte özgürlük değil, tutsaklıktır. Toplumda yerleşmiş yanlış telkinler, batıl inanışlardan kaynak bulan din dışı uygulamalar, insanların yaşadığı hapishanenin sınırlarını çizer. Yalnızca Allah’ın kulu olmak yerine, onlarca sahte İlahın emrine giren kişi asla gerçek anlamda özgürlüğü tadamaz. "Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri, onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir." (Yasin Suresi, 75)

Hayatlarını insanları hoşnut etmeye adayan kimseler, insanlardan yardım umarlar. Ancak birer aciz “kul” olan bu varlıklar onlara yardım edemez, onları kurtaramazlar. Sahte ilahların gerçekte hiçbir yararı olmadığını insana gösteren en kesin gerçek ölümdür. Ancak artık çok geçtir.

Kur’an ahlakını yaşamak, toplumun insan üzerindeki baskılarını, yaptırımlarını, batıl kurallarını, her türlü bağnazlığı kırar, ortadan kaldırır. Rabb’inin sınırları içinde yaşayan insan, özgür olduğunu düşünerek sınır tanımadan yaşayan ancak kalbi darlık içindeki kişiden daha özgürdür. Çünkü Rabb’i müminin kalbine güvenlik duygusu ve huzuru indirmiştir.

İnkarcıların, çarpık temel üzerine inşa ettikleri hayatları ile müminlerin Allah’ın hoşnutluğu temeli üzerindeki hayatları arasında çok önemli ayrılıklar vardır. “Rabb’imiz Allah’tır diyerek dosdoğru bir yol tutan” müminlerin rehberi Kur’an ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetidir. Dinleri, Allah’ın Kur’an’da tarif ettiği ve Peygamberimiz (sav)’in örnek hayatıyla tanıttığı İslam, kıstasları Kur’an’dır.

Samimi iman eden insan, yaşamını Allah’a adar, kendisini O’na vakfeder. İmanından kaynaklanan kararlılığa sahiptir, zorlukta yılgınlık göstermez, ‘Rabb’i için sabreder’, O’na güvenip dayanır, tevekkül eder. Her işi düzenleyip kontrolü altında tutanın, gizlinin gizlisini ve içindekini görüp bilenin Allah olduğunun bilincindedir. Kendini Allah’a vakfetmek, kötülüklerden arındıran, insanın kalbine güven duygusu ve huzur indiren, sonsuz yaşamda da –Allah’ın dilemesiyle-kurtuluşa ulaşmaya vesile olacak olan en önemli yollardandır.
Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak dünyevi hiçbir çıkara değişilmez. Küçük ya da büyük hiçbir çıkar, O’nun rızasını kazanmaktan daha önemli olamaz. Allah, “(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ’tutkuya kaptırıp alıkoymaz’…” (Nur Suresi, 37) buyurur ve inanan kullarının bu özelliklerini haber verir.

Allah’a yönelmek ve hayatını O’na adamak önemlidir. Kendimizi gözden geçirmemiz, gün içinde kendimize imanımızı kanıtlayacak davranışlarda bulunmamız ve “yalnızca Allah rızası için mi yaptım?” diye düşünmemiz gerekir.

Sıcak evimizde, keyif içinde, imtihan yaşamadan Allah’a olan sevgimizi kanıtlayamayız. O nedenle imtihan, bizler için Allah’tan nimettir, rahmettir. Rahmet yağarken ise ıslanmalı, sırılsıklam olmalı. Karşılaştığımız her zorluk hayır ve hikmetle yaratılır. Bize düşen; O’na olan sevgimizi, sabrımızı ve tevekkülümüzü göstermek olmalı. Her zorluktan sonra mutlaka kolaylık gelecektir.

İmtihanlar, dışarıdan bakıldığında sıkıntı ve zorluk gibi görünür ancak içine girildiğinde görünen, Allah’ın kesin rahmetidir. Kalben, ruhen ve bedenen Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olursak her an mutluluğu ve güzelliği yaşarız.

Kur’an, evde “oturulan” veya “evden camiye” bir İslami yaşam modeli tarif etmez. Allah’ın rızasını ve rahmetini kazanmak için "mücahid" olmalı, Allah’ın dinini hakim kılmak için ciddi bir çaba ve fikir mücadelesi içinde olmalı. “Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Ali İmran Suresi, 142) buyurur Allah ve bunun aynı zamanda sonsuz kurtuluşun da yolu olduğunu haber verir.

İnsanları yanlış olandan sakındırmak, doğruları anlatmak, toplumdaki sapkın görüşlerle fikir mücadelesi yapmak her Müslüman’ın önemli sorumluluğudur. Bozgunculuk çıkaran, huzur ve düzeni bozan, barışı engelleyen, tüm dünyada şiddet, terör ve anarşiyi körükleyen fitnenin yok edilmesi gereklidir. Bu fikir mücadelesinde hedef, fitnenin beynidir. Hak gelecek batıl zail olacaktır.

Allah yolunda "ciddi bir çaba" göstermek, “fitne yeryüzünden kalkıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar” fikir mücadelesi yapmak ve O’na gereği gibi kulluk etmek müminin asıl işidir. O, Rabb’ine "bir ucundan ibadet" etmez. Allah’ın rızasının yanında kendi basit çıkarlarını korumaya çalışmaz. O korkunç bir kayıptır; mümin ise Rabb’inin dilemesiyle hep kazançtadır.

Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 18-19)
Selam ve dualarımla Allaha emanet olunuz. Hacegan....
Hacegan__
Per Şub 16, 2012 8:26 am
 
Foruma git
Konuya git

RUHUN TESLİM EDİLMESİ....

Canın alınmasının keyfiyeti, miraç hadislerinde belirtilmiştir. Bu hadislerden anlaşıldığına göre ruhun bedenden çıkması şöyledir: Hz. Azrail'in önünde herkesin isminin yazılı olduğu bir levha vardır. Her kimin eceli gelmişse, adı levhadan silinir. Azrail, bir anda onun ruhunu alıverir. Aynı anda binlerce kişinin adının silinmesi ve Azrail'in onların canını aynı anda alması şaşılacak bir şey değildir. Bin tane çırayı aynı anda söndüren rüzgar gibi. Bu ölümlerin hepsinin faili aslında ALLAH'tır. Azrail, ruhu alır; ama hakikatte öldüren ALLAH'tır. Çünkü emir O'nun tarafındandır.

Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerim, can alma olayını bazı yerlerde ALLAH'a,[1] bazı yerlerde ölüm meleği Azrail'e[2], bazı yerlerde de meleklere[3] isnat etmiştir Bunların üçü de doğrudur. Zira, Azrail ve onun yardımcıları, ALLAH'ın emriyle can alırlar. Bunu bir padişahın ordusu ve komutanlarıyla birlikte bir şehri fethetmesine benzetebiliriz. Şehri padişah fethetti de diyebiliriz. Filan komutan da, ordu da. Bu örnek bunun anlaşılması içindir. Yoksa asıl konu çok daha üst düzeydedir.
Ölüm anında canı alan ALLAH'tır. Ama O, dünyayı sebeplerle düzene koymuştur. Ölüm için de bazı zahiri sebepler kılmıştır. Örneğin; bir binadan düşmek, hastalanmak, öldürülmek vb. Bunların hepsi birer araçtır, bahanedir. Zira niceleri vardır ki, çok şiddetli hastalıklara yakalanırlar, ama ölmezler. Öyleyse zahiri sebepler, tek başına o şahsın ölümü için yeterli değildir. Eğer ömrü sona ermişse, âlemlerin Rabbi onun canını alır. Birçok insan, hiçbir hastalıkları olmadığı hâlde ölmüştür.

Başka bir konu da ölüm meleğinin şeklinin, ölen kişiye göre değiştiğidir. Bir rivayette şöyle geçiyor:
Hz. İbrahim (a.s), Azrail'den kâfirin ruhunu alırken nasıl bir şekle büründüğünü, kendisine göstermesini istedi. Azrail, "Buna dayanamazsın." dedi. Hz. İbrahim (a.s) ısrar edince, Azrail öyle bir şekle büründü ki Hz. İbrahim, karşısında siyah yüzlü, pis kokulu, siyah bir elbise giymiş, ağzından ve burnundan alevler ve duman çıkan birisini görerek, düşüp bayıldı. Kendisine geldikten sonra şöyle buyurdu: "Eğer kâfir için hiç bir azap olmasaydı, seni görmesi, ona azap olarak yeterliydi."[4]

Mümin için de tam tersidir. Ölüm hâlindeki insanı saptırmak için şeytanlar sol taraftan, buna karşılık melekler ise sağ taraftan gelirler.[5] Şeytanların işi her zaman aldatmaktır. Özellikle kişi, ölüm anında imanlı da olsa, onu aldatmaya uğraşırlar. Saadet ve bedbahtlığın ölçüsü, akıbetinin durumuyla ilgilidir.


ALLAH Resulü'nden (s.a.v) şöyle nakledilmiştir: "Yaşadığınız gibi ölürsünüz, öldüğünüz gibi diriltilirsiniz ve diriltildiğiniz gibi de haşr edilirsiniz."[6] Ne arzusu varsa, o arzuyla ölür. Eğer arzusu Resulullah'ın (s.a.v), Hz. Ali'nin (a.s) cemalini görmek idiyse, ölünce de bu arzu ile ölür. Eğer arzusu heva ve heves idiyse, ölüm anında da arzusu bu olur. Fakat ALLAH-u Teâlâ, iman ehlini ölüm anında koruyacağına ve şeytanın onlara ulaşamayacağına dair söz vermiştir.[7]
Ebû Zekeriyâ Râzî'ye vefat edeceği sırada "La ilahe ill"ı telkin ediyorlardı; "Söylemiyorum" diyordu. Bir süre baygınlık geçirdikten sonra kendisine gelince, dedi ki: "Önüme birisi geldi ve bana: "Eğer kurtulmak ve saadete ulaşmak istiyorsan, "İsa ALLAH'ın oğludur" de dedi. Ben de söylemem dedim. Biraz ısrar ettikten sonra "La ilahe ill" de dedi. Ben ise, "Sen dediğin için demiyorum." dedim. (Sonra Ebû Zekeriyâ Râzî) eline bir şey alıp fırlattı. "Şimdi hak kelimeyi söylüyorum" dedi; sonra şahadet getirdi ve öldü. Bir ömür boyu sıdk ile muvahhid olan birisine nasıl olur da şeytan ölüm anında musallat olabilir. Evet, eğer ömrünü şeytanın yolunda geçirmişse, ölüm anında da dostu şeytan olur.Rabbim hepimize imanla ruhumuzu teslim etmeyi nasip eder inşallah amin ecmain saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Per Şub 16, 2012 9:30 am
 
Foruma git
Konuya git

SEN YALAN DÜNYASINNNNNN.....

Kim doydu sana ey dünya! Kim senin karşında dik durabildi? Kim usandı sunduğun acılardan? Kime daldın?
Ey dünya!Her gün içindekilere sahte gülücükler sunmuyor musun?Her defa giden biz,kalan sen olmuyor musun?Sen gidenlerin arkasından ağladın mı ey dünya?
Ey dünya!Çok alımlısın,cilvelisin.Bin bir türlü nazın işven var.Sever gibi göründün.Ama hep arkandan koşturdun.Acı çektirdin.Bu gün dedin, yarın dedin...
Nasıl kurtuluruz senden.Senin cilvelerinden.Senin edalarından.Sen ki,kaçanın arkasından sahte bir aşık gibi koşarsın.Tutkun edersin kendine.Sonra da terk eder derbeder edersin.Umut verirsin.Sevgiler yeşertirsin.Umutla bakan gözlere ihanet edersin.Şahin olsak ne olur,kartal olsak ne olur.Sana bağlandıktan sonra kanatlarımızı kırar gidersin.En sevdiklerimizi acımadan alırsın;annemizi,babamızı,eşimizi,yavrumuzu.Alırsın hepsini.Boş bırakırsın elimizi.Sarılacağımız bir umut bırakmazsın.Alırsında alay edercesine yüzümüze gülersin.Derme çatma duygularla bırakırsın bizi tek başımıza.Derdimizi anlamazsın.Yeni aldatmalara,yeni acılara kanat açarsın.
Sen kime ne yaptıysan hepsi bir gün sana döner.Yaşattığın acılar,boş çıkardığın umutlar,tattırdığın her ne varsa.Sen bizim düzenimizi bozsan da,bir gün senin de düzenin bozulur..Unutmayalım ki Dünya bir köprüdür asla tamiri için uğraşmayacak gelip geçeceksin selam ve saygılarımla Hacegan......
Hacegan__
Pzr Şub 12, 2012 12:09 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: kuş tüyü...

Ablam bu kadar kefiyli bir yazı okumamıştım tam beş defa üst üste okudum:)))) emeğine yürepine sağlık.
Hacegan__
Cum Şub 17, 2012 12:08 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: YA SEN NEYI OGRENDIN!.....................‏

Leydiiii ablammm emeğine yüreğine sağlık süper bir paylaşım olmuş...
Hacegan__
Cum Şub 17, 2012 12:00 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: şikayet. :))))))

Leydi ablam çok güzel bir konu seçmissin emeğine yüreğine sağlıkkkkk,
BİZE BİZİ BİLEN GEREK BİZİ CANDAN SEVEN GEREK ÇAĞIRMADAN GELEN GEREK DERİMMMMMMMMM..
Hacegan__
Cum Şub 17, 2012 12:27 pm
 
Foruma git
Konuya git

ANNE - BABA HAKKI

Dünyaya gelmemize vesile olan anne-babalarımız, bizler için hayat ve huzur kaynağıdır. Her birimiz güçsüz ve aciz bir konumda iken, Rabbimizin lütfuyla, anne-babamızın, sevgi, şefkat, merhamet dolu kucağında hayata başlarız. Evlatlarına anlatılamayacak bir zevkle kol kanat gererler. Öyle ki onlar, yemez yedirirler; giymez giydirirler; ağlatmaz, ağlarlar. Doğruyu, yanlışı, şefkati, merhameti, sevgiyi, fedakarlığı ve daha nice insanî erdemleri öncelikle onlardan öğreniriz. Bu itibarla anne-babalarımız, ilk rehberlerimizdir. Onun içindir ki, Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah kendisine gönül veren müminlere şöyle seslenir: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, ana-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.” [1]

Bu âyette, bir müminin, anne-babasına, eziyet, kötülük şöyle dursun onlara iyilikte bulunması, saygılı davranması, onlara şefkat ve merhamet yüklü sözcüklerle güzel bir şekilde hitap etmesi gerektiği bildirilmiştir. Zira o güçsüz iken, anne-babası ona kol kanat germiş, bütün zorluk ve meşakkatlere rağmen ona hep güler yüz göstermiş, güzel söz söylemişlerdir. Onun mutluluğu için nice fedakarlıklara katlanmışlardır. Üzülerek ifade edelim ki, günümüzde, evlatları için her türlü fedakarlığı yaptığı halde yalnızlığa itilmiş, meşakkatlerin kucağına terk edilmiş, sahipsiz gözü yaşlı anne-babalarla sıkça karşılaşıyoruz. Göz yaşlarının, terk edilmişliğin, hayata küsmenin meydana getirdiği bu ızdırap tabloları, vicdanları derinden yaralıyor. Oysa bu tabloları, huzur ve mutluluk, fedakarlık ve sabır, merhamet ve hoşgörü süslemelidir. Bizler onların varlığı ile sıkıntı ve meşakkat değil huzur ve mutluluk duymalıyız. Varlıklarını yük değil nimet olarak algılamalıyız.

Değerli Sanalkahve dostlarım.

Şüphesiz her mümin, Allah’ın rızasını kazanmayı, onun ahirette sunacağı nimetlere nail olmayı hedefler. Bu hedefe ulaşılmasında, salih amellerin ayrı bir yeri vardır. Unutmayalım ki, anne-babanın hayır dua ve rızası, bu güzelliklere ulaşmanın yollarından biridir. Sevgili Peygamberimiz, “Allah’ın rızası, anne-babanın rızasında, Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.”[2] buyurmak suretiyle bu hususu dile getirmiştir. Ayrıca anne-babaya isyan, büyük günahlar arasında sayılmıştır. Peygamberimiz, “Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi? Allah’a şirk koşmak ve ana-babaya âsi olmaktır.” [3]buyurmuştur. Bizler anne-babamızın rızasını kazanarak onların hayır duasını almanın gayreti içinde olalım. Zira Peygamberimiz, “Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve anne- babanın evladına duası.”[4] buyurmuştur.

Hutbemi, cefakâr ve fedakâr annelerimizin doğum öncesi ve doğum sonrası yaşadıkları zorlu süreci dile getiren bir âyet mealiyle bitirmek istiyorum: “İnsana, anne ve babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek taşımıştır…”[5]
sSelam ve saygılarımla Hacegan....

1] İsrâ, 17/23

[2] Tirmizi, Birr, 3

[3] Buhârî, Şehadet, 10

[4] İbn Mâce, Dua, 11.

[5] Lokman, 31/14.
Hacegan__
Cum Şub 17, 2012 12:04 pm
 
Foruma git
Konuya git

BUNLARI BİLİYORMUYUZ....

Görgü kuralları; toplumların inanç, eğitim, ekonomik güç, teknolojik seviye, örf ve âdetlerine göre farklılıklar gösterir. Dünyadaki toplumların görgü kuralları, değişik olabildiği gibi, zamanın geçmesi ve teknolojik ilerlemeler de bazı görgü kurallarını kaldırıp, yerlerine yenilerinin konulmasına sebep olur.

Görgüden maksat; bir toplumdaki insanların birbiriyle münasebetlerinde olgun, medenî davranışlar içinde bulunarak, fert ve toplumun huzurunu, rahatını temin eder. Ayrıca bunlar, çok sık karşılaşılan günlük işlerde bir nizam ve intizamın hâkim olmasını sağlar. Böylece toplum, belli bir rahatlığa kavuşur.

Türkler, Müslüman olmadan önceki hayatlarında görgüye çok önem vermişlerdir. Obalardan meydana gelen göçebe Türk boyları, beşeri münasebetlerini organize eden seviyeli ve ciddi görgü kuralları geliştirmişlerdir. Diğer bir adı töre olan bu davranışlar, örf ve âdetler olarak toplumda uyulan kurallardır. Uymayanlar çeşitli cezalara çarptırılırdı. Müslüman olduktan sonra, eski inanışlarının yanı sıra, görgülerinden dinimize uygun olmayan tarafları da bırakarak uygun olan davranış şekilleri almışlar, uygun olanlarını ise dinin verdiği aşk ve şevkle iyice pekiştirmişlerdir. Bu bakımdan milletimiz arasında yakın zamana kadar bu kurallar, âdeta yazılı olmayan birer kanun hüviyetini muhafaza etmiştir. Böylece seviyeli, huzurlu ve sistemli bir toplum hayatı yaşanmıştır. Bugün milletimizin çocuklarına büyük bir ihtimamla öğrettiği görgü kurallarının çoğu, asırlar öncesinden gelmektedir. Bunlar kısaca şöyledir:

Türk âilesinde evin reisi babadır. Âile fertleri babanın verdiği kararlara uyar ve onun arzu ve isteklerini yerine getirir. Anne, âilenin en saygıya lâyık varlığıdır. Evin iç düzeni ondan sorulur. Çocuklar, her zaman şefkat ile bakılır, iyi yetişmeleri için itina edilir. Dede ve ninelerin de beraber olduğu âilelerde, onların söz hakkı ve kararları daha önce gelir. Görgünün esasını büyüklere saygı ve itâat, küçüklere şefkat ve merhamet teşkil eder. Bu bakımdan her görgü kuralı bu temele göre şekillenmiştir.

Evde küçükler büyüklerin yanında daima edepli bulunur. Yanlarına izin alarak girer ve çıkarlar, kendilerine söyleneni dikkatle dinlerler. Büyüklerin sözüne izin almadan karışmazlar ve sözü lüzumsuz yere uzatmazlar. Kendilerine hitap edildiğinde, “Buyurun efendim” diye karşilik verirler.

Ana babanin yatak odalarina, kapiyi vurup izin almadan girmezler. Kardeşler, birbirine bagli ve saygilidir. Abi, abla şefkatle doludur, kendilerini küçükler karşisinda mesul hissederler. Küçükler de büyük kardeşlerine hürmet gösterir, onlarin isteklerini yerine getirirler. Onlarin sözlerini dikkatle dinleyip peki efendim, baş üstüne diyerek cevap verirler. Birbirinin eşya ve oyuncaklarini izinsiz kullanmazlar. Kendilerinde olanlardan birbirine ikram ederler. Kimseyi rahatsiz etmez, gürültü çikarmazlar.

Misafirlige gitmeden önce ev sahibine haber verilir. Kararlaştirilan gün ve saatte gidilir. Evine girerken, kapinin zilini çalarak veya seslenerek, izin istenir! Izin üç defa olur. Ilkinde ses verilmezse, bir dakika kadar sonra, ikinci defa da ses çikmazsa, üçüncü defa zile basmali, yine ses yoksa, 4 rekat namaz kilacak kadar bekledikten sonra gitmelidir! Kapi aralanirsa, aradigini sormadan önce, kendini tanitmalidir. Evde ev sahibinin gösterdigi yere oturulur. Eşyâlar, tablolar, kütüphanedeki kitaplar izinsiz kullanilmaz. Ne ikram ederse, severek kabul edilir. Ev sahibinin o günkü hâline göre, üzüntü veya sevincine ortak olunur. Onun hoşlandigi konulardan konuşulur. Çok fazla oturulmaz. Evin içinin döşenişi, eşyalarin yeri ve durumu tenkit edilmez. Giderken izin istenir, teşekkür edilir, duâ etmesi istenir ve bize de buyurun denilmez.
Hoşgörünüze sığınarak selam ve saygılarımla Hacegan...
Hacegan__
Cum Şub 17, 2012 12:17 pm
 
Foruma git
Konuya git

HAYIRLISI OLSUN.....

Müminin en önemli özelliklerinden biri, bir olaydan, alınması gereken bir karardan, atılması gereken önemli bir adımdan önce “hakkımızda hayırlısı” demesidir. Bunu söyleyen mümin aslında şunu kabul eder: “Ben kendi istediğim olsun diye ısrar etmiyorum, benim için gerçekten hayırlısı neyse o olsun”. Peki mümin böyle bir şeyi neden yapar ki? Kendi istediği gerçekleşsin diye Allah’a yalvarmak, Allah’tan bu doğrultuda istekte bulunmak varken neden hayırlısı neyse o olsun der ki? Kuşkusuz ki bunun nedeni o konuda bir isteği, bir tercihi bulunmaması değildir. Hayatımızla ilgili tüm konularda gönlümüzün daha çok istediği bir alternatif muhakkak vardır.
Örneğin bir sınava giriyorsak o sınavı başarmak, bir işe başlıyorsak o işi başarılı bir şekilde sonuçlandırmak, bir iş görüşmesine gidiyorsak o işe kabul edilmek, ticarete atılıyorsak başarılı olup çok para kazanmak, birini beğeniyorsak onunla mutlu olabilmek, doktor ya da hastaneye gidiyorsak sağlık problemimizi bir an önce atlatabilmek isteriz. Yani aslında başladığımız ya da başlamak istediğimiz ne iş olursa olsun, o konuda kafamızda bir fikir, gönlümüzde bir istek mutlaka vardır. Ancak tüm bu durumlarda mümine yakışan dua “Allah’ım n’olur başarılı olayım, n’olur bu işi alayım, n’olur çok para kazanayım, n’olur bir an önce iyileşeyim” demek yerine “Allah’ım n’olur bana hayırlısını ver” demek olmalıdır.
Allah bu durumun önemini Kuran’da şu şekilde ifade ediyor;
Bir şey sizin için hayırlı olduğu halde siz ondan tiksinebilirsiniz. Ve bir şey sizin için şer olduğu halde siz onu sevebilirsiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
(2 Bakara Suresi- 216)
Ayetteki ifade son derece açık. Kuskusuz ki Allah ile karşılaştırıldığında insanların kendi hayatları ile ilgili bilgileri dahi son derece kısıtlıdır. Geleceği bilmeyen, başkalarının kafalarında ne olduğunu bilemeyen, ileride işlerin ne şekilde şekilleneceğini bilemeyen insan son derece kısıtlı bilgisi ile karar vermeye, isteklerde bulunmaya kalkar. Bazen yaptığı “hesap”lar sonucu o sınavı geçmenin, çok para kazanmanın, işe girmenin, sağlığına kavuşmanın kendisi için çok iyi olacağına karar verir. Oysa bu tercihin kendisine ne getirebileceği ile ilgili pek de fikri yoktur maalesef.
O çok istediği işi kaçırdığında onu daha çok mutlu edecek bir işe girecek olabilir yakında. Ya da o çok hoşlandığı kişi onu yanlış yollara sürükleyip başının derde girmesine neden olabilir. Yani güzel görünenlerin sonunda şer olabilir, kötü gibi gözükenler de insana hayır getirebilir.
Tabi bir de işin ahiret boyutu var. Hayrı ve şerri sadece bu dünya ile kısıtlı da düşünmememiz gerekiyor. Dünyanın en çok kazandıran işi, en mutlu eden eşi, en çok onurlandıran başarıları eğer insanı Allah yolunda imandan, uğraşmaktan alıkoyuyorsa o zaman zaten pek tabi ki o kişi için şerdir. Allah herkesi böyle sağlıktan, böyle başarıdan, böyle aşktan korusun.Amin ecmain inşallah Hacegan...
Hacegan__
Cum Şub 17, 2012 7:50 pm
 
Foruma git
Konuya git

YAŞADIĞIMIZ DÜNYA....

Günümüzde bayanlar ve baylar arasında oluşan hırs, gün geçtikçe günaha dönük rekabete dönüşmekte ve çeşitli sapkınlıklara sebebiyet vermekte. Bu durum elbette bizler için üzücü olabiliyor.
Çocukluğumda sorardım büyüğüme ayaklarımı otururken uzatırsam ya da böyle oturursam, sizin gibi düzgünce oturmasam ayıp mı olur? diye. Annem de derdi ki ayıp değil sen erkeksin, erkeğim ben istediğim gibi otururum, konuşurum, gezerim, hatta bakarım der hale gelecekken içimdeki şey beni hep buldu ve adam etti çok şükür.
23- Mü’minûn Suresi (Türkçe Meali)
23:1 - Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir,( İnanların ve kitaba uyanların tümü kadın olsun, erkek olsun. )
23:2 - Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler,( Samimiyetle, sadece Allah için namaz kılanlar. )
23:3 - Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler,( Gerçekten basılı ve dijital olanaklardan fayda sağlanmalı vakti ziyan etmek kendimize kötülük çünkü Allah’ın ayetine aykırı bir eylem sırf bu yüzden. Kadın olsun, erkek olsun. )
23:4 - Onlar ki, zekat (vazifelerini) yerine getirirler,( Ettiğimiz her yardım aslında kendimizedir. Kimisine göre aykırı olabilir ancak inananlar bilir. )
23:5 - Ve onlar ki, iffetlerini korurlar,( Irzlarını kollar, bedenini açmaz kadın olsun, erkek olsun. )
Diyeceğim o ki tüm inanıyorum deyip gereğini yapanlar kendilerini düzeltmelidirler. Kadın olsun, erkek olsun. Çünkü ben günümüzdeki bazı hal ve hareketlerden nasıl rahatsız olabiliyorsam, bir bayanda ben oturuyorken, konuşuyorken yoldan geçen bir hanımefendi benden rahatsızlık duyabilir ve ben Allah’ın sevgili kullarından birisine verdiğim rahatsızlık benim için kesinlikle daha bir vahim bir üzüntü niteliğindedir.
Kadınlar, erkeklerden ve erkeklerde kadınlardan etkilenirler kendilerinin ayrıcalıklı ve üstün olduğunu düşünürler. Kadınların birçoğu camiye gitmezler bu günümüzün kilit konusu niteliğindedir.
Basılı, ve basılı olmayan tüm yayınlarda yasal olmayan (dine aykırı), dolayısıyla günah olan bazı içerikler günümüzde bir saplantı haline getirilmiştir. Bunu sağlamada komiklik ve eğlenceyle zaman geçirme maske edilmiştir. Açıklık içinde komedi sahneleri bizlerin en sinsi düşmanlarıdır. İnsanları güldürmeyi çok seven gülmeyi çok seven bir insanım ancak bir zamanlar beni güldüren şeyler şimdi hiçte öyle değil ancak Allah’ın bana verdiği güzelliklerle asla kıyaslanamazlar. Eminim sizin içinde öyledir.
Son olarak ister komik olsun, ister film olsun ne olursa olsun şu Ayetleri unutmayın bayanlar ve baylar.
(24-)Nur Suresi
30-Mü’min erkeklere söyle, gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını (apışlarını) korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Muhakkak Allah, bütün yaptıklarından haberdardır.
(Gözlerini sakınsınlar yeterince açıklayıcı çok şükür. Nasıl olursa olsun uzak durun deniliyor, bakmayın deniliyor görüp bakmayı sürdürürsek Ayete yüz çevirmiş düşüncesindeyim. Allah’tan korkarım.)
31-Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar: görünmesi zaruri olanların dışında zinetlerini açmasınlar ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar; zinetlerini, kocalarından veya babalarından yahut kayın babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut kardeşlerinden yahut kardeş oğullarından yahut kız kardeş oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut sahibi bulundukları cariyelerden veya uyuntu (şehvetten yoksun) erkek hizmetçilerden veya henüz kadınların şehvet uyarıcı taraflarından habersiz çocuklardan başkasına göstermesinler; gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey mü’minler, hepiniz Allah’a tevbe edin ki, mutluluğu bulabilesiniz.
Görüyoruz ki günümüzde komedi adına yapılan amaç dışı imalı sözler hiç doğru değiller.
Günümüzün dünyası, günümüzün sınavı ister sokakta dolaş, gazete oku, ister dizi izle her yerde sınavımız bizleri bekliyor Kur’an-ı Kerim’i okuyup, anlayıp çok çalışmalıyız .. :) Sağlıkla kalınız Hacegan.
Hacegan__
Cmt Şub 18, 2012 2:00 am
 
Foruma git
Konuya git

AHLAKİ ÇÖKÜŞ VE NEDENLERİ....

Günümüz toplumlarında yaşanan ahlaki çöküntünün boyutlarını, insanların güven duyacakları ve karşılık beklemeksizin yardım edecek birini bulamamaları, ihtiyaç duyduklarında adaletin gereği gibi tecelli edeceğinden kuşku duymaları, dışarıda güvenlik içinde olmamalarından anlamak mümkündür.

Toplumları ahlaki çöküntüye götüren asıl neden, kapsamlı ilişkileri ve karanlık bağları olan büyük bir ‘oluşum’ tarafından idare ediliyor olmasıdır. Bu ‘sosyal sınıf’ oldukça etkili propaganda araçlarına sahiptir. Bu araçları kullanarak, insanları Kur’an ahlakından uzaklaştırmak ve çirkin utanmazlıkları yaygınlaştırmak amacıyla çalışır.

Çirkin utanmazlıkların (fuhşun) iman edenler içinde yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada ve ahirette acıklı bir azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmiyorsunuz. (Nur Suresi, 19)

Din ahlakını yaşamayan toplumlarda etkin olan bu karanlık sınıfı ayakta tutan, rüşvet, haksız kazanç, fuhuş ve uyuşturucu ticareti gibi yasadışı yollardır. Yaşanan çirkinlikler ve haksızlıklarla fikir mücadelesi vermek, ancak din ahlakıyla yetişmiş insanlarla mümkün olacaktır.

Günümüzde en çok da medya yoluyla modernlik, çağdaşlık, özgürlük ve cesaret söylemleriyle ahlaksızlık propagandası yapılmaktadır. Söz edilen modernlik ve çağdaşlık, gelişmelere ve yeniliklere açık olmak değildir; ahlaksızlık ve sapkınlıkların insanlara olağan davranışlar gibi gösterilmesidir. İnsanlar kınadıkları davranışları bu propagandalar nedeniyle, zamanla olağan karşılamaya başlarlar. Ve bu yoğun telkinlerle, yaşanan ahlaksızlığın çağdaşlığın bir gereği olduğu hatasına düşerler.

Ahlaki çöküşün en önemli nedeni, dinsizlik nedeniyle kendini başıboş ve sorumsuz zannetme yanılgısıdır. Yazılı ve görsel medya Materyalizmin ve dinsizliğin en önemli silahı olan Darwinizm’i sözde bilimsel bir gerçek gibi yıllardır dayatmaya çalışmaktadır.

Problemlerin kaynağında bencillik, aç gözlülük, acımasızlık, umursamazlık gibi hastalıklar vardır. Gerçek ve kalıcı çözüm yalnızca din ahlakının yaşanması ile olacaktır. Yaşanan sorunları kabullenmek, yalnızca izlemek veya sorunların bitmeyeceğini düşünmek büyük yanılgıdır. Tüm insanları yoktan var eden Yüce Allah, onların en rahat edecekleri, refah, huzur, güven duygusu ve mutluluk içinde yaşayacakları sistemi de haber vermiştir. Çözüm Kur’an ahlakıdır.

Kelime anlamı barış olan İslam, barış ve esenliğe çağrıda bulunur. İman sahipleri Allah’ın farz kıldığı iyiliği emretme, kötülükten sakındırma sorumluluğunu yerine getirdiklerinde, gerçek İslam’ı tanımayan pek çok insan Kur’an ahlakına yönelecek ve Allah’ın beğendiği yaşam başlayacaktır.

Suçsuz bir insanı öldürmenin tüm insanlığı öldürmek gibi olduğunu haber veren, insana, en yakınlarının hatta kendisinin zararına dahi olsa adaleti emreden, kişinin ihtiyacı da olsa muhtaç olana vermeyi emreden İslam, insan ilişkilerinde ölçü alındığında huzur dolu bir dünya oluşur.

Allah, azgınlık yapanlara, “azgınlıklarının cezasıyla mutlaka karşılaşacaklardır” buyurarak sonlarını haber verir. Dini yaşamanın özünde ise doğru olmak vardır; insanlara zulmetmemek; iyi ve güzel ahlaklı olmak vardır. Güzel ahlaklı olanlar Allah’ın rızasını kazanıp, sonsuz yaşamda “en güzel sonucu” alırlar.

Dünyada sürekli korkular yaşanır. Yaralanma, öldürülme korkusu vardır. İftira, alay edilme, hata yapma, hastalık, yaşlanma ve ölüm korkusu… Ancak cennette dünyevi korkuların hiçbiri yok. Yalnızca selam, huzur ve güven var.

İnsanı yaratan Allah, onun yaşayabileceği en güzel hayatı Kur’an’da tarif eder. Kur’an ahlakı hakim olacak, insanlığın özlem duyduğu, cennet benzeri huzur dolu bir hayat mutlaka gerçekleşecektir. Alemleri nurlandıran, istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur yağdıran Allah, yeryüzündeki nurunu kesinlikle tamamlayacağını vaat eder.

"Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O, dini (İslam’ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O’dur." (Tevbe Suresi, 32-33) Yarabbim biz pişmanız yapmış olduğumuz günahlardan dolayı inşallah bir daha biz yapmayacağız tevbe ettik pişman olduk şüphesizki sen affedicisin affetmeyi seversin bizleride affet Allahım amin ecmain inşallah selam ve saygılarımla.Hacegan..
Hacegan__
Pzr Şub 19, 2012 4:36 pm
 
Foruma git
Konuya git

MAZİSİ GEÇMİŞTE OLAN MİLLET...

Medeniyetimizin, milletimizin tarihten gelen güzel hasletleri var. Kültürümüzde, inancımızda, tarihimizde çok zengin özellikler ve güzellikler var. Bu güzelliklerin ve zenginliklerin paylaşılması, yaşanması toplumsal yücelmenin, huzurun ve mutluluğun anahtarı olacaktır.

Ortaçağ, Yeniçağ ve Yakınçağ gibi üç çağa da damgasını vurmuş, üç kıtaya yayılmış, dünyanın görmediği haşmet ve azameti yakalamış büyük Türk devletinin geçmişinden dersler alacağımız o kadar çok şeyler var ki…
Bu gün sahip olmamız gereken birçok şeyleri kaybediyoruz. Hâlbuki geçmişimizde övünülecek birçok güzellikler var. “Geçmişini tanımayanın geleceği olmaz.” Biz zamana karşı yarışırken birçok şeylerin de heba olduğunu görüyor, sonuçta kendimizi değil, suçsuz olan zamanı suçlamaya başlıyoruz
Asırlara hükmetmiş, dünyaya adalet timsali olmuş, medeniyetlere öncülük etmiş bir milletin nesilleriyiz. Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez. Bir devletin tarihini yazarken onu devlet yapan unsurları, değerleri de bilmek ve yazmak gerekir. Biz güzel olan tarihimizin günümüze ışık tutan taraflarını bu gün yeni nesillere sağlıklı biçimde aktarmalıyız.

Şeyh Edebali’nin Osman Bey ve sorumlulara nasihatleri “Müslüman olsun, kâfir olsun herkese iyilik yapın, affedici olun. Büyüklerinize ve âlimlere hürmetkâr davranın. Bereket büyüklerle beraberdir. Her işinizi Allah’u talanın rızası için işleyin. Sözünüz ne ise işiniz o olsun. Doğruluktan ayrılmayın. Allah için cihadı terk etmeyin. Vefa sahibi olan dostlarınızı unutmayın, meşveretsiz iş yapmayın. Sabırlı olun vaktinden önce çiçek açmaz”
Orhan gazinin Oğlu sultan 1. Murat’a vasiyeti “Dünyaya ahiret ölçüsüyle bakarsan; ebedi saadeti feda etmeye değmediğini göreceksin. Oğul! Saltanata mağruru olma. Unutma ki, dünya saltanatı geçicidir. Lakin büyük bir fırsattır. Allah yolunda hizmet ve peygamberimizin şefaatine mazhariyet için, bu fırsatı iyi değerlendir. Oğul! Gözün daima dini yüceltmede olsun. Resulullahın yolunu yoldaş edin. Rehberini Din-i İslamiyet’i iyi bilenler ve uygulayanlardan seç. Gücünü kuvvetini cihat yolunda harca. Kuran-ı kerimin hükmünden ayrılma! Adaletle hükmet! Gazileri gözet! Dine hizmet edenlere hizmeti şeref say! Fakirleri doyur. Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. Sonunda hüküm isabetli bile olsa, geciken adalet zulümdür!”
Orhan Gazi oğlu, Rumeli fatihi Süleyman paşaya “Hayat herkese giydirilen emanet bir elbisedir. Bununla akıllı kişiler öğünmekten ar eyler. Asıl olan iyi anılar bırakmaktır. Her kişinin nefesleri sayılı, sonu da bilinmektedir.”
Büyük Türk Hakanı Timur Han “Tecrübe bana gösterdi ki, din ve kanunlar üzerine istinat etmeyen bir hükümet uzun müddet payidar olamaz. Böyle hükümet çıplak olup kendini gören herkese karşı gözlerini yere diken ve herkes yanında hiç hürmet ve itibarı olmayan adama benzer”

“Değerli bir sedef parçası onu tanımayanların katında kıymetsizdir.”Ecdadımızdan günümüze cesurluk, dürüstlük, akıllılık, kararlılık ve ataklık daima var ola gelmiştir. Türk milleti gün gelmiş önder olmuş, gün gelmiş başka toplumlardan etkilenmiş ancak İslam’ın onuruyla hayatını anlamlandırmıştır. Sadece insanlara, insanlığa değil tüm hayvan ve nebatata da önem vermiş; “ağaç kesen baş keser” düsturuyla hareket etmiştir. Osmanlıda hayvan hakları vardı, eşekler bile haftada bir gün izinli idiler. Kuşlar için sulaklıklar, kuş konacak yerler yapılmıştı. Geçmişimizde camilerdeki kuş evlerinin manasını anlamak lazımdır. Ecdadımız bırakın insanı, canlılara verilen önemle, canlı haklarıyla örnek olmuştur. Tüm güzellikler, her şey Allah rızasına dayanmıştı. “Allah için tevazu ve merhamet edeni Allah yüceltir.” Düsturuyla hareket edilmiştir…

Günümüzde insanımıza birçok şeyi, tavsiyeyi öğrettik ama yapmayı değil… Her geçen gün daha çok değerlerimizden kaybediyoruz, sermayeyi tüketiyoruz. Dün kıtaları, gönülleri fethettik ama ne yazık ki bu gün yeni nesillerin gönüllerine giremedik. Ecdadımıza ve tarihe bakışımızı değiştiremedik. Tarihimizle, kendimizle yüzleştiğimizde, yaptıklarımızı gözümüzün önüne getirdiğimizde, taşları önümüze döktüğümüzde o taşların bizlere zarar verdiğini görüyoruz… Tarihi aynaya bakıp bu sahadaki eksiklerimizi gidermeliyiz.

Türk milleti tarihten ilham alarak; birlik, beraberlikle, adalet ve ilimle yücelmiştir. Bu tarihi mirasa sahip çıkarak, bu muhteşem güzellikleri bu gün de yaşatmalıyız.
Millet olarak, kökü mazide olan atiyiz. Bu gün gerek bizler, gerekse dünya karşılaştığı ağır problemleri aşmak için her zamandan daha çok İslam Medeniyetine muhtaçtır… İlerleme, yüceliş ve gelişmeyi gerçekten gayesi haline getirmek isteyen toplumlar için, Büyük Türk tarihi ve İslam inancı rehberdir…

Artık millet olarak gerçeklerle, tarihle yüzleşmek, kendimizi sorgulamak, zamanla hesaplaşmak zorundayız. Değerlerimizle çatışmadan, her şeyin gerçek sebebini araştırmadan, adını doğru koymadan, zamanı suçlu ilan etmeden gerçekle yüzleşmeliyiz. Bizim işimiz, tarihimizin ne olduğunu anlayarak, tarihi mirasımızı yok etmeden yarınlara, değerlerimizi taşımak olmalıdır. Biz nerden geldiğimizi, nereye gideceğimizi iyi bilir, rotayı iyi belirlersek, her sahada beklenen yücelme olacaktır…Tanrı Türkü korusun ve yüceltsin.Selam ve saygılarımla.Hacegan....
Hacegan__
Pzr Şub 19, 2012 4:01 pm
 
Foruma git
Konuya git

ALLAH DE......

Büyük gemiler büyük denizlerde yüzerler
Küçük gemiler küçük denizlerde yüzerler

Bir söz söyle onla cehennem cennet olsun!
Bir söz söyle onunla duyanlar mest olsun!
Derin bir söz söyle onla ölü kalpler dirilsin!
Haydi bir söz de içtende kalbim aşkla dolsun .
Haceganımmmm kurbanımmmmmm
Haydi durma kalbim Allah de!
Hacegan__
Pts Şub 20, 2012 12:19 pm
 
Foruma git
Konuya git

DUYGUSALLIK...

Duygusallık dünyada milyarlarca insanı etkisi altına almış bir cahiliye kültürüdür. Şeytanın insanları Allah’ın yolundan alıkoymak amacıyla kullandığı bu etkili silah, insanların duygularının esiri olmalarına ve akıllarını kullanamamalarına neden olmaktadır. Bilindiği gibi şeytan, Allah’ın büyüklüğünü düşünemeyen, takdir edemeyen insanlar ortaya çıkarmak ve insanları Allah’ın yolundan saptırmak için ant içmiştir: ‘Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları ( insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.’ (Araf Suresi, 16) Şeytan bu amacına ulaşmak için hiç ara vermeden var gücüyle çalışmaktadır.

Duygusallığın zararları:
Duygusallığın insanlar için zararları çok fazladır. Duygusal insanlar genelde çok hassas olurlar ve bu yüzden en küçük olayları dahi sorun haline getirip stres içinde yaşarlar. Bu sadece çevrelerine değil kendi bedenlerine de fazlasıyla zarar verir. Sürekli şüphe, kıskançlık, tedirginlik yaşarlar. Olaylar karşısında mantıklı düşünmek yerine duygularıyla hareket ederek yanlış kararlar verirler. Müminler Allah’a tevekkül ettikleri için sağlıklı ve mutlu iken, bu insanlar pek çok psikolojik rahatsızlıkla mücadele ederler.

Duygusallığın insan bedenine verdiği tahribatlar sonucunda çeşitli hastalıkların oluşması kaçınılmazdır. Mide, kalp rahatsızlıkları, aşırı zayıflama, saç dökülmesi, ciltte bozulmalar ve çok sayıda önemli hastalığın altında yatan en büyük sebep strestir. Neşeli ve mutlu yaşayan insanların daha uzun ve sağlıklı yaşadıkları bilimsel araştırmalar sonucunda ispatlanmış bir gerçektir.

Duygusallığın getirdiği zayıflık, aklını ve mantığını kullanan insanlarda görülmez. Bu insanlar olaylar karşısında soğukkanlı ve sakin olurlar. Çünkü her şeyin Allah’ın kontrolünde gerçekleştiğini bilir ve sonuna kadar O’na teslim olurlar. Bu durum insanlar için sonsuz bir güven duygusu demektir. Kendini güvende hisseden insan panik olmaz, kontrollü davranır. Sonuç ne olursa olsun yıkım yaşamaz ve her koşulda tevekküllü olur. Bu da sağlıklı bir ruh yapısı, sağlıklı bir insan ve sağlıklı bir toplumun oluşmasına neden olur.

Duygusallık telkini:
Günümüzde duygusallık telkininin en yoğun yapıldığı insanlar gençlerdir. Aşk ve tutkunun sonuna kadar yaşanması gerektiği telkiniyle gençlerin kontrolden çıkmaları sağlanarak çoğu zaman yanlış ilişkilere sürüklenmelerine neden olunur. Duygusal şarkılar, sözler, şiirler, filmler ve romantizm masallarıyla genç beyinlere mantıktan uzak sadece duygusal yaklaşımlarla ‘anı yaşamaları’ telkini verilir. Böylece gerçek sevgiyi yaşamadan sadece geçici heveslerin hüküm sürdüğü bir hayat yaşayan bu gençler beklentilerinin gerçekleşmediği durumlarda büyük yıkımlar yaşarlar. Bazen intihara kadar giden zayıflıklar dahi gösterebilirler. Oysa aklını kullanıp Allah’a sığınan insanlar için her türlü durum bir hayır olarak görülür. Şifayı uyuşturucu, alkol ya da başka şeylerde değil Allah’a sığınmakta bulurlar. ‘Kur’an’dan mü’minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Oysa o, zalimlere kayıplardan başkasını arttırmaz.’ (İsra Suresi, 82)

Bugün yaşanan pek çok çözümsüzlüğün, sıkıntının ve belaların altında şeytanın bu bitmek bilmeyen telkinleri yatar. Şeytan insanların boş amaçlar, geçici hevesler peşinde koşup yanlışlar yapmasını ister. Bundan büyük bir haz duyar. Allah kullarını bu tehlikeye karşı Kuran’da şöyle uyarmıştır : ‘Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. (Nur Suresi, 21)

Son olarak insanlar, şeytanın telkiniyle, duygusallığın mutlaka olması gerektiğine inanarak duygusal olmayan insanları vicdansız olarak nitelendirirler. Bu yanlış kanı duygusal olmayan her insanın merhametsiz olduğu görüşünün ortaya çıkmasına neden olsa da Allah’ın sıfatlarından olan merhamet, mümin kulları üzerinde görülen bir özelliktir. Müminler merhametlidir ancak duygusal değildirler. Böylesine bir zayıflığın şeytanın oyunu olduğunu çok iyi bilirler ve bu oyunu Allah’ın dosdoğru yolundan giderek bozarlar. Mümin güçlü bir karakterdir, aklını kullanır, telkinlerden Allah’ın izni ile etkilenmez.
(Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 201)
Rabbim her zaman hakkımızda hayırlısını verir inşallah amin ecmain Hacegan......
Hacegan__
Pts Şub 20, 2012 12:13 pm
 
Foruma git
Konuya git

UYAN TÜRK EVLADI UYANMA VAKTİ.....

İletişim çağının getirdiği hızlı öğrenme; toplumların milli ve geleneksel kültür dokusunu evrensel kültür değerleriyle kuşatmış; ailevi hayatı, dolayısıyla sosyolojik ilişkileri yeniden şekillendirmiştir.
Televizyon ve internet dünyası sınırları kaldırmıştır. Gittikçe makineleşen hayatımızda artık çocuklarımızı bile sevgi ile eğitebilme direncimiz her geçen gün zayıflıyor. Kuşaklar arasında meydana gelen uçurum derinleşiyor. Kontrolsüz ve denetimsiz öğrenme, özellikle çocuklarımızın beyinlerinde onarılması çok zor tahribatlar meydana getiriyor. Eğitim süreci ile birlikte neyin doğru neyin yanlış olduğu öğretilemediği için çocuklarımızın bireysel ve toplumsal hayatlarında ciddi sorunlar yaşanıyor. Kişiliği kuşatan tahammülsüzlük, bireyin dünyasında kurduğu kabuk bilgilerle bunalımlara yol açıyor.
Çocuğun ilk öğretmeni annesi ve babasıdır. Bu nedenle nitelikli anne ve babaları öncelikle yetiştirmek zorundayız. Bu da ancak iyi bir eğitim sistemiyle başarılabilir. Aksi takdirde gittikçe ve küçülen bir topluma dönüşür ve yok oluruz.Milletleri yok etmek için artık atom bombasına ihtiyaç yok! Evrensel niteliklerini, başkalarına zarar vermeden paylaşması gereken kültür, emperyalist bir silaha dönüştürüldü…
Bu sinsi ve korkunç silah ölümcül bir virüs gibi dolaşıyor toplumun içinde. İnsanları dolayısıyla toplumları “değiştiriyor, dönüştürüyor” ve “sürü bilinci” aşılıyor. Sonuçta milli kültür asimile ediliyor; milletin kültür ağacı, şer odaklarını ve getirim kompradorlarını planladığı süreçte kurutulmak suretiyle toplum karanlık bir geleceğe itiliyor. Çocuklarımıza emanet edeceğimiz ve bizi biz yapan değerler şuurlu bir şekilde hafızalardan siliniyor.
Gelişmiş batı ülkeleri, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeleri, yüzüne sahte bir maske takarak insan hak ve özgürlükleri bağlamında sözde evrensel kültürle kandırırken; kendi varlıklarını da son derece kemikleşmiş bir milliyetçilik anlayışıyla arka planda korumaya ve yaşatmaya çalışıyorlar.
Bireysel hak ve özgürlükler milli özgürlüğün önüne geçilmeye çalışıyor. Unutmayalım ki bir toplumda bireysel hak ve özgürlüklerin teminatı, millet olarak yaşayabilme şartına bağlıdır.



İdealler küçüldü. Umutlar derin dondurucuda. Çalınan hayallerimizin ve geleceğimizin farkında bile değiliz. Ruhumuz madde ile kuşatılmış. Gençlik, bugünü yaşamak ve mutlu olmaktan başka amaç taşımıyor. Ekran başında dizilere köle yapılan aileler ve gençler için “gelecek”, ekonomik açıdan kapitalizmin vereceği mutluluktan ibaret.
Özendirilen hayatla uyuşturulan beyinler, borç hapishanesindeki mahkûmiyetlerinin maalesef farkında bile değil.
Eskiden yaşamak için yerdik; şimdi yemek için yaşıyoruz! “Biz” demeyi terk ettik. “Ben” demeye mahkûm edildik. Bencil bir dünya kurduk kendimize. Komşumuz aç iken tok uyumak artık umurumuzda değil. Analar ne Fatih’ler doğuruyor ne de kınalı kuzular. “Git oğul! Şehit olmadan gelirsen sütümü sana helal etmem.” diyen anaların sütü kesildi.
En kaliteli (!) eroin, televole, paparazzi gibi programlarla Türk Gençliği her gün uyuşturuluyor, eğlence ve sefahate sürükleniyor. Ve böylece hiç kanıksamadan bir yandan şehit haberlerini seyrederken, kısa bir “vah vah” lı üzüntünün ardından bir diziye ya da eğlence programına teslim oluyor insanımız.
Çocuklarımıza sözümüz geçmiyor artık. Saygı ve sevgi bağları, çağdaşlık uğruna terk edildi. Bir şey koptu içimizden! Bizi biz yapan bir şey! Mürşitlerin, üstatların asırlarca ciğerlerinden kalemlerine mürekkep yerine kan çekerek yazdığı ve gönül burçlarımıza çektiği irşat bayrağı, mahzun mahzun manevi bir rüzgâr bekliyor.



Tespitler yapılmadan çözümler üretilemez. Bu kalemden dökülenler, başta gençlerimiz olmak üzere insanımızı kamçılamak ve uyandırmak amacını taşıyor.
Sevgili gençler! Uyanın ve sizi siz yapan değerlerinize odaklanın, öğrenin ve ona göre yaşayın. Unutmayın! Yenileşmek için yıkmak zorunda değiliz. Yenilik faydalı ve güzel olanı elde etme uğruna yapılmalıdır.
Artık karanlıklara küfür etmek zamanı geçmiştir! Şimdi okuma, öğrenme ve bilgi ışığıyla aydınlatma zamanıdır.
Gençler! Hepiniz bir bayraksınız! Ve bayrak leke götürmez:

Silkinin! Uyanın! Okuyun! Çalışın! Üretin!
Selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Pts Şub 20, 2012 12:10 pm
 
Foruma git
Konuya git

GERÇEK AŞK MI ARIYORSUNUZ?

"Gerçek aşkı hiç tatmadım", "Gerçek aşk gün be gün inancımı yitirdiğim bir şey" gibi sözler işitiriz insanlardan, “Gerçek aşkı buldum” diyen insan bile bir süre sonra onun da diğer tüm aşklar gibi geçici ve sonlu olduğunu anlar. Dahası başlangıçta ’o olmadan yaşayamayacağını’ söyleyen çiftler, ayrılırken ağır sözlerle, düşmanca hatta birbirlerine iftiralar atarak ’aşk’larına son verirler.

Yaşadığımız toplumdaki sistem içerisinde insanların ’sevgi’ olarak adlandırdıkları şey, kaynağı ve dayanağı sağlam olmayan, karşılıklı çıkarlarla orantılı olarak artan/eksilen bir bağ. Manevi derinlikten uzak ve daha fazla maddi değerlere bağlı olan bu ’sevgi’ye gerçek sevgi denebilir mi?

Allah’tan uzak yaşam süren insanların, gerçek sevgiyi yaşamaları zordur. Kaynağını kalbindeki imandan alan gerçek sevgiyi yaşayan insanın yaşamında çok zorlu olaylar da oluşsa, sevgisi asla bitmez. Sevdiği insan hatalar da yapsa, imanından kaynaklanan şefkat, merhamet, hoşgörü ve bağışlama ile yaklaşır.

İnanan insanın sevgisi, Allah’a olan güçlü ve samimi sevgisinden kaynak bulur. Tüm güzellikleri yaratanın ve hepsinin gerçek sahibinin yalnızca Allah olduğunun bilincinde olarak sevgiyi yaşar.

Gerçek aşk; temeli Allah aşkı ve hoşnutluğu üzerine kurulmuş olan aşktır diyebiliriz. Aşkın ete kemiğe dönüştüğü dünyada, birbirlerindeki Allah aşkından yansıyan güzelliği görebilenlerin aşkıdır gerçek aşk. Bu aşk iman ve Allah’a olan yakınlık doğrultusunda artar. İmanı gönülden yaşayan insanın Rabb’ine karşı hissettiği coşkulu aşk, kişiye O’nun sevdiği bir kul olma umudu verir. Bu aşk, ruhundaki coşkuyu, huzur ve mutluluk duygusunu sürekli diri tutar.

Allah’ın tecellilerindeki güzellikleri ancak Allah aşkıyla sarhoş olanlar görebilir ve onlardan derin bir zevk alabilirler. Allah’a duyduğu aşk, O’nun yarattıklarına karşı da insanın büyük sevgi duymasına neden olur ve Allah’ı seven insanlara karşı sevgisini artırır. Bu yüzden karşısındaki kişi imanı yaşadığı sürece, yaşlılık, sakatlık ya da maddi kayıp gibi durumlarda sevgisi asla olumsuz etkilenmez. Aksine insanın şefkat ve merhamet duygularını da artırır ve sevgisi daha da derinleşir.

Sevgi, Allah sevgisinden kaynaklanıyorsa o sevgide vefa, sadakat, merhamet ve bağışlama vardır. Allah sevgisinden kaynaklanmayan sevgide şefkat, merhamet ve sabır olmaz. İnançsızlıkla sevgisizliğin, bencilliğin acısı en şiddetli şekilde yaşanır.

Mutluluk ancak Allah aşkıyla olur; bunun dışında kalp tatmin olmaz, kurtuluş yolu bulunmaz. Onlarca yol dener insan ancak başka türlü mutlu olamaz. Yaşaması gereken, bu samimi ve gerçek aşktır. Bu, ruhun ihtiyacı olan gıdadır, ruh ve iman bu döngü ile sürekli beslenir.

Dünyevi aşklar genellikle romantizme dayalıdır ve imani boşluktan kaynaklanır. Gerçek aşkın taklididir; geçici, kısa süreli ve sonludur. Allah için yaşanan sevginin ise belli bir süresi ve sonu yoktur. Bu sevgi kesintisi olmayan, asla bitmeyen, sonsuz yaşamda da devam edecek olan tutku dolu sevgidir. İnsanın kalbinde hem imani coşkuyu tetikleyen ve hem mutmainlik oluşturan başka bir aşk yoktur.

Bu aşk Allah’ın iman eden kullarına bahşettiği bir nimettir. İnsan bu aşkı doruğunda yaşıyor da olsa, ahirette yaşayacağı çok daha büyük bir güzelliktir ve çok daha haz vericidir. Allah, “İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem Suresi, 96) buyurarak, gerçek sevginin ve muhabbetin ancak imanla yaşanabileceğinin sırrını verir.

Aşk, çok yüksek duygulara dayanan sevgidir. Karşılığı olan sevgi, aşk değildir; maddi karşılığı olan sözde sevgiye aşk denmez. Aşk çok saf, çok temiz, çok asil duygudur. Allah, bir göğüste iki kalp kılmadığını haber verir; o tek kalp Allah aşkı ile dolu olan kalptir. Diğer tüm aşklar onun türevleridir; O’nun yarattıklarına duyulan aşktır. Bu gerçek aşkı içinde hisseden, kalbini O’na tam olarak teslim eden insan, dünyanın tüm güzelliklerine kavuşur.

O, sevginin asıl muhatabı iken insan O’ndan uzak yaşar, yaşamı boyunca gerçek sevgi ve dostluğu arar. Bilmez ki, tek ve gerçek ’Sevgili’ ona şahdamarından daha yakındır...

Ey gönül! Ne tuhaf değil mi? Bir ömür, şah damarından daha yakın bir Sevgiliyi aramakla geçiyor.” (Mesnevi V 3272) Haydi gerçek aşkı aramaya varmısınız? Selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Per Şub 23, 2012 7:48 pm
 
Foruma git
Konuya git

METANETLİ OLMAK.......

Kur’an’ın tarif ettiği mümin modelinin önemli özelliklerinden biri, koşullar ne olursa olsun ümitsizliğe kapılmamaktır. Ümitsizlik, her şeyin bir kader üzerine geliştiğini kavrayamamanın sonucudur. Allah’ın beğendiği tavır, umutvar olarak, her olayın hayırla yaratıldığının bilincinde, sabır ve tevekkül göstermektir.


Dünya hayatının bir imtihan mekânı olarak yaratıldığını düşünmeyen, Allah’ın herşeyi bir hikmet üzerine yarattığına iman etmeyen insanlar, şeytanın da telkinleriyle umutlarını tamamen yitirir, mutsuz yaşarlar.


Şeytan, insanı Allah’ın yolundan saptırmak, düşünmesini engellemek için her fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışır. Şeytanın fırsat kolladığı durumlardan biri de, insanın karamsarlığa düştüğü zor zamanlardır.

Gerçekte şeytanın her zehrinin panzehiri vardır; ecza dolabında hiç eksik yoktur. İnsanın yapması gereken, Allah’a sığınmak, O’na güvenmek ve samimiyetle dua etmektir. Allah, insanlara rahmetinden umut kesmemelerini buyurur.

Allah’tan uzak yaşayan insanların umutlarını sürekli kılacak sağlam bir güvenceleri yoktur. Bu nedenle ufak bir olayda bile ümitsizliğe kapılırlar. İman edenler ise tüm kuvvet ve kudret sahiplerinin üzerinde olan Allah’a duydukları güven nedeniyle, en zor zamanlarda bile umutlarını diri tutarlar. Hep umutlu olabilmek de stres ve sıkıntıdan uzak, mutlu bir yaşam demektir.

Sahip olduğu nimetlerin Allah Katından bir lütuf olduğunu bilen bir insan için, sabah uyanabilmek dahi çok büyük bir nimettir. Adım atabilmek, yürüyebilmek, konuşup düşünebilmek insan için büyük bir mutluluktur. İnsan nimetlerin değerini genellikle kaybettiğinde takdir eder. Ancak samimi inanan insan bu nimetleri verenin Allah olduğunun ve dilerse geri alabileceğinin şuurunda olduğundan, elindekilere şükreder. Onun mutlu olmak için dünyevi nimetlere ihtiyacı yoktur.

Gerçek mutluluk yalnızca insanın kalbinin tatminiyle mümkündür. Bunun sırrı ise Allah’ı anmak ve güzel işler yapmaktır. Kalbini Allah’a tam olarak teslim eden insan, artık Allah’ın yönetimindedir. Allah’a duyduğu aşkın derinliği nedeniyle mutluluğu sürekli içinde hisseder.

Umutvar olmak insanın inancı ölçüsündedir, imanının göstergesidir. İnsan imanı ölçüsünde Allah’ın nimetlerine, rahmetine ve rızasına kavuşmayı umut eder. Rabb’ine yakın olan ve O’na teslimiyeti yaşayan kimse, “neden böyle oldu”, “keşke olmasaydı” gibi düşüncelere kapılmaz. Bilir ki en kötü gibi görünen olayın bile ardında hayır ve hikmet vardır.
Sevgisiz insanlar hem ruhsal, hem bedensel, hem de maddi yönden çökerler. Sürekli hata yapan, suç işleyen ve şeytanın bataklığa benzer karanlık sisteminde yaşayan bu kimseler için de ciddi ve yararlı olacak işler yapmak gerekir. Güzel ahlaka davet etmek, Allah sevgisinin o kucaklayıcı sıcaklığına insanları yaklaştırmak, gerçek sevginin ve aşkın güzelliğini insanlara anlatmak önemlidir.


İman sahibi insan, görünürde her şeyini kaybetmiş de olsa, ümitsizlik ve karamsarlığa kapılmadan, her şeye yeniden başlayabilir. Allah’a duyduğu sevgi, güven, tevekkül ve O’nun hayırla yarattığı kadere imanı, yeni bir sayfa açarken umudunu ve coşkusunu diri tutacaktır. Umudu da zorluklar karşısında onun dayanıklılığını ve gücünü artıracaktır.Selam ve Saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Per Şub 23, 2012 7:39 pm
 
Foruma git
Konuya git

SİKAYET ETME SÜKÜR ET.....

İnsanın dünyada bulunmasının temel gayesi kulluktur. Kulluğun seviyesinin tespiti de imtihanla mümkündür. Allah insanı çeşitli şeylerle imtihan eder. Bu imtihan bazen biraz korku, biraz açlık, mal, can ve ürünlerden eksiltmek şeklinde, bazen de ihsan ve nimet vermekle olur. Dolayısıyla hem zorluk, sıkıntı ve musibetler hem de iyilik ve güzellikler bizler için bir imtihan vesilesidir. Ancak Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle insan hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. ’Bir sıkıntı ve kötülükle karşılaştığında feryadı basan, iyilik ve ihsan karşısında ise cimri kesilen bir varlık olarak zikredilmektedir. (Meâric, 19-21)
İnsan geçmişte özellikle de çocukluk ve gençlik yıllarındaki yokluk ve zorlukları şikayetle değil, şükür gözyaşlarıyla anlatmalı, unutulmamalı ki bu yokluk, zorluk ve sıkıntılar, insanı Yaratıcısına yaklaştıran, hayal âleminden uzaklaştıran, gerçeklerle yüzleştiren, olgunlaştıran etkenler ve ahiret yurdu için de zenginliklerdir.
Zaman zaman pek çoğumuz torunlarımıza, çocuklarımıza ve gençlere, yeni neslin eskiye göre daha fazla imkanlara sahip olduğunu, hayat seviyesinin şimdi daha üstün olduğunu belirtmek için geçmişten örnekler veririz. Özellikle de yaşadığımız zorluk, yokluk ve çektiğimiz sıkıntıları, üzüntüleri birazda kendimize pay çıkararak anlatmaya çalışırız.
Yaşadığımız hayat inişli çıkışlı ve virajlarla doludur. Bazen bu virajlar çok keskindir ve büyük sabır gerektirmektedir. Peygemberimiz (s.a.s.) bir hadislerinde, “İmanın yarısı sabır öteki yarısı da şükürdür.” buyurmuşlardır. İnsan, hayatındaki bu iniş, çıkış ve virajları vahyin ve sünnetin ışığı altında düşündüğü zaman, başlangıçta kendisine hoş gelmeyen olayların ne hikmetlerle, hayırlarla dolu olduğunu anlar ve görür. Bundan dolayı da şükrünü artırır.
Şükür; Yüce Yaratıcı'yı ve O'nun nimetlerini tanımak, bu nimetleri yerinde kullanmaktır.
Şikayet ise Allah (c.c.)’ın nimetlerine nankörlük ve saygısızlıktır.
Kur’an da Yüce Allah, “Şükrederseniz size nimetlerimi artırırım, nankörlük ederseniz azabım pek çetindir.“ (İbrahim, 7), “Şayet siz şükür ve iman ederseniz Allah size ne diye azap etsin? Allah şükrün karşılığını verendir, her şeyi bilendir.” (Nisâ, 147) buyurarak şükrün karşılığının nimetlerin, huzur ve mutluluğun artması; nankörlük ve şikayetin karşılığının ise sefalet ve azap olduğunu bildirmiştir. Yine Kur’an’ın ifadesiyle bizim için hayır görünen işlerde şer, şer görünen işlerde hayır olabilir.
Geçmişin şükürle yâdedilmesi gerektiği konusunda bazı önemli noktalar şunlardır:
1- Yüce Yaratıcı kullarını, yokluk, zorluk ve sıkıntılarla kendine daha çok yakınlaştırır. Çünkü sıkıntı hâlinde kul, itaat, ibadet ve taatla Yüce Yaratıcı'ya yönelir. Kendisi herkes tarafından yalnız bırakıldığı ve aciz kaldığı bir anda tek çarenin Yüce Yaratıcı'ya sığınmak olduğuna inanır, ona yönelir. Bu yaklaşma aynı zamanda Cenab-ı Allah’ın kula yaklaşması demektir. Bunun karşısında şükretmek gerekmez mi...?
2- Geçmişteki bu olumsuzluklar insana sabırlı olmayı öğretir, onu olgunlaştırır ve hayatın bazı gerçekleriyle yüzyüze getirir. Gerçek yaşama uyumu sağlar ve merhamet duygusu gelişir. Bunun karşısında da elbette şükür gerekir.
3- Bir nimetin kıymeti onun zıddıyla daha iyi anlaşılır. Sağlığın kıymeti hastalıkla, gençliğin kıymeti yaşlılıkla ve varlığın kıymeti yoklukla daha iyi anlaşılır. Bazen yokluk hâlinde neredeyse isyan derecesine varan itiraz ve şikayetler insana hem dünyasını hem de ahiretini kaybettirir. Rivayete göre Hz. Mevlana evinde yiyecek olmadığı zaman daha çok şükreder ve şöyle buyururmuş; “Allah’ım sana şükürler olsun ki, bugün evimiz peygamber evi gibi oldu.” Demek ki, geçici yokluklar da bir lütuf ve ihsandır. Bu lütuf ve ihsanlar karşısında şükür ve gözyaşı ile mukabelede bulunmak gerekmez mi?
4- Görevi sadece Allah (c.c.) ‘tan aldığı emirleri insanlara bildirmek, insanlığı cehaletten, felaketten kurtarmak, dünya ve ahireti ihya etmek olan iki cihan güneşi Peygamberimiz (s.a.s.), çektiği sıkıntılar ve üzüntüler karşısında bizim çektiğimiz ne ki...? Cebrail (a.s.) kendisine “Cenab-ı Allah sana soruyor, peygamberliğin zorluklarıyla nasılsın?” diye sorduğunda, Peygamberimiz, “Rabbim beni kulluğa kabul etti mi?” şeklinde mukabelede bulunmuştur. Acaba hiç düşündük mü, bu sızlanmalarımız, şikayetlerimiz onun bir ümmeti olarak ona bir saygısızlık ve Yüce Yaratıcı'ya karşı nankörlük olmaz mı?
5- Bu olumsuzluk ve sıkıntıların yanında Yüce Allah’ın verdiği nimetler düşünülürse, örneğin Müslüman bir anne babadan, minarelerin gölgesinde ezan sesleriyle dünyaya gelmemizin ve Müslüman olarak yaşamamızın karşılığını bize bu nimetleri verene karşı nasıl ödeyebiliriz? Ödemek mümkün mü? Yüce Allah’ın verdiği sonsuz ve sayısız nimetlerin yanında bu tür sıkıntılar hayatın çeşnisi, tadı ve tuzudur.
6- Şayet geçmişteki bu sıkıntılardan bazıları, birilerinin yaptığı zulüm ve haksızlıklardan ileri geliyorsa bu da sevindirici olup şükrü gerektirmektedir. Zulüm gören insan mazlum, yapan ise zalimdir ve kul hakkını gerektirir. Mazlumlar daima Yüce Yaratıcı'nın koruması altındadırlar ve birilerinden alacaklı durumdadırlar.
Üzerlerinde kul hakkı olmadıkları için rahattırlar, kuş gibi hafiftirler... İnsan, “Yarabbi, beni zalimlerden kılmadığından ve üzerimde de kul hakkı olmadığından sana sonsuz şükürler olsun“ diye secdelere kapanır ve birilerine karşı suç işlememenin rahatlık ve mutluluğunu yaşar. Bir mümin yukarıda belirtilen hikmetlerden dolayı Yüce Yaratıcı'sına daima şükretmeli, geçmişte yaşadığı anılarını şikayetle değil şükür gözyaşlarıyla anlatmalı vesselam...Hayırlı Cumalar cumamız mübarek olsun amin ecmain inşallah Hacegan.
Hacegan__
Per Şub 23, 2012 11:23 pm
 
Foruma git
Konuya git

VİCDAN VE MANTIK.....

İmani zaafları olan kişiler, dürüst ve samimi olmanın kendilerine zarar getireceğine inanırlar. Bu yanlış mantığa sahip pek çok anne baba çocuklarına vicdanlı, dürüst, samimi davranmayı değil, yalnızca kendi çıkarlarını korumayı öğüt verir. Bu onların ‘mantıklı’ hareket etme üzerine kurulu dünya görüşleridir.

Mantıklı olmak dünyevi çıkarlar üzerine kuruludur ve bencil olmayı gerektirir.. Bu kimselerin bakış açısına göre, vicdanlı davranmak mantıklı değildir. Örneğin çalıştığı işyerinde yolsuzluk yapıldığına şahit olan kişi, eğer olayı açıklaması işinden olmasına sebep olacaksa, vicdanını devreden çıkarır ve ‘mantığını kullanır’…susar. Bu kişiye göre mantıklı ve dolayısıyla akıllıca olan, yolsuzluğu görmezden gelmek ya da yapılan işten kendi payına düşeni almaktır. Vicdanını dinleyerek dürüst davranmak isteyen insan ise, ’en akıllı sen misin, aklını başına topla, herkes böyle?’ gibi sözlerle kararından vazgeçirilmeye çalışılır.

Bu telkinler gerçekte insanı vicdanının yolundan saptırarak, nefsinin bencil tutkularının ardına düşürmeyi amaçlayan şeytanın sesini yansıtır. Ahlaksızlık yaptırmak, dürüstlükten uzaklaştırmak isteyen şeytan, bu durumdaki kişiye de ‘mantık’ kılıfı altında yaklaşır.
Kesin bilgiyle iman eden bir insan bu gibi telkinlere kanmaz. Samimi kişinin vicdanı her an devrededir ve hiçbir koşulda samimiyetten ödün vermez. Kur’an’da, “Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.”(Hicr Suresi, 39-40) ayetiyle haber verildiği üzere şeytanın kışkırtmaları zaten samimi müminlere etki etmeyecektir.

Vicdan insana sürekli doğruyu gösterir; mantık ise adeta şeytanın silahıdır. Şeytani bir mantık kullanan kişinin aksine temiz akıl sahibi insan yaşamında karşılaştığı her olayda vicdanını kullanır. Samimiyetle Allah sevgisini ve Allah korkusunu içinde taşıyan insan, hem dünyada hem de ahirette sayısız güzelliklere ulaşabilir. Çünkü samimiyet ve yalnızca Allah’ın rızasını umut ederek temiz niyetle hareket etmek, insanın ruhu ve aklı üzerinde çok olumlu etki oluşturur.

Bediüzzaman da bu samimi kulluğu, “mühim bir esas, en büyük kuvvet, en önemli dayanak noktası, en yüksek karakter ve en safi kulluk” olarak tanımlar. Samimiyetin kazandırdığı ruh derinliği, cenneti umut etme, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma heyecanı, bunların hepsi inanan insan için ayrı birer zevktir. Samimi olduğu, vicdanının işaret ettiği yola uyduğu ve böylece Rabb’ine tam teslim olduğu için, iman eden insanın yaşamına huzur hakimdir. Ayrıca bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklıdır. Dünyevi çıkar elde etme hırsı nedeniyle sıkıntı yaşamaz, hayatında Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için çaba göstermenin güzelliği hakimdir. Ancak imanı tanımayan ve güzelliğini bilmeyen kişiler, onun kayıp içinde olduğunu düşünebilirler.

Örneğin bir insanın kendi de ihtiyaç içinde olduğu halde zor durumdaki dostuna evini açması, yiyeceği az da olsa misafirine ikram etmesi, cahiliye mantık ölçüsüne göre kayıp olarak değerlendirilebilir. Gerçekte samimi bir mümin hiçbir zaman ve hiçbir koşulda kayıp içinde olmaz. Kısımlandıran, rızıkları, nimetleri adalet, hikmet ve rahmet içinde taksim edip herkese nasibini veren Allah bu özverili kuluna birçok yönden sayısız nimet verebilir, bir başka işinde bereketini artırabilir. Mümin bereketinin artması ya da daha iyi koşullar gibi bir beklentiyle özveride bulunmaz; yalnızca Rabbimiz’in hoşnutluğunu umarak güzel davranışlar sergiler. Allah karşılık olarak ona dünyada bereket verirse şükreder, ancak asıl güzel karşılığı sonsuz ahiret yaşamı için umut eder.

Çıkarları zarar görür korkusuyla özveride bulunmayan, güzel ahlaktan uzak duran bencil kişi ise oldukça hatalı davranışlar içindedir. Vermekten kaçındığı her şeyi hatta kat kat fazlasını bir başka şekilde kaybedebilir.

Toplumda bazen insan yalnızca doğruyu söylediği için hakaret, iftira ya da baskıyla karşılaşabilir. Dürüstlüğü nedeniyle zor durumda kalıp bir bedel ödemek zorunda kalabilir. Dinden uzak cahiliye toplumu bakış açısıyla düşünüldüğünde, dürüstlük genellikle insanın lehine değilmiş gibi görünür. Oysa her dürüst insan vicdanına uyduğu için, gerçekte lehinde olanı seçmiştir.

Samimi bir davranışın en güzel karşılığı Allah’ın hoşnutluğudur. İnsan vicdanını susturup yüzeysel bakarak zahiren lehinde olanı seçerse, Rabbimiz bu kötü tavrın karşılığını çok farklı yönlerden verebilir. Çıkarlarını zedelememek amacıyla ahlaksız davranan kimse rahat yaşamayı umut ederken, başka konularda zarara uğrayabilir. Maddi beklentilerle hırs içinde yaşayan kişiler huzursuz, endişe ve korku içinde bir yaşam sürerler.

Yüce Allah hastalık, maddi kayıp, iftiraya uğramak, işini kaybetmek ya da parasız kalmak korkusuyla dürüst davranmayan kişi için, yaptıklarının karşılığı olarak en çekindiği olayları, hiç beklemediği zamanda ve hiç beklemediği bir şekilde yaratabilir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) döneminde de inkarcılara karşı savaşmak istemeyen, yaralanmak veya ölmekten korkan münafıklardan söz edilir. Samimiyet ve özveri gerektiren durumlarda çeşitli bahaneler ileri süren bu ikiyüzlü kişiler, yaralanmayı veya şehit olmayı kendileri için kayıp olarak görmektedirler.

“Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor.” (Tevbe Suresi, 42) ayetiyle bildirildiği gibi, bu kişiler çıkar elde edemeyeceklerini düşündükleri için savaşmak istememektedirler.

Oysa Peygamberimiz (sav)’in yanında mücadele eden ve şehit olan şehitlerin canları kolayca alınıp Allah Katında en güzel yerde ağırlanacaklardır. Kendilerince mantıklı davranarak destek olmaktan kaçınanları ise hem dünyada hem ahirette çok acı sonuçlar beklemektedir. Dürüstçe doğruyu seçen ve doğruya uyan güzel ahlaklı ve Allah’a sadık müminlerin alacakları karşılık “Oysa onlara evla (olan): İtaat ve maruf (güzel) sözdü. Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah’a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu.” (Muhammed Suresi, 20-21) ayetiyle bildirildiği gibi daha hayırlıdır.

Hayatımız boyunca verdiğimiz kararlarla imtihan oluruz. Çıkarlarımızla çatıştığı zaman dahi sadakatten, dürüstlükten ve samimiyetten vazgeçmeyerek güzel ahlakı yaşamak için çaba gösterirsek, imtihanlarımızı da güzel yaşarız. Güzel ahlakın değeri imtihan ortamında daha iyi anlaşılır. Küçük ya da büyük verdiğimiz her kararda din ahlakına uygun bir tercih yaparsak, –Allah’ın dilemesiyle- sayısız güzelliklere ve sonsuz kurtuluşa kavuşabiliriz.Selam ve saygılarımla Hacegan...
Hacegan__
Cmt Şub 25, 2012 7:11 am
 
Foruma git
Konuya git

BİR HRANT BİR HOCALI EDERMİ...?

Değerli dostlar, güzelliği ve sıcak dostluğuyla buluştuğumuz bu SANALKAHVE sitesinde elimden geldiğince yazmaya ve kendimce demlemeye çalıştığım bir çok yazı çalışmamız oldu.Tabiki, siz değerli dostlarımın hoşgörüsüne sığınarak... Yazılarımda hiç bir zaman asla ve asla kimseyi hedef almadım sadece duygu ve düşüncelerimi paylaştım.Bu gün sizlerle yirminci sene’i devriyesi yaşanan HOCALI konusunu işlemek istedim...İyi okumalar dileğimle



Bizler, asil Türk Milleti olarak bir karıncanın dahi öldürülmesine razı olmayız.Yeter ki, manevi değerlerimize ve vatanımıza saldırılmadığı müddetçe.Lâkin, olduğu günden beri, sıcaklığını koruyan bir HRANT DİNK davasıdır sürüp gidiyor. Kendilerinin çalıp kendilerinin oynadığı bu oyunda, Türk Milleti’nin tamamını temsil etme cüreti bularak; "Hepimiz Hrantız,Hepimiz Ermeniyiz " sloganını gözlerimizin içine baka baka tertip ettiler. Müslüman-Türk Halkıyla en ufak bir alakası olmayan bu olayı temcit pilavı gibi gündemden düşürmeyenler,bu gün yirminci yılını deviren HOCALI katliamı hakkında neden kılını kıpırdatmazlar anlamak mümkün değildir.Neden bir beyanat yapıp tüm dünyaya anlatmazlar bu katliamı? Yüzküsür yıl önce içinde bulunduğumuz zor durumdan istifade edip halkıma kast eden o ermeniler değilmi? Bizi sırtımızdan vurup kendi yaptıkları zülmu bizlere yamayan onlar değil mi? Tüm dünyaya Türk Zülmü diye yayın yapanlar onlar değil mi? Daha kanları ve acıları kurumamış Hocalılıları dünyanın gözü önünde akla dimağa sığmayan işkencelerle zulme boğan onlar değil mi? Bütün bunları yirmiyıl gibi kısa bir süre önce yaptılar.Sonra da ört bas ederek haklılıklarını ispatlamaya çalışan onlar ve yandaşları değil mi? Bizler daha ne kadar sessiz ve çaresiz bekleyeceğiz.

Ermenistan’da ki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin Oniki ili yer almaktayken, Ermenistan’ın bayrağında Türkiye hudutları içindeki Ağrı Dağı’nın resmi varken, Ermenistan Millî Marşı’nda Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün,öldürün denmekteyken, başkaca bir neden aramaya zaten gerek yok sanırım.

Dağlık Karabağ Bölgesi’nde bulunan Hocalı’ya, eski Sovyet İttifakı Silahlı kuvvetleri’ne ait 366.Alay’ın desteği ile Ermeni Sılahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan Türk’ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı. Ancak kayıp sayısının bu rakamların çok çok üstünde olduğu bilinmektedir. Ellialtı hamile kadının karnı yarılmış ,iç organları ve çocukları dışarı çıkarılmış vaziyette bulunmuştur.

Bu alçak saldırıda "Dört yüz seksen yedi" kişi ağır yaralanırken, "Bin iki yüz yetmiş beş" kişi ise rehin alınmış,geri kalan nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarmıştır. Ancak, bu olayın tahribatından ruhları ve hafızaları asla bir daha kurtulamamıştır.

Şahitlerin anlattıklarını dinleyenler önce kulaklarına inanamadı.!

Fakat katliam sonrası Hocalı’ya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının abartmadığını kısa sürede anladılar. Hocalı’da katliam bölgesini gezen Fransız gazeteci Jean-Yves Junet’nin gördükleri karşısında söyledikleri, katliamın boyutunu da anlatıyordu:

"Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim,ama Hocalı’da ki gibi bir vahşete umarım bir daha kimse tanık olmaz" demiştir. Peki, 26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini kim vermişti? Ermenistan Devlet Başkanı sıfatını taşıyan Robert Koçaryan denilen kirli katilden başkası değildi. Yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, 20 Mart 1996’da Ermenistan Başbakanı oldu.

Karabağ’da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisine daha fazla direnemeyen Levon Ter Petrosyan istifa edince de 30 Mart 1998 yılında ondan boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna,’Hocalı Katlia! mı’ baş sorumlusu olan azılı terörist Robert Koçaryan oturdu.

Ermeniler Türk hamile kadınlarına tecavüz edip karnını hamile olduğu halde taş ile doldurup öldürmüşler ve küçük Türk kızlarına tecavüz edip öldürmüşlerdi.

Ülkemizde sadece Bir ermeni öldürüldü diye, yürüyüş yaptılar ve o kadar araştırdılar. Ama hiç bir insan kalkıp ta bu masum insanlara işkence edilip öldürüldükleri için yürüyüş yapıp onların birazcık olsun gönlünü alma yoluna gitmediler. Neden ? Çünkü Lobi ve Lobicilik bizlerin aleyhine işlemekte. Bizler yerimizde oturup haklılığımızı savunamazken adamlar yaptıkları zulümleri haklı gösterip,bir de utanmadan tazminat talep edecekler...Vay bizim halimize vay!!!

Aralarında onlarca entellektüel geçinen diplomalı cahillerin de bulunduğu bir grup ermenilerden özür diledi , hiç kimse demedi ki yıllar boyu bizim yurt dışında ermeni lobisinin maddi manevi desteği ile korunan ASALA terör ve katil örgütünün (Sadece TÜRK oldukları nedeniyle)öldürdüğü diplomatlarımız için kim özür dileyecek? Ülke yönetiminde söz sahibi olan izansızlar olası tepkiden çekinmeseler, ikibuçuk milyon çapulcunun önünde Yetmişbeşmilyon Türk’ e diz çöktürecekler. Yeter ki büyük ağabeyleri (ABD) onlara aferin desin!!!...

Ey asil TÜRK Milleti gelin uyanalım artık!!! Gerçekleri görme zamanı çoktan geldi ve geçiyor.

Ey TÜRK Titre ve kendine gel. Selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Cmt Şub 25, 2012 7:19 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: METANETLİ OLMAK.......

Paradist ve koray çok teşekkür ederim sağolun.
Hacegan__
Cmt Şub 25, 2012 7:07 am
 
Foruma git
Konuya git
cron