727 sonuç bulundu

Geri dön

Re: Tüm anne kuzularına, hayat bağlarına,

Leydi ablam emeğine yüreğine sağlık.
Hacegan__
Sal Şub 28, 2012 9:14 am
 
Foruma git
Konuya git

karnabahar......

Karnabahar Graten (4 Kişilik)

Malzemeler
1 Adet Orta Boy Karnabahar
150 gr Margarin
1 Su Bardağına Yakın Un
6 Su Bardağı Süt
1 Su Bardağı Kaşar Peyniri Rendesi
Tuz



Tarifi
Karnabaharı tuzlu suda haşlayın. Soğuduktan sonra çiçek çiçek ayırın.

Başka bir tencerede margarini eritip, un ile kavurun. Un sararınca yavaş yavaş sütü ve tuzu ekleyin. Sosun içine karnabahar çiçeklerini alıp, karıştırın. Yağlanmış fırın tepsisine dökün. Üzerine kaşar peyniri rendesini serpin. Önceden ısıtılmış 200 derecelik fırında üzeri kızarıncaya kadar pişirin. Fırından alıp servis yapın.
Leydiii__
Sal Şub 28, 2012 4:29 pm
 
Foruma git
Konuya git

Afrodit Soslu Karnabahar Salatası

Malzemeler
1 adet karnabahar
8 yemek kaşığı zeytinyağı
2 limonun suyu
2 diş sarımsak
1 çay kaşığı hardal
1 demet dereotu
1 demet maydanoz
Tuz

Tarifi
Karnabaharları yıkayıp gövde kısımlarından ayırın. Kaynayan suyun içine limon suyu ve tuz atın. Karnabaharları tencereye koyup 5 dakika haşladıktan sonra süzün.

Maydanoz, dereotu, sarımsak, limon suyu, hardal, zeytinyağı ve tuzu mikserden geçirin. Sosu, henüz soğumamış olan haşlanmış karnabaharların üzerine dökün. 1 saat bekletip servis yapın
Leydiii__
Sal Şub 28, 2012 4:33 pm
 
Foruma git
Konuya git

Genç Türkler Birliği.

Yal yediği çanağı taşa çalan nedamet,
İbret al bak da bir gönlün leşte değilse.
Ne ayağında zincir ne boynunda bir kement,
Sen de sevebilirsin göz oynaşta değilse.

20 Şubat yıllardan beri, Türk olmayan bir bölgede Türk’ten habersiz, Türk bayrağının dalgalandırılarak şenliklerin yapıldığı bir tarih. Her yıl olduğu gibi bu yıl da özellikle Belçika’nın değişik yerlerinden Türk kökenli misafirlerini ağırlayan bu mini şenliğin, söylencelere dayalı bir geçmişi var.

Türkleri tanımamalarına rağmen Türk köyü diye adlandırılan, Belçika’nın Ardennen bölgesinden Faymonville köyünden bahsediyorum. Bölgede, Türkler olarak adlandırılan köylülerin anlatımına göre; sekizinci yüzyıla uzanan, bir başka söylenceye göre ise on altıncı on yedinci yüz yıldan kalma sözlü veriler. Türklere karşı birleşip yardım toplayan kiliseye yardım etmeme ve sonucunda da Hıristiyan düşmanı olarak nitelendirilen bir olaya bağlanan söylenceler. İkinci Dünya Savaşında ise Almanların Türk bayrak ve simgelerini görünce köye saldırmadıklarının ifade ediliyor olması, şenliğe giden yol olmalı.

Şenlikte kullanılan Türk giysilerinin özenle hazırlandığı, meydanında Türk bayrağının sürekli dalgalandığı ve bundan sonra da dalgalanacağını ifade eden bu köy halkının Avrupa’da hüküm sürmüş Hun devleti ile geçmişe dönük bir bağlantısı var mı bilemeyiz ama kendilerini Türk gibi ifade etmek istedikleri belli. Ayrıca köy halkının Türk bayrağına ve simgelerine olan sevgisi için geçmişe dönük bir baskı yâda asimilasyon uygulaması da söz konusu değil.

Bir diğer husus ise armasında Türk bayrağı olan bir futbol takımlarının olması. Adı, Genç Türkler Birliği anlamına gelen ‘‘RFC Turkania’’ olan ve Belçika amatör ligi D grubunda mücadele eden oldukça da başarılı bir takım. Türk milli takımı dışında armasında Türk bayrağı olan tek takım. Türk olmayan küçücük bir topluluğun Türk bayrağını benimseyip saygı duyması, amatör ligdeki bir takımın armasında Türk bayrağının bulunması çok mu önemli diyenler olacaktır elbette. Ben şahsen bu duruma ibretlik olarak bakıyorum. Diğer birçok ülkenin olduğu gibi Belçika’da Türk ve Türk yurdu düşmanlarının cirit attığı bir yer iken, bağrından böyle bir köyün çıkmış olması. Yurdumuzun bazı yerlerinde dalgalandırılmak istenmeyen bayrağımızın burada özgürce ve sevilerek dalgalandırılıyor olması ayrıca gurur verici diye düşünüyorum.

Biz bu köy halkının bayrağımıza, adımıza, geçmişimize gösterdikleri sevgiden dolayı memnuniyetimizi belirtiyoruz. Yaşı Türkiye Cumhuriyetinden üç yaş büyük olan, Genç Türkler Birliği’ne mücadelelerinde başarılar diliyoruz.

Bu arada bir ayrıntıya değinmek istiyorum. Bu köy ve halkı ile ilgili zaman zaman yazılı basından haber ve bilgiler okuyoruz. Bizim basın, köy halkının kendilerini Türk olmadıklarını ifade ettikleri halde Türk hissediyorlar diye yazıyorlar. Yani Türk köyü gibi lanse ediyorlar. Türk kavramı soya dayalı, dolayısıyla hissetmekle değişmeyecek bir olgu. Benimsemek, sevmek, saygı duymak başka bir şey, Türk soyunun taşıdığı kanı taşıyor olmak ve Türk olmak başka bir şey. Kısacası hissetmekle Türk olunmaz.

Bu vatanın ekmeğini yiyip havasını solurken Türk adına, Türk adı ile ilgili her varlığa ve bayrağımıza alerjisi olanlara, fırsat buldukça bayrağımızı yakanlara, Türk kavramıyla ilgili ne varsa bertaraf etmek isteyenlere ibret olsun diyoruz.
Selam ve saygılarımla Hacegan
Hacegan__
Çar Şub 29, 2012 2:34 pm
 
Foruma git
Konuya git

KURTULUŞ VE ÇÖZÜM...

Toplumun batıl değerlerini kıstas alanların birden fazla İlahı, birden fazla amacı ve sayısız kuralı vardır. Söz konusu batıl değerler doğru, iyi, sevgi ve saygı yerine çıkarcılığı, bencilliği, sevgisizliği ve merhametsizliği telkin ederler.

Kiminin yaşam amacı, para ve güç sahibi olmak, toplumda iyi bir yer edinmektir. Çoğunluğun ortak amacı ise belli bir yaşa gelindiğinde "iyi bir eş" bulup, "mutlu bir yuva kurmak"tır. Bu saydıklarım inanan insanların da yaşamında bulunan unsurlardır. Ancak samimi mümin için bunların hiçbiri Allah’ın rızasını kazanmaktan daha önemli değildir. Onun için bu saydıklarım amaç değil araçtır.

Toplumda, çocuğu hayatın amacı ve anlamı haline getirmek oldukça yaygındır. Anne-babaların büyük çoğunluğu çocukları için yaşadıklarını, kendilerini ona iyi bir gelecek hazırlamaya adadıklarını söylerler. Oysa yaşam amacı Allah’a kulluk olan insanın çocuğuna bakması da, ancak Allah rızası için yapılan bir ibadettir. Hayat ancak Allah’a adanır.

İnsanın fıtratı Allah’a iman, Allah’ı tanıma ve O’nu hüküm koyucu olarak kabul etmeye yatkındır. İnsan aczi nedeniyle Rabb’inin nimetlerine ve O’na bağlanmaya muhtaçtır.

Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30) ayetinde buyrulduğu gibi insanların çoğunluğu sorumluluklarından yüz çevirir ve Allah’a kulluk bilinci taşımaz.

İnsan, hayatının amacı, dünya hayatı, imtihan, ölüm ve ahiret konularında derin düşünmeli, hikmetlerini kavramaya çalışmalıdır. Bu soruların cevapları ise Allah`ın insanlığa mesajı olan Kur`an`dadır. Kur`an kapalı kapıları açan anahtardır. İnsan, kafasındaki tüm soru işaretlerini Kur`an`la giderebilir; hatalarını görüp, yaşamının temelini Allah`ın hoşnutluğu temeli üzerine kurabilir. Fıtratına en uygun yaşam şekli budur. Kur`an`ın İlahi ışığının aydınlattığı yola uyması, "İşte bu (Kur`an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O`nun yalnızca bir tek İlah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. " (İbrahim Suresi, 52) ayetiyle bildirildiği gibi, insanın aklını ve kavrama gücünü geliştirir.

Nefsinin arzularına tutsak olmayan iman sahibi insan, inkarcıların hiç bilmedikleri bazı gerçekleri yine Kur’an’dan öğrenir. Rabb’ini tanır, O’nun sonsuz gücünü takdir eder ve hayatını Allah’a teslim eder. Allah’a tevekkül eder; çünkü O, ona yeter.

Kur’an’la haber verilen gerçekleri kavrayan müminin, öğrenimi ya da işi ne olursa olsun, yaşamındaki asıl mesleği mümin olmaktır.

Mümin, olayların Allah’ın kontrolünde ve O’nun sonsuz öncede takdir ettiği kader dahilinde işlediğini bilir. "Hayatın bir çatışma/mücadele yeri" olduğunu düşünenlerin aksine rızkını Allah’tan umut eder. Fiili dua anlamında çalışır, çabalar. Ama “ekmeğini taştan çıkarmak” gerekmediğinin bilincinde olduğundan endişe duymaz, rahattır. Çünkü ekmeği aslanın ağzında değil, Rabb’inin Katındadır.

Allah’a teslimiyeti yaşamayanlar, sürekli sıkıntılı ve huzursuz bir ruh hali içindedirler. “Gemisini kurtaran kaptan” mantığı gereği bencil, küçük hesaplar peşinde, çıkarcı kişilerdir. Arkadaşlıkları, sevgileri yalnızca çıkarları içindir. Özveride bulunmaz, sadakat ve vefayı yaşamak bir yana haberleri bile yoktur. Karşı taraftan beklentileri doğrultusunda duydukları sevgi azalır ya da artar.

Allah’ın bahşettiği nimetlere şükretmez, tatminsizlik yaşar; hep daha fazlasını, daha güzelini isterler. Başkalarının zenginliği, güzelliği onlara huzursuzluk verir; kıskanç ve hasettirler.

Allah, insanın gururunu ezecek birçok şey yaratmışken, bu kimseler acizliklerini düşünmezler. İnsan, sabah yatağından kalktığı andan itibaren onlarca acizliğine tanık olur. Sürekli bakım ister insan; bedenine bakmadığında perişan olur. Ancak buna rağmen etkilenmez bu kişiler, enaniyetleri kırılmaz.
Bu kişilerdeki büyüklük hissi, bu enaniyet, büyük bir mucizedir. Allah’a karşı büyüklenir, O’ndan yardım dilemez, böylece acizlikten kurtulacaklarını zannederler. Allah’tan değil, insanlardan yardım umarlar. Ancak karşılarındaki kişiler de aciz ve bencildirler. Dolayısıyla beklentilerine cevap alamaz, bunalımlara girerler.

Bağışlayıcı olamazlar. Karşılarındaki kişiyle yaşadıkları ufak bir anlaşmazlık kıvılcımı yangına dönüşür. Sabırlı da olamadıkları için “bardak taşar” ve sık sık kavgalar yaşarlar.

Yaşadıkları dünyada güçlülerin haklı ve galip olduğunu düşünür. “Yutulan küçük balık” olmamak adına sert, katı ve hoşgörüsüz karakter edinirler.

Samimi imanı yaşamayan, Allah’tan ve ayetlerinden yüz çevirmiş insanların hemen hepsinin karakteri birbirine benzer ve bu özellikleri taşır.

İnsanda önemli olan imanî derinlik ve vicdanın diri olmasıdır. Hayatını Allah’a vakfeden, yüksek vicdanlı, dindar, Allah’a gönülden bağlı insanların birlikte olmaları ve sayılarının artması önemlidir. Bu, diğer insanları da çok olumlu etkiler.

’Gönülden katıksız bağlılar’ olarak, O’na yönelin ve O’ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın. (Rum Suresi, 31) Selam ve saygılarımla Hacegan..
Hacegan__
Pts Şub 27, 2012 9:55 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: HUZUR KAYNAĞIMIZ İMAN.....

Koray paylaşımın için çok teşekkür ederim emeğine yüreğine sağlık.
Hacegan__
Çar Şub 29, 2012 2:18 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Rasulumden Nasihat(özlü Sözler Hadis)

Böylesine ihtiyaç hasıl olan mevzularda paylaşmış olduğunuz Hadis-i Şeriflerden dolayı Allah-u Teala Hazretleri sizlerdende razı olsun, şefaat ve merhametlerine muktedir kılsın.
gazelhan
Çar Şub 29, 2012 12:44 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Rasulumden Nasihat(özlü Sözler Hadis)

Değerli paylaşımın için çok teşekkürler emeğine yüreğine sağlık.
Hacegan__
Çar Şub 29, 2012 2:17 pm
 
Foruma git
Konuya git

Güllerin Efendisi

[img]http://img-fotki.yandex.ru/get/4714/131624064.8c/0_70b47_a375b660_XL[/img]

Güllerin Efendisi

Önce aşka dairdi, ne varsa yazılan
Kitaplar Kitabı'ından ibretle okunan
Sonra meleğe secde düştü, Adem'e tevbe düştü
Şeytana haset düştü
İsa'ya sofra, Musa'ya asa idi düşen;
İsmail'e bıçak düştü, İbrahim'e ateş düştü
Yusuf'u kimsesiz kuyuya attılar,
Yakub'a sabır düştü

Önce tevbe ettim ibret için, sonra secde
Kalbime haset düştü, asa toprağa düştü
Bahtıma hased düştü, sineme bıçak düştü
Hepsi birden nevarsa kör kuyuya düştü
Kuyuyu bir ateş sardı ifritten dumansız
Güllerim ateşe düştü
Ateşin bağrına iki damla yaş düştü güllerden,
Sönüp giderken sessizce, ateşe küller düştü

Bir köprüde uzunca dizilmişler Efendiler,
Efendiler Efendi'si uzaklardan göründüler
Kimine bir köşk düştü cennetten,
Kiminin kendi cennete düştü
Kimine bir yıldız düştü göklerden,
Kiminin gökler yıldızına düştü
Cümle hasenatı pay atmişler evvelde,
Kimine bir damla düştü, kimi deryalara düştü

Ey hüsnün, çilenin, sabrın sesi
Sıcak çöllerin ılık nefesi
Efendiler birer gül, sen GÜLLERİN EFENDİSİ
Topraktan ateşe gül düştü,
Gülden ateşe yaş düştü,
Sonunda bizim payımıza
Ateş gibi yanan güller düştü

(Mustafa Yavuz)
Asri_Saadet
Çar Şub 29, 2012 3:56 pm
 
Foruma git
Konuya git

Adalet, idarecilerin süsü ve güzelliğidir

Geçici lezzetlere, çabuk biten, tükenen dünyalıklara aldanmamalıdır.

* Kulluk; her an Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmek ve Onun Resulüne tam tâbi olmaktır.

* Kur'an-ı kerim okunan eve bereket ve iyilik gelir. Melekler toplanıp, şeytanlar oradan kaçar.

* Nafile ibadetlerin, farzlar yanındaki kıymeti, okyanus yanında, bir damla su gibi bile değildir.

* Mal biriktirme hırsı olan kimseler, her zaman sıkıntı ve üzüntü içinde olurlar.

* İhlas, dünya faydalarını düşünmeyip ibadetlerini yalnız Allahü teâlânın rızası için yapmaktır.

* Dua, müminin silahıdır ve dinin direğidir. Göklerin ve yerin nurudur.
* Allahü teâlâ günahları görür ve örter. İnsanlar ise, görmez ve söyler.

* En büyük sermaye, Allahü teâlâya güvenip, insanlardan bir şey beklememektir.
* Kim gülerek günah işlerse, ağlayarak Cehenneme gider.

* Adalet, halkın dirliği ve düzeni; idarecilerin ise, süsü ve güzelliğidir.

* Müminde, ihlas ve pişmanlık bulunursa, Allahü teâlâ onun bütün günahlarını affeder.

* Eshab-ı kiram, sadece sohbet ile nihayetsiz kemalata vasıl oldular.

* Elem ve üzüntü, ayrılık ve musibet, mademki Allahü teâlânın irade ve takdiri iledir. O halde Ondan gelen her şeye razı olmak lazımdır.

* En büyük günahlardan biri de, insanlarla alay etmektir.
* Ahireti verip dünyayı almak, yani Haktan halka yüz çevirmek akılsızlıktır.

* İnsanlar arasında bulun, fakat kimseye yük olma!
* Akıllı kimse, korktuğu başına gelmeden önce, onun çaresine bakar.

* Lüzumsuz şeylerin peşinden koşan, lüzumlu şeyleri kaçırır.

* Günlerin hayırlısı Cuma, ayların hayırlısı Ramazan, amellerin hayırlısı da vaktinde kılınan namazdır.

* Tedbirini aldıktan sonra, Allahü teâlânın takdirine bağlanan, tevekkül sahibidir.
* Anaya-babaya itaat etmek, büyük günahlara kefarettir.

* Bir kimse, cahil iken varlıklı olduğu halde, âlim olunca muhtaç hâle düşebilir. Eğer rızk akla ve ilme göre verilseydi, hayvanlar cehaletleri sebebiyle helak olurlardı.
Asri_Saadet
Çar Şub 29, 2012 7:32 pm
 
Foruma git
Konuya git

Lokman Hekim'den Ogluna Nasihat Sözleri

[b]Lokman Hekim'in oğluna nasihatlerinin bir kısmı şöyledir:[/b]


«Ey oğlum! Dünyâ derin deniz gibidir. Çok insanlar onda boğulmuştur. Gemin takvâ, yükün îmân, hâlin tevekkül olsun, umulur ki kurtulursun.

Ey oğlum! Âlimlere karşı öğünmek, akılsızlarla inatlaşmak ve meclislerde, toplantılarda gösteriş yapmak için ilim öğrenme! İhtiyâcım yok diyerek de ilmi terk etme.

Ey oğlum! Allah-u teâlâyı anan (hâtırlayan) insanlar görürsen onlarla otur. Âlim olsan da, ilminin faydasını görürsün ve ilmin artar, sen ehil isen sana öğretirler. Allah-u teâlâ onlara olan rahmetinden seni de faydalandırır. Allah-u teâlâyı zikretmeyenleri görürsen onlardan uzak dur.

Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın!O, her sabah zikir ve tesbih ediyor, sen ise uyuyorsun.

Ey oğlum! Seçilmiş kullara teslim ol, kötülerle dost olma.

Ey oğlum! İnsanlara iyilikleri emir ve nasîhat edip kendini unutma! Yoksa mum gibi olursun. Mum insanları aydınlatır, fakat kendini yakıp eritir.

Ey oğlum! Yalandan çok sakın! Çünkü dînini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla hayânı, değerini ve makâmını kaybedersin.

Ey oğlum! Kötü huydan, gönül dağınıklığından sakın. Sabırsız olma, yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap, sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol.

Ey oğlum! Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tamâ etmekten sakın. Kazâya râzı ol ve Allah-u teâlânın sana verdiği rızka kanâat et.

Ey oğlum! Dünyâ geçici ve kısadır. Senin dünyâ hayâtın ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmış, çoğu geçmiştir.

Ey oğlum! Tövbeyi yarına bırakma, çünkü ölüm ansızın gelip yakalar.

Ey oğlum! Sükût etmekle pişmân olmazsın. Söz gümüş ise sükût altındır.

Ey oğlum! Helâl lokma ye ve işlerinde âlimlere danış, işlerini nasıl yapacağını onlara sor.

Ey oğlum! Âlimler meclisine devâm et. Bahar yağmuru ile yeryüzünü yeşillendiren Allah-u teâlâ, âlimlerin meclisindeki hikmet nûru ile de müminlerin kalbini aydınlatır.

Ey oğlum! Amel ancak yakîn (Allah-u teâlâya olan ilim ve mârifet) ile yapılır. Herkes yakîni nispetinde amel eder. Amel noksanlığı, yakîn noksanlığından gelir.

Ey oğlum! Bir hatâ işlediğinde hemen tövbe et ve sadaka ver.

Ey oğlum! Ölümden şüphe ediyorsan uyku uyuma. Uyuduğun ve uyumak mecbûriyetinde kaldığın gibi, ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphe ediyorsan, uykudan uyanma. Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin.

Ey oğlum! Helâl kazanç ile yoksulluktan korun. Yoksul kimse şu üç musîbetle karşılaşır: Din zayıflığı, akıl zayıflığı ve mürüvvetin kaybolması.

Ey oğlum! Merhamet eden merhamet bulur. Sükût eden selâmete erer, hayır söyleyen kâr eder, kötü konuşan günahkâr olur, diline hâkim olmayan pişmân olur.

Ey oğlum! Dünyâ malından yetecek kadarını al, fazlasını âhiret için hayra sarf et, Sıkıntıya düşecek ve başkasının sırtına yük olacak şekilde de tembellik etme.

Ey oğlum! Sakın kimseyi küçük görüp hakâret etme. Çünkü onun da senin de rabbimiz birdir.»

Lokman Hekim'in oğlu: «Babacığım, insanda hangi haslet daha iyidir?» diye sorunca, Lokman Hekim; «Temiz, hâlis din.» buyurdu. Oğlu; «Eğer iki haslet olursa?» diye sorunca Lokman Hekim; «Din ve mal»; oğlu; «Üç haslet olursa?» deyince Lokman Hekim; «Din, mal ve hayâ.»«Dört haslet olursa?» dedi. Lokman Hekim; «Din, mal, hayâ ve güzel ahlâk.»«Beş haslet saymak icap ederse?» diye sorunca; Lokman Hekim; «Din, mal, haya, güzel huy ve cömertlik.» buyurdu. Oğlu; «Altı haslet sayarsak...» deyince Lokman Hekim; «Ey oğlum! Allah-u teâlâ her kime bu beş iyi hasleti verdiyse, o kimse mümin ve muttakîdir. Allah-u teâlâ katında velî ve sevgilidir. Şeytanın şerrinden uzaktır.» buyurdu. buyurdu. Oğlu, buyurdu. Oğlu;
Oğlu: «Babacığım, insanda en kötü haslet hangisidir?» dedi. Lokman Hekim; «Allah-u teâlâyı inkârdır.» buyurdu. Oğlu; «İki olursa?» dedi. Lokman Hekim; «İnkâr ve kibirdir.» buyurdu. Oğlu; «Üç olursa?» dedi. Lokman Hekim; «İnkâr, kibir ve şükür azlığı.» buyurdu. Oğlu; «Dört olursa»«İnkâr, kibir, şükür azlığı ve cimrilik.» buyurdu. Oğlu; «Beş olursa diye» «İnkâr, kibir, şükür azlığı, cimrilik ve kötü ahlâk.» buyurdu. Oğlu; deyince; «Ey Oğlum! Bu beş kötü hasletin bulunduğu kimse münâfıktır, şakîdir ve Allah-u teâlâdan uzaktır.» buyurdu.
dedi. Lokman Hekim; sorunca; Lokman Hekim; «Altı olursa»
Lokman Hekim'e; «Hikmet'e nasıl kavuştun?» diye sorulduğunda; «Benden gizlenen şeyi araştırmadım. Vazîfem olmayan şeyin üzerinde durmadım.» buyurdu.

Hafs bin Ömer'den rivâyet edildi ki: Lokman Hekim, yanına bir hardal torbası koydu ve oğluna nasîhat etmeye başladı. Her bir nasîhatte bir hardal tânesini çıkardı. Nihâyet hardalları tükendi. Sonra da; «Ey oğlum! Sana o kadar nasîhat ettim ki, şâyet bu nasîhatler bir dağa verilseydi, dağ yarılır, parça parça olurdu.» buyurdu. Oğlu da bu nasîhatleri tuttu.
Bu hadislerin, meselâ zulüm, hikmet, ilim gibi konularda Kurân-i Kerîm'deki Lokman ile ilgili ayetlerle rabıtalı olduğu görülmektedir.[b][/b]
Asri_Saadet
Çar Şub 29, 2012 7:24 pm
 
Foruma git
Konuya git

OKYANUS YÜREKLİ DOSTLAR…

OKYANUS YÜREKLİ DOSTLAR…
Su, kendine sırdaş arıyordu. Önce buluta verdi sırrını.
Ağır geldi sır buluta. Sağanak sağanak döktü suyun tüm sırlarını.
Sonra göle gitti su. Ona anlattı derdini. Bu arada bulut suyun sırrını yağmur yapıp, dolu yapıp, kar yapıp savurduğu için, zaman zaman taşıyordu göl ve çıkıyordu suyun sırrı iyice açığa.
Sonra nehre verdi su sırrını. Nehir de aldı suyun sırrını çekti gitti.
Dereye verdi. Dere biraz daha yavaş olsa da nehirden, o da götürdü suyun sırrını bir başka bilinmeze…
Çağlayanlar, şelaleler, akarsular… Hepsi kayboluyordu bir anda.
Sonra bir gün su takip etti dereyi. Dere okyanusa kavuşunca fark etti su, bütün sırlarının akarsularla, çağlayanlarla, ırmaklarla… Okyanusa taşındığını.
Karar verdi su. Sırrını okyanusa verecekti. Öyle de yaptı zaten.
Tüm sırlarını okyanusa verdi. Artık suyun sırrını okyanustan başkası bilmiyordu.
Ne taştı okyanus, ne bir başkasına taşıdı suyun sırrını, ne de kurudu….
Geçenlerde karşılaştık suyla. Bir bardaktaydı. Suskundu.
Çok uğraştım konuşturamadım.
Ben tam giderken “Dur !” dedi su. Durdum !..
“Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma !..
Taşıyamazlar, kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar….” dedi.
AKMERR
Çar Şub 29, 2012 4:46 pm
 
Foruma git
Konuya git

ARKADAŞIMIZ NASIL OLMALI..

Toplumda arkadaş seçmenin ölçüsü yaşanan çevreye ve kültür düzeyine göre farklılıklar gösterir. Her çevrenin kendine özel birtakım kuralları bulunur.
Arkadaşlık/dostluk ölçüsü en fazla maddi duruma göre belirlenir. Bu özelliği ölçü alan kesimde konuşmak, yakınlaşmak ve arkadaşlık kurmak için öncelikle kişinin üzerindeki giysilerine bakılır. Paltosu, ayakkabıları, kol saati, elindeki çantaya kadar marka olup olmadığını anlamak için incelenir. Daha sonra otomobili, evi gibi konularda bilgi edinilir. Ardından kişinin işi, ailesinin durumu, babasının ne iş yaptığı, hangi semtte oturdukları, kışlık-yazlık evleri olup olmadığı öğrenilmelidir. Bu özellikleri beğenilen kişi artık arkadaş olunabilecek durumdadır. Ahlakı, kişiliği, inancı önemli değildir.
Yukarıda saydığım özelliklere sahip olan ancak kültürsüz, görgüsüz, kaba-saba, konuşmasını bilmeyen, düşüncesiz insanların etrafında kalabalık arkadaş grupları görebilirsiniz. Ne kadar çıkarcı, alaycı, çıkarları için kolayca yalan söyleyebilen, yaptığı hatayı kabul etmeyen, kimse için özveride bulunmayan, itici bir ahlaka sahip olsalar da, bu insanların çok fazla sayıda arkadaşları vardır. Aslında çevresindeki herkes çirkin ahlakının farkındadır ancak diğer özellikleri kıstaslarına uygun olduğu için, bu kişiye ilgi gösterir, arkadaşlıklarını sürdürürler.
Ya da ‘entel’ kesimden birini ele alalım. Bu çevre için de öncelikle görünüş önemlidir. Giysiler temiz, ütülü ve klasik olmamalıdır. Marjinal ve salaş giyimli, özensiz görünümlü olmak arkadaşlık için tercih sebebidir. Çünkü bu farklı görünüş kimseyi umursamayan, değerleri önemsemeyen, sorumluluk üstlenmeyen bir dünya görüşünün simgesidir.
Bu yüzden toplumda arkadaş grupları genellikle aynı sosyal sınıflara mensup, maddi durumları ve kültür düzeyleri benzer insanlardan oluşur. Yoksullar yoksullarla, zenginler zenginlerle, kültürlü olanlar kültürlü kişilerle dostluklar kurarlar.
İnsanlar birbirlerini dış görünümleriyle değerlendirdikleri içindir ki birbirlerine güvenemezler. Güvenemedikleri için de mutlu değiller çünkü insan güvenemediği bir ortamda huzur duyamaz.
İman sahipleri için ise dostluk kurmada tek ölçü akıldır, güzel ahlaktır. Allah’ın varlığını görebilen insan akıllıdır. Yaratanı göremiyorsa zeki de olsa akıllı değildir.
“Kork Allah’tan korkmayandan” derler. Arkadaşınız Allah’tan korkuyor mu? Allah’ı seviyor mu? Allah’a teslim mi? Kadere inanıyor mu? Allah’a tevekkül etmiş mi? Bu soruların cevabı “evet” ise o kişi iyi bir dost olur. “İyi arkadaş, güzel koku satan gibidir. Sana koku sürmese de yanında bulunduğun müddetçe güzel kokusundan faydalanırsın.” (Müslim) buyurur Peygamberimiz (sav). Ve kiminle arkadaşlık ettiğimize dikkat etmemiz yönünde uyarır.
Dünyaya aşık olan kişi arkadaşını harcar, vefa, sadakat, şefkat ve merhamet gösteremez. Yalnızca kendisini ve çıkarlarını düşünür.
İnanan insan için kıstas, hayat rehberi olan Kur’an, arkadaş seçimindeki ortak payda da imandır. Samimi iman sahiplerinin güzel ahlakları nedeniyle yaşadıkları yerler güven, sevgi ve huzur dolu ortamlardır.Selam ve saygılarımla Hacegan.....
Hacegan__
Çar Şub 29, 2012 11:45 pm
 
Foruma git
Konuya git

Hoşçakal...

HOŞÇAKAL
Ben veda etmeyi hiç beceremem. Duygularımı da pek açığa vuramam zaten. Bu veda çok, çok zor geliyor bana....
Aslında hiç böyle son bir görüşmeye gerek yoktu. Ama insanın kanı durmuyor işte, ne varsa bu son anlarda?...
Senden hatırlamanı bile istemiyorum, sadece temizliği ve saflığıyla yaşatalım bu aşkı. Kalbimizin kuytu bir köşesinde...
Ne güzel başlamıştı...
Geceler boyu uykusuz kaldık birbirimizi düşünmekten, en güzel heyecanları, en güzel bakışları yaşadık. Hemen aşkı yaşadık, zamanı durdurup utançları ve sitemleri yaşadık. Kavgaların en güzelimi biz yaptık, Çünki barışmakta ayrı bir zevk veriyordu bize.
Çok sevdim. Fakat doruğuna vardık kutsal duyguların.Aşk yeminleri ettik tutamayacağımızı bile bile...Günlerce aylarca yıllarca yalnız ikimiz varmış gibi yaşadık. Ne alaylı bakan gözlere, ne de bir dost sözüne aldırdık.Kendi ateşimizle yandık, en önemliside birbirimizi anladık.
Romantik şarkıları,serin akşam üstleri yaşadık seninle. Gerçek aşkı tattık, seninle; bunu sende biliyorsun.
Öyleyse hep aynı duygularla kalmalı değil mi? Biz birlikte olmasakta...
Güzel başlayan çok güzel yaşanan bu aşkı aynı temiz duygularla bitirmeliyiz. Şimdi de ayrılığın en güzelini, en zorunu biz yaşıyoruz yine...
Lütfen!... Ağlama... Neden benimkilerle yaşıyor göz yaşların? Sen benim güçlü kocaman sevgilim değil misin?
Güçlüsündür sen...Seni hep böyle hatırlamak istiyorum, haydi sil göz yaşlarını. Havada kararmak üzere. Zaman bize hep acımasızdı zaten. Yine öyle çabuk olmamızı istiyor herhalde...
Sana bir şey söylemek istiyorum. Ne kadar ayrılığa mecbur olsakta unutma ki seni çok seviyorum. Bir de küçük bir istek; arkana dönüp bakma, tamam mı?
Her şey burda bitsin, burda kalsın. HOŞÇAKAL...
Cum Mar 02, 2012 10:24 am
 
Foruma git
Konuya git

CUMA GÜNÜ VE ÖNEMİ...

Allahü teâlâ Cuma gününü müslümanlara mahsus kılmıştır. Cuma günü öğle vaktinde, Cuma namazını kılmak, Allahü teâlânın emridir.

Allahü teâlâ, Cuma sû»resi sonundaki âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki, (Ey îmân etmekle şereflenen kullarım! Cuma günü, öğle ezânı okunduğu vakit hutbe dinlemek ve Cuma namazı kılmak için camie koşunuz! Alışverişi bırakınız! Cuma namazı ve hutbe, siz e başka işlerinizden daha faydalıdır. Cuma namazını kıldıktan sonra, camiden çıkar, dünya işlerinizi yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızık bekleyerek çalışırsınız. Allahü teâlâyı çok hâtırlayınız ki, kurtulabilesiniz!)

Namazdan sonra, isteyen işine gider çalışır, isteyen câmide kalıp namaz kılmak ile, Kur'ân-ı kerîm ve düâ ile meşgul olur. Cuma namazı vakti girince, alış-veriş günahtır.

Peygamberimiz "sallAllahü aleyhi ve sellem" çeşidli hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki:

(Bir müslüman, Cuma günü gusül abdesti alıp, Cuma namazına giderse, bir haftalık günahları afvolur ve her adımı için sevâb verilir.)

(Cuma namazı kılmayanların kalblerini Allahü teâlâ mühürler. Gâfil olurlar).

(Günlerin en kıymetlisi Cumadır. Cuma günü, bayram günlerinden ve Aşû»re gününden daha kıymetlidir. Cuma, dünyada ve Cennette mü'minlerin bayramıdır).

(Bir kimse, mâni yok iken, üç Cuma namazı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler. Ya'nî iyilik yapmaz olur).

(Cuma namazından sonra bir an vardır ki, mü'minin o anda ettiği düâ red olmaz).

(Cuma namazından sonra, yedi defa İhlâs ve Mu'avvizeteyn okuyanı Allahü teâlâ, bir hafta kazâdan, belâdan ve kötü işlerden korur).

(Cumartesi günleri yahudilere, Pazar günleri nasaraya [hıristiyanlara] verildiği gibi, Cuma günü de Müslümanlara verildi. Bu gün, Müslümanlara hayr, bereket, iyilik vardır).

Cuma günü yapılan ibâdetlere, başka günde yapılanların, en az iki katı sevâb verilir. Cuma günü işlenen günahlar da iki kat yazılır.

Cuma günü, ruhlar toplanır ve birbirleriyle tanışırlar. Kabirler ziyaret edilir. Bu günde kabir azâbı durdurulur. Bazı âlimlere göre, mü'minin azâbı artık başlamaz. Kâfirin, Cuma ve Ramazanda yapılmamak üzere, kıyâmete kadar sürer. Bu gün ve gecesinde ölen mü'minler, kabir azâbı çekmez. Cehennem, Cuma günü çok sıcak olmaz. û‚dem aleyhisselâm, Cuma günü yaratıldı. Cuma günü Cennetten çıkarıldı. Cennettekiler, Allahü teâlâyı Cuma günleri göreceklerdir.

Cuma Namazının Farzları

Cuma günü onaltı rek'at namaz kılınır. Bunun iki rek'atını kılmak farzdır. Öğle namazından daha kuvvetli farzdır. Cum'a namazı farz olmak için iki türlü şartı vardır:

1 - Edâ şartları,

2 - Vücub şartları.

Edâ şartlarından biri noksan olursa namâz kabû»l olmaz. Vücub şartları bulunmazsa kabû»l olur.

Edâ, ya'nî Cuma namazının sahîh olması için şartları yedidir:

1 - Namazı şehirde kılmak (Şehir: Cemâati en büyük camie sığmayan yer demektir.)

2 - Devlet reisinin veya vâlinin izni ile kılmak. Bunların tayin ettiği hatib, kendi yerine başkasını vekil edebilir.

3 - Öğle namazının vaktinde kılmak.

4 - Vakit içinde hutbe okumak. [û‚limler, Cum'a hutbesini okumak, namaza dururken

(Allahü ekber) demek gibidir dedi.

Ya'nî iki hutbeyi de, yalnız arabca okumak lâzımdır. Hatib efendi, içinden Eû»zü okuyup, sonra yüksek sesle, hamd ve senâ ve kelime-i şehâdet, salât-ü selâm okur. Sonra, vaâz ya'nî sevâba, azâba sebeb olan şeyleri hatırlatır ve âyet-i kerîme okur. Oturup kalkar. İkinci hutbeyi okuyup, vaâz yerine, mü'minlere düâ eder. Dört halîfenin adını söylemesi müstehabdır. Hutbeye dünya sözü karıştırmak haramdır. Hutbeyi, nutuk ve konferans şekline sokmamalıdır. Hutbeyi kısa okumak sünnettir. Uzun okumak mekrû»hdur.]

5 - Hutbeyi namazdan önce okumak.

6 - Cuma namazını cemâat ile kılmak.

7 - Câmi kapılarını herkese açık tutmak.

Cuma namazının vücû»b şartları dokuzdur:

1 - Şehirde, kasabada oturmak. Müsafirlere farz değildir.

2 - Sağlam olmak, hastaya, hastayı bırakamıyan bakıcıya ve ihtiyarlara farz değildir.

3 - Hür olmak.

4 - Erkek olmak. Kadınlara farz değildir.

5 - û‚kıl ve bâliğ olmak.

6 - Kör olmamak. Yolda götüren olsa bile, a'mâ olana farz değildir.

7 - Yürüyebilmektir. Nakil vâsıtası olsa bile felçliye, ayaksıza farz değildir.

8 - Hapsedilmiş olmamak ve düşman korkusu, hükû»metten, zâlimden korkusu olmamak.

9 - Fazla yağmur, kar, fırtına, çamur ve soğuk olmamak.

Cuma Namazı Nasıl Kılınır?

Cuma günü, öğle ezânı okununca, onaltı rek'at Cuma namazı kılınır. Bunlar sırası ile şöyledir:

1 - Önce, Cuma namazının dört rek'atlik "İlk sünneti" kılınır. Bu sünnet, öğle namazının ilk sünneti gibi kılınır. Buna niyyet, "Niyyet ettim. Allah rızası için, Cuma namazının ilk sünnetini kılmağa, döndüm kıbleye" diye yapılır.

2 - Sonra, cami içinde ikinci ezân ve hutbe okunur.

3 - Hutbe okunduktan sonra, kâmet okunup cemâat ile Cuma namazının iki rek'atlik "farzı" kılınır.

4 - Cuma namazının farzı kılındıktan sonra, dört rek'atlik "Son sünneti" kılınır. Bunun kılınışı öğle namazının ilk sünneti gibidir.

5 - Bundan sonra, "Üzerime farz olan kılamadığım son öğle namazının farzını kılmağa" diye niyyet ederek, "û‚hir zuhur" namazı kılınır. Dört rek'atlik bu namazın kılınışı öğle namazının farzının kılınışı gibidir.

6 - Sonra da, iki rek'at "Vaktin sünneti" kılınır. Kılınışı, sabah namazının sünnetinin kılışını gibidir.

7 - Bundan sonra, û‚yetel-kürsî ve tesbihler okunup, düâ edilir.

Cuma Gününün Sünnet ve Edebleri:

1 - Cumayı perşembe gününden karşılamak.

2 - Cuma günü gusl abdesti almak.

3 - Başı traş etmek. Sakalın bir tutamdan fazlasını ve tırnakları kesmek. Temiz elbise giymek.

4 - Cuma namazına mümkün olduğu kadar erken gitmek.

5 - Ön safa geçmek için, cemâatin omuzlarından aşmamalıdır.

6 - Câmide namaz kılanın önünden geçmemek.

7 - Hatib efendi minbere çıktıktan sonra hiç bir şey söylememek, konuşana işaretle bile cevap vermemek ve ezânı tekrarlamamak.

8 - Cuma namazından sonra Fâtiha, Kâfirû»n, İhlâs, Felâk ve Nâs sû»relerini yedi kere okumak,

9 - İkindiye kadar câmide kalıp, ibâdet etmek.

10 - Ehl-i sünnet âlimlerinin kitablarından anlatan âlimlerin dersinde, va'zında bulunmak.

11 - Cuma gününü, hep ibâdetle geçirmek.

12 - Cuma günü salevât-ı şerîfe getirmek.

13 - Kur'ân-ı kerîm okumak, (Kehf) sû»resini okumalıdır.

14 - Sadaka vermek.

15 - Ana-babayı veya kabirlerini ziyâret etmek.

16 - Evin yemeklerini bol ve tatlı yapmak.

17 - Çok namaz kılmak. Kazâya kalmış namazı olanlar, kazâ namazı kılmalıdır.

18 - Cuma gününü hep âhıret işleriyle geçirmek.

Sanalkahve dostlarımın mübarek cuma gününü kutlar hakkımızda hayırlara vesile olmasını temenni ederim selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Cum Mar 02, 2012 6:26 am
 
Foruma git
Konuya git

BENİ SENİ GÖREBİLECEĞİM BİÇİMDE ARA..

BENİ SENİ GÖREBİLECEĞİM BİÇİMDE ARA

Beni aramaya çıkarsa düşlerin
Hüznün ruhuna çizdiği resimlerdeyim
Gamsız bir gecenin karanlığında değil
Yüreğinde kanayan kesimlerdeyim
Aklına düşerim hani olur da
Güzelliklerin görünmeyen yüzünde ara
Sevginin menfaate döndüğü yerde
Bir gönül yarasının izinde ara
Yıkılmış umutların enkazından geç
Öksüz bir çocuğun gözünde ara
Ağıtların tüttüğü evlere uğra
Bir ananın boş kalmış dizinde ara
Beni yıldızlarda arama boşa
Yüreğini yasa boğan sızılardayım
Dertlerinle bulursun beni baş başa
Senin gibi karayazılardayım
Sahte sevgileri tanımaz kalbim
Beni seven gönüllerin ocağında ara
Menfaatle bakmasını bilmez gözlerim
Beni gerçek dostlukların kucağında ara
Mutluluğu anlatan şarkılarda değil
Yaralı yüreklerin ağıtlarında ara
Beni menfaat ve ihanetten uzakta
Yağacak sevgi bulutlarında ara
Öyle senden çok uzaklarda değilim
Görmesini bilen gözlerin bakışındayım
Belki sana senden daha yakın bir yerde
Çarpan kalbinin her atışındayım
Aklına düşerim hani olur da
Beni sığmadığın duyguların içinde ara
O kadar da kolay bulurum sanma
Beni benim seni görebileceğim biçimde ara......
AKMERR
Cum Mar 02, 2012 3:54 pm
 
Foruma git
Konuya git

Ne zaman adam gibi adam oluyor insan;

Ne zaman adam gibi adam oluyor insan;

Çok gezdiğinde mi
Çok gördüğünde mi
Çok bildiğinde mi ?...

Çok ünlü, çok zengin olduğunda mı; çok sevildiğinde mi ?...

Yoksa bunların hepsi bir kenara ADAM GİBİ SEVDİĞİNDE mi ?!...


İşte Arkadaş .... Bu
Varlığın sırları saklı, benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.
Bizimki perde arkasında dedi-kodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben
Kimse Baki Degil ....
Not....
Birkezde Adam Gibi Adam Olmayı Denesin İnsanlar....
Cum Mar 02, 2012 4:16 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Sen Vurdunda Ben Ölmedim mi?

GÜneŞe Öfkelİsİn..
Mutlu Degİlsİn..
Yenİlgİye UgramiŞsin..
Hangİ Cehennemdesİn Sen?
Lanet Olsun Sana!!
Lanet Olasi Baglarini Benİmle Kopar..
HerŞeyİn Cehenneme Kadar Yolu Var..
Dİmdİk Dur Yenİlme..
Bundan Evvel Oldugu Gİbİ Asla Ve Asla Egİlme..
Geldİn Oysa Şİmdİ..
Benİ Bİr Kez Daha ÖldÜrmeye Nİyetlİ...
Hadİ Bİr Kez Daha ÖldÜrelİm Benİ..
Merak Etme Sensİzlİkten Zor Degİl Bu..
Çek Sİlahi Daya Kafama
Tİtrersem Namerdİm...
Sen Vurdun Da Ben Ölmedİm Mİ?
Sevgili Koray Abim Emeğine Yüregine Saglıkk....
Saygılar.....
Cum Mar 02, 2012 3:43 pm
 
Foruma git
Konuya git

Ben ne yaparsam yapayım, o susar mantığı...

Ben ne yaparsam yapayım, o susar mantığı...

Her insan kendine yakışan davranışta bulunur...
‘’ Baca eğri de olsa dumanı doğru çıkar ‘’

Asil insanlar hangi ortamda, hangi durumla karşılaşırsa karşılaşsınlar asaletlerinden taviz vermezler. Son derece güzel ahlak sahibi bu kimseler, etraflarında herkes tarafında saygınlık duyulacak, örnek alınacak kimseler oldukları için hemen çevrelerinde fark edilirler.

Ancak bazı cahil insanlar, kendinden daha güzel ahlaka, terbiyeye sahip insanlar için nasıl olsa ben ne söylersem söyleyeyim, o ahlakını bozmayacak, cevap vermeyecek düşüncesiyle karşı tarafın iyi niyetini suiistimal etmeye çalışırlar..

Temelde yatan sebepler kıskançlık, menfaatçik ve vicdansızlıktan başka bir şey değildir.

Kendini yetersiz ve değersiz gören insanlar, kendinden daha güzel bir terbiyeye sahip insanla karşılaştıklarında, onları küçültmeye çalışarak kendi değerlerinin yükseleceğini zannederler.

Ben ne yaparsa yapayım, nasıl olsa bana saygısızca cevap vermez...

Nasıl olsa alttan alır, bana uymaz...

Nasıl olsa bu insandan bana zarar gelmez, düşüncesiyle karşı tarafın iyi niyetlerinden istifade etmeye çalışırlar.

Fakat ne şaşırtıcıdır ki aynı insanlar, çarpık bakış açısının devamında kendilerine kötü davranan, zalim, kendini bir şey olarak gören insanlar karşısında haysiyetlerini ayaklar altına alıp eğilip bükülürler.

Her yerde, her kültürde kolaylıkla görülebilen bu duruma en güzel örnek aile, iş yaşamı ve diğer sosyal ortamlardır. (İnternet paylaşım siteleri de dahil )

Kısaca;

Bazı insanlar basit çıkarları uğruna iki çeşit ahlaki davranış gösterirler.

Birincisi; Kişi karşısındaki insanı ne kadar iyi niyetli görürse, o kadar suistimal etmeye çalışır. Çünkü her ne kötülük yaparsa, her ne terbiyesizlik yaparsa yapsın bilir ki karşısındaki asil insan vicdanının sesini dinleyerek aynı üslupla cevap vermeyecek, alttan alacak, asaletinden hiçbir şekilde ödün vermeyecektir.

İkincisi; Aynı kişi bunun tam tersi olarak mefeatleri doğrultusunda; nadan, sinirli, şımarık, sözünü sakınmayan, büyük gönüllü bir insanla karşılaştığında bilerek ya da bilmeyerek bu kişilere karşı son derece dikkatli olup, saygıda mümkün olduğunca kusur etmemeye çalışacaktır.

Yukarıdaki örnek, sadece basit insanlara özgü olan bir davranış biçimidir.

Asil insanlar hangi durumla karşılaşırsa karşılaşsınlar, vicdanlarının sesi dinleyerek, sadece ve sadece Allah rızası için kötülüklerden sakınırlar. Karşısındaki insan güzel ahlak göstersin veya göstermesin, güzel ahlakı Allah için yaşadıklarından bundan asla taviz vermezler.

Birine iyi davranırken, bir başkasına kötü ahlak göstermezler.

Çıkarlarıyla ne kadar çatışırsa çatışsın, vicdanları asla böyle bir samimiyetsizlik yapmasına izin vermezler.

Karşısındaki insanın yaptığı saygısız davranış karşısında da aynı üslupla cevap vermeyi kendilerine yakıştıramayacaklarından susmayı tercih ederler.

Dürüst ve iyi insanlar hangi ortamda bulunurlarsa bulunsunlar, altın gibidirler, değerlerinden hiçbir şey kaybetmezler.



Sözün Özü: Altın çamura düşmekle, kıymetini yitirmez.

Her insan, kendine yakışan davranışta bulunur.
Asri_Saadet
Cmt Mar 03, 2012 11:39 am
 
Foruma git
Konuya git

Yaratılanı severiz, Yaradan'dan ötürü,

Yaratılanı severiz, Yaradan'dan ötürü.. Yaratılanı severim, Yaradan'dan ötürü

Yunus Emre’nin ilahi aşkla söylediği söz..

‘’Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü ‘’

Yaradan’ın yarattığı her şeye, hoşgörüyle, sevgiyle bakılmasını tavsiye ediyor Yunus..

Konu hassas…. Malüm sevgi olunca..

Sevginin kaynağı Rabbimiz.. Kaynağına sevgi göstermedikçe; birbirimize ve diğer tüm yaratılmışlara sevgi göstermemiz imkansız.. Sadece seviyor zannederiz o kadar.. O da üç gün sonra biter..

Sevgi neydi?

Sevgi incitmemekti, sevdiğine kıyamamaktı, yüreğinde hissetmekti…

Yunus’un duyduğu sevgi de böyle; bakılan her şeyde Rabbi görmek.

O’nun tüm yarattıklarına sevgiyle yaklaşmak, O’nu incitmemek adına; her an hoşnutluğunu gözetmek..

İnsan yaşadıkça öğreniyor; iman etmenin güzelliğini..

Yüreğinde Allah aşkı oldu mu, her şey ama her şey sevgi olup çıkıyor..

Bizler hepimiz sevdiklerimizi kırmaktan, incitmekten çekiniyoruz öyle değil mi? Ama sevmediklerimiz için öyle mi? Onlar için aman o beni sevse de olur sevmese de olur diyoruz..

Ancak Yunus Emre gibi; yüreğinde Allah aşkı olan insan, işte böyle düşünmüyor..

Karşısındaki kişi kötü davransa da, kötü söz söylese de hoşgörüyle yaklaşıyor..

Allah’ın yarattığı kul, ben nasıl Rabbime karşı gelirim? diye düşünüp, gördüğü kötü davranış karşısında aynı şekilde karşılık vermiyor. Vicdanının sesini dinliyor ve İlahi adalete sığınıyor.

Çünkü biliyor ki; Rabbi, yapılan her şeyi görüyor, işitiyor ve biliyor.. Ve yine biliyor ki; gün olacak tüm gizli haller bir bir ortaya çıkacak.

İmanını saf ve temiz tutmaya çalışan samimi insan hiçbir zaman kendine yakıştırmadığı, Allah’ın sevmediği tutum içinde olmaz. Çünkü O’nu incitmekten, kırmaktan çekinir.

İnsanız hepimiz hata yapabiliriz.. ama yapılan hatayı fark ettiğimiz anda özür dilemesini de bilmeliyiz.. Hata yapanlara karşı da tolerans tanıyıp, affedebilmeliyiz..

Allah ayette; affetsinler ve hoş görsünler demiyor mu? Siz affedilmek istemez misiniz demiyor mu?

O halde bir Müslüman’a Allah’a istemediği davranışta bulunmak, kincilik yakışmaz..

Kendim için konuşuyorum;

Sevgimi yüzlere, binlere, milyonlara bölüp paylaşabilirim..

Yaradan’ın tüm yarattıklarına sevgi ile ( güzellikle) yaklaşabilirim içimdeki Allah aşkından dolayı..

Kötülük yapanlara karşı da sabredip susabilirim, aynı üslupla karşılık vermeyebilirim, vermem de…

Ama, işte aması var…

Ben herkesi sevemem.. Severim dersem yalan olur.. Sizi değil kendimi kandırmış olurum.

Ben yüreğinde Allah korkusu taşımayan bencil, merhametsiz, vicdan sahibi olmayan olan insanları sevemiyorum, sevmiyorum.

Zulmedenleri, kendini beğenmişleri, can acıtanları sevmiyorum.

Dinime laf söyleyen, küçümseyen insanları sevemiyorum.

Müslüman din kardeşiyiz diyoruz hepimiz.. Peki bunun neresindeyiz?

Masum bir ailenin ocağına kor ateş düşürmüş caniler hayasızca gülerken, elini kolunu sallayarak dolaşırken ben onları nasıl sevebilirim?

Bir kız çocuğuna tecavüz eden caniye, evde eşine zulmedene nasıl hoşgörüyle bakabilirim?

Örnekleri çoğaltabilirim… Bir insanın içinde Allah korkusu olmalı..

Hem Allah sevmiyor ki, ben onları seveyim..

Ancak benim onları sevmemem demek; aynı şekilde acımasızca davranmam anlamına gelmiyor hemen bu noktanın altını çizmek istiyorum. İşte ‘’ Yunus’un hoşgörüsü ‘’ burada kendini gösteriyor..

Bakın Kuran’da nasıl buyuruyor Allah sevmediklerini;

"Allah saldırganları sevmez." (Bakara: 92/190, )

"Allah zâlimleri sevmez." (Âl-i İmrân: 94/57, 140; Şûra: 62/40),

Allah, kâfirleri sevmez." (Rum: 84/45)

Ve yine kibirlenenleri sevmediğini söylüyor Rabbimiz ( Nahl: 70/23) de.

Peygamber (s.a.v.) şöyle duâ etmiştir: "Allah’ım, bana seni sevmeyi ve seni seveni sevmeyi ve beni sana yaklaştıracak işleri sevmeyi lütfeyle; senin sevgini bana nefsimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili eyle..

Demek ki önce Allah sevgisi ve sonrasında onun yolunda olanları sevmeliyiz..

Ayrıca Allah Bizleri kafirlerle dost olmamamız konusunda uyarıyor;

Müminler, mü’minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allahtan yardım yoktur (ALİ İMRAN 3/28) Kafirlerle dost olmak yasak lakin; kötü muamele asla yok..Dinimizin özü sevgi, hoşgörü.

Sözün özü;

Yunus Emre‘’ Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü ‘’ derken bizlere;

Yaradan’ın yarattığı her şeye hoşgörü ile yaklaşmamızı tavsiye ediyor. Yaradan’ın yaratmaya değer kıldığı hiçbir şeyi bizlerin hakir görme, yargılama, hakkı yok.

Ancak dost edinme konusu; Kuran’a baktığımızda; Sizin dostunuz, ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren müminlerdir. (Maide Suresi, 55)

Yaradan yaratmaya değer kıldıysa; o değerlidir. Bize yargılamak düşmez, biz hep iyi olacağız. Kötülüğe güzellikle cevap vereceğiz. Mümin asla düşman olmayacak, hep örnek olacak…

Allah da dilerse; Kendine yöneltecek, kalbi mühürlü olanın kalbini açacak.

Yunus'un sözündeki gibi; Yaradan’ın yarattığı her şeye sevgiyle, hoşgörüyle yaklaşmak esastır...

Ey insanoğlu! ben söyleyeceklerimi söyledim.. sözlerim sizin oralara ulaşır mı billemem ama diyeceğim o ki; sen diken de yollasalar hep gül yolla olur mu? Çünkü asil Müslüman’a yakışan budur..

Sevgi ve ışıkla..
Asri_Saadet
Cmt Mar 03, 2012 10:27 am
 
Foruma git
Konuya git

Geçmiş Zaman Olur ki!..





Rüştü Asyalı - Keloğlan



Azize Gencebay - Orhan Gencebay(Ayrıldılar)



Hümeyra



Biricik



Gülden Karaböcek

Almira
Cum Ekm 23, 2009 6:47 pm
 
Foruma git
Konuya git

MERHAMET....

Yolda kalmış olanlar için ıssız dağ başlarına hanlar yaptıran, kanadı kırık yaralı kuşlar için kuş evleri imar eden, bir çiçeğin de canlı olduğunun idrakiyle onu koparmaya kıyamayan, bir ağacı budarken bile acısını hisseden insanlığın nesline bugün neler oldu? Neleri nerelerde ne uğruna yitirdi ki, öz ana babasını boynu bükük bir şekilde kapı dışarı ederken ya da bir hiç uğruna en yakınını öldürmeyi göze alabilirken yüreğinde, vicdanında bir sızı duymaz duruma geldi?

O Rahman’dır. Yarattıklarının hepsine ayrım yapmadan merhamet edendir. Merhamet, yaratıcının sıfatlarından biri öncelikle. Sonra yaratılmışların en şereflisi olana, yani insana da bahşedilmiş özge bir haslet. Merhamet, acımak değil sadece. Acımanın ötesinde, gereğini yerine getirmek. Yani merhamet acıyı ortadan kaldırıp, yerine sevinci ve iyiliği koymaktır. Merhametli olmak, karşısındaki insan veya diğer varlıklar karşısında üzülmek ve acıyarak bakıp geçmekle anlamını bulan bir kavram değil. Kalbin üzüldüğü, acıdığı yerde elden gelen yardımı da yapabilmektir. Rahman olana iman eden her kimse, O’nun yarattıklarına karşı da merhametli olmak durumundadır. Var edenin rahmetiyle, merhametiyle kuşatılmış bir insan, aynı duyarlılıkla ve bakışla etrafındaki varlıklara bakmıyor ve onlara karşı bir merhamet duygusu taşımıyorsa kendisini sorgulaması gerekmektedir.

Kişi kendisine karşı da merhametli olmak durumundadır fakat gerçek anlamda merhamet, başkalarına karşı yapılan iyilikle ve yardımla kendisini gösterir.

Alemlere rahmet olan

Alemlere rahmet olarak gönderilenden, Efendimiz s.a.v.’den öğrendik önce merhametin anlamını. O’nun kuşatıcı sevgisi ve merhametiyle başta insan olmak üzere diğer varlıklar kendini buldu, kendini bildi. O ki, çocuklardan yaşlılara, ağaçlardan kuşlara kadar bütün canlılara karşı merhamet sahibi olmanın en güzel örneği oldu. Yoluna dikenler serenlere, üzerine taş yağdıranlara bile merhametini esirgemedi.

O’nun izinde gidenler de gördükleri eziyetler, cefalar karşısında merhametsiz yüreklerin yumuşaması için ancak niyazda bulundular. Çünkü merhamet sahibi olmak büyüklüğün, insan olmanın, her şeyden önemlisi Yaratan’a kul olmanın gereğiydi. Kötülere karşı herkes kötülükle karşılık verebilir. Ancak kötülüğe karşı iyilikle mukabele etmektir üstünlüğün alameti. Cezayı hak edenleri dahi affedebilmektir merhametli olmanın delili.

Beslendiği kaynaktan ve edindiği rehberden dolayı gönül sahibi olanlar da ancak Yunus gibi yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevdiler, incitmediler, kırmadılar. Çünkü en büyük merhamet sahibi O’ydu. O’nun hayat ve rızık verdiği canlılara karşı insan hangi hakla tavır alabilir, merhametsiz, sevgisiz davranabilirdi ki?

Sakın incitme bir canı

Yalnız insanlara karşı değil, diğer canlılara karşı da merhametli olmaktan geçer insan olmanın yolu. Bir karıncaya dahi ulu nazarı olan bir kültürün, bir geleneğin fertleri olan bizler, ne oldu ki merhametin şefkatin timsali olan annelerde bile merhameti sorgular hale geldik? Meyve ağaçlarına zarar veren canlıları engellemek veya ortadan kaldırmak için şeyhülislam makamından fetva isteyen sultanın hassasiyeti hangi öğreti neticesinde oluşmuştu? Bir karınca da olsa zulmedilen, hesabının elbet bir gün sorulacağı inancıdır ki, o insanları zalimlikten uzak edip, merhametin sembolü haline getirmiştir.

Merhamet duygusunu en etkili bir şekilde kuşanan, taşıyan tek canlı olarak bilinen anneler, öz yavrularını sokaklara terk edip giderken, insanlığın nelerden ve niçin mahrum kaldığını sorgulama zamanıdır. Vahşi hayvanların bile yavrularına karşı gösterdikleri merhamet ve şefkat hissi insanda kaybolmaya yüz tutmuşsa, insanın içine düştüğü girdaptan kurtulma çarelerini araması için acele etmesi gerekmez mi?

Sadece kendi menfaat ve rahatımız için önümüze koyduğumuz hedeflere doğru koşarken başka birinin hakkını gözetmeden, ne varsa kırıp dökmek ve bu şekilde amacına ulaşmaya çalışmanın müthiş tehlikesini şu iki mısrada görüp ürpermemek elde mi? “Sakın incitme bir cânı / Yıkarsın arş-ı Rahman’ı!”

Merhamette güneş gibi

Güneş, gökyüzünden yeryüzüne ulaşıncaya kadar geçtiği yerlerdeki varlık ve canlıları da ışıtır ve ısıtır. Hiçbir varlık arasında ayrım yapmadan ışığını ve ısısını herkese ve her şeye karşı ikram eder. Mevlâna hazretleri de, insanlığa seslenirken bu güzel benzetmeyi yapmaktadır. Çünkü Güneş’in sahibi olan Allah bütün canlılar için aynı merhameti göstermektedir. Dolayısıyla güneş de Yaratıcısının emrinde ve isteği doğrultusunda hareket ederken, insanoğlu gücünü nereden alıyor da bu dairenin dışına çıkma cüretini gösterebiliyor?

Yolda kalmış olanlar için ıssız dağ başlarına hanlar yaptıran, kanadı kırık yaralı kuşlar için kuş evleri imar eden, bir çiçeğin de canlı olduğunun idrakiyle onu koparmaya kıyamayan, bir ağacı budarken bile acısını hisseden insanlığın nesline bugün neler oldu? Neleri nerelerde ne uğruna yitirdi ki, öz ana-babasını boynu bükük bir şekilde kapı dışarı ederken ya da bir hiç uğruna en yakınını öldürmeyi göze alabilirken yüreğinde, vicdanında bir sızı duymaz duruma geldi?

Kalpleri bu derece katılaştıran, hissiz ve duyarsız kılan sebepler nelerdir? Sadece kendi varlığı için var olmaya çalışan, yolda yürürken önünde düşen bir hastaya, bir yaralıya dönüp bakmadan yoluna devam eden insanların etrafımızda çoğalmasını hangi gerekçeler haklı gösterebilir ki?

Nerde görsen gönlü kırık

Bütün bu soru cümleleri kurulurken elbette ki cevaplarını kendimizden beklediğimiz gibi, sorular da nefsimize sorulmuş kabul edilmelidir. Eleştirilen, sorgulanan tutum ve davranışların uzağında değiliz. Buradaki muhasebe önce kendi vicdanıyladır yazıcının. Okuyucunun da öyle olmalıdır.

Kaybolan birçok değerden, eriyen insan yanımızdan biri merhamet duygusu. Gerçek odur ki, bizler başkaları için veremediklerimizi başkalarından bekleme hakkına sahip olamayacağız. Yüce buyruk da öyle değil mi? Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Yeryüzündekilere merhametsiz olanlara göklerdekilerin de merhamet etmeyeceği uyarısı, çağlar boyu yankılanıp kulaklarımıza kadar ulaşırken, bu nidayı duymazdan gelmek, bizi biz olmaktan uzaklaştırmaktan ve o büyük günde boynumuzu yere eğmekten başka bir şey kazandırmayacaktır. Burada kazanmış gibi gördüklerimiz, aslında kaybettiklerimiz olacaktır çünkü. İlâhi buyruk ve duyurularla birlikte, bu sırra mazhar olan nice gönül insanının da gök kubbeyi dolduran aynı anlamdaki çağrılarına icabet etmedikçe, yeniden silkinip kendine gelmedikçe, çağın fırtınaları karşısında göçüp giden insanî duygularımızın bıraktığı boşluğu ve mutsuzluğu maddi hiçbir varlığın doldurmadığını öğrendiğimizde vakit geçmiş olacaktır.

Gönlü kırık bir kimseye, diliyle yüreğiyle merhem olabilmenin, yolda kalmış bir yolcuya hemdem olabilmenin verdiği yürek huzurunun genişliği kaç metrekare eve ya da iş hanına sığabilir ki? İnsan özüne, yaratılış gayesine sadık kaldığı sürece saadet bulur. Aksi takdirde mutsuzluk ırmağının kirli sularında ömrünü geçirmiş olacaktır. Öz ise, güzelliği ister. Yardımlaşmayı, paylaşmayı arzular. Ve bu güzel duygular davranışa dönüştüğü sürece de insan gerçek anlamda insan olma yolunda ilerler.

Rahmet yüklü bulut gibi

Ey rahmetini yüz parçaya ayıran! Sadece bir parçasını yeryüzüne indirerek en büyük payı kendinde tutan, merhametlilerin en merhametlisi! Senin merhametin olmasaydı anne yürekleri şefkat timsali olarak bilinmeyecekti. Senin merhametin bir annenin çocuğuna olan merhametinden kat be kat fazladır. Gönüllerimizi merhametinle aydınlat, ısıt, yumuşat…

Uzak dağ başlarında unutmadığın fidanlara rahmetinin eseri olarak gönderdiğin bulutlar gibi… Bizim de dünya kuraklığında kurumaya yüz tutmuş, katılaşmaya, çoraklaşmaya meyletmiş gönüllerimizi merhamet yağmurlarınla yeniden yeşert, dirilt. Duymayan, hissetmeyen, acımayan kalplerimizi rahmet yüklü bulutlar gibi merhametinle kuşat. Rahmetinden ümidimizi, yüce merhametinden yüreklerimizi uzak eyleme.

Ey rahmeti her şeyi kuşatan Rabbimiz! Rahman ve Rahim isimlerinin hakkı için bizlere merhamet et. Çağın bu dehşetli yangınından yaralanmış yüreklerimize merhem et. Ey merhametlilerin en yücesi! Merhamet... Amin ecmain inşallah Hacegan..
Hacegan__
Pzr Mar 04, 2012 5:00 am
 
Foruma git
Konuya git
cron