187 sonuç bulundu

Geri dön

Güllerin Efendisi

[img]http://img-fotki.yandex.ru/get/4714/131624064.8c/0_70b47_a375b660_XL[/img]

Güllerin Efendisi

Önce aşka dairdi, ne varsa yazılan
Kitaplar Kitabı'ından ibretle okunan
Sonra meleğe secde düştü, Adem'e tevbe düştü
Şeytana haset düştü
İsa'ya sofra, Musa'ya asa idi düşen;
İsmail'e bıçak düştü, İbrahim'e ateş düştü
Yusuf'u kimsesiz kuyuya attılar,
Yakub'a sabır düştü

Önce tevbe ettim ibret için, sonra secde
Kalbime haset düştü, asa toprağa düştü
Bahtıma hased düştü, sineme bıçak düştü
Hepsi birden nevarsa kör kuyuya düştü
Kuyuyu bir ateş sardı ifritten dumansız
Güllerim ateşe düştü
Ateşin bağrına iki damla yaş düştü güllerden,
Sönüp giderken sessizce, ateşe küller düştü

Bir köprüde uzunca dizilmişler Efendiler,
Efendiler Efendi'si uzaklardan göründüler
Kimine bir köşk düştü cennetten,
Kiminin kendi cennete düştü
Kimine bir yıldız düştü göklerden,
Kiminin gökler yıldızına düştü
Cümle hasenatı pay atmişler evvelde,
Kimine bir damla düştü, kimi deryalara düştü

Ey hüsnün, çilenin, sabrın sesi
Sıcak çöllerin ılık nefesi
Efendiler birer gül, sen GÜLLERİN EFENDİSİ
Topraktan ateşe gül düştü,
Gülden ateşe yaş düştü,
Sonunda bizim payımıza
Ateş gibi yanan güller düştü

(Mustafa Yavuz)
Asri_Saadet
Çar Şub 29, 2012 3:56 pm
 
Foruma git
Konuya git

Adalet, idarecilerin süsü ve güzelliğidir

Geçici lezzetlere, çabuk biten, tükenen dünyalıklara aldanmamalıdır.

* Kulluk; her an Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmek ve Onun Resulüne tam tâbi olmaktır.

* Kur'an-ı kerim okunan eve bereket ve iyilik gelir. Melekler toplanıp, şeytanlar oradan kaçar.

* Nafile ibadetlerin, farzlar yanındaki kıymeti, okyanus yanında, bir damla su gibi bile değildir.

* Mal biriktirme hırsı olan kimseler, her zaman sıkıntı ve üzüntü içinde olurlar.

* İhlas, dünya faydalarını düşünmeyip ibadetlerini yalnız Allahü teâlânın rızası için yapmaktır.

* Dua, müminin silahıdır ve dinin direğidir. Göklerin ve yerin nurudur.
* Allahü teâlâ günahları görür ve örter. İnsanlar ise, görmez ve söyler.

* En büyük sermaye, Allahü teâlâya güvenip, insanlardan bir şey beklememektir.
* Kim gülerek günah işlerse, ağlayarak Cehenneme gider.

* Adalet, halkın dirliği ve düzeni; idarecilerin ise, süsü ve güzelliğidir.

* Müminde, ihlas ve pişmanlık bulunursa, Allahü teâlâ onun bütün günahlarını affeder.

* Eshab-ı kiram, sadece sohbet ile nihayetsiz kemalata vasıl oldular.

* Elem ve üzüntü, ayrılık ve musibet, mademki Allahü teâlânın irade ve takdiri iledir. O halde Ondan gelen her şeye razı olmak lazımdır.

* En büyük günahlardan biri de, insanlarla alay etmektir.
* Ahireti verip dünyayı almak, yani Haktan halka yüz çevirmek akılsızlıktır.

* İnsanlar arasında bulun, fakat kimseye yük olma!
* Akıllı kimse, korktuğu başına gelmeden önce, onun çaresine bakar.

* Lüzumsuz şeylerin peşinden koşan, lüzumlu şeyleri kaçırır.

* Günlerin hayırlısı Cuma, ayların hayırlısı Ramazan, amellerin hayırlısı da vaktinde kılınan namazdır.

* Tedbirini aldıktan sonra, Allahü teâlânın takdirine bağlanan, tevekkül sahibidir.
* Anaya-babaya itaat etmek, büyük günahlara kefarettir.

* Bir kimse, cahil iken varlıklı olduğu halde, âlim olunca muhtaç hâle düşebilir. Eğer rızk akla ve ilme göre verilseydi, hayvanlar cehaletleri sebebiyle helak olurlardı.
Asri_Saadet
Çar Şub 29, 2012 7:32 pm
 
Foruma git
Konuya git

Lokman Hekim'den Ogluna Nasihat Sözleri

[b]Lokman Hekim'in oğluna nasihatlerinin bir kısmı şöyledir:[/b]


«Ey oğlum! Dünyâ derin deniz gibidir. Çok insanlar onda boğulmuştur. Gemin takvâ, yükün îmân, hâlin tevekkül olsun, umulur ki kurtulursun.

Ey oğlum! Âlimlere karşı öğünmek, akılsızlarla inatlaşmak ve meclislerde, toplantılarda gösteriş yapmak için ilim öğrenme! İhtiyâcım yok diyerek de ilmi terk etme.

Ey oğlum! Allah-u teâlâyı anan (hâtırlayan) insanlar görürsen onlarla otur. Âlim olsan da, ilminin faydasını görürsün ve ilmin artar, sen ehil isen sana öğretirler. Allah-u teâlâ onlara olan rahmetinden seni de faydalandırır. Allah-u teâlâyı zikretmeyenleri görürsen onlardan uzak dur.

Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın!O, her sabah zikir ve tesbih ediyor, sen ise uyuyorsun.

Ey oğlum! Seçilmiş kullara teslim ol, kötülerle dost olma.

Ey oğlum! İnsanlara iyilikleri emir ve nasîhat edip kendini unutma! Yoksa mum gibi olursun. Mum insanları aydınlatır, fakat kendini yakıp eritir.

Ey oğlum! Yalandan çok sakın! Çünkü dînini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla hayânı, değerini ve makâmını kaybedersin.

Ey oğlum! Kötü huydan, gönül dağınıklığından sakın. Sabırsız olma, yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap, sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol.

Ey oğlum! Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tamâ etmekten sakın. Kazâya râzı ol ve Allah-u teâlânın sana verdiği rızka kanâat et.

Ey oğlum! Dünyâ geçici ve kısadır. Senin dünyâ hayâtın ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmış, çoğu geçmiştir.

Ey oğlum! Tövbeyi yarına bırakma, çünkü ölüm ansızın gelip yakalar.

Ey oğlum! Sükût etmekle pişmân olmazsın. Söz gümüş ise sükût altındır.

Ey oğlum! Helâl lokma ye ve işlerinde âlimlere danış, işlerini nasıl yapacağını onlara sor.

Ey oğlum! Âlimler meclisine devâm et. Bahar yağmuru ile yeryüzünü yeşillendiren Allah-u teâlâ, âlimlerin meclisindeki hikmet nûru ile de müminlerin kalbini aydınlatır.

Ey oğlum! Amel ancak yakîn (Allah-u teâlâya olan ilim ve mârifet) ile yapılır. Herkes yakîni nispetinde amel eder. Amel noksanlığı, yakîn noksanlığından gelir.

Ey oğlum! Bir hatâ işlediğinde hemen tövbe et ve sadaka ver.

Ey oğlum! Ölümden şüphe ediyorsan uyku uyuma. Uyuduğun ve uyumak mecbûriyetinde kaldığın gibi, ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphe ediyorsan, uykudan uyanma. Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin.

Ey oğlum! Helâl kazanç ile yoksulluktan korun. Yoksul kimse şu üç musîbetle karşılaşır: Din zayıflığı, akıl zayıflığı ve mürüvvetin kaybolması.

Ey oğlum! Merhamet eden merhamet bulur. Sükût eden selâmete erer, hayır söyleyen kâr eder, kötü konuşan günahkâr olur, diline hâkim olmayan pişmân olur.

Ey oğlum! Dünyâ malından yetecek kadarını al, fazlasını âhiret için hayra sarf et, Sıkıntıya düşecek ve başkasının sırtına yük olacak şekilde de tembellik etme.

Ey oğlum! Sakın kimseyi küçük görüp hakâret etme. Çünkü onun da senin de rabbimiz birdir.»

Lokman Hekim'in oğlu: «Babacığım, insanda hangi haslet daha iyidir?» diye sorunca, Lokman Hekim; «Temiz, hâlis din.» buyurdu. Oğlu; «Eğer iki haslet olursa?» diye sorunca Lokman Hekim; «Din ve mal»; oğlu; «Üç haslet olursa?» deyince Lokman Hekim; «Din, mal ve hayâ.»«Dört haslet olursa?» dedi. Lokman Hekim; «Din, mal, hayâ ve güzel ahlâk.»«Beş haslet saymak icap ederse?» diye sorunca; Lokman Hekim; «Din, mal, haya, güzel huy ve cömertlik.» buyurdu. Oğlu; «Altı haslet sayarsak...» deyince Lokman Hekim; «Ey oğlum! Allah-u teâlâ her kime bu beş iyi hasleti verdiyse, o kimse mümin ve muttakîdir. Allah-u teâlâ katında velî ve sevgilidir. Şeytanın şerrinden uzaktır.» buyurdu. buyurdu. Oğlu, buyurdu. Oğlu;
Oğlu: «Babacığım, insanda en kötü haslet hangisidir?» dedi. Lokman Hekim; «Allah-u teâlâyı inkârdır.» buyurdu. Oğlu; «İki olursa?» dedi. Lokman Hekim; «İnkâr ve kibirdir.» buyurdu. Oğlu; «Üç olursa?» dedi. Lokman Hekim; «İnkâr, kibir ve şükür azlığı.» buyurdu. Oğlu; «Dört olursa»«İnkâr, kibir, şükür azlığı ve cimrilik.» buyurdu. Oğlu; «Beş olursa diye» «İnkâr, kibir, şükür azlığı, cimrilik ve kötü ahlâk.» buyurdu. Oğlu; deyince; «Ey Oğlum! Bu beş kötü hasletin bulunduğu kimse münâfıktır, şakîdir ve Allah-u teâlâdan uzaktır.» buyurdu.
dedi. Lokman Hekim; sorunca; Lokman Hekim; «Altı olursa»
Lokman Hekim'e; «Hikmet'e nasıl kavuştun?» diye sorulduğunda; «Benden gizlenen şeyi araştırmadım. Vazîfem olmayan şeyin üzerinde durmadım.» buyurdu.

Hafs bin Ömer'den rivâyet edildi ki: Lokman Hekim, yanına bir hardal torbası koydu ve oğluna nasîhat etmeye başladı. Her bir nasîhatte bir hardal tânesini çıkardı. Nihâyet hardalları tükendi. Sonra da; «Ey oğlum! Sana o kadar nasîhat ettim ki, şâyet bu nasîhatler bir dağa verilseydi, dağ yarılır, parça parça olurdu.» buyurdu. Oğlu da bu nasîhatleri tuttu.
Bu hadislerin, meselâ zulüm, hikmet, ilim gibi konularda Kurân-i Kerîm'deki Lokman ile ilgili ayetlerle rabıtalı olduğu görülmektedir.[b][/b]
Asri_Saadet
Çar Şub 29, 2012 7:24 pm
 
Foruma git
Konuya git

Müslüman Kadın Duygusal Bir Kişilik Göstermez

Müslüman Kadın Duygusal Bir Kişilik Göstermez

Duygusallık, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda olumsuz bir tavır olarak algılanmaz. Bu nedenle bu toplumlarda duygusallıktan kaynaklanan ‘alınma, yakınma, darılma, ağlama, içine kapanma, durgunluk, kıskançlık, kızgınlık’ gibi tavır bozuklukları, ‘insanın içinden gelen duygular’ olduğu öne sürülerek olabildiğince teşvik edilir.
Allah korkusu, mümin kadını her türlü yapmacık tavırdan uzak tutar. Hiçbir zaman küçük menfaatler uğruna insanların hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaz.

Oysa bu düşünce tümüyle yanlıştır. Özellikle de Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda hakim olan kadın karakterinde görülen duygusallık, insanın zayıf bir kişilik göstermesine neden olur. Kişi olaylar karşısında duygularının kendisini yönlendirdiği şekilde hareket ettiği için akılcılıktan büyük ölçüde uzaklaşır. Mantıklı ve doğru düşünemeyecek, isabetli çıkarımlar yapamayacak hale gelir. Müslüman kadın, tüm hayatını ve kişiliğini Kuran ahlakına göre belirlemesi sebebiyle, nefsin bu özelliği ve ona karşı nasıl bir mücadele verilmesi gerektiği konusunda en doğru bilgilere sahiptir. Duygusallığın, insanın aklını perdelediğini, doğru düşünebilmesini, gerçekleri olduğu gibi görebilmesini engellediğini, insanı zayıf, dirençsiz ve güçsüz hale getirdiğini bilir. Kuran ahlakına göre yaşamayan toplumlarda kadın karakteriyle özdeşleşen; duygulanmak, üzüntüye kapılmak, ağlamak, söylenmek, öfkelenmek, kıskançlığa kapılmak, küsmek ve içine kapanmak gibi tavırların, iman sahibi bir insanın karakteriyle bağdaşmayacak özellikler olduğunun da şuurundadır. Ayrıca bu tarz tavırlardan sakınıp güçlü bir kişilik sergilemenin, bu hatalı karaktere sahip kadınlar için güzel bir örnek olacağını bilir, bu şuur ve sorumluluk bilinciyle hareket eder.
Asri_Saadet
Per Mar 01, 2012 7:18 am
 
Foruma git
Konuya git

EŞİTLİK

Allah kadınla erkeği eşit yaratmamıştır. Her ikisini de insan olma yönünden, akıl, bilgi, kültür yönünden eşit olsa da, kadın erkekten daha duygusal daha hissidir. Erkek ise daha katı, olaylara daha sert,duygusal yoğunluğu az olan bir açıdan bakar. Bu psikolojik yönden farklılıktır. Biyolojik yönden, erkekte kas daha fazla iken kadında yağ daha fazladır. Bu durum erkeğin kadından üstün olduğunu göstermez.Kadın daha duygusal erkek daha az duygusal, kadın daha çok acır, sevgi hayatında daha önemli bir yer kapsar, erkekte ise daha az. Erkek daha güçlü-kaslıdır, kadın daha az güçlü ve kaslı... Her iki cinsinde üstün- eksik yönleri vardır. (Akılda, düşüncede ... her iki cinside eşittir ve birbirlerini geçebilirler.)

Bu durum erkeğin üstünlüğünü veya kadının zayıflığını göstermez. Aksine bu durum her iki cinsin ayrı yaratılış özelliklerinin doğal sonucudur. Bunu kabul etmeli, yaşam tarzımızı buna göre ayarlamalıyız.

İslam kadın - erkek eşitliğini değil kadın erkek adaletini savunur. Eşitlik adalet demek değildir. Eşitlikte mesela, kadına da erkeğe de 100 kg yükte 50 şer kilo her iki cinse vermek vardır. Adalette daha kaslı olan erkeğe daha fazla daha az kaslı kadına daha az yük vermek vardır. Yaratılış özelliğini kabul bunu gerektirir.

İngiliz kraliyet ordusunda , kadın erkek tüm askerlere “ aynı eğitim programının “ uygulanması , kraliyet ordusu fizikçilerinden Yarbay Ian Gemmel ‘i : Fırsat eşitliği adı altında kadın askerler eziliyor , diye isyan ettirir.

Erkek askerlerin eğitimi sırasında yaralanma oranı yüzde 1.5 iken , kadınlarda bu oran yüzde 11.1 ‘lere kadar çıkmaktadır .Yarbay Gemmel’e göre bunun nedeni :





Kadın kas ve kemik yapısı erkeklere göre daha zayıf . Aynı eğitim kadın bedeninde erkeklere oranla % 39 daha fazla baskı oluşturuyor.

Belirli kas olgunluğuna ulaşmak için erkek askerlerin 3 ay çalışması yeterli iken , kadınların 6 ay çalışması gerekir.

Bu kadın askerlerden 40 tanesi ordu'yu " bize fazla yükleniliyor " diyerek mahkemeye başvururlar ( The Sunday Times :10.03.2002)

NASIL Kİ OKULLARDA ÇOCUKLARI YETENEKLERİNE GÖRE YÖNLENDİRİP EĞİTMEK SAVUNULACAK BİR DURUMSA , İSLAM'DA DA KADIN VE ERKEĞE DOĞA VE YAPILARINA UYGUN GÖREV DAĞILIMI YAPILMAKTADIR.RESİME YETENEKLİ BİR ÖĞRENCİYİ MATEMATİK PR.'U YAPMAK NASIL MANTIKSIZLIK İSE KADIN VE ERKEKLERE DE MİZACLARINA TERS GÖREV YÜKLEMEK O KADAR TERSTİR. BİR ERKEKTEN NE KADAR ANA SINIFI ÖĞRETMENİ OLABİLİR, HANIMLARLA KIYASLARSAK...?
Asri_Saadet
Per Mar 01, 2012 7:09 am
 
Foruma git
Konuya git

İslamda erkeğin kadın üzerindeki hakkı Erkeğin kadın üzerind

1-Aile reisliğini adilane yapmak: Erkek, üstlendiği büyük sorumluluğun bir karşılığı olmak üzere aile reisliği makamına oturur Çünkü o, bedenen daha kuvvetlidir ve aileyi idare etmek için daha güçlüdür Kadın, tıpkı gül gibidir; gül, yakıcı güneşe, rüzgâra ve kasırgaya dayanamadığı gibi kadın da, ağır ve yıpratıcı sorumluluklara dayanamaz

Şu bir gerçek ki: Devletlerde, milletlerde, iş yerlerinde, ailelerde huzurun sağlanabilmesi için, son sözü bir kişinin söylemesi lazımdır Her kafadan bir ses çıkarsa huzur olmaz ALLAH Teâlâ:

�Erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler, kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar O sebeple ki, ALLAH onlardan kimini bazı hususlarda, kiminden üstün kılmıştır Bir de erkekler kendi mallarından harcama yapmakta, infak etmektedirler�� (Nisa suresi: 34)

��Kadınların da ödevlerine denk belli hakları vardır Ancak erkekler, kadınlara göre aile reisliğinden ibaret olan bir derece üstünlüğe sahiptirler ALLAH azîzdir, hakîmdir� (Bakara sûresi: 228)

Âyet-i kerimeleri ile ailede son sözü söylemeyi erkeğe vermiş, erkekleri kadınlar üzerine hâkim kıldığını bildirmiştir

İslâm�da aile dirliği kocanın hâkimiyetine dayandırılmıştır Ayet-i kerime, ailede erkeğin reisliğini esas kılmıştır Ama bunu nafaka temin etme sebebine bağlamıştır Nafakanın temini itaati gerektiren bir hukuk getirmektedir

Erkeklerin maddi ve manevi özellikleri ile ekonomik rolleri onların aile reisi olmalarını tabiî kılmıştır Aile küçük bir toplumdur Toplum düzenle yaşar Düzen ise bir reisi, bir idareciyi zaruri kılar İslâm�da devlet başkanından aile reisine kadar her idareci ilâhî talimata göre hareket etmek, yönetmek mecburiyetindedir; şu halde onlara itaat bu talimata itaat demektir

Bunun için kadın, düşüncesini söylemeli fakat son sözü kocasına bırakmalıdır Erkek yanlış bile yapsa, dine uygun yapıldığı için, ALLAH Teâlâ o işin neticesini hayra çevirir Evde senin dediğin, benim dediğim olacak kavgası olursa o evde huzur olmaz

2- Diktatörlükten sakınmak: Erkek, her ne kadar ailenin reisi ise de, gelişigüzel emir ve yasaklamada bulunmaktan sakınmalıdır; eşinin ve çocuklarının görüşlerini dikkate almalı, evin idaresinde, onun fikrini sormalıdır Kendini beğenmişlik ve yersiz sıkmalar, ailede diktatörlük düzeninin hâkim olmasına sebep olur; sağlıklı aile ilişkilerine ve çocukların doğru biçimde eğitilmesine zarar verir Erkeğin aile müdüriyetinde başarılı olması, ancak aile fertlerinin gönüllerine taht kurmasıyla mümkündür

3- Hanımıyla güzel geçinmek, onu himaye etmek ve onunla kaynaşmak Erkek, kadına son derece şefkatli ve iyi muamele yaparak ailenin huzur ve geçimini sağlamalıdır Eve geldiği zaman güler yüzle selâm verip tatlı dil ile hal hatır sormalıdır Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

�Onlarla yani hanımlarınızla iyi geçinin Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, olabilir ki bir şey hoşunuza gitmez de, ALLAH Teâlâ ondan bir çok hayır takdir etmiş bulunur� (Nisa Suresi: 19)

Ebû Hureyre (RA)�den rivayete göre Hz Peygamber (SAV) Efendimiz:

�Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâkı en güzel olanıdır ve sizin en hayırlınız da, hanımlarına karşı ahlâk bakımından hayırlı olanınızdır� Tirmizî buyurdu

Hz Ali (RA)�den rivayete göre Hz Peygamber (SAV) Efendimiz:

�Sizin en hayırlınız, hanımına karşı en hayırlı olanınızdır Ben de hanımıma karşı sizin en hayırlı olanınızım Kadınlara ancak kerim olanlar ikram, kötü olanlar da ihanet eder� buyurdu

Ebû Hureyre (RA)�den rivayete göre Resûlullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:

�Bir mü�min erkek, bir mü�min kadına buğzetmesin! Çünkü onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir� Müslim, Rada�: 61, No: 1469

Bazı yörelerde erkeğin karısına karşı nazik davranması kılıbıklık olarak değerlendirildiği için iyi davranışlar hep kadınlardan beklenmiş; sertlik, kabalık ve kendi başına buyruk olma erkeklerin tabii hakkı gibi sayılmıştır Hâlbuki İslâmiyet, erkeklerin eşlerine karşı hoşgörülü olmalarını, kaba ve sert davranışlardan sakınmalarını istemiştir!!
Asri_Saadet
Per Mar 01, 2012 7:23 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: GÜZELLİK KENDİMİZİ BİLMEKLE BAŞLAR....

Emeginize saglik, güzel paylasim icin sagolun.
Asri_Saadet
Cum Mar 02, 2012 7:57 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: CUMA GÜNÜ VE ÖNEMİ...

Paylasim icin tesekkür ederim emeginize saglik. sayenizde bilmediklerimizide ögrenmis oluyoruzz.
sagolun Allah razi olsunn.
Asri_Saadet
Cum Mar 02, 2012 8:02 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: 2 Mart / 2009 saat 06: 00

Basiniz sagololsun senem kardesim allah rahmet eylesin mekani cennet, kabri nurla dolsun insallah.
Asri_Saadet
Cum Mar 02, 2012 8:06 am
 
Foruma git
Konuya git

Ben ne yaparsam yapayım, o susar mantığı...

Ben ne yaparsam yapayım, o susar mantığı...

Her insan kendine yakışan davranışta bulunur...
‘’ Baca eğri de olsa dumanı doğru çıkar ‘’

Asil insanlar hangi ortamda, hangi durumla karşılaşırsa karşılaşsınlar asaletlerinden taviz vermezler. Son derece güzel ahlak sahibi bu kimseler, etraflarında herkes tarafında saygınlık duyulacak, örnek alınacak kimseler oldukları için hemen çevrelerinde fark edilirler.

Ancak bazı cahil insanlar, kendinden daha güzel ahlaka, terbiyeye sahip insanlar için nasıl olsa ben ne söylersem söyleyeyim, o ahlakını bozmayacak, cevap vermeyecek düşüncesiyle karşı tarafın iyi niyetini suiistimal etmeye çalışırlar..

Temelde yatan sebepler kıskançlık, menfaatçik ve vicdansızlıktan başka bir şey değildir.

Kendini yetersiz ve değersiz gören insanlar, kendinden daha güzel bir terbiyeye sahip insanla karşılaştıklarında, onları küçültmeye çalışarak kendi değerlerinin yükseleceğini zannederler.

Ben ne yaparsa yapayım, nasıl olsa bana saygısızca cevap vermez...

Nasıl olsa alttan alır, bana uymaz...

Nasıl olsa bu insandan bana zarar gelmez, düşüncesiyle karşı tarafın iyi niyetlerinden istifade etmeye çalışırlar.

Fakat ne şaşırtıcıdır ki aynı insanlar, çarpık bakış açısının devamında kendilerine kötü davranan, zalim, kendini bir şey olarak gören insanlar karşısında haysiyetlerini ayaklar altına alıp eğilip bükülürler.

Her yerde, her kültürde kolaylıkla görülebilen bu duruma en güzel örnek aile, iş yaşamı ve diğer sosyal ortamlardır. (İnternet paylaşım siteleri de dahil )

Kısaca;

Bazı insanlar basit çıkarları uğruna iki çeşit ahlaki davranış gösterirler.

Birincisi; Kişi karşısındaki insanı ne kadar iyi niyetli görürse, o kadar suistimal etmeye çalışır. Çünkü her ne kötülük yaparsa, her ne terbiyesizlik yaparsa yapsın bilir ki karşısındaki asil insan vicdanının sesini dinleyerek aynı üslupla cevap vermeyecek, alttan alacak, asaletinden hiçbir şekilde ödün vermeyecektir.

İkincisi; Aynı kişi bunun tam tersi olarak mefeatleri doğrultusunda; nadan, sinirli, şımarık, sözünü sakınmayan, büyük gönüllü bir insanla karşılaştığında bilerek ya da bilmeyerek bu kişilere karşı son derece dikkatli olup, saygıda mümkün olduğunca kusur etmemeye çalışacaktır.

Yukarıdaki örnek, sadece basit insanlara özgü olan bir davranış biçimidir.

Asil insanlar hangi durumla karşılaşırsa karşılaşsınlar, vicdanlarının sesi dinleyerek, sadece ve sadece Allah rızası için kötülüklerden sakınırlar. Karşısındaki insan güzel ahlak göstersin veya göstermesin, güzel ahlakı Allah için yaşadıklarından bundan asla taviz vermezler.

Birine iyi davranırken, bir başkasına kötü ahlak göstermezler.

Çıkarlarıyla ne kadar çatışırsa çatışsın, vicdanları asla böyle bir samimiyetsizlik yapmasına izin vermezler.

Karşısındaki insanın yaptığı saygısız davranış karşısında da aynı üslupla cevap vermeyi kendilerine yakıştıramayacaklarından susmayı tercih ederler.

Dürüst ve iyi insanlar hangi ortamda bulunurlarsa bulunsunlar, altın gibidirler, değerlerinden hiçbir şey kaybetmezler.



Sözün Özü: Altın çamura düşmekle, kıymetini yitirmez.

Her insan, kendine yakışan davranışta bulunur.
Asri_Saadet
Cmt Mar 03, 2012 11:39 am
 
Foruma git
Konuya git

Yaratılanı severiz, Yaradan'dan ötürü,

Yaratılanı severiz, Yaradan'dan ötürü.. Yaratılanı severim, Yaradan'dan ötürü

Yunus Emre’nin ilahi aşkla söylediği söz..

‘’Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü ‘’

Yaradan’ın yarattığı her şeye, hoşgörüyle, sevgiyle bakılmasını tavsiye ediyor Yunus..

Konu hassas…. Malüm sevgi olunca..

Sevginin kaynağı Rabbimiz.. Kaynağına sevgi göstermedikçe; birbirimize ve diğer tüm yaratılmışlara sevgi göstermemiz imkansız.. Sadece seviyor zannederiz o kadar.. O da üç gün sonra biter..

Sevgi neydi?

Sevgi incitmemekti, sevdiğine kıyamamaktı, yüreğinde hissetmekti…

Yunus’un duyduğu sevgi de böyle; bakılan her şeyde Rabbi görmek.

O’nun tüm yarattıklarına sevgiyle yaklaşmak, O’nu incitmemek adına; her an hoşnutluğunu gözetmek..

İnsan yaşadıkça öğreniyor; iman etmenin güzelliğini..

Yüreğinde Allah aşkı oldu mu, her şey ama her şey sevgi olup çıkıyor..

Bizler hepimiz sevdiklerimizi kırmaktan, incitmekten çekiniyoruz öyle değil mi? Ama sevmediklerimiz için öyle mi? Onlar için aman o beni sevse de olur sevmese de olur diyoruz..

Ancak Yunus Emre gibi; yüreğinde Allah aşkı olan insan, işte böyle düşünmüyor..

Karşısındaki kişi kötü davransa da, kötü söz söylese de hoşgörüyle yaklaşıyor..

Allah’ın yarattığı kul, ben nasıl Rabbime karşı gelirim? diye düşünüp, gördüğü kötü davranış karşısında aynı şekilde karşılık vermiyor. Vicdanının sesini dinliyor ve İlahi adalete sığınıyor.

Çünkü biliyor ki; Rabbi, yapılan her şeyi görüyor, işitiyor ve biliyor.. Ve yine biliyor ki; gün olacak tüm gizli haller bir bir ortaya çıkacak.

İmanını saf ve temiz tutmaya çalışan samimi insan hiçbir zaman kendine yakıştırmadığı, Allah’ın sevmediği tutum içinde olmaz. Çünkü O’nu incitmekten, kırmaktan çekinir.

İnsanız hepimiz hata yapabiliriz.. ama yapılan hatayı fark ettiğimiz anda özür dilemesini de bilmeliyiz.. Hata yapanlara karşı da tolerans tanıyıp, affedebilmeliyiz..

Allah ayette; affetsinler ve hoş görsünler demiyor mu? Siz affedilmek istemez misiniz demiyor mu?

O halde bir Müslüman’a Allah’a istemediği davranışta bulunmak, kincilik yakışmaz..

Kendim için konuşuyorum;

Sevgimi yüzlere, binlere, milyonlara bölüp paylaşabilirim..

Yaradan’ın tüm yarattıklarına sevgi ile ( güzellikle) yaklaşabilirim içimdeki Allah aşkından dolayı..

Kötülük yapanlara karşı da sabredip susabilirim, aynı üslupla karşılık vermeyebilirim, vermem de…

Ama, işte aması var…

Ben herkesi sevemem.. Severim dersem yalan olur.. Sizi değil kendimi kandırmış olurum.

Ben yüreğinde Allah korkusu taşımayan bencil, merhametsiz, vicdan sahibi olmayan olan insanları sevemiyorum, sevmiyorum.

Zulmedenleri, kendini beğenmişleri, can acıtanları sevmiyorum.

Dinime laf söyleyen, küçümseyen insanları sevemiyorum.

Müslüman din kardeşiyiz diyoruz hepimiz.. Peki bunun neresindeyiz?

Masum bir ailenin ocağına kor ateş düşürmüş caniler hayasızca gülerken, elini kolunu sallayarak dolaşırken ben onları nasıl sevebilirim?

Bir kız çocuğuna tecavüz eden caniye, evde eşine zulmedene nasıl hoşgörüyle bakabilirim?

Örnekleri çoğaltabilirim… Bir insanın içinde Allah korkusu olmalı..

Hem Allah sevmiyor ki, ben onları seveyim..

Ancak benim onları sevmemem demek; aynı şekilde acımasızca davranmam anlamına gelmiyor hemen bu noktanın altını çizmek istiyorum. İşte ‘’ Yunus’un hoşgörüsü ‘’ burada kendini gösteriyor..

Bakın Kuran’da nasıl buyuruyor Allah sevmediklerini;

"Allah saldırganları sevmez." (Bakara: 92/190, )

"Allah zâlimleri sevmez." (Âl-i İmrân: 94/57, 140; Şûra: 62/40),

Allah, kâfirleri sevmez." (Rum: 84/45)

Ve yine kibirlenenleri sevmediğini söylüyor Rabbimiz ( Nahl: 70/23) de.

Peygamber (s.a.v.) şöyle duâ etmiştir: "Allah’ım, bana seni sevmeyi ve seni seveni sevmeyi ve beni sana yaklaştıracak işleri sevmeyi lütfeyle; senin sevgini bana nefsimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili eyle..

Demek ki önce Allah sevgisi ve sonrasında onun yolunda olanları sevmeliyiz..

Ayrıca Allah Bizleri kafirlerle dost olmamamız konusunda uyarıyor;

Müminler, mü’minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allahtan yardım yoktur (ALİ İMRAN 3/28) Kafirlerle dost olmak yasak lakin; kötü muamele asla yok..Dinimizin özü sevgi, hoşgörü.

Sözün özü;

Yunus Emre‘’ Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü ‘’ derken bizlere;

Yaradan’ın yarattığı her şeye hoşgörü ile yaklaşmamızı tavsiye ediyor. Yaradan’ın yaratmaya değer kıldığı hiçbir şeyi bizlerin hakir görme, yargılama, hakkı yok.

Ancak dost edinme konusu; Kuran’a baktığımızda; Sizin dostunuz, ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren müminlerdir. (Maide Suresi, 55)

Yaradan yaratmaya değer kıldıysa; o değerlidir. Bize yargılamak düşmez, biz hep iyi olacağız. Kötülüğe güzellikle cevap vereceğiz. Mümin asla düşman olmayacak, hep örnek olacak…

Allah da dilerse; Kendine yöneltecek, kalbi mühürlü olanın kalbini açacak.

Yunus'un sözündeki gibi; Yaradan’ın yarattığı her şeye sevgiyle, hoşgörüyle yaklaşmak esastır...

Ey insanoğlu! ben söyleyeceklerimi söyledim.. sözlerim sizin oralara ulaşır mı billemem ama diyeceğim o ki; sen diken de yollasalar hep gül yolla olur mu? Çünkü asil Müslüman’a yakışan budur..

Sevgi ve ışıkla..
Asri_Saadet
Cmt Mar 03, 2012 10:27 am
 
Foruma git
Konuya git

ASR-I SAÂDET,Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in dönemi.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in dönemi.

Peygamber Efendimiz'den itibaren İslâm Tarihi, Hz. Peygamber dönemi, Hulefâ-i Râşidûn, Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular, Osmanlılar gibi muhtelif dönemlere ayrılmıştır. İşte bu dönemlerin başında yer alan Hz. Peygamber dönemine müslüman âlimler "Asr-ı Saâdet" adını vermişlerdir.

"Mutluluk Devri" manasını ifade eden bu terkip, gerçekten de o dönemin bir kelimeyle ifade edilmesini sağlayan isabetle seçilmiş bir terkiptir.

Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.s.) döneminde bizzat O'nun rehberliği ve liderliğinde ashab-ı kirâm, İslâm'ın dînî-dünyevî bütün emirlerini anlamış, yaşamış ve yaşatmışlardı. Hz. Peygamber'in eğitiminden geçmiş olan ashab-ı kirâm, İslâm davasına gönülden bağlı idiler. Samimiyet ve ihlâs içerisinde yalnız bir Allah'a kul olmuşlar, O'nun Resûlüne gönül vermişlerdi. Ruhlarını, düşüncelerini, davranış ve yaşayışlarını Allah ve Rasulunun istediği şekilde şekillendirmişlerdi; Kitap ve Sünnet, onlara yön veriyordu. Bu sebeple de inandıkları ulvî davalarını her şeyin üstünde tutuyor; dinleri uğruna mallarını, hatta canlarını feda etmede zerre kadar tereddüt göstermiyorlardı.

İşte bu anlayış ve yaşayışa sahip bulunan fertlerden oluşan İslâm toplumunda, tam bir birlik ve beraberlik, âhenk ve uyum, dayanışma ve yardımlaşma, kaynaşma ve aktivite hakimdi. Müslümanlar, idarî, siyasî, ictimaî, iktisadî, ilmî, askerî, adlî gibi çok muhtelif yönlerden olgunluğun zirvesinde idiler. Belki idarî müesseseler gelişmemişti, ama idarenin en mükemmeli veriliyordu. Henüz dünya imparatorlukları dize getirilmemişti müslümanlar dünyanın dört bir tarafına hâkimiyetlerini götürememişlerdi, ama bunun temelleri sağlam bir şekilde ve muvaffakiyetle atılmıştı. Müslümanların hayat standardı ve refah seviyesi pek yüksek değildi ama, zaten onlar müreffeh, mutantan ve lüks ve israfa yönelik bir hayatın arayıcıları değillerdi. Muhtelif ilimlere dair muntazam, sistemli eserler yazılmamıştı ama, ashab-ı kirâm, gerçek bilgiye yani vahye sahip çıkmış, ilmin önem ve değerini gayet iyi anlamışlardı. Henüz o dönemde devamlı silâh altında tutulan ve talim yaptırılan teçhizatlı ordular yoktu ama; İslâm cemiyetinin her bir ferdi, gözünü budaktan esirgemeyen ve şehidliği mertebelerin en yücesi bilen cesaret timsali mücahid bir kişiliğe sahipti. Adliye sarayları, mahkeme salonları, adliyeye dair diğer organizasyonlar henüz mevcut değildi ama; Hırsızlık yapan, kızını Fâtıma da olsa elini keserdim. " diyen bir peygamberin tabîleri, adaletin eşsiz örneklerini sergilemişlerdi.

Yani cemiyetin her köşesinde huzur, güven, emniyet, asayiş, nizam, intizam ve istikrar vardı. Bu dönem, daha sonraki müslüman nesillere örnek teşkîl eden mutluluk ve saâdet dönemiydi.

Bundan dolayı da elbette ki bu dönem "Âsr-ı Saâdet" diye anılacaktı.
Asri_Saadet
Pzr Mar 04, 2012 4:43 pm
 
Foruma git
Konuya git

YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ YAZILACAK SIRLARIN SONU

[attachment=0]b-356781-Besmele.gif[/attachment]

BESMELE
Kâinâtta ne varsa, Allah'ın kudret ve göçlerinin görünüşüdür. “Her şey Allah’ı tesbih ediyor durmadan. Siz bunu göremezsiniz”. (Âyet. 17/44)
“Tüsebbihu lehüs semâvatüs seb'u vel erdu ve men fihinn ve im min şey'in illa yüsebbihu bi hamdihi ve lakil la tefkahune tesbihahüm innehu kane halimen ğafura : Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır.“ (İsrâ 17/44)
Bütün bu görünüş ve kudretler de Hakk’ın görünüşüdür. Burada tesbih demek, durmadan muayyen bir intizam içinde kaynaşma demektir ki herşeyin aslını teşkil eden atom âlemidir.
Değişmeyen bir nizam ve kanun halinde bu tesbih devamlıdır.
“Hakk güçleriyle her yerde hazır ve nazırdır. Her şeyi muhittir. Kaplamıştır.”
Her şey yerde ve semâlarda Allah’ın azîz ve hakim olduğunu durmadan tesbih ediyor....
Atomların kaynaşmaları Hakk’ın Varlığını ispat ediyor, haykırıyor.
İlim ve fen bu güçlerdeki değişmeyen kanunları bulmuş.
Her türlü fen dalı ortaya çıkmıştır.
Bunlardan da keşifler, icatlar bulunmuştur.
Aya gitmeye kadar.
Değişmeyen kanunların güç ve kudretleriyle...
Fizik, kimya, mekanik, kâinâttaki işleme, oluş kanunlarının değişmeyen neticeleri bunların hepsi...
Su : Hidrojen ve oksijenden ibarettir.
Kimya bunu ortaya çıkardı.
Cazibe kanunu, fizik ve bütün buna bağlı oluşlar, buluşlar, bunların inceliklerini, sırlarını matematik yardımıyla hesap ederek ortaya çıkarıldı Aklın acz içine gireceği noktalara kadar matematik ile varıldı...
Bu hesapların bulduğu neticelere harfiyyen riâyet edilerek icat edilen vasıtalar harekete geçirildi.
Ve aya kadar varıldı.
Hiç şaşmadan, matematiğin buluşlarına hürmet, Hakk’ın kudretlerinin değişmeyen kanunlarına hürmet demektir...
Bir elektrik enerji kaynağından gelen görülmeyen enerjiyi hararet, ziya, güç haline getirmek için onun usul ve kanunu üzere ona kati riâyet edilmesi gerekir.
Aksi olmaz.
Nasıl bir düğmeyi çevirerek o enerjiden elde edilen kudretle bir makineyi harekete geçiriyoruz.
Biz burada hareketi temin için bir vasıta oluyoruz.
O enerji biz değiliz...
Bizim elimiz onu harekete geçirdi.
Bu işte : iyi örnek, o düğmeye târif ve usûlü üzere dokunmak kaidelere bağlı olmak demektir.
Ceryana el süremezsiniz.
Yanarsınız veya sarsılırsınız.
Kuru el az, yaş el daha çok tehlikeye maruzdur.
Düğmeye basmak : Enerjiyi harekete geçirmek için bir emirdir.
“OL!” demektir.
Kapamak “Olma!” dur demektir değil mi?...
Evet mi? Soruyorum.
Evet!
O halde dinle :
Bir fabrikada makinaları işletmek için şarteli açmak lâzımdır. Bu bir nevi elektrik enerjisinin makinalara gelmesine emir vermektir.
Fakat o enerji asıl elektrik merkezinden geliyor.
Siz yalnız bunu açıyorsunuz.
Vücut makinasındaki bütün, kudret Hakk’ın güçlerinden geliyor.
Onu edeble, usûlü üzere çevirmek, için düğmeye basmak Hakk’ın ismiyle olur.
Besmele, yani "OL!" "Kün!" emri budur.
Sendeki kudretin harekete geçirilmesi için Hakk’ın ismini anmak lâzımdır.
Makinaya temiz bakılır, yağı, yakıtı en iyi cinsten temin edilir değil mi?
Evet aksi makina bozulur... Değil mi?.
O halde.
Evet!
Yine dinle :
Sana iş gören makinaya nasıl bu hususlara dikkat ederek bakıyorsan, vücuduna da öyle bakacaksın.
Falan marka yağ en iyisidir.
Falan marka yakıt en iyisidir diyorsun...
Onları daima arıyorsun.
O halde...
Daha sözüm yok, aklın var uzun uzun düşün bakalım nereye varacaksın...
Bugünkü insanlar eskilere nazaran daha çok;
Evinin boyasına, perdesine, mobilyasına, elbisesine, konforuna musluğuna, helâsına, banyosuna baktığı kadar kendine bakmıyor...
Geçmişin sahifelerini çevirin.
Hor gördüğün geçmişte güzel bir eskiyi güzel bir yeni yapın...
İslâmda : Besmele "Kün!" emrinin yani "OL!", emrinin anahtarıdır.
Şartelidir.
Besmele : Âyettir.
“İNNEHÜ MİN SÜLEYMANE VE İNNEHÜ BİSMİLLÂHİR-
RAHMÂNIRRAHÎM”. (27/30. Âyet)
“ İnnehu min süleymane ve innehu bismillahirrahmanirrahiym : «Mektup Süleyman'dandır, rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla (başlamakta) dır.“ (Neml 27/30)
Kur’ân = Allah Kelâmı, abdestsiz okunamadığı gibi besmele de abdestsiz söylenemez.
Kur’ân arapça değildir.
Allah'çadır.
Kafana itiraz etme arzusu getirme.
Böyledir.
Bugün besmele ciklet gibi olmuştur.
Bu durumda besmeleden fayda göremezsin...
Çünkü düğmeye tam basmazsan zil çalmaz.
Cikletten bir fayda bekleme.
Çenen yorulur.
Geviş, getirmek insanlara ait değildir.
Hırsızlık ve taklid de doğru değildir.
Her işte Hakk’ın verdiği enerjiyi kullanmak için besmele lâzımdır.
Bunu da söylemek için abdest lâzımdır.
Abdestsiz : Yeme. İçme. kelâm etme diyoruz!
Sen Hakk’ın güçlerinin naip makinasısın...
Ona lâzım malzemeyi onun ismini anmadan yani "Ol!" diye bilmek için...
Abdest alırken: Zihnen, dili kıpırdatmadan söyle...
Gıda : Hakk’ın nimeti "BİNİMETİ RABBİKE FEHADDİS"
“ Ve emma bini'meti rabbike fehaddis. : Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an.“ (Duha 93/11)
İçme : Sudan halkedildik. "VECEALNA MİNEL MAİ KÜLLÜ ŞEYİN HAY"
“ E ve lem yerallezine keferu ennes semavati vel erda kaneta ratkan fe fetaknahüma ve cealna minel mai külle şey'in hayy e fe la yü'minun : İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?“ (Enbiyâ 21/30)
Kelâm : Sen "Kul"sun.
Kul Allah namına konuşan demektir.
Kur’ân-ı Kerîm’de "Kul" Hakk’ın namına söyle demektir.
Söz vahyin devamıdır.
Güzel sözler lâzım, çirkinler değil...
Hudud dışı sözler vardır.
Bilmeden söylenmiştir.
Mesnevide, mevlütte Fakat bunların hepsinin ne Hazreti Mevlanadan ne de Süleyman Çelebi'den çıktığına kâni değilim...
Bu büyük insanlardan sonra Yahudi parmağı ile kitaplarına sokulmuştur.
Bu hal hiç yorulmadan ispat edilir...
Müstehcen hikâyeler, müzik, Azrail'e fenâ görevler yükletilmesi..
Hakiki besmele ile :
Deniz yarılmıştır.
Ölüler diriltilmiş.
Ay ikiye ayrılmıştır.
Hakk’ın kudretlerinin insandan suduru,
Hakk’ın izniyle "Kün" lâfzı kullanmakla olmuştur.
Dua nedir?
Hakiki dua kabul olunur.
Buna şüphe etmeyin...
Dua Hakk’ın sende bulunan kudretleriyle Hakk’a dönmek.
Hakk’a iltica etmektir.
Hakiki dua yapmazsan kabul olmadığı gibi küfür derecesine iner.
Dikkat buyrulursa Resûlü Ekrem : "Bana selâvat getirmeden niyazlar yerine çıkmaz" buyurmuştur...
"Ben onları seçerim. Sizin bir yanlışlık ve isyan hududuna girmemeniz için. Bir nevi sansür oluyor..
Çünkü Ben ahlâkı tamamlamak için Rahmetenlilalemin olarak gönderildim!“ demişlerdir.
O halde dediklerimiz doğrudur.
Hülâsa : Besmele, Âyet-i Kerimedir.
Abdestsiz Âyet-i Kerime okunmaz.
O halde abdestli gez, abdestsiz konuşma, yeme, içme, böyle olan insan Hazreti İnsandır.
O kimse yeryüzünde Allah'ın görünür gücü gibidir.
Besmele : B, S , M , L, He…
Biismi Muhakkak o isimle demektir.
“O isim ile” Her şeyde O vardır demek değildir; Dikkat edin!..
Her şey O’ndandır.
O’ndan zuhur etmiştir.
Zuhur eden ne varsa O yaratmıştır.
O’nun zâhir teceilisidir.
Her şey O’nundur.
Her şeyin başlangıcı O dur.
Ben de O’nun yarattığı bir kulum!..
Her hareketim O’ndan.
Ben de her hareketime her işime O’nunla birlikte başlarım. Ben O’ndan ayrı değilim.
Zâten hiç bir şey O’ndan ayrı olamaz...
Beni serbest bıraktığı, bana cüz'i bir irade verdiği için, ben gurur duymam.
Ben onun yarattığı bir mahlukum, onun arzu ve isteği ile şükran ve hamdimi bildirmek için her işime onun ismiyle başlarım.
Onunla beraber başlarım...
Çünkü ben, ondan bir parça, bir zerreyim.
Bir motorun kendisi işlemez, onu işleten içine giren benzindir.
Ateş alır, gaz olur, kuvvet ve enerji olur.
Motoru işletir.
Vüçudda bir motordur.
Onu işleten Hakk’ın verdiği ve ondan bir zerre olan, onun emrinden olan Ruhtur.
Ruh ölmez.
Bütün bunlar rızık perdesinin altına gizlenmiştir.
Onlar da bir çok perdeler altına gizlenmiştir
“LEN TERANİ” beni göremezsin, dedi.
“LEN ERA” Ben görünmem demedi.
Ondan olan ruh hiçbir vakit ona saldırmaz…
Ruh, Allah'ı idrak edecek kabiliyet ve kudrette yaratılmıştır.
İnkâr edenlere şaşmamak mümkün değil.
Onlar akıl ile bu hüsrana düşmüşlerdir.
Aklın ötesinde, aklın durduğu hududdan sonra Hakk’ı idrak hududu başlar.
Bütün kâinât, Hakk’ın güçlerinin, kudretlerinin görünüşüdür. Bu güçler de Hakk’ın görünüşüdür.
Perdeler vardır insanın gözünde.
Perdeler vardır insanın kulağında.
Perdeler vardır insanın akıl ve idrâkinde.
Merak etme bu perdelerin arkasındakini, çünkü o perdelerin arkasından geldik arz üzerine, seyretmek için kendi kendimizi...
Buraları mantık ile zedeleme.
Bunlar aklın hududu dışındadırlar.
Bu gibi şeyleri akıl ve mantık ile çarpıştırmadan kabul etmek lâzımdır.
Mantık demek bir işte akıl kadrosuna sokmak için bu işte pürüz varmı yok muyu bulma meleke ve usulüdür.
Mantık dünyadaki ruhî ve maddî ahengin içinde anlayamadıklarımızı anlamağa çalışırken lâzım olan aklın bir klavuzudur.
Bir mıknatıs ile çekmek gibi.
Fakat yalancıları değil de hakikatları çekme.
Yalancılar ortada kalır...
Buralarda felsefe ve metafizik tepinmeye başlar.
Bunun gibi düşünceler : İnsanı meçhul ve mevhum hiçbir yerden alır ve hiçbirşeye götüren yolların klavuzu ve haritasıdır.
1- Bismillah
2- Bismillahi Allahüekber
3- Bismi yâ Rahmân
4- Bismi yâ Rahîm
5- Bismillahi Haliku Ekber
6- BismillâhirRahmânirRahîm
7- Euzurbillahimineşşeytaniracim BismillâhirRahmânirRahîm.
Kul euzu birabbifelâk ve Kul euzu birabbinas
iki surede medinede nazil olmuştur.
“VALLÂH. BÎLLAH”
“O, Allah varya bütün sonsuz kâinâtı muhittir.
Şah damarından bana daha yakın olan onda, erir ve yok olurum. Onunla birlikte söylerim ki!“ demektir.
Bu aynı zamanda en büyük yemindir.
Ve aynı zamanda çok tehlikeli bir lâfızdır.
Çok müslümanlar bu lâfzı ağızlarından eksik etmezler.
Büyük gaflet içindedirler.
Küfre insanı sokar hatta haberi olmadan insan kâfir olur.
Bütün besmelelerin zamanı nerelerde söyleneceğine geçmeden evvel şunları söylemek isteriz.
Bunların bir kısmı :
1-Yalnız söyleyenin kendi işitmesi, başkasının işitmemesi gerekenleri vardır. Yalnız dil oynatmak ve kendi kendine söylemek.
2- Başkasının duyması gerekenleri vardır.
3- Tamamiyle gizli söylenenleri vardır.
4- Besmele Hakk’ın “KÜN!” ol emrinin anahtarıdır.
"BESMELESİZ İŞLERDE HAYIR YOKTUR!“ hadisi şerif.
Yani o işte Hakk’ın izni alınmamıştır.
Düşünülürse besmelesiz başlayan her iş ve harekette Hakk’ı unutmak gizlidir.
Bunun altında da çok ince tehlikeli inkâr saklıdır.
Amma bu “AZİM” denilen müsamaha, Hakk’ın hoş görme hududu içindedir.
Fakat bu da incelerin incesi bir hududdur.
Akla gelip de fiili, hareki ve söze intikal etmiyen düşüncelere verilen isimdir.
“AZİM”. Böyle bilinmelidir.
İslâm dini çok ince bir dindir ve Allah'ın indinde en makbul bir dindir.
Âyet-i Kerime ile Hakk bunu bildirmiştir.
"Besmele", "abdestsiz iken kat'iyen sesli söylenmez."
1. Bismillah : Abdestsiz söylenebilir ve kimse duymamalıdır.
İçten söylenecek ve fakat dil oynatılacak sessiz bile olsa dili oynatmak dil ile ikrar demektir.
Abdestli iken sesli duyulacak sûrette söylenir.
"Niçinleri var: Abdestsiz kimse “Nas” dır.
Lâalettayin bir insandır.
İmanı izhar için kendi kendinde gizli insan demektir.
Abdestli insan “MÜ’MİN” dir.
Âdemiyetini izhar ve kendi kendine tasdik için sesli duyulacak sûrette söyler"
Abdest alacağın zaman sesli olarak:
“Euzubillahi mineşşeytaniricim“ suya daha dokunmadan evvel söylenir.
Eller yıkanır, ağıza su verilir.
Sonra tekrar ellere başlarken Bismillah söylenir.
Yâni suya temas ettiği zaman...
Teyemmümde hepsi sessiz ve zihnen bismillah...
Gusülde "sessiz" Euzubillahi menişşeytânirracim Bismillah.
Bu besmele suya hürmeten cesedin söyleyişidir.
Cimâda, başlarken “Sessiz” Euzubillahi meneşşeytânirracim.
Gusülde evvelâ abdest alınır.
Sonra ağız ve burun 3 er defa yıkanır bu farzdır.
Abdestte ağız ve burun yıkamak sünnettir.
Gusülde ağız yıkamağa "MAZMAZA" denir.
Bu olmadan gusül olmaz.
Sonra başından aşağı su dökülür.
Bu cesedin bir nevi istiğfarıdır.
Sonra sağ omuzdan, sonra sol omuzdan su dökülür.
Bunlar “Hafaza meleklerinin” tekrar sana yanaşmasının ve gusül yaptığının şahedetidir.
Cimâda hafaza melekleri ve bütün haramlarda içkide, kumarda, zinada çekilirler, onların çekildiği zaman insan mü’min değildir. Kâfirlerde, münkirlerde münafıklarda hafaza melekleri çekilirler.
"ZİNA YAPAN O ANDA MÜ’MİN DEĞİLDİR" Hadisi Serif.
Kadın olsun erkek olsun...
Hafaza meleklerinin çekilmesi Hakk’ın rahmetinin hududsuz olduğunu ilandır.
Kul tövbeye gitsin diye.
Livata yapanlar küfürdedirler.
Tövbeleri makbul değildir.
Av yaparken, abdestli olmak, Kurşun atarken veya hayvan ile avlarken, şahini salarken Bismillah.
Balık avlarken ağı veya oltayı atarken abdestli Bismillah...
Hayvan keserken, abdestli olmak lâzımdır.
Sesli başkasının ve hayvanın duyacağı şekilde : “BİSMİLLAH ALLAHU EKBER” “ALLAH” sessiz söylenecek.
“BEN BUNU YAPMIYORUM!” Demektir
Abdestsizken yemek yersen “TUZ” ile başla.
Ve sesli olarak Bismillah de.
Tuz ile başla. Ve sesli olarak “Bismillah! ” de.
Tuz ile değilse sessiz söyle.
Sebebini de sorma.
Abdestli iken de tuz ile başlamak ve tuz ile bitirmek iyidir ve sünnetir.
Abdestli yemek yemek, en doğrusudur.
“İYİ” dir, Sözünü İslâm lügatında ; çirkindir, fenâdır, iyidir Kelimelerinin anlaşıldığı mânâ değildir.
İyidir: Bunda Hakk’ın rızası var demektir.
Sünnet, Sünnet-i Resûl demektir.
"Su içerken iş bambaşkadır.
Abdestsiz olarak yalvarırım su içmeyin.
Sebebini de merak edip sormayın !.."
Suyu mümkünse oturarak, çökerek için :
"Bismillah yâ Rahmân !" deyin.
İçtikten sonra da : “VE CEALNÂ MİNEL MAİ KÜLLE ŞEYİN HAY” diyerek : “ELH AMDÜLİLLAH YÂ VÂCİD” söyleyin...
Sıcak ve soğuk suya, yemeğe üfürmeyin (soğutmak için.) Hadisi Şeriftir.
Üfürmekte nimete karşı ince bir hakaret ve hürmetsizlik gizlidir.
Bunu söyleyemem sebebi çok mühimdir, söyleneni yaparsanız iyi olur. Sözümüz o kadar...
Resûlü Ekrem'in bazı hadislerinde emir gizlidir.
“Yapınız !”.
Bazılarında da ihtiyar bırakılmıştır.
İhtiyara bırakmakda da büyük bir şey gizlidir.
Bu sebep bilinirse o Hadisin bildirdiği şey insana âdeta farz olur.
Terki, insanı felâkete götürür.
O zaman tahammülün üstünde bir yük olur.
Böyle hadisleri söyledikleri zaman sorulan suallere Resûlüllah cevap vermemişlerdir.
İbâdetlerde "Sünneti Müekkide" ve "Gayri Müekkide"ler vardır.
Tekid edilmiş yâni yapılması muhakkak lâzımdır.
Tekid edilmeyenlerde kendileri terk ederek ümmetine fazla külfet vermemişlerdir.
Bunların hakikati anlaşılırsa, o zaman insan tedirgin olur ve terkinde küfre bile gidebilir...
Küçük bir misal verelim :
1- Daima abdestli bulunmak.
2- Gece namazı kılmak.
3- Yerde yatmak. Resûlü Ekreme farzdır, ümmetine bir şey değildir.
Soğan ve sarımsak ve bazı gıdaları yemek Resûlü Ekreme haramdır. Ümmetine mübahtır.
Cünup olduğu zaman, gusül ümmetine farzdır.
Hakikatlara vukufu olan öyle büyük kullar vardır ki.
Hakk’ı bir an unuttukları zaman gusül etmeye mecbur olurlar. Bu gusül çok mühimdir.
Sorma! Sen bildiğin guslü yap o sana yeter artar bile...
Guslü icâb eden hallerde insan herşeyi unutur.
Kendini ve Hakk’ı dahi...
Ondan dolayı cesedin tövbesi için gusül emrolunmuştur.
Hakk’ın neden halkettiğini bildirmediği ve her şeyi ondan halkettiği su, ile yıkanmak emri bundan dolayıdır.
“Su içmesi men edilen bir hastanın diline su damlatılırsa ferahlar, neden?” bunda birşey gizlidir.
Su olmadığı zaman cesedin yaratıldığı, toprak, ile teyemmüm edilmesi bildirilmiştir.
Toprak olmasaydı.
Su görünmezdi.
Hakk suyu göstermek için toprağı halketti.
Su ile toprak sarmaş dolaş oldu.
Ve Hakk bu hakikati, Kadir bilen ahbaplığı sevdi, ondan insanı halketti.
Ve kendi emrinden bu hamura ruhu gönderdi.
Onun için toprak insana şöyle söyler :
“Allah seni benden yarattı. Yine bana vereceğini va’d etti. Borç vermekle ödenir.“
Bunda ince ilâhî bir haykırış gizlidir.
“Kudreti ilâhîye evvelâ sudan.
Sonra benden geçerek, insanda tecellî etti.
Yol o halde bendedir.
Tekrar oraya Benim yolumdan geçilerek gidilir.
Size temiz pak olarak karıştık, döndüğünde sende Bize temiz gelirsen ne sen ne de ben utanırız.
Huzurda...“
Allah suyu neden halkettiğini bildirmedi.
Beni neden halkettiğini hiç haber vermedi.
Biz Hakk’ın kudretinin bilinmeyen perdesiyiz...
Topraktan halkedildiniz.
Tekrar bize döneceksiniz.
Tekrar biz de, “Sur” ile dirilip Hakk’ın huzuruna hep birlikte çıkacağız.
Aman, bize sorulacak suallerde bizi müşkül duruma sokmayınız...
İndiilâhîde bizim şahâdetimiz çok makbul ve doğrudur.
Kâinâtta her şeye rızık bizden verilir.
Söylemiş ya bir Hakk dostu :
“Benim sadık dostum kara topraktır!“
Ayakta su içmek mecburiyetinde kalırsınız :
Sağ ayak başparmağını yukarı doğru kaldırıp :
“ALLAHÜMME SALLİ ALÂ MEN ŞEREBE KAİMEN VE KUUDEN” diyerek içmelidir.
Bu hadistir.
Sağ ayak başparmağını yukarı kaldırmakta “BABENSKΔ refleksi müsbettir.
Mide yolundan içilen su bağırsağa geçmez.
"TABES" denilen, hastalıkta mide plöründe şiddetli sancılar olur.
Bu plörün kapamasıdır.
Burada da babenski müsbettir.
Ayakta mide yolu açılır.
Su doğrudan bağırsağa geçer.
Parmağı yukarı kaldırırsan yol kapanır.
O an için su midede kalır...
En iyisi oturarak içmektir...
Besmele : Allah’ın kullara en büyük hediyesidir.
Hakk ile temas ve onun insana bahşettiği kudret ve kuvvetler, besmele kullanmak ile mümkündür.
Hakk’ın kudret ve güçlerini kullanmak için müsaade almaktır. Âdeta Hakk’ın kapısını çalmak bununla olur.
Bugün müslüman geçinenler Besmeleyi âdeta ağızlarında çiklet yapmışlardır.
Bu hal günahmıdır?.. Hayır...
Hakk’ın ismine birşey yapamazsın...
Fakat ondan zerre kadar fayda göremezsin...
Bu hal devam ederse cesedin utanır ve yavaş yavaş kendini helâka getirir. Seni...
Böyle olan “Sen” nedir bilirmisin?
Cesedin ile ruhun arasına giren “Nefis” sin.
Sen nefisle tamamiyle bitişiksin.
Âdeta osun.
Fakat sen değilsin...
Aynaya baktığın zaman kendinsin ama sen aynada görünen değilsin...
Hakk’ın kapısını çalmak besmele iledir.
Senin verdiğin kudretle senin yerine iş göreceğim müsaade et.
Kulların kapısını çalmakta selâm ile olur.
Evine girerken sol ayağını evvela çıkar, yere basmadan evin içine at. evin içine basarken “Selâmun aleykum” de..
Sağ ayağını da çıkarıp basarken bismillah söyle.
Çıkarken evinden ilk defa sağ ayağınla besmele çekerek çık!..
Arzuladığını ondan sonra oku...
"Esselâm" deme!..
Harf-i Târifli selâmın nerede söyleneceğini de öğren...
Benden değil!..
Kitaplardan, hocalardan.
Bana sorma seste çıkarma!
Benim sözlerim zordur.
O kadar!..
Ben ne sana benzerim nede sen bana!..
Bu bir makam veyahut kibir, büyüklük meselesi değildir.
Belki senin ayarına kadar bile ulaşamamış bir kulum...
Hakk katında ben bir hiçim.
Hakk’ın benim yanımdaki kıymetini çoğaltmağa çabalıyorum. Gölgesi görünmeyen Hakk’ın gölgesini takip ediyorum.
Saman çöpünde perdelenen zikri işitmezsen bile o zikri sezmeye çabala.
Her türlü ince bidatten, ince şirkten, ince haramdan kurtulmak lâzımdır.
"Esselâm" Allah’ın kulunu koruyan gizli ismidir.
Bu esmâdan dolayı biz :
“Selâmet ile git!”
Maasselâmi!
Hakk’ın hıfzı senin üzerinde olsun!
"Esselâm" esmâsının Melekleri seninle olsun!
Eskiden “sağlimen geldim!” diye telgraf veya mektup yazarlardı.
Bu, Allah'ın selâm esmâsının Melekleriyle geldim, getirildim.
Selâmet ile... Hakk’a bin şükür olsun demektir.
“Selâmün aleyküm. Esselâmu aleyküm.”
“Aleyküm selâm. Ve aleyküm selâm.”
Bunlarıda bugün dejenere ederek ağzımızda çiklet yaptık...
Bu hal hiç doğru değildir.
Ne yapalım dersen.
Her yerde söyleme.
"Merhaba" kâfidir.
Merhaba demek benden çekinme, bensen sana zarar gelmez demektir.
"Essalam" bilene söylersem iyi olur.
Bilmeyene söylemem.
Amma sende bilmiyorsun.
O halde "Merhaba" da kal!
Senin için iyi olur.
Eskiden sağ eli alına getirip ağıza doğru indirirlerdi.
Bir de ağızdan yukarı alına kaldırırlardı.
Bunların mânâları büyüktür.
Ne zaman öyle ve ne zaman böyle yapılır bilmek lâzımdır. Bugün dünya bunu bilmeyenlerle doludur.
Ondan dolayı bunun modası geçti diyorlar.
İyi diyorlar, zira insan hem kendi günaha girer ve küfre...
Bu senin, benim veya üç sapığın işi değildir.
Hakk istemedi.
Artık lâyık görmedi de bugünün insanlarından sildi...
Modası geçti diyorlar.
Buda çok iyidir.
Pirinç, ayıklanıyor, kimse farkında değildir.
Bu lafı bile anlamadınız.
Anlıyamazsınız!
Öğrenemezsiniz de!..
Yukarda dedik ya sözlerimiz zordur.
El ile selâmın "Nahr" ile alakası vardır.
Tekbir getirirken eller göğüs hizasına kaldırmak mânâsınadır.
Boğazlamak mânâsına değildir.
Bayram namazı ve kurban bayramında, Kurban kesmek Hakk’ında sarih bir emir olmadığı.
Yalnız bazıları Allah'dan başkası namına Kurban keserdi. Bunun ürerine Allah namına olması emrolundu.
Hazreti Ali efendimize nahr Hakk’ında sorulmuş ve bu cevabı vermişlerdir.
“Namaz kıl ve tekbir getirirken ellerini göğüs = Nahr hizasına kaldır!”
Resûlü Ekrem: “Yâ Cebrail, burada Nahr nedir?“
(Cebrail as) : “Yâ Resûlullah! Bu hayvan boğazlamak değildir.
Allah namaz için tekbir getirileceği zaman ellerini göğüs hizasına kadar kaldırmayı emrediyor.
Rüküda eğildiğinde de, secdeye vardığında da böyle yapacaksın...
Çünkü bu bizim ve yedikat gökteki Meleklerin namazıdır, selatıdır.
Her şeyin bir süsü vardır, namazın süsü ise her tekbirde elleri kaldırmaktır!“
"Bayram namazındaki tekbirleri düşünmek lâzımdır."
"AHKAMÜ’L- KUR’ÂN Fİ İHTİLAFI EİMME"
Vitir namazında : Üçüncü rekatta tekbir alıp Kunut duasını okumak.
Bu bambaşka bir tekbirdir.
Vitir namazı vâcibdir.
Bunun Hakk’ında bir çok rivâyet vardır.
Bu namaz “Tek” kılınır.
Yalnız teravih de cemaatle kılınır.
Bunun sebebi de mühimdir.
Öğrenmek lâzımdır.
Merak edersen, boş merak değil.
Öğrenirsen o namaza başka bir kıymet vermek gerekir ki ihmali insanı küfre götürür “YESTEHZİUN” zümresine sokar.
Onun için babandan öğrendiğini yap.
Bunlar Hakk’ında binlerce eser yazılmıştır, yıllarca evvel...
Bu kitaplar bugün çürümekte, bazıları güvelenmekte, rutubetten yazıları kaybolmadadır.
Anadolunun her köşesinde kütüphaneler tozlar içindedir.
Bunları bugün ancak meraklı ilim adamları belki inceleyebilirler.
O da bilselerdi…
Tarihe kızılmaz.
Aktörlerine kin beslenmez.
İlerleyiş sebeplerini gerileyiş sebeplerini düşünmek lâzımdır.
Mâziyi birden kötülemek doğru değildir.
Dededen kalma Örf âdetleri bırakmak ve değiştirmek hakiki insan işi değildir.
Taklid çok büyük helak vasıtasıdır.
Eski yazı ile bağlantımızdan ayrıldıkça tarihimizde, kültürümüzde kayboluyor ve olmuştur da...
Geçmişin sahifelerini çevirin!
Geçmişte güzel bir eskiyi güzel bir yeni yapın!
İnsanlık : Fâni insanın ölmezliğidir.
Örf ve âdetlerinizi öldürmeyin!.
Aynaya baktığınız zaman nasıl görünüyorsanız hiç olmazsa öyle görünün!..
Ayna hiç olmazsa yalan söylemez.
Allah’ın, Resûlullahın, herhangi bir gönül erinin yanında makam, mertebe, rütbe aramayın :
Onların sizin yanınızdaki kıymetini ölçün.
Çoğaltın o zaman hakiki kıymetinizi belki bulabilirsiniz...
"Hakk’a yakın olanlara Hakk, kul farkına varmadan onun matlubu içinde tecellî eder yâni arzusu ne ise onun içinde tecellî eder."
Bu sözü gönül ve akıl laboratuvarında en ince tahlilden geçirin.
Boş söz değildir.
Hemen anladımda deme çok düşün...
İçinde büyük bir yol bir müjde gizlidir.
Tekrar ediyorum anlaşılması güçtür.
Matematik problemi gibidir.
Bu problemin altında hakiki "Kul" gizlidir.
Onun nasıl olacağını bul!..
Nasıl bulacağım deme!
Hakk’ın emirlerini Resûlü Ekremin bildirdiklerini yap!..
Daima abdestli ol : Abdestsiz, konuşma, yeme, içme Böylelikle: Şeytan sana yanaşamaz...
Daima aklın değilse bile, cesedin huzurdadır.
Hafaza Melekleri seni daima korurlar.
Hafaza Melekleri nedir.
Biri sağda diğeri solda.
Omuz hizasında-dırlar.
Namazda onlara da selâm verilir.
Senin ruhun, Levhi Mahfuzdan, ana rahmine geldiğinde, onlarda birlikte gelirler.
Seninle birlikte büyürler.
Birlikte doğarlar.
Ruhunu teslim edinceye kadar seninle birliktedirler.
Bunların vazifeleri nelerdir.
Bildiğin kadar kâfi.
Bunların ne olduğunu, ne iş gördüklerini Hakk’ın emirlerini tamamiyle yaptığın zaman öğrenebilirsin...
Onları görüp anlayanlar, dünyada iken dünyayı terketmiş gibidirler...
Hırs bilmezler.
Bütün arzuları Hakk’ın arzularıdır.
Ne rızık verilirse ona şükrederler.
Hamd içindedirler...
Bilmezsin : Resûlü Ekrem yerde bir post üzerinde yaşardı... Yediği şeyler bugünün fakirinin bile anlayamayacağı tarzda idi.
Elbisesinde yama bile vardı.
Bu basit, sadelik içinde icâb ettiği zaman semâvâti gezerdi..
Şimdiki insanlara bak,
Evlerine bak, yediklerine göz at, hırslarına bak, arzularına bak, hareketlerine bak...
Çıldırmak işten bile değil...
Bir endişe, bir korku içindedirler.
Yek diğerine saldırıyorlar.
Hakk’tan uzak olduklarını bu halleriyle âdeta haykırıyorlar.
Besmeleyi hakkıyla söylemek nasibine Allah cümleyi kavuştursun!
Duamız bu olsun...
KELİMELER :
Nizam : Sıra, dizi, düzen. Dizilmiş olan şey, sıralanmış. * İcaba göre yapılan kanun. Bir kaideye binaen tertib olunmak ve ona binaen tertib olundukları kaide. * Bir işin sebat ve kıyamına medar, sebep olan şey ve hâlet.
Tesbih : Sübhânallah demek. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) şânına lâyık ifadelerle yâdetmek. Yâni: Allah'ın zâtında, sıfâtında ve ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifade etmektir. (Bak: Sübhan)
Cazibe : Çekme kuvveti. * Mc: Letafet zamanı. Hüsn-ü cemal
Riâyet : İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek. * Uymak, tâbi olmak. * Otlamak veya otlatmak. * Hıfzetmek, korumak.
Ziya : Işık, aydınlık, nur. Ruşenlik.
Iltica : Sığınmak. Melce' ve penaha varmak. Birinden himâye istemek.
Iltica : Sığınmak. Melce' ve penaha varmak. Birinden himâye istemek.
Idrak : Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirmek. Fehim. Yetiştirmek
Mantık : (İntak. dan) Konuşturan, söyleten. * Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi. * Akıl, nutuk, söz.
Mevhum : Aslı olmayıp evham mahsulü olan. Vehim.
Müsamaha : (C.: Müsamahât) Hoş görürlük, dikkat etmemek, aldırış etmemek. Kusurlara göz yummak.
Intikal : Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. * Göçmek, geçmek. * Sirâyet. Bulaşmak. * Bir şeyin miras olarak kalması. * Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak
Izhar : Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek. * Yalandan gösteriş.
Mazmaza : Gusül veya abdest alırken, elleri yıkadıktan sonra üç kere ağız dolusu su alıp ağızda çalkalamak.
Hafaza : (Hâfız. C.) Muhafızlar. Muhafız melekler.
Cimâ : Cinsi münâsebet. Çiftleşmek. * Zamm etmek.
Müekked : Te'kidli, kuvvetli, sağlamlaştırılmış, kuvvetlendirilmiş. Tekrar edilmiş.
“ALLAHÜMME SALLİ ALÂ MEN ŞEREBE KAİMEN VE KUUDEN : Allahım ! ayakta ve oturarak su içene salât et!”
Nahr : Boğazlamak. Bir hayvanın göğsü üstünden bıçak vurup boğaz damarını kesmek. * İki şeyin birbirine göğüs göğüse olması. * Boyun. Boğaz çukuru. * Sadır. * Gündüzün evveli. * Namazda kıyamda iken sağ eli sol elin üstüne koymak.
Örf : İnsanlar arasında güzel görülmüş, red ve inkâr edilmeyip mükerreren yapılagelmiş olan şeydir. Bu kelime; ihsan, ma'ruf, cud, sehâ, bezl ve atâ olunan, atiyye, tanımak, bilmek, biliş, ikrar eylemek, arka arkaya tetebbu ve tevâli etmek, Allah (C.C.) tarafından ulülemre ve Sultana tevdi' olunan hüküm, müstahsen, yani Hazret-i Peygamberin (A.S.M.) iyi gördüğü şeyler, gibi mânalara gelir.
ÂYET ve HAİDİSLER :
--- “Ve lemma cae musa li mikatina ve kelemehu rabbühu kale rabbi erini enzir ileyk kale len terâni ve lakininzur ilel cebeli fe inistekarra mekanehu fe sevfe terâni felemma tecella rabbühu lil cebeli cealehu dekkev ve harra musa saika felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelül mü'minin : Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.“ (A’raf 7/143)
--- “Fe kad kezzebu bil hakki lemma caehüm fe sevfe ye'tihim embaü ma kanu bihi yestehziun : Gerçekten onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir.“ (En’âm 6/5)
Asri_Saadet
Pzr Mar 04, 2012 3:57 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: BENİM DEME SAKIN.....

Emeginize saglik, anlamli herkesin kendinde bir seyleri degistirebilmesi icin güzel bir paylasimm,
Allah razi olsun

selam ve duayla kalin
Asri_Saadet
Pts Mar 05, 2012 10:18 am
 
Foruma git
Konuya git

Gül yüreklim!

<img src="http://img65.imageshack.us/img65/967/aa8fxln7xl5.gif" border="0" alt="">

Sabır yüregin çiçeği;
Sevmek yürek ister,
Gül yüreklim! ..


Sabır hayatın gerceği;
Sevmek emek ister,
Gül yüreklim! ..
Sabır alev alev yakar yüreği;
Sevgiyle açar ateş çiçeği,
Gül yüreklim! ..
Sabır miras kaldı; Hz Yusuf'tan! ..
Sevgi ihtiras oldu, gömleğin yırttı arkasından..
Sabır Mecnun oldu, düştü çöllere! ..
Sevgi Leylâ oldu, beyhude kaşı gözü kara..
Sabır umman oldu Hz Nuh'un tufanında! ..
Sevgi çile oldu inanmayan oğlu Kenân'da..
Sabır ile imtihan oldu, sınandı Hz Eyyüb! ..
Sevgi dile geldi bağrında, kalp gözü büyüyüb..
Sabırla büyüdü yüreklerde Hz Muhammed (s.a.v.)

<img src="http://img110.imageshack.us/img110/4782/hediyecd2ro2.gif" border="0" alt="">

Sevgi nur oldu, gül açtı muştulandı, çiçek çiçek..
Sabır kırmızı gül, elvan elvan sevgilinin gönlünde,
Sevgi ile açtı, yediveren gülleri bahar yelinde..


Sabır eden yürekler, bulur aşk ile felah! ..
Sevgi ile dile gelir kalb '' La ilahe illallah ''...
Sevgi bulut, sevgi yağmur, sevgi bereket;
Aşk ve sevgiyle, bu yolu umutla takip et,
Gül yüreklim! ..Hoş görüyle oluşur sevgi seli;
Fedakarlıkta açar sabır çiçegi,
Gül yüreklim! ..
Sabır yüreğin boynu bükük çiçegi;
Sevmek sabır ister,
Gül yüreklim! ..
Asri_Saadet
Pts Mar 05, 2012 10:24 am
 
Foruma git
Konuya git

İman nedir?

[b]
İman nedir?[/b]

Sual: İman nedir?
CEVAP
İman, bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasakların hepsine inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir.

Amentü şöyledir:
Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü.
[Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]

İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği dini, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik etmek yani kabul edip, beğenip, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. Tam olmayınca, iman olmaz. Allahü teâlâ, (Onlar gayba [görmedikleri halde Resulümün bildirdiği her şeye] iman ederler) buyuruyor. (Bekara 3) Resulü de, (Dini [hükümleri, dinde bildirilenleri] aklı ile ölçenden daha zararlısı yoktur) buyurdu. (Taberani)

Nazara yani göz değmesine inanmayan bir kimse, (Bugün fen, gözle görülemeyen şuaların iş yaptığını açıklıyor. Mesela bir kumanda ile TV’yi, radyoyu veya arabamızı açıp kapatabiliyoruz. Bunun için gözlerden çıkan şuanın zarar verebileceğine artık inanıyorum) dese bunun kıymeti olmaz. Çünkü bu insan dine değil, kumandadan çıkan şuaya inanıyor. Yahut şua ile birlikte Peygambere inanıyor. Yani fen kabul ettiği için, şuaların etkisini gözü ile gördüğü için inanıyor ki bu iman olmaz. Dinde bildirilen her şeyi, fen ispat edemese de, fayda veya zararını gözü ile görmese de, yine inanmak lazımdır. Hakiki iman gayba inanmaktır yani görmeden inanmaktır. Gördükten sonra artık o iman olmaz. Gördüğünü itiraf etmek olur. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmayı gerektirmektedir. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz.

Peygamber efendimiz, aşağıda bildirilen iman ile ilgili âyetleri açıklayarak imanı şöyle tarif etti:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]

(Onlar gayba [Allah'a, meleklere, kıyamete, cennete, cehenneme görmedikleri halde] inanırlar.) [Bekara 3]

(Onlar, sana indirilene, senden önceki kitaplara ve ahirete iman ederler.) [Bekara 4]

Bu üç âyette, Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve gayba inanmak bildiriliyor.

(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]

(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]

(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2]

Bu üç âyet, takdirin Allah tarafından olduğunu bildirmekte, kadere iman etmeyi göstermektedir.

(Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah” [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]
Bu âyet, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu bildirmektedir.

(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Bu âyet de, Resulullahın peygamber olduğunu bildirmektedir.

Amentü’nün manası

Allah’a inanmak:
Allahü teâlânın varlığına, birliğine, Ondan başka ilah olmadığına, her şeyi yoktan yarattığına, Ondan başka yaratıcı olmadığına kalben inanmak, kabul etmek demektir. Âlemlere rahmet olarak gönderdiği son Peygamberi Muhammed aleyhisselam vasıtasıyla bildirdiği dinin hepsini kabul etmek, beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]

Meleklere inanmak:
Melekler nurani cisimlerdir. Hiçbirinde erkeklik dişilik yoktur. Hepsinin günahsız, emin olduğunu kabul etmek, tasdik etmek, yaptıkları işleri beğenmek şarttır. Bir âyet-i kerime meali:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]

Kitaplara inanmak:
Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an ve diğer kitapların Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine, hepsinin hak olduğuna inanmak lazımdır. Ancak, Kur’an-ı kerimden önceki kitapların insanlar tarafından değiştirildiğini, Allah kelamı olmaktan çıktıklarını bilmek, bunu kabul ve tasdik etmek demektir. Önceki kitapların hiç birisi değişmemiş bile olsa, Allahü teâlâ tarafından nesh edildiğine yani yürürlükten kaldırıldığına iman etmek gerekir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar, sana indirilene [Kur’an-ı kerime], senden önceki indirilen kitaplara iman ederler.) [Bekara 4]

Peygamberlere inanmak:
Peygamberlerin hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş olup, sadık, doğru sözlü, günahtan masum olduklarını kabul ile tasdik etmek demektir. Onlardan birini bile kabul etmeyen, beğenmeyen kimse, kâfir olur. Peygamberlerin ilkinin Âdem aleyhisselam ve sonuncusunun, Muhammed aleyhisselam olduğuna iman etmek, kabul ve tasdik etmek demektir. Peygamber efendimizin bildirdiği dini hükümlerin hepsini, en güzel şekilde ve eksiksiz tebliğ ettiğine inanmak, bu emir ve yasakların hepsini kabul edip, hepsini beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bütün Peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayanlar Allah’ın mükafatına kavuşacaktır.) [Nisa 152]

Kaza ve kadere inanmak:
Allahü teâlânın insanlara cüzi irade verdiğini, insanların bu cüzi iradeye göre tercih ettikleri ve yaptıkları her şeyi Allahü teâlânın yarattığına iman etmek demektir. Hayır ve şer, her şeyi kulların talep ettiklerini, Allah’ın da bunu dilediği takdirde yarattığını bilmek, bunu kabul ile tasdik etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.) [Ahzab 38]

Ahirete inanmak:
İnsanların kıyamet kopunca, dirileceklerine, hesap ve mizandan sonra, Müslümanların Cennete, kâfirlerin Cehenneme gideceklerine ve orada ebedi kalacaklarına iman etmek, bunu kabul etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar [Müslümanlar], ahiret gününe iman ederler.) [Bekara 4]

Kelime-i şehadete inanmak şöyle olmalı:
Ben şehadet ederim ki, yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu, resulü ve son Peygamberidir. İki âyet-i kerime meali:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]

(Allah’a ve resulüne inananlara, rableri katında nurları ve ecirleri vardır.) [Hadid 19]

İnanmak ne demek?
Sual: Müslüman olmak için Amentü’deki altı esasa inanmak şarttır, ama inanmak ne demektir?
CEVAP
İnanmak, görmüş gibi, kabul etmek, tasdik etmek, beğenmek demektir. Bir insanın Müslüman olabilmesi için, iman sahibi olması, yani dinimizin emir ve yasaklarına inanması şarttır. Yalnız inanması da kâfi değildir; bu emirleri beğenmesi ve sevmesi de şarttır. Bu da bir bilgi işidir. Yapıp yapmamak ayrı, bunları kabul etmek, beğenmek ve sevmek ayrı şeydir. Yapıp yapmamak günah ve sevapla ilgili, kabul etmek ve beğenmek imanla ilgilidir. İmanın altı esası bir bütün olup, çok önemlidir. Ufak bir şüphe götürmez. İnandığı halde, birini bile beğenmemek kâfirliktir.

İmanın tarifi nedir?
İmanı şöyle tarif ediyorsunuz:
"İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur, resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. İman, Amentü’deki 6 esasa kesin olarak inanmaktır. Çünkü iyiler övülürken, (Onlar gayba inanır) buyuruluyor."
Bu tarif, Kur'ana zıttır, Bekara suresinin 62. âyetine aykırıdır. İman sadece Allah’a ve ahirete olması gerekir. Bu tarifin Muhammedi tavırla hiç bir alakası yoktur.
CEVAP
(Muhammedi) ifadesi uygun değildir. Bu, Peygamber efendimizin Allah’ın Resulü olduğuna inanmayan, Kur'anın Allah’ın kelamı değil, Muhammed aleyhisselamın sözü olduğunu savunan müsteşriklerin ve misyonerlerin ifadesidir. İman edilmesi gereken hususlar sadece Bekara 62 de mi bildiriliyor? Diğer âyetleri niye gizliyorsunuz? Güneş balçıkla sıvanmaz. İman sadece Allah’a ve ahirete değil, Amentü’deki altı esasa inanmaktır. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmaktır. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz.

Peygamberlerden sonra bütün insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir bu üstünlüğe kavuşup nasıl Sıddık lakabını aldı biliyor musunuz? (Allah ne diyorsa doğrudur, Allah’ın resulü ne diyorsa doğrudur) demesi yüzünden bu dereceye yükselmiştir. Kâfirler, (Muhammed, Ebu Bekir’e galiba sihir yapmış, çünkü görmeden inanıyor, bir anda onun Miraca gidip geldiğini tasdik ediyor) diye hayrette kaldılar.

İslamiyet’i beğenmek
Sual: Bir kimse, Amentü’nün altı şartına inansa, fakat Allah’ın emir ve yasaklarından birini beğenmese, mesela (Cehennem lüzumsuzdur) veya (Şarabın haram edilmesi manasızdır) dese, bu kimse, imanın şartlarının hepsini kabul ettiği için imanlı sayılmaz mı?
CEVAP
Sayılmaz. Amentü’nün içinde Allah’a iman vardır. Allah’a iman, bütün sıfatlarıyla birlikte ona imandır, ayrıca emir ve yasaklarının yani İslamiyet'in doğru ve yerinde olduğuna da inanmak şarttır. Böyle inanmayan iman etmiş sayılmaz. Demek ki, Amentü’ye inanan kimsenin İslamiyet’i beğenmesi şarttır, çünkü İslamiyet, Allahü teâlânın emir ve yasaklarıdır. Emir ve yasakların birini bile beğenmemek küfür olur.

Bunun gibi hubb-i fillah, buğd-i fillah da imanın esaslarındandır. Allahü teâlâyı sevmek de, emir ve yasaklarının hepsinin yerinde ve güzel bulmakla olur. Allah’ı ve onun dostlarını sevmek, sevmediklerini sevmemek de lazımdır. Bir hadis-i şerif meali:
(Allah için seven, Allah için buğzeden, Allah için veren, Allah için yasaklayan, gerçek iman sahibidir.) [Ebu Davud]

İman herkese lazım
Sual: İman etmek akıl icabı değil midir?
CEVAP
İmanı olmayan kimsenin sonsuz olarak Cehennem ateşinde yanacağını Peygamber efendimiz haber verdi. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lazımdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ne demektir? Herhangi bir insan, sonsuz olarak ateşte yanmak felaketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lazım gelir. Bu korkunç felaketten kurtulmak çaresini arar. Bunun çaresi ise, çok kolaydır. (Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselamın Onun son Peygamberi olduğuna ve Onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak ve beğenmek) insanı bu sonsuz felaketten kurtarmaktadır.

Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten kurtulmak çaresini aramıyorum derse, buna, (İnanmamak için elinde senedin, vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana engel oluyor?) denirse ne cevap verecektir? Elbette hiçbir vesika gösteremiyecektir. Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimal denir. Milyonda, milyarda bir ihtimali olsa da, (sonsuz olarak ateşte yanmak) korkunç felaketinden sakınmak lazım olmaz mı? Az bir aklı olan kimse bile, böyle felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimalinden kurtulmak çaresini aramaz mı? Görülüyor ki, her akıl sahibinin iman etmesi lazımdır.

İman etmek için vergi vermek, mal ödemek, yük taşımak, zevkli tatlı şeylerden kaçınmak gibi sıkıntılara katlanmak lazım değildir. Yalnız kalb ile, ihlas ile, samimi olarak inanmak yeterlidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek de şart değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki, (Sonsuz ateşte yanmaya inanmayanın, buna çok az da bir ihtimal vermesi, zannetmesi akıl icabıdır). Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimali karşısında, bunun yegane ve kesin çaresi olan iman nimetinden kaçınmak, ahmaklık, hem de çok büyük şaşkınlık olmaz mı?

İmandan mahrum olan
Sual: (İman edenin, neyi yok; imandan mahrum olanın neyi var ki?) sözü, ne demektir?
CEVAP
Hüküm, neticeye göre verilir. Ebedi kâr ve zarara bakılır. Ebedi nimetlere kavuşmanın veya ebedi azaplara düşmenin sebebi, insanda bir hazinenin varlığına veya yokluğuna bağlıdır. Bu hazine imandır, Müslüman olmaktır. Bu hazineye malik olanın her şeyi var demektir. Bu hazineden mahrum kalanın da, hiçbir şeyi yok demektir. Mesela dünyanın en fakir insanı salih bir Müslüman olsun. Bu çok fakir Müslümana, (Dünyanın bütün servetini, her şeyin tapusunu sana vereceğiz, dünyanın lideri de, sen olacaksın, ama; imanını bırak) deseler. O, çok fakir Müslüman, bunu asla kabul etmez. Demek ki, iman sahibi, dünyadaki bütün servetin satın alamayacağı bir hazineye ve erişilemeyecek bir makama sahiptir.

Netice olarak, Allahü teâlâya iman eden kimse, o haliyle de ölürse, ebedi Cennetliktir. Başka hiç bir şeyi olmasa da, ne önemi var? İmandan mahrum olanın akıbeti ise, ebedi Cehennemdir. Bütün dünya onun olsa da, neye faydası olur? Onun için bir iş yaparken, bu işten Allahü teâlâ razı mı, değil mi ona bakmak gerekir. O, razı ise başka hiç kimse razı olmasa da, önemi yoktur. O razı değilse, herkes razı olsa da, beğense de, hiç kıymeti olmaz. O halde her işte ölçümüz, Allahü teâlânın rızası olmalıdır.

Dil ile ikrar
Sual: Bir ingiliz arkadaşım var. Müslüman olmuş, namaz kılıyormuş ama, hiç kimseye söylememiş. İngilizler Müslüman olduğunu duyarsa, iyi gözle bakmayacaklarını söylüyor. Kitaplarda okumuş, kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmek gerekiyor, şimdi benim kaç kişinin yanında Müslümanlığımı ikrar etmem gerekir diyor. İkrar etmeden veya edemeden ölsem Müslüman sayılmaz mıyım diyor.
CEVAP
Evet iman etmek için kalb ile tasdik dil ile de ikrar gerekir. Ancak, onun dil ile başkalarına ikrar etmesi gerekmez. İslam ülkesinde ikrar etmesi gerekir ki, Müslüman olarak bilinsin ve Müslümanlara yapılan muamele ona yapılsın ve Müslüman mezarlığına defnedilsin.

İnanmak ve beğenmek
Sual: Cennete, Cehenneme ve Allah’a inanan herkes mümindir ve Cennete gider deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAP
Çok yanlış bu! Şeytan da Allah’a inanıyor, o da Cennete Cehenneme inanıyor. Hatta imanın diğer şartlarına da inanıyor. Meleklere inanıyor, Peygamberlere inanıyor, gönderilen kitaplara inanıyor. Öldükten sonra dirilmeye inanıyor. Hesaba, kitaba inanıyor yani bunları biliyor. Demek ki Amentü’ye sadece inanmakla, bunları bilmekle iman olmuyor. Amentü’de bildirilen altı esasa inanmakla birlikte, Allahü teâlâ tarafından bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve hepsini beğenmek de şarttır. Birini bile beğenmeyen müslüman olamaz. Bir de, Hubb-i fillah, buğd-i fillah ile gayba iman var. Yani Allah dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek ve gayba inanmak gerekir. Tersi, yani Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost bilen ve gayba inanmayan kimse mümin olamaz.

Demek ki Amentü’ye şeytan da inanıyor, hepsini teker teker biliyor. Ancak şeytan, inandığı, teker teker bildiği bu şeyleri kabul etmiyor, beğenmiyor ve Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost biliyor. Şeytan gibi bilen ve inanan kimse mümin olmaz.

En faziletli iman
Sual: En faziletli iman nedir?
CEVAP
İmanın altı şartına inanıp, hubb-i fillah ve buğd-i fillah ile gayba inandıktan sonra, hep Allahü teâlâyı hatırlamak, her işini dine uygun olarak, Allah için yapmaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(En faziletli iman, nerede olursan ol, Allahü teâlânın seninle beraber olduğunu bilmendir.) [Taberani]

İman mahlûk mudur?
Sual: İman mahlûk mudur, yani sonradan mı yaratılmıştır?
CEVAP
İslam âlimleri buyuruyor ki: İman, Allahü teâlânın hidayeti olması bakımından mahlûk değildir; fakat kulun tasdik ve ikrar etmesi bakımından mahlûktur. İş sahibi, işi yaratan değil, bu işi yapandır. İnsan, mahlûk olduğu gibi, insanın küfrü de, imanı da mahlûktur. (Milel ve Nihal)
Asri_Saadet
Sal Mar 06, 2012 12:12 pm
 
Foruma git
Konuya git

İman, Amel ve Kader

[img]<img src="http://www.fikirbahcesi.org/12222_n.jpg" style="width: 221px;height: 175px" alt="">[/img]



Hayber Gazvesinde müslümanlardan zengin biri de peygamberimizin
yanından Yahudilere karşı savaşıyordu. Peygamberimiz (sav) onu
göstererek “Cehennemlik birini görmek isteyen bu adama baksın”
buyurdular. Adam çok şiddetli bir şekilde savaşıyordu. Topluluktan
birisi adamı izlemeye başladı. Adam yaralandı ve yere düştü. Yarası çok
acıyordu ki adam dayanamadı kılıcın ucunu göğsüne tuttu ve üzerine
abanarak sırtından çıkardı ve intihar etti. Onu izleyen hemen koşarak
peygamberimizin (sav) yanına geldi. “Ben şehadet ederim ki sen Allah’ın
Resulüsün!” dedi. Peygamberimiz (sav) “Ne Oldu?” diye sordu. Adam
“Cehennemliktir diye bahsettiğin adamı takip ettim. Çok şiddetli
savaştı, yaralandı, ancak yarasına dayanamadı kılıcına dayanarak intihar
etti” dedi. Peygamberimiz (sav) “Şahadet ederim ki ben Allah’ın
Resulüyüm. Kul hayatı boyunca cennet ehlinin amelini işler ama
cehennemliktir. Yine kul hayatı boyunca cehennem ehlini amelini işler
ama cennetliktir. Ameller sonuçları ile değerlendirilir. Allah bu dini
fasık ve facirlerin eliyle de güçlendirir. Cennete ise sadece Müslüman
nefisler girecektir” buyurdular. (Buhari, Cihad, 178; Megazi, 36; Kader, 4; Müslim, İman, 178; Kader, 11)

Hadisin Açıklaması:
İslam bilginlerine göre iman kalp ile tasdiktir. Dil ile ikrar
kalbin tasdikinin yani imanın dil ile ifadesidir. Bu nedenle kalb ile
tasdik etmeden dil ile ikrar etmek münafığın imanıdır. Dil ile ikrar
eden ve salih amelleri işleyen kalben tasdik etmedikçe Allah katında ve
gerçekte mü’min sayılmayacağı gibi, kalben inanmış olduğu halde salih
amelleri işlememek de imansızlığa delil değildir.


Peygamberimiz (sav) münafıklar için “Ey kalplerine iman girmeyen, yalnız dilleri ile iman eden topluluk!” (Bakıllani, El-İnsaf, 1:18) diye hitap etmiştir.

Amel imanın bir parçası değil, ancak imanın kemaline delil olup imanın kuvvetlenmesine sebeptir. Çünkü “Akaidi
ve imani hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren ancak
ibadettir. Allah’ın emirlerini yapmak ve yasaklarından sakınmaktan
ibaret olan ibadetle vicdanî ve aklî olan imani hükümler terbiye ve
takviye edilmezse eserleri ve tesirleri zayıf kalır.
(İşaratu’l-İ’câz, s.82) Amel imanın bir parçası olmadığı için amel
işlemeyen, yani Allah’a inandığı halde emirlerini yapmayan ve
yasaklarından sakınmayan günah işlemiş olur. Farzları yapmayan ve
haramlardan kaçmayanın imanı zayıflar ve zamanla imandan yoksun olmasına
sebep olur. Çünkü “Günah kalbe işleyip, siyahlandıra
siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir
günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha
edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi
ısırıyor. (Lem’alar, 1998, s.15) Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Onların kalpleri paslanmıştır” (Mutaffifin, 83:14) buyurarak günahların kalpleri paslandırdığını ve kararttığını haber vermektedir. Peygamberimiz (sav) “Bir günah işleyen kimsenin kalbinde siyah bir leke hâsıl olur”
(Tirmizi, Tefsir-i Sure, 83:1; İbn-i Mâce, Zühd, 29) buyurarak bu ayeti
izah etmiştir. Günahlarla kararan kalp zamanla iman ışığından mahrum
kalır. Bu nedenle günahlar tövbe ve istiğfarla imha edilmeli ve salih
amellerle iman nuru parlatılmalıdır.

İmansız salih amel kabul edilmeyeceği
gibi, amelsiz de iman kemale ermez. İman ameli gerektirir. Zira Allah’a
iman eden elbette ona itaat edecektir. İtaat de farzları yapıp,
haramlardan sakınmak ve gönderdiği elçisine itaat etmek ve sünnetine
sarılmaktır. Bu nedenle yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde insanlardan iman,
salih amel ve elçisine itaat etmelerini istemektedir.

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “İman
edip salih amel işleyenler, namazı kılanlar ve zekâtı verenlerin
mükâfatı Allah katındadır. Onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da
olmayacaklardır” (Bakara, 2:277; Yunus, 10:9; Hud, 11:23;
An¬kebut, 29:7,9; Lokman, 31:8; Fatır, 35;7; Fussilet, 41:8; Şura,
42:22; Büruc, 85:11. Beyyine, 98:7) buyurur.

Hz. Aişe (ra) peygamberimize (sav) “Allah’a en sevimli gelen amel nedir?” diye sordu. Peygamberimiz (sav) “Az
da olsa devamlı yapılan ameldir” buyurdular. Sonra “Sizler ancak
gücünüzün kaldırabileceği ve devamlı yapacağınız amelleri yapınız.
Kendinizi zorlamayınız, siz usanırsınız ama Allah usanmaz” buyurdular. (Buhârî, Rikak, 18; Müslim, İman, 34; İbn Mace, Zühd, 28)

Allah’a yakınlaşmak Allah rızasını
kazandıracak amelleri işlemektir. Allah’ın rızasını kazandıracak
amellerin en faziletlisi farzlardır, sonra haramlardan sakınmak, daha
sonra nafile ibadetler gelir. Nitekim bir hadis-i kutside yüce Allah “Kulum
bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle
yaklaşamaz. Kulum bana, nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder.
Nihayet ben, onu severim. Ben, kulumu sevince de artık onun işitir
kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı olurum. Diliyle de her ne
isterse, muhakkak onları da kendisine ihsan ederim. Bana sığınmak
isteyince de muhakkak kulumu korurum” (Buhari, Rikak, 38) buyurmuşlardır.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) “Allah
mü’minlere farz kıldığı şeyleri onların dini kabul etmelerinden sonra
emretmiştir. “İman eden kullarıma söyle namazlarını kılsınlar” (İbrahim,
14:31) “Ey iman edenler, kısas size farz kılındı” (Bakara, 2:178) “Ey
iman edenler, Allah’ı çokça zikredin” (Ahzap, 33:41) ve benzeri
ayetler iman edenlerden bunları istediğini göstermektedir. Yüce Allah
bu amelleri işlemeyenleri de iman edenler olarak nitelemekte ve onlardan
amel istemektedir. Bu imanın amelden farklı olduğunu ve imanın kalbin
ameli olduğunu anlatmaktadır” demektedir. (İmam-ı Azamın Beş Eseri, s.
16) şayet amel iman sayılsaydı o zaman münafıkların da iman etmiş
olduklarını kabul etmek gerekirdi.

İman delile dayalı ve hakikate uygun bir
şekilde kalbin kesin tasdikidir. Buna kalbî itikat da denir. Sonra bu
imana dayanan söz ve amel Allah katında makbuldür. Kalbi tasik olmayan
söz ve amelin Allah katında bir değeri yoktur ve yalandan ibarettir,
inananları aldatmaya matuftur. İşte nifak da budur. Bunu yapan kimseye
de münafık adı verilir.

Peygamber Efendimiz (sav) Ashâb-ı Kirâm
(rae) müşriklerle cihad etmek üzere Uhud’a çıktıkları zaman, “Kuzman”
isminde bir şahıs onlara katılmamış ve Medine’de kalmıştı. Bunun üzerine
bazı kadınlar, “savaş kaçkını” diyerek onu alaya almış ve bazı
sohbetlerin konusu olmuştu. Kuzman bunu bir gurur meselesi haline
getirmiş, hemen hazırlığını yaparak hışımla cepheye koşmuş ve ön
saflarda yerini almıştı.

Kuzman, Uhud Savaşı’nda ilk oku atmış ve
daha sonra da kılıcını çekerek herkesi hayran bırakan bir kahramanlık
örneği sergilemeye başlamıştı. Bu durum birçok sahabenin dikkatini
çekmiş ve bunlar tarafından da cesaret ve mücadelesini övülmeye
başlanmıştı. Resul-ü Ekrem (sav) bu takdirler üzerine “O, ateş
ehlindendir!” diye buyurmuş ve birçok kişi büyük bir şaşkınlığa
uğramıştı.

Bu habere çok şaşıran sahabelerden
bazıları Kuzman’ı takip etmeye başlamışlar ve O’nun yiğitliği ve
cesareti karşısında da iyice hayrete düşmüşlerdi. Çünkü Müslümanların
muvakkaten dağılıp geri çekildikleri bir sırada bile Kuzman kılıcının
kınını kırmış, “Kaçmaktansa ölmeyi tercih ederim!” diye bağırarak ileri
atılmış ve cesurca savaşırken derin bir de yara almıştı.

Onun bu haline şahit olan Sahabeler, “Ya
Resûlallah az önce ateş ehlinden olduğunu söylediğiniz adam, büyük bir
metanetle savaştı ve kahramanca öldü!” diye haber vermişler ve Resul-ü
Ekrem (sav) yine “O Cehennemliktir!” diye buyurmuştu. Bu cevabı işiten
Müslümanların bütün bütün hayrete kapıldığı bir sırada, o şahsın henüz
ölmediği ancak ağır şekilde yaralandığı haberi getirilmişti. Kuzman
acılar içinde kıvranırken, Resul-ü Ekrem Efendimiz’in (asv) sözlerinden
habersiz olan Katade bin Nu’man (ra) Kuzman’ın yanına gitmiş ve
“Şehitlik sana mübarek olsun!” diye tebrikte bulunmuştu. Bunun üzerine,
Kuzman, “Vallahi ben din için mücahede etmedim; kavmimin itibarı için
savaştım!” diye mukabele etmiş ve daha sonra yarasının ıstırabına
dayanamayarak kılıcının keskin tarafını göğsüne dayamış, üzerine
yüklenmiş ve intihar etmişti.

Evet, bu hadisenin bir benzeri de Hayber
Gazvesi’nde meydana gelmişti. Bunun üzerine Rehber-i Ekmel (sav) halka
şu hakikatin ilan edilmesini emir buyurmuştur: “Cennet’e ancak Allah’a
gönülden teslim olmuş mü’minler girecektir. Şu kadar var ki, Allah
dilerse İslam dinini fâcir bir kişi ile de te’yid edip kuvvetlendirir”
buyurmuşlardı. İzahını yaptığımız hadiste de peygamberimiz (sav) “Şahadet
ederim ki ben Allah’ın Resulüyüm. Kul hayatı boyunca cennet ehlinin
amelini işler ama cehennemliktir. Yine kul hayatı boyunca cehennem
ehlini amelini işler ama cennetliktir. Ameller sonuçları ile
değerlendirilir. Allah bu dini fasık ve facirlerin eliyle de
güçlendirir. Cennete ise sadece Müslüman nefisler girecektir”
buyurdular. Böylece amelin imandan bir cüz olmadığını, kalpte iman olup
Allah için yapılmayan amellerin kişiyi kurtarmayacağını açıkça ifade
etmiş olmaktadır.


[img]xkardelenx_132766433114.jpg[/img]

"İnsanı ateş değil, kendi gafleti yakar; Herkeste kusur görür, kendisine kör bakar."
Asri_Saadet
Sal Mar 06, 2012 12:00 pm
 
Foruma git
Konuya git

şeytan ve vesvese

Şeytanın hilesinin zayıf olduğuna, yaptırım gücünün bulunmadığına işaret eden ayetler var. Peki şeytan nasıl insanları kandırabiliyor, Üstad bu konuda bilgi vermiş midir?

[img]b-356781-Besmele.gif[/img]


Hayır/iyilik, çok şart ve sebeplerin bir araya gelmesi ile oluşan ve vücut bulabilmesi için kudret ve ilim gibi sıfatlara muhtaç olan bir hadisedir. İnsan bu şartları ve sebepleri hazırlayacak kudret ve ilme sahip olmadığı için, hayırda eli kısadır. İnsanın elinden sadece dua, iman, şuur ve niyet gelir. İnsan diğer vücudi şartları tahakkuk ettirecek bir mahiyete sahip olmadığı için, hayra icat noktasında sahip olmakta aciz ve zayıftır.


Ama şer ve günahlarda ise; durum tersinedir, burada yüzde doksan dokuz hisse insana aittir. Zira şer ve günahlar vücut gibi çok şartların bir araya gelmesi ile olan bir şey değildir. Bir tek vazifesizlik ve dokunmak ile şerler oluşur ve müteselsil olarak yıkıp gider. Bir binanın altına konulan dinamitin ateşlenmesi gibi, bir kibrit yakmak ile koca bina çöker gider.

O zaman insanın elindeki zayıf ve nispi olan irade; şerde tam bir fail gibi tahribat yapabilir. Zira şer ademi, hayır ise vücudidir. Bu yüzden insan şerde ve günahta etken iken, hayır ve iyilikte ise edilgendir.

Şeytan hayır ve vücut noktasında bir hiçtir, lakin şer ve yokluk noktasında durum farklıdır. Mesele; şeytanın gücü ve kuvveti değil, onun mesleği olan adem ve tahriptir. Yani şeytanın mesleği şer ve tahrip olduğu için, güçlü gibi görünüyor. Zira yukarıda da izah edildiği gibi; tahrip ve şer bir şartın terk edilmesi ile olabilecek bir şeydir, işte şeytan o noktada insanın aldatmak ile çok büyük yıkımların ve tahribatların önünü açıp tetikçisi olabilir. Şeytan zatı ve hilesi noktasından gayet zayıftır; ama sebep olduğu müteselsil yıkım ve tahribat o derece dehşetli olabiliyor. Ayetin zayıf diye işaret ettiği şeytan ve hilesidir, yoksa onun sebep olduğu yıkım ve tahribat değildir.

Diğer bir husus; insanın fıtratında nefis, şehvet ve öfke gibi öyle dehşetli hissiyatlar var ki, bu hissiyatlar her daim şeytanı dinler ve onun hilesine kabildir. Nasıl küçük bir anahtar, koca motor düzeneğini çalıştırıyor ise, şeytanın zayıf hilesi de insanın nefis mekanizmasını çalıştırıp hareket ettiriyor ve neticede büyük yıkım ve tahribatlara sebep olabiliyor.

Üstad Hazretleri bu meseleyi şu şekilde izah ediyor:

"BİRİNCİ İŞARET"

"Sual: Şeytanların kâinatta icad cihetinde hiçbir medhalleri olmadığı, hem Cenâb-ı Hak rahmet ve inâyetiyle ehl-i hakka taraftar olduğu, hem hak ve hakikatin cazibedar güzellikleri ve mehâsinleri ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu, hem dalâletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalâleti tenfir ettikleri halde, hizbüşşeytanın çok defa galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanın şerrinden Cenâb-ı Hakka sığınmasının sırrı nedir?"

"Elcevap: Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalâlet ve şer, menfidir ve tahriptir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Herkesçe malûmdur ki, yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam bir günde tahrip eder. Evet, bütün âzâ-yı esasiyenin ve şerâit-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan Hâlık-ı Zülcelâlin kudretine mahsus olduğu halde, bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. Onun için, et-tahrîbü eshel durub-u emsal hükmüne geçmiş."

"İşte bu sırdandır ki, ehl-i dalâlet, hakikaten zayıf bir kuvvetle pek kuvvetli ehl-i hakka bazan galip oluyor. Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kalesi var ki, onda tahassun ettikleri vakit, o müthiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler. Eğer muvakkat bir zarar verseler, وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ sırrıyla, ebedî bir sevap ve menfaatle o zarar telâfi edilir. O kale-i metin, o hısn-ı hasîn ise, şeriat-ı Muhammediye ve sünnet-i Ahmediyedir (a.s.m.)."(1)
Asri_Saadet
Sal Mar 06, 2012 11:07 am
 
Foruma git
Konuya git

Amener resûlü, Lev Enzelna okunusu ve anlamlari

Okunuşu:

Amener resûlü bimâ ünzile ileyhi min rabbihî vel mü’minûn. Küllün âmene billâhi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusulih; lâ nuferriku beyne ahadin min rusulih. Ve kâlu, semi’na ve etâ’na, gufraneke rabbena ve ileykel masıyr.

Lâ yukellifullahu nefsen illâ vüs’aha, leha ma kesebet ve aleyha mektesebet. Rabbena lâ tuahızna innesiyna ev ahta’na. Rabbena ve lâ tahmil aleyna ısran kemâ hameltehu alelleziyne min kablina. Rabbenâ ve lâ tuhammilna ma lâ tâkatelena bih. Va’fuanna, vağfirlena, verhamna. Ente mevlâna, fansurna alel kavmil kâfiriyn.

Anlamı:

Rasûl, rabbinden kendisine inzâl olana iman etti. Hepsi de (mü’minlerin), iman ettiler Allâh ile, Allâh’a; meleklerine; kitaplarına; resûllerine. Rasûllerim arasında fark görmediler; işittik ve itâat ettik, mağfiretini isteriz rabbimiz, dönüşümüz sanadır dediler.

Allâh kimseye teklif etmez kapasitesi dışındakini. Yaptığınızın kazancı da sizedir, kaybı da!.. Rabbimiz, unutursak veya hataya düşersek bizi bundan mesûl tutma. Rabbimiz, bizden evvelkilere yüklemiş olduğun ağır yükleri bize yükleme. Rabbimiz güç yetiremiyeceğimiz görevlerle görevlendirme. Bizleri affeyle, bağışla, merhamet buyur. Bizim mevlâmızsın, gerçeği örtenlere karşı bize zafer ihsan et!..

Bilgi:

Hazreti Ali ve Hazreti Ömer’den gelen bir rivayette şöyle buyrulmuştur:

-Akıllı bir insanın bu âyetleri okumadan uyuması asla mümkün olmaz’

Müslim ve Tırmızî isimli hadîs kitablarında mevcuttur ki; Hazreti Resûl aleyhi’s-selâm şöyle buyurmuştur:

-Allahu Teâlâ sûre-i Bakara’yı iki âyetle sona erdirdi ki, bunları Arş’ın altındaki hazinesinden ihsan buyurdu. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, çocuklarınıza öğretiniz. Hem Kur’ândır, hem namazda okunur, hem de duadır.’

Bu âyet okunduktan sonra -âmin’ kelimesinin ilâve edilmesi hakkında da bazı hadîs-i şerîfler mevcuttur.

Diğer taraftan bir başka hadîs-i şerîfte de bu âyetlerle ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:

-Her kim sûre-i Bakara’nın son iki âyetini okursa, bu ona, gecenin âfetlerinden şeytanların şerlerinden korunmak için yeterli olur!..’

Hiç değilse günde bir defa bu âyetleri okumak muhakkak ki, bize çok faydalı olacaktır.




Okunuşu:

Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ hu vel melâiketü ve ulûl ilmi kâimen bilkıst. Lâ ilâhe illâ hüvel aziyzül hakiym.

Anlamı:

Şehadet eder Allâh kesinlikle, Tanrı yoktur ancak O vardır. Melekler ve ilim sâhipleri de buna şâhidlik etmişlerdir. Azîz ve Hakîm olan O vardır, TANRI YOKTUR!.



Okunuşu:

Kulillâhümme mâlikel mülki tü’til mülke men teşâü ve tenziul mülke mimmen teşâü ve tuızzü men teşâü ve tüzillü men teşâü biyedikel hayr inneke alâ külli şey’in kadiyr. Tûlicülleyle fin nehâri ve tûlicünnehâre filleyli ve tuhricül hayye minel meyyiti ve tuhricül meyyite minel hayy ve terzuku men teşâü biğayri hisâb.

Anlamı:

Mülkün sâhibi olan Allâh’ım, mülkünü istediğine verirsin, istediğinden de alırsın, kimi istersen şânını yükseltir, kimi istersen de zelîl edersin, hayır senin yedindedir. Şüphesiz gücün her şey’e yeter. Geceyi gündüze geçirir, gündüzü geceye sokarsın; ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartırsın. Dilediğine hesapsız rızk ihsan eylersin.

Bilgi:

Bu üç âyet-i kerîmenin hassalarından birkaçı için şöyle der bâzı evliyâullah: Beş vakit namazından sonra bir kimse Fâtiha, Ayetel Kürsî, Al-i İmran’ın on sekiz, yirmi altı ve yirmi yedinci âyetlerini okursa şu beş şeyden emin olur:

1. Cenâb-ı Allâh o kimseyi sırât-ı müstakimden ayırmaz.
2. Her türlü kazâ belâ ve musibetlerden muhafaza olur.
3. İmansız ölmez,
4. Rızık sıkıntısı çekmez.
5. Bulunduğu topluluklarda hâtırı sayılır bir kişiliğe sahip olur



Okunuşu:

Lev enzelnâ hâzel kur’âne alâ cebelin lereeytehu hâşian mütesaddian min haşyetillâh ve tilkel’emsâlü nadribuha linnâsi leallehüm yetefekkerûn!.

Huvallahulleziy lâ ilâhe illâ hu alimul ğaybi veşşehadeh hüver rahmanür rahıym, hüvallahülleziy lâ ilâhe illâ hu elmelikül kuddûsüs selâmül mü’minül müheyminül aziyzül cebbarul mütekebbir sübhanallahi ammâ yüşrikûn hüvallâhul hâlikul bâriy-ül müsavvir lehül’esmâül husna yüsebbihu lehu ma fiyssemâvâti vel’ard ve hüvel aziyzül hakiym

Anlamı:

Eğer (ki) biz, bu Kur’ân’ı bir dağ başına inzâl etseydik, şüphesiz ki o dağı Allâh haşyeti yüzünden, boyun kesmiş, param parça olmuş görürdün. İşte bu misâlleri biz, insanlar düşünüp, ne ibret almak lâzım geldiğini anlasınlar diye gösteriyoruz.

Ki öyle bir Allâh’dır ki, Tanrı yoktur ancak O vardır. Açıkta olana da, saklı olana da vâkıftır. Rahman’dır, rahıymdir (1) (yine) O, öyle bir Allâh’dır ki, Tanrı yoktur O vardır. Cümle yaratıkların mutasarrıfı kudsîyet sahibi, selâmet ihsan eden, iman nurunun kaynağı, gözetip esirgeyen, aziz icabında dilediğini zorla yaptırmaya gücü yeten, lâyıkıyla yegâne kibir sâhibidir. Allâh müşriklerin koştukları ortaklardan münezzehtir. Öyle bir Allâh’dır ki O, yaratacağı her şey’i bir hikmete mebnîdir ve yekdiğerine uygundur.Yarattıklarının hepsini ayrı bir sûretle meydana getirir. En muhteşem isimler O’nundur. Semâlarda ve yerdekilerin hepsi onu tesbih ederler. Her zaman galip olup, her işi hikmetlidir.

Bilgi:

Hazreti Resûl bu âyetlerin faziletini şöyle anlatıyor:

-Sûre-i Haşr’ın âhirini gecede veya gündüzde okuyan kimsenin, vâdesi tamam olup da ölecek olsa, gündüz ölürse, gündüz okunması sebebiyle, gece ölürse, gece okunması sebebiyle cennete dâhil olur’ (ki bu âyetler: Hüvallahülleziy lâ ilâhe illâhû. kelâmıyla başlıyan kısımdır).

İşte bir başka hadîs-i şerîf meâli daha:

-Her kim sabahleyin üç kere "Eûzü billâhis semiy’ıl alîmi mineş şeytânir raciym" dedikten sonra El Haşr sûresi sonundaki üç âyeti okursa, Cenâb-ı Allâh onun için, akşama kadar istiğfar edecek yetmiş bin melek verir. O kimse; o gün ölürse şehid olarak ölür. Kezâ akşam ölürse de böyle gene şehid olur.
Asri_Saadet
Sal Mar 06, 2012 7:21 pm
 
Foruma git
Konuya git

RIZIK GENİŞLİĞİ VE BEREKET İÇİN 10 TAVSİYE

[img]gkx82520_t2[/img]


1- Namazı tadili erkan ile kılmak. Hadis- Şerifte “Bir adamı namazın ruku ve secdesini hafifletir (tadili erkanı terk eder) görürseniz onun çoluk çocuğuna acıyınız”(Ruhul Beyan) Yani tadili erkanı terk eden maişet darlığına düşer, tadili erkana riayet eden ise maişet genişliğine kavuşur.

2- Zekatını tam, hatta fazla fazla vermek. Malın şükrü mal iledir. Yani zekat, malın şükrüdür. Toprak mahsullerinin zekatı onda birdir ve “öşür” diye isimlendirilmiştir, ticari malların ve paranın zekatı ise kırkta birdir. Şükür ise malın artmasına sebeptir. Ayeti Kerimede “…Eğer nimetime şükrederseniz onu elbette ve elbette çoğaltırım…” (Sure-i İbrahim 7) buyurmuştur. Yani zekat, malı hem telef olmaktan muhafaza eder, hem de ilahi hazineden artmasını temin eder,

3- Sabah vakti uyanık olmak. Hadis-i Şerif “Sabah uykusu rızka manidir” (Tergib) Yani bir müslüman sabah namazını ve manevi ilticalarını ihmal etmemelidir.

4- Vakıa suresini okumaya devam etmek. Hadisi Şerif “Kim ki vakıa süresini her gece okursa ona ebediyyen sefalet isabet etmez, kim ki bu sureyi her sabah okursa ona ebediyyen fakirlik yaklaşmaz.” (Havassul Kuran-İmamı Ya’fi)

5- Duha namazına devam etmek. Duha namazı güneş doğduktan 45dakika sonra başlayıp öğle namazına 15 dakika kalıncaya kadar kılınan ve en büyük fiili teşekkür olan 6 rekatlık nafile namazdır. Duha (teşekkür) namazının ilahi ücretinin %75’i dünyada verilir.

6- Geçim darlığı çeken ve borçlarını ödemekte zorlanan kimselerin rızası için kurban keserek ve o kurbanı tasadduk ederek tıkanıklığı açmaya çalışmaları ehlullahın tavsiyesidir.

7- Güneş doğarken 1 “Euzu”, 300 “besmele” ve 100 “salavat-ı şerife” okumaya devam edenleri ummadıkları yerden Allahu Teala rızıklandırır ve bir sene geçmeden zengin (nisaba malik) hale getirir.





[url]http://i.sabah.com.tr/sb/galeri/yasam/allahin_99_ismi_sir_ve_faziletleri_586533522820/18_d.jpg[/url]
(Tefcirut Tesnim Sh.18

8- Namazlardan sonra okunması sünnet olan tesbihatı (33 sübhanellah, 33 elhamdülillah, 33 -u Ekber) okumayı asla terke etmemek. Çünkü kelime-i tenzih (sübhanellah) günahları söküp atar, kelime-i tahmid (Elhamdülillah) her türlü nimete şükürdür, kelime-i tekbir (Allahu Ekber) ise kulun ibadetini ve tevbesini Allahu Tealaya layık hale getirir.

9- Yemeklerden sonra mutlaka yemek duası yapmak. Çünkü bu dua hem şükür hem de rızık duasıdır. Duaya başlarken 3 kere “elhamdülillah” denilmesinde ki hikmet: Kul birinci defa ‘elhamdülillah’ dediğinde Cenab-ı Hak ‘Kulumun şükrü bana ulaştı’ der, ikinci defa ‘elhamdülillah’ dediğinde ‘sana nimetlerimi artıracağım’der, üçüncü defa ‘elhamdülillah’ dediğinde ise ‘kulumu affettim’der.

10- Nimeti israf etmemek, ayakta su içmemek, ekmek kırığını toplamak ve tabağı sünnetlemek.
Asri_Saadet
Çar Mar 07, 2012 2:12 pm
 
Foruma git
Konuya git

PADİŞAH VE İHTİYAR

Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil’i kıyafet gezmeye karar vermiş.
Yanına başvezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler..

Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş. Padişah,ihtiyarı selamlamış.” Selamunaleykum ey pir’i fani…”
...” Aleykumselam ey serdar’i cihan…” Padişah sormuş.
...” Altılarda ne yaptın ?”
” Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor…” Padişah gene sormuş.
” Geceleri kalkmadın mı ?”
” Kalktık…Lakin, ellere yaradı…” Padişah gülmüş.
” Bir kaz göndersem yolar mısın ?”
” Hem de cıyaklatmadan…”Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah başvezire dönmüş.
” Ne konuştuğumuzu anladın mı ?”
” Hayır padişahım…”

Padişah sinirlenmiş.
” Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.”Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor..
” Ne konuştunuz siz padişahla…” Adam, başveziri şöyle bir süzmüş.
” Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim..”
Başvezir, yüz altın vermiş.
” Sen padişahı, serdar’ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu..”
” Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi..”

Vezir kafasını kaşımış.
” Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek…”
Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.
” Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mi ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim.” Vezir bir soru daha sormuş…
” Geceleri kalkmadın mı ne demek ?”Adam bir yüz altın daha almış.
” Çocukların yok mu diye sordu..Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim…” Vezir gene kafasını sallamış.
” Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek…” Adam gülmüş.

” Onu da sen bul…”
Asri_Saadet
Çar Mar 07, 2012 2:05 pm
 
Foruma git
Konuya git

Kadının Dinimizdeki Yeri ve Haklari

[img]http://img364.imageshack.us/img364/1494/blume1121zg7.gif_url[/img]

[b]Onlardan olduğumuz ve yaşamımızın doğumdan ölüme her anında varlıklarıyla onurlandığımız, ihtiyacımız olduğunda desteklerini esirgemeyen, eğiten, yetiştiren, bizi biz yapma yolunda yüreklerindeki sevgi ve şefkati karşılıksız veren fedakar kadınlarımızin 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutlarım.
[/b]
[b]Sual:[/b] Dinimizde kadın hakları hususunda bilgi verir misiniz?
[b]CEVAP[/b]
Müslümanlıkta kadın sultandır. Dinimiz kadına çok değer vermiş, erkeğe de çok mesuliyet yüklemiştir. İslamiyet’te kadın ev içinde ve dışında çalışmak, para kazanmak zorunda değildir. Evli ise erkeği, evli değilse babası, babası da yoksa, en yakın akrabası çalışıp onun her ihtiyacını karşılamaya mecburdur. Kendisine bakacak hiç kimsesi bulunmayan kadına, devletin yardım sandığı bakar.

Dinimizde geçim yükü erkek ve kadın arasında paylaştırılmamıştır. Bir erkek, hanımını tarlada, fabrikada veya herhangi bir yerde çalışmaya zorlayamaz. Eğer kadın isterse ve erkek de razı olursa, kadın kendine uygun bir işte çalışabilir. Fakat, kadının kazancı kendisinindir.

Müslüman kadının ev işi yapması bir ihsandır, çok sevaptır. Yapmazsa, günaha girmez. Zorla yaptırılamaz. Resulullah efendimizin zamanından bugüne kadar, Müslüman kadınlar bu ihsanı yapmıştır.

Her kadın, bir erkeğin ya kızıdır, ya kardeşidir, yahut hanımı veya annesidir. Kadınlara kötü şeyler reva görülmemeli, onlara layık olduğu değer verilmelidir. (R. Nasıhin)

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim]

(Bir mümin, kötü huylu diye hanımına kızmasın! İyi huyu da olur.) [Müslim]

(Kadın, zayıf yaratılışlıdır. Zayıflığını susarak yenin! Evdeki kusurlarını görmemeye çalışın!) [İbni Lal]

(Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Eyyüb aleyhisselam gibi mükafatlara kavuşur. Kocasının kötü huyuna sabreden kadın da, Hazret-i Asiye gibi sevaba kavuşur.) [İ.Gazali]

(Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını artırır.) [İ.Lâl]

(En üstün mümin, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranan güzel ahlaklı kimsedir.) [Tirmizi]

(En iyi Müslüman, hanımına en iyi davranandır. İçinizde, hanımına en iyi davranan benim.) [Nesai]

(Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine, bir köle azat etmiş sevabı yazılır.) [R.Nasıhin]

(Hanımının haklarını ifa etmeyenin; namazları, oruçları kabul olmaz.) [Mürşid-ün-nisa]

(Hanımını döven, Allah’a ve Resulüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum.) [R.Nasıhin]

(Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.) [İ.Asakir]

[b]Kız çocuklarının kıymeti[/b]
Peygamber efendimiz, (Kız çocuklarını hor görmeyin) buyurdu. Hor görmek dini bilmemekten ileri gelir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kızlarınızı altın ve gümüş ile süsleyin! Elbiseleri güzel olsun! İtibar kazanmaları için en güzel hediyelerle ihsanda bulunun!) [Hakim]

(Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allahü teâlânın verdiği nimetlerle bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun için bir bereket olur, Cehennemden kurtulup kolayca Cennete girmesine vesile olur.) [Taberani]

(İki kız evladına güzel muamele eden, mutlaka Cennete girer.) [İbni Mace]

(İki kızı veya iki kız kardeşi olup da, maişetlerini güzelce sağlayanla Cennette beraber oluruz.) [Tirmizi]

(Çarşıdan aldığı şeyleri, erkek çocuklardan önce kız çocuklarına verene, Allahü teâlâ rahmetle nazar eder. Allahü teâlâ rahmetle nazar ettiğine de azap etmez.) [Harâiti]

(Çarşıdan turfanda meyve alıp evine getiren, sadaka sevabı alır. Getirdiğiniz meyveyi, erkek çocuklarından önce kız çocuklarına verin! Kadınları, kızları sevindiren, Allah korkusundan ağlayan gibi çok sevap kazanır. Allah korkusundan ağlayana Cehennem haramdır.) [İbni Adiy]

(Üç kızına, ihtiyaçtan kurtulana kadar iyi bakan, yedirip giydiren, elbette Cenneti kazanır.) [Ebu Davud]

(Üç kız veya kız kardeşinin geçim veya başka sıkıntılarına katlananı, Allahü teâlâ Cennete koyar.) Eshab-ı kiramdan biri, (İki tane olursa da aynı mıdır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz (Evet, iki tane olursa da aynıdır) buyurdu. Başka birisi, (Ya bir tane olursa?) diye sual etti. Cevabında buyurdu ki: (Bir tane de olsa gene aynıdır.) [Hakim, Harâiti]

Görüldüğü gibi, kız ve kadınlara değer vermeyenler, Müslümanlığı bilmeyen kimselerdir. Müslüman, dinini iyi öğrenip kadına layık olduğu değeri vermelidir!

[b]Kadınların şehid olması[/b]
Müslüman kadının Cennete girmesi, şehid olması kolaydır. Bir kadın salih kocasına itaat ederse cihad sevabı kazanır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Müslüman bir kadın beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar kocasına itaat edip namusunu muhafaza ederse, Cennete istediği kapıdan girer.) [İbni Hibban]

(Kadının cihadı, kocası ile iyi geçinmektir.) [Taberani]

(Koca hakkına riayet, Allah yolunda cihad etmek gibidir.) [Taberani]

(Hamile iken, doğururken veya lohusa iken ölen Müslüman kadın şehiddir.) [Taberani]

(Müslüman kadın, hamilelikten doğuma kadar ve çocuğu memeden kesene kadar Allah yolundaki mücahid gibi olup ölürse şehid sevabı verilir.) [Taberani]

(Müslüman kadın, hamile iken, gündüz saim, gece kaim ve Allah korkusu kendisinde galip olan bir mücahid sevabı hak eder. Onu ağrı tuttuğunda kendisine verilecek sevabı hiç kimse bilmez. Bebeğin her emişinde bir can ihya etmiş gibi sevap alır. Sütten kestiğinde ise, bir melek, onu takdir ederek, “haydi bir daha” der.) [Ebuşşeyh]

[b]Saim[/b] = oruçlu demektir, kaim = gece kalkıp namaz kılmak, ibadet etmek demektir.

(Bir kadının kocası kendisinden razı olduğu halde hamile kaldığında Allah yolunda gündüz oruç tutup gece ibadet eden bir kişinin sevabı kadar ona sevap verilir. Doğum sancısı tutunca ona verilecek sevabı ancak Allahü teâlâ bilir. Doğum yapınca çocuğun emdiği her yudum süte karşılık kendisine bir sevap yazılır. Gece çocuk onu uykusuz bırakınca Allah rızası için 70 köle azat etmiş gibi sevap kazanır. Ey Selame, bunları söylemekteki maksadımı biliyor musun? Namusunu muhafaza eden, kocasına itaat eden ve kocasından gördüğü iyilikleri inkâr etmeyen saliha hanımları kastediyorum.) [Taberani]


[b]Kadınların yaratılışı[/b]
[b]Sual[/b]: Kadınlar zayıf yaratıldığı için erkeklere emanet edildiği, erkeğin evde aile reisi olması gerektiği, erkeklerin kadından mesul olduğu, fakat kadının erkekten mesul olmadığı söyleniyor. Böyle bir âyet ve hadis var mıdır?
[b]CEVAP[/b]
Evet vardır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ey iman edenler, kendinizi ve çoluk çocuğunuzu öyle bir ateşten koruyun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır.) [Tahrim 6]

(Erkeklerin kadınlar üzerinde, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptir.) [Bekara 228]

(Erkekler, kadınlar üzerine hâkimdir. Çünkü Allahü teâlâ, bazı kullarını bazısından üstün yaratmıştır.) [Nisa 34]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kadınları, Allahü teâlânın emaneti olarak aldınız ve onlara yaklaşmanız Allah’ın emri ile helal kılındı. Sizin onların üzerinde hakkınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Yatağınızı kimseye çiğnetmemeleri ve maruf olan hususlarda size baş kaldırmamaları, onlar üzerindeki haklarınızdandır. Onlar, bu haklarınıza riayet ederlerse, maruf üzere rızıklandırılıp giydirilmeleri onların hakkıdır.) [İbni Cerir]

([b]Kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Hiç bir şekilde doğru olamaz. Onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın. Kadının kırılması boşanması demektir.) [Buhari][/b]

(Kadın zayıf yaratılmış ve avrettir. Kadınların avretlerini evde tutarak örtün!) [İbni Lâl]


[b]Mukayese olmaz [/b]
[b]Sual[/b]: Kadın mı üstün yoksa erkek mi?
[b]CEVAP[/b]
Bu soru yanlış. Bu mühendis mi üstün, avukat mı demek gibi bir şeydir. Avukattan üstün mühendis, mühendisten üstün avukat olur. Erkekten üstün kadın çoktur. Cinsleri, vasıfları farklı olanlar arasında mukayese olmaz. Mesela elma armuttan veya armut elmadan iyidir denmez. Çünkü cinsleri farklıdır. Onun için elma ile armut toplanmaz denir.

Yüz kiloluk pehlivan ile elli kiloluk pehlivanı birbiriyle güreştirmiyorlar. Her pehlivan, kilosundaki pehlivanlarla güreşiyor. Ağır sıkletteki bir pehlivan, rakiplerine yenilse, fakat elli kilodaki bütün pehlivanları yense madalya alamaz. Aynı cinsler arasında bile bazı vasıflar aranıyor. Çalışan kadınların maaşını öğrenmek üzere, Amerika’dan iki kişi gelse, birisi, bakanlık yapan bir kadının maaşını öğrense, öteki de yeni işe giren ilkokul mezunu bir kadının maaşını öğrense, verecekleri rapor elbette birbirinden çok farklı olur. İşçi kadın ile bakan olan kadının maaşı mukayese edilmez.

Kadınla erkek mukayese edilerek, Kadın doğum yapıyor, erkek yapmıyor, böyle eşitlik olmaz denemez. Allahü teâlâ, kadını, erkeği ayrı işler için yaratmıştır. Fiziki yapısı birbirine benzemez. Birbirine benzemeyen iki şey, birbiri ile kıyaslanamaz.

Bir erkek kalkıp da, Madem kadın-erkek eşitliği var, niye kadınlar da bizim gibi yer altında, kömür ve maden ocaklarında çalışmıyor dememeli. Çünkü kadının bünyesi buna müsait değildir. Bazı ülkelerde, kadın böyle zor işlerde çalıştırılıyorsa da, bu bir hak değil, zulümdür. Herkese, bünyesine uygun iş verilmelidir!

Cenab-ı Hak, kadını da, erkeği de her işe elverişli olarak yaratmamıştır. Kadının boksör, güreşçi olmaması onun değerini düşürmez. Limonun ekşi olması limon için bir eksiklik değildir. Çünkü limon ekşiliği için alınır. Allahü teâlâ da kadını ağır işlere elverişli olarak yaratmamıştır.

Kadın ile erkek iki ayrı cinstir. Elma ile armut mukayese edilmediği gibi, bunların da birbirine üstünlüğü söz konusu olmaz. Ancak vasıfları eşit olan iki şey arasında kıyas yapılır. Vasıfları farklı olan şeyler arasında kıyas olmaz. Mesela vapur, uçak ve otobüs binek vasıtası olduğu halde, birinin diğerine üstünlüğü söylenemez. Uçak, denizde yüzemediği için vapurdan aşağı sayılmaz. Vapur, karada gitmediği için bisikletten aşağı olduğu söylenemez. Vapur başka bir vapurla, uçak başka bir uçakla mukayese edilebilir. İkisi de kara vasıtası olduğu halde, bir tankla bir taksi mukayese edilemez. Tank taksi kadar hızlı gitmediği için aşağı kabul edilemez. Her birinin görevi ayrıdır.

Boksta iki kadın, ancak bir erkek kadar dövüşebilir dense, bu, kadına hakaret olmaz. Cenab-ı Hak, kadını akıl ve beden yönünden erkeğe göre farklı yaratmıştır. Akıllı kadın yarattığı gibi, deli erkek de yaratmıştır. Kadınların da, erkeklerin de akılları aynı değildir. Biri kalkıp da, Ya Rabbi insanların aklını niçin eşit yaratmadın diyemez. Yaratıcı sorguya çekilemez.

Birçok bakımdan kadınla erkek, mukayese edilemez, ikisi de her yönden eşit olmalı denemez. İki erkek de her yönden eşit değildir. İki kadın da böyledir. Üstünlük, Allah indindeki kıymete göredir. Müslüman fakir bir zenci, gayrimüslim kraldan mukayese edilemeyecek kadar üstündür.

Dinimizin, zenginlerin ve kadınların çoğunun Cehenneme gideceğini bildirmesi, zengine ve kadına hakaret değildir. Zenginlerin ekserisi, parasını faydalı işlerde kullanmadığı, zararlı işlerde kullandığı, israf ettiği için, onları ikâz etmek maksadı ile, (şunları yapmazsanız, Cehenneme gidersiniz) buyurulmuştur.

Keza kadınlar da, erkeklere nispetle daha fazla tesir altında kalarak daha fazla günah işlediği için, (günah işlemeyin, Cehenneme gidersiniz) diye ikâz ediliyor. İyi kadınları ve servetini iyi yolda harcayanları da Cenab-ı Hak övüyor. Malı hayırlı şey olarak bildiriyor, saliha kadınları da övüyor. Kâfir erkeklerin Cehenneme gideceğini bildirirken, Müslüman kadınların Cennete gideceğini haber veriyor.

aimŞu halde, İslamiyet kadına fazla değer vermiyor demek, dinimizi bilmemekten başka şey değildir. Allah’a isyan eden kadın veya erkeğin Cehenneme gitmesi normal değil midir? Devleti yıkmaya çalışan anarşist kadınlar hapse atıldığı için, devlete, kadın düşmanı denebilir mi?

Dinimiz kadına çok değer vermiş, erkeğe de çok sorumluluk yüklemiştir. Kadın, evde ve dışarıda çalışmak zorunda değildir. Evli ise kocası, evli değilse babası, kadına gerekli şeyleri getirmeye mecburdur. (Hidâye, R. Nasıhin)


[b]Kadın, erkek ve akıl[/b]
[b]Sual[/b]: Kadının erkekten daha akıllı olduğunu, bu bakımdan, kadına daha çok hak verilmesi gerektiğini söyleyenler var. Her kadın, her erkekten akıllı olur mu?
[b]CEVAP[/b]
Önce, aklın ne olduğunu bilmek gerekir. Cenab-ı Hak, aklı, hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt etmek için yaratmıştır. Hangi şeyin hak, hangi şeyin bâtıl, hangi şeyin iyi, hangisinin kötü olduğu da ancak, bütün mahlukatı yoktan var eden Allahü teâlânın bildirmesiyle anlaşılır. İnsanların iyi veya kötü demesiyle, bir şey iyi veya kötü olmaz. Çünkü birisine göre iyi olan bir şey, diğerine göre kötüdür. Mesela evlilikte nikah, Müslümanlara göre, lüzumlu ve iyi bir şey iken, bazılarına göre saçmadır! Bu bakımdan dinimiz akıllıyı nasıl tarif ediyorsa ona göre karar vermek gerekir. Akıl hakkında hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Akıllı şudur ki, Allah’a ve Peygambere inanır ve ibadetlerini yapar.) [İbni Muhber]

(En akıllı, Allahü teâlâdan en çok korkan, Onun emir ve yasaklarına en güzel uyandır.) [İbni Muhber]

(Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir.) [Tirmizi]

(İnsanlar, tarağın dişleri gibi eşittir. Üstünlükleri, ibadet farkından ileri gelir.) [İbni Lal]

(İnsanların yaptıkları hayırların mükafatı, akılları nispetinde verilir.) [Ebuşşeyh]

(Kişi, ilmi ve aklı sayesinde kurtulur.) [Deylemi]

(Her şeyin bir direği vardır. Müminin direği ise akıldır. Kişi aklı nispetinde ibadet eder.) [İ. Gazali]

(Allah indinde en kıymetliniz, akılca en üstün olanınızdır.) [İ. Gazali]

Akılca en üstün olan kimse de, dinin emir ve yasaklarına riayet edendir. Kişinin ibadeti de aklı nispetinde olduğu, itikadı ve ameli en düzgün olan, diğerine göre daha akıllı demektir. Erkeklerden ve kadınlardan Cennetlik olanlar olduğu gibi, Cehennemlik olanlar da vardır. O halde, kadının erkekten veya erkeğin kadından daha akıllı olduğu söylenemez.

Şunu da açıklayalım ki, akıl ile zeka ayrıdır. Birbirine karıştırılmamalıdır. Bir gayrimüslim, bir Müslümandan daha zeki olabilir; fakat akıllı olamaz.

Allahü teâlâ, kadınla erkeğin vücut yapılarını farklı şekilde yaratmıştır. Bir tankla taksinin mukayesesi yapılamaz. İkisinin vazifesi ayrıdır. Herkes vazifesini bilir, ona göre hareket ederse, düzensizlikler önlenmiş olur. Kadınla erkek arasında fark olduğu gibi, erkekle erkek, kadınla kadın arasında da fark vardır. Herkes aynı kabiliyette değildir. İnsanlar robot gibi yaratılmamıştır.

Kadın-erkek eşitliği ileri sürülerek, kadınların yapamayacağı işleri onlara vermek, mesela maden ocaklarında çalıştırmak kadın haklarına bir saygı değildir. Kadını, asker yapmamak da ona hakaret değildir. Kadına, bünye, akıl, zeka, his ve kabiliyetine uygun işler vermelidir.

Bugün kadın haklarını savunur görünenler samimi olsalardı, önce kadını sömürü vasıtası yapan, ticari malların tanıtımında kullanan zihniyete karşı çıkarlardı. Halbuki kadının bu yolla, şeref ve haysiyeti düşürülmekte, basit bir mal haline getirilmektedir. Bu üzücü duruma karşı çıkmayanların, kadın hakları konusunda samimi olmadıkları açıktır.


[b]Kadına niye hitap yok[/b]?
[b]Sua[/b]l: Ben ateist ve feminist bir bayan değilim. Hikmetini bilmesem de dinimizin emirlerine inanırım. Ancak hem feministlere cevap verebilmek için, hem de merakımın gitmesi için bazı sorularım var. Niçin Kur’anda, hadiste ve İslam âlimlerinin yazılarında genelde hitap erkeğedir, kadına hitap yok. Kadın insan değil midir? Bir de âyet ve hadislerde erkeğe kadından önce hitap ediliyor. Mesela şu âyetlerde hitap hep erkeğedir:
(Erkekler, kadınlar üzerine idareci ve hâkimdir [evin reisidir.] Ey iman edenler, hicret ederek gelen mümin kadınları imtihan edin. Eğer imanlı iseler, kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü mümin kadının kâfirle evlenmesi helâl değildir.) [Mümtehine 10]

(İman etmedikçe, müşrik [ateist] kadınlarla evlenmeyin. Kadınlarınızı da, iman edinceye kadar müşrik erkeklerle evlendirmeyin!) [Bekara 221]

(Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı.) [Bekara187]

(Kitap ehli [Yahudi ve Hıristiyan] kadınlarla evlenmeniz helaldir.) [Maide 5]

(Naşize kadınlara öğüt verin, yataklarına girmeyin.) [Nisa 34] Kadın naşize olur da erkek naşiz olmaz mı? Ne diye, Allah, erkeğin kadına öğüt verip onu terbiye etmesini emrediyor?
[Naşiz: Eşine zulmeden erkek. Naşize: Kocasının yatağına gelmeyen ve ondan izinsiz evi terk edip giden kadın.]
[b]CEVAP[/b]
Âyet ve hadisten din öğrenilmez. Din öğreniyorum derken, yanlış anlayıp dinden çıkılabilir. İlk yazdığınız âyet-i kerimenin başında bildirildiği gibi, Allahü teâlâ, erkeği âmir olarak yaratmıştır. Köpek ve yılan olarak da yaratabilirdi. Allah’ın emrine razı olmak gerekir. Bir fabrikada, çeşitli kısımların müdürleri veya âmirleri olur. Patron, her işçiye teker teker şunu yapacaksınız demez. İdarecilere söyler. İşlerden idarecileri sorumlu tutar. İşte Allahü teâlâ da, evin reisine emrediyor, onu sorumlu tutuyor. Erkeklerin işledikleri günahlardan kadını sorumlu tutmuyor, fakat kadınların işledikleri günahlardan erkekleri sorumlu tutuyor. Her nimet bir külfet karşılığıdır. Sorumlunun, idarecilik görevini yapması da normaldir.

Maide suresinin 38. âyetinde, (Hırsızlık eden erkek ve kadın) ifadesi geçiyor. Önce erkeğin bildirilmesi onun Allah katında yüksek olduğunu göstermez. Belki de hırsızlık daha çok erkekler tarafından yapıldığı için önce söylendi. Nur suresinin 2. âyetinde, (Zina eden kadın ve erkek) ifadesi geçiyor. Burada belki kadının rolü daha çok olduğu için, kadın erkekten önce bildirildi. Önce hitap edilmesi onun üstün veya aşağı olduğunu göstermez. Bir âyet-i kerime meali de şöyle: (Erkek veya kadın, mümin olarak iyi işler yapan, Cennete girer.) [Nisa 124]

Bu âyet-i kerime de, erkeğin kadından üstün olduğunu bildirmiyor. Üstünlük mümin olarak iyi iş yapmaktır.

Erkek olsun, kadın olsun, kâfirin iyi iş yapmasının kıymeti yoktur. Allahü teâlâ kadını erkeğe emanet edip, emanete riayet etmesini de emretti. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Eşinizi üzmeyin. O, Allahü teâlânın size emanetidir.) [Müslim]

(En üstün mümin, eşine, en iyi, en lütufkâr davranandır.) [Tirmizi]

(Eşinin haklarını ifa etmeyen erkeğin namazları, oruçları kabul olmaz.) [Mürşid-ün-nisa]

(Eşini döven, Allah’a ve Resulüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum.) [R.Nasıhin]


İslam âlimleri de buyuruyor ki:

Eve gelince hanımına selam verip hatırını sormalı, üzüntü ve sevincine ortak olmalı. Çünkü, o başkalarından ümitsiz ve yalnız kendisine alışmış bulunan dostu, dert ortağı, kendinin neşelendiricisi, çocuklarının yetiştiricisi ve çeşitli ihtiyaçlarının gidericisidir.

Erkek, hep kendini kusurlu görmeli, (Ben iyi olsaydım, o böyle olmazdı) diye düşünmelidir. Hanımının iyiliğini, iffetini Allahü teâlânın büyük nimeti bilmelidir. Onun huysuzluklarına iyilikle muamele etmeli, iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona dua etmeli ve Allahü teâlâya şükretmelidir. Çünkü, uygun bir kadın büyük bir nimettir. İyi davranmak, sadece hanımı üzmemek değildir. Onun verdiği sıkıntılara da katlanmak demektir. Yani bir erkek, ben iyi bir kocayım diyorsa, hanımından gelen sıkıntılara katlanması lazımdır. Hadis-i şerifte, (Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Eyyüb aleyhisselam gibi mükafatlara kavuşur) buyuruldu. İyi Müslüman olmak için hanım ile iyi geçinmek şarttır. Kur’an-ı kerimde de mealen, (Onlarla iyi, güzel geçinin!) buyuruluyor. (Nisa 19)

Mürşidi kâmil olan büyük zatlar, talebelerine, "Hanımını üzeni sevmeyiz. Allahü teâlâ evin içini hanıma vermiştir. Bir erkek evin içine ne kadar çok karışırsa, dünyada ve ahirette o nispette çok sıkıntı çeker” buyururdu.

Hanım, evde hizmetçi değil, sultandır. Hanımını üzmek akıllı insanın yapacağı iş değildir. Bir Müslüman hanımını nasıl üzer, akıl almıyor. Aklı olan karı koca, birbirini üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alametidir. Zalim, huysuz kimsenin eşi, devamlı üzülerek sinirleri bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar hasıl olur. Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuş, mutluluğu sona ermiş demektir. Eşinin hizmet ve yardımlarından mahrum kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felaketlere, bitmeyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebep olmuştur. Dizlerini dövse de, ne yazık ki bu pişmanlığının faydası olmaz. O halde; eşine yapılacak huysuzluğun zararı kendine olur. Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmaya çalışmalı! Bunu yapabilen, rahat ve huzur içinde yaşar, Allahü teâlânın rızasını da kazanır!

Peygamberimizin (Cennet annelerin ayakları altındadır) sözünün muhatabı olan tüm dünya kadınlarının 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutlarım.



selam ve dua ile
Asri_Saadet
Per Mar 08, 2012 8:28 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Kadın Sorunları ve Çözümü

Emeginize saglik, paylasim icin sagolunn Allah razi olsun

selam ve dua ile
Asri_Saadet
Per Mar 08, 2012 8:30 am
 
Foruma git
Konuya git

Derdimi Seviyorum (( Kitap Tanitimindann ))

Eser birçok meseleye farklı izah tarzları getiriyor. İnanç ve ibadet hayatımıza, kültürümüze dair merakımızı güçlendiriyor, şuurumuzu tazeliyor. Çözemediğimiz müşkiller, cevabını bulamadığımız sorularımıza yer veriyor. Hayatı anlamlandırmak adına; derdi olanlara, derdiyle dertlenenlere bir yol açıyor.

Begenerek okudumm herkesin kendinde bulacagi sorularina yanit verebilen hatta DERDIMIZI SEVEMEYI ÖGRETEN Yazarimiz Hekimoglu Ismailin güzel eseri sizlerle paylasmak istedim .
BENDE DERDIMI SEVIYORUMM DERDI VERENI DAHA COK SEVIYORUMM


Bahçenin suyunu kestiler, çiçekler sordu, meyveler döküldü ve yapraklar sarardı. Dünya dikenlere kaldı.

Kapının önüne gül diktim, sarmaşık ektim, gelip geçenlerin içi açılsın diye. İnsanlar gülleri kopardı, hayvanlar sarmaşıkları yedi, geriye yine dikenler kaldı.

Hiç unutmam, hasat mevsimi yaklaşıyordu, mahsul bol mu, boldu. Bir gün, bir sam yeli esti, yapraklar sapsarı oldu, meyveler buruştu, dikenler bayram ediyordu.

Felaket elele, kol kola geliyordu: Bir başka zaman bulut gibi çekirge geldi, yeşil yaprakların hepsi gitti, geriye sadece dikenler kalmıştı.

Yeşile düşman olanlar, dikenlere dost olmuştu.

Çiçek gibi insanlar gitti, ibadet meyveleri döküldü, yemyeşil kültürümüzü sam yeli aldı, son kalanları da kuzey rüzgârları dondurdu, dünya dikenlere kalmıştı.

Olmayan bahçenin bahçıvanını buldum, onun yanına çırak girdim 'Dertlerden dert, dikenlerden diken beğen' dedi.

Anladım ki 'Derdimi sevmek'le işe başlamalıyım. Birdenbire iç dünyamı bir çığlık dolaştı: 'Çilesini çekmediğin şey senin değildir! '

Herkes bir şeye sahip çıkarken, benim payıma Din düşmüştü. O'na sahip çıkmak istedim, baktım ateş! Elime aldım yanıyordum, bıraksam dinsiz kalacaktım. İster istemez 'Derdimi sevdim.'

'Dinin sahibi' dine hizmet edecek kimseleri tayin ediyordu, felaket diyarının mukimi oldum. Çamur içinde kök salan çekirdek gibi, ıstıraplarımız, hayatımız olmuştu. İnsan hayatı sevmez mi?

Günahta ölmenin, sevapta dirilmenin çilesi vardı, haşrin böylesinde bayram edilmez mi?

Kurumuş, çiğnenmiş, ezilmiş bir ağacı Şükrü Apuhan ile Erkan Kavaklı sulamaya başladı. Filiz gördüler şevke geldiler, çiçek gördüler iyice heyecanlandılar, meyveleri görünce adeta bayram ettiler. Böylece okuyucunun eline bu bahçe geçti. Kimi gölgesinde serinlesin, kimi elinin ulaştığı kadar meyve derlesin, kimi yeşilde gözlerini dinlendirsin. Yorgun yolcu, nefes alabilirse, renkler desenler armonisi içinde, sanat harikalarını seyredebilirse, kendimizi, bir şey yapmanın bahtiyarlığında hissedeceğiz.

- Hekimoğlu İsmail

(Tanıtım Yazısından)



Selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Cum Mar 09, 2012 8:21 am
 
Foruma git
Konuya git

Derdimi seviyorum,çünkü VERENİ seviyorum!!!

[b]Derdimi seviyorum,çünkü VERENİ seviyorum!!![/b]



Say ki, O seni sevmiyor yani sevilmiyorsun. Seni duymazdan geliyor.

Bunca çabaların var, niyazların, iniltilerin var. Hep, bir takım beklentilerin oldu. Gidecek makamı da zaten bilmiştin ya.

Kim bilir, kaç defa ellerini açıp yalvardın, yakardın durdun. Bilemiyorum, acaba kim bilir kaç defadır seccadelerin ıslandı, dakikalarca belki de saatlerce kaldın. Hep bekledin, bekledin, bekledin.

Ama sonuçta gördün ki değişen bir şey yok. Sen hep aynısın. Dertler aynı dert, hüzün ise artmış aynı hüzün. Karamsarlık dediğin ise seni elbisen olmuş artık. Giyinmişin adeta bir daha çıkamamacasına!

İyi de, sitem etmeye değer mi? Sevmemek olur mu?

Düşün hele, seni sevmiyor olabilir mi? O zaman ne diye yaratmış ki seni?

Görünmez en küçük varlığın varlığından haberdar olan zat, senin niyazlarını duymuyor olabilir mi? Hadi, “olabilir, belki beni duymuyor olabilir” de. Hadi durma de. “ALLAH beni duymuyor! Duysaydı beni bu halden kurtarır, benim için iyi olanı verirdi.” de.

Öyle canlılar var ki şu an ki teknolojiyle görünmesi çok zor. Onları bile görebildiği halde seni görmüyor olabilir mi? Diyebilir misin “O beni görmüyor, görse bu halim değişirdi. Günahlarımdan dolayı benden intikam alıyor.” De hadi bakalım.

Hadi desene!!!

Diyemezsin.

Peki, böyle mi düşünüyorsun gerçekten?

Dertlerin seni bitirdiğini düşünüyorsun değil mi? Senden başka dertli, gamlı, kederli, sıkıntılı kimse yok. Her şey bir tek seni buldu. Parasal dert desen, cepte metelik yok. Çoluk çocuk desen almış başını gidiyor, seni dinleyen yok. Eşin ile problemin var. İşin desen, ya işsizsin ya da işinde başarısız oldun. Çevren desen sana değer vermiyor. Öyle ya, onların gözünde paran varsa insansın. Of, hep dert, dert!

Haklısın bir bakıma. Evet, çok sıkıntılısın.

Ani bir dönüş ile konuyu bir başka deyişle ilişkilendiriyorum, iyi dinle şimdi.

Dert sevdirir dostum sevdirir. Hem de ne sevdirir. Nice dertsizler var ki, bir elini çırptı mı emrine binler amade. Ama sevgisiz onlar dostum. Kulluktan yoksun onlar. Kalpleri mühürlenmiş, kulakları sağır, gözleri kör olmuş. Sen ne büyük bir lütuftasın ki, hala O’ndan istiyorsun. Çünkü O, seni unutmuyor, kendisinden istetiyor. Seni başka kapıya göndermiyor. Bakma seni kapısında beklettiğine. Hatırla bir Hak dostunun ince düşünceli sözünü:

“Sen kapıyı tıkla, açmak içerdekinin işidir!”
Dert seni pişiriyor dostum, belki farkında değilsin ama gerçekten de böyle.

Merak etme, izleniyorsun, duyuluyorsun ve görünüyorsun. Hatta sen ara sıra unutsan bile, O, seni salisenin milyonda biri bile olsa seni duymuyor, görmüyor veya izlemiyor olmasın! Ta ki dünyaya ilk geliş anından son anına kadar.

Yo, sakın yanlış anlama. Derdini küçümsemiyorum. Diyebileceğim sana, şunu sakın unutma ve sık sık de:

“Derdimi seviyorum, çünkü VERENİ seviyorum !!!”

Bu yüzden derdini sev dostum, derdini çok sev. Zira onu sana takdim eden BİR’i vermiş. Besbelli vardır bir hikmeti.

Olamaz mı?
Asri_Saadet
Cum Mar 09, 2012 8:11 am
 
Foruma git
Konuya git
cron