187 sonuç bulundu

Geri dön

Dinde 10 Esas

Dinde on esas

Taberani’de bildirilen bir hadis-i şerifte, İslamiyet’in şu on esasından biri noksan olan kimsenin, zararda olduğu bildirilmektedir:

1- La ilahe illallah, Muhammedün resulullah demek
Müslüman olmak için, bu kelime-i tevhidi, inanarak söylemek gerekir. Müslüman olan bir kimseye, ilk önce (La ilahe illallah, Muhammedün resulullah) kelimesinin manasını bilmek ve inanmak farzdır. Bu kelimeye, Kelime-i tevhid denir. Kısaca manası, (Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam da Onun Resulüdür) demektir. Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanmak ve hepsini beğenmek demektir.

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Amellerin kıymetlisi La ilahe illallah demektir.) [Hakim]

(La ilahe illallahı çok söyleyerek imanınızı tazeleyin!) [Taberani]

(La ilahe illallah diyen bela ve sıkıntılardan kurtulur.) [Bezzar]

2- Namaza devam etmek
Namazı doğru kılan, Allahü teâlânın sayılamayacak kadar çok olan bütün nimetlerine şükretmiş sayılır. Nitekim, (Namaz, şükrün bütün aksamını camidir) buyuruluyor. Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekat verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlar için korku ve üzüntü yoktur.) [Bekara 277]

3- Zekat vermek
Kur'an-ı kerimde, zekat çok yerde namazla birlikte emredilmiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allah’a ve Resulüne inanan, malının zekatını versin!) [Taberani]

(Zekat vermekle müslümanlığınız mükemmel hâle gelir.) [Bezzar]

(Zekat vermeyene Allahü teâlâ lanet eder.) [Nesai]

4- Oruç tutmak
Ramazan ayında, bir ay oruç tutmak farzdır. (Bekara 185)

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Oruç tutan dostum, tutmayan ise düşmanımdır.) [Beyheki]

(Ramazan orucunu tutup ölen, Cennete girer.) [Deylemi]

5- Haccetmek
Mekke-i mükerreme şehrine gidip gelinceye kadar, geride bıraktığı çoluk-çocuğunu geçindirmeye yetişecek maldan fazla kalan para ile oraya gidip gelebilecek kimsenin, ömründe bir kere, Kâbe-i şerifi tavaf etmesi ve Arafat’ta durması farzdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yoluna gücü yetenlerin Beytullahı haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.) [A.İmran 97]

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Haccı kabul olanın, bütün günahları affolur.) [Beyheki]

(Hac yolunda harcanan mal için, yediyüz misli sevap verilir.) [Beyheki]

(Hac etmek için Mekke’ye giderken ve oradan dönerken ölene, ahirette terazi kurulmaz, hesaba çekilmez ve günahları affedilir.) [İsfehani]

6- Cihad etmek
Önemli bir ibadettir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.) [Maide 35]

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(En kıymetli amel cihaddır.) [Taberani]

(İnsanların en üstünü, canı ve malı ile Allah yolunda cihad edendir.) [İ.Ahmed]

(Cihadın en faziletlisi, farzları ifa etmektir.) [Taberani]

7- Emr-i maruf
İyiliği emretmek, yaymak demektir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(İmkanı var iken, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayan bizden değildir.) [Tirmizi]

8- Nehy-i münker
Kötülükten sakındırmak demektir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Şehidden üstün mücahid, emr-i maruf ve nehy-i münker yapandır.) [İ.Gazali]

9- Cemaate katılmak
Birlikte rahmet, ayrılıkta azab-ı ilahi vardır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Cemaatten ayrılan yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani]

10- Taat
Allahü teâlânın beğendiği şeylerdir. Bunları yapan müslüman sevaba kavuşur. Allahü teâlânın beğendiği şeylerin hiçbirini yapmayan kimse, elbette büyük zarara uğrar.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Beni [taatle] zikredin ki, ben de sizi [rahmetle] zikredeyim) [Bekara 152]

Hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, taatten gafil olan kimseyi sevmez.) [Deylemi]
Asri_Saadet
Pts Mar 19, 2012 1:57 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Farz-ı Ayn Her müslümanın kesin öğrenmesi gereken bilg

Emegine Saglik, Kayacan Kardesim, Allah razi olsun

Selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Pts Mar 19, 2012 1:48 pm
 
Foruma git
Konuya git

Heves § Sevgi

Nefsin şehvani, hayvani arzularına, geçici hevese yanlış olarak sevgi veya aşk deniyor. Kavram karışıklığına sebebiyet veriliyor.

Heves rezalettir, Sevgi fazilettir.
Heves uyutmaz, Sevgi unutmaz.
Heves aklı mantığı altüst eder, Sevgi akılla hedefe gider.
Heves tuzak kurar, Sevgide işler aşikâr.
Heves gafilce işlere girişir, Sevgi kutsal menzile erişir.
Heves sıkça oynaş değiştirir, Sevgi ayırmaz, birleştirir.
Heves iffeti giderir, Sevgi iffet içinde erir.
Heves uyuşturur, gizli buluşturur; Sevgi şehveti yatıştırır.
Heves güveni sarsar ve kandırır, Sevgi itimat kazandırır.
Heves çiçek koklar, doyar başka arar; Sevgi çiçeği sular, büyütür, adam yapar.
Heves geçer yalan olur, sokar yılan olur; Sevgi gerçek olur, arar bulur, tehlikeden korur.
Heves kısa sürer, Sevgi ömür boyu gider.
Heves aldatır, bunaltır; Sevgi rahatlatır.
Heves nefret saçar, Sevgi kucak açar.
Heves doymaz bir açtır, Sevgi derde ilaçtır.
Heves riyakârdır, pastır; Sevgi ihlâstır.
Heves ezer geçer, yeni av seçer; Sevgi onu muhafaza eder, onunla gider.
Heves kısa vade der, Sevginin hedefi sonsuza gider.
Heves geçicidir, seçicidir; Sevgi kalıcıdır, gönül alıcıdır.
Heves kudurur, vurur; Sevgi akıllı durur.

Heves sultanı köle, sevgi ise köleyi sultan eder. Hazret-i Züleyha, sevgisi uğruna, bütün servetini feda etti. Yusuf’u gördüm diyene altınlar saçtı. Hazret-i Yusuf’la evlenince yanına gitmedi. (Rabbimin sevgisi bana yeter!) dedi. Gerçek aşka kavuşmuştu. Allahü teâlâ da Resulünü çok seviyor, yani ona âşık olmuş ve (Ey Resulüm, İbrahim peygamberi halil [dost], seni ise habib [sevilen, mâşuk] edindim) [Mevahib-i ledünniyye] demiş, Mevlitte de, (Habibim, sana âşık oldum) ifadesi geçiyor.

Bu aşk ne işe benzer?
Sönmez güneşe benzer,
Aşkı olmayan gönül,
Kırılmaz taşa benzer.
Asri_Saadet
Pts Mar 19, 2012 4:32 pm
 
Foruma git
Konuya git

Bir bahçıvan olsam

Ömrümün gençlik demlerinde
“Bir bahçıvan olsam” dedim.
“Gülşene git” dediler.
Gülşende güller çok ama bahçıvan az imiş.
Gülşende güllerin güle sevdalı olması gerekmiş.
Bir gül endam ile gittim gülşene.
Kapıda boy boy gül yüzlü bekçiler
“Niye geldin?” dediler.
“Gül yetiştirip,o gülün kokusuyla
sermest olmaya” dedim
“Güle bahar olacaksan,gül de sevda bulacaksan gel.
Güle hazan olacaksan,gülü sevdasız koyacaksan geri dön.
Bu iş gönül işidir.” dediler.
Ya gülü güldürüp gönül sarayına kurulacaktım,
Ya gülü öldürüp,
gönül sarayından kovulacaktım.
“Ne gülün sevdasına doyarım,ne de gülü sevdasız koyarım" dedim.
“Güllerin dikeni var.Senden önce nice bahçıvan geldi.
Kimi dikenlere dayanamayıp gitti,kimi gülü kopardı” dediler.
“Gül ,gül olmaz dikeni olmayınca
Bahçıvan,bahçıvan olmaz sabrı kalmayınca” dedim.
“O zaman bahçıvanımızsın.
Al bu gül anahtarı önce gülşen kapısını
sonra gönül kapısını aç.
Güller senin” dediler.
Girdim Gülşene, baktım güllerime.
İçeride rengarenk binlerce gül vardı
Beni güllerime götürdüler.
Bana açılmaya yüz tutmuş gül-nihaller düşmüştü.
Güllerim vardı benim.
Kimi menekşe gibi boynunu büküp oturan
Biraz mazlum,biraz mütevazi
Kimi bir lale edasıyla başını gökyüzüne dikmiş
Biraz mağrur,biraz nazlı
Kimi vakitsiz esen rüzgarla örselenmiş,
Kimi dallarındaki ağırlıkla dayanamayıp eğilmiş
Hepsi aynı temiz topraktan
Hepsi rüzgara,yağmura,güneşe muhtaç.
Bir yağmur olmalıyım,
sağanak sağanak üstlerine akmalı
Bir güneş olmalıyım,
onları yakmamalı,ısıtmalı
Bir rüzgar olmalıyım, ama illaki meltem,
onları okşamalı
Kainatın sebebi bir Habib edasıyla,
Sevgi diye inleyen bir Yunus sedasıyla,
Gülün derdinden sermest bir bülbül nidasıyla,
“Gülüm gülüm”diyerek yanıp yakılmalıyım.
Gülü güldüreceksem eğer
Bu bir bahçıvan peymanıdır
Ben bahçıvan kalmalıyım...
Asri_Saadet
Pts Mar 19, 2012 4:58 pm
 
Foruma git
Konuya git

İslamiyet ilaçtır

İslamiyet ilaçtır



Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Şeytandan çok, kötü insandan korkmalı. Şeytanın aldatması, kötü arkadaşa göre çok zayıf kalır. Onun için evlenirken, ev ve iş kurarken, yolda giderken, daima kendimizden daha çok ilmi ve ameli olan kişileri, takva sahiplerini tercih etmeliyiz ki, kurtulabilelim. Aksi yapılırsa, nefsinin esiri olan kimseler her an felakete düşebilir. En kötü arkadaş, parayı, dünyayı seven, mala muhabbeti olan kişidir.

İmam-ı Rabbani hazretleri, bir şehirde böyle dünyaya, paraya, mala düşkün birine rastlama ihtimali varsa, o şehri terk etmek gerektiğini bildiriyor. Fâsıkların bulunduğu mahalleden, salihlerin bulunduğu yere göçmek vacib oluyor. Böyle kimselerle karşılaşınca, onların kalbindeki kötülük, bizim kalbimize akar. Onlar, bize dünyayı sevdirir, bu ise insanı mahveder. Peygamber efendimiz, (Günahların, hataların başı dünya sevgisidir) buyuruyor. Yani dünya sevgisi, para, mal sevgisi, haramların sevgisi, Allah’tan gayrı olan her şeyin sevgisi, bütün felaketlerin, fenalıkların başıdır, sebebidir. Her kötülükten daha büyük kötülüktür.

Mal ve para sevgisi yüzünden, Allah korusun, din de, iman da, hattâ dünya da gider. İmam-ı Rabbani hazretleri dünya için, (Yüzü gözü boyalı, süslü bir fahişedir) diyor. Çok cazibelidir. İnsan, görünüşe aldanıp, dünyaya âşık olabilir, fakat kavuşulduğu anda, kapana girer, mahvolur.

İmanı korumak ve imanla ölebilmek için, dikkatli olmalı. Kelime-i tevhidi çok söylemeli, Kur’an-ı kerim okumalı, dinden ve din büyüklerinden bahsetmeli, salihlerle sohbet etmeli, böylece, kalbimizi, Allah sevgisiyle doldurmalı. Para ve mal sevgisinden uzaklaşmalı.

İslamiyet yani dinimiz, ilaçtır. İnsan, hastadır. Hastanın tedavisi için ilaç gerekir. İlaç, acı da olsa, kullanmak lazımdır. Yani İslamiyet’in emirleri, nefse zor gelse de, yapmak şarttır. Yoksa âhiretteki acılar, dünyadakilerle kıyas bile edilemez. Âhiretten bir kıvılcım gelse, dünya yanar yok olur. İnsan, gaflet ve cehaleti yüzünden, yarın başına gelecek felaketleri düşünemiyor. Yiyip içiyor, gezip oynuyor, kahkahalarla gülüyor. Âhiretin dehşetini düşünen, ağlamaktan sızlamaktan yiyip içemez, incelip, kıl gibi olur. Yarın Kıyamet günü, büyük felaketlere maruz kalmamak için, dinimizin emirlerine uyup, yasak ettiklerinden kaçmaya çalışmalıdır.
Asri_Saadet
Pts Mar 19, 2012 4:19 pm
 
Foruma git
Konuya git

'’Sadece Sana Kulluk Yaparım’’Diyemedim!

Bir genç hafızlığını tamamlarken her gün sabaha kadar Kur'an'ı hatmeder. Bundan dolayı da sabah derslerine yorgun ve bitkin olarak çıkar. Durumu öğrenen hocası Kur'an'ı bu şekilde okumasını arzu etmediği için bir gün onu karşısına alır ve: "Evladım! Biliyorsun Kur'an, indiği gibi okunmalıdır.Bu gece sen Kur'an'ı, karşında ben varmışım gibi oku." tavsiyesinde bulunur.

Genç gider ve Kur'an'ı hocasına okuyormuş gibi okur. Sabah huzura geldiğinde: "Efendim, bu gece Kur'an'ı ancak yarısına kadar okuyabildim." der. Bunun üzerine hocası: "Pekâla bu gece de Efendimiz'e okuyor gibi oku!" emrini verir. Talebe şaşkınlık ve heyecan içinde Nebîler Serveri'nin huzurunda olduğu düşüncesiyle o gece daha dikkatli okur. Ertesi gün de üstadına Kur'an'ın ancak dörtte birini okuyabildiğini söyler. Üstadı talebesindeki manevi yükselişi görünce: "Bugün de o emin melek Cebrail'in Efendimiz'e (sallALLAHu aleyhi vesellem) tebliğ ettiği anda dinliyor gibi oku!" der. Talebesi ertesi gün "VALLAHi üstadım, bugün ancak bir sure okuyabildim." der.

Üstadı son adımı atar: "Evladım! şimdi de onu binlerce hicabın verasında bulunan Yüce Rabbimiz'in huzurunda okuyor gibi oku! Düşün ki O seni dinliyor ve Kur'an'ı senle mukabele ediyor!"

Talebe ertesi gün gözyaşları içinde üstadına gelir ve şöyle der: "Üstadım! Fatiha'dan başladım ilk ayetleri okudum; ama 'ıyyâke na'budu' demeye bir türlü dilim varmadı. Çünkü 'Sadece sana kulluk yaparım!' diyemedim.



RABBIM ZATINAcc LAYIK KUL HABIBINE (sav) LAYIK UMMET OLMAYI NASIB EYLESIN INSAALLAH
Asri_Saadet
Pts Mar 19, 2012 6:45 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Heves § Sevgi

AMIN HACEGAN KARDESIM RABBIM CÜMLEMIZDEN RAZI OLSUN INSALLAH SIZ KARDESLERIMINDE GÖZLERINE SAGLIK
Asri_Saadet
Pts Mar 19, 2012 6:53 pm
 
Foruma git
Konuya git

Şeytanın Hileleri

Şeytanın Hileleri


İbn-i Abbas (r.a.) Hazretleri´nden naklen , Muaz b. Cebel (r.a.) rivayet ediyor :

- Bir gün Resullullah (s.a.v.) ile beraberdik. Ensardan birinin evinde toplanmıştık. Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık. Bu arada , dışarıdan bir ses geldi :

- Ev sahibi , içerdekiler... Eve girmem için bana izin verir misiniz ? Benim sizden bir dileğim var.

Bunun üzerine , herkes Resullullah (s.a.v.) efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orda ve her zaman büyük oydu... İzin ondan çıkacaktı.

Resullullah (s.a.v.) Efendimiz , duruma vakıf oldu ve :

- Bu seslenen kimdir bilir misiniz ?

Buyurdu... Biz hep birden şöyle dedik :

- En iyi bilen ALLAH ve Resuludur.

Bunun üzerine Resullullah (s.a.v.) Efendimiz :

- O , lain iblistir. " Şeytandır " Allah'ın laneti onun üzerine olsun...

Buyurunca ; hemen Hz. Ömer :

- Ya Resullullah , bana izin veriniz onu öldüreyim.

Dedi... Resullullah (s.a.v.) Efendimiz bu izni vermedi , şöyle buyurdu :

- Dur ya Ömer , bilmiyor musun ki ; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir... öldürmeyi bırak.

Sonra şöyle buyurdu :

- Kapıyı ona açın , gelsin... O buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz.


Bundan sonrasını ondan dinleyelim ; yani Ravi´den. Şöyle anlattı :

Kapıyı ona açtılar. İçeri girdi ve bize göründü. Birde baktık ki , şekli şu :

Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası , büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da , bir manda dudağına benziyordu.

Sonra , şöyle bir selam verdi :

Selam ya Muhammed ; selam size ey cemaat-i müslimin.

Onun bu selamına Resullullah (s.a.v.) Efendimiz şu mukabelede bulundu :

- Selam Allah'ındır ya lain...

Sonra şöyle buyurdu :

- Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş ?

Şeytan şöyle anlattı :

Benim buraya gelişim kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.

Resullullah (s.a.v.) Efendimiz sordu ;

- Nedir o mecburiyetin ?

Şeytan anlattı :

- İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki ; Allah-ü Taâlâ sana emir veriyor , Muhammed´e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl aldattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra o sana ne sorarsa , doğrusunu diyeceksin. Sonra...

Allah-ü Teâlâ buyurdu ki :

- Söylediklerine bir yalan katarsan , doğruyu sölemezsen... seni kül ederim ; rüzgara savurur... Düşmanlarının önünde , seni rüsvay ederim.

- İşte... böyle ; ya Muhammed , o emir üzerine sana geldim.

- Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem ; düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki , düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.

Bundan sona Resullullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle sordu :

- Madem ki , sözlerinde doğru olacaksın. O halde bana anlat : Halk arasında en çok sevmediğin kimdir ?

Şeytan şu cevabı verdi :

- Sensin ya Muhammed. Allah´ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra senin gibi kim olabilir ki ?

Resullullah (s.a.v.) Efendimiz sordu :

- Benden sonra , en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin ?

Şeytan anlattı :

- Müttaki bir gence ki... varlığını Allah yoluna vermiştir.

Bundan sonra , sual cevap aşağıdaki şekilde devam etti ;

Resullullah (s.a.v.) Efendimiz sordu ; şeytan anlattı :

- Sonra kimi sevmezsin ?

- Kendisini sabırlı bildiğim , şüpheli işlerden sakınan alimi...

- Sonra ?

- Temizlik işinde... yıkadığı yerleri üç defa yıkamayı adet eden kimseyi.

- Sonra ?

- Sabırlı olan bir fakiri ki ; ihtiyacını kimseye anlatmaz... Halinden şikayet etmez.

- Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nerden bilirsin ?

- Ya Muhammed , ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa , Allah onu sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı , onun sabrını ; o halinden , tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.

- Sonra kim ?

- Şükreden zengin.

- Peki, ama zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın ?

- Onu görürsem ki , aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki ; şükreden bir zengindir.


Resullullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu :

- Peki, ümmetim namaza kalkınca , senin halin nice olur ?

- Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.

- Neden böyle olursun ; ya lain ?

- Çünkü bir kul , Allah için secde edince bir derece yükselir.

- Peki ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun ?

- O zaman da bağlanırım. Taa , onlar iftar edinceye kadar.

- Peki ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun ?

- O zaman da çıldırırım.

- Peki ya Kur´an okudukları zaman nasıl olursun ?

- O zaman da eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm.

- Peki ya sadaka verdikleri zaman halin nasıldır ?

- Ha işte... o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren , bir testere alır eline ve beni ikiye böler.

Resullullah (s.a.v.) Efendimiz sebebini sordu :

- Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin , ya Ebamürre ?

Bunun üzerine iblis :

- Onu da anlatayım... dedikten sonra anlatmaya başladı :

- Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki ;

1 - Allah-ü Teala , sadaka verenin malına bereket ihsan eyler.

2 - O , sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.

3 - Allah-ü Teala , onun verdiği sadakayı , cehennemle arasında bir perde yapar.

4 - Allah-ü Teala , belayı sıkıntıyı ve ahları ondan defeder.


Bundan sonra Resullullah (s.a.v.) Efendimiz ashabı hakkında bazı sorular sordu :

- Ebubekir için ne dersin ?

İblis ise şu cevabı verdi :

- O bana cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... İslam´a girdikten sonra nasıl bana itaat eder ?

- Peki , Ömer b. Hattab için ne dersin ?

İblis ona da şu cevabı verdi :

Allah´a yemin ederim ki ; her gördüğüm yerde ondan kaçarım.

Peki , Osman b. Affan için ne dersin ?

Ondan utanırım. Hem de çok. Nasıl ki , Rahman´ın melekleri de ondan utanırlar...

Peki , Ali b. Ebutalib için ne dersin ?

İblis onun için de şöyle dedi :

Ah onun elinden bir kurtulsam... O , kendi başına kalsa , ben kendi başıma kalsam... O beni bıraksa, ben de onu bıraksam . Ben onu bırakırım ; ama o beni bırakmaz.


Resullullah (s.a.v.) Efendimiz , yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar kısmen bittikten sonra , şöyle buyurdu :

- Ümmetime saadet ihsan eden ; seni taa, belli bir vakte kadar şaki kılan Allah'a hamd olsun.

Resullullah (s.a.v.) Efendimiz ' in o cümlesini duyan lain iblis şöyle dedi :

- Heyhat , heyhat... Ümmetin saadeti nerede ? Ben , o belli vakte kadar diri kaldıkça , sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın ?
Ben , onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar , benim bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaradan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah´a yemin ederim ki ; Onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve alimlerini... Ümmilerini ve okumuşlarını... Facirlerini ve abidlerini... Hasılı , bunların hiçbiri elimden kurtulamaz. Fakat , Allah´ın halis kullarını , evet , bunları azdıramam.

Bunun üzerine Resullullah (s.a.v.) Efendimiz sordu :

- Sana göre ihlas sahibi olan muhlis kullar kimlerdir ?

Bu suale İblis şu cevabı verdi :

- Bilmez misin ya Muhammed bir kimse ki , dirhemini ve dinarını sever... O , Allah için bir ihlasa sahip değildir. Bir kimseyi görürsem ki ; dirhemini dinarını sevmez ; övülmekten, medhedilmekten hoşlanmaz. Bilirim ki o, ihlâs sahibidir... Hemen onu bırakır kaçarım. Bir kul malı ve övülmeyi sevdiği sürece , kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddetce o , size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir. Bilmez misin ki ; mal sevgisi , büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misin ki ya Muhammed , baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyükleri arasındadır.

İblis anlatmaya devam etti :

- Ya Muhammed , bilmez misin ? Benim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra , o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır.

- Onların bir kısmını ulemaya gönderdim.

- Bir kısmını gençlere yolladım.

- Bir kısmını da , meşayihe saldım.

- Bir kısmını da ihtiyar kadınlara musallat ettim.

- Gençlere gelince , aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz.

- Çocuklara gelince , onlarla da bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar.

- Bizimkilerin bir kısmını da abidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin.

- Onlar bunların yanına girer ; halden hale sokarlar. Bir tepeden öbürüne , hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki ; başlarlar , sebeplerden herhangi birine sövmeye...

- İşte , böylece onlardan ihlası alırım. Onlar bu halleri ile yaptıkları ibadeti , ihlassız yaparlar gayrı... Ama bu hallerin farkında olmazlar.

İblis , bundan sonra , aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi :

- Bilmez misin ya Muhammed , Rahip Basisa tam yetmiş yıl ihlas ile Allah´a ibadet etti. Bu ibadetleri sonucunda ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki , her dua ettiği hasta , duası ve bereketi ile şifa buluyordu. Onun peşine takıldım. Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi.

Bu o kimsedir ki ; Allah-ü Teala aziz kitabında , onu şöyle anlatır :

" ... Şeytan hali gibidir ki ; o insana : " Kafir ol " dedi. Vaktaki o kafir oldu. "

Bu defa ona şöyle dedi : " Ben senden uzağım. Ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. " (59/16)


İblis bundan sonra bazı kötü huylar üzerinde durdu. Ve onların her birinden nasıl istifade ettiğini anlattı :

- Bilmez misin ya Muhammed , yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse , o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse , o da benim sevgilimdir. Bilmez misin ya Muhammed , ben Adem´e ve Havva´ya yalan yere Allah adına and içtim.

" Muhakkak ben size nasihat ediyorum. " (7/16) dedim...

Bunu yaparım ; çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.

- Gıybet ve koğuculuğa gelince... Onlar da benim meyvelerimdir ve şenliğimdir.

- Her kim talak üzerine yemin ederse , günahkâr olacağından endişe edilir. İsterse bir defa olsun , isterse doğru şey üzerine olsun. Her kim talakı ağzına alırsa , taaa hakikati belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onların bu halleri ile kıyamete kadar meydana getirecekleri çocukları hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak kelimesi yüzünden hepsi cehenneme girer.

- Ya Muhammed , namazı an be an tehir edilince... onu da anlatayım. O her ne zaman ki , namaza kalkmak ister ; tutarım , ona vesvese veririm. Derim ki : " henüz vakti var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. sonra kılarsın. "

- Böylece o , vaktinin dışında namazını kılar. Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır.

- Şayet o kimse beni mağlup ederse , ona insan şeytanlarından birini yollarım. Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar. O , bunda da beni mağlup ederse , bu sefer onun hesabını namazında görmeye bakarım. O namazın içinde iken ;

- " sağa bakr30; sola bak... " derim. O da bakar. O ki böyle yaptı... Yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona :

- " Sen ebedi yaramaz bir iş yaptın. " derim veböylece onun huzurunu bozarım.

- Sen de bilirsin ki ya Muahammed , her kim namazda , sağa ve sola çokça bakarsa , Allah onun namazını kabul etmez. Bunda da ona mağlup olursam , yalnız başına namaz kıldığında yanına giderim. Ve ona ; çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da , başlar ; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun , gagası ile yerden bişeyler topladığı gibi.

- Bu işi yaptırmakta da ona başarı kazanamazsam bu sefer , cemaatle namaz kılarken onun yanına varırım. Orada başına bir gem takarım. Başını imamdan evvel secdeden ve rüküdan kaldırırım. İmamdan evvel de secde ve rüku yaptırırım. İşte o böyle yaptığı için , kıyamet günü , Allah onun başını eşek başına çevirir.

- O kimse bunda da beni yener ise , bu defa , ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece o beni tesbih edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam.

- Bunda da mağlup olursam , bu sefer ona tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince , o esnemeye başlar. Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa , onun içine küçük bir şeytan girer. Dünya hırsını ve dünyevi bağlarını çoğaltır. İşte , bundan sonra o kimse , hep bize itaat eder , sözümüzü dinler , dediklerimizi yapar.


Şeytan bundan sonra konuşmasına devam etti :

- Sen ümmetin hangi saadetinden ferah duyarsın ki ? Ben onlara ne tuzaklar kurarım , ne tuzaklarr30; Miskinlerine , çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrederim. Ve onlara derim ki :

" Namaz size göre değil.. O, Allah'ın afiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir. "

Sonra hastalara giderim :

- " Namaz kılmayı bırak " derim , çünkü Allah-ü Teala : " hastalara zorluk yok... " (24/61) buyurdu. İyi olduğun zaman kılarsın ". Ve böylece o , namazını bırakır. Hatta küfre de gidebilir. Şayet o , hastalığında namazı terkederek ölüp giderse , Allah'ın huzuruna çıkarken , Allah-ü Teala´yı öfkeli bulur.

Sonra şöyle dedi :

- Ya Muhammed , eğer bu sözlerime yalan kattımsa , beni akrep soksun.

- Eğer yalan varsa Allah´tan dile beni kül eylesin.


İblis bundan sonra konuşmalarına devam etti ve şöyle dedi :

- Ya Muhammed , sen ümmetin için ferah mı duyuyorsun ? Halbuki ben onların altı da birini dininden çıkardım.


Bundan sonra Resullullah (s.a.v.) Efendimiz ona , yani İblis´e aşağıdaki şekilde kısa kısa bazı sorular sordu. O da bunlara cevap verdi :

- Ya lain , senin oturma arkadaşın kim ?

- Faiz yiyen.

- Dostun kim ?

- Zina eden.

- Yatak arkadaşın kim ?

- Sarhoş

- Misafirin kim ?

- Hırsız.

- Elçin kim ?

- Sihirbazlar.

- Gözünün nuru nedir ?

- Karı boşamak.

- Sevgilin kim ?

- Cuma namazını bırakanlar.


Resullullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa başka bir mevzua geçti ve şöyle sordu :

- Ya lain , senin kalbini ne yıkar ?

- Allah yolunda cihada koşan atların kişnemesi.

- Peki , senin cismini ne eritir ?

- Tevbe edenlerin tevbesi.

- Peki , ciğerini ne parçalar, ne çürütür ?

- Gece ve gündüz , Allah'a yapılan bol bol istiğfar.

- Peki yüzünü ne buruşturur ?

- Gizli sadaka.

- Peki gözlerini kör eden nedir ?

- Gece namazı.

- Peki , başını eğdiren nedir ?

- Çokça kılınan cemaatle namaz.


Resullullah (s.a..v) Efendimiz tekrar bir başka mevzua geçti ve şöyle sordu :

- Sana göre insanların en saadetlisi (!) kimdir ?

- Namazını , bilerek kasden bırakanlar.

- Peki , insanların en şakisi kimdir ?

- Cimriler

- Peki , seni işinden ne alıkoyar ?

- Ulema meclisleri

- Peki , yemeğini nasıl yersin ?

- Sol elimle parmaklarımın ucu ile.

- Peki , sam yeli estiği zaman ve ortalığı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin ?

- İnsanların tırnaklarının arasında.


Resullullah (s.a.v.) Efendimiz bundan sonra , bir başka bir mevzuu sordu. İblis de cevap verdi.

- Rabbinden neler talep ettin ?

- On şey talep ettim.

- Nedir onlar ya lain ?

- Şunlardır :

- Allah´tan diledim ki , beni ademoğullarının malına ve evladına ortak ede. Bu ortaklık talebimi yerine getirdi. Ki bu : " Onlara ortak ol... Mallarına ve çocuklarına. Onlara vaad et. Halbuki şeytan onlara gurur vaad eder... " (17/64) Ayet-i Celilesi ile sabittir.

- Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim , faiz ve haram karışan yemeklerden yerim. Şeytandan Allah´a sığınılmayan malın da ortağıyım.

- Cinsi münasebet anında , Allah´a şeytandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim. Ve o her birleşmeden hasıl olan çocuk , bize itaat eder. Sözümüzü dinler.

- Her kim hayvana binerken , helal yola gitmeyi değil de , aksini isteyerek binerse , bende onunla beraber binerim. Yol arkadaşı ve binek arkadaşı olurum. Bu da Ayet-i Kerime ile sabittir ; " Onlar üzerine süvarilerinle , piyadelerinle yaygara çıkartr30; " (17/64)

- Allah-ü Teala'dan diledim ki : Bana bir ev vere. Bu dilediğim üzerine hamamları bana ev olarak verdi.

- Diledim ki bana bir mescid vere. Pazar yerlerini bana mescid yaptı.

- Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı olarak verdi.

- İstedim ki ; bir ezan vere , Mezmurları verdi.

- Diledim ki ; bana bir yatak arkadaşı vere. Sarhoşları verdi.

- Diledim ki ; bana yardımcılar vere. Bunun içinde kaderiye mensuplarını verdi.

- İstedim ki ; bana kardeşler vere. Mallarını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet yoluna para harcayanları. Bunlar da şu Ayet-i Kerime ile sabittir : " O kimseler ki ; mallarını boş yere harcarlar... Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlardır. " (17/27)

Bir ara Resullullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu :

- Eğer söylediklerini, Allah'ın kitabındaki ayetlerle ispat etmeseydin , seni tastik etmezdim.

Bundan sonra İblis devam etti :

- Ya Muhammed , Allah´tan diledim ki ; ademoğullarını ben göreyim ; ama onlar beni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine getirdi.

- Diledim ki ; ademoğullarının kan mecralarını bana yol yapa ; bu da oldu. Böylece ben , onlar arasında akıp giderim. Gezerim. Hem de nasıl istersem.

Bütün bu isteklerimi verdi.

- Hepsi sana verildi , buyurdu Hz. Muhammed.

- Ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra şunu da ekleyeyim ki ; benimle beraber olanlar , seninle beraber olanlardan daha çoktur. İşte , böylece kıyamete kadar , ademoğullarının ekserisi benimle beraber olurlar.

Bundan sonrasını İblis şöyle anlattı :

- Benim bir oğlum vardır. Adı, ATEME´dir. Bir kul , yatsı namazını kılmadan uyursa gider ; onun kulağına bevleder. Eğer böyle olmasaydı ; imkan yok , insanlar namazlarını eda etmeden uyuyamazlardı.

- Benim bir oğlum daha vardır ki ; onun adı da MüTEKAZİ´dir. Bunun vazifesi de ; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır. Mesela bir kul , gizli bir taat işlerse ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa MüTEKAZİ onu dürter. En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya muvaffak olur. Böylece ; Allah-ü Teala onun yüz sevabından doksan dokuzunu imha eder. Çünkü bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir.

- Sonra , benim bir oğlum daha vardır. Onun adı da KüHAYL´dir. Bunun işi de , insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa , ulema meclisinde ve hatip hutbe okurken. Bu sürme onların gözüne çekildi mi , uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitmezler. Böylece hiç sevap alamazlar.

Bundan sonra İblis şöyle anlattı :

- Hangi kadın olursa olsun. Onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur. Ve onu , bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir.

Mesela :

" Elini kolunu dışarı çıkar, göster. " der.

- O da bu emri tutar. Elini kolunu açar , gösterir. Bundan sonra , o kadının haya perdesini tırnakları ile yırtar.

İblis bundan sonra Resullullah (s.a.v.) Efendimiz´e kendi durumunu anlatmaya başladı :

- Ya Muhammed , bir insanı delalete sürüklemek için elimde bir imkan yoktur. Ben ancak vesvese veririm. Ve bir şeyi güzel gösteririm. O kadar. Eğer delalete sürüklemek elimde olsaydı , yeryüzünde ;

" İlah yoktur sadece Allah vardır ve Muhammed Allah´ın resülüdür. "

- diyen herkesi , oruç tutanı ve namaz kılanı hiç bırakmazdım. Hepsini delalete düşürürdüm. Nasıl ki senin elinde de , hidayet nevinden bir şey yoktur. Sen ancak Allah'ın Resulusun. Ve tebliğe memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı , yeryüzünde tek kafir bırakmazdın. Sen Allah´ın halkı üzerinde bir hüccetsin. Ben de , kendisi için ezelde şekavet yazılan kimselere sebebim. Said olan kimse , taa , ana karnında iken saiddir. Şaki olan da , yine ana karnında iken şakidir. Saadet ehli kılan da Allah , şekavet ehli kılan da Allah.

Bundan sonra Resullullah (s.a.v.) Efendimiz şu iki Ayet-i Kerimeyi okudu:

" Bunlar, taa sonuna kadar böyle değişik şekilde devam edecek... Ancak Rabb´ın esirgedikleri hariç... " (11/118-119)

" Allah'ın emri behemehal yerini bulan bir kaderdir. " (33/38)


Bundan sonra Resullullah (s.a.v.) Efendimiz , İblis´e şöyle buyurdu :

- Ya Ebamürre , acaba senin bir tevbe etmen ve Allah´a dönmen mümkün değil mi ? Cennete girmene kefil olurum.

Bunun üzerine İblis şöyle dedi :

- Ya Resullullah , iş verilen hükme göre oldu. Karar yazan kalem de kurudu. Kıyamete kadar olacak işler olacaktır. Seni peygamberlerin efendisi kılan , cennetin ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında bir gözde yapan ; beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah´tır. Ve O , bütün eksik sıfatlardan münezzehtir.

Ve İblis cümlelerini şöyle tamamladı :

- İşte bu söylediklerim sana son sözümdür. Ve bütün söylediklerimi de doğru dedim.
Asri_Saadet
Sal Mar 20, 2012 8:03 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: NEVRUZ BAHAR BAYRAMI...

El ele kol kola; dil dile, din dine yürümeliyiz cemre misali insanların fikrine, gönlüne… Açmalıyız yediveren gül gibi ren renk, koku koku… Dal dal olmalıyız, Türk’ü Kürt’ü Laz’ı Çerkez’i ile… Köklerimizi salmalıyız ülkem coğrafyasının dört bir yanına… Elalem birlik neymiş görsün. Elalem bahar neymiş anlasın.
Çiçeklerimiz var birbirimize sunacağımız.
Yemişlerimiz var birlikte yiyeceğimiz.
Çocuklarımız var beraber oynayacak olan.
Çeşmelerimiz var aynı tastan su içeceğimiz.
Türbelerimiz var kol kola duaya duracağımız.
Camilerimiz var saf saf namaz kılacağımız.


Cok Güzel Bir Konu Hacegan Kardesim Paylasim icin sagolun, Emeginize Yüreginize saglik, Allah Razi olsunn.



Ana adı Havva Babamız Adem
Hepimiz insanız hepimiz kardeş
Öyleyse ispata kanıt da neden
Hepimiz insanız hepimiz kardeş

Ne fark eder rengi dili derisi
Fitneden başka şey değil gerisi
Her birimiz beş parmağın birisi
Hepimiz insanız hepimiz kardeş

Ha Türkiye’lisin,ha Irak,Kenya
Say ki Diyarbakır,Malatya.Konya
Her biri bir oda,evimiz dünya
Hepimiz insanız hepimiz kardeş

Şunlar sizden,şunlar bizden,şunlar el
Yüz yıllardır aynı oyun aynı fel
Ne güzel söz"kim olursan ol yine gel"
Hepimiz insanız hepimiz kardeş

Ömür kısa sevilelim sevelim
Bahar Bayramina el ele girelim
Kardeslik neysmis Gösterelim
Iste Bahara Böyle Güzel Girelimm


Bende Sanalkahve dostlarimin vede Kardeslerimin Bahar Bayraminizi Kutlar, Hayirlara vesile olmasini temenni ederim
Asri_Saadet
Sal Mar 20, 2012 4:52 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: BÜYÜK GÜNÂHLAR

Paylasim icin cok sagol Kayacan Kardesim, Emegine Yüregine saglik, Allah Razi olsun

selam Ve Dua ile
Asri_Saadet
Sal Mar 20, 2012 4:58 pm
 
Foruma git
Konuya git

Tercihimiz olmadığı halde neden yaratıldık ?

Değerli Arkadaşlar Selamünaleyküm,

Birçok kişi iyi niyetle yada art niyetle olsun bu tip soruları sormakta haliyle verilen cevaplar karşısında kalplerinin mütmain olmadığı görülmektedir.Peki bu tip sorulara nasıl cevap verilmeli ? Aslında cevabı verilmiş olan bu sorulara tekrar cevap aramaktan ziyade verilen cevapları iyice anlayıp kavrayabilirsek zaten kalplerimizde inşallah mütmain olacaktır.Yüce Allah Zülcelal bu soruyu soranlara şu cevabı vermiş.

Zariyat 56.ayeti :Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).( Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.)

Demek ki Yüce Allah hepimize birer görev vermiş ,bizim görevimiz ibadet etmek.Peki nedir bu ibadet ? Kısaca Allah ve Rasulunun tüm bildirdikleridir.

O halde insan aslında bu soruyu sormakla görevinin ne olduğunu sorgulamaktadır.Görevini öğrenen insan tabi ki kulluk vazifesini yerine getirecektir işte bu kabullenmeye iman etmek diyoruz.

Yüce Allah hiçbir şeyi gayesiz yaratmamış ve her yarattığına bir vazife vermiş.Bu konuda şu ayet yeterlidir.

“Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (tefekkür ederler) ve Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz (derler).” (Âl-i İmrân, 191.)

Şimdi gelelim esas soruya şu yaratılışta ki tercih meselesine..Diyelim ki siz yoksunuz ve Yüce Allah yaratmayı diledi ve size sordu ne olmak istersin diye ? Bir kere olmayan bir varlığa soru sorulabilinir mi? Diyelim ki soruldu hiç bir şey bilmeyen bir varlıksın ne olmak istediğini nereden bileceksin ? Demek ki senin yerine hakkında hayırlı olanı Yüce Allah seçmiş ve sana yapacağın görevi peygamberleri vasıtası ile bildirmiş.Buda demek oluyor ki Yüce Allah hayırlı bir yaradandır o halde Yüce Allah ağaca namaz kıl emri verip ona bu yükü yükleyip ona zulüm etmemiştir her yarattığına yapabileceği yükü vermiştir. Bakara suresinde ki Amener Rasulu ,,Lâ yukellifullahu nefsen illâ vüs’aha,
ayeti yeterli sanırım.

İşin başka bir boyutu ise aslında biz insanlar çok şanslıyız.Kıyamet gününde insan,cin ve melekler hariç tüm mahlukat hesap görüldükten sonra yok edilecek demek oluyor ki bize verilen hayat cennet yada cehennemde devam edecek olması..

Maalesef insanlar günlük yaşantısında aşırı stres akabinde isyan edebiliyor ve keşke yaratılmasaydık diyor.Peki isyan etmemek için ne yapmalıyız.Bunun en iyi örneğini peygamberlerimiz vermiştir.Onların hayatlarını iyice okumalıyız ve olaylar karşısında nasıl davranmamız gerektiğini idrak etmeliyiz.

Konuyu çok uzatmak istemiyorum ama gerçekten bu yazımız sizlere faydalı olup olmadığını merak etmiyor değilim.Bu konuda fikirlerinizi ve değerli yorumlarınızı bekliyorum.

Selam ve Dua ile..
Asri_Saadet
Çar Mar 21, 2012 6:59 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Genç Türkler Birliği.

Helal cok güzel bir Konu ve paylasim, Emeginize Kaleminize Saglikk, Allah razi olsun

Selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Çar Mar 21, 2012 7:10 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Tercihimiz olmadığı halde neden yaratıldık ?

Sagolun Hacegan Kardesim Görüsünüze Katiliyorum Yorum Icin Tsk ederim,Emeginize saglik
Allah razi Olsun

Selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Çar Mar 21, 2012 7:17 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: TEVEKKÜL.....

Konu anlatımları ve yaptığınz paylaşımlar güzel Bende Sanlakahve Dostlari gibi Paylasimlarinizin Takipcisiyim Emeginize Yüreginize saglik Hacegan Kardesim Allah razı olsun

Selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Çar Mar 21, 2012 7:23 am
 
Foruma git
Konuya git

Dilden kalbe yol vardır

[attachment=0]gul-resimleri-2.jpg[/attachment]

Dilden kalbe yol vardır

Gönlü yumuşak insanların konuşmaları da yumuşak ve ılımlıdır. Onlar asla kalp kırmaz. Çünkü bir mihenk vardır gönülde; sözünü önce ölçer biçer sonra muhatabına sunar.
En öfkeli olduğumuz anlarda bile yüreğimizdeki karanlığı gündüz aydınlığına çevirir güzel bir söz.

Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı
Söz ola ahulu aşı, Yağ ile bal ede bir söz.

Katı kalpli insanlar ise, bu mihengi yitirmiştir.
Olur olmaz yerde kelâm eder, ya baş kırar, ya da göz çıkarır.
Bak bu hususta Hz. Ömer ne diyor:

Ey Kâbe! Seni bin sefer yıksam yine yapabilirim. Ama kırık bir kalbi asla!

İşte dost!
Tatlı dil ve acı dil arasındaki fark, cennet ile cehennem arasındaki fark gibidir.
Sen diline ister gül koy, istersen bal ve gönüllere cennet asa bir iklim ör.
İstersen kor koy, başkalarını alev alev yak.

Tercih senin..

Selam ve Duâ ile..
Asri_Saadet
Çar Mar 21, 2012 11:18 am
 
Foruma git
Konuya git

Peygamberler ( Hz.YÛNUS(a.s) )

Hz. YÛNUS (a.s)

Adı Kur'ân'da geçen peygamberlerden biri.

Soyu, Bünyamin vasıtasıyla Ya'kûb (a.s)'a ve onun vasıtasıyla de İbrâhim (a.s)'a dayanmaktadır. Bazı alimlerin naklettiğine göre, İsa (a.s) annesinin adıyla İsa b. Meryem diye anıldığı gibi, Yûnus (a.s) da annesinin adıyla Yûnus b. Matta diye anılmaktadır. (İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, Beyrut 1957, I, 55). Buhârî'nin verdiği bilgiye göre ise, bu görüş yanlıştır. Aslında Matta, Yûnus (a.s)'ın annesinin değil, babasının adıdır. Yani Yûnus (a.s), Yûnûs b. Matta diye anılınca, babasının adıyla anılmış olur (ez-Zebîdî, Sahihi Buhârî Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhî, trc: Kamil Miras, Ankara, 1971, IX, 152).

Yûnus (a.s)'ın Ya'kub (a.s)'ın torunlarından olduğu, Kur'ân'da şöyle haber veriliştir:

"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. Nitekim İbrâhim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harûn'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebûr'u vermiştik" (en-Nisâ, 4/163).

Bu âyette ifâde edildiği gibi İsâ (a.s), Eyyûb (a.s), Harun (a.s) ve Süleyman (a.s)'da Yunus (a.s) ile aynı soydan, Yakub (a.s)'ın torunlarındandırlar.

Yûnus (a.s)'ın nüfusu yüz bini aşkın bir şehrin halkına uyarıcı ve tevhide çağrıcı bir peygamber olarak gönderildiği, Kur'ân'da şöyle geçmektedir:

"Ve onu yüz bin insana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik" (es-Saffat, 37/147).

O'nun peygamber olarak gönderildiği bu yerin Ninova şehri olduğu nakledilmiştir. Ninova şehri, Dicle nehrinin kıyısında, şimdiki Musul'un yerinde bulunmaktaydı. Bu beldenin insanları küfrün içinde bulunuyorlardı ve putlara tapmakta idiler. Yûnus (a.s) onları küfürden ve putperestlikten nehyetmek bir de onlara, küfürlerinden dolayı tevbe etmelerini, Yüce Allah'ın varlığına ve birbirine inanmalarını emretmek üzere gönderilmişti (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire, t.y., V, 126; et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, II, 42).

Yûnus (a.s)'ın adı, Kur'ân'ın çeşitli yerlerinde geçmekle berâber, Kur'ân'daki sûrelerden birine isim olarak verilmiştir. Kur'an'ın onuncu sûresinin adı, Yûnus sûresidir.

Yûnus (a.s) milletini otuz üç yıl Allah'a imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet etti, tebliğde bulundu ve peygamberlik vazifesini yerine getirdi. Ancak sadece iki kişi ona imân etti (İbn Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, I, 360; Sahihi Buhâri ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152).

Milletinin bu şekilde küfürde direnmesi ve imâna gelmemesi, Yûnus (a.s)'ın zoruna gitti. Yüce Allah onun bu kızgınlığını ve bunun neticesinde milletini terketmeye kalkışmasını şöyle haber vermiştir:

"Zünnûn (Yûnus)'a gelince, o, öf keli bir halde geçip gitmişti. Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde; "Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti." (el-Enbiyâ, 21/87).

Bu âyette Yûnus (a.s)'dan Zünnûn diye bahsedilmiştir. Zünnûn, balık sahibi demektir. Kur'ân'ın başka bir yerinde de, Yûnus (a.s) bu lakabla anılmıştır:

"Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani, o dertli dertli Rabbine niyaz etmişti" (el-Kalem, 68/48).

Hem bu âyette hem de yukarıdaki âyette Yûnus (a.s)'ın sabretmemesine, Allah'ın emri olmadan milletini terketmeye kalkışmasına işâret edilmiştir. Onun bu hali üzerine, Yüce Allah şöyle buyurmuştu:

"O halde, peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret" (el-Ahkâf, 46/35).

Allah'ın müsaadesi olmadan Yûnus (a.s)'ın ayrılmaya kalkışması, iyi netice vermemişti. Ninova'dan ayrılmak için bir gemiye binmişti. Geminin batmaya yüz tutması üzerine, hafiflemesi için yolculardan birinin suya atılması gerekti. Kimin suya atılacağını tesbit için kur'a çekildi ve kur'a Yûnus (a.s)'a isâbet etti. Bu durum kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:

"Gemide onlarla karşılıklı Kur'a çektiler de yenilenlerden oldu" (es-Saffat, 37/141).

İşin daha acısı, Yûnus (a.s) denize atıldıktan sonra bir balık onu yutmuştu. Yüce Allah Kur'ân'da onun bu durumunu şöyle haber vermiştir:

"Yûnus, (Rabbinden izinsiz olarak kavminden ayrıldığı için) kendisi kötülüklerken, onu bir balık yuttu" (es-Saffat, 37/142).

Burada Yûnus (a.s) hatasını anlamış ve nefsini kınamaya başlamıştı. Balığın karnındaki karanlıklarda:

"Senden başka ilâh yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, yücesin. Ben zalimlerden oldum!" (el-Enbiyâ, 21/87) diye dua etmeye ve Allah'a yalvarmaya başladı. Bu şekilde imân ve inançla Allah'a sığınması neticesinde, Yüce Allah onu affetmişti (el-Maverdî, en-Nuketu ve'l-Uyûnu, Beyrut 1992, III, 465 vd). Yûnus (a.s)'ın duasının kabul edildiği ve Allah tarafından bağışlandığı, Kur'ân'da şöyle dile getirilmiştir:

"Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte biz, insanları böyle kurtarırız" (el-Enbiyâ, 21/88).

"Eğer tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) yeniden diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı" (es-Saffat, 37/143, 144).

Gücü her şeye yeten Yüce Allah, balığın karnındaki Yûnus (a.s)'ı öldürmedi. Bir süre sonra balık onu ağzı ile sahile bırakmıştı. Onun kurtuluş ve daha sonraki hafi, Kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:

"(Ama balığın karnında bizi andı, tesbih etti), biz de onu hasta bir halde ağaçsız, boş bir yere attık ve üzerine (gölge yapması için) kabak türünden bir ağaç bitirdik" (es-Saffat, 37/145, 146).

Yûnus (a.s)'ın Allah tarafından affedilmesi ve büyük bir tehlikeden kurtarılması, Kur'ân'ın başka bir yerinde dile getirilmiştir:

"Sen Rabb'inin hükmüne sabret, balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti. Eğer Rabb'inden ona bir nimet yetişmeseydi, yerilerek çıplak bir yere atılırdı. Fakat (böyle olmadı), Rabb'i onun duasını kabul etti de onu salihlerden kıldı" (el-Kalem, 68/8, 49, 50).

Yûnus (a.s)'ı bu sıkıntılardan kurtaran Yüce Allah, onun milletine de neticede hidâyeti nasib etti. Onlar da sonunda Allah'a imân edip tevhid'e sarıldılar. Onların tevbe edip hakka dönüşlerini ifâde eden âyetin meâli şöyledir:

"İnandılar, biz de onları bir süreye kadar geçindirdik" (es-Saffat, 37/148).

Yûnus (a.s)'ın milletinin bu şekilde tevbe etmeleri, küfürden dönüp Allah'a inanmaları, Allah tarafından övülmüş, methedilmiştir:

"Keşke (azabı gördükten sonra) inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir memleket olsaydı! (Azabı gördükten sonra inanmak, hiç bir memlekete yarar sağlamamıştır). Yalnız Yûnus'un kavmi, (azab henüz inmeden önce) inanınca, dünya hayatında onlardan rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha yaşatmıştık" (Yûnus, 10/98).

Yûnus (a.s)'ın faziletli bir insan olduğu, Yüce Allah tarafından şöyle haber verilmiştir:

"İsmâil, el-Yesa', Yunus ve Lut'a da (yol gösterdik). Hepsi iyilerden idiler" (el-En'âm, 6/86).

Hz. Muhammed (s.a.v) de onu şöyle övmüştür:

"Her kim ben Yûnus b. Mattâ'dan hayırlıyım derse, yalan söylemiştir" (Buhârî, Tefsiru süre 6, 4).

Yûnus (a.s) da, diğer peygamberler gibi, insanları küfrün şerrinden nehyetmiş ve Allah'a imân etmeye davet etmiştir. İnanan insanlar için, onun hayatından alınacak çeşitli ibretler vardır.
Asri_Saadet
Çar Mar 21, 2012 11:08 am
 
Foruma git
Konuya git

Peygamberler ( Hz. ZEKERİYYA (a.s) )

Hz. ZEKERİYYA (a.s)

Kur'ân'da adı gelen peygamberlerden biri. Soyu Dâvud (a.s)'a dayanmaktadır. Kur'ân'da anılan duâlarından (Meryem, 16/6) anlaşıldığına göre, soyu daha sonra Yâkub (a.s)'a varmaktadır (el-Kurtubî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 82; er-Razî, Mefâtihu'l-Gayb, Mısır 1937, V, 769).

Zekeriyya (a.s) İsrâiloğullarının peygamberi olduğu gibi, aynı zamanda onların bilgini, reisi ve müşaviri yani danışmanı idi (es-Sa'l-ebî, el-Arais, 1951, 372).

Onun hakkında çeşitli âyet ve hadisler vardır. Ebû Hureyre'nin naklettiğine göre, Hz. Muhammed (s.a.s);" "Zekeriyya (a.s) marangoz idi"(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Mısır, 1954, II, 405) diyerek O'nun elinin emeği ile geçinen bir sanat ehli olduğunu haber vermiştir.

Zekeriyya (a.s)'ın hanımı İsa (a.s)'ın annesi Meryem'in teyzesi İşâ idi. Zekeriyya (a.s) da, Meryem'e bakmakla meşgul oluyordu. O'na Beyt-i Makdis'te bir yer yapmıştı. O'nun odasına her girdiğinde, yanında kış mevsiminde yaz meyvesini ve yaz mevsiminde de kış meyvesini buluyordu. Zekeriyya (a.s), "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" diye sorunca, Meryem, "Allah tarafındandır." diye cevap veriyordu (el-Kurtubî, Ahkâmu'/-Kur'ân, IV, 69 vd).

Zekeriyya (a.s) Hz. Meryem'in yanında böyle yaz mevsiminde kış meyvesini ve kış mevsiminde de yaz meyvesini görünce, Meryem'e bu nimetleri veren, buna gücü yeten yüce Allah, eşimin yaşı geldiği halde, bize hayırlı bir evlat verebilir şeklinde düşündü ve hayırlı bir evladın olması için Allah'a gizlice şöyle dua etti:

"Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı, Rabbim!.Sana yalvarmaktan dolayı herhangi bir şeyden mahrum kalmadım. Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yâkub oğullarına mirasçı olsun! Rabbim! O'nun, senin rızanı kazanmasını da sağla!" (Meryem,19/4,5,6)

"Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy bahşet!" (Âlu İmrân, 3/38)

"Rabbim! Beni tek başıma bırakma! Sen varislerin en hayırlısısın" (el-Enbiyâ, 21/89).

Gücü her şeye yeten Yüce Allah, Zekeriyya (a.s)'ın duâsını kabul etti ve O'na bir erkek evlad vereceğini müjdeledi:

"Ey Zekeriyya! Sana Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik" (Meryem, 19/7).

"Mihrabda namaz kılmaya durduğu sırada, hemen melekler ona şöyle seslendi: "Haberin olsun! Allah sana Yahya adlı çocuğu müjdeliyor. O, Allah'tan gelen bir kelimeyi (İsâ'yı) tasdik edecek, milletinin efendisi olacak, nefsine hakim bulunacak ve salihlerden bir peygamber olacaktır" (Âlu İmrân, 3/39).

Zekeriyya (a.s), Allah'ın verdiği bu müjdeye şaştı, hayret etti. Çünkü kendisi de hanımı da hayli yaşlı idiler. "Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olabilir?" (Meryem, 19/8) diyerek, bu ilginç müjde karşısında hayretini dile getirdi.

Yüce Allah ona şöyle cevap verdi:

"Rabbin böyle buyurdu. Çünkü bu bana kolaydır. Nitekim sen yokken, daha önce seni yaratmıştım" (Meryem, 19/9).

Kur'ân'ın başka bir yerinde bu durum şöyle haber verilmiştir:

"Zekeriyya'nın duasını kabul edip kendisine Yahya yı bahşetmiş, eşini de doğum yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı" (el-Enbiya, 21/90).

Yüce Allah'ın bu güzel müjdesine son derece sevinen Zekeriyya (a.s)

"Rabbim! Öyle ise bana bir alamet var, dedi" (Meryem, 19/10). Allah ona şu cevabı verdi:

"Alâmetin; üç gün, işaretten başka şekilde insanlarla konuşmamandır. Rabbını çok an, akşam sabah hamdet!" (Âlu İmrân, 3/41).

Gün oldu, Zekeriyya (a.s)'ın nutku tutuldu. Mihrabdan çıktı ve milletine: "Sabah-akşam Allah'ı tesbih edin! diye işârette bulundu" (Meryem, 19/11).

Zamanı gelince, Zekeriyya (a.s)'ın oğlu Yahya (a.s) dünyaya geldi.

Yukarıda görüldüğü gibi, Zekeriyya (a.s) ile ilgili olarak zikredilen âyetlerin çoğu, dua mahiyetindedir. O, çok dua eden, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet ederek tam bir teslimiyet içinde yaşayan Yüce bir peygamberdi. Allah: "Zekeriyyâ, Yahyâ, İsa ve İlyas'a da (yol göstermiştik). Hepsi iyilerden (idi)ler" (el-En'âm, 6/85) diyerek onu şahit peygamberlerle birlikte anmıştır.

Zekeriyya (a.s) bu şekilde ömrünü ibâdetle geçirdi. Daima insanları Yüce Allah'a inanmaya ve O'nun yolunda yürümeye cağırdı. fakat azmış olan, küfre dalan ve önünü görmeyecek kadar gözü dönenler, onu şehid ettiler (Taberî, et-Tarih, Mısır 1326, II, 16; Ahmet Cevdet Paşa, Kısus-r Enbiyâ, İstanbul 1966, I, 41).
Asri_Saadet
Çar Mar 21, 2012 11:06 am
 
Foruma git
Konuya git

Peygamberler ( Hz. YAHYA (a.s) )

Hz. YAHYA (a.s)

Kur'an'da adı geçen peygamberlerden biri. Yüce Allah tarafından, Kur'an'da: "Ey Zekeriyya! Sana Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik" (Meryem, 19/7) ayeti ile haber verildiğine göre; Yahya (a.s.), Zekeriya (a.s)'ın oğlu idi. Kendisine Yahya adı da, Allah tarafından verilmişti.

Yahya (a.s)'nın yüzü güzel, kaşları çatık, saçları seyrek, burnu uzun, sesi ince ve parmakları kısa idi. O, İsâ (a.s)'dan altı ay önce dünyaya gelmişti. Yani Isâ (a.s)'dan altı ay büyüktü. Dolayısıyla, Musa (a.s)'nın şeraitiyle amel eden peygamberlerin sonuncusuydu.

Daha küçük yaşta iken, kendisine hikmet verilmişti. Yaşıtı olan çocuklar kendisine: "Ey Yahya! Bizimle gel, oynayalım" dedikleri zaman:

"Ben, oyun için yaratılmadım" derdi (es-Sa'lebî, el-Arais, Mısır 1951, 375 vd.).

Onun küçüklüğünden itibaren böyle temiz, saygılı ve ibâdet ehli olduğu, Kur'an'da şöyle haber verilmiştir:

"(Ona çocukluğunda): Ey Yahyâ! Kitabı, kuvvetle tut! (dedik). Henüz çocuk iken, ona, hikmet'i verdik (Tevrat'ı öğrettik). Tarafımızdan (ona) bir kalb yumuşaklığı ve (günahlardan) temizlik (verdik). O, çok muttaki idi. Anasına ve babasına itaatlı idi, bir serkeş ve asi değildi. Dünyaya getirildiği günde, öleceği gün de, diri olarak (kabrinden) kaldırılacağı gün de, ona, selâm olsun!" (Meryem, 19/12, 13, 14, 15).

Bu ayetlerde görüldüğü gibi Yüce Allah, Yahya (a.s)'nın çeşitli güzel vasıflarını haber vermiş ve onu selamla anmıştır. Bu, onun doğduğunda, vefat ettiğinde ve ahiret gününde Allah'ın himâyesinde bulunduğunu ifâde etmektedir. Her insanın başına geleceği kesin olan bu üç yalnızlık ve korku günlerinde Allah'ın selâm ve esenliği içinde olmak, ne büyük bir bahtiyarlıktır. Bu üç durumda Allah'ın himayesinde bulunmak, bir nevi devamlı bir şekilde Allah'ın himayesinde bulunmak demektir (Muhammed Ali es-Sabûnî, Safvetu't-Tefâsîr, İstanbul 1987, II, 213).

Yahya (a.s) Allah'ın emrettiği gibi kitabı kuvvetle tuttu. Önce Tevrat'a ve daha sonra İncil'e uygun hareket etti. Bu mukaddes kitapların hükümlerinin milleti tarafından yaşanması için çalıştı. Hz. Muhammed (s.a.v) onun bu mücâdelesi hakkında şöyle buyurdu:

"Yüce Allah, Zekeriyya (a.s)'nın oğlu Yahya (a.s) ya, hem kendisi amel etmek, hem de amel etmeleri için İsrail oğullarına emretmek üzere, beş kelime emretmişti. Kendisi bu hususta biraz ağır ve yavaş davranınca, İsâ (a.s) ona:

-Sen, hem kendin amel etmek hem de amel etmelerini İsrâil oğullarına emretmek üzere, beş kelime ile emrolunmuştun. Bunu İsrail oğullarına ya sen tebliğ edersin, ya da ben tebliğ ederim, deyince, Yahya (a.s):

-Ey kardeşim! Sen bu vazifeyi yerine getirmekte beni geçersen, ben azaba uğramamdan veyâ yere batırılmamdan korkarım, dedi ve hemen İsrâil oğullarını Beytü'l-Makdis'te topladı. Beytü'l-Makdis, İsrail oğulları ile doldu. Yahya (a.s) yüksek bir yere oturarak Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

-Yüce Allah, bana, hem kendim amel edeyim, hem de amel etmenizi size emredeyim diye beş kelime emretti. Onların ilki, Allah'a hiç bir şeyi Şerik koşmaksızın, O'na ibâdet etmenizdir. Bunun misâli, öz malı olan altın veya gümüşle bir köle satın alıp çalıştıran bir adama benzer ki, köle çalışmasının kazancını, efendisinden başkasına ödüyordur. Hanginiz, kölesinin böyle davranmasına sevinir, razı olur? Hiç kuşkusuz, sizi yüce Allah yarattı ve rızkınızı vermektedir. Öyle ise Allah'â, hiç bir şeyi şerik koşmaksızın, ibâdet ediniz.

Allah namaz kılmanızı size emretti. Namaza durduğunuzda, yüzünüzü sağa sola çevirmeyiniz. Şüphe yok ki Yüce Allah, kulu, yüzünü başka tarafa çevirmedikçe, hep ona yöneliktir.

Allah size oruc'u emretti. Bunun misâli, yanında misk kesesi olduğu halde, bir topluluk içinde bulunan ve hepsi ondaki misk kokusunu duyan bir kimseye benzer. Hiç şüphesiz oruçlunun ağzının kokusu, Allah'ın katında misk kokusundan daha güzeldir.

Allah size sadakayı emretti. Bunun misâli, düşmanın esir edip elini boynuna bağladıkları ve boynunu vurmak üzere yaklaştırdıkları bir kimseye benzer ki o, "canımı elinizden kurtarmak için size bir fidye, kurtulmalık versem, olmaz mı?" diyerek kendisini onlardan kurtarıncaya kadar, az çok kurtulmalık akçesi öder durur.

Allah size Allah'ı çok zikretmenizi, anmanızı da emretti. Bunun misâli, düşmanın süratle kendisini takib ettiği bir kimseye benzer ki, sağlam bir kaleye gelip onun içine sığınmıştır. İ,îte kul da, Allah'ı zikir ile meşgul oldukça, şeytandan böyle korunur" (et-Tirmizî, es-Sünen, el-Emsâl, 3; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV, 202).

Bu hadiste görüldüğü gibi tevhid inancı, namaz, oruç, zekât ve zikir gibi ibâdetler, yalnız Hz. Muhammed (s.a.v)'in ümmetine mahsus ibâdetler değildir. Daha önceki peygamberlerin de ümmetlerine emrettiği ibâdetlerdir.

Yahya (a.s)'da, babası Zekeriyya (a.s) gibi milleti tarafından şehid edildi (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1971, I, 421).
Asri_Saadet
Çar Mar 21, 2012 11:04 am
 
Foruma git
Konuya git

Peygamberler ( Hz. İsa (a.s) )

Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen ve İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. Hz. İsa (a.s) batılı tarihçilere göre miladi yıldan dört veya beş sene kadar önce doğmuştur.

Yine batılı tarihçilere göre Hz. İsa (a.s) Romalıların elinde bulunan Yahudiye'de Romalılardan Tiberius iktidarı döneminde otuz yaşlarına doğru peygamberliğini insanlara bildirdi. Önce Celile'de sonra Kudüs'te insanları hak dine davet etti. Yahudilerin dinini ikmal onların dine kattıklarını düzeltmek için gönderilen Hz. İsa (a.s) kendisine indirilen İncil adlı kutsal kitapta bunu şöyle anlatır: "Ben yok etmeğe değil, tamamlamaya geldim." Hz. İsa (a.s), yahudilerin tahrif ettiği Eski Ahid'i onların anlayışından kurtarmaya, Hz. Musa (a.s)'ın getirdiği akideyi yerleştirmeye ve yahudilere daha önce bildirilen zahmetli bazı ilahi kanunları hafifletmeye çalıştı.

Memleketi Celile'de Genaseret gölü kıyısında ilk vaaz ve tebliğlerini bildiren Hz. İsa daha sonra Kudüs'e gitti. Yahudiler Hz. İsa'yı, dönemin Romalı Kudüs valisi Pontus Pilatus'a şikayet ettiler. Havarilerin içinde Yahuda isimli birisi Hz. İsa'ya ihanet etti ve Hristiyanların inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldü. Kur'an-ı Kerîm'de ise hadise şöyle anlatılmaktadır: "Halbuki onlar İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı" (en-Nisa, 4/156). Rivayete göre Hz. İsa'ya ihanet eden Yahuda, Romalılar tarafından isa (a.s.) zannedilerek asılmıştır.

İsa (a.s); orta boylu, kırmızıya çalar beyaz benizli, dağınık, düz saçlı idi. Saçını uzatır, omuzları arasına salardı. Geniş göğüslü, küçük yüzlü çok benli idi: Sırtına yün elbise, ayağına ağaç kabuğundan yapılmış sandal giyer, çoğu zaman da yalınayak yürürdü.

Kendisinin geceleri varıp barınacağı bir evi, ev eşyası ve zevcesi yoktu. Hiç bir şeyi yarın için biriktirip saklamazdı. İsa (a.s) dünyadan yüz çevirir, ahireti özler, Allah'a ibadete koyulurdu. Yeryüzünde nerede güneş batarsa orada konaklar iki ayağının üzerinde namaza durur; gece namaz gündüz de oruç ile günlerini geçirirdi (M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, II. 334, 335). İsa (a.s) göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bit çift mesti, bir de deri dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı (Abdurrezzak, Musannef, XI, 309).

Kur'an-ı Kerîm'e göre Hz. İsa (a.s)'ın annesi Hz. Meryem'dir. Meryem (a.s), yine Kur'an'da ismi geçen dört seçkin aileden biri olan İmrân ailesinden idi. Hz. Meryem, Zekeriya (a.s)'ın koruması ve gözetim altındaydı. Meryem, Beytü'l-Makdis'te, doğu tarafta özel bir bölmeye yerleştirilmişti. Zekeriya (a.s), Meryem'in yanına geldikçe orada, rızkını ve yiyeceğini hazır görürdü. Hz. Meryem, Beytü'l Makdis'te zikirle, ibadetle hayatını geçiriyordu. İşte bu sırada Allah, ona bir beşer sûretiyle Cebrail'i gönderdi. bu durum, Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde anlatılır: "Meryem dedi ki; ben senden Rahman'a sığınırım. Eğer O'ndan korkuyorsan bana dokunma! O da, ben, temiz bir oğlan bağışlamak için Rabbının sana gönderdiği elçiden başkası değilim, dedi. Meryem; bana bir insan temas etmemişken, ben kötü kadın olmadığım halde nasıl oğlum olabilir? dedi. Cebrail, bu böyledir; çünkü Rabbın, "bu bana kolaydır, onu insanlar için bir mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız," diyor, dedi. İş olup bitti. Böylece Meryem, İsa'ya gebe kalarak bir köseye çekildi. Doğum sancıları başladı ve başına gelen bu hadiseden dolayı çok üzülerek, keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim, dedi" (Meryem, 19/1 8-23).

Cebrail, Meryem (a.s)'e, babasız doğuracağı çocuğun özelliklerini ve mücadelesini haber vermiş, Meryem'i teselli etmiş ve ayrılıp gitmişti. Hz. Meryem'in kendisini Allah'a ibadete verdiğini ve onun tertemiz bir kadın olduğunu bilenler de bilmeyenler de bu duruma hayret etmiş ve doğumun bu şekilde nasıl olabileceği tartışmasına girmişlerdi. Hz. Meryem ise olayı, çocuğa sormalarını işaret etmişti. Fakat "Onlar, biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz? dediler. Çocuk, ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım sürece namaz kılmamı ve zekât vermemi, anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, dirileceğim gün de, bana selâm olsun, dedi" (Meryem, 19/23-33).

İsa (a.s)'ın babasız olarak mucizevî bir şekilde doğuşu, Allah'ın dilemesinden ibaretti. Hatta Allah katında, oluş itibariyle Adem (a.s) ile İsa (a.s) arasında fark yoktu. Nitekim ayet-i kerimede, durum şu şekilde izah edilir: "Gerçekten İsa'nın babasız dünyaya geliş hâli de Allah katında Adem'in hâli gibidir. Allah, Âdem'i topraktan yarattı, sonra da ona ol dedi; o da hemen (insan) oluverdi" (Âlu İmrân, 3/59).

İsa (a.s) otuz yaşında iken peygamberlik görevi aldığında, hemen İsrailoğullarına durumu bildirdi. İsa (a.s)'nın çağrısına kulak tıkayan ve ellerindeki Tevrat'ı tahrif edip pek çok değişiklikler yapan İsrailoğulları, Hz. İsa (a.s)'a inanmadılar. Ayrıca Allah, Hz. İsa'nın risâletini destekleyen mucizelerde gösteriyordu. Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen mucizeleri şunlardır: İsa (a.s) nın, çamurdan kuş biçiminde bir heykel yapması ve onu üfleyince kuş olup uçması, ölüleri diriltmesi; anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulmuş olanları tedavi etmesi; gökten sofra indirmesi (el-Mâide, 5/110-115); Havarîlerin ve diğer arkadaşlarının evlerinde ne yediklerini ve neler sakladıklarını söyleyerek gaybdan haber vermesi (Âlu İmrân, 3/49).

İsrailoğulları, İsa (a.s.)'ı ve ona tâbi olanları durdurmak için pek çok yol denediler; sonunda Hz. İsa'yı öldürmeğe karar verdiler. Ancak Allah, onların planlarını etkisiz hâle getirdi. Yahudiler, İsa (a.s.)'a benzeyen birini yakalayıp astılar ve "Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" dediler (en-Nisâ, 4/157). Öte yandan Kur'an-ı Kerîm, asıl durumu şu şekilde açıklar: "Halbuki onlar İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı. Ayrılığa düştükleri şeyde, doğrusu şüphededirler. Onların bu öldürme olayına ait bir bilgileri yoktur. Ancak kuru bir zan peşindedirler. Kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah, onu kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür, hâkimdir" (en-Nisâ, 4/157-158).

İsa (a.s) ayette de belirtildiği gibi, öldürülmeden göğe yükseltilmiştir. Mezarı dünyada değildir. Ayrıca Mi'rac'da, peygamberimiz kendisini görmüştür. Hz. İsa, göğe yükselmeden önce, havârîlerine ve tüm insanlığa şu müjdeyi vermişti: "Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan, Tevrat'ı doğrulayan ve benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim" (es-Saf, 61/6).

Hz. İsa (a.s) göğe çekildiği sıralarda kendisine inananların sayısı çok azdı. Daha sonra bir ara Hz. İsa'nın getirdiği inancı kabul edenler çoğaldı ise de, sonunda Hristiyanlar da İsrailoğulları gibi yoldan çıktı ve pek çok yanlışlıklara saptılar. Bugün, Hıristiyanların sahip oldukları teslis inancı, İsa (a.s)'nın göğe yükseltilmesinden hemen sonra ortaya çıkmıştır.

İsa (a.s)'ın annesi Hz. Meryem Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra altı sene kadar daha yaşamış ve ölmüştür (Hakim, Müstedrek, II, 596).

Hz. İsa (a.s)'a dört büyük ilâhi kitaptan biri olan İncil verilmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de İncil'in Hz. İsa'ya verilişi ile ilgili şu bilgiler vardı: "Arkalarından da izlerince Meryem oğlu İsa'yı Tevrat'ın bir tasdikçisi olarak gönderdik; ona da bir hidâyet, bir nur bulunan İncil'i, ondan evvelki Tevrat'ın bir tasdikçisi ve sakınanlara bir hidâyet ve öğüt olmak üzere verdik" (el-Mâide, 5/11). Ancak bu İncil de Tevrat gibi tahrifata uğramış: tır. Bununla birlikte Allah Teâlâ tarafından son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'e indirilen Kur'an-ı Kerîm, Zebur, Tevrat ve İncil'in hükümlerini ve geçerliliklerini ortadan kaldırmıştır. Hz. İsâ İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre cisim ve ruhuyla göğe yükseltilmiştir. Kıyamet vaktine yakın yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslâm şeriatıyla hükmedecektir (bk. Buhârî, Buyu', 102).

Hz. İsa bedeniyle göğe yükseltildiğinden, Kur'an-ı Kerim'de bildirilen "ölümden evvel" (en-Nisa, 4/159) ve "öleceğim güne ve diri olarak ba's edileceğim güne" (et-Tevbe, 9/34) mealindeki ayetler Hz. İsa'nın nüzûlünden sonraki ölümünü anlatır. Hz. İsa gökten Arz-ı Mukaddes'e inecek, elinde bir kargı olacak; Afik denilen bir yerde ortaya çıkacak ve Kargı ile Deccâl'ı öldürecek ve sabah namazında Kudüs'e gelecektir. İmam kendi yerini ona vermek isteyecek fakat o İmâm'ın gerisinde Hz. Peygamber (s.a.s)'ın şeriatına uygun olarak namazını kılacaktır. Sonra domuzu öldürecek ve haçı kıracak, sinagoglar ve kiliseleri yıkacak ve kendisine iman etmeyen bütün hristiyanlarla savaşacaktır.

Hz. İsa nüzûlünden sonra kırk sene daha yaşayacak, öldüğünde müslümanlar namazını kılacak ve İslâm dinine uygun olarak gömülecektir.[table=][table=][table=][table=][table=][table=][/table][/table][/table][/table][/table][/table]
Asri_Saadet
Çar Mar 21, 2012 11:01 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: HOCAMIZA SORMAK ISTEDIKLERIMIZ

Sagolasin Hacegan Kardesim, Sizinde Gözlerinize , Kaleminize Saglik Allah Sizden de

Cümlemizden de Razi olsun Insallah Amin

Selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Per Mar 22, 2012 4:50 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: HOCAMIZA SORMAK ISTEDIKLERIMIZ

Müstehcen konuşmak


Hayâ imandandır

Sual:
Bazı kimseler, müstehcen konuşuyor. Ayıp şeyler söylüyor. İnsanların ayıplıyacağı çirkin işler yapıyor. Müslüman olan kimse, böyle şeyler yapar mı?

Cevap:
Hadika‘da buyuruluyor ki: Fuhuş, çirkin söz demektir. Haddi aşan herşeye fâhiş denir. Buradaki anlami, çirkin olan işleri, açik kelimelerle anlatmak, müstehcen, yani edebe, ahlaka aykiri, açik saçik konuşmak demektir. Abdest bozmak ve cima için kullanilan kelimeleri söylemek böyledir. Bu kelimeleri söylemek fuhuştur. Çünkü bunlari söylemek, mürüvvete ve dindarliga uygun degildir, hayâyi giderir. Bunlari anlatmak gerekince, açik olarak söylememeli, kinaye olarak söylemelidir! Edepli olan, salih olan, fuhuş söylemeye mecbur olunca, kinaye olarak söyler. Kinaye, birşeyi, açik anlamlari başka olan kelimelerle anlatmaktir. Mesela, Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, cima için lems [dokunmak] kelimesini söylemiştir. (Nisa 43)

Hadis-i şerifte, (Fuhuş söyliyene cennet haramdır.) [Ebu Nuaym] buyuruldu.

Dinimizde hayânın yeri çok mühimdir. Hayâsı olan, Allahü teâlâdan utandığı için günah işlemekten çekinir. İnsanlardan utanmıyan Allahtan da utanmaz. Açıktan günah işliyen, hem insanlardan, hem de Allahtan çekinmediğini gösterir. (Allahın bildiğini kuldan ne saklıyayım) demek yanlıştır. Gizli işlediği bir günahı başkalarına açıklamak doğru değildir, hayâsızlıktır. Hadis-i şerifte, (Hayâ imandan, hayâsızlık nifaktandır.) buyuruldu.

Kabahat de gizlidir

İnsanlardan utanarak, günahı gizlemek de hayâdandır. Günah gizlenmezse, fâsıklar bundan cesaret alır. (Falanca günah işliyor. Ben de işlesem ne çıkar) diyebilir. Riya olmaması için nafile ibadeti gizlemek caizdir. Onun için, (Kabahat de gizli, ibadet de gizli) denmiştir. (Hayâ elbisesine bürünenin aybı görülmez. Duyulunca hoşlanılacak şeyleri yap! Kimsenin duymasını istemediğin ve duyulunca hoşlanılmayan şeylerden kaç) buyurulmuştur. Hz.Ebu Bekir, (Hayâsız kişi, halk içinde çıplak dolaşana benzer) buyurmuştur. Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayâsızlık da, imanın zayıf olduğuna alamettir. Hayâ, imanın esasındandır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Hayâ ve az konuşmak imandan, fahiş söz ve çok söz nifaktandır.) [Tirmizî]

(Kim, dünyada günahını gizlerse, Allahü teâlâ da, Kıyamette, o günahı herkesten saklar.) [Müslim]

(Bir günaha düşen, Allahın örtüsünü, onun üzerinde bulundurmalıdır!) [Müslim]

(Hayâ imandandır.) [Buharî]

(Hayâ tamamıyla hayırdır.) [Buharî]

(Hayâ, imanın nizamıdır. Nizamı bozulan şeyin, parçaları darmadağın olur.) [İbni Mace]

(Hayâ, iffet, dile hakim olmak ve akıl imandandır. Cimrilik, fuhuş, çirkin sözlü olmak ise hayâsızlıktan ve münafıklıktandır.) [Beyhekî]

(İman çıplaktır, süsü hayâ, elbisesi takva, sermayesi fıkıh, meyvesi ameldir.) [Deylemî]

(Hayâ insan olsaydı, salih biri, fuhuş insan olsaydı, kötü biri olurdu.) [Taberânî]

(Hayâsı olmıyanın dini yoktur. Hayâsız kimse Cennete giremez.) [Deylemî]

(Hayâ ile iman bir aradadır. Biri giderse, öteki de durmaz.) [Hakim]

(Fahiş ve çirkin sözlerden şiddetle kaçının! ) [Nesâî]

(Mümin, ayıplamaz, lânet etmez, fahiş söz söylemez) [Tirmizî]

(Cennet, fahiş ve çirkin söz konuşana haramdır.) [İbni Ebiddünya]

(Allahü teâlâ, fahiş ve çirkin söz söyleyeni sevmez.) [İbni Ebiddünya]

Hayânın iman ile, hayâsızlığın da imansızlık ile ilgisi büyüktür. Hayâsızın küfre düşmesi kolay olur. Hadis-i şerifte, (Hayânın azlığı küfürdür) (Hakim) buyuruldu. Hayâsız olan mürüvvetsiz olur. İnsanları, hayâsızların zararından sakındırmak için onların gıybetini yapmak caizdir. Hadis-i şerifte, (Hayâ örtüsünü üzerinden atanları gıybet etmek günah olmaz) (Haraiti) buyurulmaktadır.

Kâfirler, müslümanların imanlarını yok etmek için, hayâlarını yok etmeye çalışıyorlar. Plajlarda, futbol oyunlarında, sporlarda avret yerlerinin açılmasına önderlik yapıyorlar. Fuhuş sözlere seks bilgisi diyorlar. Bu açıklıklara ve seks bilgilerine ilericilik ve faydalı bilgi diyerek gençleri hayâsız yapmak istiyorlar. Onların oyununa gelmemelidir!

İnsanların şerefi, ilim ve edepledir.

Sanmayınız ki şeref, mal, mülk ve nesepledir!

Banyoda kimse yokken de, peştamalsiz yıkanmak mekruh olur. Caiz veya küçük yerde caiz olur diyen âlimler de olmuştur. Bu bakımdan peştamal ile veya dizlere kadar uzun çamaşır veya don ile yıkanmalı, omuzlarımızda bulunan meleklerden utanmalıdır. Hadis-i şerifte, (Çıplak durmaktan sakının! Hep sizinle beraber bulunan ve, yalnız cimada ve helâda ayrılan hafaza meleklerinden utanın ve onlara saygılı olun!) buyuruldu.

Yıkanırken olduğu gibi, otururken, yatarken de Allahtan utanmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Yıkanırken örtünün! Allah, hayâ sahibidir. Utanıp örtüneni sever.)

(Avret yerlerinizi örtün! Yalnız iken de Allahü teâlâdan hayâ edin!)

Peygamber efendimiz, yüzükoyun yatan birine, (Kalk, bu yatış, cehennem ehlinin yatışıdır) buyurdu. Yüzükoyun ve örtüsüz yatan birine de, (Bu, Allahın hiç sevmediği bir yatış şekli) buyurdu
Asri_Saadet
Çar Mar 21, 2012 6:49 am
 
Foruma git
Konuya git

Kalb temizliği nasıl olur

Kalb temizliği nasıl olur

Sual:
Kalb ile yürek farklı mıdır? Kalbi nasıl temizlemek gerekir?

CEVAP
Göğsün sol tarafındaki et parçası yürektir. Yürek, hayvanlarda da bulunur. Kalb, yürekte bulunan bir kuvvettir. Görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyanı gibidir. Buna, gönül de denir. Gönül, insanlarda bulunur, hayvanlarda bulunmaz.

Bedendeki bütün a’za, kalbin emrindedir. His uzuvlarımızın duydukları bütün bilgiler kalbde toplanır. İnanmak, sevmek, korkmak, insanın kalbindedir. İman eden, kâfir olan, kalbdir. Kalbi temiz olan, dine uyar. Kalbi kötü olan dinden kaçar. Güzel, iyi ahlakın ve kötü huyların yeri kalbdir. Allahü teâlâ dinlerini, peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Kalbi temiz olan, herkese iyilik eder. Dünyada rahat, huzur içinde yaşar. Ahirette de sonsuz saadete kavuşur. Kötü huylar, kalbi, ruhu hasta eder. Hastalığın artması, kalbin, ruhun ölümüne sebep olur. Önce kalbi temizlemek lazımdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kalb bozuk olunca, bedenin işleri de hep bozuk olur.) [Beyheki]

İnsanı Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturan yol kalbdir. İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerin en zararlısı, dünya sevgisi yüzünden kalbin kararmasıdır. Bu sevgi, kötü arkadaşlardan ve lüzumsuz ve zararlı şeyler seyretmekten hâsıl olur. Faydasız kitap, [roman, hikâye, gazete, dergi] okumak, lüzumsuz şeyler konuşmak, bu sevgiyi arttırır. Kadın ve kadın resimleri [resimli dergi, filmler, tv] seyretmek, şarkı, çalgı dinlemek, bu sevgiyi kalbde yerleştirir. Bunların hepsi, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır.

Kalb, sevgi yeridir. Sevgi bulunmayan kalb ölmüş demektir. İslamiyet’in emir ve yasaklarına uymalıdır. Kalbi uyanık olmayanın, Allahü teâlânın varlığını, büyüklüğünü ve Cennet nimetlerini ve Cehennem ateşinin şiddetini hatırlamayanın, düşünmeyenin bedeninin İslamiyet’e uyması güç olur. Bedenin İslamiyet’e severek ve kolay uyması için, kalbin temiz olması lazımdır. Kalbin temiz ve nefsin mutmainne [uysal] olduğunun alameti, bedenin İslamiyet’e seve seve uymasıdır.

Namaz kılmak, kalbi temizler. Günahların affedilmesine sebep olur. Fakat, kulluk vazifesi olduğunu düşünmeden, şehvetlerini, dünya çıkarlarını düşünerek kılınan namaz, şartlarına uygun olup, sahih olsa bile, dünyada ve ahirette faydası olmaz. Namaz kılarken, Allahü teâlânın büyüklüğünü, Onun emrini yapmayı düşünmek lazımdır. Ancak, böyle kılınan namaz, kalbi temizler, insanı kötülük yapmaktan korur.

Feyz, kalbden kalbe gelen, insana Allahü teâlânın razı olduğu şeyleri yaptıran nurdur, bir kuvvettir. Feyzler, Resulullah efendimizin mübarek kalbinden yayılmakta, evliyanın kalbleri vasıtası ile, evliyayı çok seven kalblere gelmektedir. Feyze kavuşan bir insanın kalbi, ilimler, marifetler, kerametler hazinesi olur. Bu saadete kavuşmak için, Ehl-i sünnet itikadında olmak ve dinin emir ve yasaklarına uymak şarttır.

Bedeni besleyen rızıklar ve kalbi temizleyen feyzler, ezelde takdir ve taksim edilmiştir. Fakat, bunlara kavuşmak için, âdet-i ilahiyyeye uymak, sebeplerini aramak, bulmak için çalışmak lazımdır. Şartlarına uyarak çalışana elbet verilir. Kıymetli ulema ve evliyanın kitaplarından tercüme edilerek hazırlanmış olan Hakikat Kitabevi’nin yayınlarından ilmihal ve diğer kitaplardan her gün bir veya iki sayfa okuyan o büyüklerden feyz alır. Feyz, nur demektir. Nur kalbe yağar, kalbi temizler. Okudukça kalb nurlanır. Okuduğunu da anlamaya başlar. Evliya, Resulullahı iyi tanıdığı için, Onun mübarek kalbinden feyz alır ve bu feyzler, bunun kalbinden, kendisine bağlananların kalblerine akar. Feyz gelen kalb temizlenir. Ahlakı güzel olur. Velinin kalbindeki feyzler, nurlar, güneşin ziyası gibi yayılır. Onu seven müslümanların kalblerine akar. Onların bu feyzleri aldıklarından haberleri olmaz. Kalblerinin temizlendiğini anlarlar. Karpuzun güneş karşısında olgunlaştığı gibi, kemale gelirler. Eshab-ı kiram, Resulullahın sohbetinde, böyle kemale geldi.

Sual:
Kalbi temizlemek için ne yapmalıdır?

CEVAP
Kalbi karartan günahlardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür ve kalbin tamamını kaplar, kalb, kapkara olur.) [Harâiti]

Günahlar kalbi kararttığına göre günaha sebep olacak şeylerden de kaçmak gerekir. Mesela uyku mubahtır. Ancak çok uyumak kalbe kasvet verip günah işlemeye zemin hazırlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Üç şey kalbe kasvet verir: Yemeği, uykuyu ve rahat olmayı sevmek.) [Deylemi]

Günah işleyince, hemen tevbe ve istiğfar etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Paslanan her şeyin bir cilası vardır. Kalbin cilası "Estağfirullah" demektir.) [Deylemi]

Ölümü çok hatırlamak da, oruç tutmak da kalblerin pasını siler. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Her ay 3 gün oruç tutanın kalbinin pası temizlenir.) [Nesai]

(Su değdiği, [rutubette kaldığı] zaman demirin paslandığı gibi, kalbler de [günah yüzünden] paslanır.) Orada bulunanlar, (Kalblerin cilası nedir ya Resulallah) dediler. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Ölümü çok hatırlamak ve Kur'an-ı kerim okumaktır.) [Beyheki]

Müminin kalbi temizdir. Fâsıkların kalbi kirlidir, karadır. Kâfirlerin kalbi ise simsiyahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müminin kalbi temizdir, orada parlayan bir ışık vardır. Kâfirin kalbi simsiyahtır ve terstir.) [Taberani]

Sual:
Bir işi yaparken kalbime bir sıkıntı geliyor. Ne yapmak gerekir?

CEVAP
İslam âlimleri buyuruyor ki:
Kalbinin ürperdiği işi yapma! Nefsine uyma! Şüphe ettiğin işlerde kalbine danış! Şüpheli bir şeyle karşılaşınca, eli kalb üzerine koymalı, kalb çarpması artmazsa, o şeyi yapmalı! Eğer, farzla çarparsa yapmamalı! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Elini göğsüne koy, helal şeyde kalb sakin olur. Günah işte çarpıntı olur. Şüpheye düşersen, din adamları fetva verseler de yapma!) [İ. Ahmed, Hakim]

(Günah olan iş yapılırken kalbde çarpıntı olur.) [Beyheki]

(Nefse sükunet ve kalbe ferahlık veren şey, iyi iştir. Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş günahtır.) [Beyheki, İ.Ahmed, Taberani]

(Helal haram bellidir. Şüphelilerden kaçın! Şüpheli olmayanları yapın!) [Taberani]

(Seni rahatlatan şey iyidir. Seni şüpheye düşüren, sıkıntı uyandıran şey günahtır. Sana fetva verse de böyledir.) [İ. Ahmed, Beyheki, Taberani]

(Kalbine danış; iyilik, kalbin mutmain olduğu, rahatladığı şeydir. Günah ise, canını sıkan, kalbinde tereddüt uyandıran şeydir. Aksine fetva verseler de.) [Taberani, İbni Asakir]

(Yapacağın bir iş için, yedi defa Rabbinden hayırlı olanı iste, sonra kalbine bak, hangisi kalbine ferahlık veriyorsa, hayırlı olan odur.) [Deylemi]

(Şüphelileri bırak, şüphe uyandırmayana bak. Doğru işlerde kalb sakin olur, yalan ise kalbde şüphe uyanır.) [Tirmizi, Nesai]

(Müftüler, fetva verseler de sen, yine kalbine danış.) [İ.Ahmed]

Ahir zamanda bilen bilmeyen herkes, din hakkında konuşup fetva veriyor. Bazısı, son hadis-i şerife dayanarak, bir çok sahih hadise, “Bu benim kalbime yatmıyor” diyerek uydurma damgasını vuruyor. Dinimizde, herkesin kalbi ölçü olsa idi, Kur’an-ı kerime, Peygambere ve âlimlere ihtiyaç kalmazdı. Bid’at fırkalarından mutezile de, (Akıl, iyi ile kötüyü, hak ile batılı birbirinden ayırır) diyerek aklı ölçü kabul ediyor. Bugün mutezile kafasında olanlar dindeki dört delile göre değil, aklına göre konuşuyorlar. Dinimizde akıl da kalb de, bir şeyin haram olmasında kesin ölçü olamaz. Mesela bir doktor, yazdığı kitabında (Dalak kandır ve haramdır) diyor. Halbuki fıkıh kitaplarında dalak yemenin haram olmadığı bildiriliyor. Bazıları da, (Ben Ankara’dan oğlumun bulunduğu İstanbul’a uçakla kısa bir zamanda geldim. Bir gün kalıp gideceğim. Ben günlerce yol gitmedim ki, hem gittiğim yer kendi evim sayılır, kendi evimden daha çok rahat ediyorum. Niye İstanbul’da seferi olacakmışım ki. Üstelik Peygamberimiz, aklı olmayanın dini yoktur, müftüler fetva verseler de sen kalbine danış, demiyor mu? Öyle ise ben de aklıma ve kalbime danıştım, Ankara’dan İstanbul’a gelmekle seferi olmam) diyorlar. Halbuki, bir kimse Ankara’dan bir saatte İstanbul’a gelse, seferi olur da, Pendik’ten Fatih’e iki saatte gelse yine seferi olmaz.

Eğer dindeki dört delil esas alınmazsa, herkesin aklına ve kalbine göre sayısız din meydana çıkar. Ölçüyü iyi bilmek gerekir. Bir kimse, bir memura hediye verse, müftü, bir çıkarı olmadan, kendi rızası ile vermişse bu hediye helal diye fetva verir. Ama o kimse, (Ben bunu memur işimi yapsın diye verdim, kalbim bunu hoş görmüyor) diyorsa, burada kalbin rolü vardır. Müftü o hediye diye fetva verse de sen rüşvete bulaşma.

Sual:
Kalbin karardığı nasıl bilinir, temizlenmesi nasıl olur?

CEVAP
Haram yemek kalbi karartır, hasta eder. Zünnun-i Mısri hazretleri buyurdu ki: Kalbin kararmasının dört alameti vardır:
1- İbadetin tadını duymaz.
2- Allah korkusu hatırına gelmez.
3- Gördüklerinden ibret almaz.
4- Okuduklarını, öğrendiklerini anlayıp kavrayamaz.

Muhammed bin Fadl Belhi hazretleri de buyurdu ki: Kalbin kararmasına 4 şey sebep olur:
1- Öğrendiği ile amel etmemek.
2- Bilmeyerek yapmak.
3- Bilmediklerini öğrenmemek.
4- Başkasının öğrenmesine mani olmak.

Nefs, kötü isteklerden [dinin yasakladığı şeylerden] kurtarılınca, kalb temizlenir.
Kalbi temizlemek için riyazet ve mücahede gerekir. Riyazet, nefsin arzularını yapmamaktır. Nefsimiz, haramları, mekruhları arzu eder. Bunlardan kaçmak gerekir. Mücahede, nefsin istemediği şeyleri yapmak demektir. Nefsimiz, iyilik ve ibadet yapmak istemez. İyilik ve ibadet ederek kalbi temizlemelidir!

Nefsin istediği her şey, sonsuz ahiret nimetleri yanında kıymetsizdir. Ahiret nimetleri altın ise, dünya menfaatleri teneke bile değildir. Bu geçici basit menfaatler, sonsuz nimetlerle mukayese bile kabul etmez.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın emirlerini yapmamak kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, dine tam inanmamaktır. İmanın alameti, dinin emirlerini seve seve yapmaktır. [Namaz kılmayıp günah işleyenin, (Benim kalbim temiz, sen kalbe bak) demesinin çok yanlış olduğu buradan da anlaşılır.]

Kalb, sevgi yeridir. Sevgi bulunmayan kalb ölmüş demektir. Kalbde, ya dünya sevgisi veya Allah sevgisi bulunur. Allah’ı anarak, ibadet yaparak, kalbden dünya sevgisi çıkarılınca, kalb temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar. Günah işleyince, kalb kararır, hastalanır, dünya sevgisi yerleşir ve Allah sevgisi gider. Kalbin bu hali, bir şişeye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu boşaltınca, hava kendiliğinden dolar.

Kalbi temizlerken dört engel çıkar:
1- Mal sevgisi: Malın kendisi değil, sevgisidir. Kalbi temizlemek, ahireti kazanmak için malın önemi büyüktür. Fakat mal sevgisi engeldir. Mal sevgisini kalbden çıkarmalıdır!

2- Makam sevgisi: Ahiret nimetlerini elde etmek için makam ve mevki elbette iyidir. Mal gibi makamın da kendisi değil sevgisi engeldir. Hizmet için bir makama talip olmak başka şey, nefsin arzularını tatmin için makam sahibi olmak ayrı şeydir.

3- Yabancı sevgi: Allah sevgisinden başka her sevgiyi kalbden çıkarmalıdır!

4- Günah: Her günaha tevbe etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kim günah işlerse, kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Tevbe ederse silinir. Günahlara devam ederse, o leke büyüyüp kalbin tamamını kaplar.) [Nesai]

Bu dört engeli aşmak için dört şey gerekir.
1- Çok yememek, helalinden yemek.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyin!) [İ.Gazali]

(Haram karıştırmadan, kırk gün helal yiyenin kalbi nurla dolar. Kalbine nehir gibi hikmet akar. Dünya sevgisi kalbinden çıkar.) [Ebu Nuaym]

2- Çok uyumamak.
Çok yiyen çok su içip çok uyur. Çok uyuyan da Kıyamette pişman olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, çok yiyip içeni ve çok uyuyanı sevmez.) [İ.Gazali]

3- Çok konuşmamak.
Hadis-i şerifte, (Çok konuşan çok hata eder, çok günah işler. Çok günah işleyen de, Cehenneme gider) buyuruldu. (Ebu Nuaym)

4- Kötülerden uzak durmak.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir, kiminle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin.) [Hakim]

Sual:
Kalbi günahlardan riyazetle temizlemek mümkünmüş. Riyazet nedir?

CEVAP
Günahlar kalbi karartır. Günahkâr kimsede, ibadet etme isteği kalmaz. Günahı silmek için iyilik ve ibadet yapmak lazımdır. Günah işlemeden iyilik ve ibadet yapılırsa kalb daha parlar, cilalanır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bizim için, bizim uğrumuzda mücahede edenleri elbette kendi yollarımıza kavuştururuz.) [Ankebut 69]
Nefs-i emmare ile cihad, iki yolla olur. Birincisine (Riyazet), ikincisine (Mücahede) denir.

Riyazet, nefsin arzularını yapmamak demektir. Nefs ahmak olduğu için her istediği kendi zararınadır. Nefs daima haramları ister.

Mücahede ise, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Nefsimiz, iyilik ve ibadet etmemizi istemez. Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet etmekten daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır.
Yahya bin Muaz-i Razi hazretleri buyuruyor ki:
(Riyazet dört şeyle olur: Az yemek, az uyumak, az konuşmak ve günahlardan gelecek sıkıntıya katlanmakla.)

Bir kimse mücahede ve riyazet yaparsa, yani bildiği hususlarda dinimizin emirlerine uymaya çalışırsa, bilmediği hususları da kolayca öğrenir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bildiği ile amel edene, Allahü teâlâ bilmediklerini de öğretir.) [Buhari]

Allahü teâlânın bildirdiği yola girip o yolda yürümeye çalışana yaptığı işler kolaylaştırılır. Allahü teâlâ bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar, hatta daha fazla sevap verir. Allahü teâlânın ihsanı boldur. Allahü teâlâ, hadis-i kudside, (Bana bir karış yaklaşana, bir arşın yaklaşırım) buyuruyor. Elbette bu yaklaşma manevi yaklaşmadır.

Birisine, yakın dostum demek, evimiz yakın demek değil, dostluğumuz iyi demektir. Allahü teâlânın yakınlığını da böyle anlamalıdır. (Yere göğe sığmam, mümin kulların kalbine sığarım) ve (Müminlerin kalbindeyim) hadis-i kudsileri de böyledir.

Bir insan, her türlü kötülüğü yaptıktan sonra, kalbim temizdir, diyemez. Bir insanın iyi veya kötü olması yaptıklarına göre değişir. Bir insan eğer hiç kimseye zararı dokunmuyorsa, elinden geldiği kadar herkese faydalı olmaya çalışıyorsa, Allahü teâlânın emirlerine uyup yasakladıklarından kaçıyorsa o insan hem iyi niyetli hem de temiz kalblidir. Fakat her kötülüğü yapıyorsa, Allahü teâlânın emirlerini yapmayıp yasaklarından kaçmıyorsa; ne kadar niyetim iyi, kalbim temiz, sen kalbe bak, dese de ona inanılmaz ve iyi biri olduğu asla söylenmez. Çünkü Hadika isimli kıymetli kitapta buyuruluyor ki:
Haram işleyenlerin, sen kalbime bak, kalbim temiz demeleri yanlıştır. Müslümanları aldatmaktır. Ancak dinin emir ve yasaklarına uyanın kalbi temiz olur.

İbadet nedir

Sual:
Allah’ın emrini yapmayıp, yasaklarından da sakınmayan küfre girer mi? İbadet nedir? Bir kimse bildiği halde ibadet etmezse, ancak kalbi temizse Cennete gider mi?

CEVAP
Üç sualiniz var:
1- Tekliflere yani emirlerin yapılması gerektiğine ve yasaklardan sakınmak lazım geldiğine inanmak, imanın şartıdır. Tekliflerin çoğuna inanıp da, yalnız birine inanmayan, beğenmeyen, buna uymak istemeyen, Muhammed aleyhisselama inanmamış olur. Kâfir olur. Müslüman olmak için, tekliflerin hepsine inanmak, hepsini beğenmek gerekir. Bir müslüman, tekliflere inandığı halde, bunlara uymazsa, mesela, tembellik ederek, namaz kılmazsa; kötü arkadaşa ve nefsine uyarak, içki içerse, kadın, tesettüre riayet etmezse, imanı gitmez, kâfir olmaz. Günah işlemiş, asi müslümandır. Tekliflerin sadece birine uymak istemezse, yani beğenmez, vazife olduğuna önem vermez ise, hafif görürse, imanı gider, kâfir olur. (Namaz kılmıyorsam, açık geziyorsam ne çıkar? Sen kalbe bak. Kalbim temizdir) demek, veya (Önce ekmek parası kazanmak, herkese iyilik etmek. Sonra namaz) gibi sözler, tekliflerin bir kısmını beğenip bir kısmını beğenmemektir. Her müslümanın bu inceliğe dikkat etmesi, tekliflere uymayanların, imanlarının gitmemesi için uyanık olmaları gerekir. Teklife uymamak başka, uymak istememek, beğenmemek başkadır. Bu ikisini karıştırmamalıdır!

2- İbadet demek, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama tâbi olmak demektir. Yani bütün sözlerini ve hareketlerini Onun emirlerine ve nehylerine uydurmak demektir. Şunu iyi bilmelidir ki, ibadet şeklinde yaptığı işler, eğer Onun emri ile olmadı ise, ibadet olmaz, hatta günah olur. Namaz ve oruç ise de böyledir. Ramazan Bayramının birinci günü ve Kurban Bayramının her dört günü oruç tutmak günahtır. Halbuki, oruç bir ibadettir. Fakat, emir ile olmadığından günah oldu. Bunun gibi, başkasından zor ile alınan elbise ile veya böyle bir yerde namaz kılmak da günahtır. Halbuki namaz bir ibadettir. Fakat, emir ile olmayınca isyan oluyor. Bunlar gibi, bir kimsenin, nikahlı ailesi ile her türlü oyun ve latife yapması ibadettir, yani sevaptır. Halbuki yapılan şey oyun ve eğlencedir. Fakat emir ile olduğundan sevaptır.

Görülüyor ki, ibadet demek, yalnız namaz kılmak, oruç tutmak değildir. İbadet demek, İslamiyet’in emirlerine uymak demektir. Çünkü, namaz ve oruç, İslamiyet’e uygun olunca, ibadet olur.

3- İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: İyi bil ki, amelsiz ilim, insanı kurtaramaz. Bir kimse, dağda bir aslana rastlasa, yanında tüfeği ve kılıcı bulunsa ve bunları kullanmasını iyi bilse ve ne kadar cesur olsa da, bu aletleri kullanmadıkça, aslandan kurtulabilir mi? İşte bunun gibi, bir kimse ne kadar ilim sahibi, olursa olsun, bildiğine göre hareket etmezse, ilminin faydası olmaz.

Mütehassıs bir doktor hastalansa, hastalığı da kendi branşında olsa, bunun en etkili ilacını da bilse ve bu ilaç hakikaten o hastalığa çok iyi gelse, ilacı kullanmadıkça, yalnız bilgisi onu iyi edemez. Bir insan da, ne kadar ilim edinse, ne kadar kitab okusa, bildiklerini yapmadıkça faydası olmaz. (Eyyühelveled)

Sual:
Günah işleyenlerin, "Sen kalbe bak, kalbimiz temizdir. Allah kalbe bakar" demeleri doğru mudur?

CEVAP
Kur'an-ı kerimde mealen, (Günah işleyene ve kâfir olana itaat etme) buyuruldu. (İnsan 23)
Allahü teâlâ, bu âyet-i kerimede, önce (günah işleyene) sonra (kâfire itaat etme!) buyurdu. Çünkü, müslümanın kâfirle buluşması az olur. Günah işleyenden emir alması daha çok olur. Bundan başka, günah işleyen ile birlikte bulunmanın, kâfirle beraber bulunmaktan daha çok zararlı olduğunu göstermektedir. Yine Kur'an-ı kerimde mealen, (Kalbi bizi zikretmekten gafil olan ve nefsinin arzuları peşinde koşan ve hareketlerinde İslam’ın dışına taşan kimseye itaat etme) buyuruldu. (Kehf 28)

Bu âyet-i kerimeden anlaşılıyor ki, nefse uymak, kalbin gafil olmasını gösterir. Bedenin bozuk olması, yani günah işlemek, kalbin bozuk olmasının alametidir.

Açık gezenlerin, içki içenlerin veya başka günah işleyenlerin ve ibadet etmeyenlerin, müslümanlara karşı, (Sen, kalbe bak, kalbimiz temizdir. Allah kalbe bakar) demelerinin yanlış ve bozuk olduğunu, bu âyet-i kerime göstermektedir. Hadis-i şerifte de, (Kalb bozuk olunca, bedenin işleri de hep bozuk olur) buyuruldu. (Beyheki)

Bu hadis-i şerif de, günah işleyenlerin bu gibi sözlerini yalanlamaktadır. (Allah dışınıza bakmaz, kalblerinize bakar) hadis-i şerifi, ibadet yapanlar, hayır işleyenler içindir. Yani, ibadetin kabul olması için, Allahü teâlânın rızası için yapılması gerekir.

Sual:
Bazı kimseler hiç ibadet etmediği ve her çeşit günahı işlediği halde, "Benim kalbim temizdir, sen kalbe bak" diyorlar. Kalb nasıl kirlenir, nasıl temizlenir?

CEVAP
Namaz kılmayan ve kendisine farz olan diğer ibadetleri yapmayan kimsenin kalbi temiz olmaz. Günah işleyenlerin kalbi temiz olmaz. Günah kalbi karartır. Zaten namaz kılmamak en büyük günahlardan biridir. Hatta namaz kılmayana kâfir diyen âlimler bile olmuştur. Namaz kılmayanın, içki içenin kalbi çok kararmış demektir. Her türlü rezaleti işleyip de, "Sen kalbe bak" demek, dinsizlerin veya din cahillerinin sözüdür. Bir yazar, kitabında, bir fâsıkı överken, "Çok içki içerdi. Şarabı hamamın kurnasına koyar, oradan içerdi; fakat tertemiz, pırıl pırıl bir kalbi vardı" diyor. Allahü teâlâ ve Peygamber efendimiz, namaz kılmayanın ve içki içenin kalbi temiz olmaz buyururken, cahil yazar, böyle söylemekle Allah’ı ve Resulullahı yalancı çıkarmaya çalışıyor. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür ve kalbin tamamını kaplar, kalb, kapkara olur.) [Haraiti]

Müminin kalbi temizdir. Fâsıkların kalbi kirlidir, karadır. Kâfirlerin kalbi ise simsiyahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müminin kalbi temizdir, orada parlayan bir ışık vardır. Kâfirin kalbi simsiyahtır ve terstir.) [Taberani]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın emirlerini yapmamak kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, dine tam inanmamaktır. İmanın alameti, dinin emirlerini seve seve yapmaktır.

Kalb, sevgi yeridir. Sevgi bulunmayan kalb ölmüş demektir. Kalbde, ya dünya sevgisi veya Allah sevgisi bulunur. Allah’ı anarak, ibadet yaparak, kalbden dünya sevgisi çıkarılınca, kalb temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar. Günah işleyince, kalb kararır, hastalanır, dünya sevgisi yerleşir ve Allah sevgisi gider. Kalbin bu hâli, bir şişeye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu boşaltınca, hava kendiliğinden dolar.

Bir bardaktaki hava çıkmadıkça içine su girmez. İçine su koyunca da, bu suyu çıkarmadan başka şey koyulmaz. Kalb de bardak gibidir. Kalbi Allah sevgisiyle doldurmak için, başka her şeyi temizlemek gerekir. Bir kalbde iki veya daha fazla sevgi bulunamaz. Kur'an-ı kerimde mealen, (Allah, insanın içinde iki kalb yaratmamıştır) buyuruluyor. (Ahzab 4)

Nefs-i emmare, dine inanmaz. Bunun için, nefsi, tezkiye etmek, kötülüklerden temizlemek ve faziletlerle doldurmak gerekir. Şems suresinde mealen, (Nefsini tezkiye eden kurtuldu. Nefsini, günahta, cehalette, dalalette bırakan zarar etti) buyuruldu.

Hadika’da buyuruluyor ki:
Haram işleyenlerin, sen kalbime bak, kalbim temiz demeleri yanlıştır. Müslümanları aldatmaktır. Ancak dinin emir ve yasaklarına uyanın kalbi temiz olur. Peygamber efendimiz, (Günaha devam edenlerin zamanla kalbi mühürlenir. O, artık sevap işleyemez olur) buyuruyor. (Bezzar)

La ilahe illallah kelimesini çok söylemek, kalbi temizlemekte çok tesirlidir. Her gün, belli miktar okumak iyi olur. Abdestli ve abdestsiz söylenebilir. (Kayyum-i Rabbani c.1, m.14)

Rabbimizin gazabını söndürmek için (La ilahe illallah Muhammedün Resulullah) güzel kelimesinden daha faydalı bir şey yoktur. Bu güzel kelime, Cehenneme götüren gazabı söndürünce, daha küçük olan başka gazaplarını elbette söndürür. Bu güzel kelime, Kıyamet için ayrılmış olan 99 rahmet hazinesinin anahtarıdır. Küfür karanlıklarını, şirk pisliklerini temizlemek için, bu güzel kelimeden daha kuvvetli, hiçbir yardımcı yoktur. Bir kimse, bu kelimeye inanınca, imanın zerresi hasıl olur. (c.2, m.37)

Allah’ı anmanın, La ilahe illallah demenin faydalı olabilmesi için dinimize uymak şarttır. Farzları ve sünnetleri yapmak ve haramlardan ve şüphelilerden sakınmak gerekir. (m.190)

Kalbin Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmesi onu karartır, paslandırır. Bu pası temizlemek gerekir. Temizleyicilerin en iyisi sünnet-i seniyyeye uymaktır. Sünnet-i seniyyeye uymak, nefsin kalbi karartan isteklerini yok eder.

Her kaptan içindeki sızar

Sual:
“Önyargılı davranmamalı. İçki içmeyenleri hatasız, içki içenleri hatalı sanmak çok ama çok yanlış bir düşüncedir. Kumar oynamayanları hatasız, kumar oynayanları hatalı sanmak çok ama çok yanlış bir düşüncedir. Namaz kılanları hatasız, namaz kılmayanları hatalı sanmak çok ama çok yanlış bir düşüncedir. Dine uygun tesettürlü bir bayan hatasız, tesettürsüzler hata içerisinde gibi bir duyguya kapılmak çok ama çok yanlış bir düşünce. Dürüstlük giyim kuşamla değil yetişme tarzı ve karakterle ilgilidir. İnsanları giyim kuşamıyla yargılamak çok ama çok yanlıştır. Büyük hatadır. Böyle yanlış duygu ve düşünceye kapılanlar bu yanlışlarından vazgeçmelidir” iddiası doğru mudur?

CEVAP
Çok yanlıştır. Bir insanın iyi veya kötü olduğu, konuşmalarından, hareketlerinden, yaptığı işlerden anlaşılır. Bir hadis-i şerifte, (Her kaptan içindeki sızar) buyuruluyor. İmam-ı Rabbani hazretleri de, “Görünüşümüz, bâtınımızın [içimizin] alametidir” buyuruyor. Yunus Emre de diyor ki:
Kim ki edepsiz gezer, er geç yolundan azar
Dış yüzüne o sızar, içinde ne var ise.

İstisnalar hariç, bir adamın işine bak, giyinişine bak, ne mal olduğu belli olur. İstisna olanları hüküm gibi ortaya atmak yanlıştır, hem de çok yanlıştır. Birkaç örnek verelim:
Minare olan yerde cami var demektir. Sünnet olmak Müslümanlık alameti sayılır. Sünnetsiz birini görsek buna gayri müslim demek yanlış olur. Türk bayrakları dalgalanan yerin Türkiye, polis elbisesi giyenlerin de polis olduğu anlaşılır. Ancak başka ülkede de Türk bayrağı dalgalanabilir, polis olmayan biri de, polis elbisesi giyebilir. Ama bunlar istisnadır. İstisnalara bakıp da genel bir hüküm verilemez.

Allah korkusunun alameti, haramlardan kaçmaktır. Her günahı çok tehlikeli görmelidir! Müminin alametlerinden biri de günahını çok tehlikeli görür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin günahını başucunda, hemen üstüne yıkılacak bir dağ gibi görür. Münafık ise burnuna konmuş hemen uçacak sinek gibi görür.) [Buhari]

Bedenin bozuk olması, yani günah işlemek, kalbin bozuk olmasının alametidir. Açık saçık gezenlerin veya başka günah işleyenlerin, (Sen, kalbe bak, kalbim temizdir) demelerinin yanlıştır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Kalb bozuk olunca, bedenin işleri de hep bozuk olur.) [Beyheki]

İçki içen, kumar oynayan, namaz kılmayan, açık saçık gezen, başka vasıfları ne kadar iyi olursa olsun, bir kere açıktan işlediği bir günahı vardır. O peşinen salih birisi olmayı kaybetmiş, fâsık sınıfına girmiştir. Allah’ın emrine isyan ediyor. Tesettürlü olan, çok kötü olsa bile, açıkça bir günahı görülmemektedir. Fahişelerin hemen hepsi açık saçık giyinir. Tesettürlü kadından da fahişe olabilir, ama bu oran çok azdır. Onun için kıyafetlerin önemi inkâr edilemez. “Dürüstlük giyim kuşamla değil” diyen cahil türedilere itibar etmemelidir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Din cahillerinin çoğalması, kıyamet alametlerindendir.) [Buhari]

Haram işleyene, günah işlediği bilinene, açıktan günah işleyene fâsık denir. Mesela namaz kılmayan, içki içen, kumar oynayan, yabancı kadınlara bakan, hanımını, kızını açık gezdiren fâsıktır. İşlediği günaha da fısk denir. Küçük günaha devam eden de fâsık olur. Fâsıklar hakkında hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Fâsık övülünce, Rabbimiz gadaba gelir.) [Beyheki]

(Dinin afeti üçtür: Fâsık âlim, zalim idareci, cahil sofu.) [Deylemi]

(Fıskı aşikâre olan fâsıka lanet olsun.) [Deylemi]

(Fıskını ilan eden fâsık, hürmeti kaybetmiştir.) [Deylemi]

Sual:
Kalb gözü nedir?

CEVAP
Kalb gözü, baştaki gözden daha keskin görür. Nitekim Kur'an-ı kerimde mealen, (Gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı) buyuruluyor. (Necm 11)

Cenab-ı Hak, İbrahim aleyhisselamdaki kalb gözünü kastederek buyuruyor ki:
(Biz İbrahim’e, göklerin ve yerin gizli sırlarını gösterdik.) [Enam 75]

Bu görme işinden habersiz olana da "kalbi kör" buyuruyor. Kur'an-ı kerimde mealen, (Gerçekte gözler değil, sinedeki kalbler kör olur) buyuruluyor. (Hac 46)

Kalb körlüğü çok kötüdür. Kur'an-ı kerimde yine buyuruluyor ki:
(Dünyada [kalb gözü] kör olan, ahirette de kördür.) [İsra 72]

Hadis-i şerifte de, (Ümmetimden kalb gözü açık, ilham sahibi [evliya] kimseler vardır. [Hazret-i] Ömer bunlardan biridir) buyuruldu. (Buhari)

Kalbim temiz mi?

Sual:
Kalbim bir kararda kalmıyor. Bazen iyiye bazen kötüye meyledebiliyor. Kalbimin hep temiz kalması ve sabit durması için ne yapmak gerekir?

CEVAP
Müminin kalbi zaten öyle olur. Kâfirin kalbi hareketsizdir. Kalbimizin temiz mi, kirli mi olduğu günahlara olan durumundan belli olur. Bir hadis-i şerif meali:
(Her kalb fitneye maruz kalır. Hangi kalbe bir fitne [günah] sinerse, orada bir siyah leke hasıl olur. Hangi kalb de, o fitneyi reddederse, orada beyaz bir nokta meydana gelir. O kalb, beyaz bir bez gibi bembeyaz olur. Fitne, ona hiç zarar veremez. Bulanık kalb ise, siyah bir taş gibidir. Yamuk veya ters bir bardağa benzer. Böyle kalb iyilikleri tanımaz, kötülükleri yadırgamaz ve hep nefsinin hevasına uyar.) [Müslim]

Demek ki, günahlardan kaçıyorsak kalbimiz temizdir. Günahları rahat işleyebiliyorsak kirlidir. Neyin günah olduğunu da dinimiz bildirmiştir.


Zulmeti temizlemenin yolu

Sual:
Günahlarımız, kötü kimselerin yemekleri ve bunlarla görüşmek sebebiyle, kalbimize gelen zulmet, nasıl temizlenir?

CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Kalbe gelen zulmeti temizlemek için, tevbe ve istiğfar ederek Allahü teâlâya sığınmalıdır. (1/171)

Hazret-i Ebu Bekir buyurdu ki: Beş zulmetin beş ışığı vardır:
1- Dünya zulmetinin ışığı ibadettir.
2- Günah zulmetinin ışığı tevbedir.
3- Kabir zulmetinin ışığı, La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah demektir.
4- Âhiret karanlığının ışığı salih ameldir.
5- Sırat karanlığının ışığı yakîndir. [Doğru ve şüphesiz imandır.]

Hazret-i Osman da buyurdu ki: Dünya ve dünya malı için üzülmek kalbe zulmet verir. Âhiret için üzülmekse kalbi nurlandırır.


Selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Per Mar 22, 2012 5:14 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: ŞEYTANIN ZEHİRLİ OKLARINDAN HARAMA BAKMAK

Güzel bir Konu Paylasim icin sagol, emegine yüregine saglik Kayacan Kardesim

Allah Razi Olsun

selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Per Mar 22, 2012 4:41 pm
 
Foruma git
Konuya git

Saygı ifadeleri

Saygı ifadeleri

Sual:
Aşağıdaki ifadelerin anlamları nedir? Kimler için kullanılır?

CEVAP
Anlamları ve kimler için kullanıldığı karşılarına yazılmıştır:

Hazret:
Saygı ifadesi olarak, Allahü teâlâ, Peygamberler ve âlimler için kullanılır. Hak teâlâ hazretleri, Hazret-i Âdem, imam-ı azam hazretleri, Hazret-i Mevlana gibi.

İmam:
Dinde söz sahibi, müctehid âlim demektir. İmam-ı Ahmed, İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali gibi. İmam denince, hazretleri denmese de, saygı ifadesi de kullanılmış sayılır, ama rahmetüllahi aleyh demek müstehabdır.

Allâme:
Âlim kelimesinin mübâlağalı ism-i fâilidir. Kısaca, büyük âlim demektir.

Mevlânâ:
Efendimiz anlamına gelen ve bir büyüğe karşı söylenen hürmet ve saygı ifâdesidir. Daha çok, Hâlid-i Bağdâdî, Celaleddin-i Rumî, Abdürrahman-ı Cami gibi bazı âlimler için kullanılmaktadır.

Hâce:
Müderris, hoca, efendi anlamına gelen ve âlimlere, evliyâ zatlara verilen, Farsça bir ünvandır.
Seyyid: “Efendi, üstün kimse” demektir. Peygamber efendimizin soyundan gelenlere de seyyid denir.

Ebu:
Baba demektir. Ebu Yusuf, Yusuf’un babası demektir.
[Bazen mecazi olarak da kullanılır. Mesela turab, toprak demektir. Ebu Turab ise, toprakla haşır neşir olan, eli yüzü topraklı, toprağı, yani secde etmeyi seven, tevazu ehli demektir. Hazret-i Ali, mescidde kuru yerde yatarken Peygamber efendimiz, Hazret-i Ali’nin yüzünün toz toprak içinde olduğunu görünce, bizzat mübarek elleriyle toprağı yüzünden silkip, (Kalk yâ Ebâ Turab) buyurdu. Hazret-i Ali, (Benim için, Ebu Turab lakabı bu bakımdan çok kıymetlidir) buyururdu.
Ebu Hüreyre, kedicik babası, yani kediyi seven, kedileri bakıp gözeten, onlara şefkat gösteren kimse demektir.
Ebu Hanife, doğru inanan, İslamiyet’e sarılan kimse, gerçek Müslümanların hamisi, koruyucusu, babası yani imamı, rehberi demektir.
Ebu Cehil, cahilin daniskası, kuru cahil, koyu cahil, İslamiyet’i, gerçekleri inkâr eden demektir.]

İbni; bin:
Oğul demektir. İbni Ömer, Ömer’in oğlu; Abdullah bin Ömer de, Ömer’in oğlu Abdullah demektir.

Ümm:
Anne demektir. Ümmü Seleme, Seleme’nin annesi; Ümmü Hâris, Hâris’in annesi demektir.

Bint:
Kız çocuğu demektir. Zeyneb binti Resulullah, Resulullahın kızı Zeyneb demektir.

Şeyhayn:
Hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Ömer’i birlikte ifade etmek için kullanılır. Ayrıca, fıkıh ilminde, İmam-ı a’zam ile İmam-ı Ebu Yusuf için; hadis ilminde de, İmam-ı Buhari ile İmam-ı Müslim için kullanılır.

İmameyn:
İki imam, iki âlim demektir. İmam-ı Ebu Yusuf ile İmam-ı Muhammed’i birlikte ifade etmek için kullanılır.

Tarafeyn:
İmam-ı a’zam ile İmam-ı Muhammed’i birlikte ifade etmek için kullanılır.

Hateneyn:
İki damat demektir, Peygamber efendimizin iki damadı olan, hazret-i Osman ve hazret-i Ali için kullanılır.

İmam-ı A’zam: Büyük İmam, büyük âlim demektir, Ebu Hanife hazretleri için kullanılır.
İmam-ı Rabbani: Kendisine ilim ve hikmet verilmiş, ilmiyle amel eden derin âlim demektir, Mektubat-ı Rabbani’nin yazarı Ahmed Farukî Serhendî hazretleri için kullanılır.
Şah-ı Nakşibend: Behaüddin-i Buhari hazretleri için kullanılır. Allahü teâlânın sevgisini kalblere nakşettiği için böyle denmiştir.
Huccet-ül-İslam: Üç yüz bin hadis-i şerifi, senetleri, ravileriyle birlikte ezbere bilen büyük âlim demektir. Daha çok, İmam-ı Gazali hazretleri için kullanılır.
Gavs-ül-a’zam: Gavs, yardım eden, Evliya arasında kullara yardımla görevlendirilen kimse demektir. Gavs-ül-a’zam, büyük yardımcı demektir, Abdülkâdir-i Geylani hazretleri için kullanılır. İnsanlara ve cinlere yardım eden anlamında, Gavs-üs-Sekaleyn de denir.
Müfti-yüs-Sekaleyn: İnsanlara ve cinlere fetvâ veren büyük âlim demektir. Genelde, Ebüssüud Efendi ve Ahmed ibni Kemal hazretleri için kullanılır.

Dua ifadeleri

Peygamberler, âlimler ve evliya zatlar için kullanılan dua ifadeleri de şunlardır:
Aleyhisselam: Ona selam olsun demektir, bir Peygamber için söylenir.
Aleyhimesselam: İkisine selam olsun demektir, iki Peygamber için söylenir.
Aleyhimüsselam: Onlara selam olsun demektir, ikiden çok Peygamber için söylenir.
Radıyallahü anh: Allah ondan razı olsun demektir, genelde bir erkek sahabi için söylenir. İmam-ı Rabbani hazretleri İmam-ı a’zam hazretleri için de kullanmıştır.
Radıyallahü anhâ: Allah ondan razı olsun demektir, bir kadın sahabi için söylenir.
Radıyallahü anhümâ: Allah o ikisinden razı olsun demektir, iki sahabi için söylenir.
Radıyallahü anhünne: Allah onlardan razı olsun demektir, ikiden fazla kadın sahabi için söylenir.
Radıyallahü anhüm: Allah onlardan razı olsun demektir, Eshab-ı kiramın tamamı için söylenir.
Aleyhirrıdvân: Allah ondan razı olsun demektir, genelde bir erkek sahabi için söylenir. İmam-ı Rabbani hazretleri, Hazret-i Mehdi için de kullanmıştır.
Aleyhimürrıdvân: Allah onlardan razı olsun demektir, Eshab-ı kiramın tamamı için söylenir.
Rıdvanullahi aleyhim ecmaîn: Allah hepsinden razı olsun demektir, Eshab-ı kiramın tamamı için söylenir.
Rahmetüllahi aleyh: Allah ona rahmet etsin demektir, bir erkek için söylenir.
Rahmetüllahi aleyhâ: Allah ona rahmet etsin demektir, bir kadın için söylenir.
Rahmetüllahi aleyhimâ: Allah o ikisine rahmet etsin demektir, iki kişi için söylenir.
Rahmetüllahi aleyhinne: Allah onlara rahmet etsin demektir, ikiden fazla kadın için söylenir.
Rahmetüllahi aleyhim: Allah onlara rahmet etsin demektir, ikiden fazla erkek için söylenir.
Aleyhirrahme: Allah rahmet etsin demektir, bir kişi için söylenir.
Kuddise sirruh veya Kaddesallahü sirreh: Allah onun sırrını temiz, mübarek ve mukaddes etsin demektir, bir velî zat için kullanılır.
Kuddise sirruhümâ veya Kaddesallahü esrarehümâ: Allah o ikisinin sırrını temiz, mübarek ve mukaddes etsin demektir, iki evliya için kullanılır.
Kuddise sirruhüm veya Kaddesallahü esrarehüm: Allah onların sırrını temiz, mübarek ve mukaddes etsin demektir, ikiden çok evliya için kullanılır.
Kerremallahü vecheh: Allahü teâlâ onun yüzünü mükerrem, şerefli kılsın demektir. Hazret-i Ali için kullanılır.
Beyyedallahü vecheh: Allahü teâlâ onun yüzünü nurlandırsın demektir. Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri, Kadı Beydâvî hazretleri için kullanmıştır.

Cenâb kelimesi

Sual:
Cenâb-ı Allah diyoruz. Cenâb kelimesi, Peygamberimiz için de kullanılır mı? İnsanlar için de, âli Cenâb deniyor. Uygun oluyor mu?

CEVAP
Cenâb, büyüklük ifade etmek için, hürmet maksadıyla söylenir. Cenâb-ı Hak dendiği gibi, Cenâb-ı Peygamber de denir. Ayrıca, Hazret-i Peygamber, Hazret-i Muhammed dendiği gibi, Hazret-i Allah da denir. Bunlar saygı ifade eden kelimelerdir. Âli Cenâb ifadesi de, iyilik sahibi, yüksek ahlâklı, cömert, büyük zat gibi anlamlara gelir.

Sual:
Bazı kimseler Hazret-i Ali için, Ali aleyhisselam diyorlar. Böyle söylemek uygun mudur?

CEVAP
Aleyhisselam, ona selam olsun demektir; ama bu tabir Peygamberler için söylenir. Sahabi, âlim ve veli için söylenmez. Söylenirse kavram karışıklığına sebep olur. Hazret-i Ali’ye peygamber diyenler de, Ali aleyhisselam diyorlar. Bunun için Peygamber olmayana aleyhisselam dememelidir. Asırlardır, din kitaplarında böyle bildirilmiştir. Yeni bir şey çıkarmak da uygun olmaz.

Hazret-i Ali, Eshab-ı kiramdandır. Bir erkek sahabi için, radıyallahü anh denir. Bir âlim için, rahmetullahi aleyh denir. Bir veli için, kuddise sirruh denir. Ölmüş bir mümin için de, merhum veya rahmetli denir. Gayrimüslim ölü için bu ifadeleri kullanmak caiz olmaz. Toprağı bol olsun denebilir. Bu deyimleri değiştirmek yanlış olur.

Selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Per Mar 22, 2012 4:32 pm
 
Foruma git
Konuya git
cron