23 sonuç bulundu

Geri dön

YARATANA AŞIKMIYIZ...

Uzmanların tanımlarına göre aşk, insanın ayaklarını yerden kesen, içinde şiddetli heyecanlar yaşamasına vesile olan bir duyguymuş. Böyle bir durumda insanın sabah yataktan kalktığı anda ilk aklına gelen, âşık olduğu kişi olurmuş. Gece yatmadan önce onu düşünür, her girdiği ortamda ondan bahsetmek istermiş. Bütün planlarını, âşık olduğu kişiyi düşünerek ve onu da dâhil ederek yaparmış. O kişi için pek çok şeyden, hatta sevdiklerinden dahi vazgeçebilirmiş.

Bütün bu bilgiler ışığında Allah’a duyduğunuz aşkı düşünün. Yukarıda sayılanların hepsini Allah’a karşı gerçekten hissediyor musunuz?

Sabah kalktığınız anda aklınıza ilk gelen Allah mı?

Gün içinde sürekli O’nu düşünüyor musunuz?

Her girdiğiniz ortamda O’ndan bahsetmek istiyor musunuz?

Yaptığınız bütün planları Allah’ın hoşlanacağı şekilde düzenliyor musunuz?

O’nun razı olmayacağı, hoşlanmadığı tavırlardan sakınıyor musunuz?

Gece uyumadan önce O’nu düşünüyor ve anıyor musunuz?

Allah’a duyduğunuz aşktan dolayı pek çok şeyden ve hatta sizinle bu konuda mücadele eden kişilerden kopup uzaklaşabiliyor musunuz?

“Sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım.” (Meryem Suresi, 48)

Elbette bütün bunları hisseden herkes, Allah aşkını yaşıyor demektir. Geri kalan tüm yaratılmışlara duyulan aşk ve sevgi de, Allah’ın birer tecellisi olduğu için gerçekleşmelidir. Allah’tan bağımsız bir şekilde bir beşere aşk duymak ve o kişiyi Allah’tan daha fazla düşünüp daha önde tutmak açıkça şirk koşmak anlamına gelir ki “Allah, Kendisi’ne şirk koşanları bağışlamaz.” (Nisa Suresi, 116).


Bu durumdaki kişiler ölüm melekleri ile karşılaştıklarında güç durumda kalmamak için, yaratılan her şeyi Yaratandan bağımsız olarak değil, O’nun tecellisi olduğu için sevmelidirler.


“Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: “Allah’tan başka taptıklarınız nerede?” “Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular” diyecekler…” (Araf Suresi, 37)


Hiç tükenmeden, kişiye acı vermeden, tutkuyla ve daimi bir mutlulukla yaşanacak tek aşk Allah aşkıdır. Allah’tan bağımsız yaşanan tüm aşklar ise insanı bir süre sonra mutsuzluğa ve bunalıma sürükler. Bu durumdaki kişi yalnızca karşısındakinin istekleri doğrultusunda bir hayat sürerek bir nevi köleleşir. Oysa Allah aşkı, insanı tüm dünyevi bağımlılıklardan özgürlüğe kavuşturur.

Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah’ındır. Hayır, onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 29)


Yalnızca Allah’a kul olarak zincirleri kırabilmek dileğiyle…


Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur. (Ra’d Suresi, 28) Selam ve saygılarımla Hacegan...
Hacegan__
Per Mar 08, 2012 10:25 pm
 
Foruma git
Konuya git

İNSAN OLMAK MI?

Zor zanaat insanca olmak. Hem merhametli, hem adaletli olabilmek, inisiyatif verebilmek ama arkadan vurulmamak, affedici olmak, ama bundan ileride pişman olmamak, hem statüyü korumak, hem de dostça sohbet edebilmek, hoşgörülü olmak, ama suistimal edilmemek, iradene hakim olmak, ama zevkten de mahrum kalmamak…

Delicesine sevmek ama saplantı haline getirmemek,

Fırsatını yakalamak, ama sadakatten ayrılmamak,

Entelektüel olmak, ama kibrini yenmek,

Uzlaşmak ama benliğinden parça kaybetmemek,

Sabretmek ama aptal yerine de konulmamak,

Eleştirmek ama aynı zamanda gönlünü fethetmek,

Hem ihanete uğramak hem de vazgeçmek,

Övmek ama aynı zamanda haset etmemek,

Tekrar güvenmek ama aynı zamanda her şeyin eskisi gibi olacağını beklemek,

Yenmek ama ağırbaşlı olabilmek,

Masum kalmak ama aynı zamanda hayatı tanımak, p>

Hem cahil olmak hem de kendini ifade edebilmek,p>

Beş parasız yaşamak ama niyeti bozmamak,

Arkadaş olmak ama ayartılmamak,

Önyargılı olmak ama yine de tolerans gösterebilmek,

Hem affetmek hem de tekrar dost kalmak,

Çok zor, çokkk… Tabiki bu benim görüş ve düşüncemdir,başka fikirlerede saygı duyarım selam ve saygılarımla Hacegan...
Hacegan__
Per Mar 08, 2012 10:40 pm
 
Foruma git
Konuya git

Kadın Sorunları ve Çözümü

Bugün tüm dünyada kadın-erkek eşitsizliği konusu son derece önemli bir sorun. Özellikle adaletin gerçek anlamda yaşanmadığı toplumlarda bu eşitsizlik oldukça belirgin. Birçok ülkede kadın ikinci sınıf vatandaş gibi görülür. Kadın güçsüz ve korunmaya ihtiyacı olan bir varlık olarak kabul edilir ancak korunmak yerine ezilir, dışlanır.

Toplumdaki yaygın görüşle kadın fikir üretemeyen, kendine güveni olmayan, doğru karar veremeyen, kişiliği gelişmemiş insandır. Kadına biçilen bu imaj yüzünden yaptığı her hata cinsiyetine bağlanır.

İş başvurusunda bulunan erkek ve kadından, eğitimleri ve deneyimleri aynı da olsa, erkek tercih edilir. Toplumdaki genel kabuller nedeniyle tüm bunlar, kadınlar tarafından da olağan karşılanır.

Geri kalmış ülkelerde ise durum daha da vahimdir. Birçoğunda kadın, ikinci sınıf olmak bir yana vatandaş bile değildir. Eğitim, seçme-seçilme gibi haklardan yoksundur. Günlük hayatta da onun adına kararlar alan bir erkek vardır. Kendi kararını almak şöyle dursun, fikrini bile açıklayamaz.

Bağnaz zihniyet, baskının kadını mutlu edeceğini düşünür. Kadına güvenleri olmayan bu yapıdaki kişiler kadının yerinin yalnızca evi olması gerektiğine inanırlar. Onların gözünde kadın potansiyel tehlikedir. Dışarıya çıkmasına izin vermez, kapıları pencereleri kapalı tutarlar. Özellikle cadde ya da sokağa bakan pencerelerin perdeleri hiç açılmamalıdır.

Sevgiden doğan kıskançlık ya da koruma olarak açıklasalar da bu aslında sevgisizliktir. Gerçekten seven insan, karısının rahatını ve huzurunu sağlamaya çalışır. Bağnaz erkek, kadınları güvenilmez görür. Her şeyi kendi lehine düşünür. Oysa Kur’an’ın tam aksine hep kadını savunan bir üslubu vardır. Allah hep kadının korunması yönünde hüküm koyar. Bütün ağırlık erkeğin üzerindedir. Ancak bağnazlığın sistemi erkeği korumaya, kadını da koruma adı altında ezmeye yöneliktir.

Çözüm Nedir?

Kadın haklarını korumak adına dernekler, sivil toplum kuruluşları yıllardır faaliyet içinde. Konferanslar, paneller, televizyon programlarında hep bu konu tartışılıyor ancak bu arayışlardan yıllardır hiçbir sonuç çıkmıyor. Çünkü çözüm yanlış fikir, görüş ve kavramlarda aranıyor. Çözüm, toplumda yaşanan diğer tüm sorunların çözümünde olduğu gibi Kur’an ahlakının yaşanmasındadır.

Kuran ahlakı gerçek anlamda yaşandığında bireyler arasındaki ayrım ortadan kalkar. Kadın, erkek, zengin, yoksul olmanın ya da yaşın bir önemi olmaz. Makam, mevki, mal-mülk, hayat şekli değil insanın yaptığı iyi ve güzel işlerdir önemli olan. Kur’an’a göre insanı üstün yapan Allah’a yakınlığıdır. Allah’ın beğendiği ahlakı yaşamasıdır, takvasıdır.

Allah kadın ve erkek için farklı mümin karakteri çizmez. Mümin erkekler ve mümin kadınların birbirlerinin dostu ve yardımcısı olduğunu bildirir, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren, Kendisine ve Resûlü’ne itaat eden kullarına rahmet edeceğini ve cennetini müjdeler.

Gönülden itaat eden erkekler ve kadınlar, sadık olan erkekler ve kadınlar, sabreden erkekler ve kadınlar, saygıyla Allah’tan korkan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve kadınlar için bağışlanma ve büyük bir ecir vardır.

Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir ’çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar’ bile haksızlığa uğramayacaklardır. (Nisa Suresi, 124)

Tüm kmadınlarımızın gününü kutlar haklarında hayırlara vesile olmasını temenni ederim selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Per Mar 08, 2012 6:45 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: YEŞİL EVREN 101 de Kompozisyon Yarışması

Dost bazan minik bir kuş
Bazan var olmayan sevgili
Kimi zaman saksıda bir çiçektir
Ama asıl dost seni senden çok düşünendir
Herkes seni terketse yalanlasada asla başkasına inanmayan sana sırtını dönmeyendir dost..
... Dost canda candır kanında kandır.
Dost senle enson lokmasını açda kalsa paylaşandır..
Herkesin seni önyargıyla terkettiğinde senin yanından ayrılmayan
Dünya tersine dönse asla dostum onu yapmaz diyendir..
Dost dertlere dermandır dost güneş gibidir gördüğünde içini ısıtır.Vefalı dostubulmak çok zordur .Vefalı sadık dost deryada inci gibi nadirdir o pırlanta gibidir..Gerçek dostunuz sizi her zaman sevendir her şeye rağmen sevgisi verdiği değer artandır..Böyle dostunuz sevdiğiniz sevgiliniz varsa dünya üstünüze gelse vız gelir..sizonla dünyaya meydan okursunuz ..selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Pzr Mar 04, 2012 9:59 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: YEŞİL EVREN 101 de Kompozisyon Yarışması

Tutku ablacığım önce size teşekkür ederim dostların dostluğun unutulduğu bu zamanda böyle bir konuyu gündeme taşıdığınız için.

Dostluk bir kasa olsaydı acaba ne saklardım öncelikle dostuma sunacağım bir yürek dostuma vereceğim bir güven ve yalansız sevgimi koyardım şüphesiz.
Hacegan__
Pts Mar 05, 2012 8:39 am
 
Foruma git
Konuya git

DUYGUSALLIK...

Duygusallık dünyada milyarlarca insanı etkisi altına almış bir cahiliye kültürüdür. Şeytanın insanları Allah’ın yolundan alıkoymak amacıyla kullandığı bu etkili silah, insanların duygularının esiri olmalarına ve akıllarını kullanamamalarına neden olmaktadır. Bilindiği gibi şeytan, Allah’ın büyüklüğünü düşünemeyen, takdir edemeyen insanlar ortaya çıkarmak ve insanları Allah’ın yolundan saptırmak için ant içmiştir: ‘Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları ( insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.’ (Araf Suresi, 16) Şeytan bu amacına ulaşmak için hiç ara vermeden var gücüyle çalışmaktadır.

Duygusallığın zararları:
Duygusallığın insanlar için zararları çok fazladır. Duygusal insanlar genelde çok hassas olurlar ve bu yüzden en küçük olayları dahi sorun haline getirip stres içinde yaşarlar. Bu sadece çevrelerine değil kendi bedenlerine de fazlasıyla zarar verir. Sürekli şüphe, kıskançlık, tedirginlik yaşarlar. Olaylar karşısında mantıklı düşünmek yerine duygularıyla hareket ederek yanlış kararlar verirler. Müminler Allah’a tevekkül ettikleri için sağlıklı ve mutlu iken, bu insanlar pek çok psikolojik rahatsızlıkla mücadele ederler.

Duygusallığın insan bedenine verdiği tahribatlar sonucunda çeşitli hastalıkların oluşması kaçınılmazdır. Mide, kalp rahatsızlıkları, aşırı zayıflama, saç dökülmesi, ciltte bozulmalar ve çok sayıda önemli hastalığın altında yatan en büyük sebep strestir. Neşeli ve mutlu yaşayan insanların daha uzun ve sağlıklı yaşadıkları bilimsel araştırmalar sonucunda ispatlanmış bir gerçektir.

Duygusallığın getirdiği zayıflık, aklını ve mantığını kullanan insanlarda görülmez. Bu insanlar olaylar karşısında soğukkanlı ve sakin olurlar. Çünkü her şeyin Allah’ın kontrolünde gerçekleştiğini bilir ve sonuna kadar O’na teslim olurlar. Bu durum insanlar için sonsuz bir güven duygusu demektir. Kendini güvende hisseden insan panik olmaz, kontrollü davranır. Sonuç ne olursa olsun yıkım yaşamaz ve her koşulda tevekküllü olur. Bu da sağlıklı bir ruh yapısı, sağlıklı bir insan ve sağlıklı bir toplumun oluşmasına neden olur.

Duygusallık telkini:
Günümüzde duygusallık telkininin en yoğun yapıldığı insanlar gençlerdir. Aşk ve tutkunun sonuna kadar yaşanması gerektiği telkiniyle gençlerin kontrolden çıkmaları sağlanarak çoğu zaman yanlış ilişkilere sürüklenmelerine neden olunur. Duygusal şarkılar, sözler, şiirler, filmler ve romantizm masallarıyla genç beyinlere mantıktan uzak sadece duygusal yaklaşımlarla ‘anı yaşamaları’ telkini verilir. Böylece gerçek sevgiyi yaşamadan sadece geçici heveslerin hüküm sürdüğü bir hayat yaşayan bu gençler beklentilerinin gerçekleşmediği durumlarda büyük yıkımlar yaşarlar. Bazen intihara kadar giden zayıflıklar dahi gösterebilirler. Oysa aklını kullanıp Allah’a sığınan insanlar için her türlü durum bir hayır olarak görülür. Şifayı uyuşturucu, alkol ya da başka şeylerde değil Allah’a sığınmakta bulurlar. ‘Kur’an’dan mü’minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Oysa o, zalimlere kayıplardan başkasını arttırmaz.’ (İsra Suresi, 82)

Bugün yaşanan pek çok çözümsüzlüğün, sıkıntının ve belaların altında şeytanın bu bitmek bilmeyen telkinleri yatar. Şeytan insanların boş amaçlar, geçici hevesler peşinde koşup yanlışlar yapmasını ister. Bundan büyük bir haz duyar. Allah kullarını bu tehlikeye karşı Kuran’da şöyle uyarmıştır : ‘Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. (Nur Suresi, 21)

Son olarak insanlar, şeytanın telkiniyle, duygusallığın mutlaka olması gerektiğine inanarak duygusal olmayan insanları vicdansız olarak nitelendirirler. Bu yanlış kanı duygusal olmayan her insanın merhametsiz olduğu görüşünün ortaya çıkmasına neden olsa da Allah’ın sıfatlarından olan merhamet, mümin kulları üzerinde görülen bir özelliktir. Müminler merhametlidir ancak duygusal değildirler. Böylesine bir zayıflığın şeytanın oyunu olduğunu çok iyi bilirler ve bu oyunu Allah’ın dosdoğru yolundan giderek bozarlar. Mümin güçlü bir karakterdir, aklını kullanır, telkinlerden Allah’ın izni ile etkilenmez.
(Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 201)
Rabbim her zaman hakkımızda hayırlısını verir inşallah amin ecmain Hacegan......
Hacegan__
Pts Şub 20, 2012 12:13 pm
 
Foruma git
Konuya git

MUNAFIK NEDİR KİMDİR......

Münafık kelimesi; karışıklık, bozgunculuk çıkaran anlamına gelir. Münafıklar, mümin olmadıkları halde mümin taklidi yaparak, onların içinde barınmaya çalışan, menfaatçi yapıya sahip, ikiyüzlü insanlardır. Münafıklar çeşit çeşittir. Kimi sadece maddi menfaat için müminlerin içindedir, kimi müminlere hırsından dolayı onlara zarar vermek için aralarına girer, kimi de iman eder ancak daha sonra niyetlerini bozar ve inkara saparlar. Ancak hepsinin ortak bir özelliği vardır, o da müminlere düşman olmaları ve bu yönde çaba sarf etmeleridir.

Allah’a and içiyorlar ki (o inkar sözünü) söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkar sözünü söylemişlerdir ve İslamlıklarından sonra inkara sapmışlardır ve erişemedikleri birşeye yeltenmişlerdir… (Tevbe Suresii -74)

Münafıklar, müminlerin arasında yaşadıkları sürece, onlar gibi davranarak, kendilerini gizlemeye çalışırlar. Müminlerin başına bir sıkıntı ve zorluk geldiğinde ya da menfaatleri çatıştığında ise gerçek yüzleri ortaya çıkar. İman edenlerin yanından ayrılırken veya ayrıldıktan sonra onlara zarar vermeye ve müminlerin arasındaki birliği bozmaya çalışırlar. Münafıklar, karakter olarak şeytanla birebir aynı özellikleri taşırlar. Şeytan gibi, Allah’ın varlığını bilir ve kabul ederler. Ancak Allah’tan korkmak yerine, Allah’ın kalplerinde gizledikleri hainliği açığa çıkaracak bir sureyi indirmesinden korkarlar.

Münafıklar, kalblerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin aleyhlerinde indirilmesinden çekiniyorlar. De ki: “Alay edin. Şüphesiz, Allah kaçınmakta olduklarınızı açığa çıkarandır.” (Tevbe Suresi -64) Allah’a ve elçisine inandıklarını söyler, ancak itaat etmezler. Bunu yaparken de kendilerinin doğru olduğunu zannederek tevil yoluna giderler. Ama atladıkları bir konu vardır ki “Sözü açığa vursan da, (gizlesen de birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir. (Taha Suresi – 7)” Münafıklar sana geldikleri zaman: “Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah’ın elçisisin” dediler… (Münafikun Suresi – 1)

… Onlara: “Gelin, Allah’ın yolunda savaşın ya da savunma yapın” denildiğinde, “Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik” dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi – 167)
İkiyüzlü oldukları için, elçi ve Kuran’a davet edildiklerinde var güçleriyle kaçarlar. Onlara: “Allah’ın indirdiğine ve elçiye gelin” denildiğinde, o münafıkların senden kaçabildiklerince kaçtıklarını görürsün. (Nisa Suresi – 61)

Kalplerinde hastalık bulunan münafıklar, müminlerin içinde yaşadıkları sürece kendilerini çeşitli şekillerde gizlemeye çalışırlar. Ancak Allah Kuran’da, müminlerin münafıkları tanımaları ve tedbirli olmaları için, onların bütün özelliklerini ortaya çıkarmıştır. Bu da Rabbimizin münafıklara kurduğu mükemmel bir tuzaktır. Örneğin müminler namazı, Allah ile buluşma vakti olarak değerlendirdikleri için bu randevuya sevinç içinde kalkarlar. Oysa münafıklar, bütün ibadetlerde olduğu gibi, namazı da Allah rızasını gözetmeden, yalnızca gösteriş olsun diye yaptıkları için isteksiz ve zoraki kalkarlar. Allah’ın anıldığı ortamlardan sıkılır ve Allah’ı çok az anarlar.

Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah’ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak çok az anarlar. (Nisa Suresi -142) Zorluk anlarında tevekkül göstermezler. Müminleri de tevekkülsüzlüğe sürüklemek ve aralarındaki birliği bozmak isterler. İşte orada, iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıntıya uğratılmışlardı. Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: ‘Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi’ diyorlardı. (Ahzab Suresi – 11,12) Oysa müminler, zorluk anlarında münafıkların gösterdiği zaafın aksine, daha güçlü ve tevekküllü olurlar.

Müminler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: ‘Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir.’ Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı. (Ahzap Suresi -22) Münafıkların en önemli özelliklerinden biri, fitneci bir karaktere sahip olmalarıdır. Bu yönleriyle müminlere sürekli rahatsızlık vermek ve müminlerin arasındaki tesanütü bozmak isterler. Kendilerine: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde: ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değillerdir. (Bakara Suresi -11,12)

Kuran’da fitneci karaktere örnek olarak gösterilen, Hz. Musa’nın kavmindeki münafıkların başı olan Samiri, Hz. Musa’nın yokluğundan istifade ederek, kavmin içine fitne sokmuş ve birçok inananın sapmasına neden olmuştur. Dedi ki: “Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.” (Taha Suresi – 85) Münafıkların Kuran’da bildirilen diğer özellikleri ise, inkarcılara sevgi duymaları, güç ve onuru onların yanında aramalarıdır. Oysa Allah pek çok ayetinde müminleri, inkarcıları dost edinmekten men etmiştir. Oysa münafıklar müminleri bırakıp, kendileri ile aynı özelliklere sahip, Allah’a inanmayan, ahireti unutan ve çevrelerinde bulunan herkesin de böyle olması için çaba sarf eden inkarcıları dost edinirler. “Onlar müminleri bırakıp kafirleri dost edinirler…” (Nisa Suresi -139)

Doğal olarak insan, her zaman güçlü olanın yanında olmak ister. Allah tek güç sahibidir. Şeytan ve yandaşları ise zayıf ve güçsüzdür. Hepsi Allah’ın kontrolündedir. Güçlünün yanında olmak isteyen müminlerin tercihi imandır. Tek güç sahibi olan Allah’ın katında, aradıkları gücü ve onuru bulurlar. Ancak akıldan yoksun şeytan ve yandaşı olan münafıklar, sayıca daha kalabalık oldukları için, inkârcıların yakınında olmayı bir güç ve onur göstergesi zannederler. Allah’ın yarattığı insanlarda bu gücü arayarak, yine Rabbimizin kendilerine kurduğu tuzağın içine düşerler. Zira “Allah, kâfirlere mü’minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez” (Nisa Suresi -141) ve Allah, müminleri her zaman destekler ve galip kılar. “… izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Resulü’nün ve mü’minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar” (Münafikun Suresi – 8)

Münafıkların en önemli özelliklerinden biri de sözlerinde durmamaları, yalancı olmaları ve biri diğerini tutmayan sözleridir.

… Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı… (Al-i İmran Suresi -167)

… Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir. (Tevbe Suresi -107)

Müminler, iyiliği emredip kötülükten sakındırır ve ihtiyaçtan arta kalan mallarını Allah yolunda harcarlar. Münafıklar ise kötülüğü emredip iyilikten sakındırmak için çaba sarf ederler ve ellerini sımsıkı tutup isteksizce, sadece gösteriş olsun diye harcarlar. Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar… (Tevbe Suresi – 67) Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah’a ve ahiret gününe de inanmazlar… (Nisa Suresi -38)

Münafıklar hem fiziksel, hem de manevi yönden pistirler. “Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar...” (Nisa Suresi -145) ayetinde Rabbimizin haber verdiği gibi bu dünyada da cehennemin en dibinden tanıdıkları pis ve iğrenç ortamlarda yaşarlar ve kendileri de layığıyla temizlenmezler. Kalplerindeki pislik görüntülerine de yansır. Kalblerinde hastalık olanların ise, iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip-arttırmış ve onlar kâfir kimseler olarak ölmüşlerdir. (Tevbe Suresi -125)

Şu ana kadar yaşayan bütün münafıklar, Kuran’da anlatılan münafıklarla aynı özellikleri göstermiştir. Allah’ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın. (Ahzab Suresi -62) ayeti gereği, bundan sonra yaşayacak münafıklar da aynı özellikleri göstereceklerdir.Rabbim bizleri hepimizi bu insaların şerrinden korusun inşallah amin ecmain selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Cum Mar 09, 2012 5:34 pm
 
Foruma git
Konuya git

CEZAM NEYSE ÇEKERİM DİYORSANIZ.......

Kuran ahlakı ile yaşamayan insanların kendilerini kandırma yöntemlerinden biri, cehennemde yanar çıkarım mantığıdır. Bu insanlar ölümden sonraki hayata inanırlar. Ancak böyle bir kanaate nasıl vardıkları bilinmez, cennet için kendilerini yeterli görürler.

Hataları varsa da, biraz yanıp çıkacaklarını ve sonunda yine cennette olacaklarını düşünürler. Çevrelerinde ve televizyonda izledikleri insanlarla kendilerini kıyasladıklarında, namaz kıldıklarını, oruç tuttuklarını, kalplerinin temiz olduğunu, dürüst ve iyi insan olduklarını düşünür ve bunların cennet için yeterli olduğunu zannederler. Oysa Kuran’da tarif edilen iyi insan, cahiliye toplumlarının iyi insan anlayışından çok farklıdır.

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi – 177)


Rabbimizin ayette bildirdiği gibi iyiliğin ilk şartı, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman etmektir. İnanmak ve iman etmek birbirlerinden çok farklı kavramlardır. İnsanın sadece diliyle Müslüman olduğunu ve inandığını söylemesi tek başına yeterli değildir. İman etmek, dil ile tasdik etmenin yanında Allah’ın dinini fiili olarak yaşamak ve yaşatmakla mümkün olur. Yüce Rabbimiz Kuran’da iman eden insanları şu özellikleriyle tarif etmiştir:

(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi -37)

Bu konuda Kuran’da yer alan bir diğer ayet ise şöyledir:

Mü’min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah’a ve Resûlü’ne iman ettiler, sonra hiç bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi -15)

Bir başka Kuran ayetinde ise Müslümanım demenin ve iman etmenin farklı olduğu şöyle anlatılmıştır:

Bedeviler, dedi ki: “İman ettik.” De ki: “Siz iman etmediniz; ancak “İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiç bir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Hucurat Suresi -14)

Ben Müslümanım, inançlıyım demek belki iman etmenin ilk aşamasıdır ancak tek başına yeterli değildir. Allah’a inandığını söyleyip, ibadetler konusunda çekimser kalan ve yaptığı kadarını cennet için yeterli gören insanların durumu, ayette şu şekilde haber verilmiştir:

Ama iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve kendileri için Allah’tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (Nisa Suresi -173)

İnsanın, cehennemde hatalarının cezasını çekip, ardından çıkacağını düşünerek içini rahatlatması, büyük bir gaflet içinde olduğunun en önemli göstergesidir. Allah’ın gücünü ve büyüklüğünü takdir edemeyen bu insanlar, bir an bile cehennem ortamını hayal etmedikleri için, biraz yanıp çıkmanın kolay olacağını zannederler.

Sonsuz ahiret hayatı, dünyada yaşadığımız ortalama altmış yılla kıyaslanmayacak kadar uzundur. Bunu bir örnekle anlatmak gerekirse; bir trilyon ve bir trilyonu çarpsanız, bunu bir trilyon kere yapsanız ve çıkan sonucu toplasanız, sonsuzluğun yanında yine sıfır olur. Sonsuzluk gibi uçsuz bucaksız bir zaman kavramı içinde insanın yanıp çıkacağını düşündüğü en kısa anın altmış yıl olduğunu farz edersek, bu düşünceye sahip insanların ne büyük bir gaflet içinde olduklarını daha iyi anlayabilirsiniz. İnsan, yanan bir mumun alevinde dahi elini birkaç saniyeden fazla tutamazken, cehennem ateşi ve azabına dayanabileceğini nasıl düşünebilir? Bütün bu düşünceler, şeytanın yanıltma taktiğinden başka bir şey değildir.

Ahirette, insanların sonsuz hayatını belirleyecek olan iyi ve kötü amelleri tartılacaktır. Bu tartı sonucunda iyi amelleri ağır olanlara kitapları sağ yanlarından verilecek ve sonsuz mekanları olan cennete gireceklerdir. Aynı şekilde kötü amelleri ağır olanlara kitapları sol yanlarından verilip, ebediyen kalacakları cehenneme sürüklenecekler ve kapılar üzerlerine bir daha açılmaksızın kilitlenecektir. Artık kimse için, Allah dilemedikçe sonsuza kadar bulunduğu yerden çıkış olmayacaktır.

Artık kimin tartısı ağır basarsa, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Mü’minun Suresi -102)

Kimin tartısı hafif gelirse, işte onlar da kendi nefislerini hüsrana uğratanlar, cehennemde de ebedi olarak kalacak olanlardır. (Mü’minun Suresi -103)

Kimse, cenneti hak ettiği ve cehennemde yanıp çıkacağı konusunda kendisini kandırmamalıdır. Allah’a boyun eğip teslim olmadığı ve Rabbimizi razı edemediği sürece hiç kimse cennetin kapılarından içeri giremeyecektir. Bunun imkansız olduğu, Rabbimiz tarafından şu şekilde bildirilmiştir:

Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız. (Araf Suresi -40)

Allah bir başka ayetinde, cehennemde sayılı gün kalıp çıkacağını zanneden insanların bu iftiralarının, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürdüğünü şu şekilde ifade etmiştir:

Bu, onların: “Ateş bize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak” demelerindendir. Onların bu iftiraları, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür.(Al-i İmran Suresi – 24)


Bu konuda Kuran’da yer alan bir diğer ayet ise şöyledir:


Dediler ki: “Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir.” De ki: “Allah katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?” Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi -80, 82)

Bu insanların cehennemde yanıp çıkacaklarını düşünmelerindeki sebeplerden biri de, cehennemin büyüklüğünü hayal edemedikleri için, herkesi alamayacağını ve bu nedenle de cezasını çekenin çıkacağını zannetmeleridir. Cehennemin o kadar büyük olamayacağını düşünürken, nedense aynı şeyi cennet konusunda düşünmek akıllarına gelmez. Ancak çok önemli bir gerçek vardır ki Rabbimizin, “Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir” (Yusuf Suresi – 103) ayetinde belirttiği gibi insanların çoğu iman etmeyecektir. Dolayısıyla, cehennemde bütün bu insanlara ve daha fazlasına da yer vardır. Bu gerçek bir ayette şöyle bildirilmiştir.

O gün cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?” O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek. (Kaf Suresi -30)

Kendimizi ve amellerimizi yeterli görmeden, var gücümüzle ahiret için çaba sarf ederek Rabbimizi razı edebileceğimiz vesileler aramak dileğiyle…Hacegan....
Hacegan__
Cum Mar 09, 2012 1:47 pm
 
Foruma git
Konuya git

Türküler ve Hikayeleri

Ağgül Seni Cemekanda Görmüşler


Ağgül'e varıp sorsalar; deseler ki, "Söyle terk edermisin? Yıllardır yavuklu bildiğin Mustafa'nı terek edermisin ?" Ne der acep Ağgül. Terkederim dermi ki hiç seven sevdiğini terk edermi? Ama töreler gelenekler ana babanın baskısı koparıp götürür seveni sevdiğinden. Geride kalan derdini türkülere döker. Türkülere sığınır, içini türkülere boşaltır. Giden gittiğini bilir, içine atar dertlenir kaygulanır o kadar.

Derler ki, Ağgül köyün varsıllarından Mürsel ağanın kızıdır. Güzel mi güzel simsiyah saçlar, kestane rengi gözler, salına salına yürüyüşü yürekleri yakarmış. Köy gençlerinin gözü Ağgül’de ama kimse de yan gözle bakamazmış. Nedeni de Mustafa. Herkes sayar severmiş Mustafa 'yı. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Mustafa babası öldükten sonra evin bütün sorumluluğunu yüklenmiş, anasını ele muhtaç bırakmamış. Alnının teriyle geçimini sağlıyor. Bazen zorlansa da yakınmıyor Mustafa. Ağgül'üne de kavuşursa tasası kalmayacak. Gel gör ki, Ağgül'ün babası verimkâr değil. "Mustafa kim oluyor ki bizden kız isteyecek o ilkin karnını doyursun" diyormuş. İyi hoş ama Ağgül öyle demiyor. "Bir lokma bir hırka olsun yeter artığını istemem" diyor diyor ya dinleyen kim. Babası tam bir şehirli düşkünüymüş "Şehirli köylüden daha iyidir bizim Şefketgil şehire gitti de eli yüzü açıldı temiz yiyor temiz giyiniyorlar, benim kızım da şehirliye layık" diyor da başka birşey demiyormuş. Onlar böyle diye dursun Mustafa ile Ağgül sık sık buluşup akşam karanlığı çöküp el ayak çekildi mi soluğu Ağgül'lerin bahçesindeki ceviz ağacının altında alırlar ve "Yarın son olsun kaçıp gidelim burdan" diye kavilleşip ayrılırlarmış. Üç gün beş gün, üç ay beş ay hep kavilleşiyorlar, hep yarına bırakıyorlarmış. Sözün kısası altı ay geçiyor aradan.

Günlerden bir gün Mustafa yine gelip cevizin altında beklemiş. Ay tepede, ay tepeyi aşıyor, ay kayboluyor Ağgül yok ortada. Cevizin altında uyuyup kalıyor. Mustafa, sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyor; gördüğü düşleri hayıra yormaya çalışıyor. Daha sonra kalkıp köyün kahvesine gitmiş. Dalgın dalgın çayını içerken çocukluk arkadaşı Zamir gelmiş kahveye. Varıp Mustafa'nın yanına yavaştan "Seninkini akşam vermişler lokumu dağıttılar elini çabuk tut kaçır yoksa havanı alırsın" demiş. Mustafa ayıkmış birden "Demek işin içinde iş varmış demek onun için gelmemiş Ağgül" diye konuşmaya başlamış kendi kendine. "Şehirden bir tanıdıklarının oğluna vermişler. Keleşzadeler'in oğluymuş. Zengin adamdırlar konakları dillere destan saray gibi. Elini tez tut yoksa gitti gider Ağgül" deyince yüreği bir ateş harmanına dönmüş Mustafa'nın. Yan babam yan. Akşamı zor etmiş Mustafa. Hemen koşmuş ceviz ağacının altına sabahı etmiş ertesi akşamı etimiş yok. "Daha kaçgün oldu kavilleşeli ne çabuk sözünden döndü" diye içi içini yemeye başlamış. Bir yandan da umudunu yitirmiyor "Ağgül bensiz olmaz döner gelir bir gün" deyip ceviz ağacına gidiyormuş sık sık. Derken düğün günü gelip çatıyor Keleşzadeler'in düğünü de şanına uygun davullar çifter çifter, kazanlar kaynıyor. Düğün üç gün üç gece sürmüş. Mustafa da daha fazla dayanamıyıp köyden kaçıp dağlara gitmiş. Ama uzaklaşamıyor gözü ceviz ağacındadır hep. Dönüp dolaşıp düğünün son günü köye geri gelmiş. Ağgül’ü arabaya bindirmişler araba ağır ağır yola düşmüş. Mustafa da köyün en yüksek tepesi olan Kırlangıçtepe'ye tırmanmış. Şehre inen yol ayaklar altında düğün alayını gözden kaybolana dek seyretmiş. Mustafa artık kolu kanadı kırık deli gibidir ne yapacağını bilemez. "Ben Ağgül'süz nasıl yaşarım, ama döner bir gün mutlaka kaçar gelir bana" deyip umutlanır. Günler günleri eskitir, aylar ayları. Hiçbir haber yoktur. Tek haber, arada şehre inenlerden yolu düşüp konağın önünden geçenlerden gelirmiş. Ağgül'ü yüzünü cama dayamış dalgın dalgın düşünürken görürlermiş. Mustafa'yı da en son elinde bir ceviz fidanıyla Kırlangıçtepe'ye tırmanırken görmüşler. Tepenin en görünür yerine diker fidanı sonra da yanık sesiyle bir türkü tutturmuş. O günden sonra kimse bilmez Mustafa'ya ne olduğunu. Kimi Çukurova'ya yerleşti der kimi ‘canına kıydı’ der. Ama Mustafa'nın son gün söylediği türkü kimsenin dilinden düşmemiş. Köyün de sınırlarını aşıp yankılanmış.
Almira
Cmt Mar 10, 2012 12:07 am
 
Foruma git
Konuya git

YÜZEYSEL YAŞAMAK....

Düşünebilmek, insan hayatındaki en önemli nimetlerden biridir. Düşünmek insanı, etrafında gördüğü, işittiği, hissettiği her şeyin, Allah’ın o muhteşem yaratma sanatı ile gerçekleştiği gerçeğine götürür. Düşünen insan, yaşamdaki amacının ne olduğunu, neden yaratıldığını, Allah’a karşı sorumluluklarını, ölümü, ahireti aklından çıkarmaz. Rabbimiz bir ayetinde, Kuran ayetleri üzerinde düşünüp öğüt alabileceklerin, yalnızca temiz akıl sahibi olan müminler olduğunu şu şekilde açıklamıştır:

“(Bu Kur’an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (Sad Suresi -29)

Dini gereği gibi yaşayamayan insanlar ise, şeytanın da telkinleri ile bütün bu konuları düşünmekten özellikle kaçınırlar. Dünya hayatında oyalanacak o kadar çok konu vardır ki, düşünmeye fırsat bulamazlar. Ancak, başlarına bir kaza veya hastalık gelip de, dünya hayatında oyalanacakları konulardan uzaklaştıklarında, o zaman Allah’ı düşünmeye ve eski günlerine tekrar dönebilmek için dua etmeye başlarlar. Sağlıklarına kavuştuklarında ise hasta ve aciz hallerini çok çabuk unutur ve eski yüzeysel yaşantılarına geri dönerler.

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi -12)

Ahirette, iman etmeyen insanların yaşayacağı pek çok olumsuz duyguyu Allah, dünyada da hissettirir. Örneğin pişmanlık. Zorluk anlarında Allah’ı düşünmek, sonra unutmak, ahirette iman etmeyenlerin yaşayacağı pişmanlığın nedenlerinden sadece biridir. Oysa dünyada iken onları, nasıl yaratıldıkları konusunda düşünmeye davet eden uyarıcılar mutlaka olmuştur. Kulaklarını tıkayıp, sırtını dönerek yüz çeviren bu insanlar, düşünmeden geçirdikleri her saniye için sorguya çekileceklerdir.

Ey iman edenler, Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Siz de işitiyorken, ondan yüz çevirmeyin. (Enfal Suresi -20)

Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız” (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi -12)

Allah, Kuran ayetleri üzerinde düşünmemizi emreder. Düşünen temiz akıl sahibi insanlar ise cennet ehli mümin kullardır. Çoğu insana düşünmek zor gelir. Bu nedenle bazı insanlar, önlerine hazır sunulan her dini bilgiyi, Kuran’dan zannederek, üzerinde hiç düşünmeden kabul ederler. Oysa Yaratan Rabbin adıyla oku. (Alak Suresi – 1) ayetinde bildirildiği gibi, Kuran’ı okumak, her kulun görevidir.

Çoğunluk ne yapıyorsa doğrudur, ya da dedelerimden böyle öğrendim mantığı, insanı büyük bir yanılgıya götürür. Zira bu konularda insanların düştüğü yanılgıları Rabbimiz şu şekilde bildirmiştir:

Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle yalan söylerler.’ (En’am Suresi -116)


Hepinizin de bildiği gibi, koyunlar sürü halinde hareket eder. Düşünemezler ve biri ne yapıyorsa, diğer koyunlar da aynı şeyi yapar. Şayet insan da aynı yüzeysellikte yaşayıp, din adına söylenen her konunun Kuran’a uygun olup olmadığını düşünmeden körü körüne kabul ederse, koyundan hiçbir farkı kalmaz. Zira çevrenize baktığınızda pek çok insanın bu şekilde yaşadıklarına şahit olursunuz.

Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız” derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi -170)


İnsanların çoğu, atalarından öyle gördüğü için, Kuran-ı Kerim’i, yalnızca ölülerin arkasından okunacak bir kitap zannederler. Ancak bir kez dahi, Rablerinin Kuran’da kendilerine hangi konularda hatırlatma ve uyarılar yaptığını düşünmezler ve anlamaya çalışmazlar. Oysa Kuran’ın bir ayetinde, ölülerin arkasından okunan bir kitap olmadığı, aksine diri olanların uyarılması için indirildiği, Rabbimiz tarafından çok açık bildirilmiştir:

(Kur’an,) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kafirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir). (Yasin Suresi 70)


Pek çok insan için bedenlerindeki mucizeler sıradan, üzerinde düşünmeye gerek duyulmayan konulardır. Çoğu kişi soludukları havanın tam nefes almaya uygun yaratılmış olmasını, bütün organlarının görevlerini eksiksiz yerine getirmesini, bitkilerdeki ve hayvanlardaki muhteşem yaratılışı, evrendeki kusursuz düzeni, acizliklerini, hayatında bir kez dahi düşünmemiştir. Bazıları kişiler de her şeyi tesadüfle açıklarlar. Tesadüfün hiçbir şey yaratamayacağını çok iyi bilmelerine rağmen, üzerinde çok düşünmeye gerek olmayan tesadüfü putlaştırırlar. Kuran’da Hz. İbrahim kıssasında, Hz. İbrahim’in küçük putları kırdıktan sonra asasını büyük putun önüne koyması ve bunu kimin yaptığı kendisine sorulduğunda ise büyük puta sormalarını söylemesi, kavmi kısa süreli bir düşünmeye sevk etmiştir. Hz. İbrahim, çok akılcı bir taktikle insanların vicdanına seslenmiştir. İnsanlar biraz düşündüklerinde büyük putun asayı tutarak diğer putları kırma eylemini gerçekleştiremeyeceğini vicdanları ile kabul etmiş, ancak daha sonra şeytanın telkinleri ile nefislerine uyarak, bu açık gerçeği görmezden gelmişlerdir.

Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi -14)

Dini yaşamayan insanların düşünmekten kaçındıkları bir diğer konu ise ölümdür. Ölüm konusu açıldığında, rahatsız olur ve hemen kapatmak isterler. Oysa ölüm, insanın üzerinde düşünmesi gereken en hayati konudur. Ölüm konusunda kimsenin bir sözleşmesi yoktur. Ölüm, geri dönüşü olmayan sonsuz hayatın başlangıcıdır. İnsan, bu sonsuz hayattaki mekanlar üzerinde düşünmeli ve ahirette bulunmayı umud ettiği mekana ulaşmak için ciddi bir çaba göstermelidir. Ölüm ve sonrasını düşünmemek, insanı gaflete sürükler. Yüzeysel, derinliği olmayan, Allah’tan uzak bir yaşam, ahiretteki mekânın cehennem olmasına vesile olabilir.

İman eden kullar ise, sabah kalktıkları andan itibaren, düşünmeye başlarlar. Şuursuz uyku halinden sonra, yine sağlıklı bir bedenle güne başlamak, müminler için şükür vesilesidir. Çamurlu topraktan çıkıp da mis gibi kokan bir gülü düşünmek, küçücük bir tahta parçası olan tohumun renk renk, farklı koku ve tatlarda meyve ve sebzelere, çiçeklere dönüşmesi üzerinde düşünmek, Allah’a yakınlıklarını artıran vesilelerdir. Müminler ölüm ve sonrası üzerinde de çokça düşünürler ve bu konuda hazırlık yaparlar. Allah, pek çok ayetinde, insanları bu konular üzerinde düşünmeye sevk eder.

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi – 191)

Çiçekleri düşünün, her biri farklı ve muhteşem kokulara sahiptir. İnsanlar, çiçeklerdeki bu kokuları elde edebilmek için, laboratuarlarda uzun çalışmalar yaparak parfüm elde ederler. Ancak hiçbir parfüm, çiçeğin orijinali kadar güzel kokmaz. Allah, parfümü şişede değil de insanın bedeninde de yaratabilirdi. Ancak insan bedenindeki acizlikler olmasa, çevresindeki her şey mükemmel olsa, o zaman insanın cennete özlem duymama riski oluşurdu. Oysa düşünen insanların, kendilerindeki aczi gördükçe cennete olan özlemleri artar.

O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için. (Furkan Suresi – 62)

“Size verdiklerimize sımsıkı sarılın ve onda olanı düşünün, ki sakınasınız.” (Araf Suresi, 171) ayetinden de anlaşıldığı gibi düşünmek, beraberinde sakınmayı da getirir. Sakınanlar ise gerçek kurtuluş ve mutluluğa erecek olanlardır. Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Cmt Mar 10, 2012 1:33 pm
 
Foruma git
Konuya git

CANIM CANINDIR ........

Dostuna öyle davran ki yollarınız ayrıldığında 
Hakkında konuşacak bir şey bulamasın
Düşmanına öyle davran ki yollarınız birleştiğinde 
Utanan kişi asla sen olmayasın..
Severken öyle akıllıca sevki
Araya ayrılıklar girince aniden yıkılma
Gerçekte sadık güvenilir olanın
Daima Allah olacağını aklından çıkarma
Sevginde asla aşırıya gitme
Ne yükseklere çıkar alkışla
Ve yererken de öyle ol ki
O nun birgün senin dostun olabileceğini düşün!
Allah kalplerde sevgiyi azaltır bazanda sevdirir unutma
Yererken kötüleyip hasmını çamura batırma
Söylemeden önce çok düşün
Söz ağızdan çıkar ama asla geride girmez
Kalpler sırça saraydır yıkması kolaydır
O sırça sarayın tamiriyse zordur
En ufak kızgınlıkta dostunu sırtından vurma
Sırrını tut ölsende deme
Herkes dostunu sevdiğini yere vursa da inanma
Tut kaldır yerden dostuysan seviyorsan!
İyi günde yanındaysan, zor dar zamanlarındada yanında ol..
Hasta zor anlar geçiriyor diye selamını kesme yolunu çevirme sırtını dönme
Dostuysan değer verdinse dosdoğru ol asla yalan konuşma
Sana inananı güveneni seveni itimat edeni asla aldatma
Sevdiğini aldatma yeminlerini, vaadlerini namus şeref sözlerini tut
Tırnağına çıngı batsa o acıyı kalbinde hisset
O nun güvencini boşa çıkarma
Ne gökyüzüne çıkar ne de yerlere vur
Dostumsan sana güvenmeliyim ardımı döndüğümde sırtımdan hançerleme
Dostunsam dostsan sevdiğimsen sevdiğinsem söyle 
incinme incitme ki incinmeyesin
Dostun sevdiğin dertlerinle boğuşurken terketme 
Dostsan yasla başını yaslasın başını sana
Kasırgalar essede sen olduğunu bilsin umut ol
Hayallerini süsle rüyalarında ol tutunsun
Damarlarında ol gez 
Tipide buz keserken her yer güneş gibi ısıt onu
Bakışınla sarışınla işte burdayım de
Başına bir hal gelse de sevdiğinin nefesi varken yaşıyorken asla bırakma tut yaşat sırtında gezdirmek pahasınada olsa..Vücutunun bir parçasıyla kurtulacaksa düşünmeden verecek kadar vefalı sadık ol..
Ben sana her zerremi verecek kadar sever değer verirken senide aynı isterim ..
Söyle şimdi dostum olabilir misin?
Yok yapamam dersen ne olur dostunum sevdiğimsin deme
Pazara kadar değil ölene mezara kadar asla deme
Dost gibi dost olmayacaksan sevdiğim deme.
Yalanlarınla oyalama
Yamukluk edeceksen ihanet edeceksen anladığımda asla afetmem hakkımı da helal etmem sana..
ÇOK DÜÅžÜN VE SöYLE DOSTUM OLMAYA HAZIR MISIN?
DÜNYA ÜSTÜME GELSEDE ASLA SARSILMADAN SEVGİN DEÄžERİN.öYLEYSE CANIM CANINDIR DOSTUM ..Selam ve saygılarımla HACEGAN......

 

Hacegan__
Cmt Oca 14, 2012 7:22 am
 
Foruma git
Konuya git

HAYAL EDERKEN GERÇEĞİ KAYBEDENLER...

Yeryüzünde yaşayan çoğu insan hayatı boyunca pek çok hayal kurar ve bunlara ulaşabilmek için çok çalışır. Kimi bu dünyaya yönelik hayaller kurarken, kimi de İslam uğruna yapabileceklerini ve tüm bunların kendisini ulaştıracağı güzel sonucu düşünür, hayal eder.

Sadece bu dünyayı düşünen ve bütün planları ve istekleri bu dünya üzerine kurulu olan insanlardan bazıları, kurdukları hayallere öylesine kapılırlar ki, çoğu zaman gerçek hayattan uzaklaşırlar.

Mesela üniversite sınavına hazırlanan bir öğrencinin ders çalışıp sınavlara hazırlanmak yerine, üniversiteyi kazandığını ve okul hayatı boyunca neler yapacağını hayal etmesi ya da tatil hayalleri kurması, tüm geleceğini olumsuz yönde etkileyebilir. Bunu bilerek çalışmayı bırakmak ve hayal kurmak, aslında gerçek olmayan bir dünyada oyalanmak, başıboş gezmek gibi bir şeydir.

İnsan, gerçek olmadığını ve bir süre sonra uyanacağını bile bile hoşuna giden bir dünya yaşatır hayalinde. Nefsini sınır tanımadan doyurmayı hedeflerken, kaybettiği zamanın farkına varamaz çoğu zaman. Hayal kurmak güzeldir, ancak zaman hızla ilerliyorken ve kaybedilecek tek bir saniye bile yokken hayallere dalmak insanı büyük yıkımlara sürükler.

Bu dünyaya geliş amacını nefsini doyurmak olarak düşünen insan için de yaşadığı hayat, hayal âleminden farklı değildir. Bu dünyanın geçici bir oyalanma yeri olduğunu ve asıl hayatın ahiret yurdu olduğunu bildiği halde insan, gerçek hayatı için hiç bir şey yapmıyorsa ve tüm hayatını nefsini doyurmak için yaşıyorsa, ömrünü hayal kurarak geçiren bir insandan hiçbir farkı kalmaz.

Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (En’am Suresi, 32)


Yaşanan bu hayal âlemini insana çekici ve süslü gösteren şeytan, insanları sonu gelmeyecek isteklerle ve hırslarla kandırarak, sonunda ölüm olan bu dünyaya sımsıkı bağlar. Ölümle birlikte gerçek hayata uyanan insan ise kendisine tanınan süreyi oyalanarak geçirdiği için büyük bir pişmanlık yaşar. Bu pişmanlık üniversite sınavına hazırlanmayan ve kazanamayan bir öğrencinin yaşadığı pişmanlıktan çok daha büyüktür. Sonsuz hayatını ebedi olarak ateşe atan ve aslında gerçek olmayan bir hayal için boşa vakit kaybeden insan için artık geri dönüş yoktur.

Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları’ gibi, Biz de bugün onları unutacağız. (Araf Suresi, 51)


Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: “Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz’in ayetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık.” (En’am Suresi, 27)

Geri dönüşü olmayan bir yola girip son bir fırsat istemek yerine, o yola girmeden önce bize tanınan zamanı çok iyi değerlendirmeli ve yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek yaşamalıyız.

Tek hayalimiz Allah’ın rızasını kazanmak ve cennetine kavuşmak olsun inşallah. Hayallerin peşinden koşarken gerçekleri kaybetmemek dileğiyle…Hacegan....
Hacegan__
Çar Mar 14, 2012 6:08 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: DINI SUALLER VE CEVAPLARI

Hasan Arıkan Hocaefendi'nin "Muhtasar İlmihal" isimli eserinden yararlanılmıştır.



1. Müslümanmısın?
Elhamdülillah Müslümanım.

2. Müslümanım demenin manası nedir?
Allah'ı bir bilmek, Kur'an-ı Kerim'i ve Muhammed Aleyhisselam'ı tasdik etmektir.

3. Ne zamandan beri Müslümansın?
"Bela" dediğimiz zamandan beri Müslümanım.

4. "Bela" zamanı neye derler?
Misak'a derler. Yani Cenab-ı Hakk ruhlarımızı yarattığı vakit bunlara hitaben "Elestü birabbiküm" yani (Ben sizin rabbiniz değil miyim ?) diye sordu. Onlar da "Bela" (Evet Rabbimizsin) dediler. O zamandan beri Müslümanım demektir.

5. Rabbin kimdir?
Allah

6. Seni kim yarattı?
Allah

7. Sen kimin kulusun ?
Allah'ın kuluyum.

8. Allah kaçtır diyenlere ne dersin?
Allah birdir derim.

9. Allah'ın bir olduğuna delilin nedir?
Sure-i İhlas'ın ilk ayeti kerimesidir.

10. Bunun manası nedir?
Sen söyleki ey Habibim Allah birdir, demektir.

11. Allah'ın varlığına akli delilin nedir?
Bu alemin varlığı ve alemdeki nizam ve intizamın devamıdır.

12. Allah'ın zatı hakkında düşünce caiz midir?
Caiz değildir. Çünkü akıl Allah'ın zatını anlamaktan acizdir. Allah'ın ancak sıfatı hakkında düşünülür.

13. İman-ı yeis nedir?
Firavun gibi ölürken iman etmektir.

14. Bu iman muteber midir?
Değildir.

15. Tevbei yeis nedir?
İmanı ve ameli olan kimsenin ölürken günahlarından tevbe etmesidir.

16. Bu tevbe muteber midir?
Muteberdir.

17. Dinin hangi dindir?
İslam dinidir.

18. Kitabın hangi kitaptır?
Kur'an'dır.

19. Kıblen neresidir?
Kabe-i Muazzamadır.

20. Kimin zürriyetindensin?
Adem Aleyhisselam'ın zürriyetindenim.

21. Kimin milletindensin?
İbrahim Aleyhisselam'ın milletindenim.

22. Kimin ümmetindensin?
Muhammed Aleyhisselamın.

23. Peygamberimiz nerede doğdu ve şimdi nerede bulunuyor?
Mekke'de doğdu. Elli yaşından sonra Medine'ye hicret etti. Şimdi Medine'de "Ravza-i Mütaharra"sındadır.

24. Peygamberimizin kaç adı vardır?
Güzel isimleri çoktur. Fakat dördünü bilmek lazımdır. Bunlar: Muhammed, Mustafa, Ahmed, Mahmud.

25. Peygamberimizin en çok kullanılan ismi nedir?
Hazret-i Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellem'dir.

26. Peygamberimizin babasının adı nedir?
Abdullah'tır.

27. Annesinin adı nedir?
Amine'dir.

28. Süt annesinin adı nedir?
Halîme Hatun'dur.

29. Dedesinin adı nedir?
Abdülmüttaliptir.

30. Peygamberimiz kaç yaşında iken kendisine fiilen peygamberlik geldi?
40 yaşında.

31. Fiilen kaç sene peygamberlik yaptı?
23 sene peygamberlik yaptı.

32. Fani hayatı kaç yaşında sona erdi?
63 yaşında sona erdi.

33. Peygamberimizin kaç kızı vardı?
Dört kızı vardı. 1) Zeynep 2) Rukiyye 3) Ümmü Gülsüm 4) Fatıma (r.a.)'dir.

34. Peygamberimizin kaç oğlu doğdu?
Üç oğlu oldu. 1) Kasım 2) Abdullah (Diğer adı Tayyip) 3) İbrahim (r.a) hazretleridir.

35. Ezvac-ı Tahiratı yani Peygamberimizin mübarek hanımlarını sayarmısın?
Sayarım. 1) Hazret-i Hadice 2)Hazret-i Sevde 3) Hazret-i Aişe 4)Hz. Hafsa 5) Hz. Zeynep b.Huzeyme 6) Hz. Ümmi Seleme 7) Hz. Zeynep binti Cahş 8) Hz. Cuveyriye 9) Hz. Ümmü Habibe 10) Hz. Safiyye 11) Hz. Meymune 12) Hazreti Mariye, (radıyallahü anhüm) validelerimiz. Bunlardan Hz. Hadice (r.a.) validemiz peygamberimizin ilk zevcesidir. Efendimizden 15 yaş büyük olup 25 sene beraber hayat sürmüştür.

36. Peygamberimizin 53 yaşından sonra evlenmesinin sebep ve hikmetlerinin bazılarını sayarımsınız?
Peygamberimiz, kabilelerin İslamiyete bağlanmalarını temin, ayrıca kadınlara ait hükümleri kadınlar vasıtasıyla yaymak, bazılarını sefaletten kurtarmak, bazılarının ise iffet ve namuslarını korumak için onlarla evlenmiştir. Asıl hikmet ve gaye kadınlar vasıtasıyla İslam'ı yaymaktır.

37. Peygamberimizin en son vefat eden eşi kimdir?
Hz. Aişe (r.a)'dır.

38. Gelmiş ve gelecek insanların en yücesi kimdir?
Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahü aleyhi ve sellem'dir.

39. Peygamber Efendimizin kaç torunu vardır?
İki torunu vardır :1) Hasan 2) Hüseyin (radıyallahü anhuma) hazretleridir.

40. Bunlar kimin çocuklarıdır?
Hz. Ali ve Hz. Fatıma (r.a.)'nındır.

41. Peygamber kime denir?
Ahkam-i ilahiyeyi insanlara tebliğ içinAllah'ın vazifelendirdiği zata denir.

42. Allah tarafından mahlukata gönderilen peygamberlerin sayısı kaçtır?
Peygamberimizden yapılan bir rivayete göre yüz yirmi dört bin, bir rivayete göre, iki yüz yirmi dört bin.

43. Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen peygamberlerin sayısı kaçtır?
Yirmisekiz.

44. İsimlerini sayarmısınız?
Adem, İdris, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lut, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Eyyup, Şuayp, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Yunus, İlyas, Elyesa, Zülkifl, Zekerriyya, Yahya, İsa, Üzeyr, Lokman, Zülkarneyn ve Hazret-i Muhammed Mustafa Salavatullahi ala nebiyyina ve aleyhim ecmaiyn hazeratıdır. Üzeytr, Lokman ve Zülkarneyn (aleyhimüsselam) hazretlerine bazıları velidir, demişlerdir.

45. Peygamberimiz kaç tarihinde doğdu ve kaç tarihinde vefat etti?
Tarih Milâdî 571, Nisan ayının yirmisi; Fil Vak’asından elli veya elli beş gece sonra. Kamerî aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi doğdu. Tarih: Hicretin 11. senesi, Rebiülevvel ayının on ikisi, Pazartesi günü. Milâdî 8 Haziran 632 vefat etti.

46. Melek nedir?
Allah'ın nurdan yarattığı ve istedikleri şekle girebilen, daima ibadet eden günahsız varlıklardır.

47. Dört büyük melek hangileridir?
Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail (A.S.)

48. Dört büyük kitap hangileridir ve hangi peygamberlere inmiştir?
Tevrat Musa (A.S.), Zebur Davud (A.S.), İncil İsa (A.S.), Kur'an-Kerim Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerine inmiştir.

49. Suhuf ne demektir, kaç tanedir ve kimlere verilmiştir?
Cenab-ı Hakk'ın, dört kitaptan başka Cebrail (A.S.) vasıtasıyla bazı peygamberlere gönderdiği sahifelere suhuf denir. Adem (A.S.) 10, Şit (A.S.) 50, İdris (A.S.) 30, İbrahim (A.S.) ise 10 suhuf verilmiştir.

50. Mezhep kaçtır?
İkidir.

51. Nelerdir?
İtikatta mezhep, amelde mezhep.

52. İtikattaki mezhep imamları kaçtır ve kimlerdir?
İkidir. İmam Ebu Mansur Muhammed Matüridi ve İmam Ebü'l Hasani'l Eşari Hazretleridir.

53. Amelde mezhep kaçtır ve nelerdir?
Dörttür. Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli mezhepleridir.

54. İtikatta mezhebin nedir?
Ehl-i sünnet ve cemaat mezhebidir.

55. Amelde mezhebin nedir?
Hanefi mezhebidir.

56. Bizi itikattaki mezhebimizin imamı kimdir?
Ebu Mansur Muhammed Matüridi Hazretleridir.

57. Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhebine mensup olanların itikatta imamları kimdir?
Ebü'l Hasani'l Eşari Hazretleridir.

58. İmam Ebu Muhammed Matüridi nerelidir, ne zaman vefat etmiştir?
Semerkand'ın Maturid köyündendir. Türktür. Hicri (333) tarihinde vefat etmiştir.

59. İmam Ebü'l Hasani'l Eşari Hazretleri nerelidir? Ne zaman vefat etmiştir?
Basra'lı olup Hicri (324) tarihinde vefat etmiştir.

60. Namazın kazaya kalmasının meşru sebepleri kaçtır, sayarmısınız?
Üçtür. A) Uyku B) Muharebe esnasında düşmandan hiç fırsat bulamamak C) Unutmak.

61. Kaç tane kandil vardır, nelerdir?
Beş tane kandil vardır.

Mevlid Kandili : Peygamberimizin dünyaya geldiği gecedir.
Regaib Kandili : Hz. Amine'nin Peygamberimize hamile olduğunu anladığı gecedir.
Mirac Kandili : Peygamberimizin, ilahi saltanatı seyretmek üzere Allah'ın daveti ve gücü ile bir mucize olarak göklere ve daha nice alemlere seyahat ettiği gecedir.
Berat Kandili : Kur'an-ı Kerim'in levh-i mahfuzdan sema-i dünyaya indirildiği, insanların bir senelik hayat ve rızıklarının gözden geçirildiği, müslümanların af ve lütuflara nail olduğu gecedir.
Kadir Gecesi : Kur'an-ı Kerim'in dünya semasındanPeygamberimize indirilmeye başladığı gecedir.



SELAM VE DUA ILE
Asri_Saadet
Çar Mar 14, 2012 7:47 am
 
Foruma git
Konuya git

AĞALAR MAKAM HİZMET YERİDİR.......

Her insan, makam ve mevki sahipliğini taşıyamaz özellikle bizim ülkemizin insanı.”Makam insanı bozar mış derler”aslında makam, insanı bozmaz o makamı temsil kabiliyeti olmayan, ya da o makamı taşıyamayacak durumda bulunan ehliyetsiz ve niteliksiz kişilikleri bozabilir.Zaaf içinde bulunan bir yönetici hangi ünüversiteyi bitirirse bitirsin, kaç dil bilirse bilsin ve ne kadar deneyimli olursa olsun ahlaki bir kimliğe sahip değilse bulunduğu makama bir hayrı olmaz. Makamlar bir ayar,ölçü yeridir “Ben neymişim be..abi.!duygusuna kapılıp aslında kompleks duygusunun en alt makamında bulunduklarından kendine tapınma” hastalığına yakalanır bu gibileri. Her meslekte ve yaşta okadar vatan kurtaran adam vardır ki bu ülkede kimi dinleseniz “Ben olsam” diyerek dünyaya nizam vermek için yaratıldığını sanıyor,ve onlar haricindeki herkese defolu insan muammelesi yapıyorlar bir banka memurunun bile hükümdar edasıyla hizmet verdigi türkiyede vazgecilmez bir davranış seklidir bu saçmalık.Insanımızda alışkındır bu gibi hareketlere maruz kalmaya aman işim olsunda ne olursa olsun diyerek bu gibi primitifliklere göz yumar,alışmadık şeye don yakışmaz derler vallaha yakışmıyor asil milletimize. Özel hayattada böyle değilmidir dost aile sevgili faktörlerinde çoğu insanı öpersiniz, seversiniz, hayatınızın merkezine onu koyuverirsiniz, önceliği kendinizden önce ona tanırsınız, sonrasında sizi bir şekilde mat eder kendini bulunmaz hint kumaşı sanarak sizi sürekli aşağılar.Kendi değerinin bilincinde olmayanlar hayatı boyunca aşağılanmaya maruz kalırlar .Makamlar hizmet olarak tanımlanır kimse haşa Allahlık taslayamaz kula sunulan fırsatlar muhtac olan kulu cezalandırmak için verilmemistir...
Türkiyede birileri olmayan türkcesiyle gazeteci olur alir eline bir kimlik orada burada ahkam keser,memur gardiyan ifadesiyle imparator olur,do ile reyi ayirt edemeyen albüm çıkarıp sanatçı olur , ve bizim milletimizde bütün bu olanlara her türlü primi verir ,üç kuruşluk dünyada bu kadar alçalmaya değmez diyerek yazımı burada noktalıyorum...Neydim dememeli ne olacağım demeki derken selam ve saygılarımla Allaha emanet olunuz Hacegan....
Hacegan__
Per Şub 09, 2012 1:53 pm
 
Foruma git
Konuya git

ÖLÜMÜN ADRESİ YOKTUR..

Sayın Sanalkahve dostlarım Yazıma merhum Yunus’un bir şiirinden alınan bölümle girmek istiyorum.

Ana rahminden indik dünya ya
Bir kefen aldık döndük mezara.

Hayatı sadece iki mısra ile ne kadar güzel özetlemiş merhum Yunus değil mi?Rahimden, Er Rahim’e dönmek aslında bu yolculuk.Er Rahim’den rahime,rahimden Er Rahim’e, yoksa bir döngü olmasın sakın!
Doğduğunda beyaz bezlere belenen bebekler yıllarca yaşayıp tekrar geldikleri yere dönerlerken bir defa daha beyaz bezlere belenerek dönüyorlar Yaradanın huzuruna.Beyazlık masumiyeti,temizlği temsil eder bilirsiniz.Gelinlik çağına gelen kızlarımız bembeya gelinlikle evlerinde çıkmayı murad ederler.Yani herkese; bakın ben tertemiz bir şekilde evimden başka bir eve misafir gidiyorum demek ister.İnsanda ilk doğduğunda tertemizdir aslında. Tertemiz geldiği yere geri dönmesi arzu edilir.Belki de yaşarken bedeni,ruhaniyeti ne kadar kirlenmiş olursa olsun bir insanı siyah,yada kahverengi bir kefenle öbür aleme göndermezler.Yine beyaz bez tercihedilir.Yine masumiyeti düşünülür,belki de Allah tan böylelikle de olsa bir af dilenmek istenir.
İki beyaz arasına karayı yerleştirmek çok kolay iken,beyazı yerleştirmek çok marifet ister.Çoğu zaman insan teeddüb eder yaptıklarından,pişmanlıklar yaşar,gelgitler dolanır içinde derinden derinden,ne beyaz olmayı becerebilir,ne kara olmayı.Kaderi gri bir yaşamdan ibaret olur böylelerinin.Araf halinin temmsilcileri gibi görürüm ben böyle insanları.Yeteneksizliklerinden değildir yaşadıkları,belki de bir kaçamak sevdasıdır yaptıkları,kendilerini aldatma pahasına da olsa.Düşünmezler sonucunu.O an ki rahatlık mest eder onları,bilmezler ki asıl rahatlık varacakları daimi yerdedir.Sadece başta nefsim olmak üzere acırım bu hallere.Düşeriz bizlere yakışmayan hallere,düşeriz gıybet makinalarının bıtıraklı dillerine.
Ölümün yaşı yoktur.Tefekkür ederim bazen.Doğmadan anne rahminde ölen bir çocuğu,düşünürüm daha beş yaşına gelmemiş kurşunlar yemiş çocuğu,ya da ömrünün gencecik baharında telli duvaklı gelin olamadan giden kızcağız ya da damatlığı görülmeden şehit olan yiğit delikanlıları.Var mı,bana söylermisiniz ?bunların ölümlerinin yaşla,tecrübeyle,sağlıkla alakası.İlla yetmiş yaşına gelmek,illa emekli olmak,illa hedeflerini gerçekleştirmeden ölmemek diye bir şey.
Bazen elli çeşit hastalığa düçar olan bedeninle ölümü beklerken,ölüm oyun yapar sana.Seni hastalıktan değil,trafik kazasından alır götürür.Beklenti ne iken sonuç ne oldu?Aldanmamak lazım sağlık,sıhhat afiyete,kenserli bir hasta yıllarca yaşarken,sağlıklı bir kişi bir deprem anında ölümü soluklayabilir ansızın.
Ölüm kol geziyor,caddelerde,evlerde,ilaç kokulu hastanelerinin koridorlarında,bindiğiniz arabada.sayayım mı daha?Analdınız aslında nedemek istediğimi siz.Hayat dalaga geçilecek bir arena değildir.Aslanlarpençelerini bileleyip dururken siz kendinizi nasıl güvende hissedebilrisiniz,söylermisiniz bana?
Bir pamuk ipliğine bağlı yaşam sürerken,hayata neden tonlarca ağırlıkla bağlanmaya çalışrsınız?Bu bir tezat değil midir?Neden hep dünya,dünya der durusunuz.Dünyaların çift olduğunu söyleyen olmadı mı sizlere?Adalet için terazinin dengeli olması lazım iken,neden terazinin bir gözü hep ağır basar dünyanızda, bunun hiç muhasebesini yaptınız mı?Sorular,sorular,sorular..Önemli olan bu sorulara mantıklıca cevaplar.
Şeytanın sofrasından nemalanmak marifet olsaydı,bizlere öyle biryol çizilirdi.Yol gittiğiniz yolmu dur,yoksa paralel bir yolu gerçek mi sanıp aldanıyorsunuz!
Evet sevgili dostlar; yaşamın hak olması gibi,ölmek te bir haktır.Eğer bedeninizde bir ruh emaresi varsa ölmekte en tabii hakkınızdır.Ama ölmeden önce ölmeyi hiç denediniz mi?Bunu elbetteki ibret ve tefekkür babında söylüyorum.Afedersiniz ağızdan yedikleriniz belli bir süre başka yerlerden geri çıkıyorsa,bu hayat yemeye,içmeye dayalı bir hayatsa,ya da benzini olmayan bilmem kaç milyarlık arabanın benzinsiz bir milim dahi ileri gidemeyeeceği düşünülürse bu nasıl bir hayattır düşünmek lazımdır!Demek ki hayat sadece madde olmamalıdır.Hayat sadece midenin şişkin olması da değildir.Bunun bir de mana yönü vardır.Bedeni tıka basa doyarken,ruhunu aç bırakan insanlara şaşarım.İşte tam bu noktada sözüm onlaradır.Beyler kaçtığınız ölüm pusu kurmuş sizi bekliyor,haytınız tehlikededir,lütfen gereken tedbirlerinizi alınız.Ölümün sizi ne zaman,nerede ziyaret edeceği hiç belli olmaz.Çünkü ; ÖLÜM ADRES SORMAZ...Rabbim bizlere ölümün hayırlısını versin inşallah amin ecmain Hacegan...
Hacegan__
Sal Mar 27, 2012 5:31 am
 
Foruma git
Konuya git

OKU......

İlahi emir: "- Oku…"
- Kime?
- Hiç okuma bilmeyen Hz. Muhammed’e(s.a.v).
- Sadece Hz. Muhammed’e(s.a.v) mi?
- Elbette hayır.
- Peki, emir kime?
- O’nun şahsında tüm insanlığa.

Dikkat!
Arap, Türk, Müslüman, Musevi, Hıristiyan ayrımı yapmadan tüm insanlara.
- Peki, bu ilahi emre kulak verip yeterince okuyor muyuz?

Bir kardeşiniz olarak maalesef üzülerek itiraf etmeliyim ki; pek okuduğumuz söylenemez.

Nasrettin Hoca’nın oğluna söylediği "-Benim oğlum mine okur, döner döner yine okur" kabilinden okuduğumuz üç beş kitabı her defasında hatırlarız ama en ufak bir ekleme yapmayız üzerine. Sanki okuma işi bitmiştir bizim için. Toplum olarak ta böyleyiz. Okuma alışkanlığı olmayan toplumlardan klasik denebilecek yazılı eserlerde beklenemez. Çorum halk türkümüzde "Hem okudum hem de yazdım" diye başlar türkü. Demek ki önce çok okuyacağız. Ayrım yapmadan. Hatta ailecek okuma saatleri düzenleyip sıradan sesli bir şekilde önce aile reisi olarak anne, baba sonra çocuklarımız bir kitabı alıp en azından birkaç sayfa da olsa okumalıyız. Bu okuma çalışmaları zamanla alışkanlık yapacaktır bizde.

Sakın vaktimiz yok demesin kimse. İnce eleyip sık dokuyalım lütfen. Televizyon karşısında geçirdiğimiz onca zamanın birazını okumaya ayıramaz mıyız? Küçük yavrularımız çizgi film hastası oldular. Öyle ki; anneleri yemek yedirebilmek için mutlaka çizgi film açıp, çocuk filme bakarken kendinden geçtiği için annesi ağzına lokmaları peş peşe vermekte güya bebeğini doyurmakta. Oysa yavrucak çizgi film izlerken kendinden geçmiş yemek yediğinin bile farkında değil. Alışkanlıkların küçük yaşlarda kazanıldığını hepimiz bilir, birde "ağaç yaşken eğilir" diye bildiğimizi pekiştiririz de; yavrularımıza küçük yaşta okuma alışkanlığını kazandırmak için en küçük bir gayrette bulunmayız.

Sevgili dostlar;

Bazen bir fırsat bekleriz işlerimizin daha yolunda gitmesi için. Belki de çoğu ömrümüz fırsat beklemekle geçer. Oysa şu anı değerlendirmek daha anlamlı olmaz mı?
Bir dörtlük çalışmamda şöyle demiştim:

Dün geçmiş zaman, yarınsa gelecek…
Bu günü dünden yakalamalısın.
Mademki her canlı bir gün ölecek,
Seni yaratana kul olmalısın.

Öyle değil mi?
Bugünlere dün denen zaman diliminden gelmedik mi?
Yarına çıkmaya kim garanti verebilir?
Madem doğduk o halde ölüm muhakkak.
O zaman bize yapmamız gereken bir iş kalıyor. İlahi emre kulak verip " Oku" emrine bu günden tezi yok sıkıca sarılıp bir daha bırakmamak.

Belki de beklediğimiz fırsat gelmiş geçmek üzere. Gidelim bir kitapçıya en sevdiğimiz kitapları alalım ve başlayalım okumaya Allahın emrini yerine getirelim inşallah amin ecmain Selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Sal Mar 27, 2012 12:36 pm
 
Foruma git
Konuya git

LÜTFEN DİKKAT....

İçinizde bir sıkıntı hissediyor, Allah’ın ilhamı olan vicdanınızın yaptığı Rahmani uyarıyı dinlemiyorsanız..

İçinizden Kur’an’a uygun olmayan düşünceler geçiyorsa...

Allah’ı anma konusunda gevşeklik gösteriyorsanız...

Allah’ın sınırlarını korumaya, buyruklarını yerine getirmeye özen göstermiyorsanız...

Planlarınız Allah’ın hoşnutluğu dışında farklı bir amaca yönelikse...

Kendi çıkarlarınız diğer müminlerin çıkarlarından daha öncelikliyse...

Kendinize ya da bir başka mümine yönelik kuşkunuz/kötü zannınız varsa...

Özel olduğunuzu, yerinizin doldurulamayacağını düşünüyorsanız...

Yaşadığınız olaylar karşısında haksızlığa uğradığını düşünüyorsanız...

Yaptığınız özverili davranışların insanlar tarafından bilinmesini, bundan söz edilmesini istiyorsanız...

Sevdiğiniz bir şeyden özveride bulunmanız gerektiği halde, bahaneler üretiyorsanız...

Dünya malına karşı hırsla bağlılık duyuyorsanız...

Gelecek korkusu taşıyorsanız..

Kur’an’la uyarılmaya karşı tahammülsüzseniz...

Allah’a, dine düşman birine karşı içinizde sevgi ve bağlılık duyuyorsanız...

Kur’an okumak, dua etmek ya da salih amellerde bulunmak için vaktiniz olmadığı mazeretine sığınıyorsanız...

Eğer hissettiğiniz sıkıntı buradakilere benzer bir durumdan kaynaklanıyorsa, apaçık düşmanınız şeytan yanı başınızda demektir.

Tüm bu düşünceler de size değil, şeytana aittir; onun, sizi saptırmak amacıyla kalbinize fısıldadığı sözleridir.

Şimdi... Neden Allah’a neden sığınmıyor, şeytanın sizi ele geçirmesine izin veriyorsunuz?

Ayetteki uyarıya dikkat edelim:

"Şüphesiz, kışkırtılıp-saptırılmışlardan sana uyanlar dışında, senin BENİM KULLARIM üzerinde zorlayıcı hiçbir gücün yoktur." (Hicr Suresi, 42)

Allah, şeytanın kışkırtıp-saptıramadığı insanları "BENİM KULLARIM" olarak tanımlarken, siz şeytana mı aldanıyorsunuz?

(Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 201)

Düşünüp bildiniz... Çözüm açıktır; Allah’a sığınmak! Selam ve dua ile Hacegan..
Hacegan__
Çar May 02, 2012 12:44 am
 
Foruma git
Konuya git

İÇİMDEN GELEN DUA....

Bismillahirrahmanirrahim. Evren’in, canlı ve cansız her şeyin yaratıcısı büyük Allah’ım. Senin gücün karşısında tüm kainat boyun eğmiş ve seni tesbih ederken, kibirli şeytana uyup senden gaflete düşen biz aciz kullarına merhamet et affı bol, şefkatli Allah’ım.

Sen, gözlerimizi ve gönüllerimizi zenginleştir. Gözleri olup göremeyen, kalbi olup körelenlerden kılma bizi. İmandan sonra sapmaktan koru, nurunla aydınlat içimizi.

Yaşamımız, ölümümüz, sahip olduğumuzu sandığımız her şeyimiz senin, benim Ganiy Allah’ım. Mülkünü biz aciz kullarına lütfettiğin için şükürler olsun sana ya Rabbim. Güzel renkleri, kokuları, tatları, kutsal kitabımızı, dinimizi, güzel peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’i biz kullarına hediye ettiğin için çok şükür Allah’ım.

Tevbelerimizi, şükürlerimizi, dualarımızı, ibadetlerimizi kabul et, yanlışlarımızı düzeltmemizde bize yardım et ya Rabbim.

Şeytanın ve nefsimizin şerrinden bizi koru. Bizleri güçlü, sabırlı ve ibadette kararlı kıl benim Aziz Allah’ım.

Ölüm anında pişmanlık yaşatma. Ahirette nurları sağ yanlarında ve önlerinde Rabbine doğru koşanlardan olmamızı nasip et. Ateşin azabından koru bizleri. Cehennem ateşiyle değil, Allah aşkı ile yak bizleri. Adn ve Firdevs cennetlerinde, seçilmiş elçilerin ve mümin kullarınla beraber olmamızı nasip et Kadir Allah’ım.

Allah’ım, senin iznin olmaksızın bir yaprak dahi düşmez. Sen “Ol” dersin ve olur. Sen izin ver, müminler dünyaya hâkim olsun, sen izin ver kötüler yok olsun, sen izin ver imanımız artsın benim Cebbar Allah’ım.

Sabır ve hayırlarda mümin kardeşlerimizle yarışalım, iyiliği emredip kötülükten sakındıralım, öfkemizi yutalım, Allah sevgisi ve Allah korkusu ile yaşamımızın her anını Sana adayalım.

Ne olur “Ol” de olsun Allah’ım.

Hak yolunu bulmak için bize akıl ve düşünme gücü ver. Hak yolunda kalmamız için bize iman gücü ver. İnanıp salih amellerde bulunanlardan kıl bizleri.

Allah’ım mallarımız, canlarımız, sevdiklerimiz sana emanet. Bizleri tüm kötülüklerden, akılsızlıktan, gafletten, umutsuzluktan, vesveseden ve şerden koru ya Rabbim.

Tüm peygamberlere selam olsun!

Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür." (Araf Suresi, 126).Amin amin amin ecmain inşallah selam ve dua ile Hacegan.....
Hacegan__
Sal May 08, 2012 11:50 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: İÇİMDEN GELEN DUA....

Hepinizden Allah razı olsun inşallah yaptığımız ve yapacağımız dualarımızı Rabbim duaların en güzeli olarak kabul etsin inşallah AMİN ECMAİN.
Hacegan__
Sal May 15, 2012 5:51 am
 
Foruma git
Konuya git

ATATÜRK VE DİN....

Sayın sanalkahve dostlarım bu zamana kadar ulu önderimiz Atatürkün din konusuyla ilgili olarak çok şeyler yazıldı çizildi kimine göre Atatürk din düşmanı ilan edildi yani herkes kendi tarafından bakıp yorumlar getirdi oysa Atatürk gerçek bir islam dinin yaşanması için elinden gelen her türlü çalışmayı yapan ulvu bir insandır.Atatürk saf, temiz ve sade bir din anlayışı istemekteydi. İslam dinine sonradan girmiş her türlü safsata, hurafe ve boş inançlara karşı akılcı bir din anlayışını benimsemiştir. Bunun ilk adımını da Kur’an-ı Kerim’in milletin bütün fertleri tarafından okunup anlaşılabilmesini sağlamakla atmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan iki yıl bile geçmeden 21 Şubat 1925 tarihinde Meclis’teki bütçe müzakereleri sırasında Kur’an-ı Kerim’in meal ve tefsirinin, Hadis-i Şerif tercümelerinin devlet imkanlarıyla yaptırılması için talimat vermiştir.

Bunun üzerine mealin Mehmet Akif Ersoy, tefsirin Elmalılı Hamdi Yazır, hadis tercümelerinin de Kamil Miras tarafından yapılması kararlaştırılmıştır. Ancak, Mehmet Akif bilahare bu görevi bırakarak aldığı avansı iade etmiş, hem meal hem de tefsir yazma işi Hamdi Yazır tarafından yapılmıştır. Elmalılı Hamdi Yazır’ın hazırladığı 9 ciltlik tefsir 1935 yılında, Kamil Miras tarafından hazırlanan "Sahih-i Buhari Muktasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi" isimli 12 ciltlik hadis tercümesi de 1928 yılında yayımlanmıştır.
Atatürk, Kur’an’ın Türkçe’ye çevrilmesinin şu gerekçeyle yapıldığını anlatıyor:

"Türk, Kur’an’ın arkasından koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor. İçinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın." Ayrıca bu gerekçeyle hutbelerin de Türkçeleşmesini sağlamıştır. Ona göre hutbe demek, nasa hitap etmek, yani söz söylemek demektir.

"Minberler halkın beyinleri, vicdanları için bir iyilik, doğruluk ve bir aydınlanma kaynağı olmuştur. Böyle olabilmek için minberlerden yankılanacak olan sözlerin bilinmesi, anlaşılması, sanat ve ilim gerçeklerine uygun olması gerekmektedir. Değerli hatiplerin, siyasi ve toplumsal olayları ve medeni durumları ve gelişmeleri her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış bilgiler verilmiş olur. Bundan dolayı, hutbeler tamamen Türkçe ve çağın gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır" sözleri, onun bu düşüncesini yansıtmaktadır.

ATATÜRK diyor ki: "Mensubu olmaktan gönül doygunluğu duyduğumuz ve mutlu olduğumuz İSLAM DİNİNİ, asırlardan beri düşmüş olduğu POLİTİKA BATAĞINDAN ÇIKARIP TEMİZLEMEK ve yüceltmek GEREKTİĞİNİ GÖRÜYORUZ. KUTSAL VE İLAHİ olan İNANÇLARIMIZI ve vicdanımızı, NE İDÜĞÜ BELİRSİZ, ANLAŞILMAZ, VE her türlü MENFAAT VE ÇİRKEFLİĞE AÇIK POLİTİKADAN ve politikanın bütün organlarından bir an evvel ve kesin olarak çıkartıp KURTARMAK; milletimizin hem dünyadaki hem de ahiretteki mutluluğu için ŞARTTIR!.."
Bu noktada Atatürk’ün en büyük devriminin bugün bile hala tabu sayılan din konusundaki yaptığı bu açılımlardır. Kur’anın daha iyi ve doğru anlaşılmasına dönük meal-tefsir çalışması 1920 lerden bu yana bir adım bile ileriye gidememiştir. İnönü’nün devam ettirmeye çalıştığı bu devrim maalesef halktan pek de destek görmemiş ve Menderes iktidarıyla birlikte başladığı noktaya dönmüştür. Maalesef geleneksel İslam anlayışı galip gelmiştir.
Peki hal böyleyken Atatürk’ü dinin karşısında gibi göstermedeki murat nedir? Öncelikle bunu kimler yapıyor. Elbette halkın dinin ne dediğini anlamasını istemeyen din bezirganları.
Onlar ‘ne yapacaksın dinin ne dediğini, tespih çek, camiye git Arapça oku, dinin ritüellerini uygula kafidir’ demek suretiyle din üzerindeki hakimiyetlerini pekiştiriyorlar. Yani din bizim işimizdir ‘sen söylediğimi yap öteyi karıştırma’ diyerek kuranın asıl lafzını ıskalattılar halka. Mesela hutbe şükürler olsun ki Türkçedir, o da Arapça olsaydı nice olurdu halimiz! Oldu da fena mı oldu! Bence ezanın Arapça okunmasından gayri (çünkü onun anlamını herkes biliyor, bu namaza çağrıdır)her şey Türkçe olmalıdır, İslamiyeti arap-acem boyunduruğundan tedricen de olsa mutlaka kurtarmalıdır.
Böyle olunca huşu içinde Çalmaaaa, gıybet yapmaaaa, başkasının ırzına göz koymaaa, yanında çalıştırdığının hakkını koru parasını teri soğumadan veeer, aldığın borcu vadesinde ödeee, milletin parasını malını mülkünü koruuu, devlet erkini elinde bulunduruyorsan devletin varlıklarını kollaaa, hortumlamaaa, hortumlanmasına göz yummaaa, yalan söylemeee, komşularınla iyi geçiiin, insanları kolayca suçlu ilan edip cezalandırmaaa, haçlıyla birlik olup müslümanı vurmaaa, düşmanın da olsa iftira atmaaa, insana zulmetmeee, komşun açken sen tok yatmaaa, mülk allahındır deyip kıracın iki ay kira vermedi diye onu kapının önüne koymaaa, aşırı lüks haramdır lüksden kaçııın, ısraftan kaaaç, doğayı koruuu, hayvanı seeev, bilim adamını koruuu, miskin miskin oturma üreeet diyen dinin lafzını her gün tekrarlayan mümin, toplumda daha temiz yaşar, daha samimi…. daha insan herhalde.
Ve bence devlet eliyle yapılacak bir şüralar zinciri sonunda Kur’an Türkçeleştirilmeli ve şahıslar tarafından meal- tefsir yazımı yasaklanmalıdır. Mademki Kur’an tüm evren için gönderilmiştir, evrendeki her disiplin orada yer almalıdır. İlahiyatçılar, fizikçiler, biyologlar, yer bilimciler, kimyacılar, matematikçiler, sosyologlar, psikologlar, edebiyatçılar, dil bilimciler, tıpçılar, kozmologlar, astrofizikçiler ve ille de Arapçacılar, arap dilciler…
Adamın bunların hiçbirinden haberi yok meale tefsire soyunuyor. Sonra kıt bilgisiyle evrende ‘ters kare yasası var’ şeklindeki bir genellemeyi kurana dayandırmaya çalışırken bilmiyor ki dipol etkileşiminde ters kare yasası yok….
Önüne gelenin kendisinden önce yazılan meal ve tefsire dayanarak yeni bir yazım faaliyetine girişmesi sonucunda da Kur’an’ın dışında bambaşka bir şey çıkıyor ortaya. Bir mealin söylediği ötekinden çok farklı, bir tefsir diğerini yalanlıyor.
İşte Atatürk bunu yapmaya çalıştı. Yani hurafe, gelenek, safsatalardan arındırılmış, çağa uygun, insanoğlunun eriştiği medeniyet çizgisiyle uyumlu, bilimin ulaştığı bugünkü seviyede onunla çatışmayan… Kısaca akla ve mantığa dayanan gerçek din… Yani Kur’anın dini.
Rotasını Kur’andan almayan ve bilimden beslenmeyen İslamın dünyaya şamil olması mümkün değildir. Hayatına Kur’anın normlarını içtenlikle yerleştiremeyen insan da, gerçek İslamla şereflendirilmiş sayılamaz.Ulu önderimiz Atatürk ruhun şad mekanın cennet olsun inşallah selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Sal May 15, 2012 5:38 am
 
Foruma git
Konuya git
cron