17 sonuç bulundu

Geri dön

ASR SURESİNİ OKUYUP ANLAMAK...

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla…
1 Yemin olsun zamana
2 İnsan, gerçekten tam bir hüsran içindedir!
3 İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlar, birbirlerine hakkı önerenler, birbirlerine sabrı önerenler müstesnadır.
Asr Suresi
Kısacık bir sure… Sadece üç ayet. Ama o kadar çok şey anlatıyor ki. İnsanın yaşadıkça kaybettiğini, kaybedenlerden olmaması için neler yapması gerektiğini söylüyor.
Zamana yemin ederek başlıyor sure. Okuyanların dikkati zamana çekiliyor. Sonra insan hüsran, kayıp içerisindedir deniyor. Yani zaman geçtikçe insan kaybediyor. Neden? Biraz durup düşünmek lazım. Aslında öyle anlam dolu ki, iyice durup düşünmek lazım. Yaşadıkça kaybediyoruz, kazanmıyoruz. Çünkü gerektiği gibi yaşamıyoruz. Dünyaya kapılıyoruz, dünya nimetlerine, dünya hırslarına… Bizler daha çok yaşadıkça, daha fazla zamanı boş işlerle geçiriyoruz, gereksiz şeylere daha fazla kafa yoruyoruz, dünyevi hevesler için daha çok vakit harcıyoruz, dünya için daha çok plan ve yatırım yapıyoruz. İşte bu sırada da kaybediyoruz. Çünkü bu sırada Allah’tan daha da uzaklaşıyoruz, dünya nimetleri bizleri daha güçlü esir ediyor. Allah yolunda harcamamız gereken vakit ve enerjiyi başka şeylerle heba ediyoruz. Daha az trafiğe takılmak, havaleyi daha ucuza getirmek, patronu memnun etmenin yollarını aramak, indirimdeki bir ürünü kaçırmamak, eşimizi sevindirmek, sevdiğimiz bir diziyi kaçırmamak ve benzeri kaygılar birçok zaman bizleri Allah için daha fazla huşu içinde namaz kılmaktan, Allah yolunda mücadele etmekten, Kuran’ın bir ayeti üzerine kafa yormaktan daha çok düşündürüyorsa gerçekten kaybedenlerdeniz demektir.
Peki kaybedenlerden olmak zorunda mıyız? Değiliz elbette. 3. ayet istisnalardan bahsederken kaybetmemenin reçetesini sunuyor. Bunun için önce inanmak, sonra Kuran’da belirtilen iyi ve güzel işleri yapmak gerekiyor. Örneğin daha çok para veya daha çok güç değil, hayır ve barış getirecek eylemleri tercih etmek gerekir. Dahası, Allah yolunu herkese tavsiye etmek, herkesi Allah yoluna yöneltmeye gayret etmek gerekir. Oysa ne yazık ki birçok Müslüman, din kardeşlerine doğru yolu tavsiye etmenin bir ibadet, bir görev olduğunu bilmiyor. Dindar aileler bile çocuklarının dini yaşamasını isterken etrafına dinle ilgili tavsiyede bulunmasını hoş karşılamayabiliyor. Hâlbuki iyi bir Müslüman çevresindekileri de Allah’ın dinine, zorluklara karşı sabırla mücadele etmeye, isyana yaklaşılan anlarda zorlukların üstesinden gelmek için Allah’a yönelmeye teşvik etmelidir. İşte ancak bu kişiler yaşadıkça kaybedenler değil de kazananlar olurlar.
Allah hepimizi Asr suresinin hikmetini kavrayan, Asr suresine göre yaşayan kullarından eylesin.Amin ecmain inşallah selam ve saygılarımla Hacegan
Hacegan__
Çar Şub 01, 2012 1:48 pm
 
Foruma git
Konuya git

DİNDAR ATATÜRK....

Mustafa Kemal Atatürk, askeri ve siyasi kişiliğinin yanı sıra, ahlakı ve İslam dinine verdiği önemle de Müslüman Türk Milleti önünde güzel bir örnek olmuştur. Ancak bazı materyalist çevrelerce Atamızın dine olan yakınlığı çarpıtılmış ve tam tersi, din karşıtı olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Hatta bu çevreler öyle ileri gitmişlerdir ki, Atatürkçü bir kişinin asla dindar olamayacağı gibi çarpık bir mantığı topluma yıllarca telkin etmişlerdir. Aslında kendi ateist fikirlerini meşrulaştırmak için bunu Atatürk’e mal ederek taraflar oluşturmaya çalışmış ve Atamızın çok önem verdiği milli birliği yıllarca zedelemişlerdir.

Ancak bu çarpık telkin günümüzde etkisini kaybetmiştir. Atatürk’ü yakından tanıyan kişilerin aktardığı bilgiler ve hayatını anlatan güvenilir kaynaklar, Atamızın değil din karşıtı olmak, İslam ahlakıyla ahlaklanmış, derin iman sahibi gerçek bir Müslüman olduğunu gösterir bizlere.

Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hazırlayan sebeplerden biri olarak gördüğü İslami deformasyonu ve bunun doğurduğu olumsuz sonuçları bir konuşmasında şöyle dile getirmiştir:

‘İslam oldukları halde, bozulmaya, yoksulluğa, gerilemeye maruz kaldılar; geçmişin batıl alışkanlık ve inançlarıyla İslamiyet’i karıştırdıkları ve bu suretle gerçek İslamiyet’ten uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar. Gerçek İslam’ın çok yüce, çok kıymetli gerçeklerini olduğu gibi almamakta inatçı bulundular. İşte gerilememizin belli başlı sebeplerini bu nokta teşkil ediyor… (1)

Bu nedenledir ki Atatürk, necip Türk Milleti’nin İslam dinine kuvvetle sarılması için bütün imkanlarını seferber etmiştir. Türkler, dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran, Türkçe olmalıdır (2) diyerek, ‘Kitab-ı Ekmel’ yani (En Mükemmel Kitap) (3) dediği Kur’an-ı Kerim’i Türkçeleştirmek için Elmalılı Hamdi Yazır’ı görevlendirmiştir.

Atatürk, Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşkü’ne hafızlar çağırarak sık sık Kuran okutmuş, ayetler üzerinde sohbetler etmiş ve Kuran ahlakını her zaman kendi tavırlarıyla ve çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmaları ile insanlara tebliğ etmiştir.

Atatürk, Peygamber efendimizin üstün ahlakını da kendisine örnek almış ve onun çok güçlü bir imana sahip son Peygamber olduğunu her fırsatta dile getirmiştir.

‘O’nun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar.

Hz. Muhammed (sav)’in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir’de kazandığı zafer, fani insanların karı değildir; O’nun peygamber olduğunun en kuvvetli işareti işte bu savaştır. (4)

“Peygamber (sav)’e çok hürmet ederdi. Peygamber (sav)’in çok sağlıklı bir muhakemeye vakıf olduğuna kaniydi. Bir gece Hz. Peygamber (sav)’in askeri dehasından bahsediyordu…

Onun dine, fikre karşı saygılı bir kişiliği vardı. Kuran’a çok hürmeti vardı. Yanında üç hafız vardı; Hafız Yaşar, Hafız Hüseyin ve Hafız Mehmet. Ben o hafızları onun yanında, Çankaya’da tanıdım. Saygıyla dinlerdi. Onun karşı olduğu, yobazlardı.” Vasfi Rıza Zobu’nun Atatürk’le ilgili bu sözleri de, materyalistlerin din karşıtı olarak göstermek istedikleri Atamızın, aslında sadece dine zarar veren yobazlara karşı olduğunun açık bir delilidir.

Aynı materyalist iddialara Sabiha Gökçen (Manevi Kızı)’in verdiği cevap ise şöyledir:

Bir sabah, Ata’nın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldu. Bir süre ayakta bekledim, birden derin bir iç geçirdi ve ‘Allah’ dedi. (O bunu sık sık tekrarlardı.)

Atatürk hakkında evvelce çok şeyler duymuştum, bu tesirle olacak, bir hayli şaşırdım. O’nun ağzından Allah kelimesini duymak beni şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı.

Ata’nın yüzüne şaşkın bir şekilde bakmış olacağım ki; ‘Sen dindar mısın?’ diye sordu. Ben de ailemden aldığım din terbiyesiyle ‘Evet, dindarım’ dedim ve bu cevabımı nasıl karşılayacağını anlamak için ürkek ürkek yüzüne baktım. Cevabım hoşuna gitmişti. ‘Çok iyi… Allah büyük bir kuvvettir. O’na daima inanmak lazımdır.’ dedi ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki, Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur ve Ata bütün söylenenlerin hilafına dindar bir insandır. (5)

Atamızın dindar kişiliği, Büyük Millet Meclisi’nin açılışından iki gün önce tüm Türkiye’ye yolladığı, kendi kaleminden yazılmış beş maddelik bildirgede de açıkça görülmektedir:

1. Allah’ın yardımıyla 23 Nisan Cuma günü, Cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.

2. Vatanın bağımsızlığı, yüksek halifelik ve saltanat makamının kurtarılması gibi çok önemli vazifeleri olan Meclisin açılış gününü, Cumaya tesadüf ettirmekten maksat, o günün kutsallığından faydalanmak ve açılmadan önce sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazı kılmak, Kuran ve namazın nurlarından faydalanmaktır. Namazdan sonra Peygamberimiz (sav)’in sakalı ve sancağı el üstünde olduğu halde Meclis binasına gidilecektir. Camiden buraya kadar olan merasim için Kolordu Komutanlığı’nca özel olarak askeri tertibat alınacaktır.

3. O günün kutsallığını güçlendirmek için bugünden başlayarak valiliklerde, vali beyefendinin düzenlemesiyle hatim indirilecek, muhayiri şerif okunacaktır. Hatmin son kısımları Cuma namazından sonra Meclis binası önünde tamamlanacaktır.

4. Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı biçimde bugünden başlanarak muhari ve hatm-i şerif okutularak Cuma günü ezandan önce selavat verilecek ve hutbede halife padişahımızın adı söylenirken, padişahımızın ve topraklarımızın bir an önce kurtuluşu ve mutluluğa erişmesi için dua edilecektir. Cuma namazı kılındıktan sonra hatim duası yapılarak yüce halifelik ve saltanat makamının ve bütün yurdun kurtulması uğrundaki milli çalışmaların kutsallığı ve milletin her bireyinin kendi temsilcilerinden oluşan Büyük Millet Meclisi’nin vereceği vatan görevlerini yerine getirmesine ilişkin vaazlar verilecektir. Sonunda halife ve padişahımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, mutluluğu ve bağımsızlığı için dua edilecektir.

Bu dini ve vatani törenin arkasından camilerden çıkıldıktan sonra bütün yurtta hükümet konaklarına gelinerek Meclisin açılmasından dolayı kutlama yapılacaktır. Her tarafta Cuma namazından önce Mevlid-i Şerif okunacaktır.

5. Yüce Allah’tan tam başarı dileriz.”

Meclisin açılışını müteakip Türkiye’nin pek çok ilinde yaptığı konuşmalarında da, Atamızın dinine olan bağlılığına şahit oluruz. 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde verdiği hutbesinde:

“Ey Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe, memur ve Resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kuran-ı Azimüşşan’daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer İlahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün İlahi kanunları yapan Cenab-ı Hak’tır” diyerek, sahip olduğu imani olgunluğu ve derin Allah sevgisini bir kez daha ispat etmiştir.

Bütün bu gerçekleri görmezden gelip, Atamızın Darwinist, materyalist felsefeleri savunduğunu iddia edenler, iman edenleri düşük akıllı gördükleri için, Ulu Önder Atatürk’ün de imanlı bir kişi olmasını hazmedememiş, necip Türk Milleti’ni aşağı ırk gören zihniyetin fikirlerini Atatürk’e mal etmeye çalışmışlardır. (6) Oysa unutmamaları gereken bir gerçek vardır ki, Atamız, Türk milletini ve İslam dinini her zaman yüceltmiş, Darwinist zihniyetin bir köpekten daha eğlenceli olduğunu düşündüğü kadınlara da layık olduğu değeri vermiştir. (7)

Ve (yine) kendilerine: “İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin” denildiğinde: “Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?” derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi -13)


(1) Sadi Borak, Atatürk ve Din, s.36 -37 ( Rönesans, aralık 1991, s. 61)
(2) Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1–5, 1977 (A. Gürtaş, s.41)
(3) Prof. Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, İş Bankası Yayınları,1969 (A. Gürtaş, s. 39)
(4) Hakikati Tasvir, “Ş.Günaltay’ın Anıları” (A. Gürtaş, s. 26)
(5) 54 S. Arif Terzioğlu, Yazılmayan Yönleriyle Atatürk, s. 88, 89
(6) Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Vol. I, 1888. New York: D. Appleton and Company, s. 285-286
(7) Charies Darwin, The Autobiography of Charles Darwin 1809-1882 (Ed. by Nora Barlow), New York: W. W. Norton & Company, Inc., 1958, 232-233

Atam Nur içerinde yat mekanın cennet olsun inşallah Türk Milleti olarak hakkını asla ödemeyiz.Ne Mutlu TÜRK üm diyene selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Pts Mar 12, 2012 6:31 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: YEŞİL EVREN 101 de Kompozisyon Yarışması

Dost bazan minik bir kuş
Bazan var olmayan sevgili
Kimi zaman saksıda bir çiçektir
Ama asıl dost seni senden çok düşünendir
Herkes seni terketse yalanlasada asla başkasına inanmayan sana sırtını dönmeyendir dost..
... Dost canda candır kanında kandır.
Dost senle enson lokmasını açda kalsa paylaşandır..
Herkesin seni önyargıyla terkettiğinde senin yanından ayrılmayan
Dünya tersine dönse asla dostum onu yapmaz diyendir..
Dost dertlere dermandır dost güneş gibidir gördüğünde içini ısıtır.Vefalı dostubulmak çok zordur .Vefalı sadık dost deryada inci gibi nadirdir o pırlanta gibidir..Gerçek dostunuz sizi her zaman sevendir her şeye rağmen sevgisi verdiği değer artandır..Böyle dostunuz sevdiğiniz sevgiliniz varsa dünya üstünüze gelse vız gelir..sizonla dünyaya meydan okursunuz ..selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Pzr Mar 04, 2012 9:59 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: YEŞİL EVREN 101 de Kompozisyon Yarışması

Tutku ablacığım önce size teşekkür ederim dostların dostluğun unutulduğu bu zamanda böyle bir konuyu gündeme taşıdığınız için.

Dostluk bir kasa olsaydı acaba ne saklardım öncelikle dostuma sunacağım bir yürek dostuma vereceğim bir güven ve yalansız sevgimi koyardım şüphesiz.
Hacegan__
Pts Mar 05, 2012 8:39 am
 
Foruma git
Konuya git

YARATICININ KADRİNİ BİLMEK...

Çevrenize şöyle bir bakın. Pek çok insanın, Kuran’a uygun yaşamamalarına rağmen, Allah’a inandıklarını görürsünüz. Birçoğu, kandil gecelerinde veya sadece Ramazan ayında namaz kılar. Allah’a nasıl bir kul olmaları gerektiği hakkında en ufak bir fikirleri yoktur. Çünkü kendilerini yaratan o büyük gücü düşünmek için zaman ayırmazlar.

Oysa kendilerine sorduğunuzda Allah’a çok inandıklarını ve ondan korkmak yerine, onu sevdiklerini söylerler. Allah’ın varlığı ve gücünü takdir edememeleri, işte bu cümleyle açığa çıkar. Ancak Allah pek çok ayette, kendisinden korkmamızı emreder.

De ki: “Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: “Allah” diyeceklerdir. Öyleyse de ki: “Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? (Yunus Suresi – 31)

Allah, Kendisinden korkmamızı emrederken, hayır ben korkmam, ben Allah’ı severim demek, büyük bir akılsızlık ve gaflet olur. Allah büyüktür, Allah güçlüdür, Allah yaratandır. Böyle bir kudretten, Allah’ın o yüce makamından ancak korkulur. Bahsedilen korku, karanlıktan ya da yılandan korkmak gibi bir şey değildir. Kuran’da ‘haşyet’ kelimesi ile ifade edilen bu korku, Allah’ın yüce makamına duyulan saygı, sevgi ve rızasını kaybetme korkusudur. Bunu da ancak, Allah’ın büyüklüğünü gereği gibi takdir eden temiz akıl sahibi müminler hissedebilir.

Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir. (Hac Suresi – 74)


… Kulları içinde ise Allah’tan ancak alim olanlar ‘içleri titreyerek-korkar’. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi – 28)


Allah’ın varlığı ve büyüklüğünü takdir edemeyen insanlar, Allah’ı çok sevdiklerini iddia ederken, bunu ifade eden hiçbir eylemde bulunmazlar. Bununla beraber çelişkili tavırlar sergilerler. Örneğin, eşi ile tartışıp istemese de, hırslarından dolayı boşanma kararı alan çift, cep telefonlarına gelecek bir barış mesajı için telefonun başında nöbet tutar ve mesaj geldiği anda anında okurlar. Oysa sahip olduğumuz her şeyi bize lütfeden Yüce Allah, sevgimizi yöneltmemiz gereken en önemli varlıktır ve Rabbimizden bize gelen çok değerli bir mesaj vardır; Kuran-ı Kerim. Aslında ertelenmeden, acilen okunması şart olan tek mesaj Rabbimizden gelendir. Ahirette de eşimizden gelen mesajdan değil, Kuran’dan sorulacağımızı bir ayette Rabbimiz şu şekilde haber vermektedir:

Ve şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız. (Zuhruf Suresi – 44)


İman etmeyen insanlar, sahip oldukları her şeye kendilerinin ulaştığını zannederler. Allah’ın kendilerine verdiği maddi veya manevi özelliklerin de, yine kendilerinde var olan önemli bir özellikten dolayı verildiğini düşünürler.

Dedi ki: “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.” Bilmez mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkârlardan kendi günahları sorulmaz. (Kassas Suresi – 78)

Bu konu üzerinde biraz düşünelim. Çok güzel bir insan olabilirsiniz. Güzelliğinizi siz mi tasarladınız? Ya da annenizin, siz doğmadan önce bütün organlarınızın şekillenmesi ve güzelliğinizin oluşmasında bir etkisi oldu mu? Doğduğunuz günden beri hiç aksamadan atan kalbinizin çalışmasını siz mi sağlıyorsunuz? Şuursuz olduğunuz uyku anında dahi nefes almayı size kim hatırlatıyor? Bütün bu konuları daha önce hiç düşünmemiş olabilirsiniz. Siz, üzerinde düşünmemiş olsanız da, vücudunuzdaki bütün organlar, doğduğunuz günden beri hiç aksamadan çalışmaya devam ediyor.

Bize bunları lütfeden Rabbimizin gücü ve kudreti, sadece bedenimizdeki mucize sistemle sınırlı değildir. Acil olarak yapmamız gereken en önemli şey, Allah korkumuzu artıracak iman hakikatleri üzerinde düşünmek ve Rabbimizin büyüklüğünü hakkıyla takdir etmektir.

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Ali İmran Suresi, 191).Amin ecmain inşallah selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Pts Mar 12, 2012 6:22 pm
 
Foruma git
Konuya git

BENİM DEME SAKIN.....

Sakın kıyaslama kendini başkalarıyla! ..
“Ama ben..” “Ama benim…şu kadar” Sakın sakın deme!
Şeytan da böyle demedi mi? “Ben!” dedi.. ”Üstünüm ondan!” dedi, kıyasladı kendini, gururlandı…Ve kovulmuşlardan oldu!

Sen de, eğer böyle dersen; Hidayeti için dua ettiklerin varsa mesela, asla kabul olmaz duaların!.. İstersen gece-gündüz namazda, oruçta, ibadette ol, “Ben!” dediğin, başkaları hakkında hüküm verdiğin, kıyas yaptığın, O’nun makamına göz diktiğin müddetçe Hiçsin!

Çünkü O, “Ben” diyene değil, “Sen” diyene, rahmet nazarıyla bakıyor..
O, önünde iki büklüm gözyaşlarıyla durana kapılarını açıyor..

Aşağıla nefsini!
Bil ki sen alçaldıkça yükseltirler seni..
Karı-koca ilişkilerinde olsun, tüm diğer beşeri ilişkilerde olsun, sakın kibirlenme!.. Gururlanma!.. Kendini üstün görme kimseden!..

Bil ki şeytan sana bu yolla yanaşır ve mağlup eder seni..
Perde olur, O’nunla arandaki rabıtaya..
Vuslatına eremezsin! Daim gurbetlerde kalırsın..

Sakın deme; “Ama benim şu kadar ibadetim var, o namaz bile kılmıyor”
“…O başını bile örtmüyor..”
“..O cumaya bile gitmiyor..”
“O…böyle, ben böyle! ”.. Sakın! Anlasana, şeytanın oyunu bu!
Ah bilsen ne sinsidir o! Böyle böyle kaydırır ayağını..

Bil ki Allah’ın en sevmediği şey; Tahkir etmek!
Kendi yarattığının, diğer mahlukları aşağılaması, hor görmesi..
Bir nev’i TANRILIK iddiası!
Ah bilsen, bir hor bakış kaç namazı siler götürür!

Bir aşağılayış, kaç iyi ameli yok eder!
Duymadın mı, baksana “kötü” bilinen bir kadın, ayakkabısıyla bir köpeğe su içirdiği için cenneti kazandı! Dün “şöyle-böyle” diye hor baktıkların, O’nun sevgilisi oldular!

O var ya O, bir “Ahhhh” için, yürekten ama, ızdırapla, pişmanlıkla, samimi, ihlaslı bir ahhh için, günahla geçirilmiş bir ömrü siliyor! Sanki yeni doğdun gibi.. Afuvv çünkü O (c.c.)..

Eskilerde, böyle bir “Ahhh” duyan bir gönül eri, muhatabına diyor ki; “Al benim tüm ibadetlerimin ecrini, o “ahhh”ını ver bana..” Vefatından sonra rüyasında halini soran bir dostuna da; “İşte o “Ahhh” sebebine cennetlerdeyim!” der..

Var mı böyle bir ahhhın, iki büklüm o kapılarda? Yoksa da amelin, var mı O’nun sevgisinden, O’nun utancıyla, nedametle akıtılmış iki damla gözyaşın?

Var mı?

Varsa korkma hiç!

Burada da orda da SEVGİLİSİN..! Selam ve saygılarımla Hacegan...
Hacegan__
Pts Mar 05, 2012 7:49 am
 
Foruma git
Konuya git

İNSAN OLMAK MI?

Zor zanaat insanca olmak. Hem merhametli, hem adaletli olabilmek, inisiyatif verebilmek ama arkadan vurulmamak, affedici olmak, ama bundan ileride pişman olmamak, hem statüyü korumak, hem de dostça sohbet edebilmek, hoşgörülü olmak, ama suistimal edilmemek, iradene hakim olmak, ama zevkten de mahrum kalmamak…

Delicesine sevmek ama saplantı haline getirmemek,

Fırsatını yakalamak, ama sadakatten ayrılmamak,

Entelektüel olmak, ama kibrini yenmek,

Uzlaşmak ama benliğinden parça kaybetmemek,

Sabretmek ama aptal yerine de konulmamak,

Eleştirmek ama aynı zamanda gönlünü fethetmek,

Hem ihanete uğramak hem de vazgeçmek,

Övmek ama aynı zamanda haset etmemek,

Tekrar güvenmek ama aynı zamanda her şeyin eskisi gibi olacağını beklemek,

Yenmek ama ağırbaşlı olabilmek,

Masum kalmak ama aynı zamanda hayatı tanımak, p>

Hem cahil olmak hem de kendini ifade edebilmek,p>

Beş parasız yaşamak ama niyeti bozmamak,

Arkadaş olmak ama ayartılmamak,

Önyargılı olmak ama yine de tolerans gösterebilmek,

Hem affetmek hem de tekrar dost kalmak,

Çok zor, çokkk… Tabiki bu benim görüş ve düşüncemdir,başka fikirlerede saygı duyarım selam ve saygılarımla Hacegan...
Hacegan__
Per Mar 08, 2012 10:40 pm
 
Foruma git
Konuya git

HER YAPTIĞIMIZ DOĞRUMU....

Şeytanın, insanları Allah’ın dosdoğru yolundan saptırmak için uyguladığı taktiklerden biri, çoğunluğun doğru olduğu telkinidir. Rabbimizin, “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı” (Mülk Suresi – 2) ayetinde belirttiği gibi, insanın bu dünyada bulunuş amacı iyi ve güzel davranışlarda bulunarak Allah’ın razı olacağı tavırlar sergilemektir. Bu konudaki tek ölçü de Kuran ve Kuran’ı eksiksiz yaşayan peygamberlerin ahlakıdır. İnsanların, peşinden gitmesi gereken kişiler, kendilerini yalnızca Kuran ahlakını yaşamaya davet eden müminler olmalıdır. Allah, Kendi yoluna davet eden kişilere uyulması gerektiğini bir ayetinde şu şekilde açıklamıştır.


“Ey kavmimiz, Allah’a davet edene icabet edin ve O’na iman edin; günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı bir azabtan korusun.” (Ahkaf Suresi -31)


Ancak pek çok insan bu konuda büyük bir yanılgı içindedir. Kuran’ı rehber edinmedikleri için, Kuran’ı yaşamaya davet edildiklerinde kulaktan dolma hurafelerle, davet eden kişiye alternatifler üretirler. Büyüklerinin aynı şeyi söylemediğini, dedelerinden böyle öğrenmediklerini anlatır, herkes yanlış biliyor da bir sen mi doğru biliyorsun derler. Bu soruya en güzel cevap yine eksiksiz olan Kuran’da Rabbimiz tarafından verilmiştir:

Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle yalan söylerler.’ (Enam Suresi – 116)


İnsanların bazısı, ayette de belirtildiği gibi çoğunluğun doğru olduğunu zannederler. Ancak doğru zannettikleri pek çok şey, sadece yalandan ibarettir. Hiçbir zaman araştırma ihtiyacı duymazlar. Çoğunluk onlar için bir referanstır. Koyun psikolojisi ile sürüklendikleri cehennem çukurundan habersiz, kendilerinin doğru yolda olduğunu zannederler. Bu gerçek, bir Kuran ayetinde şu şekilde haber verilmiştir.

“Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.” (Kehf Suresi -104)


Onlara, Allah’ın indirdiği Kuran’a uyulması hatırlatıldığında onlar, dedelerinden öğrendikleri bilgilere uyacaklarını, eski köye yeni adet getirilmemesi gerektiğini söylerler. Bu konuda insanların düştükleri yanılgıyı bir ayetinde Rabbimiz şöyle anlatmıştır:

Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız” derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi -170)


Bu kişilere sorulduğunda, kendilerini Müslüman olarak tanıtabilirler. Ancak Kuran dışında uydurdukları bambaşka bir dinleri vardır. İşin ilginç yanı, uydurdukları bu dine kendileri de uymazlar. Kuran’a göre bu sapkın inanca sahip insan güruhu, Allah’a birçok şeyi ortak koştukları için gerçek Müslüman değillerdir.

Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik; ona İncil’i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid’at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah’ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasık olanlardır. ( Hadid Suresi – 27)


Şeytanın bu yanıltma taktiği ve telkinlerinden yalnızca müminler etkilenmezler. Müminler için Kuran, bir kez okunup kenara konulacak bir kitap değildir. Rehber edindikleri kitabın kendilerine ne anlattığından Allah’ın izni ile haberdardırlar. Dolayısıyla, çoğunluğun söyledikleri ve uyguladıklarının doğru olup olmadığını, yine Allah’ın izni ile edindikleri Kuran bilgisi sayesinde anlayabilirler.

De ki: “Bize yararı ve zararı olmayan Allah’tan başka şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayartarak yerde şaşkınca bıraktıkları, arkadaşlarının da: “Doğru yola, bize gel” diye kendisini çağırdığı kimse gibi topuklarımız üzerinde gerisin geri mi döndürülelim?” De ki: “Hiç şüphesiz Allah’ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk.” (Enam Suresi -71)

Kuranda pek çok kıssada, elçilerin yanında bulunan ve Allah’a iman etmiş müminlerin sayılarının çok az olduğundan bahsedilir. Hz. Musa’ya yetmiş genç, Hz.Lut’a bir ev halkı, Hz. Nuh’a bir gemi halkı, Hz. İsa’ya havarileri dışında iman eden olmamıştır.

Musa, belirlediğimiz buluşma zamanı için kavminden yetmiş adam seçip-ayırdı… (A’raf Suresi -155)


Ne var ki, orda müslümanlardan olan bir evden başkasını bulmadık. (Zariyat Suresi -36)


Hani Havarilere: “Bana ve elçime iman edin” diye vahy (ilham) etmiştim; onlar da: “İman ettik, gerçekten müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol” demişlerdi. (Maide Suresi -111)


“… Allah’ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın” (Ahzab Suresi – 62) ayetinde belirtildiği gibi, Allah’ın sünneti gereği geçmişte olduğu gibi, şu anda da, gelecekte de iman edenlerin sayısı her zaman az olacaktır. İman edenler azınlıkta ise, çoğunluğun doğru yolda olması da imkânsızdır.

Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir. (Yusuf Suresi, 103) Rabbim bizleri her zaman doğruyu yapan doğruyu yaşayan kullarından eylesin inşallah amin ecmain Hacegan...
Hacegan__
Cum Mar 09, 2012 1:34 pm
 
Foruma git
Konuya git

Mavi patikli olmak zor zanaat

Mavi patikli olmak zor zanaat.

'Erkekler ağlamaz.'
'Erkekler korkmaz.'
'Erkekler karı gibi gülmez.'
... Derken ortalık dul kadından geçilmiyor. Zira erkekler genç yaşta hakkın rahmetine kavuşuyorlar. Siz hiç kapı komsusuna sabah kahvesine gidip karısını çekiştiren erkek gördünüz mü?


Fare görünce bağıran?
'Bu ara sinirlerim zayıf' deyip habire ağlayan?
Oysa onlar da kadınlarla aynı duygulara sahip olarak geliyorlar dünyaya.
Lakin daha ilk gün ayaklarına mavi patik giydirmek suretiyle 'Ağır ol bakalım! ' diyoruz.


'Ne alakası var mavi patikle? ' demeyin. Mavi soğuk ve ciddi bir renktir.
Kime isterseniz sorun. Ve katiyen tesadüf değildir o patiklerin rengi.
Düşünülmüş, taşınılmış, seçilmiştir.
Ayağa giydirildiği anda kulağa şunlar fısıldanmış demektir: Sen erkeksin.
Erkek olmanın gerekleri vardır. Ömrünün sonuna kadar bunları yerine getirmekle yükümlüsün.


Ömrünün süresi ise çatlama kat sayına bağlı. İçine ata ata ne kadar yaşayabilirsen artık.
Bize sorarsan pek uzun süreceği kanaatinde değiliz.
Dikkat edeceğin husus, en dramatik hallerde bile mavi patikli olduğunu unutmamandır.

Misal,
Aşık oldun.
Sakın belli etme. Bırak karşındaki yansın tutuşsun. Sen ağır ol. Molla desinler yeter ki aşık demesinler.


Misal,
Sevgilinden ayrıldın.
Sakın ağlayıp sızlama. Yine bırak karşındaki yıkılıp sürünsün.
Gözyaşı dediğin kadın kısmına yakışır.
Zaten senin gözyaşı bezlerin mavi patik operasyonuyla alınmış bulunuyor.


Misal,
Eve hırsız girdi.
Tıkırtı duydunuz ya da hırsızla burun buruna geldiniz.
Kim boğuşacak adamla? Bak bakalım karının ayaklarına! Ne renk patikleri?
Pembe.
Ya hırsızınkiyle seninki? Mavi.


Kural,
Mavililer boğuşacak.
Pembeliler bağıracak.
Herkes görevini bilsin. Ta doğumhanede yapıldı bu iş bölümü.

Misal,
Eşinle kavga ettin.
Ne yapacaksın? Hiç. İşine gidip hiçbir şey olmamış gibi çalışacaksın. 'Ay İsmail çok sinirim bozuk, benimki sabah sabah anneme laf etti' diyemezsin.


Karın o esnada telefonun başında, bir sigara ve bir kahve eşliğinde arkadaşlarına seni çekiştiriyor olabilir. Olsun. Onun mazereti var, patikleri pembe.


Misal,
Evde aniden bir böcek peydahlandı.
Kim gidecek üstüne? Tabii ki sen. Zira karının gitmesi hiçbir işe yaramaz.
Böcek renk körü mü? Maviyle pembeyi ayıramaz mı?
Ve sorarım sana, hangi böcek pembeden korkar?
Ama mavi... Birrrrr.


Misal,
Savaşa gidilecek.
Kim gidecek? Tabii ki Mehmetçik. Sen hiç 'Vatan sağolsun' diye bağıran
Ayşecik gördün mü? Benim bildiğim Ayşecik kameranın karşısında 'Size baba diyebilir miyim amca? ' diyordu. Ve hatırladığım kadarıyla omzunda tüfek falan da yoktu. Diyeceğim, Mavi patikli olmak zor zanaat.

Özellikle de seviyorken...
ezo35ksk
Sal Mar 13, 2012 12:53 pm
 
Foruma git
Konuya git

HAYAL EDERKEN GERÇEĞİ KAYBEDENLER...

Yeryüzünde yaşayan çoğu insan hayatı boyunca pek çok hayal kurar ve bunlara ulaşabilmek için çok çalışır. Kimi bu dünyaya yönelik hayaller kurarken, kimi de İslam uğruna yapabileceklerini ve tüm bunların kendisini ulaştıracağı güzel sonucu düşünür, hayal eder.

Sadece bu dünyayı düşünen ve bütün planları ve istekleri bu dünya üzerine kurulu olan insanlardan bazıları, kurdukları hayallere öylesine kapılırlar ki, çoğu zaman gerçek hayattan uzaklaşırlar.

Mesela üniversite sınavına hazırlanan bir öğrencinin ders çalışıp sınavlara hazırlanmak yerine, üniversiteyi kazandığını ve okul hayatı boyunca neler yapacağını hayal etmesi ya da tatil hayalleri kurması, tüm geleceğini olumsuz yönde etkileyebilir. Bunu bilerek çalışmayı bırakmak ve hayal kurmak, aslında gerçek olmayan bir dünyada oyalanmak, başıboş gezmek gibi bir şeydir.

İnsan, gerçek olmadığını ve bir süre sonra uyanacağını bile bile hoşuna giden bir dünya yaşatır hayalinde. Nefsini sınır tanımadan doyurmayı hedeflerken, kaybettiği zamanın farkına varamaz çoğu zaman. Hayal kurmak güzeldir, ancak zaman hızla ilerliyorken ve kaybedilecek tek bir saniye bile yokken hayallere dalmak insanı büyük yıkımlara sürükler.

Bu dünyaya geliş amacını nefsini doyurmak olarak düşünen insan için de yaşadığı hayat, hayal âleminden farklı değildir. Bu dünyanın geçici bir oyalanma yeri olduğunu ve asıl hayatın ahiret yurdu olduğunu bildiği halde insan, gerçek hayatı için hiç bir şey yapmıyorsa ve tüm hayatını nefsini doyurmak için yaşıyorsa, ömrünü hayal kurarak geçiren bir insandan hiçbir farkı kalmaz.

Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (En’am Suresi, 32)


Yaşanan bu hayal âlemini insana çekici ve süslü gösteren şeytan, insanları sonu gelmeyecek isteklerle ve hırslarla kandırarak, sonunda ölüm olan bu dünyaya sımsıkı bağlar. Ölümle birlikte gerçek hayata uyanan insan ise kendisine tanınan süreyi oyalanarak geçirdiği için büyük bir pişmanlık yaşar. Bu pişmanlık üniversite sınavına hazırlanmayan ve kazanamayan bir öğrencinin yaşadığı pişmanlıktan çok daha büyüktür. Sonsuz hayatını ebedi olarak ateşe atan ve aslında gerçek olmayan bir hayal için boşa vakit kaybeden insan için artık geri dönüş yoktur.

Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları’ gibi, Biz de bugün onları unutacağız. (Araf Suresi, 51)


Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: “Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz’in ayetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık.” (En’am Suresi, 27)

Geri dönüşü olmayan bir yola girip son bir fırsat istemek yerine, o yola girmeden önce bize tanınan zamanı çok iyi değerlendirmeli ve yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek yaşamalıyız.

Tek hayalimiz Allah’ın rızasını kazanmak ve cennetine kavuşmak olsun inşallah. Hayallerin peşinden koşarken gerçekleri kaybetmemek dileğiyle…Hacegan....
Hacegan__
Çar Mar 14, 2012 6:08 am
 
Foruma git
Konuya git

HAYAT OKULU MEZUNLARİ....

Yaşamınız boyunca pekçok insandan ‘hayatın bazı kesin gerçekleri’ olduğu sözlerini duymuşsunuzdur. Bu ‘gerçek’leri kavramış olan kişiler, genellikle yanlarında sizin yaşınız kadar insan çalıştırmışlardır ya da siz daha gelirken onlar dönmektedirler(!) Kimi görüşleri ise toplumun büyük kesimlerince benimsenmiş, adeta atasözü haline dönüşmüştür. Örneğin ‘büyük balık küçük balığı yutar’, “iyilik yapmak saflıktır”, “doğru söyleyen kaybeder”, “babana bile güvenmeyeceksin”, “para her kapıyı açar”, “köprüyü geçene kadar…” İşte ‘hayatın gerçekleri’ olarak gördükleri bu gibi prensiplerle yaşamlarına yön veren kimseler, kendi deyimleriyle ‘hayat okulu mezunları’dır.

Bu kimseler toplumda kabul görmek ve insanların gözünde iyi bir yere gelebilmek için belli kuralların uygulanmasını zorunlu görürler. Bulundukları ortamda kendilerince uygun gördükleri davranışlar sergiler, ortama uygun şekilde konuşurlar. Dolayısıyla bu kuralları benimsemiş kimseler içten, rahat ve doğal olamazlar.



Onlara göre bir insan ne kadar özveride bulunursa bulunsun karşılığında, bencillik ve vicdansızlık bulur. Bu yüzden karşılıksız özveride bulunmak “saflık”tır; çünkü kişi hiçbir çıkar talep etmeden iyilik yapmaktadır. Hayatın gerçeklerinin ise kötülüğe kötülükle, sevgisizliğe sevgisizlikle karşılık vermeyi gerektirdiğine inanırlar.



Bu batıl sistem, kendine karşı bile samimi olamayan insan modelleri oluşturur. Sıkıntı veren bu kuralları, insanlar ne yargılar, ne de değiştirmeye kalkarlar. Çünkü içinde yaşadıkları bu sistemi, ‘hayatın asla değişmeyen gerçekleri’ olarak görürler.



Hayat okulu mezunları, henüz ‘öğrenci’ olan gençlere de hayatın gerçeklerini öğretme ve yaşadıkları deneyimleri anlatarak, onlara kendilerince doğru yolu gösterme çabası içindedirler. Yakınlarına bu yönde telkinler vererek eğitimlerini sürdürürler. Gerçekte ise inancını yaşayan insanların gerçeklerinin, tanımladığım hayat gerçekleriyle uzak ya da yakın benzerliği yoktur.



Hayat okulu öğrencileri’nin çocukluk yaşlarında aile ve çevreden almaya başladıkları telkinler, yaşam boyu devam eder. Yakınlarında bir hayat okulu mezunu bulunduğu sürece, gençlerin eğitim süreci hiç bitmez. Gençlerin büyük çoğunluğu hayat okulu eğitimcilerinden etkilenir; modayı takip eder gibi bu kimseleri örnek alır.



Yalnızca Allah’ın beğendiği ahlakı samimiyetle yaşayan anne babalar, dinin özünün güzel ahlak olduğunun bilincindedirler ve çocuklarına inancın gerçeklerini öğretir, onların gerçek anlamda iyi insanlar olmaları için çaba harcarlar.



Toplumdaki telkinler yönünde davranışlar sergilemek, inanan gençlerin ise asla içinden gelmez. Onlar ortama göre karakter değiştirmez, karşılık beklemeden güzel üslup kullanır, güzel söz söyler, insanları onore eder, gönül alırlar. İçten, samimi, dürüst, güvenilir, saygılı, şefkat ve merhametlidirler.



Kesin bilgiyle inanan insan Kur’an ahlakının dışında bir başka ahlaki sisteme bağlanmaz. Hayat okulu mezunları ve öğrencilerinin yaşadığı bir sistemin izleyicisi olmaz. Farklı bir “hayat felsefesi” üretmez. Yaşadığı, hayatın değil yalnızca samimi inancının gerçekleridir.Selam ve dua ile Hacegan
Hacegan__
Çar Mar 14, 2012 6:05 am
 
Foruma git
Konuya git

MUNAFIK NEDİR KİMDİR......

Münafık kelimesi; karışıklık, bozgunculuk çıkaran anlamına gelir. Münafıklar, mümin olmadıkları halde mümin taklidi yaparak, onların içinde barınmaya çalışan, menfaatçi yapıya sahip, ikiyüzlü insanlardır. Münafıklar çeşit çeşittir. Kimi sadece maddi menfaat için müminlerin içindedir, kimi müminlere hırsından dolayı onlara zarar vermek için aralarına girer, kimi de iman eder ancak daha sonra niyetlerini bozar ve inkara saparlar. Ancak hepsinin ortak bir özelliği vardır, o da müminlere düşman olmaları ve bu yönde çaba sarf etmeleridir.

Allah’a and içiyorlar ki (o inkar sözünü) söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkar sözünü söylemişlerdir ve İslamlıklarından sonra inkara sapmışlardır ve erişemedikleri birşeye yeltenmişlerdir… (Tevbe Suresii -74)

Münafıklar, müminlerin arasında yaşadıkları sürece, onlar gibi davranarak, kendilerini gizlemeye çalışırlar. Müminlerin başına bir sıkıntı ve zorluk geldiğinde ya da menfaatleri çatıştığında ise gerçek yüzleri ortaya çıkar. İman edenlerin yanından ayrılırken veya ayrıldıktan sonra onlara zarar vermeye ve müminlerin arasındaki birliği bozmaya çalışırlar. Münafıklar, karakter olarak şeytanla birebir aynı özellikleri taşırlar. Şeytan gibi, Allah’ın varlığını bilir ve kabul ederler. Ancak Allah’tan korkmak yerine, Allah’ın kalplerinde gizledikleri hainliği açığa çıkaracak bir sureyi indirmesinden korkarlar.

Münafıklar, kalblerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin aleyhlerinde indirilmesinden çekiniyorlar. De ki: “Alay edin. Şüphesiz, Allah kaçınmakta olduklarınızı açığa çıkarandır.” (Tevbe Suresi -64) Allah’a ve elçisine inandıklarını söyler, ancak itaat etmezler. Bunu yaparken de kendilerinin doğru olduğunu zannederek tevil yoluna giderler. Ama atladıkları bir konu vardır ki “Sözü açığa vursan da, (gizlesen de birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir. (Taha Suresi – 7)” Münafıklar sana geldikleri zaman: “Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah’ın elçisisin” dediler… (Münafikun Suresi – 1)

… Onlara: “Gelin, Allah’ın yolunda savaşın ya da savunma yapın” denildiğinde, “Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik” dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi – 167)
İkiyüzlü oldukları için, elçi ve Kuran’a davet edildiklerinde var güçleriyle kaçarlar. Onlara: “Allah’ın indirdiğine ve elçiye gelin” denildiğinde, o münafıkların senden kaçabildiklerince kaçtıklarını görürsün. (Nisa Suresi – 61)

Kalplerinde hastalık bulunan münafıklar, müminlerin içinde yaşadıkları sürece kendilerini çeşitli şekillerde gizlemeye çalışırlar. Ancak Allah Kuran’da, müminlerin münafıkları tanımaları ve tedbirli olmaları için, onların bütün özelliklerini ortaya çıkarmıştır. Bu da Rabbimizin münafıklara kurduğu mükemmel bir tuzaktır. Örneğin müminler namazı, Allah ile buluşma vakti olarak değerlendirdikleri için bu randevuya sevinç içinde kalkarlar. Oysa münafıklar, bütün ibadetlerde olduğu gibi, namazı da Allah rızasını gözetmeden, yalnızca gösteriş olsun diye yaptıkları için isteksiz ve zoraki kalkarlar. Allah’ın anıldığı ortamlardan sıkılır ve Allah’ı çok az anarlar.

Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah’ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak çok az anarlar. (Nisa Suresi -142) Zorluk anlarında tevekkül göstermezler. Müminleri de tevekkülsüzlüğe sürüklemek ve aralarındaki birliği bozmak isterler. İşte orada, iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıntıya uğratılmışlardı. Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: ‘Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi’ diyorlardı. (Ahzab Suresi – 11,12) Oysa müminler, zorluk anlarında münafıkların gösterdiği zaafın aksine, daha güçlü ve tevekküllü olurlar.

Müminler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: ‘Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir.’ Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı. (Ahzap Suresi -22) Münafıkların en önemli özelliklerinden biri, fitneci bir karaktere sahip olmalarıdır. Bu yönleriyle müminlere sürekli rahatsızlık vermek ve müminlerin arasındaki tesanütü bozmak isterler. Kendilerine: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde: ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değillerdir. (Bakara Suresi -11,12)

Kuran’da fitneci karaktere örnek olarak gösterilen, Hz. Musa’nın kavmindeki münafıkların başı olan Samiri, Hz. Musa’nın yokluğundan istifade ederek, kavmin içine fitne sokmuş ve birçok inananın sapmasına neden olmuştur. Dedi ki: “Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.” (Taha Suresi – 85) Münafıkların Kuran’da bildirilen diğer özellikleri ise, inkarcılara sevgi duymaları, güç ve onuru onların yanında aramalarıdır. Oysa Allah pek çok ayetinde müminleri, inkarcıları dost edinmekten men etmiştir. Oysa münafıklar müminleri bırakıp, kendileri ile aynı özelliklere sahip, Allah’a inanmayan, ahireti unutan ve çevrelerinde bulunan herkesin de böyle olması için çaba sarf eden inkarcıları dost edinirler. “Onlar müminleri bırakıp kafirleri dost edinirler…” (Nisa Suresi -139)

Doğal olarak insan, her zaman güçlü olanın yanında olmak ister. Allah tek güç sahibidir. Şeytan ve yandaşları ise zayıf ve güçsüzdür. Hepsi Allah’ın kontrolündedir. Güçlünün yanında olmak isteyen müminlerin tercihi imandır. Tek güç sahibi olan Allah’ın katında, aradıkları gücü ve onuru bulurlar. Ancak akıldan yoksun şeytan ve yandaşı olan münafıklar, sayıca daha kalabalık oldukları için, inkârcıların yakınında olmayı bir güç ve onur göstergesi zannederler. Allah’ın yarattığı insanlarda bu gücü arayarak, yine Rabbimizin kendilerine kurduğu tuzağın içine düşerler. Zira “Allah, kâfirlere mü’minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez” (Nisa Suresi -141) ve Allah, müminleri her zaman destekler ve galip kılar. “… izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Resulü’nün ve mü’minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar” (Münafikun Suresi – 8)

Münafıkların en önemli özelliklerinden biri de sözlerinde durmamaları, yalancı olmaları ve biri diğerini tutmayan sözleridir.

… Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı… (Al-i İmran Suresi -167)

… Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir. (Tevbe Suresi -107)

Müminler, iyiliği emredip kötülükten sakındırır ve ihtiyaçtan arta kalan mallarını Allah yolunda harcarlar. Münafıklar ise kötülüğü emredip iyilikten sakındırmak için çaba sarf ederler ve ellerini sımsıkı tutup isteksizce, sadece gösteriş olsun diye harcarlar. Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar… (Tevbe Suresi – 67) Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah’a ve ahiret gününe de inanmazlar… (Nisa Suresi -38)

Münafıklar hem fiziksel, hem de manevi yönden pistirler. “Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar...” (Nisa Suresi -145) ayetinde Rabbimizin haber verdiği gibi bu dünyada da cehennemin en dibinden tanıdıkları pis ve iğrenç ortamlarda yaşarlar ve kendileri de layığıyla temizlenmezler. Kalplerindeki pislik görüntülerine de yansır. Kalblerinde hastalık olanların ise, iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip-arttırmış ve onlar kâfir kimseler olarak ölmüşlerdir. (Tevbe Suresi -125)

Şu ana kadar yaşayan bütün münafıklar, Kuran’da anlatılan münafıklarla aynı özellikleri göstermiştir. Allah’ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın. (Ahzab Suresi -62) ayeti gereği, bundan sonra yaşayacak münafıklar da aynı özellikleri göstereceklerdir.Rabbim bizleri hepimizi bu insaların şerrinden korusun inşallah amin ecmain selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Cum Mar 09, 2012 5:34 pm
 
Foruma git
Konuya git

YÜZEYSEL YAŞAMAK....

Düşünebilmek, insan hayatındaki en önemli nimetlerden biridir. Düşünmek insanı, etrafında gördüğü, işittiği, hissettiği her şeyin, Allah’ın o muhteşem yaratma sanatı ile gerçekleştiği gerçeğine götürür. Düşünen insan, yaşamdaki amacının ne olduğunu, neden yaratıldığını, Allah’a karşı sorumluluklarını, ölümü, ahireti aklından çıkarmaz. Rabbimiz bir ayetinde, Kuran ayetleri üzerinde düşünüp öğüt alabileceklerin, yalnızca temiz akıl sahibi olan müminler olduğunu şu şekilde açıklamıştır:

“(Bu Kur’an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (Sad Suresi -29)

Dini gereği gibi yaşayamayan insanlar ise, şeytanın da telkinleri ile bütün bu konuları düşünmekten özellikle kaçınırlar. Dünya hayatında oyalanacak o kadar çok konu vardır ki, düşünmeye fırsat bulamazlar. Ancak, başlarına bir kaza veya hastalık gelip de, dünya hayatında oyalanacakları konulardan uzaklaştıklarında, o zaman Allah’ı düşünmeye ve eski günlerine tekrar dönebilmek için dua etmeye başlarlar. Sağlıklarına kavuştuklarında ise hasta ve aciz hallerini çok çabuk unutur ve eski yüzeysel yaşantılarına geri dönerler.

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi -12)

Ahirette, iman etmeyen insanların yaşayacağı pek çok olumsuz duyguyu Allah, dünyada da hissettirir. Örneğin pişmanlık. Zorluk anlarında Allah’ı düşünmek, sonra unutmak, ahirette iman etmeyenlerin yaşayacağı pişmanlığın nedenlerinden sadece biridir. Oysa dünyada iken onları, nasıl yaratıldıkları konusunda düşünmeye davet eden uyarıcılar mutlaka olmuştur. Kulaklarını tıkayıp, sırtını dönerek yüz çeviren bu insanlar, düşünmeden geçirdikleri her saniye için sorguya çekileceklerdir.

Ey iman edenler, Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Siz de işitiyorken, ondan yüz çevirmeyin. (Enfal Suresi -20)

Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız” (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi -12)

Allah, Kuran ayetleri üzerinde düşünmemizi emreder. Düşünen temiz akıl sahibi insanlar ise cennet ehli mümin kullardır. Çoğu insana düşünmek zor gelir. Bu nedenle bazı insanlar, önlerine hazır sunulan her dini bilgiyi, Kuran’dan zannederek, üzerinde hiç düşünmeden kabul ederler. Oysa Yaratan Rabbin adıyla oku. (Alak Suresi – 1) ayetinde bildirildiği gibi, Kuran’ı okumak, her kulun görevidir.

Çoğunluk ne yapıyorsa doğrudur, ya da dedelerimden böyle öğrendim mantığı, insanı büyük bir yanılgıya götürür. Zira bu konularda insanların düştüğü yanılgıları Rabbimiz şu şekilde bildirmiştir:

Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle yalan söylerler.’ (En’am Suresi -116)


Hepinizin de bildiği gibi, koyunlar sürü halinde hareket eder. Düşünemezler ve biri ne yapıyorsa, diğer koyunlar da aynı şeyi yapar. Şayet insan da aynı yüzeysellikte yaşayıp, din adına söylenen her konunun Kuran’a uygun olup olmadığını düşünmeden körü körüne kabul ederse, koyundan hiçbir farkı kalmaz. Zira çevrenize baktığınızda pek çok insanın bu şekilde yaşadıklarına şahit olursunuz.

Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız” derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi -170)


İnsanların çoğu, atalarından öyle gördüğü için, Kuran-ı Kerim’i, yalnızca ölülerin arkasından okunacak bir kitap zannederler. Ancak bir kez dahi, Rablerinin Kuran’da kendilerine hangi konularda hatırlatma ve uyarılar yaptığını düşünmezler ve anlamaya çalışmazlar. Oysa Kuran’ın bir ayetinde, ölülerin arkasından okunan bir kitap olmadığı, aksine diri olanların uyarılması için indirildiği, Rabbimiz tarafından çok açık bildirilmiştir:

(Kur’an,) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kafirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir). (Yasin Suresi 70)


Pek çok insan için bedenlerindeki mucizeler sıradan, üzerinde düşünmeye gerek duyulmayan konulardır. Çoğu kişi soludukları havanın tam nefes almaya uygun yaratılmış olmasını, bütün organlarının görevlerini eksiksiz yerine getirmesini, bitkilerdeki ve hayvanlardaki muhteşem yaratılışı, evrendeki kusursuz düzeni, acizliklerini, hayatında bir kez dahi düşünmemiştir. Bazıları kişiler de her şeyi tesadüfle açıklarlar. Tesadüfün hiçbir şey yaratamayacağını çok iyi bilmelerine rağmen, üzerinde çok düşünmeye gerek olmayan tesadüfü putlaştırırlar. Kuran’da Hz. İbrahim kıssasında, Hz. İbrahim’in küçük putları kırdıktan sonra asasını büyük putun önüne koyması ve bunu kimin yaptığı kendisine sorulduğunda ise büyük puta sormalarını söylemesi, kavmi kısa süreli bir düşünmeye sevk etmiştir. Hz. İbrahim, çok akılcı bir taktikle insanların vicdanına seslenmiştir. İnsanlar biraz düşündüklerinde büyük putun asayı tutarak diğer putları kırma eylemini gerçekleştiremeyeceğini vicdanları ile kabul etmiş, ancak daha sonra şeytanın telkinleri ile nefislerine uyarak, bu açık gerçeği görmezden gelmişlerdir.

Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi -14)

Dini yaşamayan insanların düşünmekten kaçındıkları bir diğer konu ise ölümdür. Ölüm konusu açıldığında, rahatsız olur ve hemen kapatmak isterler. Oysa ölüm, insanın üzerinde düşünmesi gereken en hayati konudur. Ölüm konusunda kimsenin bir sözleşmesi yoktur. Ölüm, geri dönüşü olmayan sonsuz hayatın başlangıcıdır. İnsan, bu sonsuz hayattaki mekanlar üzerinde düşünmeli ve ahirette bulunmayı umud ettiği mekana ulaşmak için ciddi bir çaba göstermelidir. Ölüm ve sonrasını düşünmemek, insanı gaflete sürükler. Yüzeysel, derinliği olmayan, Allah’tan uzak bir yaşam, ahiretteki mekânın cehennem olmasına vesile olabilir.

İman eden kullar ise, sabah kalktıkları andan itibaren, düşünmeye başlarlar. Şuursuz uyku halinden sonra, yine sağlıklı bir bedenle güne başlamak, müminler için şükür vesilesidir. Çamurlu topraktan çıkıp da mis gibi kokan bir gülü düşünmek, küçücük bir tahta parçası olan tohumun renk renk, farklı koku ve tatlarda meyve ve sebzelere, çiçeklere dönüşmesi üzerinde düşünmek, Allah’a yakınlıklarını artıran vesilelerdir. Müminler ölüm ve sonrası üzerinde de çokça düşünürler ve bu konuda hazırlık yaparlar. Allah, pek çok ayetinde, insanları bu konular üzerinde düşünmeye sevk eder.

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi – 191)

Çiçekleri düşünün, her biri farklı ve muhteşem kokulara sahiptir. İnsanlar, çiçeklerdeki bu kokuları elde edebilmek için, laboratuarlarda uzun çalışmalar yaparak parfüm elde ederler. Ancak hiçbir parfüm, çiçeğin orijinali kadar güzel kokmaz. Allah, parfümü şişede değil de insanın bedeninde de yaratabilirdi. Ancak insan bedenindeki acizlikler olmasa, çevresindeki her şey mükemmel olsa, o zaman insanın cennete özlem duymama riski oluşurdu. Oysa düşünen insanların, kendilerindeki aczi gördükçe cennete olan özlemleri artar.

O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için. (Furkan Suresi – 62)

“Size verdiklerimize sımsıkı sarılın ve onda olanı düşünün, ki sakınasınız.” (Araf Suresi, 171) ayetinden de anlaşıldığı gibi düşünmek, beraberinde sakınmayı da getirir. Sakınanlar ise gerçek kurtuluş ve mutluluğa erecek olanlardır. Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Cmt Mar 10, 2012 1:33 pm
 
Foruma git
Konuya git

Bir Miniğin Ramazan Günlüğü...

Ramazan 1

Bu gün evde bir acaiplik var.
Herkes sessizce işine okuluna gidiyor.
Annem 'Zeynep hadi sana kahvaltı hazırlayalım' dedi.
Kimse yemek yemiyor, su içmiyor.
Ab lam bile!

Ramazan 5

Önce diyet yaptıklarını sanmıştım.
İzledim hepsini.
Akşama doğru hepsi sessizleşiyor.
Sofrayı hazırlayıp ezanı bekliyorlar.
Onları böyle seyretmek, öyle hoş ki.
Başka zaman, susmak bilmeyen ab lamın bu hali içten içe güldürüyor beni.
Ama gülmeye cesaretim yok.

Ramazan 9

'Niye böyle yapıyorlar?' Ablama sordum, 'Büyüyünce anlarsın..' dedi.
Zaten başka ne der ki…
Anneme sordum, Ramazan dedi.
Babama sordum, Oruç dedi.

Ramazan 11

Bu Ramazan ve Oruç isimli iki kişi, bizimkilere yeme-içme yasağı koymuş demek.
Arkadaşım Fatıma'ya sordum.
Onun ailesine gündüzleri yemek yemiyor su içmiyormuş.

Ramazan 14

Kaşık çatal sesleri, konuşmalar duydum.
Uyandım.
Babama haber vermeye koştum, yatağında yok!
Çaresiz, huysuz ab lamın odasına koştum.
O da yok!
Korkmadım, Ben bu hırsızların hakkından gelirim!' dedim.
Aldım elime paspasın sapını, aniden açtım mutfak kapısını.
Sopamı havaya kaldırdım öylece kaldım oracıkta.
Bizimkiler yemek yiyorlar!
Vay uyanıklar.
Gündüz Oruç ile Ramazan'dan korkup gece yiyorlar.
Birde üstüme gülüyorlar…
Korkaklar.

Ramazan 17

Önceleri, Oruç ile Ramazan'ı bulup şikayet etmeyi düşündüm.
Fakat ab lamın yemek yemedikçe pamuk gibi yumuşadığını fark ettim.
Babam ile Annem de artık tartışmıyorlar.
O zaman devam.
Belli ki Oruç ve Ramazan iyi kalpli iki amca.

Ramazan 19

Her gün bize beyaz başörtülü teyzeler geliyor.
Oturup birlikte Kur'an okuyorlar.
Her zaman ki gibi mobilyadan, gelinden, kaynanadan, konuşmuyorlar.
Ellerini açıp herkese dua ediyorlar.
Sevim teyze de başını örtmüş.
Çok da yakışmış

Ramazan 22

Her şey aynen devam ediyor.
Televizyonlar bile uslu uslu konuşuyor.
Hepsi akşam ezan okuyor.
İftar iftar deyip bütün şehir birden yemeğe başlıyor.
Ne hoş.

Ramazan 24

Oruç'u merak ediyorum.
Geçen gün Ayşe teyzem Annemle konuşuyorlardı.
Şöyle şöyle yaparsam Oruç bozulur mu?
Yok böyle olursa Oruç kaçar mı?
Demek ki Oruç, çok duygulu birisi.
İnsanlar kötü bir şey yapınca bozuluyor.
Kötülüğü gördüğü yerden kaçıyor.
Oruc'u ve Ramazan'ı artık iyice merak ediyorum.
Onlarla tanışmaya can atıyorum.

Ramazan 25

Bu günlerde herkes Kadir gecesinden bahsediyor.
Şimdiye kadar gecesi olan bir adam göremedim.
Bu Kadir de kim?
Bin aydan hayırlı gecesi varmış.
O gece uyumamak, namaz kılmak, Kur'an okumak önemliymiş.

Ramazan 26

İftarı çok sevdim.
Akşam yemek yemeye İftar diyorlar.
Gece yemek yemenin adı da Sahur.
İftar sonrası eğlenceler oluyor.
Babam camilere götürüyor bizi.
Herkes sokaklarda, camide, neşe içinde.

Ramazan 28

Merak içinde beklerken uyuyakaldım.
Kadir, gecesiyle beraber gelmiş gitmiş.
Ben göremedim.
Anlayamıyorum.
Bu yüzden ağabeyimi çok özlüyorum.
Ablama soru sormaya kalksam, bana doya doya gülüyor.
Sonra da arkadaşlarına anlatıyor, birlikte gülüyorlar.
Sinir oluyorum.
Abim uzak bir şehirde üniversitede okuyor.
'Abim ne zaman geliyor?' diye aneme soruyorum.
'Bayram gelsin, o da gelecek' diyor.
Oruç, Ramazan, gece gelen Kadir'den sonra şimdide Bayram!..
Soramıyorum 'Bayram kim?' diye.
Neden o gelmeden abim gelemiyor?
Belki de abimin arkadaşıdır.
Çok özledim abimi.
Bayram'ı da alsın gelsin tanışalım.

Ramazan 29 / Arefe

Sonunda bir hanım ismi duydum.
Arife diyemiyorlar mı ne?
Arefe diyorlar.
Niye Arefe?
'Arife' olması gerekmiyor mu?
Yengemin adı gibi yani...
'Arefe geliyor, daha temizliği bitirmedik.' diyor Annem.
Demek ki Arife teyze çok titiz.
İyice telaşlandılar.
Bir Bayram diyorlar, bir Arefe, harıl harıl çalışıyorlar.
Temizlik yapılıyor.
Yemekler hazırlanıyor.
Anneme 'Bayram ne zaman gelecek?' dedim, 'Arefe'den sonra' dedi.
Demek ki Bayram ile Arefe evli değil.
Akraba da değil.
Kafam karma karışık.
Salih abim bi gelse de her şeyi bana anlatsa.

Ve Bayram geldi

Sabah kalktığımda, herkesi kahvaltıda yakaladım!.
Oruç öldü heralde diye düşündüm.
Gece Abim gece gelmiş.
Sevinçten haykırdım.
Çok özlemişiz birbirimizi.
Bütün olanı biteni bir güzel anlattım Abime.
Yüzüme bakarken, bana tebessüm ettiğini gördüm.
Ablama sormamakla ne iyi ettiğimi anladım.
Abimin tebessüm ettiği yerde, kurban kahkaha atar.
Abime küser gibi yaptım, hemen gönlümü aldı.
Bana her şeyi baştan anlattı, bu sefer de ben gülmeye başladım.

***

Abimden söz aldım.
Kimseye anlatmayacak, konuştuklarımızı yazmak için izin istedi.
Ben de verdim..
Ramazan günlüğü işte böyle ortaya çıktı.
Abim buna bir de isim buldu: 5 Yaş Sendromu.
Sendromu anlamadım.
Ama olsun, Abime güveniyorum.
Gerçi Ablama göre 4 yaşındayım.
Annem 5 yaşında olduğumu söylüyor.
Babam daha 4 yaşından gün almadı diyor.
Abim bu konu beni aşar diyor.

Bayramı çok sevdim.
Ama Ab lam tekrar o sinirli haline dönecek diye, Ramazanın gidişine çok üzüldüm.

Bizim için her gün Ramazan olsa!..
Ne iyi olur
...alıntı...
__________________
Derman bekleyen yaralar
Sarılır gönül sarılır

Selam Ve Dua ile
ÖZGÜRLÜĞÜM , ALLAH(C.C.)'A KULLUĞUMDUR!
Asri_Saadet
Çar Mar 28, 2012 10:01 am
 
Foruma git
Konuya git

ÖLÜMÜN ADRESİ YOKTUR..

Sayın Sanalkahve dostlarım Yazıma merhum Yunus’un bir şiirinden alınan bölümle girmek istiyorum.

Ana rahminden indik dünya ya
Bir kefen aldık döndük mezara.

Hayatı sadece iki mısra ile ne kadar güzel özetlemiş merhum Yunus değil mi?Rahimden, Er Rahim’e dönmek aslında bu yolculuk.Er Rahim’den rahime,rahimden Er Rahim’e, yoksa bir döngü olmasın sakın!
Doğduğunda beyaz bezlere belenen bebekler yıllarca yaşayıp tekrar geldikleri yere dönerlerken bir defa daha beyaz bezlere belenerek dönüyorlar Yaradanın huzuruna.Beyazlık masumiyeti,temizlği temsil eder bilirsiniz.Gelinlik çağına gelen kızlarımız bembeya gelinlikle evlerinde çıkmayı murad ederler.Yani herkese; bakın ben tertemiz bir şekilde evimden başka bir eve misafir gidiyorum demek ister.İnsanda ilk doğduğunda tertemizdir aslında. Tertemiz geldiği yere geri dönmesi arzu edilir.Belki de yaşarken bedeni,ruhaniyeti ne kadar kirlenmiş olursa olsun bir insanı siyah,yada kahverengi bir kefenle öbür aleme göndermezler.Yine beyaz bez tercihedilir.Yine masumiyeti düşünülür,belki de Allah tan böylelikle de olsa bir af dilenmek istenir.
İki beyaz arasına karayı yerleştirmek çok kolay iken,beyazı yerleştirmek çok marifet ister.Çoğu zaman insan teeddüb eder yaptıklarından,pişmanlıklar yaşar,gelgitler dolanır içinde derinden derinden,ne beyaz olmayı becerebilir,ne kara olmayı.Kaderi gri bir yaşamdan ibaret olur böylelerinin.Araf halinin temmsilcileri gibi görürüm ben böyle insanları.Yeteneksizliklerinden değildir yaşadıkları,belki de bir kaçamak sevdasıdır yaptıkları,kendilerini aldatma pahasına da olsa.Düşünmezler sonucunu.O an ki rahatlık mest eder onları,bilmezler ki asıl rahatlık varacakları daimi yerdedir.Sadece başta nefsim olmak üzere acırım bu hallere.Düşeriz bizlere yakışmayan hallere,düşeriz gıybet makinalarının bıtıraklı dillerine.
Ölümün yaşı yoktur.Tefekkür ederim bazen.Doğmadan anne rahminde ölen bir çocuğu,düşünürüm daha beş yaşına gelmemiş kurşunlar yemiş çocuğu,ya da ömrünün gencecik baharında telli duvaklı gelin olamadan giden kızcağız ya da damatlığı görülmeden şehit olan yiğit delikanlıları.Var mı,bana söylermisiniz ?bunların ölümlerinin yaşla,tecrübeyle,sağlıkla alakası.İlla yetmiş yaşına gelmek,illa emekli olmak,illa hedeflerini gerçekleştirmeden ölmemek diye bir şey.
Bazen elli çeşit hastalığa düçar olan bedeninle ölümü beklerken,ölüm oyun yapar sana.Seni hastalıktan değil,trafik kazasından alır götürür.Beklenti ne iken sonuç ne oldu?Aldanmamak lazım sağlık,sıhhat afiyete,kenserli bir hasta yıllarca yaşarken,sağlıklı bir kişi bir deprem anında ölümü soluklayabilir ansızın.
Ölüm kol geziyor,caddelerde,evlerde,ilaç kokulu hastanelerinin koridorlarında,bindiğiniz arabada.sayayım mı daha?Analdınız aslında nedemek istediğimi siz.Hayat dalaga geçilecek bir arena değildir.Aslanlarpençelerini bileleyip dururken siz kendinizi nasıl güvende hissedebilrisiniz,söylermisiniz bana?
Bir pamuk ipliğine bağlı yaşam sürerken,hayata neden tonlarca ağırlıkla bağlanmaya çalışrsınız?Bu bir tezat değil midir?Neden hep dünya,dünya der durusunuz.Dünyaların çift olduğunu söyleyen olmadı mı sizlere?Adalet için terazinin dengeli olması lazım iken,neden terazinin bir gözü hep ağır basar dünyanızda, bunun hiç muhasebesini yaptınız mı?Sorular,sorular,sorular..Önemli olan bu sorulara mantıklıca cevaplar.
Şeytanın sofrasından nemalanmak marifet olsaydı,bizlere öyle biryol çizilirdi.Yol gittiğiniz yolmu dur,yoksa paralel bir yolu gerçek mi sanıp aldanıyorsunuz!
Evet sevgili dostlar; yaşamın hak olması gibi,ölmek te bir haktır.Eğer bedeninizde bir ruh emaresi varsa ölmekte en tabii hakkınızdır.Ama ölmeden önce ölmeyi hiç denediniz mi?Bunu elbetteki ibret ve tefekkür babında söylüyorum.Afedersiniz ağızdan yedikleriniz belli bir süre başka yerlerden geri çıkıyorsa,bu hayat yemeye,içmeye dayalı bir hayatsa,ya da benzini olmayan bilmem kaç milyarlık arabanın benzinsiz bir milim dahi ileri gidemeyeeceği düşünülürse bu nasıl bir hayattır düşünmek lazımdır!Demek ki hayat sadece madde olmamalıdır.Hayat sadece midenin şişkin olması da değildir.Bunun bir de mana yönü vardır.Bedeni tıka basa doyarken,ruhunu aç bırakan insanlara şaşarım.İşte tam bu noktada sözüm onlaradır.Beyler kaçtığınız ölüm pusu kurmuş sizi bekliyor,haytınız tehlikededir,lütfen gereken tedbirlerinizi alınız.Ölümün sizi ne zaman,nerede ziyaret edeceği hiç belli olmaz.Çünkü ; ÖLÜM ADRES SORMAZ...Rabbim bizlere ölümün hayırlısını versin inşallah amin ecmain Hacegan...
Hacegan__
Sal Mar 27, 2012 5:31 am
 
Foruma git
Konuya git

OKU......

İlahi emir: "- Oku…"
- Kime?
- Hiç okuma bilmeyen Hz. Muhammed’e(s.a.v).
- Sadece Hz. Muhammed’e(s.a.v) mi?
- Elbette hayır.
- Peki, emir kime?
- O’nun şahsında tüm insanlığa.

Dikkat!
Arap, Türk, Müslüman, Musevi, Hıristiyan ayrımı yapmadan tüm insanlara.
- Peki, bu ilahi emre kulak verip yeterince okuyor muyuz?

Bir kardeşiniz olarak maalesef üzülerek itiraf etmeliyim ki; pek okuduğumuz söylenemez.

Nasrettin Hoca’nın oğluna söylediği "-Benim oğlum mine okur, döner döner yine okur" kabilinden okuduğumuz üç beş kitabı her defasında hatırlarız ama en ufak bir ekleme yapmayız üzerine. Sanki okuma işi bitmiştir bizim için. Toplum olarak ta böyleyiz. Okuma alışkanlığı olmayan toplumlardan klasik denebilecek yazılı eserlerde beklenemez. Çorum halk türkümüzde "Hem okudum hem de yazdım" diye başlar türkü. Demek ki önce çok okuyacağız. Ayrım yapmadan. Hatta ailecek okuma saatleri düzenleyip sıradan sesli bir şekilde önce aile reisi olarak anne, baba sonra çocuklarımız bir kitabı alıp en azından birkaç sayfa da olsa okumalıyız. Bu okuma çalışmaları zamanla alışkanlık yapacaktır bizde.

Sakın vaktimiz yok demesin kimse. İnce eleyip sık dokuyalım lütfen. Televizyon karşısında geçirdiğimiz onca zamanın birazını okumaya ayıramaz mıyız? Küçük yavrularımız çizgi film hastası oldular. Öyle ki; anneleri yemek yedirebilmek için mutlaka çizgi film açıp, çocuk filme bakarken kendinden geçtiği için annesi ağzına lokmaları peş peşe vermekte güya bebeğini doyurmakta. Oysa yavrucak çizgi film izlerken kendinden geçmiş yemek yediğinin bile farkında değil. Alışkanlıkların küçük yaşlarda kazanıldığını hepimiz bilir, birde "ağaç yaşken eğilir" diye bildiğimizi pekiştiririz de; yavrularımıza küçük yaşta okuma alışkanlığını kazandırmak için en küçük bir gayrette bulunmayız.

Sevgili dostlar;

Bazen bir fırsat bekleriz işlerimizin daha yolunda gitmesi için. Belki de çoğu ömrümüz fırsat beklemekle geçer. Oysa şu anı değerlendirmek daha anlamlı olmaz mı?
Bir dörtlük çalışmamda şöyle demiştim:

Dün geçmiş zaman, yarınsa gelecek…
Bu günü dünden yakalamalısın.
Mademki her canlı bir gün ölecek,
Seni yaratana kul olmalısın.

Öyle değil mi?
Bugünlere dün denen zaman diliminden gelmedik mi?
Yarına çıkmaya kim garanti verebilir?
Madem doğduk o halde ölüm muhakkak.
O zaman bize yapmamız gereken bir iş kalıyor. İlahi emre kulak verip " Oku" emrine bu günden tezi yok sıkıca sarılıp bir daha bırakmamak.

Belki de beklediğimiz fırsat gelmiş geçmek üzere. Gidelim bir kitapçıya en sevdiğimiz kitapları alalım ve başlayalım okumaya Allahın emrini yerine getirelim inşallah amin ecmain Selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Sal Mar 27, 2012 12:36 pm
 
Foruma git
Konuya git
cron