38 sonuç bulundu

Geri dön

ALLAHIM SANA MUHTACIM....

"... Rabb’im, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." (Kasas Suresi, 24)

Rabbim acizim; Sensin gücü kuvveti veren. Fakirim; Sensin rızkımı veren. Sen’den gelecek her nimete muhtacım. Rabbim Sen’sin Kendisine ihtiyaç olunan ve Kendisinden yardım beklenen...

Yalnızca çaresiz kaldığımızda değil, her durumda Allah’ın varlığını ve sonsuz kudretini hissederek dua etmeye ihtiyacımız var. İmtihan gereği aciz yaratılmış bizlerin, duaya muhtaç olmadığımız bir an bile yok. Çünkü Rabb’imiz dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyiz. Ancak Allah’ın lütfu ve rahmeti sayesinde yaşayabiliriz.

Allah ise, Kendisi’ne yegâne sığınılan, ihtiyaç olunandır; Müstean’dır. Kendisi’nden yardım beklenilen yalnızca O’dur. O dilemedikçe biz ne kendimize ne de bir başkasına yardım edemeyiz. O diler, "Ol!" der ve olur.

Bizi düzgün bir surette, vücudumuzdaki muhteşem sistemlerle yaratan, gökten suyu indiren, rızık bağışlayan, hastalandığımızda şifa veren, gökten yere bütün işleri evirip çeviren yalnızca Allah’tır. Rabb’imiz nimetlerini kıssa ya da bir musibet dilese bizi bundan koruyacak yoktur. Bizim için bir hayır dilese buna engel olabilecek yoktur. Yardım istenen yalnızca O’dur. Hayır O’nun elindedir. Yalnız insan değil tüm kâinat Allah’a sığınır, O’ndan yardım diler, O’nu över, yüceltir.

Kur’an, insanın ve tüm yaratılmışların imtihan gereği acz içinde ve yardıma muhtaç olduklarını, Allah’tan başka yardım dilenecek hiçbir güç ve nesne olmadığını birçok ayetiyle haber verir. Söz konusu Kur’an ayetlerinin bazıları şöyle:

Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?

Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeye.

Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir.

Allah’tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler.

Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: “Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın.”

Hiç şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah’tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor.

O’ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de. (Araf Suresi, 191-197)

Korunma ihtiyacında aciz bir bedene sahip olmamız, gözle görülemeyecek kadar küçük mikrop ve virüslerin bedenimize zarar verebilmesi, hayatımız süresince sürekli bedenimizi temizlemek, ona bakım yapmak zorunda olmamız ve bedenimizin zamanla yıpranıp, yaşlanması; bu saydıklarımın her biri belirli bir amaca göre özel olarak yaratılmıştır. Allah insana acizliğini hatırlatacak her detayı özel olarak var etmiştir. Bu özel yaratılış, insanın kulluğunun ve dünyadaki her şeyin geçici olduğunun farkına varabilmesi içindir.

Bu gerçek, dünyaya körü körüne bağlanmak yerine, bizi gerçek yurt olan ahirete, kusursuz yaratılmış sonsuz cennete yöneltmeli. Bunun hikmetleri üzerinde düşünmemiz, geçici ve eksik yaratılmış bu dünyaya bağlanmak yerine, sonsuz ahiret için hazırlık yapmamız gereklidir. Soluk almamız bile Rabb’imizin dilemesiyle; ne kadar muhtacız...

Ey insanlar, siz Allah’a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ganiy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. (Fatır Suresi, 15) Rabbim bizleri kendisinden başka kimseye muhtaç ve mahçup etmesin dert verip derman aratmasın inşallah amin ecmain selam ve saygılarımla Hacegan.....
Hacegan__
Pts Mar 26, 2012 1:55 pm
 
Foruma git
Konuya git

DUA EDELİM...

Sizi yaratan, akıl ve beden bahşeden, ruhunuza çeşitli zevkler yaşatan Allah’a yeterince yakın mısınız? O’na en son ne zaman dua ettiniz? Allah’a sadece zorluk anlarında mı dua ediyorsunuz, yoksa size olan yakınlığını bilerek O’nu sürekli anıyor musunuz? Cevabınız ne olursa olsun yapmanız gereken en doğru şey, “Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kaf Suresi -16 ) ayeti gereği, Rabbimizin bize çok yakın olduğunu ve “Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.” (Bakara Suresi -107) ayeti gereği de tek dostumuz ve yardımcımızın Allah olduğunu unutmamak olacaktır. Allah bir başka ayetinde ise, kullarına olan yakınlığını ve dua edenin duasına icabet edeceğini şu şekilde bildirmiştir:

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi - 186)

"Çağırmak, seslenmek, yardım istemek" anlamlarına gelen dua, Yüce Rabbimizle aramızda kurduğumuz önemli bir bağdır. Dua ederek, gücü sınırsız olan Allah’ın karşısındaki aczimizi kabul etmiş oluruz. "De ki: Duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?..." (Furkan Suresi - 77) ayetiyle, Allah katında değer bulmamıza vesile olan dua ibadetinin önemini de anlamış oluruz.

Dua, çoğu insanın olumsuz bir olay karşısında elinden geleni yapıp, artık yapacak bir şey kalmadığında başvurduğu son çaredir. “Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür.” (Adiyat Suresi -6) ayetinden de anlaşıldığı gibi insanların çoğu, duasına icabet edip kendilerini zor durumdan kurtaran “…Allah’ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler…” (En’am Suresi -91) İnsanların bu nankör tavrı, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmiştir:

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi - 12)

Oysa insan, sağlıklı iken ve hayatındaki her şey yolunda giderken de Allah’a dua etmeli ve bütün bunlar için şükretmelidir. İbadetlerin tümünde olduğu gibi duada da sabırlı ve kararlı olmak, Kuran’a en uygun tavır olur. "Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu şüphesiz, huşu duyanların dışındakiler için ağır bir yüktür." (Bakara Suresi, 45) ayetinden de anlaşıldığı gibi sabır ve namazla yardım dilemek Allah’ın bir emridir. Ancak Rabbimizin Enbiya Suresi 37. ayette bildirdiği üzere, insan aceleci olarak yaratılmıştır. Her konuda hemen sonuca ulaşmak isteyen insan, dualarının da anında kabul edilmesini ister. Duası istediği yönde gerçekleşmediğinde ise dua etmekten vazgeçer. Bu nedenle sabır ve kararlılıkla dua etmek, huşu duyanların dışındakilere ağır gelir.

Oysa müminler dua ettiklerinde Allah’ın kendilerini işittiğini ve kesin olarak dualarına icabet edeceğini bilirler. Olayların tesadüfen değil, Allah’ın belirlediği kadere göre geliştiğinin farkındadırlar. Bu nedenle dualarının karşılıksız kalacağı gibi samimiyetsiz bir ruh halinde olmazlar.


Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. (Mü’min Suresi – 60)

Allah, bir başka ayetinde ise "... sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden..." (Neml Suresi, 62) sıfatını hatırlatmaktadır. Bu da samimi duaların Allah katında karşılık göreceği anlamına gelir.

İmam Rabbaninin bu konudaki sözleri ise şöyledir:

"Bir şeyi istemek, ona nâil olmak (onu elde etmek) demektir; Zirâ Allahû Teâlâ kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez." İmamı Rabbani

Unutmamak gerekir ki Allah, insanın aklından geçirdiği dua mahiyetindeki tek bir düşünceyi dahi karşılıksız bırakmaz. Duaya icabet, duanın aynen gerçekleşmesi anlamına gelmez. "İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua eder, insan pek acelecidir." (İsra Suresi, 11) ayetinden de anlaşıldığı gibi kişi, kendisine zararı dokunacak bir konuda dua edip, bunun hiç farkında olamayabilir. Allah duasına istediği yönde icabet etmediği için, duasının kabul olmadığını zanneden kişi, büyük bir yanılgı içindedir. Zira Allah merhametinden dolayı, kulunun hayrına olacak şekilde duasına icabet etmiştir.

Duada istenilen şeyin geciktirilerek verilmesi, ya da istenilen yönde icabet edilmemesi Allah’ın, kullarının sabrını ve tevekkülünü bir denemesi ve onları imani yönden olgunlaştırması anlamına da gelebilir. (Allah en doğrusunu bilir)
Dua ile ilgili çok önemli bir konu daha vardır. Sözlü duanın yanı sıra, kişinin fiili olarak da çaba göstermesi oldukça önemlidir. Örneğin üniversite sınavını kazanmak için dua etmekle beraber, fiili bir çaba olarak sınav başvurusu yaparak ve düzenli bir çalışma ile sözlü duayı desteklemek gerekir. Allah her şeyi bir sebep sonuç ilişkisi ile yaratmıştır. “Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir? Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. Sonra biz güneşi ona bir delil kılmışızdır.” (Furkan Suresi - 45) ayetinden de anlaşıldığı gibi, Allah gölgeyi yaratmış ve güneşi de ona delil kılmıştır. Sonuca ulaşmak için sebeplere uygun olarak gerekli tedbirleri almak, ancak bunları etkili kılacak olanın Allah olduğunu bilerek, sabır ve tevekkülle sonucu Allah’tan beklemek en doğru tavır olur.

Kainatı yoktan var eden Allah için, yaşayan milyarlarca kulunun duasına icabet etmek çok kolaydır. Yeter ki bizler, bütün gücün Allah’a ait olduğunu bilerek, her duamıza icabet eden Rabbimizin dilemesi dışında hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceğini ve bir şeyin olması için ona yalnızca “Ol” demesinin yeterli olduğunu unutmayalım.
Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (Tekvir Suresi -29) Selam ve dua ile Allaha emanet olunuz Hacegan..
Hacegan__
Cmt Mar 24, 2012 3:59 pm
 
Foruma git
Konuya git

İÇİMİZDEKİ DÜŞMAN.

Sayın Sanalkahve dostlarım öncelikle şunu belirtmek isterim bu yazım bir kişi veya kişileri hedef alınarak yazılmış bir yazı değil yaşadığım şahit olduğum olaylardan sonra böyle bir yazı yazmak içimden geldi tabiki sizlerin hoşgörüsüne sığınarak.Başkasına hükmeden kuvvetlidir ancak kendisine hükmeden kudretli dir bizlerinde kudretli olması gerekmez mi? Bencil ve kıskanç insanlar, başarılı insanları çekemezler. Bu tip insanlar birilerini çiğneyerek ve ezip geçerek yer kapmaya çalışırlar. Bu doğuştan hastalıklı ve çevresinden ahlaksızlık kültürüyle beslenen bünyeler kendi suçlarını- açıklarını kapatabilmek için başkalarına karşı ezme ve yok etme hileleri geliştirirler.

Sağı solu tarar, öküzün atında buzağı arar.
Çünkü erdemsiz insanlar için çok kolaydır (kuru-ıslak), iftira atmak. Bu insanlar, hiç alakasız sebeplerle, umulmadık şeylerden sinsice şüphelenen, önyargılı, bencil ve birazda fesat düşünen, her eylemin üstüne art niyetle giden kişilerdir. Hiç olmayacak yerde olmayacak sebeplerde suç ve suçlu ararlar. Bu bir nevi sihirbazlık, ortada yok olanı var gösterme, var olanı yok etmeye çalışmaktır. Yani büyük haksızlık ve ahlaksızlıktır.

Egosunu kontrol edemeyen alçak insanların yapmayacağı kötülük yoktur. Toplumda alnının teriyle, elinin emeğiyle bir yerlere gelmiş başarılı insanları yıkacak, karalayacak, iftiralarla hayatlarını karartacak ve yaşamaktan bıktıracak kadar da acımasızdırlar.

Kötülüklerinin başında iftira gelir. Siz temizlenmeye çalıştıkça, o kafasındaki kötü kurgularıyla sizi daha çok tüketmeye çalışır ve sizi izlerken de pis pis güler. Çünkü yalanla yoğurduğunu pişirmiş ve kendisi gibi riyakarlara yutturmuştur artık. Sizin suçsuzluğunuzu kanıtlama çırpınışlarınız ve dünyanızın kararması ona zevk verir. Amacına ulaştığı anda da, aşırı mutlu olur, çünkü egosunu tatmin etmiştir, karşısındakine azap çektirmede başarılı olmuştur artık.

Çamur atmak, leke bırakmak ve uğraştırmak ve daha kötüsü ele güne rezil rüsva etmek çabasıyla yoğrulmuş, insan kötüsüdür bunlar. Seviyesizdirler, sadisttirler.Biliyor görünen zır cahildirler. Toplumun pislikleridirler. Toplum için şer kaynağıdırlar. Tipik halk düşmanıdırlar.

Pirim vermemeli. Bilinçli olmalı.
Yaptıkları yüzlerine tükürülmelidir ki; toplum zehirlenmesin, daha çok zarar görmesin.Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Pzr Mar 25, 2012 5:13 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: YEŞİL EVREN 101 de Kompozisyon Yarışması

Dost bazan minik bir kuş
Bazan var olmayan sevgili
Kimi zaman saksıda bir çiçektir
Ama asıl dost seni senden çok düşünendir
Herkes seni terketse yalanlasada asla başkasına inanmayan sana sırtını dönmeyendir dost..
... Dost canda candır kanında kandır.
Dost senle enson lokmasını açda kalsa paylaşandır..
Herkesin seni önyargıyla terkettiğinde senin yanından ayrılmayan
Dünya tersine dönse asla dostum onu yapmaz diyendir..
Dost dertlere dermandır dost güneş gibidir gördüğünde içini ısıtır.Vefalı dostubulmak çok zordur .Vefalı sadık dost deryada inci gibi nadirdir o pırlanta gibidir..Gerçek dostunuz sizi her zaman sevendir her şeye rağmen sevgisi verdiği değer artandır..Böyle dostunuz sevdiğiniz sevgiliniz varsa dünya üstünüze gelse vız gelir..sizonla dünyaya meydan okursunuz ..selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Pzr Mar 04, 2012 9:59 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: YEŞİL EVREN 101 de Kompozisyon Yarışması

Tutku ablacığım önce size teşekkür ederim dostların dostluğun unutulduğu bu zamanda böyle bir konuyu gündeme taşıdığınız için.

Dostluk bir kasa olsaydı acaba ne saklardım öncelikle dostuma sunacağım bir yürek dostuma vereceğim bir güven ve yalansız sevgimi koyardım şüphesiz.
Hacegan__
Pts Mar 05, 2012 8:39 am
 
Foruma git
Konuya git

DEĞİŞEN ZAMAN MI? YOKSA BİZLER Mİ.....?

Evet teknoloji çağında yaşıyoruz...Herşeyimiz var...Evlerimizde Bilgisayar, Televizyon, Şahsi telefonlarımız, Bir sürü araç bizim hizmetimize sunulmuş...
Bukadar teknolojinin içinde rahatımız yerindemi?
Huzurumuz varmı?
Sağlığımız yerindemi?
Yeterince iletişim kurabiliyormuyuz?
Alilemize dostlarımıza yeterince vakit ayırabiliyormuyuz?

Şöyle bir göz atacak olursak bizlerden neler aldı yada neler kazandırdı..Evet bizlere birçok faydası var ..İnkar edilemeyecek kadar çok..
Ama düşünelimki evimize bir konuğumuz geldi akrabamız, dostumuz vs...Nasıl bir iletişim kuruyoruz...Evdeki sohbet muhabbet ortamı nasıl...
Genellikle tv açık, gözler tv’de herkez oraya odaklanmış bişeyler izliyor. Gençlerde bilgisayar başında oturmuş sanal iletişimde...
Ama konuğumuz bizi görmeye gelmişti..Muhabbet edicektik biz...
Ev sahibide menun, konukta memnun durumdan..

Neden bu hale geldik diye sorguluyorum bazen..Ben kendi hayatımda Yaşlı büyüklerimi dinlemeyi çok seviyorum..Onların anlatım tarzlarını çok seviyorum..
Ve eski yaşam tarzlarını anlatınca...Bir yaşlı diyor ki

-Evlerimizde ışık yoktu...Gece gaz lambalarının ışığında oturduk...Eve gelen misafirlerle öyle bir muhabbet ortamı olurduki..Sohbet bambaşkaydı..
İçilen çayın tadı bile bambaşkaydı...Akraba ziyareti vardı...Eski zaman çok başkaydı çok diyorlar..

Pekala değişen zamanmı? Yoksa bizlermi?

Çokmu meşguluz? Birbirimize vakit ayıramıyoruz..

İşlerimiz hiç bitmiyormu? İşlerden kalan vakitte yapılan şey nedir?

İşlerimizden kalan vakitte yapılan herkez evine çekiliyor ya tv başında yada pc....

Yine eski bir büyük söylüyor..Yaklaşık 20-25 yıl öncesi diyebilirim...

-Apartmanda kimsenin evinde televizyon yoktu..Sadece falanca kişi almıştı..Ve akşamları onun evine televizyon izlemeye giderdi herkez..

Sorunlar böylemi başladı diyorum bazen...Sonra yavaş yavaş diğer komşularda aldı tv...Ve artık herkezin kendi evinde var ..Kimsenin birbirine gitmesine gerek yok..
Akşam olunca herkez kendi evine çekilip tv izleyebiliyor....Yada pc başında oturabiliyor..

Yanlış anlaşılmasın bu arada..Tv’yi suçlamıyorum..Yada diğer teknoloji aletlerini..

Ya biz bu teknoloji aletlerini gereğinden fazla hayatımıza soktuk, Yada kulanmasını bilmiyoruz...

Ama şuna inanıyorum...Tv geldi evdeki sohbet ortamı kalktı..Sadece akraba içi iletişimde değil..Aile içindede aynı bu durum..
Baba yorgun geliyor geçiyor tv başına...Çocuklar pc başında, annede gün boyu yorgun düşmüş zaten...

Yani herkez kendi aleminde ..........

Tekrar soruyorum ...Değişen zamanmı? Yoksa bizlermi? Bundan sonrasına siz karar verin selam ve saygılarımla.Hacegan
Hacegan__
Pzr Şub 05, 2012 7:16 pm
 
Foruma git
Konuya git

Cuma ile ilgili çeşitli sorular....

Sual: Ezan okunurken ve Cuma vaktinde alış veriş yapmak mekruh mudur?
CEVAP
Evet, mekruhtur. Alış verişin kendisi helaldir. Yani alınan mal mekruh değil, helaldir; fakat Cuma vakti ve ezan okunurken alış veriş yapan, mekruh işlemiş olur. (Dürer)

Cuma günü alış veriş
Sual: Cuma günü öğle ezanıyla imam selam verinceye kadar olan zamanda alışveriş yapmak mekruhtur, ama iş gereği, dükkânı kapatamıyoruz. Cuma namazı farz olmayan çocuklar alışveriş yapsa caiz olur mu?
CEVAP
Evet, caiz olur.

Sual: Cuma günü oruç tutmak sünnet midir?
CEVAP
Cuma günü oruç tutmak müstehaptır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cuma günü oruç tutan için, on ahiret günü oruç sevabı yazılır.) [Beyheki]

Bazı âlimlere göre, yalnız Cuma günü oruç tutmak mekruhtur. Bir hadis-i şerif meali:
(Yalnız Cuma günü oruç tutmayın! Perşembe veya cumartesiyle beraber tutun.) [Buhari]

Bunun için, cuma günü oruç tutmak isteyenin, perşembe veya cumartesi günü de tutması iyi olur; çünkü sünnet veya mekruh denilen bir işi yapmamak gerekir. Cumartesi günü oruç tutma imkânı olmazsa, cuma günü tek tutmak mekruh olmaz.

Sual: Cuma namazı kılınmayan mezra denilen köylerde ve İslamiyet ile idare edilmeyen yerlerde, öğle namazı kılarken ikamet okunur mu?
CEVAP
Evet okur. (Redd-ül-muhtar)

Sual: Cuma kılınmayan mezra denilen küçük köylerde cemaatle öğle namazını kılmak caiz olur mu?
CEVAP
Evet caizdir. (Fetava-i Abdurrahim)

Sual: Cumanın sahih olduğu yerlerde, öğleyi cemaatle kılmak ve ikamet okumak mekruh olur mu?
CEVAP
Evet mekruh olur. (Redd-ül-muhtar)

Sual: Seferi olanın Cuma namazı kılması farz mıdır?
CEVAP
Seferi olana Cuma kılmak farz değildir. Fakat kılarsa farz sevabını alır. (Hindiyye)

Sual: Kadınların Cuma günü, öğle namazını evlerinde kılabilmeleri için cemaatin camiden çıkmalarını beklemeleri şart mıdır?
CEVAP
Şart değildir. Diğer günlerde de böyledir. (Hidaye)

Sual: En az 6 ay kalmak niyetiyle ABD'ye gelen kişi normal vakit namazlarını seferi olarak mı kılmalı?
CEVAP
15 günden fazla kaldığı yerde normal kılar.

Sual: Kadın için bayram ve Cuma namazı farz olan bir mezhep var mıdır?
CEVAP
Şafii ve Maliki'de bayram namazı sünnet, Hanefi'de vaciptir.
Cuma namazının yalnız erkeklere farz olduğu çeşitli hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Bunlardan biri şöyle:
(Cuma namazı, köle, kadın, çocuk, hasta olan kimse hariç, her Müslümana farzdır.) [Ebu Davud, Hakim]

Bayram namazının şartları da Cuma namazının şartları gibidir. Bu bakımdan Cuma namazına gitmeyen kadın, Bayram namazına da gitmez.

Erkeklerin camide cemaatle namaz kılmalarının, evde kıldıkları namazdan 27 derece daha fazla sevap olduğu, kadınların ise, evde namaz kılmalarının, camide namaz kılmalarından daha çok sevap olduğu hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.

Sual: Mahkumların Cuma günü öğle namazını cemaatle kılmaları mekruh olur mu?
CEVAP
Mahkumlara Cuma kılmaları farz olmadığı için, öğleyi cemaatle kılmak mekruh olmaz.

Sual: Hutbeleri nutuk çeker gibi okumak caiz mi?
CEVAP
Hutbeye dünya sözü karıştırmak haramdır. Hutbe nutuk, konferans şekline sokulmaz. Hutbeyi nutuk çeker gibi, şiir söyler gibi okumak caiz değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Şairlerin şiirlerine itina ettikleri gibi, hutbedeki konuşmasına itina edenlere Allah lanet etsin!) [Taberani, İ.Ahmed]

Sual: Camiye, Cuma namazına gidince namaza yeni başlanmışsa ne yapmak lazım?
CEVAP
Camiye girince eğer imama ilk tekbirde yetişeceğini zannederse sünnete kılmaya durur, ilk tekbire yetişemeyeceğini zannederse sünneti kılmaz.

Cuma günü ise, imam minbere çıkmadan sünneti yetiştireceğini zannederse sünneti kılar, zannetmezse sünneti kılmaz. Sünnet ile farz, farz ile sünnet arasında konuşulmaz. İmam hutbede iken de konuşulmaz. Hadis-i şerifte sus diyenin namazı yok buyuruluyor, sevabı olmaz demektir.

Sual: Çeşitli sebeplerden dolayı, Cuma namazlarını kılamayanın kaza etmesi gerekir mi?
CEVAP
Cuma namazı kaza edilmez, o günkü öğle namazı kılınır.

Sual: Cuma namazının ilk sünneti ne zamana kadar kılınır?
CEVAP
Hutbe başlayıncaya kadar kılınır. Hutbe okunurken kılınmaz. Eğer hutbe başlayana kadar yetiştirilememişse, Cumanın farzından sonra kılınır.

Sual: Cuma namazındaki sünnetleri kılarken kazası olan, kazaya da niyet eder mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Cuma namazı hutbesinde imam hutbeyi bitirdikten sonra dua ediyor, âmin dememiz gerekir mi?
CEVAP
Açıktan âmin demek caiz değildir. Namaz kılar gibi sessiz durmak gerekir.

Sual: Şafii imam, Şafiilere sonra Hanefilere Cuma kıldırsa caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Eda şartlarından biri noksansa Cumaya gitmek lazım mı?
CEVAP
Fitneye sebep olmamak için gitmek lazımdır.

Sual: Cuma namazında iç ezanı, cemaatin tekrarlaması lazım mı?
CEVAP
Sadece dinlemesi lazımdır. Tekrarlamaz.

Sual: Hutbeye çıkarken yüksek sesle dua okumak bid'at mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Hutbeyi kağıttan okumak mekruh mu?
CEVAP
Hayır.

Sual: Seferi imam, mukim cemaate Cuma namaz kıldırır mı?
CEVAP
Evet.

Sual: Mescidimiz küçük, etrafta cami de yok. Cuma namazında, birinci cemaat çıktıktan sonra, ikinci cemaat olmak caiz mi?
CEVAP
Hayır.

Sual: Cuma sahih olmayan yerde, Şafii mezhebi taklit edilip kılınsa farz sevabı alınır mı?
CEVAP
Evet.

Sual: Cuma hutbesinde bağdaş kurup oturmak uygun olur mu?
CEVAP
Caizdir.

Sual: Cuma günü cami içinde niye ezan okunuyor? Dışarıda okunması yetmiyor mu?
CEVAP
Cami içinde okunmasını Peygamber efendimiz emretmiştir. Birinci ezanı ise Hazret-i Osman emretti. Hulefa-i raşidinin sünneti Peygamber efendimizin sünneti demektir.

Resulullah ile Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’in devrinde Cuma günü ilk ezan imam minbere çıkıp oturduğu zamanda idi. Hazret-i Osman halife olup, insanlar çoğalınca, dışarıda birinci ezanın okunmasını emretti. (Taç)

Hazret-i Osman hulefa-i raşidindendir. Onun sünneti de dinde senettir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Benden sonra ihtilaflar çıkacaktır. İşte o zaman sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine uyun! Onlara azı dişinizle ısırır gibi sımsıkı sarılın!) [Tirmizi]

Sual: Hutbelerin Türkçe olmasının ne mahzuru var?
CEVAP
İbni Abidin hazretleri, (Hutbeyi, Arabiden başka dil ile okumak, başka dil ile iftitah tekbiri almak gibi tahrimen mekruhtur) buyurdu. Hindistan âlimlerinden Muhammed Viltori hazretleri de (Hutbelerin bir kısmını bile Arabiden başka dil ile okumak bid'attir) buyurdu. (El-edille)

Eshab-ı kiram ve Tabiin-i izam, bid’at işlememek için, Asya ve Afrika’da, hutbeleri hep arabi okudu. Halbuki, dinleyenler Arabi bilmiyordu. Bunun için, Osmanlı âlimleri, 600 yıldır, hutbelerin, kabul olmayacağını bildikleri için, Türkçe okunmasına izin vermediler. Cuma vaazları koydular. Bu vaazlar, namazdan önce veya sonra, hutbenin manasını anlatırdı. Hutbe böylece öğrenilirdi.

İlk Cuma namazı
Sual: İlk Cuma namazı nerede ve hangi camide kılındı?
CEVAP
Resulullah efendimiz, ilk Cuma namazını Medine ile Kuba arasında (Ranona) vadisinde bulunan Mescid-i Cuma isimli camide kılmıştır.

Sual: Cuma günü ezandan önce, sala okumak, caiz midir?
CEVAP
Melik Nasır bin Mensur, hicri 700 yılında, Cuma ezanından önce, minarelerde salat-ü selam okuttu. (Mirat-ül haremeyn)

Bu tarihten sonra gelen âlimler, buna bir şey demedikleri için, Cuma günü salat okunmasına bid’at denmez.

Cenaze olduğunu bildirmek için, salat okumak ise, bid’attir. (S. Ebediyye)

Sual: (Cuma geceleri evde helva yapıp kokutmalı, ruhlar eve kokusuna gelir) sözü uydurma mıdır?
CEVAP
Evet.

Sual: İmamın, Cuma namazının ilk sünnetini minberin önünde kılması sünnete uygun mudur?
CEVAP
Uygun değildir. Minberin sağ yanında kılması sünnettir.

Camide istiğfar
Sual: Camide, cuma akşamları cemaate istiğfar ettirmek uygun olur mu?
CEVAP
Cemaate öğretmek niyetiyle yapılması uygundur.

Seferi imam
Sual: Seferi olana Cuma namazı kılmak farz olmadığı halde, seferi olan kimse, Cuma namazını kıldırabilir mi?
CEVAP
Evet, kıldırabilir.

Hutbeyi kılıçla okumak
Sual: Bazı imamlar hutbeyi kılıçla okuyor. Böyle bir şey var mı?
CEVAP
Evet, Mekke ve Bursa gibi, savaşla alınan şehirlerde, imam, minbere çıkarken sol eline kılıç alır. Kılıca dayanarak okur. (S. Ebediyye)

Hutbe dinlerken
Sual: Hutbe dinlerken, konuşulmaz ve bir şey okunmaz, ama bugünkü hutbelerde, ağaç dikmek, kalkınmak gibi şeylerden de bahsediliyor, üstelik Arapça da okunmuyor. Kalbi temizlemek niyetiyle içimizden kelime-i tevhid okumamızda sakınca olur mu?
CEVAP
Hutbe Arapça da okunsa, namazdan oruçtan da bahsedilse yine kalbden okununca zararı olmaz.

Yabancı ülkede cuma
Sual: Almanya, Fransa gibi gayrimüslim bir ülkede cuma namazı kılmak farz olmadığına göre, orada kırk kişi varsa, Şâfiî mezhebi taklit edilip kılınsa farz sevabı alınır mı?
CEVAP
Evet, sahih olur.

Müslüman olmayan bir ülkede, Müslümanlar, bir imam seçerek cuma namazı kılsalar, Hanefî mezhebine göre de namazları sahih olur. (İbni Abidin)

Hutbe dinlerken
Sual: Hutbe dinlerken, (Takkeni unutmuşsun, şurada boşluk var, safları doldur) gibi şeyler söylemenin, konuşmanın mahzuru olur mu?
CEVAP
Hutbe dinlemek namaz gibidir. Namazda yapılmaması gereken şeyler, hutbe dinlerken de yapılmamalı. Yer değiştirmek, konuşmak, konuşana sus demek, hattâ dua okumak bile caiz değildir. Camiye girince, hutbe okunuyorsa, hemen ilk bulduğu boş yere oturmalıdır.
Hacegan__
Cum Mar 23, 2012 5:14 am
 
Foruma git
Konuya git

İMTİHANLARIMIZ....

Bugüne kadar bir şeyleri elde etmek için ne çok çaba harcamışsınızdır. Örneğin gençlik dönemindeki en büyük hedef hiç kuşkusuz, bir üniversiteye girebilmektir. Her genç insan için üniversite sınavı bir dönüm noktasıdır. Geleceklerine yön verecek olan bu üç dört saatlik imtihan onlar için ne büyük önem taşır. Yıllarca ders çalışır, okul dışındaki saatlerde dersaneye gider, uykusuz kalır, sosyal etkinliklerden, tatil ve eğlenceden uzak dururlar. İstedikleri üniversiteye girebilmek için sabır ve kararlılıkla gayret gösterirler.
Kiminin en büyük amacı da güzel bir otomobile sahip olmaktır. Bunun için önce iyi bir iş sahibi olmak, para kazanmak gereklidir. Ancak istediği otomobile kavuşsa da istekleri bununla sınırlı kalmaz. Ardından daha fazla çalışır, özveride bulunur bir ev sahibi olabilmek için çaba gösterir.

Tüm bu örnekler, insanın “kuşluk vakti kadar kısa olan” dünyadaki hayatı süresince sahip olabileceği geçici yararlardır. Hepsi de ölümle birlikte ya da henüz yaşıyorken, herhangi bir nedenle yitirilebilecek şeylerdir. Örneğin yıllarca çalışıp biriktirdiği parasını çekmek için gittiği bankanın önünde kişi aniden kalp krizi geçirerek yaşamını yitirebilir. Ya da sahip olabilmek için uğraşıp didindiği evi bir anda ani bir depremle yerle bir olabilir.

O halde dünya hayatında elde edilmek istenen tüm yararlar geçicidir, yok olucudur. Diğer yanda ise asla yok olmayacak/tükenmeyecek güzelliklerin bulunduğu ve insanın sonsuza dek yaşayacağı gerçek bir hayat vardır. İşte inanan insanlar dünya hayatı boyunca bu sonsuz ahiret yaşamı için ciddi bir çaba sarf eder, tüm önceliklerini buna göre belirler ve asla ölümü, cennet ve cehennemi akıllarından çıkarmazlar. Onlar bunun için çalışırlar.

Dünya hayatı insanın sonsuz ahiret yurduna ulaşmak için sınandığı yerdir. Yaşam aslında Allah’ın bizleri denemek ve eğitmek için yarattığı bir süre, dünya da bu amaçla hazırlanmış geçici bir mekândır. Bir açıdan dünya hayatı bizim için ecir fırsatıdır; tek yararı da budur. İnsan, hayatı boyunca ahirete yönelik bir sınav yaşar ve bu konudaki çabasıyla imtihan olur. İnsana yüklenen sorumluluk, tüm bu gerçekleri düşünmek, Allah’ı tanımak, sonsuz gücünü kavramak, O’nun buyruklarına uymak ve yalnızca O’nun hoşnutluğunu amaçlamaktır. Bu imtihan hayatı süresince insan, karşılaştığı her şeye sabır göstermek, Rabb’ine tevekkül etmek ve güzel ahlak sergilemekle sorumludur. Her imtihanda Allah’ı görmek, tümünden zevk almaya, yaşanan her olayı şevkle karşılamaya yol açar. İşte bu, dünya hayatındaki imtihanın samimi inananlara özel sırrıdır. Kuşkusuz bu sırrın bilincinde olmak, hem dünyada hem de ahirette asla son bulmayacak bir kazanç getirecektir.

Dünya hayatındaki imtihan, yaşamın son anına kadar devam eder. Seksen yıl yaşayan insanın, sekseninci yılın son günlerinde dahi imtihanı ve yükümlülükleri sürmektedir. Bu nedenle insan yaşamının her anında Allah’ın buyruklarını gözetmeli, ibadetlerini yerine getirmeli, O’nu hoşnut edecek davranışlarda bulunmalıdır. İnsanın hayatı, ölümü, ibadetleri, her şeyi Allah içindir çünkü.

Koşullar her ne olursa olsun Allah’a sadakatten ödün vermeyen, teslimiyetle gönülden Rabb’ine yönelen, sabır ve kararlılıkla ahirete yönelik yaşayan kişileri bekleyen karşılık, ödüllerin en güzeli olacaktır. Selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Cum Mar 30, 2012 5:40 am
 
Foruma git
Konuya git

KARDEŞ DEĞİLMİYİZ....

Yüce Allah’ın ‘Müminler ancak kardeştirler…’ (Hucurat Suresi, 10) ayetiyle haber verdiği kardeşliği biz Müslümanlar ne kadar yaşıyoruz?

“Kalbim Allah aşkı ile dolu” diyoruz da birbirimize karşı o aşktan kaynaklanan sevgiyi ne kadar hissediyoruz?

Allah saf bağlayarak mücadele etmemizi, haksızlıklar karşısında birlik olup karşı durmamızı isterken biz gücümüzü birbirimiz için kullanıyor, farklı mezhepten, farklı cemaatten olan Müslüman kardeşlerimize karşı saf bağlıyoruz.

Birbirimizin kitaplarını okumuyor, satmıyor, birbirimizin camiinde namaz kılmıyor, “bizden” olmayanı düşman görüyoruz. Ortak değerler üzerinde ittifak etmeyi değil, ihtilafı seçiyoruz.

Allah’ın buyruğu olan ’hayırlarda yarış’ı benimsemek ve bu Rahmanî yarışta gücümüz yettiğince çaba harcamamız gerekirken, biz birbirimizi rakip görüyor, dünyevi işlerde birbirimizle yarışıyoruz.

Allah, Kur’an ahlakının yeryüzü hakimiyetini vaad eder, Peygamberimiz (sav) de müjdelerken, bizler sıcak evlerimizde oturuyor, bunun için hiçbir çaba göstermiyor, riske girmekten kaçınıyoruz. Riskten kaçındığımız gibi, Allah yolunda mücadele içinde olan, yalnızca Allah için yaşayan Müslümanları saflıkla nitelendiriyor, eleştiriyor, yaptıklarını küçümsüyoruz.

Birbirimize hüsn-ü zan etmemiz Kur’an’da çok açık emredildiği halde, Müslüman kardeşlerimize atılan iftiralar konusunda araştırma dahi yapmadan hemen inanıyor, dahası yaygınlaştırıyoruz.

Allah cennet ehlini, "Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar." (Hicr Suresi, 47) ayetiyle tarif ederken, biz birbirimize kin ve düşmanlık güdüyor, buğz ediyoruz.

Müslümanlar arasındaki tesanüt ve dayanışmayı engellemeye çalışan şeytana fırsat veriyor, birbirimize karşı kuruntulara düşüyoruz.

Rabb’imiz, "Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır." (İsra Suresi, 53) buyururken güzel söz söylemek bir yana, birbirimize hatırlatma ve uyarıda bulunmuyor, şeytanın planlayıp uygulamaya koyduğu sinsi tuzaklarına kolaylıkla düşüyoruz.

Peygamberimiz(sav) bizim için en güzel örnek olduğu halde, O’nun, ‘Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler” hadis-i şerifini göz ardı ediyor, yalnızca sevdiği yemekleri yiyerek sünnetini ihya ettiğimizi zannediyoruz.

Bu arada bazı din adamlarının durumunu da unutmayalım. Kimi, Allah’ı ve delillerini hatırlatmak, insanların imanını güçlendirecek konular anlatmak yerine, misvakın nasıl kullanılacağını anlatıyor, kimi de ya inkârın kaynağı olan evrime ya da reenkarnasyona Kur’an’dan zorlama delil getirmeye çalışıyor. Müslümanların birlik olmasının zamanın en büyük farzı olduğunu yalnızca bir ya da birkaç din âliminden işitebiliyoruz.

Necip Fazıl şöyle söylüyor; “Doğruyu mu arıyorsun? Allah ile Resulü’nün bildirdiği. İyiyi mi arıyorsun? Allah ile Resulü’nün öğrettiği. Güzeli mi arıyorsun? Allah ile Resulü’nün gösterdiği”… Ancak bizler doğru, iyi ve güzeli hep yanlış yerlerde arıyoruz.
Hicret sırasındaki Ensar ve Muhacir gibi dostça yaşamak varken, düşmanlıkla hem güçten düşüyor hem hayatı azap içinde yaşıyoruz.

Ve en önemlisi Deccal tüm dünyada faaliyette iken, biz oturuyor, ezilenler, yurdundan sürülenler, zulme uğrayanlar için bir şey yapmıyor, sadece izliyoruz. Zulme seyirci kalmanın, zulme ortak olmak anlamına geldiğini düşünmüyoruz.

Allah, bütün bu göz ardı ettiğimiz her şey sebebiyle sürekli uyarıyor, sürekli hatırlatmalarda bulunuyor. Ama biz musibet geldiğinde sebebini düşünmüyor, kendimizi gözden geçirip hatalarımızı düzeltmeye çalışmıyoruz.

Derin uykumuzdan uyanmak ve Şah-ı Nakşibendinin ifadesiyle “tembellik döşeği”nden kalkmak için kaç musibet daha isabet etmesini bekliyoruz? Birlik olma zamanı gelmiştir. Tüm İslam Alemi kardeşliği sözde değil, özde yaşamalı ve kardeşlik bağlarımızın güçlendirilmesine çaba harcamalıyız. Allah vaadini zaten tamamlayacak, İslam ahlakını hâkim kılacak. Bu süreçte bizim ne yaptığımız önemli. Özür olmaksızın oturmak yerine, buna vesile olup Allah Katındaki derecelerimizi artırmak istemez miyiz?

Bugün, dünya üzerindeki büyük fikri mücadele iman ve inkâr arasındadır. Bir tarafta iman sahipleri, diğer tarafta din dışı felsefe ve görüşleri savunanlar vardır. Vicdanımızı diri tutarak, Deccalî fitneye ve tüm dünyada yaşanan zulme karşı birlikte saf bağlayarak mücadele etmeliyiz.

Zorluk ve sıkıntılar hep birlikte aşılır. Kur’an’ın ruhu içerisinde birleşmeli, hangi ırktan, hangi düşünceden olursa olsun, samimi iman sahipleri ortak amaç için bir araya gelmelidir. Birlikte atılacak kardeşlik temeli üzerinde- Allah’ın dilemesiyle- barış ve huzur dolu güzel bir hayat yükselecektir.

O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete erdirir. (Şura Suresi, 13) Allahım birliğimizi kardeşliğimizi daim kılsın inşallah bizleri şeytanın ve şeytanlaşmış insanların şerrinden korusun amin ecmain.Hacegan
Hacegan__
Cum Mar 30, 2012 5:28 am
 
Foruma git
Konuya git

HAYIRLI CUMALAR

Cuma günü okunacak dua!
Lailahe illallah Cuma’nın sebebiyle, Muhammedün Resullullah gerek yüzün gölgesiyle dünya ve ahiret muradımı ver.
Melekler duasıyla, Ya vedüdüm, entel maksudum, Kulhüvellahü ehad, bin bir kere ya samed, cennet kapılarını aç, benim günahımdan geç.
Benim günahım varsada senin gibi halikim var. Muhammed Aleyhisselam dostum var.
İlahi kabre vardığım gece lütfeyle, yalnız kaldığım gece bilmediğimi bildir. Kabrimi nur ile doldur. Kevser şarabına daldır, ulu cemalini göster.
Gece gündüz yalvarırım sana dünya ve ahiret muradımı ver bana.
Rabbim Allah, fikrim zikrullah, kalbimin nuru Resullullah, evvelim Allah, ahirim Allah, La ilahe illallah Muhammedün Resullullah.

Cuma gibi günümüz var. İslam gibi dinimiz var. Muhammed gibi şahımız var. Allah dedim, dostum dedim, 99 ismine mühür vurdum, üstüne.
Sırrım sübhanım Allah, derdim dermanım Allah, gafil kuluna gam düşmüş, yetiş imdadımıza ya Muhammed.
Kulhüvellahü ehad, bin bir kere ya samed, ya Allah, ya Muhammed umarız senden şefaat.
Lailahe illallahtır özüm, Muhammed Mustafadır sözüm, ihlas-ı şerif ile yıkadım yüzüm. Ayetele kürsü için sen kabul eyle sözüm.
Bugün Cuma günüdür. Dinim İslam dinidir. Dinimin İslam dini olduğuna, yetmiş binin nısfına, mühürledim üstüne.
Lailahe illallah üç muradım var, biri cennet, bir ırmak diyarını görmek. Aç cemalini göster diyarını.
Ya Resullullah! Aman yarabbi ya rabbena her halimiz malumdur sana, gece gündüz yalvarırım sana. Her zaman sana muhtacım, cemalini göster bana.
Cennetine davet et Allahım kabrimizde rahatlık, sıratta selamet, tatlı canımız sana emanet, son nefesimizde selametler ihsan eyle.
Kabir suallerimiz ahsan eyle, cennetinle cemalini cümleyle beraber bana da nasip eyle.
Lailahe illallah selalar duası için, Muhammedün Resullullah arşı ala gölgesi için hastalara şifa, dertlilere deva, borçlulara edalar ihsan eyle Ya Rabbim.
Elif Allah, Nur Muhammed tez selamet.
Ya Celil, etme zelil, gönder delil. İlahi Yarabbi hacetimi rahmet deryasını ulaştır, duaya açılan elleri icabete eriştir.
Allahım senden başka kimsemiz yoktur. Lailahe illallah arşı alaya Muhammedün Resullullah şükür Mevlaya.
Yarabbi yarabbena her halim malumdur sana, cenneti alada cemalini göster bana.
Lailahe illallah günahlarımız af eyle, Muhammedün Resullullah makamımı nur eyle.
İlahi Yarabbi son nefesimde kendime malik olmadığım zaman bu duamı sana emanet ederim.
Selatü selaya yolladım Mevlaya, sen cümlemizin muradını ver gelecek Cuma’ya.
Lailahe illallah ve cellehü edası ile, Rabbim muradımızı ver melekler duası ile.
Lailahe illallah kalbimizi karartma, rızkımızı azaltma, kabrimizi, daraltma, senden başka kapı aratma, muhannete muhtaç etme.
Lailahe illallah imanla sabır, Muhammedün Resullullah azapsız kabir.
Allahım beni af eyle, her derdimi def eyle, rızkımızı bol eyle, kabrimizi nur eyle, sual meleklerinin cevabını muktedir eyle.
Evvelim Allah, ahirim Allah, kalbimde beytullah Lailahe illallah Muhammedün Resullullah. “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühü” diyerek çene kapatmak nasip eyle Yarabbi.
Allahım şeytanın şerrinden, kabirdeki yılanlardan, çıyanlardan, ölümün dehşetinden, kabirin azabından, sıratın zulmetinden muhafaza eyle Allahım.
Ölümün hayırlısını, üç ayların birisini, Yasinin yarısını okurken ölmeyi nasip eyle Yarabbi.
Amin amin amin ecmain inşallah.Mübarek Cuma günümüzün hakkımızda hayırlara vesile olmasını temenni ederim.
Hacegan__
Cum Mar 30, 2012 5:16 am
 
Foruma git
Konuya git

PİŞMANLIK VE KEŞKELER......

Bir tehlike anında, ya da zorlu bir durumda Allah’a yönelen kişilerin yaşadıkları pişmanlık, o an içinde bulundukları acizlik ve çaresizlikten kaynaklanır. Ancak o an, ’gönülden katıksız bağlılar’ olarak, Rablerine dua eden kişilere Allah bir rahmet tattırınca bir grup hemen Rabb’ine ortak koşar ve dünya hayatına yönelir.

İnsana yarar sağlayan gerçek pişmanlık bu değildir. Pişmanlık, insanda köklü değişiklikler meydana getiren bir duygudur. Asıl olan pişmanlık duyan kişinin, hayatının geri kalan bölümünün Allah’ın kendisine verdiği bir fırsat olduğunu düşünmesi ve eski hatalarına geri dönmemeye gayret etmesidir.

İnsanın önemli bir zorluk yaşamamış olması, yaşamayacağı anlamına gelmez. Hayatının sonuna kadar yaşamayacak da olsa, Allah’ın sınırlarını koruyarak yaşamadıysa ölümle buluştuğu an pişmanlık hissedeceği şeyler olmaması kaçınılmazdır.

Hayatımızdaki öncelikleri doğru belirlemeli, nelerden vazgeçmemiz gerektiği konusunda kesin karar vermeliyiz. Ahirette "keşke" diyen kişilere dair Kur’an’ın verdiği örneklerden ders çıkarmalı, bizi geçici dünya hayatına bağlayan nefsani tutkulardan kurtulmak için çaba harcamalıyız. Kuran’daki her örnek, bizler için öğüt alabileceğimiz birer ibrettir. Kur’an’daki "keşke"lere, dünyada ve ahiret hayatında pişmanlık yaşayan kişilerin sözlerine kısaca bakalım:

Kimi insanlar, "keşke müminlerle birlikte olsaydım" diye düşünür:

Eğer size Allah’tan bir fazl (zafer) isabet ederse, o zaman da, sanki onunla aranızda hiçbir yakınlık yokmuş gibi kuşkusuz şöyle der; "keşke onlarla birlikte olsaydım, böylece ben de büyük ’kurtuluş ve mutluluğa’ erseydim." (Nisa Suresi, 73)

Kimi, ortak koşmamış olmayı ister:

(Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) oğuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: "keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım." (Kehf Suresi, 42)

Kimi resule uymuş olmayı ister:

O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: "Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım," (Furkan Suresi, 27)

Kimi, Allah’a ve Resule itaat etmiş olmayı ister:

…”Eyvahlar bize, keşke Allah’a itaat etseydik ve Resûl?e itaat etseydik." (Ahzab Suresi, 66)

Kimi, dünyada kötü dost edinmemiş olmayı ister:

Sonunda Bize geldiği zaman, der ki: "keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın-dost(muşsun sen)." (Zuhruf Suresi, 38)

Kimi, kitabının verilmemiş olmasını ister:

Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: "Bana keşke kitabım verilmeseydi." (Hakka Suresi, 25)

Kimi, ölümle her şeyin bitmiş olmasını ister:

"Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi. (Hakka Suresi, 27)

Kimi, pişmanlık içinde toprak olmuş olmayı ister:

Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da: "Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim" diyecek. (Nebe’ Suresi, 40)

Kimi, dünyaya geri döndürülmeyi ister:

Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz’in ayetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık." (En’am Suresi, 27)

Kimi, sonsuz hayatı için bir şeyler takdim edebilmiş olmayı ister:

Der ki: "keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." (Fecr Suresi, 24)

İnsan ölümü uzak görür, oysa ölüm herkese aynı uzaklıkta ve çok yakındır. O halde insan sorumluluklarını ertelememeli, duası, yakınlık ve teslimiyeti ise, zorluk anında hissedilen kadar içten olmalı.

Yaratılış amacımız, Rabb’imizin hoşnut olduğu bir kul olmak. Bunun dışında, sahip olduğumuz mallar, ailemiz, çevremiz, kariyerimiz bu amaca ulaşmak ve Allah’a yakın olmak için birer araç. Bu nimetleri nefsimizin tutkularını tatmin için değil, şükretmemiz ve O’na yönelmemiz için verir Allah.

Ölüm meleklerini karşımızda gördüğümüz an artık dönüş olmayacak. Sorumluluklarımızın bilincinde, hayatımızı Allah’a adayarak yaşarsak, ahiretteki "keşke"mizin-Allah’ın dilemesiyle- ayetteki gibi olmasını umut edebiliriz:

Ona: "Cennete gir" denildi. O da: "keşke benim kavmim de bir bilseydi" dedi. (Yasin Suresi, 26). Selam ve dua ile Hacegan.
Hacegan__
Sal Nis 03, 2012 12:44 pm
 
Foruma git
Konuya git

GÜZEL VE GÜZELLİK..

Güzellik kutsallık ihtiva eder bundandır ki böyle isimlendirilmiştir.Güzellik unsurlarını üzerinde taşıyan varlığa da güzel diyoruz. güzelik bazan bir insanda, bir kuşta bazen gökyüzünde, yıldızlarda veya yağmurun yağışında, bir çiçeğin arzı endam edişinde, ve dahi bir şiirde, bir nağmede kısacası yaşadığımız her yerde her an karşımıza çıkabilir. Güzellik Allahın (c.c) kullarına iman ve sağlıktan sonra armağan ettiği en derğerli hediyedir nasıl öyle olmasın ki kâinat sevgi ile kurulmuş Hak habibini yaratmış, onu en güzel kılmış. Habibine karşı olan sevgiden âlamler vücut bulmuş yani kainatın mayası sevgi ile yoğrulmuş.

Sanalkahvenin değerli okurları kardeşlerim güzellikten sevgi zuhur eder sevgiden ise mutluluk ve huzur meydana gelir.Yunus ve Mevlana gibi büyük Mutasvvuflar mütefekkirler boşuna mı sevgiden söz ediyor sanıyorsunuz.

Aslında bu âlemdeki güzellikler yüce yaratanın güzelliğinin varlıklara yansımasından başka bir şey değildir. Efendimizin Salallahu aleyhi vesellem bir hadis şerifte bildirdiği üzere:" Allah güzeldir güzeli sever." sözü bu düşüncemizi doğrulamaktadır.

Değerli Kardeşlerim bu âlemde güzellikler de çirkinlikler de vardır. Güzellik var iken niçin çirkinlikler de var edildi? diye bir soru gelebilir aklımıza buna cevabımız şudur. Allah Celle Celaluhu Kâinatta hiçbir şeyi boşa yaratmamıştır.Her varlığın bir görevi vardır. Çirkin gördüğümüz şeyler de böyledir onun görevi de güzelliği, güzeli ortaya çıkarmaktır. Şöyle düşünelim eğer gece olmasaydı gündüzün kıymetini bilebilirmiydik? Elbette bilemezdik.İşte çirkinin sayesinde güzel ortaya çıkmakta kıyaslama imkanımız olmaktadır böylece en güzeli bilme ve bulma imkanı doğar. Nasıl her bilenin üstünde bir bilen var ise her güzelden daha güzeli vardır.güzeller güzeli ise sadece ve sadece yüce Rabbimizdir.

Kardeşlerim Rabbimiz göz vermiş yarattığı güzellikler temaşa edilsin diye Gönül (kalp) vermiştir sevgi ile dolsun diye bize düşen yer ve gökteki varlıkları seyretmek ve tefekkür etmek böylece eserden müessere doğru giderek İlahi sevgiyi elde edebilmek ve sonunda onun güzel cemalini seyredebilmek. bütün gaye bu olmalı; çünkü yaradılış gayemiz budur.

Kardeşlerim elbette bu gözler her şeyi her güzelliği temaşa edecek diye bir kural yoktur.Nasıl insan hürriyetinin sınırı bir başka insanın hakkının başladığı yerde bitiyorsa bakmanın da bir sınırı ölçüsü vardır.Bu sınırı koyan kainatın biricik sahibi yüce Rabbimizdir.Mülk onundur. dilediği gibi tasrruf etme hakkına sahiptir.Onun mülkünde olan bizler de mülk sahibinin koyduğu kurallara uymak zorundayız.Bunun için Rabbimiz helal ve haram dairesini çizmiş Kuranı kerimde bildirmiş ve Resülullah sallahu aleyhiselam de hadisi şeriflerle bir müminin nasıl davranmsı gerektiği hakında gerekli bilgileri vermiştir. Bakmanın sınırını belirten bir ayet ve bir hadise burada yer vermek istiyorum. Rabbimiz buyuruyor: Ey Habibim.

"Mü’min erkeklere söyle Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar. Bu onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarınızdan şüphesiz haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar." Nur suresi 30,31 ayetler.

Bakmanın ölçüsü nedir sorusuna Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle cevap vermektedir. Hz. Ali’ye hitaben buyurlar ki:

“Yâ Ali, arka arkaya bakma! Birinci bakış hakkındır, fakat ikinci bakışta hakkın yoktur.” Ebû Davud, Nikâh: 43; Tirmizi, Edeb: 28.

Kardeşlerim gözlerimizin etki alanı kalplerdir göze gelen görüntü kalpte şekillenir ve iyi yada kötü tesir bırakır elbette ki iyiliği ve kötülüğü haram ve helal oluşuna bağlıdır. Eğer kul helal ve harama dikkat emez ise kalpte kararma meydana gelir.ve kul kalp aynasını paslandırmış olur ve böylece maneviyattan nasibi kesilir artık iyiyi ve kötüyü ayıramaz hale gelir.işlediği günahlardan da üzüntü duymaz, duyarsızlaşır.Günah bataklığına saplanıp kalır Allah bizleri böyle olmaktan korusun Kardeşlerim Bir bakış deyip geçmeyelim eğer kişi gözünü haramlardan korursa kalbi nur ile dolar ve dili hikmetli sözler söylemeye başlar ona hayır verilmiştir.Hak ve hakikat ilham olunur.Doğruyu bulur huzura doğru yol alır.

Kardeşlerim bu âlemde yaşamdan aldığımız haz ve zevkler yanı güzel olan her şey tadımlıktır. doyumluk değil. onun için bu fâni diyarda sonsuz huzuru tatma imkanımız yoktur; Ancak Allah celle celaluhu bizleri bu âleme getirmekle şunu bildiriyor ve diyor ki: "Ey kullarım bu âlem fanidir burada tattırığım nimetlerin tamamı ve devamı cennetimdedir. Bu eşsiz nimetler sizleri bekliyor. Bana itat edin (emir ve yasklarıma riayet edin,) helal dairesinden yararlanın, haramlara sapmayın sizler için akla ve hayale gelmeyecek nimetler hazırladım.siz beni itaatinizle razı etin ben de sizi cenneti âlada türlü nimetlerle ve cemalimle müşerref eyleyeyim." demekte Ebedi sadet yurduna bizleri davet etmektedir. Allaha ve Rasulün bu devetine icebet edelim dünyada da ahrette de güzellliklerle içi, içe olalım inşallah. Allaha emanet olunuz.Selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Pts Nis 02, 2012 3:43 am
 
Foruma git
Konuya git

DÖRT SORU.....

(Kıyamette herkes, şu dört suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz:
1- Ömrünü nasıl geçirdin?
2- İlmi ile nasıl amel ettin?
3- Malını nereden, nasıl kazandın ve nerelere harcettin?
4- Cismini, bedenini nerede yordun, hırpaladın?) [Tirmizi] Hadis-i Şerif (1)
Evet dostlarım Hesaba çekileceğimiz başka konular olmakla birlikte Kıyamet gününde bu dört konudan mutlaka hesaba çekileceğiz.Bunları göz önünde bulundurarak hayatımıza yön vermemiz gerekiyor. Yoksa işim çok zor
Bu konuda anlatılan hikayelerden biri şöyle.
Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş.Kabrin ilk gecesi çok önemli olduğu için "Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar.
Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal, "Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş. Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar. "O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış.
- Tamam, servetin yarısı senin, demişler.
- Aman,demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?

Burada zenginlik kötüdür diye düşünmemek gerekir düşünmemiz gereken paramızı helal yollardan mı kazanıyoruz yoksa haram yollardan mı? çalıştırdığımız işçilerin hakkını zamanında ve eksiksiz verebiliyor muyuz? ayrıca kazancımızın zekatını veriyor muyuz? Yoksulu gözetiyor muyuz? eğer bunlar yapabiliyorsak zenginlik fakirlikten daha iyidir.
Asr-ı Sadette gerçekleşen bu mevzu ile alakalı bir olayı aktararak konumuza devam edelim.
Ebu Hureyre radıyallahu anhu haber veriyor ve diyor ki : “Muhacirlerin fakirleri bir gün Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yanına gelerek:
— Ya Resulellah! Zenginler üstün dereceleri, sonsuz nimetleri kazandılar, diye şikâyette bulundular. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem;
— Bu nasıl oldu? Diye sordu. Dediler ki:
— Zenginler de bizim gibi namaz kılıyorlar, tuttuğumuz orucu tutuyorlar, sadaka veriyorlar, biz sakada veremiyoruz. Köle azâd ediyorlar, biz onu yapamıyoruz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

— Size bir şey öğreteyim, bu sayede, sizden önde gidenlere yetişirsiniz. Hatta ileri geçersiniz. Sizden sonra, sizin yaptıklarınız gibi yapmadıkça kimse sizden eftal olamaz. Her namazın sonunda 33 defa “Subhanellah”, 33 defa “Elhamdulillah”, 33 defa “Allahu Ekber” dersiniz buyurdular. Bir müddet sonra muhacirlerin fakirleri yine gelerek;
— Ya Resulallah! Zengin kardeşlerimiz bizim yaptıklarımızı işitmişler, (onlar da) bizim gibi yapmaya başladılar, dediler. Peygamber Efendimiz de buyurdu ki;
— Artık, bu Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir.” (Buhâri)

Görüldüğü gibi Allahın emirler ve yasaklarına riayet edilirse zenginlik hem kişinin dünya ve Ahretini kurtarmasına sebep oluyor hem de çevresine faydası oluyor. Ebubekir efendimiz elinde neyi var neyi yoksa Allah yolunda harcayarak en öne geçmedi mi?Elbette fakirlik de kötü değildir efendimiz dileseydi dağlar onun için altına dönüştürelecekti Cebrail aleyhiselamın bu teklifini efendimiz kabul etmedi:" Benim bir gün aç kalmam bir gün tok kalmam, aç kalınca Mevlama dua ve niyaz etmem, tok kalınca hamdetmem daha haıyırlıdır" buyurdu.. Ayrıca fakirlerin cennete beşyüz yıl önce gireceklerini de unutmamak gerekir. yoksulluğa sabretmenin karşılığı bu olsa gerek. Kardeşlerim şükreden zengin mi sabreden fakir mi üstündür konusu hep tartışılmıştır. kimi alimler şükreden zengin üstündür demiş kimi alimlerimiz sabreden fakir üstündür demiştir. Bizce iki tarafta haklıdır çünkü heri iki tarafında delilleri kuvetlidir ve doğrudur. hal böyle olunca orta yolu bulmak gerekir. o da şudur Kişi haline bakmalı eğer şeriate göre zengin ise Allah ve Rasulunün emrine ve nehyine kulak vermeli adımını ona göre atmalı Allahın kendine bahşettiği bu nimetlere karşı şükretmeli yeterince hayır hasenatını yapmalıdır. Eğer kişi şeriate göre fakir ise harama sapmadan yaşamını sürdürmeye çalışmalı, isyan etmemeli ve başkasının malına göz dikmemelidir. Allahın takdir ve taksimine razı olamlıdır. Bu durumda her ikisi de karlı çıkacaktır. Doğrusunu Allah bilir.
Kardeşlerim konumuza dönecek olursak diğer hususlara da en az bu kadar titiz davranmalıyız ki Rabbimizin bizlere verdiği emanetleri gereğince korumuş olalım ve Ahirette hesabımız kolay osun üstelik ahiretteki hesap kabir sualine hiç benzemez. Eğer bu dört suale ve Rabbimizin soracağı diğer suallere menfi cevap veremezsek hesabımız hiç de kolay olmayacaktır Hesap verme süresi uzadıkça uzayacak; aylar, yıllar hatta asırlarca sürebilecektir. Bazı mümin kardeşlerimiz sorgusuz sualsiz cennete giderken biz hesap yerinde tabiri caiz ise "mıh" gibi çakılıp kalacağız Yaradanımıza karşı diyecek bir tek sözümüz olmayacaktır olamaz da sadece Onun affı mağfiretini boyun eğerek beklemekten başka.
Can dostlarım hayat beleş, cennet kolayca girilecek yer değil. Yüce Yaradanımız bizden say-i gayret istiyor, kendisine kulluk etmemizi istiyor,başkalarına maddi ve manevi yardım etmemizi istiyor ve dahası mal ve can emanetini aldığımız gibi tertemiz teslim etmemizi istiyor.Bu Rabbizin bizim üzerimizdeki hakkıdır çünkü Yüce yaratıcımız Allah Celle Celalühü bizi diğer canlılardan ve bütün mevcudattan üstün kılmış işte biz bu üstünlük sayesinde sorumluluk altına girmişiz.Mesala insan ve cinler haricindeki canlılara sorgu sual yok çünkü onlara kâinata hükmedecek meziyetler verilmemiş bunun için ne sorgu var ne sual İnsn cin ve melekler hariç diğer bütün canlılar yok olup gidecekler. bu mesuliyeti üslenenler ebedi yaşayacak tabi ki emenete riayet ederse mükafatı var emaneti korumadı ise cezası var. Allah azimüşan İlahi fermanı olan kuranı keriminde bu gerçeği açıklamak üzere buyuruyor ki:“Biz, emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor Ahzab Sûresi, 72 ayet. Bu ayette geçen emaneten kasıt yukarıda da bahsedildiği üzere insan Allahın kendine başettiği üstün vasıfları sayesinde diğer canlılardan ayrılır ve bu nedenle dir ki yeryüzünde Allahın halifesi olma vasfına sahiptir yani emanet: Yeryüzünde Allahın emir ve hükmünü yürütme görevidir.ve insanın emrine verilen herşey birer emanettir ve dahi emanet din-i mübindir (İslam ) insan işte böylesine önemli ve ağır bir yük yüklenmiştir.
Kardeşlerim ahirette bu dört suale ve sorulacak diğer suallere herkez kendisi haline göre cevap verecekdir.Biz sadece ilerde başımaıza gelebilecek olanı yani efendimizin ümmetine uyarısını anlatmaya hatırlatmaya çalıştık umuyoruz ki fayda sağlar Allah cümlemizin hesabını kolay eylesin hatta biz kullarınıda sorgusuz süalsiz cennet giren ve Cemaliyle müşerref olanlardan eylesin. Amin
Dostlarım hayatımız boyunca her konuda göz önünde bulundurmamız gereken bir düsturu tekrar hatırlatmak istiyor ve diyorum ki Mevlamıza olan kulluk vazifemizi yaparken bu vazifeyi gazab-ı illahiden korktuğumuz için değil bilakis onun sevdiğimiz için yapalım. Herşeyden ve herkesten önce onun sevilmeye layik olduğunu aklımızdan hiç çıkarmayalım Onu sevdiğimizi ispat edebilmek için de Kuranda ne varsa, kainatın efendisinin sünneti saniyesi nasıl ve ne şekilde ise gücümüz yettiği oranda sabırla ve üstün gayret sarfederek öğrenelim, yaşayalım, yaşatmaya çalışalım. Önce kendimiz yapalım imanlı kardeşlerimize hakkı ve hakikati tevsiye edelim böyle yaparsak bundan emin olun ki iki cihanda rahat ederiz. Biziznillahi taala hiç bir şey bize zarar veremez. Allaha emanet olunuz..Rabbim bizleri sualları kolay olan kullarından eylesin inşallah aminnnn ecmainnnnn selam ve dua ile Hacegan.....
Hacegan__
Pts Nis 02, 2012 3:50 am
 
Foruma git
Konuya git

ALLAH RIZASI ANA BABA RIZASI...

Allah Azimüşşan, Kur'an'da Ümmet-i Muhammed olarak kadın ve erkek cümlemize, ana-babaya itaati emretti. Öyle ki, ana-babaya itaat etmeyenin durumu Allah'a isyan etmek gibi oldu.

Peki ana-babaya itaat nasıl olacak? Ana-babaya güzel davranmakla, sohbetle, hukuklarına riayetle, sıkıntı ve meşakkatlerine katlanmakla itaat edilecek. İtaatin şekli bu. Güzel davranış, güzel edep, bütün haklarına dikkat, yedirmek, içirmek, giydirmek, ihtiyaçlarını karşılamak gibi...

Beş vakit namazın sonunda ana-baba için dua etmek de itaatten sayıldı. Ana-babasına itaatte kusur işleyip pişmanlık çekenler için böyle bir fırsat var. Hacca gider, orucunu tutar ve benzeri hayırlı işlerinin sevabına ana-babalarını ortak eder, onlara hediye ederler. Onların niyetine, salâvat getirir, Kur'an okuyup, dua ederler.

İtaat meselesinde sınır şudur: Allah'a isyan hususunda, günah sayılan meselelerde ananın-babanın ve Ümmet-i Muhammed'in hukukuna riayet edilmez. Ana-babaya, komşuya veya akrabaya itaat edeyim derken Allah'a isyan edilmez. Allah'a isyan edilen meselede, ana-babaya, komşuya, arkadaşa, akrabaya, kimseye itaat etmek olmaz.

Ana-babaya itaatte evli kadınların dikkat etmesi gereken bir hususu da belirtelim: Kadınlar önce iman ve namaz sonra koca hukukundan ve sonra diğer sorumluluklarından sorguya çekilir. Evlilikle birlikte, kocanın hakları ana-baba haklarının önüne geçer.

Şimdi Hz. Peygamber s.a.v. ve kâmil zatların sözleriyle ana-baba hukukunu ifade edelim:

Yemenli bir adam, savaşmak için Rasulullah s.a.v. Efendimiz'in yanına geldi. Peygamber s.a.v.:

- Annenle baban sana harbe gitmen için izin verdi mi, diye sordu.

- Hayır , dedi Yemenli adam. Peygamber s.a.v.:

- Öyleyse dön, onlardan izin al. Eğer izin verirlerse bize katıl, aksi halde elinden geldiği kadar onlara hizmet et. Çünkü bu, imandan sonra kulun Allah'a kavuşacağı en güzel ameldir, buyurdu.

Bir başka hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: “Ana-babaya itaat, (nafile olan) namaz, oruç, hac, umre ve cihaddan efdaldir .”

Allah, Hz. Musa a.s.'a: “Kim ana-babasına iyilik yaparsa bana iyilik yapar. Kim asi olursa, bana isyan etmiş olur” diye vahyetti . “Anaya-babaya asi gelen kimse, ne yaparsa yapsın, cennete giremez.” Cennet kokusu beşyüz senelik yoldan duyulduğu halde ana-babaya asi olanlar duymaz.

Ana ve babasına sağlığında hizmeti dokunmayanlar, onları razı edemeyenler, şimdi hayırlı ameller yaparak onların ruhlarına bağışlasınlar.

Ebu Hureyre r.a.'dan rivayet edilmiştir: Bir kişi Hz. Peygamber s.a.v.'in yanına gelerek:

- Ey Allah'ın Rasulü! En fazla kime iyilikte bulunayım, diye sordu. Peygamber s.a.v.:

- Annene , buyurdu. Adam:

- Daha sonra kime, diye sordu. Yine “annene” cevabını aldı. Adam üçüncü kez sorduğunda cevap yine aynı oldu. Adam tekrar:

- Daha sonra kime, diye sordu. Bu kez:

- Babana, cevabını aldı.

Hz. Musa a.s., “Ya Rabbi! Benim cennet komşum kim?” diye merak eder. Kendisine “Filan yerdeki genç bir kasap” denir. O da bu cennet komşusunu görmeye gider. Kasabı görünce:

- Allah için misafir kabul eder misin delikanlı, diye sorar. Kasap onu tanımaz ama kabul eder, evine götürüp ağırlar.

Evde kasabın yaşlı, yatağından kalkamayan bir annesi vardır. Kasap getirdiği eti pişirir, annesini doyurur. Sonra üstünü değiştirir, rahat etmesi için elinden geleni yapar. Kadın oğluna bakar ve bir şeyler fısıldar. Musa a.s. merak eder, “Annen ne dedi?” diye sorar. Genç der ki:

- Allah seni cennette Musa'ya komşu yapsın dedi.

Musa a.s. kendisini tanıtır;

- Cennet komşum sensin, der.

Bir annenin duasının bereketine bakın ki, cennette peygamberlerle komşuluğa vesile oluyor. Bunun aksine, yanında ana-babası yaşlanıp da onlara hizmetten, hürmetten geri kalanlara ise Peygamber s.a.v. Efendimiz, “burunları yere sürünsün” diyor.

Ne amel yaparsan yap, ana-babana asi olma, onların hoşnutluğunu kazan. Ana-babaya isyan eden, onlara Allah'ın hükümlerine uygun şekilde itaat etmeyen cennete giremez.

Anne ve babanın duasını al, bu senin için iyi olur.Allahım bizlerin ana babamızın tüm sevdiklerimizin geçmişimizin ve tüm müslüman ların günahlarını bağışla şüphesiz ki sen af edicisin ve af etmeyi seversin amin ecmain selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Pzr Nis 01, 2012 2:22 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: ALLAH RIZASI ANA BABA RIZASI...

EMEĞİNE YÜREĞİNE SAĞLIK GÜZEL PAYLAŞIMINIZ İÇİN ÇOK GÜZEL BİR KONUYA DEĞİNDİĞİNİZ İÇİN...
Koray
Pzr Nis 01, 2012 2:28 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: ALLAH RIZASI ANA BABA RIZASI...

Koray kardeşim gözlerine sağlık teşekkür ederim.
Hacegan__
Pzr Nis 01, 2012 5:55 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: ALLAH RIZASI ANA BABA RIZASI...

Hacegan emeklerine sağlık
efe_19
Pts Nis 02, 2012 12:58 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: ALLAH RIZASI ANA BABA RIZASI...

Aminn Aminn Insallah Analarimizin ve Babalarimizin Dualarini alir ve rabbimizin Affina nail oluruz
Emeginize Kaleminize Saglik Hacegan Kardesim Güzel bi Konuya deyindiginiz icin Tesekkür ederim Sagolun Allah Razi Olsun

Selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Pts Nis 02, 2012 12:25 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: ALLAH RIZASI ANA BABA RIZASI...

Asri_Saadet kardeşim çok teşekkür ederim.
Hacegan__
Sal Nis 03, 2012 12:42 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: ALLAH RIZASI ANA BABA RIZASI...

Teşekkür ederim efe adminim.
Hacegan__
Pts Nis 02, 2012 3:43 am
 
Foruma git
Konuya git

KALPLERİMİZ...

Müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Ya Rab, (insanların) dirilecekleri gün beni mahcup etme. O gün ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a kalb-i selim (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur.)” (Şuara, 87-89)

Peygamberimiz s.a.v. de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz haramlar bellidir. Helaller de bellidir. Bir de ikisinin arasında haram mı helal mi olduğu belli olmayan şeyler vardır. Dinini ve namusunu korumak isteyen bunlardan kaçınır. Bu şüpheli şeyleri yapan kişi, tıpkı bir çitin etrafında sürüsünü otlatan çoban gibidir. Koyunlar her an korunan araziye girebilir. Haberiniz olsun, her hükümdarın koruduğu bir yer vardır, Allah’ın koruduğu yer ise haramlardır. Bedende de bir et parçası vardır. Eğer o et parçası sağlam olursa bütün vücut sağlam olur. Eğer o et parçası bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. İşte o et parçası kalptir.” (Buharî)

Kalp bedenin maddi ve manevi merkezidir. Bedenin maddi işleyişi kadar manevi işleyişi de kalbin sıhhatine bağlıdır. Ayeti-i kerime de buyrulduğu gibi güzel son kalple alakalıdır. İnsanoğlu hesaba çekileceği gün dünyadaki mevkisi, zenginliği ve asaleti ile değil, Allah rızası için yaptığı amellerle kurtuluşa erecektir.

Aslında kulluk zahirle, yani dış görünüşle alakalı görünür. Çünkü yapmakla mükellef olduğumuz ibadetler, davranışlar ve yapmamakla mükellef olduğumuz haramlar ilk bakışta dışımızla ilgili gibidir. Fakat hadis-i şerifte buyrulduğu üzere “Ameller niyetlere göredir.” (Buharî; Müslim) Yani kalbin temizliğine, taşıdığı niyete bağlıdır.
İbadetlerin sahih olması için zahirî şartlar kadar kalbin de sağlam olması gerekir. Mesela namaz, oruç, hac ve zekât gibi farz ibadetlerin dış şartları fıkha uygun olarak yerine getirilmeden olmaz. Aynı şekilde bu ibadetlerin Cenab-ı Mevlâ indinde makbul olması için, zahirî şartlarla birlikte sırf Allah rızası için yapılması; gösterişten, dünyalık mefaatlerden arınmış olması gerekir. Bunlar da ancak kalbin arınmasıyla, temizlenmesiyle meydana gelir.

Kalbin arınması demek, kişinin öncelikle niyet ve maksadından dünyayı çıkarması demektir. Çünkü insanoğlu kalbinde dünya sevgisi ve menfaatleri durdukça, istese de istemese de bir korku taşır. Bu korku elindekini kaybetme yahut elde edeceklerini elde edememe korkusudur. Bu da kişinin bütün amellerini tesiri altına alır, sırf Allah rızası için ibadet etmesine engel olur. Çünkü bu duygular ihlâsa perdedir.

Kalp temizliği ibadetler kadar güzel ahlâk için de gereklidir. Çünkü kalbin kötü duygulardan temizlenmesi ile kişi güzel ahlâka erer. Ailesine, anne babasına, komşularına ve mümin kardeşlerine iyi davranır, ahlâkıyla herkese örnek olur; yani güzel kul olur.

Kalple doğrudan alakalı olan bir diğer unsur da nefsimizdir. Nefsimiz, ibadetlerimizden ahlâkımıza bütün hayatımızı, varlığımızı kuşatmış durumdadır. Kalp ve nefs ele ele yürürler. Dolayısıyla ıslah olmamış, yola gelmemiş bir nefs bizi daima yanlışa, helake doğru götürecektir. Çünkü nefsin istek ve arzuları bitip tükenmez. Kişi ancak bu istek ve arzulara muhalefet edip taat ve ibadetlere devam ederek iç dünyasını arındırır. Nefsin boyunduruğundan da ancak bu sayede kurtulur.

Kötü huyların giderilmesiyle kalp günahların vereceği zarardan emin olur. Böylece ne malın ne evladın fayda vereceği o günde kişinin yegane dostu olur.

Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in şu hadis-i şerifinden, kalbin kişiyi ve amellerini yönettiğini ve insanların buna göre sınıflandırıldığı öğreniyoruz:

“Kalpler dört kısımdır:

• Biri etrafına ışık saçan kandiller gibi halis ve temiz olan kalptir ki, bu müminlerin kalbidir ve (etrafına saçtığı) ışık da nurudur.
• İkincisi mühürlenmiş kalptir ki, bu da kâfirin kalbidir.
• Üçüncüsü ters çevrilmiş kalptir ki, bu da münafıkların kalbidir. Önce tanır, sonra inkâr eder.
• Dördüncüsü iki tarafa da meyli olan, yani hem imanlı hem de nifaklı kalptir.

İmanlı kalbi sebzeye benzetilebiliriz, çünkü her ikisini de temiz su besler, yaşatır. Nifaklı kalbi de çıbana benzetebiliriz, çünkü her ikisinden çıkan irin ve sarı sudur. İman ve nifaktan hangisi üstün gelirse kulun amellerinde o söz sahibi o olur.” (Ahmed b. Hanbel; Taberanî)

Anlaşılıyor ki kulun amellerinde söz sahibi kalptir. Çünkü amellerin sıhhatinde mihenk odur. Kalp denetim yeridir. Eğer bu denetim yeri sıhhatli bir denetim yapmıyorsa, hatta kişiyi zararlı işlere, günahlara sevk ediyorsa yapılan işlerden fayda gelmez. Eğer insanı sürekli Allah’a yönlendiriyor, her hataya yönelişinde onu durduruyorsa bu kalp selim bir kalptir. Selamete ermiştir, sahibini de sağ salim kurtuluşa götürecektir.

Kalbin “selim” sıfatını kazanması ibadet ve zikir ile mümkündür. İyi kulluk, devamlı Allah’ı anmak ve hatırlamak kalbi temizler, kirlerinden arındırır. Böyle bir kalp de sahibini kurtuluşa doğru götürür.

Nasıl ki bedenin kan dolaşımını, ayakta kalmasını sağlayan unsur bedenî kalp ise, manevi kalp de kulluğu ve niyetleri sağlamlaştırır.

Yine nasıl ki bedenî kalbe güzelce bakmak, onu sağlıklı tutmak, korumak gerekiyorsa aynı şekilde manevi kalbi de ibadet ve zikirle beslemek gerekiyor. Dünyevî ve uhrevî hayatımızı etkileyen, şekillendiren en temel unsur kalbimizle ilgili tercihimiz olacak. Hakkı ve hayrı tercih eden, benimseyen ise kurtulacak.

Rabbimizin tevfik ve inayetiyle...Hacegan...
Hacegan__
Per Nis 05, 2012 3:40 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: KALPLERİMİZ...

Emegine Yüregine; Kalemine Saglik Hacegan Kardesim, Allah Razi Olsun.

Selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Pzr Nis 08, 2012 4:20 pm
 
Foruma git
Konuya git

SEVGİ KAYNAGI.....

Canlı, cansız bu dünyada yaşıyoruz ve her varlığın da bir sonu var. Ancak canlı olan varlıklar hayatta sevgiye ihtiyaç duyarlar. İnsanlar ise sevmeye, sevilmeye… İnsan neyi seviyor, neden haz alıyorsa onlarla birlikte olmak ister. Bir hayat düşünün ki o hayatın içersinde iman yoksa sevgi yoksa aşk yoksa o hayatı yaşamanın bir sıkıntı, azap ve acıdan başka bir anlamı olmaz.

Sevgi, duygu, his ve düşünceler hayatın her safhasında yaşanan güzelliklerdir. Gönül dünyamızdaki zenginliklerdir. Gönlümüzü, kalbimizi sevgilere, tüm güzelliklere açık tutmalıyız ki hayatımız da güzel olsun. İçinde sevgiyi barındıramayan insanın içi nefretle dolar ve insanlıktan uzaklaşır. İçimizdeki nefreti, kalbimizdeki sevgiyle kovabiliriz... Sevgisizlik ağır bir yüktür, kötülüklerin beslenme kaynağıdır. İnsanlar bundan kurtulmak için gayret etmeli, kalplerinde sevgiye yer ayırmalıdırlar.

Sevgi, değer vermesini bilmektir. Sevmek, inanmak ve yaşamaktır. Sevmek, Sevgili olmak ve birlikte olmaktan kıvanç duymaktır. Sevgi, bütün suni davranış ve düşüncelerin hayattan çıkarılması, ulvi düşüncelere yöneliştir. Sevgi, insanın yüce yaratıcıya hakkıyla kul olmasıdır. Sevmek, gerçek ve büyük bir imtihandır... Sevgi Ferhat ile Şirinin, Aslı ile Keremin, Mecnunla Leyla’nın aşkını yaşamaktır. Leyla’dan Mevla’ya yöneliştir…
Sevgisiz, umutsuz ve inançsız hayat bir hiçtir. Şu âlemde ister sultan, ister hükümdar olalım, her ne olursak olalım ama hakkıyla insan olalım. Yaratanı bilip, sonsuzluk âlemine göre yaşamalıyız ki mutlu olalım. Yoksa fani olan âlemde neyiz ki… Sizlere ibretlik bir hikâye;
Yaşlı bir adam tarlasında çalışırken tebdil-i kıyafet halkın içinde gezen hükümdar ona yaklaşır. Selamlaşırlar, yaşlı adam yolcunun sıcaktan bunaldığını düşünerek ona ayran ikram eder. Daha sonra sohbet etmeye başlarlar. Hükümdar yaşlı adamın sözlerinden etkilenir ve ona kim olduğunu sorar. Yaşlı adam ona:
-Hiç, der. Hükümdar merakla;
-Ne demek bu, senin muhakkak bir adın ve unvanın vardır. Yaşlı adam gene;
-Hiç, der. Hükümdar bu sefer kendisiyle alay edildiğini sanır,
-Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben bu ülkenin hükümdarıyım der. Adam bu durum karşısında durumu izah etmeye çalışır:
-Peki hünkarım şimdi siz bu ülkenin hükümdarısınız, bundan sonra ne olmayı planlıyorsunuz der. Hükümdar şaşkın bir tavırla,
-Hiç, der. Yaşlı adam o zaman,
-Hünkârım işte ben sizin hükümdarlıktan sonra ulaşacağınız o mertebedeki adamım der...

Fiziksel olarak vücudumuzu arındırabiliriz, fakat ruhsal yapımızın sonsuz sevgiyle arındırılması gerekir. Bunun için ilahi yaratıcının sevgisine, merhametine ihtiyacımız olacaktır. Bu sevgiyi kalbimizde yaşayarak, küçük bir et parçasında büyük bir aşk ve dava taşıyacağız. Böylece enerji kazanacağız, hayatımıza anlam katacağız…
Sevgisiz hayat sıkar, daraltır içimizi. Oysaki ne kadar geniştir kalbimiz. Her şeyi alır içine, bazen de genişliği nispetinde daralıverir, sığmaz olursun içine. İki ten, iki kalp, iki gönül yoktur sevgide. Tek bir kalp olmak, sevdiğiyle kalbi bölüşmektir… Sevmek paylaşmaktır. Sevdiğiyle sevgiyi paylaşmaktır…

Vazgeçiş yoktur sevgiden, sevgiliden. Sevgilinin gönül gözü sevgi renkleri arasından gerçek renge ulaşmayı idrak eder. Sevgiler bitmez öyle ki, tüm beşeri gerçekler, tüm dünya silinir gider ama sonsuz sevgiler devamlı yaşar.

Gerçek sevginin ve güzelliğin yanında bizimkisi sönük kalır. Bu sevginin membaı da yaratıcıdır, rabbimizdir. Her insan yaratıcının güzel parçasını içinde taşımaktadır.
Vicdan, kalp ve ruh kir, pas, leke kabul etmez. Kalbimizde sevgi ve merhamete çokça yer verdiğimizde, vicdan duygusunu geliştirdiğimizde, içimizde olan volkan sonsuz yaşama dönüşür.
Sevgi gayret ister, emek ister. Sevginin en büyük kaynağı olan rabbimizi her şeyden çok sevmeliyiz ki sevgide derinleşerek, sevginin sonsuzluğuna varalım.

Sevmek sevgiliyi istemeyi de öğrenmektir. Sevgili olunca, âşıkla maşuk olunca ölüm bile güzeldir. En büyük sevgi, sonsuz yüce sevgilerde, yaratıcıda saklıdır. Sevgililerin sevgilisi yaratıcıyı sevmek de sevgiliden gelen her sözü kabullenmek, “öl” emrine bile “ölürüm” diyebilmektir. Sevmek, ölümden öte sonsuzluğa taşınabilmek, sevgili olmasını bilmektir. Tükenmeyen kaybolmayan sevgiler kaynağından doya, doya içmektir. Sevgilerin aslı ve odağı olan Allah sevgisini hiçbir zaman kalpten çıkarmamaktır.
Şu dünyada beşer, şaşarız. Ne kusursuz insan aramalı, ne de insanda kusur. Seveceksek öylece sevmeli. Sevgilerde yücelip yaratıcıya ulaşmalı…

Yeni ufuklara gerçek sevgi ve inançla dolu gönül yelkeniyle yola çıkalım. Kalp gözüyle görüp, aşk gözüyle yaşayalım… İnancı, sevgileri kalpten kıyama kaldırıp sevgiler dağıtalım. Sevgilerin kaynağına, sevgililerin en büyüğüne, yaratıcıya teslim olalım…Selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Pts Şub 13, 2012 1:56 pm
 
Foruma git
Konuya git

Bugün özel bir gün çünkü ben bugün de yaşıyorum..

Bugün özel bir gün çünkü ben bugün de yaşıyorum..

Güneşin o ilk doğuş anına en son ne zaman tanık oldun? İnsanoğlu, taptaze ışıklarının tüm vücuduna yayılmasını ne zaman izledin kendinde, bir sonbahar sabahı o ılıklığı ne zaman hissettin yüreğinde?.

Bizler aslında bize her günün bir lütuf olduğunu anlamayacak denli duyarsız bir biçimde geçip gidiyoruz bu yaşamdan. Hanginiz sabah gözünü açtığında bunu dünyaya tekrarlıyor:

Bugün özel bir gün çünkü ben bugün de yaşıyorum, gözlerim açık, ilk soluğumu bilinçli bir biçimde çektim içime, bu bir ayrıcalık, bugün özel bir gün, evet.Bugün bana bir gün daha yaşama şansı verildi diye

İnsan yaşamında ne sorunlar var ama biz o kazağı alamadık diye tüm günü o güzelim ruhumuza ve bedenimize azap çektirmekle geçiriyoruz ya da sevgiliniz sizin sevginizin yüceliğini anlamadı diye kahroluyoruz ya da sular gitti diye, hava soğudu diye tüm gün kendimize ve sevdiklerimize surat asıyoruz.

Bir de şöyle düşünelim; siz başlı başına bir yaşamsınız ve yaşamda telafi edilemeyecek tek şey ölümdür. Sular elbette gelecektir, soğuk hava için biraz daha sıkı giyinebiliriz, sevgilin seni anlamıyorsa aslında senin sevdana layık olmadığını pekala algılayabilirsin.

Peki, bu yaşama ne zaman gülümseyeceksin, ne zaman kendin için bir şeyler yapacaksın, en sevdiğin çiçeği neden hala başkalarından bekliyorsun, bugün kendine niye o çiçeği almıyorsun, ne zaman miskinliğinden bir sabah da ödün verip doğanın ısrarla uyanışına kendini de tanık etmiyorsun?

Unutma ki bu yaşamı güzelleştirecek olan da çekilmez hale getirecek olan da sensin, sakın başkalarını suçlama.

Hadi artık her sabah yüreğine kocaman gülümsemelerle dolu bir soluk çek ve tüm gün verdiğin her soluğun içine bu gülümsemelerden katarak çevrendeki tüm canlı varlıkları varlığından haberdar et. Yaşama öylesine gelme ve de öylesine gitme.

Unutma ki bir ağacın gövdesine sarıldığında onun kalp atışlarını duyabilecek denli bu dünyada duyarlı yaşamak senin elinde. Tanıdığın ya da tanımadığın olsun, yeryüzündeki canlıların hiç birinden hiçbir zaman,
gülümsemeni esirgeme

Unutma sen bu dünyada başlı başına bir yaşamsın ve .
Yalnızca bu nedenle bile, senin varlığın çok, çok özel.
Ve şunuda asla unutma nerden geldin nereye gidiyorsun bunu sakın unutma.


Selam ve Dua ile
Asri_Saadett
Çar Nis 18, 2012 6:25 pm
 
Foruma git
Konuya git

ALLAHIN MERHAMETİ VE RAHMETİ...

Sonsuz merhamet ve sonsuz lütuf sahibi Allah’ın adıyla;
Bu yazıyı yazmamın sebebi Allah’ın rahmetinin genişliğini yeterince fark edemememiz ve “neden bizleri imtihan ediyor ve cehenneme atıyor” gibi sorulara cevap olması niteliğindedir.
Kuranı Kerime yabancı olan ve yaratılış gayesini anlamayan yada anlamaya çalışan kişiler Allah’ın imtihanını sorgularlar ve sonucunda neden sadece cennet olmadığını cehennemin olduğunu söylerler. Bununla kalmaz

Araf 179. ayette;
Biz cinlerle insanların birçoğunu cehennem için yarattık

şeklinde meallendirenlerin mealini kanıt olarak gösterir biz cehennem için yaratıldıysak bizim suçumuz nedir ? demektedirler. İşin aslı öyle değildir. Diyanetin mealinden buraya ilk önce eski mealini sonra yenisini aktarmak istiyorum.
And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir. (eskisi)
Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.(yenisi)
Görüldüğü üzere cümle yapıları nasıl da değişmiş eskiye nazaran.Eski mealde kadere mahkum bir robot olarak insan,yeni mealde bir irade sahibi insan görüyoruz. İşte anlatmak istediğimizde budur.İnsan cehenneme girmeyi kendi yüzünden, kendi basiretsizliğinden ve kendi hatalarından haketmiştir. Geçmişte yazılan senaryonun ürünü değildir olamazda, eğer böyle olursa Rabbimiz kullarından bazılarına haşa zulmetmiş olur, oysaki;

Kim hayra ve barışa yönelik bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara asla zulmetmez.
(Fussilet 46)

buyurmaktadır. İnsan irade sahibidir ve bunu Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda kullanmak zorundadır kullanmazsa Araf 179. ayetin hükmüne tabi olur.
Bu ayetleri anladıktan sonra yaratılışın amaçları ve Allah’ın geniş rahmetinin yansımalarını görmek zor olmaz.
Allahın rahmeti gazabını geçmiştir.Sıfatlarından,rahmetini ve merhametini yansıtanlar biz insanlar ve diğer tüm varlıklar için yaratılışın amaçlarından gösterilebilir. Allahın hiçbirşeye ihtiyacı olmadığından intikam alma,azaba çarptırma,cezalandırma gibi sıfatlarının yarattıklarına tecelli ettirmesi gibi bir zorunluluğu yoktur. Yani yaratılış gayesi bir azap değil bir merhamet üzerine kuruludur. Rahmetini yarattıklarına tecelli ettirmesi yine ihtiyacından değil bizim onun rahmetine ihtiyacımızdan kaynaklanır.
Yüce Allah azaba çarptırmak için biz insanları yaratmamıştır,rahmetini merhametini ve bereketini bizlere göstermek istemiştir.Akıllara o zaman neden imtihan dünyasında zorluklarla karşılaşıyoruz neden cehenneme gidiyoruz direk cennete gitseymişiz madem şeklinde sorular geliyorsa, bunun cevabı yukarıda belirttiğim gibi “özgür irade” kavramıdır. Bu kavramın getirdiği bazı zorunlu şartlar dolayısıyla (emir ve yasaklara karşı gelmek, Allahın rahmetini görmezlikten gelmek,ona ortaklar koşmak) cezalandırma gerekli hale gelmiş olur.
Yüce Allah’ın rahmeti insanın tüm nankörlükleri ve günahlarına rağmen gazabını geçmiştir.

… dilediğim kimseyi azabıma hedef kılabilirim, fakat RAHMETİM HERŞEYİ KUŞATMIŞTIR.
(Araf 156).Allahın rahmetinin ve bereketinin üzerimize olmasını dilerim.Selam ve dua ile Hacegan
Hacegan__
Çar Nis 18, 2012 5:35 pm
 
Foruma git
Konuya git
cron