474 sonuç bulundu

Geri dön

Aslan abime ithaf ediyorum (Cin Ali)

cin ali o sabah güçlükle kalkmıştı..bütün gece kabuslar görmüştü..keyifsiz bir kahvaltı..ve biraz spor.. ve canı sıkılan cin ali sokağa çıkmak istedi.. hiç bir şey ona keyif vermiyordu..birden dedesinin sözleri aklına geldi.. cin ali,hayatın seni ezmesine izin verme,hayata sevgiyle sarılmayı unutma sözlerini hatırladı.. birden komşunun kızıyla yaşadığı yaşadığı günleri hatırladı.. ne güzel günlerdi o günler..mahalledeki dedikodular onları ayırmıştı..komşu kızı başkasını seviyordu..hemen bir şeyler yapmalıydı..günlerce düşündü...düşündü..evreka..hemen gidip özür dilemeli ve kızın gönlünü almalıydı..bildiği tüm güzel aşk sözlerini sıraladı,sıraladı..komşu kızı bu sözlerden çok etkilenmişti..o da bu aşkı karşılıksız bırakamazdı..neşe içinde birlikte oynadılar..ve bir daha ayrılmamaya söz verdiler..
Ece
Çar May 29, 2013 10:32 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Peygamberimizin Ölüm Yıldönümü...

Teşekkürler Efe Adminim...


Ece
Çar May 29, 2013 3:06 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Peygamberimizin Ölüm Yıldönümü...

Teşekkürler Aslan Abim...



evde yemek yoktur abim bunla idare et artık

Ece
Çar May 29, 2013 3:08 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ Kırıldım doğrusu ✿ ✿ ✿ ✿ ✿

bitanemmm saçların süperr olmuuş:)) Hoh

Ece
Çar May 29, 2013 1:01 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Can Dostlarıma...

Teşekkürler Efe adminim okuyan gözlerine sağlık


Ece
Çar May 29, 2013 3:11 pm
 
Foruma git
Konuya git

O Çocuklar

O Çocuklar…
Başından beri izliyorum onları, gıptayla, imrenerek…  İstanbul’dan uzakta bir adadayım. Şimdi orada, o çocuklarla birlikte olmak vardı, diye düşünüyorum, onları dinlemek, yalnızca dinlemek, hiç söze karışmadan, ne konuştuklarını anlamaya çalışarak orada olmak vardı. Onlarla birlikte renklenen televizyon ekranlarından izliyorum onları… Ekranlardaki görüntülerinden de olsa çok şey öğreniyorum o çocuklardan. Beni sürekli iç muhasebeye, kendimle yüzleşmeye zorluyorlar. Onları izledikçe onca çabama karşın zamanın ruhunu epeyce ıskaladığımın ayırdına varıyorum. Zamanın güncelinde yaşıyorlar, müzik olsun, sinema olsun, resim ya da yazın olsun farklı beğenileri var, giyim-kuşamları da, davranışları da farklı... Önyargılardan arındırmışlar kendilerini; kendilerini önyargılardan arındırmış insanların ortak hayatlarda nasıl mutlu olabileceklerini, kendilerinden farklı olanları, farklı düşünenleri hiç ötekileştirmeden eşitlemenin, karşılıklı eşitlenerek birbirini anlamaya çalışmanın yaşamı nasıl kolaylaştıracağını, nasıl özgürleştireceğini bin bir örnekle gösteriyorlar bize.
 
***
 
Onlar bilişim-iletişim çağının, dijital çağın çocukları. Bizim oldukça dışında kaldığımız küresel iletişim ağlarının sürekli gelişen teknolojik olanaklarından yararlanarak haberleşiyorlar birbirleriyle. Dünyada neler olup bittiğini bizden çok daha önce, çok daha hızlı öğrenip tepki gösteriyorlar. İstediğiniz kadar “Twitter”, “Facebook”, “Google” gibi iletişim ve bilgi ağlarını kesin, bu kaynakları kuruttuğunuzu sanın, mutlaka ama mutlaka bir kaçak buluyorlar. Görsel, yazılı veya işitsel medya istediği kadar gerçekleri karartmaya çalışsın onlar bir yolunu bulup gerçeklere ulaşıyorlar, ulaştıkları gerçekleri birbirlerine aktarıyorlar.
 
***
 
Bizim kuşağımız da, bizden sonraki kuşaklar da kendilerince epey iyi şeyler yaptı. Fakat o çocuklardan önceki kuşaklardan hiçbiri onlar kadar dayanışmacı olmadı, onlar kadar karşısındakini dinlemeyi bilmedi, o çocuklar kadar kendini bağnazlıktan arındırmadı, her türlü bağnazlıktan arınarak kendini o çocuklar kadar özgürleştirmedi. Onları izledikçe, onlardan öğrendikçe o çocukları daha çok seviyorum.
Ece
Per May 30, 2013 11:08 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Koray...

Olgunlaşmak
 
İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi. İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan...
 
yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var. Ben demiştim sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun. İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun. İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum. Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor..
o güzel yüreğine sağlık arkadaşım
Ece
Per May 30, 2013 2:31 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Koray...

İnsanı öğrendim.Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu…Sonra da her ...insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.Sevmeyi öğrendim....Sonra güvenmeyi…Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcıolduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.Evreni öğrendim.Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreniaydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ece
Per May 30, 2013 2:48 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: •*¨`*•✿ Ne Güzel Şey Seni Seviyorum Demek ✿•*¨`*•

Ne Güzel Şey Seni Seviyorum Demek...


evet negüzel şey senem seni seviyorum demek



 


 

Ece
Sal May 28, 2013 6:26 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Karagöz ile Hacivat

canım benimm çok güzel bir paylaşım o güzel


yüreğine sağlık...


 


 


gelelim amaca :)amaç, birilerinin sırtından üzüm


yemek elbette

Ece
Sal May 28, 2013 6:14 pm
 
Foruma git
Konuya git

Ne Arıyosan Kendinde Ara...

"
Ne Arıyorsan Kendinde Ara"... Kişinin değeri nedir?
-  Aradığı şeydir!
Eğer sen, can konağını arıyorsan,
bil ki sen cansın.
Eğer bir lokma ekmek peşinde
koşuyorsan, sen bir ekmeksin.
Bu gizli, bu  nükteli sözün
manasına akıl erdirirsen, anlarsın
ki
Aradığın ancak sensin,  sen.
 
Madendeki inciyi aradıkça
madensin.
Ekmek lokmasına heves  ettikçe
ekmeksin.
Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın
her şeyi;
Neyi  arıyorsun, sen osun.
 
Senin canın içinde bir can var, o
canı ara!
Beden dağının içinde mücevher
var, o mücevherin madenini ara!
A yürüyüp  giden sufi, gücün
yeterse ara;
Ama dışarıda değil, aradığını
kendinde ara.
Ece
Per May 30, 2013 3:16 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Koray...

Üzülme!.. Dert etme can!.. Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan... Ne mutlu sana!.. Elinde olmayanları söyleme bana... Elinde olanlardan bahset can!… Üzülme!.. Geceler hep kimsesiz mi geçecek?.. Gidenler dönmeyecek mi?.. Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede.. Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış... Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta... Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?.. “Hüzün olgunlaştırır, Kaybetmek sabrı öğretir”...
Ece
Per May 30, 2013 2:50 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Ne Arıyosan Kendinde Ara...


teşekkürlerr Senemimm(((HOH)))

Ece
Per May 30, 2013 7:45 pm
 
Foruma git
Konuya git

Atatürk'ün İslamiyet ile İlgili Düşünceleri..

Atatürk’ün İslamiyet ile İlgili Düşünceleri:
Atatürk, dinimizin tam anlamıyla ve aslına uygun olarak yaşanmasını ve milletimize doğru, modern, hurafelerden arındırılmış bir din anlayışını benimsetmeyi hedeflemiştir. Hiçbir aşırılığa kaçmadan, Kuran'ın modern bir dünyayı tarif ettiğini çok net biçimde izah etmiştir.Açıkça anlaşılmaktadır ki, gerçek manada dindarlık, heyecanlı fanatiklerin, tutucu, kapalı görüşlü kimselerinkinde değil; Atatürk'ün tarif ettiği ılımlı, insancıl, modern yapıda kendini göstermektedir.Büyük Atatürk'ün, İslam dinini, Kuran-ı Kerim'i, Hz. Peygamberi ve dini müesseseleri öven tüm bu sözleri, O'nun dinimize olan içten bağlılığını gösteren somut ve tartışılmaz belgeler olarak kabul edilmelidir. ---------------------------------------------------------------------Türkiye Cumhuriyeti' nin kurucusu Büyük Önder Atatürk'ün Hazreti Muhammed'e olan sevgi ve saygısı, yaşanan örnek olaylarda ortaya çıkmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından çıkarılan Diyanet Dergisi'nin 2007 Kasım ayı sayısında emekli öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. A. Vehbi Ecer'in, ''Atatürk'te Peygamber Sevgisi'' başlıklı yazısında, yaşanan olaylarla Atatürk'ün Hazreti Muhammed'e duyduğu sevgi ve saygı anlatılmaktadır. ''Beğenilen, değer verilen, önemli görülen şey sevilir. Atatürk'ün beğendiği, saygı duyduğu, değer verdiği, takdir ettiği en büyük insan Peygamberimiz Hazreti Muhammed idi'' ifadesinin yer aldığı yazıda, Atatürk'ün Hazreti Muhammed'in büyüklüğüne dil uzatanları affetmediğine dikkat çekilerek yaşanan şu olaya yer verilmektedir:''Allah ve Peygamber konuları ulu orta Atatürk'ün yanında tartışma konusu yapılamazdı. Bir gece sofrada sohbet sırasında Peygamberi tenkit ederek Atatürk'e yaranacağını zanneden birisinin konuşmasını kızgın bir şekilde elini masaya vurarak, keser ve 'bu konuyu kapatın... Peygamberi küçültmek isterseniz, kendiniz küçülürsünüz!' der.'' (…/…/……)---------------------------------------------------------------------Atatürk, 1926 yılında yaptığı bir konuşmada Hazreti Muhammed'in adının unutulmayacağını vurgulayan konuşmasında: ''O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinden bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonsuza kadar O, ölümsüzdür'' ifadelerini kullandığına dikkat çekmektedir.(…/…/1926)---------------------------------------------------------------------Atatürk'ün 1 Kasım 1924'te yaptığı konuşmada, Hazreti Muhammed'in kabilesi tarafından sevilen bir kişi olduğunu ve nasıl peygamber olduğunu anlatmaktadır: ''Son peygamber olan Muhammed Mustafa, 1394 sene evvel Rumi nisan içinde rebiülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu... Hazreti Muhammed eyyam-ı sabavet (çocukluk günleri) ve şebabeti (gençliği) geçirdi. Fakat henüz peygamber olmadı. Yüzü nuranî (ışıklı, saygı uyandıran) sözü ruhanî, reşit, rüiyette bibedel (görünüşte emsalsiz), sözüne sadık ve halim, mürüvvetçe (iyilikseverlikte) saire faik (başkalarına üstün) olan Muhammed Mustafa, evvela bu evsaf-ı mahsusa (özel nitelik) ve mütemayizesiyle (sivrilmesiyle...) kabilesi içinde Muhammed'ül-Emîn (güvenilir Muhammed) oldu.Muhammed Mustafa, peygamber olmadan evvel kavminin muhabbetine, hürmetine, itimadına mazhar oldu. Ondan sonra ancak 40 yaşında nübüvvet ve 43 yaşında risalet (peygamberlik) geldi. Fahr-i alem Efendimiz namütanahî (sonsuzca) tehlikeler içinde, bipayan (tükenmez) mihnetler ve meşakkatler karşısında 20 sene çalıştı ve din-i İslamı tesise ait vazife-i peygamberisini ifaya muvaffak olduktan sonra vasıl-ı ala-yı illiyyin (cennetin en yüce yerine erişen) oldu.''(01/11/1924)---------------------------------------------------------------------Atatürk’ün İslam Düşmanı Bir Şarkiyatçının Hz. Muhammed Hakkında Yazdığı Bir Kitaba Gösterdiği Tepki“1930 yıllarında, İslam düşmanı bir şarkiyatçının Hz. Muhammed hakkında yazdığı bir kitabı tercüme eden bir yazar, eserini Atatürk’e takdim eder. Atatürk kitabı inceledikten sonra tarihçi Prof. Dr. Şemsettin Günaltay’ı çağırtır ve kitap hakkında fikrini sorar. Günaltay’ın cevabı:- Ele alınacak bir şey değil, bir facia olur Paşam.Atatürk Günaltay’ın sözünü bitirmesini beklemeden yerinden fırlar ve yanında bulunan Başvekil İsmet Paşa’ya dönerek:- Bu paçavrayı toplatın ve tercümeyi yapanı da devlet hizmetinde kullanılmamak üzere hükümet kapısından uzaklaştırın, der.”1930 yılında Hazreti Muhammed'i küçük düşürmeye yönelik ifadeleri içeren bu kitap ve yazar hakkında Atatürk'ün, şu açıklamayı yaptığı kaydediliyor: ''Muhammed'i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesi'nde en büyük komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir? Tarih, gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askeri dehası kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed, bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.''Kaynak: Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş---------------------------------------------------------------------İslam dininin dünya insanlığı için büyük bir inkılap olduğunu ifade eden Atatürk'ün, Hazreti Muhammed'in vefatının yıldönümü dolayısıyla 1930 yılında yaptığı bir konuşmada da İslam dininin insanlık için bir inkılap oluşunu ve korunması gerektiğini şu cümlelerle açıkladığı kaydediliyor: ''Büyük bir inkılap yaratan Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli etmek gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, bir an evvel onu toprağa tevdi etmek değil yapmış olduğu inkılâbı emniyet altına almaktı...''(…/…/1930)---------------------------------------------------------------------Sonuç: İslam dinini iyi anlayan ve İslam peygamberinin büyüklüğüne, eşsizliğine hayran olan, O'na iftira edilmesine razı olmayan ve izin vermeyen Atatürk’ün dinimize ve peygamberimize karşı olmadığını, Atatürk'ün sadece ve sadece yanlış ve batıl inanışlar ile dinin istismarına karşı olduğunun anlaşılması gerekmektedir.
Ece
Per May 30, 2013 4:51 pm
 
Foruma git
Konuya git

Din ve Laiklik

Atatürk’ün din ve laiklik ile ilgili sözleri (Özdeyişleri)
Din vardır ve lâzımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi; fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur-tefsirler, hurafeler- binayı daha fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır.
Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamağa çalışıyor; kaste ve fiile dayanan taassupkâr hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz. (Asaf İlbay Anlatıyor, Yakınlarından Hatıralar, S. 102-103)
Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür; tanrısal inanışların belirtilerine bakarak diyebiliriz ki: İnsanlar iki sınıfta, iki devirde mütalâa olunabilir. İlk devir insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. İkinci devir, beşeriyetin erginlik ve olgunluk devridir.
Muhammed’i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesinde en büyük bir komutanın yapabileceği bir plânı nasıl düşünür ve tatbik edebilir?
Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed bu harb sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde müslümanlık diye bir varlık görülemezdi. (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 100, 1945, S. 3)
Bizim dinimiz en mâkul ve en tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lâzımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. (1923)
Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla alâkası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamanın yeniliklerine uymayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 128)
Bizim dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı tavsiye etmez. Aksine Allah da, Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini muhafaza etmelerini emrediyor. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 92)
Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslâm’ın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 127)
Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı, ilerlemeye mâni hiçbir şey ihtiva etmiyor. (1923)
Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalb ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 66-67)
Baylar ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensublar memleketi olamaz. En doğru ve en hakikî tarikat, medeniyet tarikatıdır. 1925 (Atatürk’ün B. N., S. 93)
Bizi yanlış yola sevk eden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, sâf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 127)
Ece
Per May 30, 2013 4:42 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Arka Kapısı Yok Ki Sevdaların

Canım Emeğine yüreğine o hiç sapmıyan
kalemine sağlıkk canımm
 
 
Nerde o eski günlerr......
katılımda bulunmak için yazılanlar değil
yazan kişiler seçiliyor evet;içerik deniyo
katkım olunsun deniyo,yazılar güncel
olunsunki bizlerde katılalım deniliyo.....
benim gördüğüm şey ise güncel paylaşımlar
doğru fikirler falan değil,gördüğüm tek şey
konudan önce kimin gönderdiğine bakılması
kimin gönderdiği önemli sizler için (peygamberimizin ölüm yıldönümü ile ilgili bir yazı paylaştım!benim için değil peygamberimiz için teşekkür butonuna basabilirdiniz eğerki  sadece kimin gönderdiğine bakmamış olsaydınız
teşekkürlerr
 
dip not
(ben sizleri tanımıyorum bir kez olsun sizinle konuşmadık tanışmadık bana bu tavrınız nedendir  anlamış değilim;)
ne sizinle nede
sitede hiç kimseyle bir kavgam yok tartışmam yok kimseye
saygısızlık yapmadım
 
Ece
Cum May 31, 2013 11:32 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Arka Kapısı Yok Ki Sevdaların

..Ben daha çok güncel konular..Hani deriz ya hep..Nerde o eski günler..diye özlemlerini çetiğimiz..yani unutulanlar..Farkında olmadan kaybettiklerimiz..Yaşamımızda olan eksiklikler..ve bize daha çok kazanım getiren..Paylaşımları seviyorum..Mutlak beğeniliyordur..Paylaşımındaki görselliği çok beğeniyorum..Hani tek kişilik olunca yazılanlar..ilgisizliğimiz belki ondanmı diyede düşünüyorum..
 böle bi açıklama yaparsanız üzerime alırım
çünkü bende güncel konuları yazıyorum;
paylaşımlarımda aynı düşündede
olmıyabilirsiniz karşı düşüncenizide
yazabilirsiniz buna tavır almam aldığım
sadece sizin yapmadığınız birşeyi
savunmanız...
 
paylaşıma değil paylaşana bakıyosunuz
 
 
Ece
Cum May 31, 2013 12:18 pm
 
Foruma git
Konuya git

Ötekileştirmek...!


Hayatta en kötü şeylerden biri ayrımcılık
olsa gerek. Ayrımcılık yapmak demek
birilerini 'ötekileştirmek' demek ve
ötekileştirmek demek hem dışlamak hem
dışlanmak demek.
Her şey etiketlemekle başlıyor aslında. Ten
renklerine,dinlere, tarzlara, zevklere,
kıyafetlere, ekonomik durumlara, kültür
seviyelerine göre insanlar birbirlerini
etiketliyorlar. Kendi aramızda bile pek çok
insan tipi var. Tikiler, rockerlar, alternatifler.
Bu etiketlerden birini yapıştırır yapıştırmaz
dışlamış/dışlanmış oluyoruz işte. İçten içe
küçümsüyoruz birbirimizi. Gözden
kaçırdığımız çok önemli bir şey var.
Birilerini kendimizden mahrum bıraktığımızı
zannederken, aslında biz dışladığımız
insanlardan mahrum kalıyoruz.
Bize benzediğini düşündüğümüz insanları
arkadaş olarak seçiyoruz. Benzer fikirler,
benzer yaşayış tarzlarıyla olduğumuz yerde
duruyoruz. Tek bir renkle yaşayıp duruyoruz.
Oysa ötekileştirmesek, tanımak için şans
versek, hem kendimizi hem onları belli
kalıplara hapsetmesek rengarenk bire
yaşamımız olacak.
Başka hayatlara tanık olup, farklı
düşünceleri dinleyip gökkuşağına
benzemeye başlayacağız.
Hem kendimize hem bize benzemediğinizi
düşündüğümüz insanlara şanslar
tanımalıyız. Tanımadan etmeden,
konuşmadan dinlemeden etiketlerle
kaybetmemeliyiz insanları. Gerçekten
anlaşamayacağımızı düşündüğümüz insanlar
bize çok şey öğretiyorlar
Ece
Cum May 31, 2013 1:23 pm
 
Foruma git
Konuya git

Özgüven....

Özgüven çocukluktan itibaren gelişmeye
başlar. Çocukluk döneminde özgüven
duygusunun gelişebilmesi ebeveynlerimizin
tutumlarına bağlıdır. Fazla koruyucu
ebeveynlere sahip olmak, kişisel sorumluluk
duygusunun ve karşılaşılan güçlükler
karşısında problem çözme becerisinin
gelişmesini engeller. Bu şekilde büyüyen
çocuklar genç yetişkinlik ve yetişkinlik
dönemlerinde karar alma, insiyatif kullanma
ve hayata dair harekete geçmekte
zorlanırlar. Yetişkinlik dönemine kadar
sorumluluk almamış bireyler için karar
verme süreci sancılı olur. Risk almak,
cesaret etmek ve yeni deneyimleri içinde
bulunmak bu kişiler için oldukça zordur.
 
 Çocukken fazla koruyucu aile içinde olmak
düşük özgüvene neden olur. Ancak belli bir
yaşa gelindikten sonra özgüven duygusunun
gelişmesi kişinin kendisine bağlıdır.
Hayatınıza dair her şeyin kontrolü sizin
elinizdedir. Geçmiş yaşantılar ve
deneyimlerin bugünü etkilemesine izin
vermemek kişiye bağlıdır. Geçmişte
yaşananları sadece deneyim olarak ele
alabilmek, bugün ve gelecekte daha tatmin
edici bir yaşantı sağlar. Hayat bugünden ve
bugün yaptıklarınızdan ibarettir. Geçmişte
aldığınız kararlar, tercihleriniz ve
seçimleriniz geçmişe aittir. Siz bugün ki
tercihlerinizsiniz.
 
 Özgüven kendi yaşamımızın sorumluluğunu
alarak gelişir. Herkesin içinde potansiyel bir
güç vardır bunu doğru şekilde kullanmak
özgüveni arttırır. Hayata dair bir
amacınızın olması ve ona ulaşmak için çaba
sarf etmeniz kendinizi güçlü ve özgürleşmiş
bir birey olarak hissetmenizi sağar.
Belirlenen amaçlar kaliteli bir yaşam için
motivasyon kaynağıdır. Sizi güçlendirecek
olan yine sizin attığınız adımlar ve aldığınız
sorumluluklardır.
 
 Karar vermek ve sorumluluk almak özgüven
duygusunu besler. Hayatımızın her alanında
ve her an karar almak durumundayız. Atılan
her adım, alınan her karar, yapılan her
girişim farklı bir sonuç doğurur. Alınan sonuç
olumlu da olsa olumsuz da olsa sorumluluğu
almak özgüvenin beslenmesi açısından
önemlidir. Başarıya giden yolda
başarısızlıkların yaşanması olasıdır. Önemli
olan hiç başarısız olmamak değil,
karşılaşılan olumsuzlukları olumlu hale
dönüştürebilmeye çalışmaktır. Karşılaşılan
sorunla yüzleşmek ve çözüm aramak kişinin
zorluklara karşı meydan okuma gücünü
arttırır.
 
 Özgüveni yüksek olan kişi hayatın
zorluklarına karşı durabilir, karşılaştığı
sorunu kendini geliştirmek için bir avantaj
haline dönüştürebilir. Olumsuzlukları,
gelecekte atılacak adımlar ve alınacak
kararlar için bir deneyim olarak kullanır.
 Özgüveni düşük olan kişi ise ya sorunlardan
kaçma yolunu ya da olumsuzluklardan
başkalarını sorumlu tutmayı seçer. Dışsal
faktörleri sorumlu tutmak kişinin hayatının
kontrolünü de başkalarının ellerine
bırakması anlamına gelir. Bu şekilde
davranmak anlık olarak rahatlatsa da aslında
kişiyi güçsüz kılar ve bireyselleşmesine izin
vermez. Sorumluluğu ve kontrolü diğer
insanlara vermek, durumu değiştirmek için
hiç bir şey yapma gücünüz olmadığı
anlamına gelir. Kontrol ancak sizin elinizde
olduğunda olumsuz durumu değiştirme
şansınız olur. Sorumluluk almak zordur ve
cesaret ister ancak kişisel özgürlüğün ve
gelişimin temelini oluşturur.
 
 Özgüven eksikliği sosyal yaşamda ve iş
yaşamında sorunlara neden olur. Başarılı
olmak ve özgüvenli olmak birbiri ile
paraleldir, başarılı oldukça kişinin özgüveni
artar. Özgüven arttıkça kişi yeni deneyimlere
açık olur ve karşısına çıkan fırsatları
değerlendirir. Düşük özgüvenli olan kişi ise
değişimden korkar. Kişi risk almaktan, yanlış
yapmaktan ve başarısızlıktan korktuğu için
kişisel olarak gelişemez ve potansiyelini
kullanamaz. Sosyalleşmek zor geldiği için
yeni ortamlara girmek ve yeni ilişkiler
kurmak mümkün olmaz.
 
 Özgüveni düşük olduğu için, sosyal ve iş
yaşamında kişisel olarak ilerleme
gösteremeyen bireylerin psikolojik
danışmanlık alarak; potansiyellerini, olası
yeni başarıları ve hayata dair kontrol gücünü
fark etmeleri, yaşamlarını daha kaliteli bir
şekilde sürdürmelerini sağlar.
 
 
Ece
Cum May 31, 2013 7:54 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Ötekileştirmek...!

efe adminim çok güzel paylaşımlar teşekkür ederim

Ece
Cum May 31, 2013 10:12 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Ötekileştirmek...!

Teşekkürler Efe Adminim

Ece
Cum May 31, 2013 6:17 pm
 
Foruma git
Konuya git

11.Haziran.1868 Türk Kızılayı

11 HAZİRAN 1868 – 143.YILI

Bütün toplumlarda farklı şekillerde de olsa yardımlaşma vardır. Genellikle yokluk zamanlarında, sıkıntılı dönemlerde insanın birbirlerinin yaralarını sarmaları insanlık için en büyük erdemdir. Bu erdemli davranış dünyanın kuruluşundan beri artarak devam etmiştir. Toplumlar hiç beklemedikleri bir anda savaş, deprem su ve sel baskını, toprak kayması, yangın gibi felaketlerle karşılaşırlar. İnsanların böylesi arzu edilmeyen günlerinde uzanacak bir dost eline ihtiyaçları vardır. Felakete uğrayan insanların: beslenme, barınma, sağlık vb.gibi kapsamlı ihtiyaçlarının kısa zamanda giderilmesi için bir organizasyona gerek duyulmuştur. 1863 yılında İsviçre'nin Cenevre kentinde düzenlenen uluslar' arası bir toplantıda,bütün dünyada beklenmedik olaylarda halka yardımcı olmak için “DERNEKLER” kurulması kararlaştırılmış ve anlaşma imzalanmıştır. Bunun sonucunda da kara gün dostu “KIZILHAÇ” ve “KIZILAY” adıyla kuruluşlar dünyada kurularak faaliyet gösterir. Osmanlı Devleti döneminde yüzlerce yardım kuruluşu vardı. Bunlardan biride “HİLAL-İ AHMER “ adıyla bilinen bugünkü “ KIZILAY” kurumudur. 11 Haziran 1868'de bu amaç için , MECRU-HİN-İ ASAKİR-İ OSMANİYE MUAVENET CEMİYETİ kurulur 1877 yılında Sadrazam Hüsnü Paşa önderliğinde, yaralı askere yardım maksadıyla “ HİLAL-İ AHMER CEMİYETİ kurulur ve başına Doktor Arif bey getirilir..Bu Kızılay derneği, 14 Nisan 1877'de HİLAL-İ AHMET CEMİYETİ adını alır ve dünya devletlerince tanınır. 28 Nisan 1935 tarihinde “ HİLAl-İ AHMER “ Adı ATATÜRK tarafından, hilal ve ahmer kelimelerinin Türkçe karşılığı olan “KIZILAY “ olarak değiştirilerek bugünkü “ tüzel kişiliğe sahip” bir konuma getirildi. Cumhuriyetle birlikte yardım dernekleri görevlerini sürdürürken KIZILAY Kurumu da bütün Türkiye'de faaliyetlerini devam ettirmektedir. Kızılay, Osmanlı-Rus savaşı (18771878) sırasında ve 1.Dünya savaşı boyunca yararlı hizmetler verdi. “Türkiye Kızılay Derneği” tüm yurtta 650 şubesi, 20 kan merkezi ve dispanseri, 30'u aşkın aş evi ile zorda kalan yurttaşlarımıza yardım elini uzatmaktadır. Yurtdışında da muhtaç insanlara ve yoksul ülkelere gerekli yardım ve hizmeti yapmaktadır. Kızılay, merkezi İsviçre'de bulunan uluslar arası yardım kurumu Kızılhaç örgütüne bağlı olarak dünyada faaliyet gösterir. Kızılhaç'ın kurucusu JEAN HENRY DUNANT, İsviçreli olmasından dolayı, İsviçre bayrağı da Kızılhaç ambleminden esinlenerek yapılmıştır. Kızılay da Türk Bayrağı'ndan esinlenerek hilal işaretini almıştır.
KAN BAĞIŞININ İSLAMDAKİ YERİ Yüce Allah'ın bizlere lütfettiği sayısız nimetler ve değerli emanetler vardır. İnsanın maddi ve manevi değerlerlerini koruyabilmesi, Allah'a karşı gereği gibi kulluk yapabilmesi bu nimetlerden biri olan sağlıkla mümkündür. İnsanlar çeşitli sebeplerle hastalanmakta, kaza geçirmekte tedavi için ameliyat olmaktadırlar. Ameliyat esnasında ve trafik kazaları sonrası kan nakline ihtiyaç duyulmaktadır. Şüphesiz ki herkes hayatı boyunca bu duruma şahit olmuş, kendisi veya yakınları için kan aramıştır. Dinimiz insan hayatına büyük önem vermiş, bir kimsenin sebepsiz yere öldürülmesini yasaklamış, bir kimseyi yaşatmayı da, bütün insanlığı yaşatmak kabul etmiştir Kim bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın bir cana kıyarsa bütün insanlığı öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur(maide suresi.32) Bu nedenle bir Müslüman'ın, dini, milleti ne olursa olsun yaşatmak için kana ihtiyaç duyan bir insana kan vermesi gerekir. Bu durumda kan ücretle değil bağış olarak verilmesi insanî ve ahlâkî bir davranıştır. . Kan naklinde göz önünde bulundurulması gereken en önemli husus, kan verecek kişinin sağlıklı olması ve kanın bozulmasını önleyecek tedbirlerin alınmasıdır. Başka birisinin yaşaması için kan verilebileceği gibi sağlığı koruma veya tedavi amacıyla da verilebilir. Sevgili Peygamberimiz tedavi amacıyla uzman olan kişilere kan aldırdığı gibi, Müslümanlara da bunu tavsiye etmiştir Sonuç olarak bir insanın yaşamasına yardımcı olmak, kendimiz veya yakınlarımız ihtiyaç duyduğunda kan bulabilmek için kan bağışında bulunalım. Kızılay kan toplamak, kan bağışı yapmak için yurdun çeşitli yerlerine kan merkezleri kurmuştur. İlçemizde de, Kızılay'ın eski Marmaris Şube Başkanı MUSTAFA AYAZ ve yeni Başkan NAFİZ KAMADAN ile YÖNETİM KURULU ÜYELERİNİN yıllardır kurulmasına çalıştıkları KIZILAY KAN MERKEZİ BİNASI DA eski Datça yolu üzerinde inşaatı bitti, içi döşendi. Faaliyete geçti. Fakir ailelere yardım etme, fakir öğrencilere burs verme, yurtlarından yararlanmalarını sağlama, sakat ve yoksul vatandaşlara sakat arabası ile takma organlar temin etme şeklinde yardım anlayışını sürdürmektedir. Bütün bu yapılanlardan sonra “” KIZILAY KARAGÜN DOSTUDUR “” sözü gerçekten doğru söylenmiş bir sözdür. Kızılay'ın teşkilatı, Genel merkez ve şubelerinden oluşur. Kızılay'ın Genel Müdürlük teşkilatı dışında kalan bütün kademelerindeki görevler fahridir.
Ece
Cmt Haz 01, 2013 3:48 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Ya Git yada Kal…


 


Canım bu güzel şiirlerin hiç bitmesin o


kalemine yön veren yüreğin hiç susmasın


Bi bidenemm ((HOH))

Ece
Cmt Haz 01, 2013 10:42 am
 
Foruma git
Konuya git
cron