113 sonuç bulundu

Geri dön

Tevazu..incelik...güzellik...

Tevazu, müminlerin en güzel sıfatıdır. Tevazu ahlâkını zıddı ile tanımak daha kolaydır.
 
 
Kısaca tevazu, kibirli olmamaktır. Kibir, kendini beğenmek, başkalarını küçük görmektir. Kendini beğenmek aslını bilmemekten kaynaklanır; aslını bilmemek cehalet ve gafletten ileri gelir. Aslını bilen haddini bilir; haddini bilen edepli olur. Bunun için velilerden Muhammed bin Vâsî k.s ., oğlunun çalımlı ve kibirli bir şekilde yürüdüğünü görünce, onu şöyle uyarmı ştır: “Oğlum sakın aslımızı unutma! İlk günlerinde annen bir cariye, baban günahlara dalmış bir âsi , sen de anne karnında bir cenin idin. Sonumuz ise soğuk ve sevimsiz bir cenaze olacaktır. Aradaki bu kibir ve kendini beğenme niye ki ?! ” Demek ki tevazunun aslı marifettir. Marifet de Alemlerin Rabbi'ni tanımaktır. O'nu tanımak, bütün hayır ve güzelliklerin anahtarıdır. Yüce Allah kendini insan ve kainat üzerindeki tecellileri ile tanıtmış; alemi azamet, rahmet ve kudretini yansıtan bir ayna yapmıştır. Bu aynada her şey O'na ait bir tecelli, bir ilim, bir hikmet, bir sevgi ve bir değer taşımaktadır. Bu tecelliyi seyretmek, ilmi okumak, hikmeti anlamak, sevgiyi tatmak ve değerleri korumak için insan yaratılmıştır. Bunların hepsine birden marifet diyoruz. Marifetin sonu muhabbettir. Muhabbetin bir sonu yoktur, fakat onun her sevende kendini gösteren bir sonucu vardır. O da sevgiliye ait her şeyi sevmek ve ancak sevgilinin hoşnut olduğu şeyle sevinmektir. İşte tevazu, bu marifet ve muhabbettin sonucu oluşan bir haldir. Herkes marifeti kadar mütevazi , muhabbeti kadar merhametli olur. Tevazu, kul olduğunu bilip Rabbi'nin mülkünde edeple yaşamaktır. Tevazu, Hakk'ın sevdiğini sevmek, sevmediğini terk etmektir. Tevazu, Hakk'ın kullarına Hak için muhabbet ve hizmet etmektir. Tevazu, Haktan gelen her şeye gönül hoşluğu ile boyun eğip teslim olmaktır. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmu ştur: “Kim Allah için tevazu gösterirse, Allah onu yüceltir. Kim de kendini beğenip kibir gösterirse, Allah onu alçaltır.” (Müslim, Tirmizî, Dârimî) Tevazu insanı yüceltir, fakat Allah için olursa... Allah için olan tevazu yüksek bir ahlâk olur ve insana yücelik kazandırır. Bu da iki şekilde olur: Birincisi, tevazu Hak için olmalıdır. Tevazu alçak gönüllülük, merhamet, hürmet, saygı, sadelik, nezaket, incelik, kibarlık şeklinde ortaya çıkar. Bütün bunlarda niyet önemlidir. İnsanlara gösteriş, yağcılık, korku, maddi menfaat ve başka hesaplar için gösterilen tevazu izzet değil, zillet sebebidir. Her çeşidiyle tevazu yüce Allah'ın rızası için olursa fayda verir, kulu yüceltir, sevdirir, sevap kazandırır. Yoksa kula zarar verir ve onu alçaltır. İkincisi, tevazu kulları değil, Allah'ı yüceltmek için olmalıdır. Kimde ne kıymet varsa Allah'tan geldiği bilinmelidir. Birisini severken şirke dü ş ülmemeli , insana hürmet ederken ona tapmamalı, köleyi efendi yerine koymamalı, Rab ile kulu karıştırmamalıdır. Marifet ve muhabbet sahibi kullar tevazu ahlâkıyla süslenerek yüce Rahman'ın dostu olmuşlardır. Bu ahlâkın pek çok yansıması vardır. Birkaçına işaret edelim: Yüce Rahman'ın dostları mütevazi kullar, bütün mülkün, şerefin, itibar ve kıymetin Allah'a ait olduğunu görürler. Mülk O'nundur; öyle ise bütün hamd , övgü, rağbet, hürmet, sevgi, saygı da O'na aittir, O'na layıktır. Bunu anlayan ve müşahede eden aşık , artık kendi nefsinin övülmesini, sevilmesini, halk içinde zikredilmesini ayıp ve abes görür. Birisi onu övse utanır, yüceltse sıkılır, alkışlasa iki büklüm olur, günah işlemiş gibi istiğfara sarılır. Yüce Rahman'ın dostları mütevazi kullar her varlıkta O'na ait bir tecelli ve kıymet görürler. Hiçbir yaratığı basit, değersiz ve sebepsiz görmezler. Özellikle varlıklar içinde hususi bir yeri ve görevi olan insana çok özel, itinalı ve nazik davranırlar. Herkese rahmet gözüyle bakarlar. Yüce Allah'a iman edenleri kardeşi görüp severler. Nefsi için kimseyi üzmezler. Hiçbir mümini kendinden aşağı görmezler. Çünkü hepsi yüce Rahman'a iman etmişlerdir; O'nu sevmi ş lerdir . O'nu sevenleri sevmek imanın gereğidir, aşığın görevidir. Yüce Rahman'ın dostları mütevazi kullar kâfirlere de rahmet gözüyle bakarlar, onların hidayete gelmesi için dua ederler, gönüllerine girip Hak sevgisini aşılayacak günü beklerler. Onlarla savaşları, mücadeleleri, mücahedeleri kendi nefsleri için değil, Cenab -ı Mevlâ içindir. İnanmayanlara karşı gösterdikleri vakar ve izzet de böyledir. Yüce Rahman'ın dostları mütevazi kullar hangi hayrı, ibadeti ve hizmeti yapsalar, onu nefslerine mal edip kendilerinden bilmezler. Bütün iyilikleri Allah'ın bir ikramı olarak görürler; övünmekle değil şükürle meşgul olurlar. İbadet olarak ne yapsalar az bulurlar. Amellerine bir karşılık beklemekten haya ederler. Bütün kötülük ve kusurları ise nefslerinden bilirler. Yaptıkları tövbe ve istiğfarın hemen kabul edildiğini ve günahlarının affedildiğini düşünmezler. Daima Alemlerin Rabbi Allah'tan korkarlar, kulluktaki kusurlarından utanırlar; bunun için gönlü yanık, boynu bükük ve sürekli mahzun gezerler. Yüce Rahman'ın dostları mütevazi kullar O'nun kulu olmaktan, kulu olarak anılmaktan ve kula uygun işler yapmaktan zevk alırlar. Yüce Hak için olan ve dinin edebine uyan her işi kıymetli görürler. Hizmette şahıs, iş ve yer seçmezler. Kendilerinden isteneni ve gerekeni yaparlar. Her başarıdan sonra, sevinçlerini gönülden secdeye kapanarak dile getirirler. Mahviyet sıfatları, onlar için Burak olur, onunla yükselirler. Kulluğun ve dostluğun zirvesinde olan Hz. Rasul -i Kibriya s.a.v. Efendimiz, namazdan sonra hane-i saadetine döndüğü zaman bazen ev işlerine yardımcı olur, ayakkabısını yamar, koyunlarını sağar, yorulan hizmetçisinin işine el atardı. Bir peygamber bunları yapar mı diye düşünmezdi. Ondan bu terbiyeyi alan Hz. Ebu Bekir Sıddık r.a. halife iken, mahallesinde dul ve yaşlı kadınların koyunlarını sağmaktan çekinmez ve bunu basit bir iş görmezdi. Aynı terbiye ocağında yetişen Hz. Ömer r.a ., bir taraftan alemin dört bir yanına ordular gönderirken, diğer yandan sırtına aldığı un çuvalını Medine'nin dışındaki bir fakirin evine götürmekten hiç rahatsız olmuyordu. Çünkü o Rabbi'ne aşıktı . Aşkta benlik olmaz. Sevgilinin işlerinde seçme yapılmaz. Aşık hizmet görür, hesap yapmaz. Yüce Rahman'ın dostları mütevazi kullar tevazuyu dille değil, halle gösterirler. Onlar doğruya aşıktır . Kalpleri hakka açıktır. Hak söz, güzel iş, doğru hüküm kimden gelirse gelsin, kabul ederler. En iyi ben bilirim deyip kibir yapmazlar. Kendilerine kusurlarını gösterene kin gütmeyip, Allah razı olsun derler. Şu hadisi-i şerif tevazu ahlâkını özetlemektedir: Hz. Peygamber s.a.v ., “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.” buyurduğunda, orada bulunan birisi: “Ya Rasulalllah , bir adam elbisesinin güzel olmasını seviyor, temiz giyiniyor; bu kibir midir?” diye sordu. Efendimiz s.a.v. şöyle buyurdu: “Allah Tealâ güzeldir, güzel olan şeyleri sever. Kibir, kendisine hak gelince burun büküp onu kabul etmemek ve insanları küçük görmektir.” (Müslim, Ebu Davud , Tirmizî , İbn Mace , Ahmed ) Kibrin sonu ateştir. Tarihte kibirli olup da yücelen, sevilen ve hayırla anılan hiç kimse yoktur. Ölüm bütün zalimlerin ve zorbaların belini kırmış, boynunu bükmü ştür. Yüce Allah, her kulundan tevazu ahlâkını istemektedir. Hak dostları asla kibirli olmazlar; üzerlerindeki heybet hayâdandır. Allah yolunda kim bir şeref kazanmı ş sa , tevazu ile kazanmıştır. Bu güzel ahlâkı elde etmek için bir ömür verilse azdır. Bunun en güzel yolu, gerçek tevazu sahibi Hak dostları ile hemdem olmaktır. Güzel ahlâk güzel örnekten alınır. Rabbimiz'in tevfik ve inayeti ile…Selam ve dua ile Hacegan.......
Hacegan__
Çar Haz 05, 2013 6:41 am
 
Foruma git
Konuya git

Tasarruf ve İsraf

Müslümanın dünya hayatı Allah Tealâ’nın emir ve yasaklarıyla çizilen hudutlar içine alınmıştır. Bütün bu hudutlar, insanın güvenlik ve huzur içinde yaşaması içindir. Çünkü hudutun ötesi düşmanın mekânıdır ve orada müslümana hayat yoktur. İçimizdeki ve dışımızdaki düşmanın... Allah’ın sınırlarının ötesi, ömrünü heder etmiş, yoldan çıkmış, haddini aşarak sapıtmış vahşilerin yeridir. Mevlâmız, mümin kullarının öyle bir vahşet diyarına geçip zarar görmesini istemez. Onlar için en uygun olanı bilir ve orta yolu emir ve tavsiye ederek, itaat edenleri koruması altına alır. Hiçbir ilâhi emir insanı mahrum etmek için değildir. Aksine dünya ve ahiret saadetine erdirmek içindir. Zaten Allah Tealâ dünyayı da ahireti de insan için yaratmış; alemi insanın hizmetine vermiştir. İnsanın gıdası, giysisi, barınması, bilumum ihtiyaçları karşılansın diye alemi yaratan O’dur. Yarattığı nizamla da, ihtiyaçların her zaman karşılanır olmasını sağlamıştır. Rabbimizin insana lütfu da yalnızca dünya nimetlerinden ibaret değildir. O’nun vaad ettiğinin yanında dünyada olanların kıymeti pek küçüktür. Fakat küçük büyük her nimet şükredilmeyi, gönülden bir teşekkürü hak eder. Rabbimizin üzerimizdeki hakkı sonsuzdur. Bu hakkın karşılığını verebilmemiz mümkün değil, fakat hiç olmazsa nankör olmamak gayretini, niyetini göstermek bizim elimizdedir. Bunun için, şu çok kısa dünya hayatını Rabbü’l-Alemin’in muradına uygun yaşayıp, O’na teslim olup tevekkül ederek, nezih fıtratımızın bozulmamasına itina göstermek zorundayız. İnsana yakışan, insanı insan yapan da budur. Aksi durum tam bir kayıptır. İsterse insan dünyanın bütün nimetlerine, imkanlarına sahip olsun... Elinde kalacak olan acı bir lokmadan ibarettir. Bir imtihandayız, üzerimizde ulvî bir görev, büyük bir sorumluluk var. Bu görevin, sorumluluğun gereklerinin yerine getirileceği yer de dünya... Dünyanın bütün önemi de buradan kaynaklanıyor. Rabbimizin rızası için gayret edip, O’nun affı, merhametiyle şereflenmemize vesile olacağı için önem taşıyor. Yoksa Mevlâmızın katında dünyanın değeri, Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimizin buyurdukları gibi “bir kenara atılmış hayvan leşi”nden daha fazla değil. İşte bu dünya hayatında şükredici olmak, kanaat etmek, Allah Tealâ’nın verdiğine razı ve mutmain olmak en büyük görevimiz. Açgözlülük, doymazlık, tatminsizlik, Yüce Mevlâ ile irtibatımızın kesilmesine, O’nu unutmamıza, sonu gelmez arzuların kölesi olmamıza yol açar. Kulluk, yalnızca namaz kılmak, oruç tutmak gibi ibadetlerle sınırlı değildir. Hayatın her anı imtihan, her anı bir ibadet ya da -Allah korusun- isyandır. Dünyevî ihtiyaçlarımızın karşılanması olan geçim, maişet işlerinde de helâle yönelmek büyük bir ibadetken, meşru olmayan yollarla kazanmak ve harcamak, israf da haramdır. Cenab-ı Mevlâmız: “Allah’ın, kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir.” buyurarak, aslen dünya nimetlerinin sahibinin de müminler olduğunu buyurmuştur. Fakat O, dünyanın temiz ve helâl nimetlerinden istifade etmemizi buyurduktan sonra, israf etmememizi emretmiştir. Çünkü israf, haddi aşmak, bir bakıma asi olmaktır. İnsanın haddi aşmasının en büyük sebebi gaflettir. Gayesini, maksadını, matlubunu unutan, şaşkınlık içinde kalır. Dünyayı, dünya zevklerini gaye zannederek yoldan çıkar. Halbuki insanın bunun sonuçlarına katlanacak gücü yoktur. Dünyanın da aslında dünyaperestlere vereceği bir tad yoktur. Bu geçici bir aldanmadır. Mevlâsını unutmayan ise kazanırken, harcarken hep Rabbi’nin huzurundadır, O’nun ne murad ettiğini bilir ve ona göre hareket eder. İşte tasarruf budur. Yoksa harcamaların kısılması, ihtiyaçların asgari düzeyde karşılanması israfı engellemez. Bu anlamda cimrilik de bir israftır. Allah Tealâ’dan gaflet ederek biriktirmenin de harcamanın da bir hayrı yoktur. Bizler, cidden zayıf, âciz, Halik Tealâ’ya muhtaç kullarız. O’na muhtaç olmak, O’nun olmak nimetlerin en güzelidir. Cenab-ı Mevlâmız ise o sonsuz kudretiyle çok şefkatli, çok merhametlidir. O’na sığınanın her şeyi vardır, korku ve hüzünden uzaktır. İnsanın tek hakiki ihtiyacı ilâhi rızadır. Diğer bütün ihtiyaç dediklerimiz, bu ihtiyacın karşılanması için araçlardır. Vücudumuzun gıdaya ihtiyacı, sağlık, ev, taşıt, arkadaşlar, sohbet, eğlence ve daha nicesi hep asıl gayenin gerçekleşmesine vesile olur, olmalıdır. Yorgunluğu atıp şöyle bir kendine gelmek için uyumak, meşru sınırlar içinde insanın gücünü tazeleyen neşeli bir durum yaşamak, yenilen bir meyvenin tadıyla hoş olmak, muhabbetli bir sözle insanlar arasında bir sıcaklık, güven oluşturmak da ibadettir. Fakat araç, yani dünya hayatı, gayenin yerini alır, Rabbimiz’le irtibatımızın kesilmesine, O’nu unutmamıza yol açarsa, işte o zaman tehlike başlar. Allah’tan geldiğimizi ve yine O’na döneceğimizi hep hatırlamak zorundayız. Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimiz’in buyurdukları gibi, dünyada garip, asıl yurdundan ayrı düşmüş yolcularız. Bu garipliğin, zenginlik fakirlikle alakası yok. Yolumuzu şaşırıp da yurdumuza ebediyen dönememe cezasından Allah’a sığınırız. Artık, dünya hayatında insana düşen, akıl ve biraz gayretle dünya hayatını meşru hudutlar içinde yaşayıp, taat ve ibadetle Mevlâ’ya yönelmektir. Rabbimizin tevfik ve inayeti ile... Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Cum Haz 07, 2013 7:56 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Kuran ve Sünnet yolu.....

İnsan, akıl, ilim ve hikmetin aydınlığında kaldığı müddetçe bu gayeyi anlamakta güçlük çekmez. Kaldı ki Rabbimiz, Rahim sıfatının bir tecellisi olarak insan aklına yol göstermek ve insanın Bezm-i Elest’te Rabbine verdiği sözü hatırlatmak için peygamberler göndermiştir. Mucizelerle desteklenmiş olan peygamberler, beşeriyeti ilim, hikmet ve marifet nuruyla doldurmuş, sırat-ı müstakimde, dünyevî ve uhrevî saadet yolunda dosdoğru rehberler olmuşlardır.
Tutku ablam emeğine yüreğine sağlık.....
Hacegan__
Çar Haz 19, 2013 10:47 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Kuran ve Sünnet yolu.....

Nakillerden, rivayet edilmiş bilgilerden açıkça anlaşılacağı gibi insanın değişmez üç aslî vazifesi vardır. Bunlar:• İnsanın kendini bilmesi• İnsanın Rabbini bilmesi• Rabbi ile kendisi arasındaki münasebet ve muameleleri bilmesi ve hayatını buna göre tanzim edip düzenlemesi.
Hacegan yüreğine sağlık..
Tutku
Cmt Haz 08, 2013 4:00 pm
 
Foruma git
Konuya git

Kimbilir...





KİMBİLİR İlk yağmur damlası düştü Kuru yapraklarına güzün. Ardında kış kıyamet, Dert, hüzün. Alınyazısı hepsi.... Kısmet.... Ha yazı, ha kışı geceyle gündüzün, Kim bilir kaç günü kaldı Ömrümüzün? Ziya Osman Saba








Tutku
Sal Haz 18, 2013 11:12 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: SANALDA DOSTLUKLAR..

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın... "Nereden çıktın bu vakitte" dememeli bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; "Gözünün dilini" bilmeli; dinlemeli sormadan söylemeden anlamalı... Arka bahçede varlığını sezdirmeden mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli kovuklarına saklanabilmelisin. Kucaklamalı seni güvenli kolları ...dalları bitkin başına omuz yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı... En mahrem sırlarını verebilmeli en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz... Onca dalkavuk arasında bir tek o sözünü eğip bükmeden söylemeli yanlış anlaşılmayacağını bilmeli. Alkışlandığında değil sadece asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli. Övmeli alem içinde baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin"hak ettim" diyebilmelisin. Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi... Seni senden iyi bilen sana senden çok güvenen bir sırdaş... Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında onun gözünden gelmeli yaş..Tutku ablam emeğine yüreğine sağlık bu güzel paylaşımın için....
Hacegan__
Sal Haz 04, 2013 1:29 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: SANALDA DOSTLUKLAR..

....DOSTLUK....

Bir çiçek olmaktır dostluk , gökkuşağı renginde kaybolmalı insan derinliğinde. Bir bulut olmaktır dostluk, karanlıkları yırtarcasına beyaz, uçmalı sonsuzluğa kış yaz. Bir kahkahadır dostluk, acılara git dercesine, geleceğin gizemini yok edercesine... Ve bir kalp olmaktır dostluk; dostu için her şeyi göze alan hayat ırmağında sabırla akan. Biz seninle bir kalp olduk dostum. Öyle bir kalp olduk ki sana bakınca kendimi gördüm. Tıpkı bir elmanın iki yarısı gibi... Her konuda tamamen aynı olduğumuz gibi, bazen bir bakış yetti neler hissettiğimizi anlatmamıza, bazen sıcacık bir gülümseme yetti o üşüyen ruhumuzu ısıtmamıza. Belki yüreğimizdeki acıyı paylaşmaktı dostluk, belki üzüldüğümüzde sıcak bir kucaktı, belki de karnımız ağrıyana kadar gülmekti. Bence her şeydi dostluk.Yaşamak, sevmek, öğrenmek... İşte ben sende bunları buldum...Tutkummm...
          
  
huzun_gecesi
Sal Haz 04, 2013 3:58 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: SANALDA DOSTLUKLAR..


tutkum emeğine sağlık cnm.Bu güller benden sana en güzel dostluğumuza...                     <3 MeLTeM <3 

huzun_gecesi
Sal Haz 04, 2013 4:09 pm
 
Foruma git
Konuya git

Damadın Yemini..

Kilisede dugunun baslamasina cok az zaman var. Damat rahibin yanina yaklasip fisildar: - "Bakin. Size verecegim $100 karsiliginda evlilik yeminimizde birtakim degisiklikler yapmanizi istiyorum.. Hani su bana soracaginiz 'Sonsuza dek seveceginize, koruyacaginiza, sadik kalacaginiza yemin ediyor musunuz?' kismi var ya, onu metinden cikarmanizi istiyorum." Rahip gulumseyerek basini sallar ve damat rahibin avucuna $100 sıkıştırıp iceri doner. Ve dugun baslar, herkes yerini alir, gelin ve damat rahibin onunde bulusur ve yeminler okunmaya baslanir. Sira damadin yeminine gelince damadin gozleri hain hain parlar ve rahip damata sorar: - "....... esinizin daima bir adim gerisinden yuruyeceginize, her emrini ve dilegini yerine getireceginize, her sabah kahvaltisini hazirlayip ayagina kadar gotureceginize, ve ikiniz de yasadiginiz surece baska kadinlara yan gozle bile bakmayacaginiza yemin ediyor musunuz...?" Tabi damadin bu beklenmedik is karsisinda gozleri faltasi gibi acilir. Saga sola bakar, bir yutkunur.. ve kisik bir sesle:- "E..eee.. evet efendim" Ama toren sona erdikten sonra damat hisimla rahibin karsisina dikilir: - "Bir anlasma yaptigimizi saniyordum!!!!" Rahip gulumseyerek cevaplar: - "Esiniz daha iyi para verdi    
 
Siyahin_Matemi
Cum Haz 21, 2013 11:33 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Damadın Yemini..

Evlenirken neredeydin?
Adamın işi varmış, Ankara'ya gidiyormuş, tam uçağa binerken kulağında bir ses:
- "Binme, bu uçak düşecek! Dönmüş, bakmış, kimse yok, ama içine de bir kurt düşmüş, binmemiş. İkinci uçağı beklerken kara haber ulaşmış:
- Uçak düştü kurtulan olmadı. Koşmuş Haydarpaşa'ya, bilet almış, tam trene binecek, aynı ses kulağında:
- "Binme bu trene, raydan çıkacak! Dönmüş, bakmış yine kimse yok, trene binmemiş, gelmiş eve, sabah gazeteyi açınca tüyleri ürpermiş:
- Tren Eskişehir'de raydan çıktı şu kadar ölü, şu kadar yaralı... Allahına şükretmiş, koşup otobüse bilet almış, tam binerken yine o ses: 
- "Bu otobüse binme, freni patlayacak! Dönmüş yine kimse yok! Dayanamamış, sormuş: - "Sen kimsin yahu?"
- "Ben senin iyilik meleğinim!
Adam iyice kızmış Ulan evlenirken neredeydin?!
 
Siyahin_Matemi
Cum Haz 21, 2013 1:26 pm
 
Foruma git
Konuya git

Gelin Kaynana..

Genç bir çocuk heyecanla annesine gelir ve aşık olduğunu, evlenmek istedigini ve bu kızı kendisiyle tanıştırmakistedigini söyler.Ama sadece eglence olsun diye eve 3 kızgetirecegini ve annesininevleneceği kızı tahmin etmesiniister.Ertesi gün 3 güzel kızla eve gelir.Otururlar, bir süre sohbet ederler. Bir süre sonra çocuk heyecanla annesine sorar:'
...-Tahmin ettin mi' diye.Anneduraksamadan cevap verir:
-Ortadaki kızılsaçlı.'Oğlan hayretleannesine sorar: '- İnanılmaz, nasılbildin?..'Anne cevap verir:'
- Bir tekonu sevmedim...'
Siyahin_Matemi
Cum Haz 21, 2013 2:04 pm
 
Foruma git
Konuya git

Önyargılarımız..

Günümüzün ve tüm zamanların en büyük sorunlarından olan önyargılar, cehaletin baş göstergesidir. Önyargılı olduğunu kabullenmemek ise, zaten cehalettir.
Soru şu ki; ‘’Önyargılarımız bizi tetiklerken ‘cehalet’ denen bu hastalıktan nasıl kurtulabiliriz?’’

Kişi, eğer kendine bu soruyu sorma erdemini gösterebiliyorsa, tedaviye cevap veriyor demektir. Yani birinci aşamayı atlatmıştır. Zira, bu büyük bir erdemdir. Kimi zaman önyargılar öyle noktaya getirir ki, kibirden önümüzü göremeyiz. Bir odada iki pencere olduğunu ve sadece bir tarafın güneş aldığını düşünün. Siz güneş alan değil de öbür pencereden bakıyorsunuz. Tıpkı bunun gibi bir tercihtir aslında önyargı. Kendimiz seçer ve kendimiz oynarız.
Hayatta yaptığımız en büyük hatalardan biri de budur. ‘’Tek bir görüşüm var ve ondan başkasını görmem’’ düşüncesi.. Ne kadar yanlış. Belki seçtiğimiz yol doğru, fakat yanlışı neden görmüyoruz? İlla onun tatmak zorunda değiliz ki. O yanlışı görmeden ilerlersek, düzeltmezsek, ilerde karşımıza çıktığında acemi kalacağız. Hayat acemi olanları yoldan çıkarmaya çok müsaittir. Tek pencereden değil, iki pencereden de bakmalıyız.
 
 Toplum olarak kutuplaşmış o kadar çok şey var ki.. ‘’Falanca adam filanca partiliymiş..’’, ‘’Abi o adam Hristiyanmış.’’, ‘’Karadenizlilere kız verilmez.’’, ‘’Annesi tesettürlüymüş.’’, ‘’Galatasaraylı mısın? Aman uzak dur benden.’’, ‘’Babası subaymış.’’ ve dahası..
İnsan bir yanlışa giderken, o önyargıyla diğer insanları da etkilemeye çalışıyor. İşte önyargı, insanı o yolda tek başına yürütmez.
Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir yazıda şöyle diyordu;
 ‘’Kendimize bile önyargılıyız, birbirimize cahiliz.’’
 Bu cehaletin katili, tabi ki bireyin kendisidir. Fakat yan rolde aile ve arkadaş ortamları da var tabi ki. Ama asıl rol bireyde.
  Bazen bilgimiz olmadan, tutarsızca veya ezbere konuşabiliyoruz. Bunun nedeni, çoğunlukla kendimizi ön plana çıkarma, ‘’ene duygusu’’, kibirdir. Bulunduğumuz ortamda değer görmek istiyoruz, fakat şunu anlamıyoruz; az bilgili olmak, bizi daha az değerli yapmaz. Doğruluğundan emin olmadığımız, önyargılı bilgilerle göz boyamak, tıpkı balın tadına bakmadan balı anlatmak gibidir. Buradan anlaşılacağı gibi, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz..
Bu konu basit bir konu değil, tüm hayatımızı etkiliyor. İpler hala elimizde iken, bir şeyleri düzeltmemiz gerek. Her zaman dediğim gibi; ‘’Zaman akıp gitmekten başka bir şey bilmiyor.’’ Madem zamanı durduramıyoruz, o zaman kendimizi durduralım..
Amma batar amma çıkarsın,
Unutma; sen ‘’sen’’ olduğun sürece varsın..
Turku
Pts Haz 24, 2013 1:16 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Berat kandili ve önemi....

                ALLAH razi olsun
                RABBIM sizi we ailenizi hem bu dünyada hemde AHIRET  te nimet verilenlerden etsin.
                RABBIM  Seni we soyunu bariscil kilsin.
                RABBIM üzerine sabir yagdirsin..
                RABBIM aklina,bilgine,erdemine yakisir sekilde seni sewindirsin..
                RABBIM  seni we sewdiklerine cennetine koysun..
                0 güzel sözlerinizden, temennilerinizden dolayi ,Yazilariniz ßeni rahatlatiyor  bilgilerimi yeniden uyariyor,yalnis yapmama engel 0luyor ßana destek weriyonuz sizden ALLAH razi olsunn emeginize yüreginize saglikk..
 
                      
MUTLU__
Pzr Haz 23, 2013 3:07 pm
 
Foruma git
Konuya git

Berat kandili ve önemi....

Berat kelimesi; borçtan kurtulma, temize çıkıp aklanma, ceza veya sorumluluktan kurtulma gibi mânâlara gelir. Berat kandili, Allah”ın ekstra rahmet, lütuf ve mağfiretiyle tecelli ederek, kullarına bağışlanma, kapılarını ardına kadar araladığı; müminlerin dualarına icabet ettiği, günahlarını affettiği, yapılan ibadetleri normal zamanlardan kat kat fazla mükâfatlandırdığı bir zaman dilimidir.
Bu mübarek gecenin en meşhur adı “leyle-i beraa” (berat gecesi) olmakla birlikte “leyle-i mübareke”, “leyle-i rahmet”, “leyle-i sakk” gibi başka isimleri de vardır.
Bu isimlerde rahmet ve mübarek bir gece isimlerinin manası açıktır. “Berat” ve “sakk” gecesi denmesi ise şundandır: Vergi tamamen ödendiğinde ödeyenlere borçlarının olmadığına dair bir sak (belge, sened) yazıldığı gibi Allah Teâlâ da bu gece mümin kullarının günahlarını affederek bağışlandıklarına dair berat yazmaktadır. İşte bundan dolayı böyle bir isim verilmiştir.
Berat Kandili (Beraat Kandili) İslam dininde kutsal kabul edilen gecelerden biridir. Şaban ayının ondördüncü gününü onbeşinci gününe bağlayan gecesi Berat gecesidir.
Aslı “Berâettir.” Beraat sözlükte, “bir zorluktan kurtarmak ve berî olmak” demektir. Bu geceye, bereketli ve feyizli bir gece olması sebebiyle mübarek gece; günahların affı ve kulların temize çıkarılması sebebiyle Beraat gecesi ve kulların ihsana kavuşmaları nedeniyle de Rahmet gecesi gibi adlar da verilmiştir.
Müslümanlar bu geceyi ibadet ve taatle geçirmenin pek çok sevabı ve feyzi olduğuna inanır. Bu konuda Resul-u Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın. Ve o gecenin gündüzünde (kandilden sonraki gün) oruç tutunuz. Çünkü o gece güneş batınca Allah Teâlâ o andan fecir oluncaya kadar: ‘Benden mağfiret dileyen yok mu, onu mağfiret edeyim. Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım. (Bir belâ ile) müptelâ olan yok mu, ona kurtuluş vereyim’ buyurur.” (İbn Mâce)
Berat gecesi, Kur’an-ı Kerim’in Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygambere ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da Tenzil denir.
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de’Apaçık Kitaba yemin olsun ki, Biz Kur’an-ı mübarek bir gecede indirdik. Biz, gerçekten uyarıcıyız. O mübarek gecede, her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir…’(Duhan, 44/1-4)
Ayette geçen, ‘mübarek gece’den maksat; Berat Gecesidir. Kur’ânın bu gecede, Yedinci semadan dünya semasına indirildi. Kadir gecesinde ise ilk kez Peygamber Efendimize indirilmeye başlandı.
Allahü teâlâ, ezelde, hiçbir şey yaratmadan önce, herşeyi takdîr etti, diledi. Bunlardan, bir yıl içinde olacak her şeyi, bu gece meleklere bildirir.
Kur’ân-ı kerîm, levhilmahfûza bu gece indi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bu gece çok ibâdet, çok duâ ederdi.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Şa’bân-ı şerîfin onbeşinci gecesi olunca, o geceyi ihyâ ediniz ve gününde oruç tutunuz! Muhakkak ki, Allahü teâlâ, “Magfiret olunmak isteyen yok mudur, magfiret edeyim. Rızık isteyen yok mudur, rızık vereyim. Kim ne isterse vereyim!” buyurur. Bu hâl sabaha kadar devam eder.)
(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan duâ, tevbe, red olunmaz. Fıtr Bayramının ve Kurban Bayramının birinci geceleri, Şa’bânın onbeşinci (Berât) gecesi ve arefe gecesi.)
(Berât gecesini ganîmet, fırsat biliniz. Şa’bânın onbeşinci gecesidir. Kadir gecesi çok büyük ise de hangi gece olduğu belli değildir. Bu gece (Berât gecesinde) çok ibâdet ediniz. Yoksa kıyâmet gününde pişmân olursunuz.)
(Şa’bânın onbeşinci gecesinde Allahü teâlânın kulları üzerine rahmeti zuhûr edip, mü’minleri magfiret eder, bağışlar. Kâfirlere ise mühlet verir. Kin ve hased sahibi olanları bu sıfatları terk edinceye kadar kendi hâllerinde bırakır.)
(Şa’bân ayının onbeşinci gecesi, rahmet-i ilâhi dünyayı kaplar, herkes affolur. Ancak haksız yere müslümanlara düşmanlık besleyen ve Allahü teâlâya ortak koşan magfiret olunmaz.)
Âişe vâlidemiz, Peygamber efendimizin Berât gecesinde, sabaha kadar ibâdet ettiğini görünce sordu:
- Yâ Resûlallah, Allahü teâlânın en sevgili kulusun! Buna rağmen niçin bu kadar kendini yoruyorsun?
Peygamber efendimiz şöyle cevap verdi:
- Ey Âişe, ben şükredici kul olmıyayım mı? Ey Âişe, sen bu gecede, ne olduğunu bilir misin?
Âişe vâlidemiz tekrar sordu:
- Bu gecenin diğer gecelerden üstünlüğü nedir yâ Resûlallah?
Peygamber efendimiz şöyle cevap verdi:
- Bu sene içinde doğacak her çocuk, bu gece deftere geçirilir. Bu sene içinde öleceklerin isimleri bu gece özel deftere yazılır. Bu gece herkesin rızkı tertip edilir. Bu gece herkesin ameli ve işleri Allahü teâlâya arz olunur.
Bir kimse, evinden ayrılıp yolculuğa çıkar. Hâlbuki, onun adı yaşıyanlar defterinden, ölüler defterine geçirilmiştir.
Gâfil olmamalı, bu geceyi mutlaka ihyâ etmelidir. Kazâ namazı kılmalı, Kur’ân-ı kerîm okumalı, duâ, tevbe etmeli, sadaka vermeli, müslümanları sevindirmelidir. Bunların sevâbını ölülere de göndermelidir.
Bu gecelere saygı göstermek, günâh işlememekle olur.
Bu gece, Allahü teâlânın ihsân ettiği bütün ni’metlere şükretmeli, yapılan hatâlar, günâhlar için de tevbe istigfâr etmeli, Cehennem ateşinden kurtulmayı istemelidir.
“Yâ Rabbî, bize dünya ve âhıret saâdeti ihsân eyle, bize hidâyet verdikten sonra, kalblerimizi kaydırma” diye duâ etmelidir.
Diğer bir Ayeti Kerimede ise Berat Gecesi”ni idrak eden herkes, Yüce Allah”ın Kur”an-ı Kerim”deki; “De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah”ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. ŞüphesizAllah bütün günahları affeder. Çünkü O,çok bağışlayan, çok merhamet edendir” müjdesinin farkına vararak kendi özüne dönmeli, ümitlerini canlandırmalı,bağışlama ve bağışlanma duygularını güçlendirmelidir.Bu vesile ile Mübarek Berat kandilinizi kutlar hakkımızda hayırlara vesile olmasını niyaz ederim rabbim bizleri berat elinde olan kullarından eylesin inşallah amin ecmain. Hacegan...
 
Hacegan__
Pzr Haz 23, 2013 6:54 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Berat kandili ve önemi....

BERAT KANDİLİ DUASI : Euzü billahi mine'ş-şeytani'r-racîm Bismillahi'r-rahmani'r-rahîKm Ey Bizleri varlığa erdiren, Var olmadaki sonsuz zevki gönüllbererimize duyuran, Güzeller Güzeli Rabbimiz! Sana sonsuz hamd ü senalar olsun. Kainatın İftihar Tablosu peygamber efendimize Sonsuz salât ü selam olsun. Gufranla ufkumuzda tüllenen şu mübarek berat ve gufran gecesinde bir kere daha dergâh-ı ilahînin önünde el açıp yalvarıyoru1. YA İLAHE'L-ALEMİN! Bize verdiğin isteme duygusu ve istenenleri vereceğin inancıyla rahmetinin vüs'ati genişliğindeki kapına dayanıyor, şu mübarek berat gecesinde bir kere daha hâlimizi arz etmek istiyoruz. Hâlimiz Sana ayan, söyleyeceklerimiz bildiklerinin bir kısmını beyan. Beklediğimiz asırlardan beri bizi kıvrım kıvrım kıvrandıran dertlerimize derman.. icabet buyur ey Rahîm ü Rahim2. EY ÇARESİZLER ÇARESİ! Senin dualara icabet etme mecburiyetin yoktur; ama bizim ona ihtiyacımız hissettiklerimizden de çoktur. Bütün dileklerimizi kabul buyur ve bunları kabulünü vicdanlarımıza duyur; aç ve yalnızlıkla tir tir titreyen kalblerimizi iman ve itminanla doyur. Ciddi bir yol almış sayılmasak da yıllar var hep yollardayız. Ufkumuz gam ve kederle tülleniyor. Önümüzdeki engebeler beşer takatini aşkın görünüyor. Ümmet-i Muhammed (aleyhissalatü ve't-teslîmât) perişan, derbeder ve ızdırap içinde.. müslümanlık gelenek ve göreneklerin darlığına mahkum.. ibadet ü tâat kültür televvünlü.. duygular, düşünceler fantezilere emanet.. mücadelelerin esası da çıkarlar, menfaatler, ırkî mülahazalara dayalı. Sen bizlere çıkar yol lutfeyle ya rabbi3. YA RAB!Önümüzdeki şu upuzun hayat yolculuğunda, bizi kendi idrak ve ihsaslarımızın darlığıyla başbaşa bırakma; akıllarımızı inhiraf ve sürçmelerden, nefislerimizi cismânîliğin baskılarından, gönüllerimizi de hevâ ve heveslerin öldürücü oklarından sıyanet eyle. Kapının kullarını; ilimde kibir u gururdan, ibadette riya ve gafletten ve duygularına renk attıran ülfetten koru. Senin yolunda yürüyor gibi görünüp Senden uzaklaşmak, kurbet atmosferinde içiçe firkat yaşamak, hep rızadan söz edip gazap arkasından koşmak ne acıdır! Sen bizi kazanç yolu sanılan bu tür haybet vadilerinde ömür tüketmekten muhafaza buyur ya Rabbi.4. EY GÜNAHLARI BAĞIŞLAYAN! Şu mübarek gece hürmetine Bizleri bağışla, öyle bir dünyada hayata gözlerimizi açtık ve öyle bir alemde yaşıyoruz ki, önümüzde tuzak, arkamızda tuzak; uğrayıp geçtiğimiz her yerde nefis, şeytan ve aynı takımdan binlerce ifrit ağını germiş av bekliyor; yol boyu yüzlerce fitne ocağı ve isi-dumanı gelip sinelerimize oturuyor. İnayetine ihtiyacımız açık, çaresizliğimiz her halimizden belli; bizleri yara-bere almadan hedefe ancak Sen ulaştırabilir ve bu güne kadar elli defa çatlamış, kırılmış ruh dünyamızı da ancak Sen tamir edebilirsin. İçimizi Sana döküyor, kusurlarımızı Sana açıyor ve bize yeniden insan olma yollarını göstermeni diliyoruz ya Rabbi5. EY KENDİSİNE YÜKSELEN ELLERİ BOŞ ÇEVİRMEYEN! Bir süre ayrı düştükten sonra dönüp Sana gelenleri kovmayacağını vadediyorsun. Sana yönelenlere hep “Gelin, gelin” diyorsun. Ey Rab! Böyle emekleye emekleye sürünmeyi de gelme kabul edeceksen, müsaade buyur “Biz de geldik” diyelim. Geldik ve Sana, yolların amansızlığını, nefis, şeytan ve hevânın imansızlığını, bizim de dermansızlığımızı şikayet ediyoruz. Bilhassa, her zaman hatalara açık duran, mâsiyetlere meyyal bulunan ve ululuğuna karşı hep saygısız davranan, serkeş nefsimizi Sana şikayet ediyoruz. Sen bizleri nefsin ve şeytanın şerrinden muhafaza buyur ya rabbi! Bizleri büyük-küçük hatalardan, günahlardan ve emirlerine karşı isyan kokan tavır ve davranışlardan arındır.. ya Rabbi lisanlarımızı yalandan, gıybetten, Senin sevmediğin, hoşnut olmadığın bütün kirli sözlerden temizle.. kalblerimizi gösterişten ve iki yüzlülükten muhafaza buyur ya Rabbi! Her hal ve tavrımızı rızan istikametinde eyle.. niyetlerimizi ihlaslı kıl ve bize lütfettiğin bütün şeylerde de bereket ihsan eyle ya Rabbi!6. EY TALİHSİZLERİN SIĞINAĞI, EY ÂCİZLERİN GÜÇ KAYNAĞI, EY DERTLİLERİN TABİBİ VE EY YOLDA KALMIŞLARIN YOL GÖSTERENİ! Şu anda duygularımız derbeder, davranışlarımız ahenksiz, ruhlarımız kirli, ayaklarımız titrek, ellerimiz mefluç, çoğumuz itibarıyla ümitlerimiz sarsık, havalar boz-bulanık, mağripler hicranla tül tül, maşrıklar lütfuna kalmış... İşte böyle bir dağınıklık içinde Sana geldik. Böyle gelenlerin ilki değiliz, sonuncusu da olmayacağız. Rahmetin, bu garip pişmanların ümit kapısı, bizler de bu kapının önündeki liyakatsiz dilenciler. Şimdiye kadar gelip Senin kapında ihtiyaç izhar edenlerden boş dönen hiç olmamış; hiçbir kaçkın ve pişman da o kapıdan kovulmamıştır. O kapı Senin kapın, onun başkalarından farkı da her gelene affındır. Bizi hilm ü silminle güçlendir. Zalimlere de varlığını duyur. 7. EY HER DUADA BULUNANA İCABET EDEN ULULUK TAHTININ SULTANIŞu mübarek berat gecesinde binler, yüz binler Senin karşında divan durarak ellerimizi Sana açıyor ve külliyet kesbetmiş niyaz edalı soluklarımızla, kullarına her zaman açık bulunan, hiç olmazsa aralık duran rahmet desenli kapının tokmağına inleyerek dokunuyor ve "Biz geldik" diyoruz. Herkesi ve her şeyi görüp gözettiğine, her sese ve herkese merhamet ettiğine gönülden inanarak kaçkınlığımızı muvakkat dahi olsa görmüyor, günahlarımızı af çağlayanların içinde tasavvur ediyor, karıştırdığımız haltlara değil, Senin afv u safhına bakıyor ve ümitlerimizi ona bağlıyoruz; Enîsimiz Sen isen, çevrenin vahşetinden bize ne! Her yanda şeytan ve avenesi içten içe homurdanıp duruyorlarmış, Sen bizimle olduktan sonra ne ifade eder ki! Sen her şeyin biricik hâkimisin ve hükmünü engelleyecek bir güç de yoktur. Sen saltanat dairen içinde en küçük şeyleri görür, en cılız sesleri işitir, hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi cevapsız bırakmazsın8. EY YÜCELER YÜCESİSen biliyorsun, biz de bunun farkındayız; ömrümüzün hasenât kefesi bomboş, pek çoğumuz itibarıyla bir ihlâs bezginliği içindeyiz. Çoğumuz gafil, bedbin, dünsüz-yarınsız sefil birer hâlzede gibi aktüalite ile iç içeyiz. Her hâlimizde âlâyiş, gösteriş, köpük köpük hevâ ve heves; sürekli zevk u sefâya, makama, mansıba, şöhrete, şana ve dünyevî hülyalara oynuyoruz. Yığınların rüya ve hülyalarıekonomive refah; taptıkları da dolar, dinar ve euro. Ruhlar meflûç, kalbler kötürüm, basîret âmâ, düşünceler kirli, davranışlar da tam buna göre... Gece ve gündüz gibi iki yüzlü yaşıyoruz, ak görünüyor kapkara davranıyoruz; idare ve siyaset deyip hem ışık türküleri söylüyor hem de karanlık ağıtları mırıldanıyoruz. Devirlere, dönemlere göre renkten renge giriyor, bukalemunları şaşırtacak mârifetler (!) sergiliyor ve aldatmayı beceri kabul ediyoruz. 9. EY RAB!Ellerimiz-ağızlarımız, gözlerimiz-kulaklarımız, dillerimiz-dudaklarımız yaratılış gayelerinden fersah fersah uzak ve âdeta nankörlüğe kilitli; eller memnû meyvelerde, ağızlar harama açık duruyor; gözler başkalarının kusur müfettişi.. yalan revaçta, hıyanet âdiyattan bir şey, hakkın ismi var sadece; adalet "sayyâd-ı bîinsaf"ların hazırladığı kapanların önüne saçılmış birkaç dane gibi bir şey; vefa Kafdağı'nın arkasında, ahde hürmet unutulup da bir köşede kalmış; buna karşılık haksızlık firavunları utandıracak dorukta. Makam sevgisi, şöhret hissi, rahat etme düşüncesi, tenperverlik duygusu boyunlarımızda âdeta çelikten bir kement; her biri birer gayya olan bu duygulardan bir türlü kurtulamıyor ve mahiyet-i nefsü'l-emriyemize göre kendimiz olamıyoruz. Dünya ve ukbâ kazancı adına ne ciddî bir hesap ne de tutarlı bir plâna sahibiz. Kazançlar kuşağında sürekli kaybediyoruz; kaybederken de muhtemel daha kötü durumlarla teselli olmaya çalışıyoruz. Zamanı suçlama, şartlara lânetler yağdırma da ayrı bir avunma yolu. Bütün bunlara rağmen ya Rab! , bizi bize bırakmaman en büyük dileğimiz. Kendimiz edip kendimiz bulsak da, rahmetin, istihkaklarımıza lütuf televvünlü haklar bahşedecek vüs'atte. Sen bizlere lütfunla muamelede bulun ya Rabbi! Dua edenlere cevap veren Sen, ızdırapları dindirip ihtiyaçları gideren Sen, devrilenleri kaldırıp doğrultan Sen, çatlayıp kırılanları sarıp-sarmalayıp tedavi eden de Sensin! Senden ayrı kalışımız ruhumuza renk attırdı; nefsânîlik ve gaflet, ibadetlerimizin mânâ ve özünü alıp götürdü; samimiyetsizlik dualarımızın kolunu-kanadını kırdı. Sinelerimiz bomboş, düşüncelerimiz tutarsız, kalbî ve ruhî hastalıklarımız bizi yere sermek üzere.. Var eden Sensin, yok eden de Sen; uzak tutan Sensin, yaklaştıran da Sen; Sen bizi biz etmeseydin biz bu duyduklarımızı duyamaz ve bize imanın neş'esini tattırmasaydın şu söylediklerimizi mırıldanamazdık. Verdiklerin vereceklerinin referansı; diliyor ve dileniyoruz, bize yakınlığını duyur ve benliğimizde Sana karşı yaklaşma heyecanları uyar.10. EY RAB! Elimizden tut, dostlarının yüzüne baktığın gibi bize de rahmetinle teveccühte bulun.. iç dünyamızı varlığının ziyasıyla nurlandır ve bizi Sensizliğin zulmetlerinden, zindanlarından halâs eyle; halâs eyle ve eşiğine baş koymuş kapının şu sadık kullarını yalnız bırakma. Senden kalblerimize ışık, iradelerimize güç, düşüncelerimize istikamet, niyetlerimize de hulûs istiyoruz. Bizleri iç dünyamızla yeniden inşa ederek ruhlarımıza ahsen-i takvîm sırrını duyur11. EY AFFI TECZİYESİNİN ÖNÜNDE RAHMET TAHTININ SULTANI! dualarımızı kabul buyur ya rabbi!.. amin amin amin velhamdü lillahi Rabbil alemine'l-fatiha.BERAT KANDİLİNİN BERATIMIZA VESİLE OLMASI DİLEĞİMLE İNANANLARİN KANDİLİ MÜBAREK OLSUN.. amin amin amin velhamdü lillahi Rabbil alemine'l-fatiha
Hacegan__
Pzr Haz 23, 2013 9:22 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Berat kandili ve önemi....

             EMEGINIZE YÜREGINIZE SAGLIK...


                      

MUTLU__
Pzr Haz 23, 2013 10:49 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Berat kandili ve önemi....


Emeğine yüreğine sağlık hacegan  kardeşim       <3 MeLTeM <3

huzun_gecesi
Pzr Haz 23, 2013 11:43 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Berat kandili ve önemi....

Yorum yapan yapmayan yazıyı okuyup okumayan tüm arkadaşlarıma kardeşlerime teşekkür ederim.

Hacegan__
Pts Haz 24, 2013 8:57 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Berat kandili ve önemi....

Mutlu__ sevgi saygı ve bilgi paylaştıkça güzelleşir eğer iyi ve güzel şeylere vesile olabiliyorsam ne mutlu bana emeğine yüreğine sağlık.

Hacegan__
Pts Haz 24, 2013 10:52 am
 
Foruma git
Konuya git

Dil susar....

İnsan, yerine ve zamanına göre konuşmasını ve susmasını bilmeli, konuşmasında da susmasında da aşırılıklardan kaçınmalıdır.
Ecdadımız, “Çok söz yalansız, çok para da haramsız olmaz.” demiştir. Ayrıca, “Bilirsen güzel kelâm söyle ibret alsınlar, bilmezsen sükût eyle adam sansınlar.” ve “Allah, insanoğluna bir ağız, iki kulak vermiştir. Bunun manası: ‘Bir konuş iki dinle’ demektir.” gibi sözlerle bizlere yol göstermişlerdir.
Konuşmak, insanın başkalarına meramını anlatabilme özelliğidir. Cenab-ı Hak bu müstesna özelliği eşref-i mahlukat olan insanoğluna bahşetmiştir. Ademoğlunu diğer yaratılmışlardan ayıran ve ona ayrı bir değer kazandıran konuşma yeteneği, çok üstün bir meziyettir. Onun için her insan konuşma usul ve üslubunu yerli yerince kullanmalıdır.
Konuşma, insanın kişiliğini, seviyesini ve seciyesini (kişiliğini, karakterini) sergiler. Zaruret miktarı kadar konuşmalı, şayet konuşmayı gerektiren bir durum yoksa sükût etmeli, susmalıdır. Dile hakim olmak dil sahibini yüceltir. Dili gelişi güzel ve uluorta kullanmak ise sahibini toplum içinde şahsiyetsiz ve seviyesiz kılar.
Susarak sessiz kalmak, sükûtu tercih etmek dil için en güzel ve en uygun terbiye metodudur. Fahr-i Alem s.a.v.’in Ebu Zer r.a.’a yapmış olduğu bir nasihatinde şöyle buyurmuşlardır: “Sen çoğu zaman susmayı tercih et. Bu sana, dininde yardımcı olup şeytanı kovar.”
Başka bir mübarek sözlerinde de buyuruyorlar ki: “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen hususları terk etmesi, olgun imanın gereğidir.”
Boş lakırdı ve gereksiz sözlerden daima uzak kalınmalıdır. Diline böylesine sahip olan kimseler Cenab-ı Hak katında yüksek makam ve mevki sahibi olurlar. Mana Erleri, “Dilim, senden çektiğim zulüm!” demişlerdir.
Manasız sözler, yersiz konuşmalar, dünya veya ahiret için hiçbir yararı olmayan ifadeler ile yalan ve iftiraya yönelik lakırdılar, müberra dinimizde kesinlikle yasaklanmıştır. Bütünüyle bu gerçekleri göz önünde bulundurması gereken her müslüman konuşmalarında, hal ve hareketlerinde doğruluğu ve ciddiyeti esas almalıdır. “Lakırdısı çok olanın hatası da o nispette çok olur!” demişlerdir.
Hz. Malik r.a., Yahya b. Saad r.a.’dan şunu rivayet eder:
Hz. İsa a.s. yolda duran bir domuza: “Allah rahatlık versin!” dedi. Yanındakiler şaşırdı ve: “Sen bunu bir domuza mı söylüyorsun?” dediler. İsa a.s. şöyle cevap verdi: “Ben dilimi kötü söylememeye alıştırıyorum!”
Nerede olursak olalım, şartlar neyi gerektirirse gerektirsin, dilimizi kötü, çirkin ve kaba sözlere alıştırmaktan uzak kalmaya özen göstermeliyiz. Dili yüzünden başına gelen türlü felaket karşısında, “Dilim, seni dilim dilim dilmeli!” diyen büyüklerimizin feryatları asla kulak ardı edilmemelidir.
Ankebut Suresi’nin 46. ayet-i celilesinde Rabbimiz şöyle buyurur: “İçlerinden zulüm edenler müstesna olmak üzere, ehli kitap ile en güzel (şekilden) başka bir suretle mücadele etmeyiniz.”
Müslüman kişi, kitap ehli olan yahudi ve hıristiyanlarla bile mücadelesini en güzel bir şekilde sürdürmeli, dilini kötü sözlerden korumada gerekli hassasiyeti göstermelidir.
Yine Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
“O çok esirgeyen Allah’ın has kulları ki, onlar yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Kendini bilmez kimseler onlara laf attığında ‘Selametle!’ deyip geçerler.” (Furkan, 63)“Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size... Size selam olsun! Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz.’ derler.” (Kasas, 55)
Bazı insanların işi gücü boş konuşma, yani gevezeliktir. Çeneleri kuvvetli olan bu insanlar herkesle münakaşaya ve münazaraya girerler. Boşboğazlık sanatı olan kimseler, yerini, zamanını ve mekanını dahi hesap etmeden hep konuşurlar, daima konuşurlar. Oysa bu konuşmalarının çoğu boş şeylerdir, hiç kimseye en ufak yarar sağlamaz. Ancak kişinin günah hanesinin kabarmasına, vebalinin büyümesine sebep olur. Fahr-i Cihan s.a.v. bir hadis-i şeriflerinde buyurur ki: “Hidayet üzere olan bir topluluk, tartışmaya girmeden dalâlete (batıla yönelmeye) düşmez.” (İbn Mace)
Bir başka hadis-i şerifinde ise Efendimiz s.a.v. şöyle buyurur:
“Allah, ineklerin ot yerken ağızlarını geveledikleri gibi insanlara karşı ağızlarını geveleyen insanları sevmez. Allah, onların ağız ve yüzlerini cehennemde evirip çevirecektir.”
Başkalarını güldürmek için acayip kılıklara girmek, insanları taklit etmek hem dinî kurallara, hem de adab-ı muaşeret ve görgü kurallarına ters düşer. Onun için her müslüman böylesine yasaklanmış çirkin fiillerden son derece sakınmalı, dilini ve diğer göz kulak gibi organlarını yerli yerinde kullanmasını bilmelidir. İnanan insanlardan beklenen budur.
Fuzuli konuşmalar ve gereksiz tartışmalar insanı günah yükü haline getirir. Onun için her insan Şeyh Sadi Şirazî’nin dediği gibi: “Konuşulacak yerde susmayı; susulacak yerde de konuşmayı” iyi ayarlamak lazımdır.
Diline gereği gibi sahip olmasını bilen insanların dünya ve ahiret hayatı mamur olur. İnsanların birçoğu günümüzde tartışma hastalığına yakalanmıştır. Halbuki hiçbir dinî mesele tartışmayla çözülmez. Bunun için inceleme ve araştırma esas olmalıdır.
Ashab-ı Kiram’dan rivayet edilen bir hadis-i şerif şöyledir:
“Biz bir dinî konuyu tartışırken Rasulullah s.a.v. çıkageldi. O güne kadar görülmediği tarzda öfkelendi ve bizi azarlayarak şöyle dedi:
Ey Ümmet-i Muhammed, yavaş olun ve kendinize gelin! Sizden önceki ümmetleri bu gibi boş tartışmalar yok etmiştir. Tartışmayı terk edin! Çünkü tartışmanın zararları açık ve kesindir. Tartışmayın, çünkü size kötülük olarak tartışmacı olmak yeter. Tartışmayın, çünkü tartışan kişiye kıyamet gününde şefaat etmem. Tartışmayın, ben tartışmayanlara, biri köşede biri ortada ve biri de en yüksekte olmak üzere cennette üç köşk vermeyi taahhüt ediyorum. Bunların en yükseği haklı olduğu halde tartışmayı terk eden içindir. Tartışmayın, çünkü putlara tapmaktan sonra Allah’ın beni nehyettiği ilk şey tartışmadır.” (Taberanî)
Hümeze Suresi’nin ilk dört ayetinde de şöyle buyrulur:
“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline! O ki; birçok mal toplamış ve onu sayıp durmaktadır. Sanıyor ki malı kendisini (dünyada) ebedileştirecektir. Hayır! (Malı onu kurtaramaz) muhakkak ki o ateşe atılacaktır.”
Diline sahip olan kendini selamette bulur. Yalnız insanlara verilmiş olan konuşma, bir tanışma, bir anlaşma aracıdır. Bu çok önemli özelliği gayesi dışında kullanmak sahibini hem geçici olan dünyada, hem de ebedi olan ahiret hayatında zelil ve rezil eder. Böyle bir akıbete düşmemek için dil denilen o küçük et parçasına ve ağzımızdan çıkan her söze, her kelimeye, her cümleye dikkat etmemiz ve kontrol altında bulundurmamız lazımdır.
Ecdadımız ne güzel söylemiştir: “Sükût-u lisan, selamet-i insan!”
Rabbimizin tevfik ve inayeti ile...Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Cmt Haz 22, 2013 7:55 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Dil susar....

                                EMEGINIZE YÜREGINIZE SAGLIKK..
                    
MUTLU__
Cmt Haz 22, 2013 8:52 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Dil susar....

Mutlu emeğine yüreğine sağlık çok teşekkür ederim sağolasın eyvallah......

Hacegan__
Cmt Haz 22, 2013 1:39 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Dil susar....

Adem__ teşekkür ederim.

Hacegan__
Pts Haz 24, 2013 10:50 am
 
Foruma git
Konuya git

Cennet.....




Cennet…  
Cehennem üzerine kurulmuş sırat ile geçilen gizemli hayat.
Hz. Adem’in yasak ağacın meyvesinden yediği için dünyaya gönderildiği adres…
İçinde bulunan bitki ve ağaçların gölgesiyle kaplanmış yerle gök arası geniş bir meyvelik bahçe.
İman edip sâlih amel işleyenlerin ebedî âlemdeki makamı…
Rablerinin huzuruna suçlu olarak varmaktan korkanların ve nefsini hevasından arındıranların konağı.
Allah’ın rızasını kazananlar için mükafat olarak hazırlanmış hoş bir mekan.
Altlarında ırmaklar akar Adn cennetlerinin, orada İrem ve Gesi bağlarını mecazda bırakarak çekirdekli ve çekirdeksiz üzüm bağları ve asmalar vardır. Asmalı konaklar vardır içinde huriler oturan. Mü’minler pınar başlarında yüzerler Naim cennetlerinde… Hüsna cennetinde görür Allah’ın kulları Rablerini… Dolunaya bakar gibi temaşa ederler yaratıcılarını… Kimisini aşk-ı Hak almış durur… Kimisi Tur’da Rabbinin tecellisini gören Musa gibi olur. Kimisi kılıçların gölgesinde gelmiştir Cennet’e, kimisi anasının rızasını alarak varmıştır selam yurduna… Kimisi sabır sayesinde giymiştir ipek elbiseyi. Kimisi altın kâseden içmiştir Kevser’i…    
Peygamberlerin davetine uyarak iman edip, dünya ve ahirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden geldiği kadar güzel bir şekilde yapan temiz ve müttakî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve saadet yurdudur. Kısaca  ahiretteki nimetler yurdunun adıdır.
 
 
 
Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde Cennet, çeşitli şekillerde tasvir edilmiştir. Bilhassa Kur'an-ı Kerîm'de  ağaçları altından ırmaklar akan Cennetler şeklinde anlatılmaktadır:
 
 
"Cennet takva sahiplerine, uzak olmayarak yaklaştırılmıştır. İşte size va'dolunan, gördüğünüz şu Cennet'tir  ki, O, Allah'ın taatına dönen onun (hudud ve ahkâmına) riayet eden çok esirgeyici Allah'a bütün  samimiyetiyle gıyâben saygı gösteren, hakkın taatına yönelmiş bir kalble gelen kimselere aittir. " 
(Kâf, 31-33)
 
"Tövbe edenler, iyi amel ve harekette bulunanlar öyle değil. Çünkü bunlar hiç bir şeyle haksızlığa  uğratılmayarak Cennet'e, çok esirgeyici Allah'ın kullarına gıyâben va'd buyurduğu Adn Cennet'lerine  gireceklerdir. Onun vadi şüphesiz yerini bulacaktır. Orada selâmdan başka boş bir söz işitmeyeceklerdir. Orada sabah, akşam rızıkları da ayaklarına gelecektir. O, öyle Cennet'tir ki biz ona kullarımızdan gerçekten  müttakî olanları vâris kılacağız. " 
(Meryem, 60-63)
 
Cennet, bu dünyada yapılan iyiliklerin ahirette Allah tarafından verilen karşılığıdır. 
Kur'an'da Cenâb-ı Allah   şöyle buyurmaktadır:
"Adn Cennetleri vardır ki altlarından ırmaklar akar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. İşte günahlardan  temizlenenlerin mükâfatı." 
(Tâhâ, 76)Kaynaklar: 1) Cennet, Durak PUSMAZ, Şamil İslam Ansiklopedisi2) Cennet, A. Hamit Özyayla, İlkadım Dergisi, Eylül 2004


Cennet şu anda var mı?
Ehl-i Sünnet inancına göre, Cennet halen vardır, yaratılmıştır, hazırlanmıştır. Nitekim şu  ayet bunu açıkça ifade eder: 
 

 
"Rabbinizin mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan Cennet'e koşun. O Cennet takva sâhipleri için hazırlanmıştır. " (Âli İmrân, 133)
 
Peygamber Efendimiz (sav.) şöyle buyurmuşlardır: 
 
"Demincek Cennet ile Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu."
"Cennet bana yaklaştı, o kadar ki, eğer cür'et edeydim salkımlarından bir tânesini size getirebilecektim."

 


Cennet Yeryüzünde miydi?
 
"Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin  beraberce cennete yerleşin..." (Bakara Suresi 35)
 
Cennet yeryüzünde şeklinde zannedenler olmuşlardır. "Filistin'de yahut Fâris ile Kirmân arasında bir cennet idi. İnişi de oradan Hindistan'a nakliydi." denilmiştir. Bu şöyle bir anlayışla söylenmiştir:
-Çünkü Âdem'in yaratılışı yeryüzünde olduğunda ittifak vardır. -Kıssada semaya yükselmesi zikredilmemiştir. Olsa idi öncelikle hatırlatılırdı.-Bir de ebedi cennet olsaydı, çıkılmaz ve şeytan oraya giremezdi.Ancak bu tahmin, göründüğü kadar makul ve tabii değildir. Âdem'in yeryüzüne inişi, yeryüzünde ortaya çıkması, akıl ve nakle daha uygundur.-Ebedi cennet de devamlı oturmak için girmekle, misafir olarak girmek arasında da fark vardır. -"Cennet", ahirette müminlerin varacağı sevap evidir ki, şimdi mevcut, fakat dünyada görüşten gizlenmiştir. "Cennet" denilince Kur'ân dilinde bilinen budur. -Âdem'in cennette oturması hali, ahiret âleminin meydana gelişine benzer bir ilk oluştur. Ve bu durum bize göre bir makul âlemdir. -Yeryüzü ile onun arasında mekanla ilgili bir uzaklık tasavvuruna da lüzum yoktur. O da aynı feza içindedir. Bunda akla yaklaştırmak için söylenebilecek olan söz: Âdem'in ruhunun bütün kemal kuvvetlerini haiz olarak, maddeye, önceki unsurlara ilk ilgisi, diğer deyişle beşerin aslı olan ilk Âdem'le ilgili hücreciğin esîrî bir şekilde oluşumu ve ondan eşinin ayrılmasıdır. Muhyiddin-i Arabî'nin bir deyişine göre, ruhun tabiata ilk verilişidir.Kaynak: Elmalı Tefsiri Bakara Suresi 35.ayet
 


Cennet de Allah'ın GörülmesiAllah'ın Âhirette Görülmesi (Rü'yetullah). Müminler, âhirette, cennete girdikten sonra Allah'ı göreceklerdir. Bu görmenin mahiyeti hakkında kesin bilgi yoktur. Ancak bilginler Allah'ı görme olayında, bu dünyada varlıkların görülmesi için zorunlu olan şartların gerekmediğini ileri sürmüşlerdir.
 
Kur'ân-ı Kerîm'de "Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parlayacaktır. Rablerine bakacaklardır" (Kıyâmet,22-23) buyurularak, âhirette müminlerin Allah'ı görecekleri haber verilmektedir. 
Resulullah (sav) buyuruyor:
"Muhakkak ki siz şu ayı görüşünüz gibi, Rabbinizi de göreceksiniz. Ve o sırada izdihamdan ötürü birbirinize zarar vermiş de olamayacaksınız""Cennetlikler Cennet'e girdiği zaman  Allah (c. c.) şöyle buyuracak: 
"Size daha da vermemi istediğiniz bir şey var mı?" Cennetlikler de Şöyle derler: 
"Yüzlerimizi ak çıkarmadın mı, bizi Cennet'e koymadın mı, bizi Cehennem'den kurtarmadın mı? (o yeter)." 
Rasûlullah sözlerine devam buyurarak: 
"Cenâb-ı Hak perdeyi kaldırır, Cennetliklere artık Rablerine  bakmaktan daha sevimli gelecek hiç bir şey verilmiş olmaz. "
Müminlerin Allah'ü Teâlâ'yı Cennet'te görmeleri, herhangi bir yön, yer ve şekilden uzak olarak vukû  bulacaktır. Bunun keyfiyeti bizce meçhuldür. 
"Allah bilir" deriz. Kur'an ve Sünnet'te bildirildiği için kesinlikle böyle inanırız. 
Kaynaklar: 1) Cennet, Durak PUSMAZ, Şamil İslam Ansiklopedisi2) İlmihal, İman ve İbadetler, İsam, 1999(Hadid,14)
 



Cennette Hangi Dil Konuşulacak?
 
Cennet dili Arapça'dır. Değildir diyenlere deriz ki:
Resululullah (s.a.v) buyuruyor:"Üç hasletten dolayı Arabı seviniz: Çünkü ben Arabım, Kur'ân-ı Kerim Arapça olarak nazil olmuştur. Cennet ehlinin konuştukları dil Arapçadır." (1)
 
 
Allah Resülü, İki Cihan Serverinin (s.av) konuştuğu dil Arapça olacak da Cennet dili Arapça dan başka bir dil mi olacak. Hz.Adem (a.s) yeryüzüne indirilmeden Arapça konuşacak da, Cennet dili mi Arapça olmayacak?
 
 
 
Hz.Aişe r.a. buyuruyor:Cennet ehli Muhammed aleyhisselamın diliyle konuşacaklar. (2)
 
(Allahulalem)
 
Kaynak: 1) Feyzu'l Kadir, İmam Münavi, İbni abbas'tan rivayet edilmiştir.2) Mevahib-ül Ledünniye, İmam Kastalani(Hadid,14)
 


Cennete Nasıl Ağaç Dikilir?



 



Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu ki,
- Cennetde ağaç yokdur. Oraya çok ağaç dikiniz!. - Oraya ağacı nasıl dikelim dediklerinde, 
-Tesbîh, tahmîd, temcîd ve tehlîl okuyarak) buyurdu. 
Yanî, (Sübhânallahi velhamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber) diyerek Cennete ağaç dikiniz buyurdu. 
Bir hadîs-i şerîfde, 
-Bir kimse, Sübhânallahil'azîm ve bihamdihi derse, onun için Cennetde bir ağaç fidanı dikilir, buyurdu. 
Görülüyor ki, Cennet ağacı, dünyâda harfler ve sesler şeklinde, bu kelimeye yerleşdirilmiş olduğu gibi, Cennetde, bu kemâller ağaç şeklinde bulunmakdadır. Bunun gibi, Cennetde bulunan herşey, dünyâdaki ibâdetlerin, iyi işlerin netîceleridir. Allahü teâlânın kemâllerinden herhangi biri, bu dünyâda, iyi sözlerde ve iyi işlerde yerleşdirilmiş olduğu gibi, bu kemâlât, Cennetde, lezzetler, nimetler perdesi altında meydâna çıkar. Bunun içindir ki, oradaki lezzetleri, nimetleri Allahü teâlâ beğenir. Bunları tadmak, Cennetde sonsuz kalmağa ve Allahü teâlâya kavuşmağa sebeb olur. Zevallı Râbi'a (rahmetullahi aleyhâ) eğer bu inceliği anlamış olsaydı, Cenneti yakıp yok etmeği düşünmezdi. Ona bağlılığı, Allahü teâlâya bağlılıkdan başka sanmazdı!
Kaynak: Mektubat, İmam-ı Rabbani, 1. Cilt 302.Mektup(Hadid,14)
 


Cennet'in Anahtarı
 
Son sözü Kelime-i Tevhîd olan kimsenin mükâfatı Cennet'tir .
 
Bu durumu hadisçiler şöyle yorumlarlar: Lâ ilâhe illallah, Cennet'in anahtarıdır, ancak bu anahtarın dişleri vardır, onlarda ilâhi emirlere bağlı olmak itaat ve ibadet etmektir. Bir de "Lâ ilâhe illallah" demekle, birinin müslümanlığına hükmedilmez, "Muhammedün Rasûlullah" (Muhammed Allah'ın peygamberidir) sözünü de eklemesi gerekir. Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden uzak olması icab eder. Bu inançta olan  kimse, ehl-i kebâir (büyük günah işleyen) de olsa, günahı kadar Cehennem'de ceza gördükten sonra Cennet'e girecektir. 
 
Muaz b. Cebel (r.a.)'ın Hz. Peygamber (s.a.s.)'den rivayet ettiği şu hadis  meseleyi açıklığa kavuşturur:
 
"-Hiç bir kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.s.)'in, Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna Şehadet etsin de, Allah ona Cehennem'i haram etmiş olmasın (herhalde  harâm eder)"
 
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat inancına göre, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah" diyen ve bunun  gereğince iman edip salih amel işleyen her kimse Allah'ın izniyle mutlaka Cennet'e girecektir. Cennetlikler,  hastalık, sakatlık, ihtiyarlık, huysuzluk vs. hallerden uzak olarak yaşayacaklardır.Rabbim hepimize sualleri kolay olan ve cennetine giren kullarından eylesin inşallah amin  ecmain Hacegan..




 
Hacegan__
Sal Haz 25, 2013 5:08 am
 
Foruma git
Konuya git
cron