396 sonuç bulundu

Geri dön

Kuran ve Sünnet yolu.....

Rabbimiz, Hz. Adem Aleyhisselam’dan Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz’e kadar, insanlığın salah ve kurtuluşu, dünya ve ahiret saadeti için din göndermiş, emir ve yasaklarını bildirmiştir. Neleri yapıp neleri yapmamamızı bildiren, dosdoğru bir hayatın yolunu gösteren din, Efendimiz s.a.v.’in risaletinde kemale erdirilmiştir.Müslümanlar da bu dine kâmilen uymakla mükelleftirler. İç ve dış bütün hayatını dinin sınırları içinde, onun koyduğu hükümler doğrultusunda tanzim etmedikçe, bütün varlığı ile inanarak, benimseyerek ve severek uygulamadıkça bir müslüman kâmil bir mümin olamaz. Kâmil bir mümin olmak, ancak maddî-manevî, zahirî-batınî, iç ve dış insanın bütün yönleriyle dinin ahkâmına bağlı olmasıyla mümkündür.Hayatın görünen yüzüyle (zâhirle) fıkıh ilmi, iç alemimizle de (bâtınla) tasavvuf ilmi ilgilenmektedir. Bütün islâmî ilimlerde olduğu gibi fıkıh ve tasavvufun da kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’dir. Tasavvuf, nazargâh-ı ilâhi olan kalbi Allah’tan gayrı her şeyden (mâsivadan) ve ahirete hiçbir faydası olmayan söz, hayal ve düşüncelerden (havâtırdan) korumanın, nefsi kötülüklerden arındırmanın yollarını gösteren, Kur’an ve Sünnet ışığında eğitim yapan manevi bir ilim ve terbiye okuludur.Tasavvufî yaşantısı olmayan, kalbini kontrol edemeyen, kalbî amellere önem vermeyenlerin İslâm’ın güzelliğini hissederek yaşaması, Allah’a yakın (mukarreb) kullardan olması imkansız derecesinde zordur.İnsanoğlunun halifetullah sıfatıyla mukaddes emaneti taşıma çerçevesinde aslî ve değişmez gayesi, Hak bilgisini (marifetullahı) elde etmek, ibadet ve itaatle kul olmaktır. Kâinat bu ulvî gayenin gereği olarak insanın hizmetine verilmiştir. İnsanın hakiki haysiyet ve şerefinin muhafazası da bu gayede ısrar etmesine bağlıdır.İnsan, akıl, ilim ve hikmetin aydınlığında kaldığı müddetçe bu gayeyi anlamakta güçlük çekmez. Kaldı ki Rabbimiz, Rahim sıfatının bir tecellisi olarak insan aklına yol göstermek ve insanın Bezm-i Elest’te Rabbine verdiği sözü hatırlatmak için peygamberler göndermiştir. Mucizelerle desteklenmiş olan peygamberler, beşeriyeti ilim, hikmet ve marifet nuruyla doldurmuş, sırat-ı müstakimde, dünyevî ve uhrevî saadet yolunda dosdoğru rehberler olmuşlardır.Öyle ki, ibretle tefekkür eden insan, naklî (nakledilmiş, rivayet edilmiş) delil ve bilgilerin bir güneş, aklın ise bu güneş sayesinde görebilen bir göz hükmünde olduğunu anlar. Hayır ve şerrin karışık olduğu ve şerrin içinde hayrı bulup çıkarmak gibi hassas bir vazife ile mükellef olduğumuz bu imtihan dünyasında, rehbersiz akılla sapkınlığa düşmemek için, nakil güneşiyle aydınlanan “Tevhid” gerçeğini görmeye azami gayreti göstermeliyiz. Dışa dönük beş duyumuz ve içe dönük hafıza, idrak, hatırlama, hayal ve vehim gibi beş batinî hassamızla naklin emrinde olmalıyız. Ki böylece gaye yolunda emniyetli ve sağlam adımlarla yürüyebilelim.Nakillerden, rivayet edilmiş bilgilerden açıkça anlaşılacağı gibi insanın değişmez üç aslî vazifesi vardır. Bunlar:• İnsanın kendini bilmesi• İnsanın Rabbini bilmesi• Rabbi ile kendisi arasındaki münasebet ve muameleleri bilmesi ve hayatını buna göre tanzim edip düzenlemesi.İnsanın kendini bilmesi, gayesini yani Rabbini bilmesi yolunda bir anahtar ve ilk adım hükmündedir. Çünkü Rabbü’l-Alemin’in bütün kudret ve sanatının incelikleri insanda mevcuttur. Bu sanatın inceliklerini tanıyan, sanatkârın vasıflarındaki mükemmelliği, mahareti ve harikulâdeliği anlar ve hayranlığını gizleyemez. İnsan, cismanî ve ruhanî yapısı ve donanımıyla Yüce Rabbimiz’in kudretine, birliğine, vasıflarına ve sonsuz maharetine en büyük delil ve alamettir.Hem insanoğlu kendini bilmekle nefsini ve sıfatlarını tanıyacak, felakete sürükleyen veya saadete götüren halleri anlayacaktır. Böylece felaket sebeplerini terk edip, saadet sebeplerine yapışacak... Bu imtihan aleminde gaye olan Hakk’ı tanıma ve O’na yakınlık (kurbiyet) kazanma yolunda kalbî yolculuğun inceliklerine vakıf olacak ve büyük cihadın, yani nefsle mücahedenin ne kadar ciddi bir hadise olduğuna muttali olacaktır.Kendini bilip de bu yolla Rabbini bilen insan, Rabbi ile kendisi arasındaki münasebetlerin ve muamelelerin keyfiyetini de naklî delilleri esas almak suretiyle öğrenir. Bildiği ile amel eder ve gayesi istikametinde ebedi saadete doğru yol alır.Kul, Rabbini kendi kusurlu anlayışı ile değil, Rabbimizin haber verdiği biçimde eksiksiz olarak, şanına layık sıfatlarıyla tanımalı ve Rabbini tanıma yolundaki engelleri bir bir tespit ederek bunları bertaraf etme yolunu öğrenip tatbik etmelidir.İşte bu iki asılda toplanan bir tek gayeyi gerçekleştirmek için, nübüvvet güneşinden ışık alan velayet yıldızı hükmünde olan ariflerin, evliyaullahın, Habib-i Kibriya s.a.v.’in hakiki vârislerinin gittiği bir yol, takip ettiği bir usul vardır. Bu yol, Hakk’a ulaşmak isteyenlerin, dinini takva ve azimet yoluyla yaşayanların yoludur. Bu tasavvuf yolu sözden ziyade hale önem veren, kalıptan ziyade kalbe önem veren bir yoldur.Cenab-ı Hak “O gün ne mal ne evlat fayda verir. Ancak tertemiz (selim) bir kalple Allah’a gelenler (kurtulur).” (Şuara, 88-89) buyurarak, bütün kötülüklerden arındırılmış, tevhid nuru ile aydınlanmış bir kalbe sahip olunması gerektiğine, ebedi saadetin ancak bununla mümkün olabileceğine işaret etmektedir.Fahr-i Cihan s.a.v. Efendimiz de bu hususta şöyle buyurmuştur: “Dikkat edin, vücutta bir et parçası vardır. O salâh bulursa bütün vücut salâh bulur. O fesada uğrarsa bütün vücut fesada uğrar. Dikkat edin o (et parçası) kalptir.” (Buharî)Ruh beden için ne mana ifade ediyorsa, zahiri ibadetlerimiz için de kalbî amellerimiz aynı şeyi ifade etmektedir. Kişiden güzel haller, güzel ahlâk ve güzel ameller sadır olabilmesi için nefsin de mutmainne derecesine ulaşması gerekir. Rabbimiz itminan olmuş nefise hitap etmekte ve ondan razı olduğunu bildirmektedir. Rabbimiz’in hoşnut olduğu kullar nefsi mutmainne derecesine ulaşmış kişilerdir.“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere daldıran ziyan etmiştir.” (Şems, 9-10) ayet-i celileleri, nefis terbiyesinin ne mühim bir iş olduğuna işaret etmektedir.Kalbi tasfiye ve nefsi tezkiye etmek hususunda kişi öncelikle bütün hallerinde Allah rızasını gözetmeli, Sünnet-i Seniyye üzere yaşamalıdır. İbadetlerini Rabbini görüyorcasına huşû ile vaktinde yapmalıdır. Haram ve şüphelilerden şiddetle kaçınmalıdır. Çok zikredip çok tefekkür etmelidir.Mahlukata şefkat ve merhametle muamele etmeli, hizmeti şiar edinmelidir. Gecenin kalbi olan seher vakitlerini gafletle geçirmemelidir. Salih ve sıddîkların sohbetlerine iştiyakla devam etmelidir. Şah-ı Nakşibend Hazretleri k.s.: “Bizim yolumuz sohbet yoludur.” buyurmuştur. Kişi salihlerle beraberliği sayesinde dinin esaslarını, tasavvufu, adap ve erkânı, güzel ahlâkı öğrenip, yaşantısına yansıtma imkanı bulur.Salihlerin hal yansımaları ile bilgilerin yaşanılması kolaylaşır ve hatta bir sevda halini alır. Kişinin nefsi ile cihadında en kestirme yol, dinin emirlerini samimiyetle yerine getirip, nehyettiklerinden şiddetle sakınmaktır. İstikamet üzere olmaktır. Bunu başaran kişi marifet ehli olur. Hakikate, kulluk makamına erişir.Tasavvuf zannedildiği gibi bazı harikulâde haller yaşamak, kerametler göstermek değildir. Kur’an’a ve Sünnet ölçülerine uymak şartıyla harikulâde haller ve kerametler Allah’ın bir lütfudur. Ancak tasavvuf ehli bununla meşgul olmaz. Bilir ki bunlarla meşgul olmak gayeye ulaşmaya engel olur.Kulun gayesi Allah Tealâ’dır. Tasavvuf ehli Kur’an ve Sünnet’e aykırı şeylerden şiddetle uzak durur. Bu yolun büyüklerinden Mevlâna Halid k.s. şöyle buyurur: “Bizim yolumuzun yolcusu, zahiren halk ile olup bâtınen Hak ile bulunandır.”Rabbimizin tevfik ve inayeti ile...Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Cmt Haz 08, 2013 7:21 am
 
Foruma git
Konuya git

Eyvallah......

Eyvallah’ın manasını gerçek anlamıyla düşündünüz mü? Tasavvufî kültürün en latif tabirlerinden biri olan ‘eyvallah’, çoğu kimseler tarafından yerli yersiz, gelişigüzel kullanılmasına rağmen yine de işitildiğinde veya söylenildiğinde ruhlara serinlik ve rahatlama bahşeden tılsımlı bir söz. Mânevî terbiyeyi insanî hayatta nakış nakış işleyen ve inceleyen tasavvuf, bu hassasiyeti konuşma üslûbunda da göstermiştir.Eyvallah, üç ayrı kelimeden oluşan Arapça bir cümle. ‘Ey’ veya ‘-iy’, ‘evet, tabii’ gibi anlamlara gelir.Bilhassa vav’la beraber kullanıldığında dilimizdeki ifadesiyle ‘aynen öyle, tastamam’ gibi manaları içine almaktadır.‘Tamam, peki’ manasına pratik Arapça’da halihazırda ‘eyva’ şeklinde söylenişine halkımız aşinadır.Bazen ayvaa olarak müstehzi bir edayla fevkalade kötü taklitlerini de duyduğumuz bu kelam esasında Allah lafzı düşünülerek bizdeki eyvallah’ın Araplardaki söyleme tarzıdır.“Ve” harfine gelince. Sadece gramer açısından incelendiğinde en az on iki ayrı işlevi olan bu harfi, kültürel boyutuyla ciltlerle kitapla ifade etmek mümkün.Bu tabirde geçen “vav” için çeşitli fikirler öne sürülmüş. Bazıları cevabı kuvvetlendirmek için, bazıları da yemin manası için kullanıldığını öne sürmüşlerse de maiyyet yani beraberlik bildirmek için kullanıldığı fikri ağır basmıştır.İkinci kelime olan “Allah” ki daha çok lafzatullah şeklinde ifade edilir. Cenab-ı Hakk’ın yüzlerce ismi olmasına rağmen Allah ismi gibisi yoktur. Çünkü ‘Zât-ı Ehadiyyet’in kendisini tesmiye ettiği isimdir.Öyle bir zat ismi ki, semavî kitapta beyan edilen bu isim etimolojik olarak bile incelense, eşi benzeri olamayan bir kelime olarak kalmayıp, ayrıca ikiliği ve çoğulluğu kabul etmeyen bir yapıya sahiptir.
Sadece içinde geçen lafzatullah bile eyvallah’ın alelade kullanılmamasına yeter bir sebeptir.Belki de gündelik Arapçada eyvaa olarak ifade edilmesi bundan kaynaklanıyordur. “Eyvallah”ın yukarıda geçen manasıyla beraber tasavvuftaki ıstılâhî sahasını mülahaza edersek bu gerçek daha bariz bir hal alacaktır. ‘Hakla kabul ettik, haktandır’ manasını ihtiva ettiğinden eyvallah, sufîyyede hemen hemen her halde zikredilir, bir virddir adeta. “
Her tecelli eden, mademki Cenab-ı Hakk’ın takdiri ve muradıyladır, o halde hakla kabul ettik, eyvallah.
Şu anda anlayabildiğime, yahut sonra idrak edeceğim irfana şimdiden eyvallah.
Güzel-çirkin diye tavsif ettiğimiz velakin hepsinde gizli ve aşikar olan hikmete gördüğüm görmediğim esrar-ı ilahiyeye eyvallah.”
“Eyvallah”ın ruhuna nüfuz edebilirsek içinde samimi bir tasdik havası barındığını fark edebiliriz. Samimi, içten kabulleniş ancak muhabbetle olur. Zaten din de bu muhabbetin tesiri içindir. Öteki türlü, inanç sistemini sadece bir dizi ameller olarak algılamak ki menzile yani o rızaya asla ulaştıramaz. İkilik de burada başlar, bu muhabbet olmazsa her muhatap kalınan emrinde o bir sen olmuş olur ki, kişi bu durumda ibadet ederken ikilikten kurtulamaz. Halbuki muhabbetle teslimiyet gerçek birliği sağlar.Eyvallah böyle bir halin nişanesidir. Bu mefhum ile alakalı Kitap’tan ve sünnetten pek çok örnek vardır.Mesela Bakara Sûresi’nde anlatılan Hz. Mûsâ (as)’nın kıssasında; Hz. Mûsâ (as) kavmine ‘Allah’ın bir inek kes’ emri verdiğini söylediğinde onlar, “Sen bizimle alay mı ediyorsun” diye karşılık verirler. Mûsâ (as)’nın işin ciddi olduğunu belirtmesi de ikna olmalarına yetmez. “Bu ineği bize anlat, rengi nedir, neye benziyor, şöyle mi böyle mi?” gibi sorularla işi yapmamak için kırk dereden su getirirler.
Maide Sûresi’ndeki kıssaya göre ise önce Allah’tan doymak için rızk isterler, kendileri kudret helvası ve bıldırcın eti ile nimetlendirilmeleri ve bu mucize karşısında sayısız hamd ü sena edip Hak Teala’ya şükredecekleri yerde, ‘bu sofrada soğan, sarmısak yok’ diyerek onda bile kusur bulurlar.Anlaşılan ne emirlere karşı ne de nimetlere karşı eyvallah diyerek bir teslimiyet göstermezler. Zaten bu gibi hususlarda çok fazla itiraz etmelerinden dolayı Cenab-ı Hakk’ın Yahudi şeriatını çok ağır kıldığını söylemişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis-i şeriflerde geçen bu ve benzeri misaller tecellileri eyvallah ile kabullenemeyişin Mevlâ’sı ile kulu arasındaki muhabbet bağını nasıl kopma noktasına getirdiğini ibretle göstermektedir.
Dinî kaynaklarda ve kültürümüzde ahlâkî güzellikte numune teşkil edebilecek âbidevî şahsiyetlerin hep eyvallah’ın o tasdiki ruhuna ermeleriyle bu derecelere nail olduklarına işaret vardır. İnsan birçok musibete ‘ben’ belasından, çekişmekten dolayı uğramaz mı?Başka bir ifadeyle inayet-i Hak’la, halkla yaşamayı kendisine şiar edinerek eyvallah’ı vird edinen kolay kolay gaflete, hırsa, kavgaya düşer mi? Adım adım benlikten kurtulmaya basamak olan eyvallah, hak suretinde bâtılın ayrılmasına vesile olduğu gibi, haktan ve hak ilminden ayrı düşmeye de lâzım bir virddir. “Kişi böylesi bir hakikat rehberine erişirse, eyvallah’a iyi tutunmalı der” sofiler.
Hz. Mûsâ (as)’nın Hızır ile olan arkadaşlığı bu mevzuya pek güzel misal teşkil eder. Bir zata sormuşlar: “Her şeye eyvallah, peki gafilin gafletine de mi eyvallah?” Cevaben, “Gaflete eyvallahımız yoktur; fakat gafil bir kimse gördüğünde, ‘Bu, benim halim de olabilirdi; ama Cenâb-ı Hak şu an beni muhafaza etti.’ diye tefekkür edersin. Ve ibretle eyvallah dersin.” demiş. “Peki, yanlış olan şeyi nasıl düzelteceğiz?” diye sormuşlar. O zat devamla, “Kendi acizliğini hatırına getirerek karşısındakini ikna etmen daha kolay olur, sen kendi egonu aradan çıkarırsın, böylece sözünün tesiri olur.” diye cevaplamış.
Cenâb-ı Pir Mevlânâ Celaleddin-i Rumi (kds)’nin oğlu Sultan Veled, şahane bir beytinde bu güzellikleri özetlemiş: “Bize ne irs-ı peder, ne servet ü ne cah kalmıştır,Şuûr-ı hikmete karşı bir eyvallah kalmıştır” (Bizlere babamızdan maddi bir miras, büyük bir servet ve makam kalmadı. Bizlere kalan (bunlardan çok daha kıymetli, bizleri evvelkilerin mevkiine erdiren) Hakk’ın hikmet tecellilerini eyvallahla karşılama hali kalmıştır.)
Mevlam! Sen’den gelene, gelmeyene; ne şekilde belirlemişsen kaderime, bu oyundaki biçtiğin rolüme , yürekten kocaman bir
EYVALLAH......Selam ve dua ile Hacegan.....
Hacegan__
Per Haz 20, 2013 6:14 am
 
Foruma git
Konuya git

Cuma günü ve cuma namazı.....

Cuma, müslümanlarca bir bayram günüdür. Bu mübarek günde müslümanlar mabedlerde toplanırlar. Okunacak hutbeleri dinleyerek faydalanırlar. Hep birlikte cuma namazını kılarlar. Sonra ya başka ibadetlerle uğraşır veya ziyaretlerde bulunur yahut günlük işleri ile uğraşmaya koyulurlar. Bu hadis-i şerifde buyuruluyor: "Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma günüdür. Adem Aleyhisselâm O gün Cennet´e konulmuş, O gün Cennet´den çıkarılmıştır. Kıyamet de o gün kopacaktır." Bütün bu olaylar, nice hayırları ve hikmetleri toplamaktadır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hicretleri zamanında Medine´ye yakın bulunan "Salim İbni Avf" yurdunda "Ranuna" denilen vadi içerisinde "Beni Salim Mescidinde" ilk cuma hutbesini okumuş ve ilk cuma namazını kıldırmıştır. Cuma namazının vakti tam öğle namazının vaktidir. Cuma namazı için minarelerde ezan okunur. Cami´lere gidince önce aynen öğle namazının sünneti gibi, dört rekat cumanın ilk sünneti kılınır. Ondan sonra cami içinde bir ezan daha okunur: Minberde cemaata karşı bir hutbe okunur. Bu hutbeden sonra ikâmet alınarak cumanın iki rekat farzı cemaatle aşikâre okuyuşla kılınır. Bir farzdan sonra yine öğlenin ilk dört rekat sünneti gibi, cumanın son dört rekat sünneti kılınır. Buradan sonra da "Zuhr-u ahir" diye dört rekat namaz kılınır. Arkasından da "Vaktin sünneti" niyeti ile aynen sabah namazının sünneti gibi iki rekat namaz daha kılınır. Cuma şartlarını kendilerinde toplayan kimseler için iki rekat cuma namazı "Farz-ı ayn"dır. Cuma namazının diğer namazlardan başka olarak kendisine özgü on iki şartı daha vardır. Bunların altısı vücubunun (farz olmasının), diğer altısı da edasının şartlarıdır. Cumanın Vücubunun Şartları Cumanın bir kimseye farz olabilmesi için, onda şu altı şartın bulunması şarttır: 1) Erkek olmak: Bunun için cuma namazı erkeklere farzdır, kadınlara farz değildir. 2) Hürriyet: Bu bakımdan cuma namazı kölelere farz değildir. Bir sözleşmeye bağlı olarak kısmen hür olan (mükâteb gibi) kölelere farzdır. 3) İkamet: Dinî hüküm bakımından misafir (yolcu) sayılan kimselere cuma namazı farz değildir. Sefer ve misafırlik bahsine bakılsın!.. 4) Sıhhat: Hasta olduğundan cuma namazına çıktığı takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimseye cuma namazı farz değildir. Yürümeye takatı olmayan çok yaşlı kimseler de bu hükümdedirler. Hasta bakıcısı da böyledir; eğer camiye gidince hastasının zarar göreceğinden korkuyorsa, ona da cuma farz olmaz. 5) Gözlerin sağlıklı olması: Onun için gözleri kör olanlara cuma namazı farz değildir. Böyle körleri camiye götürüp getirecek kimseleri olsa da, İmam Azam´a göre yine ona cuma farz olmaz. Fakat iki imama göre, her iki gözü görmeyen kimseyi camiye götürüp getirtecek bir adam varsa, o zaman böyle körlere de cuma farz olur. 6) Ayakların sağlıklı olması: Kötürüm veya ayakları kesilmiş olan kimselere cuma namazı farz değildir. Kendilerini yüklenecek kimseleri bulunsa da hüküm aynıdır. Düşman korkusu, şiddetli yağmur, fazla çamur ve benzeri engeller de, cuma namazına gidilmemesini mübah kılan özürlerdendir. Bununla beraber bu altı şartı taşımayan kimseye her ne kadar cuma namazı farz değilse de, gidip cuma namazını kılacak olsa, vaktin farzını yerine getirmiş olur. Kadınların veya amâ ve benzeri özrü olan kimselerin cuma namazını kılmaları gibi. Artık bunlar o günün öğle namazını ayrıca kılmakla yükümlü değillerdir. Cumanın Edasının Şartları Cumanın edası için şu altı şart vardır: 1) Cuma namazını bulunulan yerdeki idarecinin veya onun göstereceği kimsenin kıldırmasıdır. Şöyle ki: Cuma namazını en büyük idareci veya onun izni ile diğer bir şahıs kıldırmalıdır. İdareci veya onun görevlendirdiği bir şahıs bulunmayan bir yerde; müslüman cemaatın tayini ile içlerinden biri cuma namazını kıldırabilir. İslâm hükümlerinin uygulanmadığı (Daru´l-Harb gibi) yerlerde cuma namazı böyle kılınır. 2) Hutbe okumaya izin, namaz kıldırmaya da izindir. Aksi de böyledir. Bu her iki görevi yapmaya yetkili olan zat, bir özür olsun, olmasın; yerine başkasını tayin edebilir. Başkasını tayin için kendisine yetki verilmemiş olsada yine yapabilir. Fakat hatibin huzurunda izin almaksızın başkasının hatiblik görevini yapması caiz değildir. 3) Genel izindir. Belli bir yerde müslümanların toplanıp cuma namazını kılmaları için idareci tarafından müsaade edilmiş olmalıdır. Bazı şahıslara özel bir şekilde tayin edilen ve kapısı başkalarına kapatılan yerlerde cuma namazını kılmak caiz olmaz. Fakat mabedin kapısı açık bırakılarak insanların girmesine izin verildiği takdirde, başkaları gelmemiş olsa da, cuma namazları sahih olur. 4) Vaktin devamıdır. Şöyle ki: Cuma namazını kılabilmek için öğle vakti devam etmek üzere olmalıdır. Bu vakit çıktı mı, artık cuma namazını kılmak veya kaza etmek caiz olmaz. O günün öğle namazı da kılınmamış ise, yalnız onu kaza etmek gerekir. Daha cuma namazı kılınmakta iken vakit çıkacak olsa, yeniden öğle namazını kaza olarak kılmak gerekir. (İmam Malik´e göre, cuma namazı öğle vakti çıktıktan sonra da kılınabilir. İmam Ahmed´den bir rivayete göre de, cuma namazı zeval vaktinden önce de kılınabilir.) 5) Cemaat bulunmasıdır. Şöyle ki: Cuma namazı için cemaatın en az miktarı, imamdan başka üç kişidir. İmam Ebû Yusuf´a göre, imamdan başka iki kişidir. (İmam Malik´den bir rivayete göre otuz, İmam Şafiî ile İmam-ı Ahmed´in mezheblerine göre de kırk kişidir.) Cemaatın aklı yerinde ve erkek olması ve en az bu üç kişinin birinci secdeye kadar hazır bulunması da İmam Azam´a göre şarttır. Buna göre yalnız kadınların veya çocukların cemaatiyle veya birinci secdeden önce dağılıp da azınlıkta kalan cemaatle cuma namazı kılınamaz. Cemaatın huzuru, iki İmama göre tahrimeye kadar şarttır. İmam Züfer´e göre, hiç olmazsa ka´dede teşehhüd miktarı duruncaya kadar cemaatın hazır bulunması şarttır. Cemaat bundan önce dağılacak olsa, geriye kalan bir veya iki kişinin öğle namazını kılması gerekir. Cemaatın mukim veya hür olmaları şart değildir. Öyle ki, misafir veya köle olan bir müslüman cuma namazını kıldırabilir. 6) Cumanın farz olan namazından önce hutbe okumaktır. Şöyle ki: Vaktin girmesinden sonra mevcut cemaatın huzurunda bir hutbe okunması gerekir. Bunun içindir ki, hutbe okunurken cemaat bulunmayıp da sonradan namazda bulunacak olsalar, namazları caiz olmaz. Cemaatın hutbeyi işitmesi şart değildir. Sadece hazır bulunmaları yeterlidir. Hutbe esnasında bir mükellef erkeğin, misafir olsa dahi, bulunması yeterli görülmektedir. Cuma hutbesinin rüknü, İmam Azam´a göre, Allah´ı zikirden ibarettir. Onun için hutbe niyeti ile yalnız: "Elhamdü lillâh" yahut "Sübhanallah" yahut "Lâ ilâhe illallah" denilecek olsa, yeterli olur. İki İmama (İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed´e) göre, hutbe denilecek derecede uzunca bir zikirden ibarettir. Bunun en az olan derecesi, Tahiyyat miktarı hamd ve Salâvat ile müslümanlara duadır. Hutbenin vacibleri, hatibin taharet üzere bulunması, avret sayılan yerlerin örtülü olması ve hutbeyi ayakta okumasıdır. Hutbenin sünnetleri de, hutbeyi iki kısma ayırmak ve bunlar arasında bir tesbih veya üç âyet okunacak kadar bir zaman oturmaktır. Bu bakımdan buna iki hutbe denir. Bu iki hutbeden her biri hamdi, kelime-i şehadeti, salât ve selâmı kapsamalı. Birinci hutbe, bir âyetin okunması ile insanlara öğüt vermeyi, ikinci hutbe de müslümanlara duayı kapsamalıdır. Ayrıca imamın sesi, ikinci hutbede olan birinci hutbedekinden daha hafif olmalıdır. İşte bunlar hutbenin sünnetlerindendir. Her iki hutbeyi uzatmamak da sünnettir. Hatta hutbeyi "Hücurat" sûresi ile "Büruc" sûresine kadar olan sûrelerin herhangi birinden uzunca okumak, özellikle kış mevsiminde, mekruhtur. Cemaatı bıktırmak uygun değildir. Cemaatın acele görülecek işleri olabilir. Onları camide fazla tutmak, cuma namazlarına devamlarına engel olacağından yersiz bir iş olur. Hatib olan şahıs bunları düşünmelidir. Sözlerinin sonu, önceki sözleri unutturacak ve kıymetten düşürecek şekilde hutbesi uzun olmamalıdır. Hutbenin kısa ve cemaata faydalı bir tarzda hazırlanması, hatibin ehliyet ve faziletine delildir. Bu konudaki bir hadis-i şerifin anlamı şöyledir: "Namazının uzun, hutbesinin kısa olması bir kimsenin anlayışlı bir din alimi olduğunun alâmetidir. Artık namazı (cemaata ağır gelmeyecek şekilde) uzatınız, hutbeyi de kısa okuyunuz. Gerçekten bazı sözler, sihir gibi kalbleri etkiler" İşte böylece hutbeler, belâgat ve mana bakımından ruhları kazanacak bir halde bulunmalıdır. Ashabı kiramdan (Câbir bin Semüre´den) rivayet edildiğine göre Peygamber efendimizin namazı da, hutbesi de orta bir halde idi. Çok kısa ve çok uzun olmaktan beri idi. Hatib, ezan okunup tamamlanıncaya kadar minberde oturur. Sonra ayağa kalkar. Sonra gizlice "Eûzü" çekerek aşikâre hamd ve sena´da bulunur. Hutbesini cemaata karşı söyler. Savaşla alınmış bir beldede hatib sol elinde tutacağı bir kılıca dayanarak hutbesini okur. Bu durum islâmın gücünü, islâm mücahidlerinin dayandıkları kuvveti hatırlatır. Milletin kahramanlığını artırır. Hutbe bitince ikamet yapılır. Bunlar da hutbenin sünnetlerindendir. Hatibin hutbe sünnetlerini gözetmemesi veya dünyalık konuşmalarda bulunması mekruhtur. 6) Cuma namazının bir beldede veya belde hükmünde bulunan bir yerde kılınmasıdır. Beldeden maksad, valisi, hakimi, yolları ve mahalleleri bulunan herhangi bir şehirdir. Bu beldeye bitişik olup asker toplamak, at bağlamak, silâh atmak, cenaze namazı kılmak, ölüleri gömmek gibi beldenin ihtiyaçları için hazırlanmış olan yerler de, belde hükmündedir. Bu yerlere "Fina-i belde" denilir. Onun için bir belde camilerinde cuma namazı kılınabileceği gibi, böyle yerlerde de kılınabilir. Önceleri şehirlerin dışında böyle namaz kılma yerleri (Musallâ) vardı. Halk cuma ve bayram günlerinde orada toplanarak namazlarını kılarlardı. Böylece beraberliklerini, güçlerini ve hakka olan bağlılıklarını göstermeye çalışırlardı. Öyle ki, İmam Azam´a göre, bir beldede yalnız bir camide veya bir Musallâ´da cuma namazı kılınır birkaç camide kılınmaz. Fakat İmam Muhammed ve İmam Azam´dan diğer bir rivayete göre cuma namazı, bir beldede bulunan birçok camilerde kılınabilir. Doğru olanda budur. Uygulama da böyle yapılmaktadır. İmam Ebû Yusuf´dan bir rivayete göre, şehirde ancak iki yerde cuma namazı kılınabilir. Diğer bir rivayete göre de, aralarında bir ırmak bulunmadıkça iki yerde de cuma namazı kılınmaz. Cuma namazının birçok camide kılınmasını caiz görmeyenlere göre, bir beldede kılınan birçok cuma namazlarından hangisine daha önce tekbir alınarak başlanmışsa o namaz sahih olur, diğerleri olmaz. İşte böyle bir ihtilâftan kurtulabilmek içindir ki, cumanın dört rekat son sünnetinden sonra "Zuhr-u âhir" adı ile dört rekat namaz daha kılınmaktadır. Şöyle ki: "Vaktine yetişip henüz üzerimden düşmeyen son öğle namazına" diye niyet edilir ve tam öğle namazının dört rekat farzı veya dört rekat sünneti gibi dört rekat namaz kılınır. Daha iyisi sünnet namazı şeklinde kılmaktır. Çünkü cuma namazı sahih olmamışsa, bu dört rekat ile o günün öğle namazı kılınmış olur: Bu namazın son iki rekatına ilâve edilen sure veya âyetler, farzın sıhhatına zarar vermez. Eğer cuma namazı sahih olmuşsa, bu dört rekat kazaya kalmış bir öğle namazı yerine geçer. Kazaya kalmış böyle bir namaz bulunmayınca da nafile bir namaz olur. Sonuç Bu şekilde namaz kılınması ihtiyata uygun olduğundan, alimlerin çoğu tarafından güzel görülmüştür. Şafiî alimlerinden bir çokları da bunu uygun görmektedirler. Çünkü İmam Şafiî´ye göre de, bir beldede ilk kılınmaya başlanan cuma namazı geçerlidir, diğer cuma namazları sahih olmaz. O halde cuma namazına daha sonra başlamış olanların öğle namazını kılmaları gerekir. Bununla beraber bu uygulama bir içtihad meselesi olduğundan İmam Şafiî Hazretleri, Bağdad´da birçok camide cuma namazının kılındığını gördüğü halde buna itiraz etmemiştir. Cuma Namazı ile İlgili Bazı Meseleler Birçok köylerde cuma namazı kılınmasına öteden beri izin verilmiş olduğundan, beldelerde olduğu gibi, köylerde de cuma namazı kılınagelmiştir. Mescidlere ait hükümler bölümüne bakılsın!.. Bir köylü, cuma günü bir şehire gidip cuma vaktine kadar orada durmak niyetinde bulunsa, kendisine cuma namazı farz olur. Fakat cuma vaktinden önce şehirden çıkmaya niyet ederse, ona cuma farz olmaz. Sahih kabul edilen bir görüşe göre, cuma vaktinin girmesinden sonra şehirden çıkmaya niyet ederse, yine cuma farz olmaz. Cuma günü zeval vaktinden sonra, cuma namazını kılmadan sefere (yolculuğa) çıkmak mekruhtur. Zeval vaktinden önce çıkmak ise mekruh değildir. Özürlü ve tutuklu olanların cuma günü şehirde öğle namazını cuma namazından önce kılmaları mekruh olduğu gibi, cuma kılındıktan sonra da cemaatla kılmaları mekruhtur. Bunların öğle namazlarını cuma namazı kılındıktan sonra kılmaları müstehabdır; çünkü o vakte kadar özürlerinin kalkabileceği umulur. Bir kimse, cuma günü özrü bulunmadığı halde cuma namazını kılmadan öğle namazını kılacak olsa, bu namazı sahih olursa da, cuma namazını terk ettiğinden günaha girmiş olur. Fakat böyle bir kimse, daha sonra cuma namazını kılmak için daha cuma namazı kılınmadan camiye yönelse, kıldığı öğle namazı nafile yerine geçer. Cuma namazına ister yetişsin, ister yetişmesin ve ister niyetinden vazgeçsin, ister geçmesin. Bu itibarla cuma namazına yetişemezse, o öğle namazını yeniden kılması gerekir. İki İmama göre, gidip cuma namazına başlamadıkça, kılmış olduğu öğle namazı batıl olmaz. Cuma için tekbir almak, yıkanmak, misvak kullanmak, güzel ve temiz elbiseler giyinmek, hoş koku sürünmek müstahabdır. Minarede ezan okununca da başka işlerle uğraşmayıp hemen camiye gidilmesi vacibdir. Cuma günü camiye erkence gitmek, iki rekat "Tahhiyyetü´l-Mescid" namazı kılmak, Kehf sûresini okumak veya dinlemek mendubdur. Camiye giden kimse, eğer hutheye başlanmamışsa, başkalarını rahatsız etmemek şartı ile hatibe yakın yere kadar gidebilir; değilse bulabildiği yerde oturur. Fakat yer bulamaz ve ilerdeki saflarda boşluk bulunursa, zaruret gereği bu boş yerlerden birine gidebilir. Hatib minbere çıkınca, cemaatın dinleyip susması, selâmlaşmaması, nafile namaz kılmaması gereklidir. Öyle ki, hutbede Peygamber Efendimizin mübarek isimleri anılınca, cemaatın "Salat ve Selâm"da bulunmaları ve dinlemekle yetinmeleri daha faziletlidir. İmam Ebû Yusuf´dan bir rivayete göre, bu durumda gizlice Salat ve Selâm getirilir. Cumanın başlanılmış ilk sünneti, hatibin minbere çıkması halinde, namazın vaciblerine riayet edilerek, hemen tamamlanmalıdır. Cuma namazını, hutbe okuyan şahsın kıldırması daha faziletlidir. Cuma namazı henüz bitmeden imama uyan kimse, bu namazı tamamlar. İmam-ı teşehhüdde veya sehiv secdesinde bulsa da hüküm aynıdır. İmam Muhammed´e göre, ikinci rekatın rükuundan sonra gelip imama uyan kimse, cuma namazını değil, öğle namazını tamamlar.Rabbim mübarek cuma günümüzü hakkımızdfa hayırlara vesile kılar inşallah selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Cum Haz 21, 2013 7:58 am
 
Foruma git
Konuya git

Dil susar....

İnsan, yerine ve zamanına göre konuşmasını ve susmasını bilmeli, konuşmasında da susmasında da aşırılıklardan kaçınmalıdır.
Ecdadımız, “Çok söz yalansız, çok para da haramsız olmaz.” demiştir. Ayrıca, “Bilirsen güzel kelâm söyle ibret alsınlar, bilmezsen sükût eyle adam sansınlar.” ve “Allah, insanoğluna bir ağız, iki kulak vermiştir. Bunun manası: ‘Bir konuş iki dinle’ demektir.” gibi sözlerle bizlere yol göstermişlerdir.
Konuşmak, insanın başkalarına meramını anlatabilme özelliğidir. Cenab-ı Hak bu müstesna özelliği eşref-i mahlukat olan insanoğluna bahşetmiştir. Ademoğlunu diğer yaratılmışlardan ayıran ve ona ayrı bir değer kazandıran konuşma yeteneği, çok üstün bir meziyettir. Onun için her insan konuşma usul ve üslubunu yerli yerince kullanmalıdır.
Konuşma, insanın kişiliğini, seviyesini ve seciyesini (kişiliğini, karakterini) sergiler. Zaruret miktarı kadar konuşmalı, şayet konuşmayı gerektiren bir durum yoksa sükût etmeli, susmalıdır. Dile hakim olmak dil sahibini yüceltir. Dili gelişi güzel ve uluorta kullanmak ise sahibini toplum içinde şahsiyetsiz ve seviyesiz kılar.
Susarak sessiz kalmak, sükûtu tercih etmek dil için en güzel ve en uygun terbiye metodudur. Fahr-i Alem s.a.v.’in Ebu Zer r.a.’a yapmış olduğu bir nasihatinde şöyle buyurmuşlardır: “Sen çoğu zaman susmayı tercih et. Bu sana, dininde yardımcı olup şeytanı kovar.”
Başka bir mübarek sözlerinde de buyuruyorlar ki: “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen hususları terk etmesi, olgun imanın gereğidir.”
Boş lakırdı ve gereksiz sözlerden daima uzak kalınmalıdır. Diline böylesine sahip olan kimseler Cenab-ı Hak katında yüksek makam ve mevki sahibi olurlar. Mana Erleri, “Dilim, senden çektiğim zulüm!” demişlerdir.
Manasız sözler, yersiz konuşmalar, dünya veya ahiret için hiçbir yararı olmayan ifadeler ile yalan ve iftiraya yönelik lakırdılar, müberra dinimizde kesinlikle yasaklanmıştır. Bütünüyle bu gerçekleri göz önünde bulundurması gereken her müslüman konuşmalarında, hal ve hareketlerinde doğruluğu ve ciddiyeti esas almalıdır. “Lakırdısı çok olanın hatası da o nispette çok olur!” demişlerdir.
Hz. Malik r.a., Yahya b. Saad r.a.’dan şunu rivayet eder:
Hz. İsa a.s. yolda duran bir domuza: “Allah rahatlık versin!” dedi. Yanındakiler şaşırdı ve: “Sen bunu bir domuza mı söylüyorsun?” dediler. İsa a.s. şöyle cevap verdi: “Ben dilimi kötü söylememeye alıştırıyorum!”
Nerede olursak olalım, şartlar neyi gerektirirse gerektirsin, dilimizi kötü, çirkin ve kaba sözlere alıştırmaktan uzak kalmaya özen göstermeliyiz. Dili yüzünden başına gelen türlü felaket karşısında, “Dilim, seni dilim dilim dilmeli!” diyen büyüklerimizin feryatları asla kulak ardı edilmemelidir.
Ankebut Suresi’nin 46. ayet-i celilesinde Rabbimiz şöyle buyurur: “İçlerinden zulüm edenler müstesna olmak üzere, ehli kitap ile en güzel (şekilden) başka bir suretle mücadele etmeyiniz.”
Müslüman kişi, kitap ehli olan yahudi ve hıristiyanlarla bile mücadelesini en güzel bir şekilde sürdürmeli, dilini kötü sözlerden korumada gerekli hassasiyeti göstermelidir.
Yine Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
“O çok esirgeyen Allah’ın has kulları ki, onlar yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Kendini bilmez kimseler onlara laf attığında ‘Selametle!’ deyip geçerler.” (Furkan, 63)“Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size... Size selam olsun! Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz.’ derler.” (Kasas, 55)
Bazı insanların işi gücü boş konuşma, yani gevezeliktir. Çeneleri kuvvetli olan bu insanlar herkesle münakaşaya ve münazaraya girerler. Boşboğazlık sanatı olan kimseler, yerini, zamanını ve mekanını dahi hesap etmeden hep konuşurlar, daima konuşurlar. Oysa bu konuşmalarının çoğu boş şeylerdir, hiç kimseye en ufak yarar sağlamaz. Ancak kişinin günah hanesinin kabarmasına, vebalinin büyümesine sebep olur. Fahr-i Cihan s.a.v. bir hadis-i şeriflerinde buyurur ki: “Hidayet üzere olan bir topluluk, tartışmaya girmeden dalâlete (batıla yönelmeye) düşmez.” (İbn Mace)
Bir başka hadis-i şerifinde ise Efendimiz s.a.v. şöyle buyurur:
“Allah, ineklerin ot yerken ağızlarını geveledikleri gibi insanlara karşı ağızlarını geveleyen insanları sevmez. Allah, onların ağız ve yüzlerini cehennemde evirip çevirecektir.”
Başkalarını güldürmek için acayip kılıklara girmek, insanları taklit etmek hem dinî kurallara, hem de adab-ı muaşeret ve görgü kurallarına ters düşer. Onun için her müslüman böylesine yasaklanmış çirkin fiillerden son derece sakınmalı, dilini ve diğer göz kulak gibi organlarını yerli yerinde kullanmasını bilmelidir. İnanan insanlardan beklenen budur.
Fuzuli konuşmalar ve gereksiz tartışmalar insanı günah yükü haline getirir. Onun için her insan Şeyh Sadi Şirazî’nin dediği gibi: “Konuşulacak yerde susmayı; susulacak yerde de konuşmayı” iyi ayarlamak lazımdır.
Diline gereği gibi sahip olmasını bilen insanların dünya ve ahiret hayatı mamur olur. İnsanların birçoğu günümüzde tartışma hastalığına yakalanmıştır. Halbuki hiçbir dinî mesele tartışmayla çözülmez. Bunun için inceleme ve araştırma esas olmalıdır.
Ashab-ı Kiram’dan rivayet edilen bir hadis-i şerif şöyledir:
“Biz bir dinî konuyu tartışırken Rasulullah s.a.v. çıkageldi. O güne kadar görülmediği tarzda öfkelendi ve bizi azarlayarak şöyle dedi:
Ey Ümmet-i Muhammed, yavaş olun ve kendinize gelin! Sizden önceki ümmetleri bu gibi boş tartışmalar yok etmiştir. Tartışmayı terk edin! Çünkü tartışmanın zararları açık ve kesindir. Tartışmayın, çünkü size kötülük olarak tartışmacı olmak yeter. Tartışmayın, çünkü tartışan kişiye kıyamet gününde şefaat etmem. Tartışmayın, ben tartışmayanlara, biri köşede biri ortada ve biri de en yüksekte olmak üzere cennette üç köşk vermeyi taahhüt ediyorum. Bunların en yükseği haklı olduğu halde tartışmayı terk eden içindir. Tartışmayın, çünkü putlara tapmaktan sonra Allah’ın beni nehyettiği ilk şey tartışmadır.” (Taberanî)
Hümeze Suresi’nin ilk dört ayetinde de şöyle buyrulur:
“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline! O ki; birçok mal toplamış ve onu sayıp durmaktadır. Sanıyor ki malı kendisini (dünyada) ebedileştirecektir. Hayır! (Malı onu kurtaramaz) muhakkak ki o ateşe atılacaktır.”
Diline sahip olan kendini selamette bulur. Yalnız insanlara verilmiş olan konuşma, bir tanışma, bir anlaşma aracıdır. Bu çok önemli özelliği gayesi dışında kullanmak sahibini hem geçici olan dünyada, hem de ebedi olan ahiret hayatında zelil ve rezil eder. Böyle bir akıbete düşmemek için dil denilen o küçük et parçasına ve ağzımızdan çıkan her söze, her kelimeye, her cümleye dikkat etmemiz ve kontrol altında bulundurmamız lazımdır.
Ecdadımız ne güzel söylemiştir: “Sükût-u lisan, selamet-i insan!”
Rabbimizin tevfik ve inayeti ile...Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Cmt Haz 22, 2013 7:55 am
 
Foruma git
Konuya git

Ah Min'el Ask

Ah... Tek hece... Bütün Lisanlarda aynı olan mana... Bir elif ardından bir he... Allah adının ilk ve son harfi... Elif ve heile yanmış aşk...Zora tahammülü güzel bulanlara değil; güzele tahammülü zor bulanlara yazgılıdır âh...Güneşi izleyen bulut, gizleyebilir mi hiç varlığını güneşin; acıyı saklayan tebessüm, ya saklayabilir mi hiç vücudunu acının? Dokunulunca en ince teline içindeki sızının, bülbül durabilir mi şeydalanmadan ta mahşer olunca?...Her nereye bakarsa gördüğü âhtır aşkın; âh elinden niyaz için mescide girse dahi...Minaresi elif, kubbesi hedir çünkü camilerin...Ve hala elifin bağrı şerha şerha kan ve hala iki gözü iki çeşme henin...
Erbab-ı aşka pîşe heman her gün âhimiş
 
                                                  Her bir nefes ki âh ile geçmez, günah imiş...
                                                 

Ve sözün düğümü;
 
Âhmine-l aşk!... 
                                                İskender PALA  

      

Ey aşık! Hani özlem çekiyorsun ya sevgiliye..Bilki sevgilidendir özlemin özü..Odur asıl sana özlem duyan..Çünkü o tutuşturmayınca alevi,kimsede olmaz ateş..Ve aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer..
 
”Aşkın hikâyesini, durmaksızın feryâd eden bülbüle değil;Sessiz sedasız can veren pervanelere sor…!
 
”Seni tanımadan önce Aşk masalları okurdum.Şimdi senin aşkınla,ben kendim masal oldum”
 
Haydi yeniden gel sevgili !... Sabır tesbihini tekrardan alalım elimize... Sen"ben" çek... ben de "sen"... Erelim yenidensenli-benli günlere,Sonsuza dek...
                                            
Turku
Cmt Haz 22, 2013 2:12 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Ah Min'el Ask

Eskiler "Ah mine'l-Aşk" yani "Ah aşkın elinden!" demişler         Galiba biz de"Ah Bine'l-Aşk" yani"Ah aşka ulaşmak!"demeliyiz..!         Biz Acıyı Aşk'a Yama Yaptık ..! Şey Gibi; Biraz Günlük, Biraz Şiir,
 
         Biraz Deneme..gibiyiz.../ Ama Elhamdülillah Yine Kokusunda Gül          Saklı Her Sözün Hizmetçisiyiz ve asr-ı saadet aşığıyız...
Turku
Cmt Haz 22, 2013 2:31 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Ah Min'el Ask



Bir gece sohbet ederlerken kapı vurulmuş, dışarıdan kalabalık bir güruh; ”Şeeeems dışarı çıııııkkk!” diye bağırmıştı. Mevlana yaklaşan acı kaderi sezmişçesine:”Çıkma” diye yalvardı. Zat boyutundan, Hikmetten öte Kudretten bakan Şems gülümsedi:”Telaşlanma, verdiğimiz sözü tutma vakti gelmiştir” diyerek kapıya yöneldi. Mevlana: "Ne sözü, nereye, niyeee?" diye yapıştı ellerine… Şems, yıllardır sakladığı sırrı söyledi: "Şam’da Rabbime yalvarmış, aşkımı seyredeceğim bir ayna istemiştim. Rabbim seni verdi, sende seyrettim…" İyi işte, seyre devam edelim, dedi Mevlana. Şems; ”Rabbim de bana demişti ki, o aynayı verirsem ne bağışlarsın? Tereddütsüz şöyle demiştim; Başımı veririm!...”Şems dışarı çıktı. Sadece bir “Allaaaah” nidası duyuldu. Ay ışığında yerde üç beş damla kan seçiliyor, ama ne baş, ne ceset, ne de katiller gözükmüyordu!… Aşkları sır olmuştu. Mevlana’yı sahiplenenler, Onu paylaşmak istemeyenler şehit etmişti Şems’i. Aşkın doğasıydı en yakın çevrenin tahammülsüzlüğü!… Aşkın doğasıydı Firkat!..Mehmed Doğramacı
Accemim yüreğine sağlık.
Tutku
Cmt Haz 22, 2013 11:57 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Ah Min'el Ask


emeğine kalemine sağlık türkü kardeşim          <3 MeLTeM <3

huzun_gecesi
Cmt Haz 22, 2013 11:58 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Dil susar....

Mutlu emeğine yüreğine sağlık çok teşekkür ederim sağolasın eyvallah......

Hacegan__
Cmt Haz 22, 2013 1:39 pm
 
Foruma git
Konuya git

ŞİDDETLE TAVSİYE EDİYORUM MUTLAKA OKUYUN !!


 

Annemin sadece bir gözü vardı. Öteki gözü çukurdu, yani yeri boştu.Ondan nefret ediyordum. Çünkü bu durum beni arkadaşlarımın arasında utandırıyordu.Babam, ben daha küçükken bir kazada öldüğünden, ailemizi geçindirmek de anneme kalmıştı. Bunun için okulda aşçılık yapıyordu.İlk okulda iken bir gün annem bana "merhaba" demeye gelmişti. Sanki, yerin dibine geçmiştim. Bunu bana nasıl yapabilirdi.?Onu görmezden geldim, ona nefretle bakarak oradan kaçtım...Ertesi gün sınıfta bir arkadaşım bana, "..Senin annenin sadece bir gözü var. Diğeri ne biçim.!" Dedi. Diğerleri de gülüşüyorlardı.O anda yerin dibine girmek ve de annemin ortadan kaybolmasını istedim.Bu yüzden, o gün onunla karşılaşınca dedim ki:-"Beni gülünç duruma düşüreceğine, ölsen daha iyi!.."Annem karşılık vermedi. Sadece, tek gözüyle bana biraz baktı ve uzaklaştı gitti...Dediklerim hakkında bir saniye bile düşünmemiştim, çünkü çok kızmıştım. Onun duyguları beni hiç ilgilendirmiyordu. Onu evde istemiyordum ama ev onun üzerineydi...Çok çalıştım, kendime yeter oldum, sonunda Singapur'a okumaya gittim.Bir süre sonra da evlendim. Birikimime borç ekleyerek kendime bir ev aldım.Daha sonra çocuklarım oldu ve hayatımdan memnundum. Annemi unutmuştum...Bir gün annem bizi ziyarete gelmişti. Öyle ya, kaç yıldır beni görmemişti.Kapıya gelince, çocuklarım tek gözlü birini görünce birden korktular, sonrada güldüler."Babaanneniz" diyemedim. İçeri girince ilk fırsatta ona:-"Evime gelip çocuklarımı nasıl korkutabilirsin.? Buradan hemen git.!" Dedim.Bu çıkışıma annem kısık bir sesle:-"Kusura bakmayın, ben yanlış adrese geldim galiba.!" Dedi ve çıktı-gitti...Aradan yine uzun bir zaman geçmişti.

 

Bir gün "mezunlar toplantısı" için okulumdan bir mektup aldım.Karıma; "..iş seyahatine gidiyorum" diye bahane uydurdum.Mezunlar toplantısından sonra, birden aklıma düştü.'Sadece meraktan' eski evime gittim.Eski komşularımıza sorduğumda, "annemin öldüğünü" söylediler.Önce biraz sevinç duyar gibi oldum ama içimde bir burukluk ve sızı hissettim.Ben şaşkınca beklerken, "bana verilsin diye annemin bir mektup bıraktığını" söylediler.Açtım ve okumaya başladım:-En sevgili oğlum... Her zaman seni düşündüm.Singapur'a gelip çocuklarını korkuttuğum için üzüldüm...Mezunlar gününde geleceksin diye çok sevindim ve bekledim.Ama; "seni görmek için yataktan kalkabilir miyim" diye çok düşündüm...Seni büyütürken, 'tek gözümle' sürekli bir utanç kaynağı olduğum için de üzgünüm... biliyormusun biricik oğlum. .?Sen küçücükken, babanla birlikte bir kaza geçirmiştin. Baban öldü fakat sen, bir gözünü kaybetmiştin. Bir anne olarak, senin tek bir gözle büyümene dayanamazdım...Bu yüzden, babandan kalan tarlayı satarak, ameliyat masraflarına yatırdım.İşte ,şimdi o yeri boş olan gözüm var ya , onu sana vermiştim. Nakil çok başarılı geçmişti, hiç fark edilmiyordu. "O gözle, biricik oğlum görüyor ya..." diye çok mutlu oluyordum . ana yüreği ya oğul, sana 'sen benim gözümle görüyorsun 'diyemedim ..Başarılarından dolayı seninle o kadar gurur duyuyordum ki, bu bana yetiyordu.Her şeye rağmen, sen benim oğlumsun...Bütün sevgilerimle... Annen.| Sadece 1 Anneniz Var.Annenizi Üzmeyin.
KoRaTeS__
Cmt Haz 22, 2013 4:48 pm
 
Foruma git
Konuya git

Hepsi Ödenmiştir..


Küçük oğlu annesine geldi ve ona kağıdı uzattı. Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı; Çimleri biçtiğim için 5 ytlOdamı temizlediğim için 1 ytlAlışverişe gittiğim için 50 ykrKüçük kardeşime baktığım için 25 ykrÇöpü attığım için 1 ytlİyi bir karne getirdiğim için 5 ytlBahçeyi temizlediğim için 2 ytlToplam borç 14 ytl, 75 ykrAnne, umutla kendisine bakan oğulun elinden kağıdı aldıve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı; Seni 9 ay karnımda taşıdım BEDAVAHasta olduğunda başında bekledim, elimden geleni yaptım, senin için dua ettim BEDAVAYıllar boyu değişik nedenlerle senin için gözyaşı döktüm BEDAVASenin için geceler kaygı duyup, uykusuz kaldım BEDAVAOyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladımgiysilerini yıkadım, ütüledim BEDAVA YAVRUMve bunların hepsini topladığın zamangerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün, bedavadır çünkü... Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu. Annesine baktı, "Anneciğim seni seviyorum" dedive kalemi alarak bu kağıda"HEPSİ ÖDENMİŞTİR" yazdı
KoRaTeS__
Cmt Haz 22, 2013 4:50 pm
 
Foruma git
Konuya git

Berat kandili ve önemi....

Berat kelimesi; borçtan kurtulma, temize çıkıp aklanma, ceza veya sorumluluktan kurtulma gibi mânâlara gelir. Berat kandili, Allah”ın ekstra rahmet, lütuf ve mağfiretiyle tecelli ederek, kullarına bağışlanma, kapılarını ardına kadar araladığı; müminlerin dualarına icabet ettiği, günahlarını affettiği, yapılan ibadetleri normal zamanlardan kat kat fazla mükâfatlandırdığı bir zaman dilimidir.
Bu mübarek gecenin en meşhur adı “leyle-i beraa” (berat gecesi) olmakla birlikte “leyle-i mübareke”, “leyle-i rahmet”, “leyle-i sakk” gibi başka isimleri de vardır.
Bu isimlerde rahmet ve mübarek bir gece isimlerinin manası açıktır. “Berat” ve “sakk” gecesi denmesi ise şundandır: Vergi tamamen ödendiğinde ödeyenlere borçlarının olmadığına dair bir sak (belge, sened) yazıldığı gibi Allah Teâlâ da bu gece mümin kullarının günahlarını affederek bağışlandıklarına dair berat yazmaktadır. İşte bundan dolayı böyle bir isim verilmiştir.
Berat Kandili (Beraat Kandili) İslam dininde kutsal kabul edilen gecelerden biridir. Şaban ayının ondördüncü gününü onbeşinci gününe bağlayan gecesi Berat gecesidir.
Aslı “Berâettir.” Beraat sözlükte, “bir zorluktan kurtarmak ve berî olmak” demektir. Bu geceye, bereketli ve feyizli bir gece olması sebebiyle mübarek gece; günahların affı ve kulların temize çıkarılması sebebiyle Beraat gecesi ve kulların ihsana kavuşmaları nedeniyle de Rahmet gecesi gibi adlar da verilmiştir.
Müslümanlar bu geceyi ibadet ve taatle geçirmenin pek çok sevabı ve feyzi olduğuna inanır. Bu konuda Resul-u Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın. Ve o gecenin gündüzünde (kandilden sonraki gün) oruç tutunuz. Çünkü o gece güneş batınca Allah Teâlâ o andan fecir oluncaya kadar: ‘Benden mağfiret dileyen yok mu, onu mağfiret edeyim. Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım. (Bir belâ ile) müptelâ olan yok mu, ona kurtuluş vereyim’ buyurur.” (İbn Mâce)
Berat gecesi, Kur’an-ı Kerim’in Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygambere ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da Tenzil denir.
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de’Apaçık Kitaba yemin olsun ki, Biz Kur’an-ı mübarek bir gecede indirdik. Biz, gerçekten uyarıcıyız. O mübarek gecede, her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir…’(Duhan, 44/1-4)
Ayette geçen, ‘mübarek gece’den maksat; Berat Gecesidir. Kur’ânın bu gecede, Yedinci semadan dünya semasına indirildi. Kadir gecesinde ise ilk kez Peygamber Efendimize indirilmeye başlandı.
Allahü teâlâ, ezelde, hiçbir şey yaratmadan önce, herşeyi takdîr etti, diledi. Bunlardan, bir yıl içinde olacak her şeyi, bu gece meleklere bildirir.
Kur’ân-ı kerîm, levhilmahfûza bu gece indi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bu gece çok ibâdet, çok duâ ederdi.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Şa’bân-ı şerîfin onbeşinci gecesi olunca, o geceyi ihyâ ediniz ve gününde oruç tutunuz! Muhakkak ki, Allahü teâlâ, “Magfiret olunmak isteyen yok mudur, magfiret edeyim. Rızık isteyen yok mudur, rızık vereyim. Kim ne isterse vereyim!” buyurur. Bu hâl sabaha kadar devam eder.)
(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan duâ, tevbe, red olunmaz. Fıtr Bayramının ve Kurban Bayramının birinci geceleri, Şa’bânın onbeşinci (Berât) gecesi ve arefe gecesi.)
(Berât gecesini ganîmet, fırsat biliniz. Şa’bânın onbeşinci gecesidir. Kadir gecesi çok büyük ise de hangi gece olduğu belli değildir. Bu gece (Berât gecesinde) çok ibâdet ediniz. Yoksa kıyâmet gününde pişmân olursunuz.)
(Şa’bânın onbeşinci gecesinde Allahü teâlânın kulları üzerine rahmeti zuhûr edip, mü’minleri magfiret eder, bağışlar. Kâfirlere ise mühlet verir. Kin ve hased sahibi olanları bu sıfatları terk edinceye kadar kendi hâllerinde bırakır.)
(Şa’bân ayının onbeşinci gecesi, rahmet-i ilâhi dünyayı kaplar, herkes affolur. Ancak haksız yere müslümanlara düşmanlık besleyen ve Allahü teâlâya ortak koşan magfiret olunmaz.)
Âişe vâlidemiz, Peygamber efendimizin Berât gecesinde, sabaha kadar ibâdet ettiğini görünce sordu:
- Yâ Resûlallah, Allahü teâlânın en sevgili kulusun! Buna rağmen niçin bu kadar kendini yoruyorsun?
Peygamber efendimiz şöyle cevap verdi:
- Ey Âişe, ben şükredici kul olmıyayım mı? Ey Âişe, sen bu gecede, ne olduğunu bilir misin?
Âişe vâlidemiz tekrar sordu:
- Bu gecenin diğer gecelerden üstünlüğü nedir yâ Resûlallah?
Peygamber efendimiz şöyle cevap verdi:
- Bu sene içinde doğacak her çocuk, bu gece deftere geçirilir. Bu sene içinde öleceklerin isimleri bu gece özel deftere yazılır. Bu gece herkesin rızkı tertip edilir. Bu gece herkesin ameli ve işleri Allahü teâlâya arz olunur.
Bir kimse, evinden ayrılıp yolculuğa çıkar. Hâlbuki, onun adı yaşıyanlar defterinden, ölüler defterine geçirilmiştir.
Gâfil olmamalı, bu geceyi mutlaka ihyâ etmelidir. Kazâ namazı kılmalı, Kur’ân-ı kerîm okumalı, duâ, tevbe etmeli, sadaka vermeli, müslümanları sevindirmelidir. Bunların sevâbını ölülere de göndermelidir.
Bu gecelere saygı göstermek, günâh işlememekle olur.
Bu gece, Allahü teâlânın ihsân ettiği bütün ni’metlere şükretmeli, yapılan hatâlar, günâhlar için de tevbe istigfâr etmeli, Cehennem ateşinden kurtulmayı istemelidir.
“Yâ Rabbî, bize dünya ve âhıret saâdeti ihsân eyle, bize hidâyet verdikten sonra, kalblerimizi kaydırma” diye duâ etmelidir.
Diğer bir Ayeti Kerimede ise Berat Gecesi”ni idrak eden herkes, Yüce Allah”ın Kur”an-ı Kerim”deki; “De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah”ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. ŞüphesizAllah bütün günahları affeder. Çünkü O,çok bağışlayan, çok merhamet edendir” müjdesinin farkına vararak kendi özüne dönmeli, ümitlerini canlandırmalı,bağışlama ve bağışlanma duygularını güçlendirmelidir.Bu vesile ile Mübarek Berat kandilinizi kutlar hakkımızda hayırlara vesile olmasını niyaz ederim rabbim bizleri berat elinde olan kullarından eylesin inşallah amin ecmain. Hacegan...
 
Hacegan__
Pzr Haz 23, 2013 6:54 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Berat kandili ve önemi....

BERAT KANDİLİ DUASI : Euzü billahi mine'ş-şeytani'r-racîm Bismillahi'r-rahmani'r-rahîKm Ey Bizleri varlığa erdiren, Var olmadaki sonsuz zevki gönüllbererimize duyuran, Güzeller Güzeli Rabbimiz! Sana sonsuz hamd ü senalar olsun. Kainatın İftihar Tablosu peygamber efendimize Sonsuz salât ü selam olsun. Gufranla ufkumuzda tüllenen şu mübarek berat ve gufran gecesinde bir kere daha dergâh-ı ilahînin önünde el açıp yalvarıyoru1. YA İLAHE'L-ALEMİN! Bize verdiğin isteme duygusu ve istenenleri vereceğin inancıyla rahmetinin vüs'ati genişliğindeki kapına dayanıyor, şu mübarek berat gecesinde bir kere daha hâlimizi arz etmek istiyoruz. Hâlimiz Sana ayan, söyleyeceklerimiz bildiklerinin bir kısmını beyan. Beklediğimiz asırlardan beri bizi kıvrım kıvrım kıvrandıran dertlerimize derman.. icabet buyur ey Rahîm ü Rahim2. EY ÇARESİZLER ÇARESİ! Senin dualara icabet etme mecburiyetin yoktur; ama bizim ona ihtiyacımız hissettiklerimizden de çoktur. Bütün dileklerimizi kabul buyur ve bunları kabulünü vicdanlarımıza duyur; aç ve yalnızlıkla tir tir titreyen kalblerimizi iman ve itminanla doyur. Ciddi bir yol almış sayılmasak da yıllar var hep yollardayız. Ufkumuz gam ve kederle tülleniyor. Önümüzdeki engebeler beşer takatini aşkın görünüyor. Ümmet-i Muhammed (aleyhissalatü ve't-teslîmât) perişan, derbeder ve ızdırap içinde.. müslümanlık gelenek ve göreneklerin darlığına mahkum.. ibadet ü tâat kültür televvünlü.. duygular, düşünceler fantezilere emanet.. mücadelelerin esası da çıkarlar, menfaatler, ırkî mülahazalara dayalı. Sen bizlere çıkar yol lutfeyle ya rabbi3. YA RAB!Önümüzdeki şu upuzun hayat yolculuğunda, bizi kendi idrak ve ihsaslarımızın darlığıyla başbaşa bırakma; akıllarımızı inhiraf ve sürçmelerden, nefislerimizi cismânîliğin baskılarından, gönüllerimizi de hevâ ve heveslerin öldürücü oklarından sıyanet eyle. Kapının kullarını; ilimde kibir u gururdan, ibadette riya ve gafletten ve duygularına renk attıran ülfetten koru. Senin yolunda yürüyor gibi görünüp Senden uzaklaşmak, kurbet atmosferinde içiçe firkat yaşamak, hep rızadan söz edip gazap arkasından koşmak ne acıdır! Sen bizi kazanç yolu sanılan bu tür haybet vadilerinde ömür tüketmekten muhafaza buyur ya Rabbi.4. EY GÜNAHLARI BAĞIŞLAYAN! Şu mübarek gece hürmetine Bizleri bağışla, öyle bir dünyada hayata gözlerimizi açtık ve öyle bir alemde yaşıyoruz ki, önümüzde tuzak, arkamızda tuzak; uğrayıp geçtiğimiz her yerde nefis, şeytan ve aynı takımdan binlerce ifrit ağını germiş av bekliyor; yol boyu yüzlerce fitne ocağı ve isi-dumanı gelip sinelerimize oturuyor. İnayetine ihtiyacımız açık, çaresizliğimiz her halimizden belli; bizleri yara-bere almadan hedefe ancak Sen ulaştırabilir ve bu güne kadar elli defa çatlamış, kırılmış ruh dünyamızı da ancak Sen tamir edebilirsin. İçimizi Sana döküyor, kusurlarımızı Sana açıyor ve bize yeniden insan olma yollarını göstermeni diliyoruz ya Rabbi5. EY KENDİSİNE YÜKSELEN ELLERİ BOŞ ÇEVİRMEYEN! Bir süre ayrı düştükten sonra dönüp Sana gelenleri kovmayacağını vadediyorsun. Sana yönelenlere hep “Gelin, gelin” diyorsun. Ey Rab! Böyle emekleye emekleye sürünmeyi de gelme kabul edeceksen, müsaade buyur “Biz de geldik” diyelim. Geldik ve Sana, yolların amansızlığını, nefis, şeytan ve hevânın imansızlığını, bizim de dermansızlığımızı şikayet ediyoruz. Bilhassa, her zaman hatalara açık duran, mâsiyetlere meyyal bulunan ve ululuğuna karşı hep saygısız davranan, serkeş nefsimizi Sana şikayet ediyoruz. Sen bizleri nefsin ve şeytanın şerrinden muhafaza buyur ya rabbi! Bizleri büyük-küçük hatalardan, günahlardan ve emirlerine karşı isyan kokan tavır ve davranışlardan arındır.. ya Rabbi lisanlarımızı yalandan, gıybetten, Senin sevmediğin, hoşnut olmadığın bütün kirli sözlerden temizle.. kalblerimizi gösterişten ve iki yüzlülükten muhafaza buyur ya Rabbi! Her hal ve tavrımızı rızan istikametinde eyle.. niyetlerimizi ihlaslı kıl ve bize lütfettiğin bütün şeylerde de bereket ihsan eyle ya Rabbi!6. EY TALİHSİZLERİN SIĞINAĞI, EY ÂCİZLERİN GÜÇ KAYNAĞI, EY DERTLİLERİN TABİBİ VE EY YOLDA KALMIŞLARIN YOL GÖSTERENİ! Şu anda duygularımız derbeder, davranışlarımız ahenksiz, ruhlarımız kirli, ayaklarımız titrek, ellerimiz mefluç, çoğumuz itibarıyla ümitlerimiz sarsık, havalar boz-bulanık, mağripler hicranla tül tül, maşrıklar lütfuna kalmış... İşte böyle bir dağınıklık içinde Sana geldik. Böyle gelenlerin ilki değiliz, sonuncusu da olmayacağız. Rahmetin, bu garip pişmanların ümit kapısı, bizler de bu kapının önündeki liyakatsiz dilenciler. Şimdiye kadar gelip Senin kapında ihtiyaç izhar edenlerden boş dönen hiç olmamış; hiçbir kaçkın ve pişman da o kapıdan kovulmamıştır. O kapı Senin kapın, onun başkalarından farkı da her gelene affındır. Bizi hilm ü silminle güçlendir. Zalimlere de varlığını duyur. 7. EY HER DUADA BULUNANA İCABET EDEN ULULUK TAHTININ SULTANIŞu mübarek berat gecesinde binler, yüz binler Senin karşında divan durarak ellerimizi Sana açıyor ve külliyet kesbetmiş niyaz edalı soluklarımızla, kullarına her zaman açık bulunan, hiç olmazsa aralık duran rahmet desenli kapının tokmağına inleyerek dokunuyor ve "Biz geldik" diyoruz. Herkesi ve her şeyi görüp gözettiğine, her sese ve herkese merhamet ettiğine gönülden inanarak kaçkınlığımızı muvakkat dahi olsa görmüyor, günahlarımızı af çağlayanların içinde tasavvur ediyor, karıştırdığımız haltlara değil, Senin afv u safhına bakıyor ve ümitlerimizi ona bağlıyoruz; Enîsimiz Sen isen, çevrenin vahşetinden bize ne! Her yanda şeytan ve avenesi içten içe homurdanıp duruyorlarmış, Sen bizimle olduktan sonra ne ifade eder ki! Sen her şeyin biricik hâkimisin ve hükmünü engelleyecek bir güç de yoktur. Sen saltanat dairen içinde en küçük şeyleri görür, en cılız sesleri işitir, hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi cevapsız bırakmazsın8. EY YÜCELER YÜCESİSen biliyorsun, biz de bunun farkındayız; ömrümüzün hasenât kefesi bomboş, pek çoğumuz itibarıyla bir ihlâs bezginliği içindeyiz. Çoğumuz gafil, bedbin, dünsüz-yarınsız sefil birer hâlzede gibi aktüalite ile iç içeyiz. Her hâlimizde âlâyiş, gösteriş, köpük köpük hevâ ve heves; sürekli zevk u sefâya, makama, mansıba, şöhrete, şana ve dünyevî hülyalara oynuyoruz. Yığınların rüya ve hülyalarıekonomive refah; taptıkları da dolar, dinar ve euro. Ruhlar meflûç, kalbler kötürüm, basîret âmâ, düşünceler kirli, davranışlar da tam buna göre... Gece ve gündüz gibi iki yüzlü yaşıyoruz, ak görünüyor kapkara davranıyoruz; idare ve siyaset deyip hem ışık türküleri söylüyor hem de karanlık ağıtları mırıldanıyoruz. Devirlere, dönemlere göre renkten renge giriyor, bukalemunları şaşırtacak mârifetler (!) sergiliyor ve aldatmayı beceri kabul ediyoruz. 9. EY RAB!Ellerimiz-ağızlarımız, gözlerimiz-kulaklarımız, dillerimiz-dudaklarımız yaratılış gayelerinden fersah fersah uzak ve âdeta nankörlüğe kilitli; eller memnû meyvelerde, ağızlar harama açık duruyor; gözler başkalarının kusur müfettişi.. yalan revaçta, hıyanet âdiyattan bir şey, hakkın ismi var sadece; adalet "sayyâd-ı bîinsaf"ların hazırladığı kapanların önüne saçılmış birkaç dane gibi bir şey; vefa Kafdağı'nın arkasında, ahde hürmet unutulup da bir köşede kalmış; buna karşılık haksızlık firavunları utandıracak dorukta. Makam sevgisi, şöhret hissi, rahat etme düşüncesi, tenperverlik duygusu boyunlarımızda âdeta çelikten bir kement; her biri birer gayya olan bu duygulardan bir türlü kurtulamıyor ve mahiyet-i nefsü'l-emriyemize göre kendimiz olamıyoruz. Dünya ve ukbâ kazancı adına ne ciddî bir hesap ne de tutarlı bir plâna sahibiz. Kazançlar kuşağında sürekli kaybediyoruz; kaybederken de muhtemel daha kötü durumlarla teselli olmaya çalışıyoruz. Zamanı suçlama, şartlara lânetler yağdırma da ayrı bir avunma yolu. Bütün bunlara rağmen ya Rab! , bizi bize bırakmaman en büyük dileğimiz. Kendimiz edip kendimiz bulsak da, rahmetin, istihkaklarımıza lütuf televvünlü haklar bahşedecek vüs'atte. Sen bizlere lütfunla muamelede bulun ya Rabbi! Dua edenlere cevap veren Sen, ızdırapları dindirip ihtiyaçları gideren Sen, devrilenleri kaldırıp doğrultan Sen, çatlayıp kırılanları sarıp-sarmalayıp tedavi eden de Sensin! Senden ayrı kalışımız ruhumuza renk attırdı; nefsânîlik ve gaflet, ibadetlerimizin mânâ ve özünü alıp götürdü; samimiyetsizlik dualarımızın kolunu-kanadını kırdı. Sinelerimiz bomboş, düşüncelerimiz tutarsız, kalbî ve ruhî hastalıklarımız bizi yere sermek üzere.. Var eden Sensin, yok eden de Sen; uzak tutan Sensin, yaklaştıran da Sen; Sen bizi biz etmeseydin biz bu duyduklarımızı duyamaz ve bize imanın neş'esini tattırmasaydın şu söylediklerimizi mırıldanamazdık. Verdiklerin vereceklerinin referansı; diliyor ve dileniyoruz, bize yakınlığını duyur ve benliğimizde Sana karşı yaklaşma heyecanları uyar.10. EY RAB! Elimizden tut, dostlarının yüzüne baktığın gibi bize de rahmetinle teveccühte bulun.. iç dünyamızı varlığının ziyasıyla nurlandır ve bizi Sensizliğin zulmetlerinden, zindanlarından halâs eyle; halâs eyle ve eşiğine baş koymuş kapının şu sadık kullarını yalnız bırakma. Senden kalblerimize ışık, iradelerimize güç, düşüncelerimize istikamet, niyetlerimize de hulûs istiyoruz. Bizleri iç dünyamızla yeniden inşa ederek ruhlarımıza ahsen-i takvîm sırrını duyur11. EY AFFI TECZİYESİNİN ÖNÜNDE RAHMET TAHTININ SULTANI! dualarımızı kabul buyur ya rabbi!.. amin amin amin velhamdü lillahi Rabbil alemine'l-fatiha.BERAT KANDİLİNİN BERATIMIZA VESİLE OLMASI DİLEĞİMLE İNANANLARİN KANDİLİ MÜBAREK OLSUN.. amin amin amin velhamdü lillahi Rabbil alemine'l-fatiha
Hacegan__
Pzr Haz 23, 2013 9:22 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Berat kandili ve önemi....


Emeğine yüreğine sağlık hacegan  kardeşim       <3 MeLTeM <3

huzun_gecesi
Pzr Haz 23, 2013 11:43 am
 
Foruma git
Konuya git

Mutluluk..

MUTLULUK BELKİ HUZUR... BELKİ BİR TABAK YEMEK BELKİ ÜÇ ŞEY ARASINDA UYUYAKALMAK BELKİ YOL ORTASINDA PERVASIZCA OTURMAK... BELKİ DOSTLARLA SOHBET... BELKİ SEVDİĞİN ŞEHİRDE YAŞAMAK BELKİ KAHKAHALAR ATARAK GÜLMEK BELKİ SEKRONİZE OLMAK

BELKİ BİR DOĞUMGÜNÜ KUTLAMAK
 
BELKİ GECE..





 
 



BELKİ SEVDİĞİNLE BAŞBAŞA OLMAK... BELKİ SENDEN ÇOK DAHA FARKLI BİR CANLIYLA BERABER OLMAK !

BELKİ SADECE GÜLÜMSEMEK BELKİ ÇİKOLATA BELKİ SÖZ VERMEK BELKİ SADECE NEFES ALMAK BELKİ SİYAH BEYAZ DA OLSA GÜLÜCÜKLERİ UNUTMAMAK BELKİ BİR KİTAP OKUMAK ! BELKİ EVLENMEK... BELKİ EVİNİN BİR KÖŞESİ BELKİ MEYVEDE HAYAT BULMAK
 
BELKİ TATLI KONUŞUP TATLI YEMEK) BELKİ ULAŞMAK BELKİ KALABALIK BİR AİLE BELKİ GÜZEL BİR KADIN... BELKİ İBADET.... BELKİ DE COŞKUDUR... AMA.... AŞKSIZ MUTLULUK YOKTUR.
 
Tutku
Cmt Haz 22, 2013 11:40 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Mutluluk..

Sahi mutluluk nedir?Dikende gül olmak mıdır? Gülde diken olabilmek midir? Bir yetimin okşanan başı olmak mıdır? O yetimin başını okşayan el olabilmek midir? Oksijen olup hayat vermek midir? O oksijeni soluyabilmek midir? 

 
Sahi mutluluk nedir? Hem sevip, hem sevilmek midir? Yoksa sevilmeden sevebilmek midir? Yârin gözlerinde aşkı görebilmek midir? Ya da sadece yâri görebilmek midir? Pervane olup vuslatı yaşamak mıdır? 

 
Sahi mutluluk nedir? Yağmur olup çatlamış topraklara düşmek midir? Çatlamış toprak olup, yağmura doymak mıdır? Bir sabah, yalnızlığını delip geçecek kapı zilinin çalması mıdır? Bir sabah yalnızlığını ve özlemlerini bitirecek bir kapının zilini çalmak mıdır? Ya da bir sabaha daha uyanabilmek midir? Güneş olup karanlıklara doğmak mıdır? Karanlık olup güneşin üzerine doğması mıdır? 

 
Sahi mutluluk nedir? İncinmeden yaşamak mıdır? İncitmeden yaşayabilmek midir? Ölçülemeyecek kadar çok paraya sahip olmak mıdır? Yoksa parayla ölçülemeyecek kadar değerli bir yüreğe sahip olmak mıdır? Gece olup yeryüzünün bütün kirlenmişliğini örtmek midir? Gündüz olup geriye kalan güzellikleri açık etmek midir? 

 
Sahi mutluluk nedir? Son anda ölmekten kurtulmak mıdır? Ölümden korkmayacak kadar hasreti yaşamak mıdır? Her şeyin yolunda gitmesi midir? Yoksa bin defa dibe vursan da, bin defa sıçrayıp çıkabilmek midir? Çaresizliğin darağacında, uzanan bir dost elinin ipi kesmesi midir? Sahi mutluluk nedir?
huzun_gecesi
Pzr Haz 23, 2013 12:07 pm
 
Foruma git
Konuya git

Önyargılarımız..

Günümüzün ve tüm zamanların en büyük sorunlarından olan önyargılar, cehaletin baş göstergesidir. Önyargılı olduğunu kabullenmemek ise, zaten cehalettir.
Soru şu ki; ‘’Önyargılarımız bizi tetiklerken ‘cehalet’ denen bu hastalıktan nasıl kurtulabiliriz?’’

Kişi, eğer kendine bu soruyu sorma erdemini gösterebiliyorsa, tedaviye cevap veriyor demektir. Yani birinci aşamayı atlatmıştır. Zira, bu büyük bir erdemdir. Kimi zaman önyargılar öyle noktaya getirir ki, kibirden önümüzü göremeyiz. Bir odada iki pencere olduğunu ve sadece bir tarafın güneş aldığını düşünün. Siz güneş alan değil de öbür pencereden bakıyorsunuz. Tıpkı bunun gibi bir tercihtir aslında önyargı. Kendimiz seçer ve kendimiz oynarız.
Hayatta yaptığımız en büyük hatalardan biri de budur. ‘’Tek bir görüşüm var ve ondan başkasını görmem’’ düşüncesi.. Ne kadar yanlış. Belki seçtiğimiz yol doğru, fakat yanlışı neden görmüyoruz? İlla onun tatmak zorunda değiliz ki. O yanlışı görmeden ilerlersek, düzeltmezsek, ilerde karşımıza çıktığında acemi kalacağız. Hayat acemi olanları yoldan çıkarmaya çok müsaittir. Tek pencereden değil, iki pencereden de bakmalıyız.
 
 Toplum olarak kutuplaşmış o kadar çok şey var ki.. ‘’Falanca adam filanca partiliymiş..’’, ‘’Abi o adam Hristiyanmış.’’, ‘’Karadenizlilere kız verilmez.’’, ‘’Annesi tesettürlüymüş.’’, ‘’Galatasaraylı mısın? Aman uzak dur benden.’’, ‘’Babası subaymış.’’ ve dahası..
İnsan bir yanlışa giderken, o önyargıyla diğer insanları da etkilemeye çalışıyor. İşte önyargı, insanı o yolda tek başına yürütmez.
Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir yazıda şöyle diyordu;
 ‘’Kendimize bile önyargılıyız, birbirimize cahiliz.’’
 Bu cehaletin katili, tabi ki bireyin kendisidir. Fakat yan rolde aile ve arkadaş ortamları da var tabi ki. Ama asıl rol bireyde.
  Bazen bilgimiz olmadan, tutarsızca veya ezbere konuşabiliyoruz. Bunun nedeni, çoğunlukla kendimizi ön plana çıkarma, ‘’ene duygusu’’, kibirdir. Bulunduğumuz ortamda değer görmek istiyoruz, fakat şunu anlamıyoruz; az bilgili olmak, bizi daha az değerli yapmaz. Doğruluğundan emin olmadığımız, önyargılı bilgilerle göz boyamak, tıpkı balın tadına bakmadan balı anlatmak gibidir. Buradan anlaşılacağı gibi, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz..
Bu konu basit bir konu değil, tüm hayatımızı etkiliyor. İpler hala elimizde iken, bir şeyleri düzeltmemiz gerek. Her zaman dediğim gibi; ‘’Zaman akıp gitmekten başka bir şey bilmiyor.’’ Madem zamanı durduramıyoruz, o zaman kendimizi durduralım..
Amma batar amma çıkarsın,
Unutma; sen ‘’sen’’ olduğun sürece varsın..
Turku
Pts Haz 24, 2013 1:16 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Önyargılarımız..





Önyargıya görsel olarak bir örnek verelim:
Aşağıdaki fotoğrafa iyi bakın, ilk baktığınızda ne görüyorsunuz?...







Bir çalılık üzerinde oturan kurbağa değil mi? Ne kadar da ön yargılısınız. Bakın resim hareket ediyor, ne imiş?Bir at başı..



Tutku
Pts Haz 24, 2013 1:20 am
 
Foruma git
Konuya git

Bayramdır...

Nefes almak bayramdır mesela;günün birinde soluksuz kalincaanlar insan...

Görmenin nasil bir bayramolduğunu karanlik öğretir; Sevmeninkini yalnizlik... Sızlamayan her organ, hele deburun direği bayramdır...

Bayramdır, elden ayaktandüşmemek, zihinden önce bedenikaybetmemek,kurda, kusa yem olmayip çokşükür bugünü de gördükdiyebilmek...Sevdiklerinizle geçen her günbayramdır.

Küsken barışmak, ayrıykenkavuşmak, suskunken konuşmakbayramdır.

Bir kitabı bitirmek, bir binayıbitirmek, bir okulu bitirmek,kabuslubir rüyayi, kodeste ağır cezayıbitirmek bayramdır.

Yoğun bakımda sancılı geceyi, yada kangren olmus bir ilişkiyibitirmekde öyle...

Vuslat da bayramdır öte yandan...Endişe içinde beklediğindenmektup almak, telefonda ansızınsesiniduymak, deli gibi burnundatütenin boynuna sarılmakbayramdır...

En acıktığın anda dumanı tüten birsomunun köşesini bölmek,korktuğunda güvendigine sarılabilmek, daradüştüğünde dost kapısınıçalabilmekbayramdır.

Bir sürpriz paketinden çıkan
hediye, tatlı bir şekerlemedeüstüneserilen battaniye, saçlarını müşfikbir sevgiyle okşayan Annebayramdır.

"Ona güvenmiştim, yanılmamışım"sözü bayramdır.Hic aldatmamış, aldanmamış olmakbayram...

Zorluklara tek başına göğüsgerebilmek, gereğinde haksızlığınüstüneyalın kılıç yürüyebilmek bayramdır.

Yeni eve asılan basma perdeler,alın teriyle kazanilmis ilk rızkınkonduğuçerçeveler, yüklü bir borcun sontaksidi ödenirken sıkılan ellerbayramdır.

Evde yalnızlığı noktalayan insannefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elintende gezmesi, nice adağınardindan çınlayançocuk sesi bayramdir...

Evlatların mürvetini görebilmek,eve dolu bir torbayla gidebilmek,konu komşuyla yarenlik edebilmek,aksamları eskimeyen bir keyifleçay demleyebilmekbayramdir.

Zamani donduran eskifotoğraflara nedametsizbakabilmek, alti çizilmiş eski kitaplari ayni inaçlaokuyabilmek, yol arkadaslarınınyüzüne utanmadan bakabilmekbayramdir.

Alnı açık yaşlanmak bayramdir; ulubir cinar gibi ayakta ölebilmekbayram...

Bunlarin kadrini bilirseniz,kiymet bilmeyi öğrenirseniz... Her gününüz bayram olur. Meraklanmayin öyledir diye sizedeli demezler; deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdekinankör akıllılıktan evladır...
Tutku
Pzr Haz 23, 2013 11:27 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Mutluluk..

emeğine yüreğine sağlık tutkumm 


         

huzun_gecesi
Pzr Haz 23, 2013 12:13 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Mutluluk..

emeği geçen herkese çok tşkrlr


 

Esinti__
Pzr Haz 23, 2013 8:36 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Mutluluk..

MUTLULUK GÖNÜLDEN VERMEKTİR
Vermekten hoşlanmıyorsan, sana verilmesini de engellersin. Verilmekten hoşlanmıyorsan vermeyi de bilemezsin. Ne vereyim, ne versinler diyorsan Sadece alıyorsun.

Mutluluk içinde başlar, çünkü mutluluk içten, özden verebilme yetisini kazanmakla başlar.
İnsanların çoğu neden mutsuz, en azından mutlu değil?
Vermeden almayı ya da önce alıp sonra vermeyi düşündükleri için.

Bir gezgin, dağ bayır gezerken bir akarsuyun içinde değerli bir taş bulur.
Ertesi gün yolda bir adamla karşılaşır. Adam çok açtır.
Gezgin torbasındaki yiyeceği karşılaştığı bu kişiyle paylaştırır.
Ama erzak çantasını açarken adamın gözü çantadaki değerli taşa ilişir.
Gezginden bu değerli taşı kendisine vermesini ister.

Gezgin hiç duraksamadan değerli taşı adama uzatır.
Adam başına konan talih kuşundan memnun, aceleyle oradan uzaklaşır.
Artık kendisine ömür boyu maddi güvence sağlayacak değerli taşın sahibidir.
Bir kaç gün sonra gezgin, arkasından koşarak kendisine yaklaşan adamı görür.
Adam nefes nefese değerli taşı gezgine uzatır.

"Senden ayrıldıktan sonra uzun uzun düşündüm.
Bu taşın ne kadar değerli olduğunu biliyorum.
Ama onu sana geri vermek senden daha değerli bir şey almak istiyorum.
Bu taşı bana rahatlıkla vermeni sağlayan o içindeki şey her ne ise ondan istiyorum"

Sahip olduğun maddi şeyleri vermek, vermenin en kolay yoludur.
Ama burada bile takılı kalan ne çok insan var.

Gerçek vermek, kişinin kendinden, özünden vermesidir. Emerson'un dediği gibi:
"Yüzükler ve mücevherler armağan değildir.
Gerçek armağanı veremediğin için dilenen özürdür.
Gerçek armağan kendinden bir parçayı verebilmektir."

Çocuklarına sevgi yerine, ayıramadıkları zaman yerine onları oyuncaklara boğan,
pahalı okullara gönderen, altlarına araba çeken anne babaları düşün.
Eşlerine ayıramadıkları zamanın, gösteremedikleri sevginin bedelini
armağanlarla telafi etmeye çalışan eşleri düşün.
Vermeyi bilmedikleri sevgiyi, maddi olanaklarla telafi edebileceklerini düşünenler,
sadece kendilerini aldatır, suçluluk duygusunu hafifletmeye çalışır.

Ama çocukların, eşlerin yüreklerindeki yarayı azdırmaktan,
öfkeyi büyütmekten başka bir işe yaramaz bu ucuz armağanlar.
Gerçek armağan olan sevgi ve ilginin yanında en pahalı mücevher bile ucuz kalır.

Dünyaya sahip olduğunun en iyisini ver, en iyi sana geri gelecektir.
Kendinin en iyisini vermeye bugün başla.

Sevdiklerine zamanını ver, dikkatini ver, ilgini ver, bilgini ver, pozitif bakış açını ver, onlara değer ver.

Yüreğindeki armağanları ver, sevgini, anlayışını, neşeni, şefkatini ver, affediciliğini ver.

Zihnindeki armağanları ver, rüyalarını, fikirlerini, yaratıcılığını, yeteneklerini sun dünyaya.

Yüreğini sunduğunda kendini iyi hissedersin, kendine olan güvenin artar,
en önemlisi kendine verdiğin sevgi ve değer artar.

Ne verirsen kendine veriyorsun.

Şunu daima hatırla:
Kendine sakladığın, kaybetmekten korktuğun her ne ise onu kaybedersin.

Verdiklerin ise senindir...
Tutku
Pzr Haz 23, 2013 11:06 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Mutluluk..

Mutlu olmak hiç de zor değil bana sorarsanız. "Problem" dediğimiz şey yaşadıklarımıza yaptığımız yorumdur Demek oluyor ki problem sandığımız durum gerçek sorunumuz olmayıp onu sıkıntılı hale getiren bizim o anki duruma verdiğimiz tepkidir Kalem yere düştüğünde dünyanın sonu gelmiş gibi yorumlarsam kalemin yere düşmesi dünyanın en büyük problemi olur benim için Ama "neyse canım sorun değil eğilir alırım." diyerek yorum yaparsam kalemin yere düşmesi sadece kalemin elimden yere düşmesi olarak kalır. Ve ortada sorun diye bir şey de olmaz.  :))))
 
Ustam emeğine yüreğine sağlık  yine harika bir konuya el atmişsin   TEŞEKÜRLER..
Turku
Pzr Haz 23, 2013 11:15 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Berat kandili ve önemi....

Mutlu__ sevgi saygı ve bilgi paylaştıkça güzelleşir eğer iyi ve güzel şeylere vesile olabiliyorsam ne mutlu bana emeğine yüreğine sağlık.

Hacegan__
Pts Haz 24, 2013 10:52 am
 
Foruma git
Konuya git
cron