89 sonuç bulundu
89 sonuç bulundu • 4 sayfadan 1. sayfa • 1, 2, 3, 4
GidemedimGİDEMEDİM Saçlarımdan tırnaklarıma yanlız seni sevdim Gözlerimde geziyorsun sensizlik ölümüş bilmedim Nedendir bu ansızın gidişin bende çözemedim Kördüğüm olmuşken senin için atan kalbim Git dedin de gönül kapından gidemedim Azdırapla çileyi kendime kardeş seçtim Atılan her tokata açıları sineme çektim Düşe kalka geldim yolarına isyan saymadım Göz yaşlarım sel oldu da elimi atıp silemedim Git dedin de gönül kapından gidemedim Baktıkça resimlerine içim eriyor Bendeki sevda ateşi canımı yakıyor Aldı zaman seni ömrümden çalıyor İstesem de kanayan yaram dinmiyor Git dedin de gönül kapından gidemedim Ebedi mahkum oldu gözlerim gözlerine Anılarla yaşarım ben kahrolsam kimene Delisin derdin ya deliyim ben sevgine Kalbine bir mezar kazı göm beni içine Git dedin de gönül kapından gidemedim
Şekilcilik...Şekilcilik
İnsanların literatüre geçmeyen en önemli felsefi akımlarından biridir şekilcilik.Şekilcilik o kadar ilerlemiştir ki geometrik versiyonu ders olarak okutulmaktadır.:PGünlük hayattaki şekilcilik ise daha çok fiziki yapı üzerine odaklanmaktadır.Şekilcilik sadece fiziki yapı olmamakla birlikte manevi olmayan tamamen maddesel öğeleri içerir. Günümüzde malum insanlar maneviyattan uzaklaşıp.Ağlama ihtiyaçlarını bile sahte duygularla ve filmlerle gidermeye başladı.Hayatlarının içine baktığımızda insanların aslında ne kadarda duygudan yoksun yaşadıklarını görebiliriz.Bir çok duygu eskide kalmış maalesef artık.Bazı duygularsa gizli saklı yaşanır oldu.Herkes bir parça yalnız bir parça mutsuz oldu.Maneviyattan uzaklaşıldıkça şekilciliğe iş vardırıldıkça insanların mutsuzluğu kat kat artar oldu. Şekilcilik tv de vs o kadar işlenmeye başladı ki artık hepimize çok normal geliyor.Yemeklerin şeklini beğenmez olduk.Kıyafetlerimizi rüküş bulur olduk.Modaya uygun giyinmemiş diye eleştirir olduk.Nasrettin Hoca'nın ye kürküm yesini unuttuk.İnsandan çok şekle değer verir olduk.Ben bazen öğretmen arkadaşlarda bile görüyorum.Öğrencilerin çirkin güzel değerlendirmesini yaptıklarını.Bilmiyorum sorun bende mi? xxxx da görüyorum,hayat içinde de görüyorum.Her yerde görüyorum bu şekilciliği.Bana battığı kadar kimseye batmıyor mu bu konu diye düşünüyorum.Neden insanları kıyafetine şekline göre değerlendiriyoruz.İnsanlığının hiç mi önemi yok.Ama başımız derde girdiğinde insani insanlara sığınıyoruz genelde.Öğrenmişiz işin görünüşte ,makamda vb bitmediğini.Ama gene de yapıyoruz. Birde şekli olsun diye kasıntı takılanlar var onları hiç saymıyorum.Onlardan da bir daha ki sefere bahsederim artık.:)
Aslında Hiç Kimse Sevmedi..Aslında hiç kimse sevmedi, Bir ben sevdim seni... ... Severmiş gibi değil, Kana kana sevdim seni. Tıka basa ...sevdim... Dolu dolu sevdim... Aslında kimse sevmedi seni, Sevmekten çekindi Oysa ben; Yana yana sevdim seni... Bile bile sevdim... Aklımdan zorum var gibi, Aklıma silah dayanmışcasına, Mecburmuş gibi, Ve başka çarem yokmuşcasına, Bir ben sevdim seni... Aslında bir sen sevmedin beni, Herkesi sevdiğin gibi... CAN YÜCEL
Benim Kalbime Bişey Olmuş.!İnsanların yaptıklarına şaşırmamaya, umursamamaya, etkilenmemeye, hayal kırklığına uğramamaya, kimseyi kaybetmekten korkmamaya başladım. Sanki benim o duygusal ve kırılgan kalbimi söktülerKısa zaman öncesine kadar sevdiğim, güvendiğim, inandığım insanlardan gelen düşüncesizlik, kötülük, hainlik ve hatta utanmazlık temalı aksiyonlar beni fena incitirdi. Sonra birden; Sinan Akçıl’ın şarkısında dediği gibi “Benim kalbime bişey oldu”!
Benden sonrası tufan!Kimsenin yaptığı hiçbir şeye şaşırmamaya, umursamamaya, etkilenmemeye, hayal kırklığına uğramamaya, kimseyi kaybetmekten korkmamaya başladım. Sanki benim o duygusal ve kırılgan kalbimi söktüler, yerine de “Amaaan çok da umrumdaydı, benden sonrası tufan!” diye atan bir şey koydular.Bir yandan insanlardaki “hayal kırıklığına uğratma” potansiyeline karşı gamsız olmaktan memnunum... Karşılaştığım kötü ve olumsuz ne varsa su gibi akıp gidiyor üzerimden... Öte taraftan hayatı boyunca duygusal takılmış bu Hayalet’in dönüştüğü hali garipsiyorum. Bundan sonra hep böyle mi yani? Masum duygular ve herkesi kendi gibi sanan iyi niyetler olmayacak mı? Masumiyet bir kez gidiyor...William Blake’in “Deneyim yitirdiğimiz masumiyetimizdir” sözü takıldı gözüme... Oradan aklıma geldi anlattıklarım... Hayatımıza ortak ettiğimiz bazı insanlar o kadar acımasız ve arsız olabiliyor, verdiğimiz değeri hak etmediklerini bize öyle deneyimler yaşatarak gösterebiliyorlar ki bir noktada masumiyet ister istemez tükeniyor. Hayal kırıklıklarını ve başkalarından kaynaklanan mutsuzlukları da yanına katıp bizden gidiyor, üstelik bir kez gitti mi bir daha dönmesi mümkün değil! Bu olgunlaşma işi böyle işliyor da iyi mi oluyor kötü mü, işte onu bilemedim!
Bana Yalan Söle Yeni Yıl...Bana yalan söyle yeni yıl. Her şeyin daha iyi olacağını söyle. Bütün sıkıntıların geride kalacağını, şu yaşlı 2013 ile üzüntülerin biteceğini, gelecek günlerin çok parlak olacağını söyle bana ne olur. Çocuk olduğum zamanlar ne güzeldi. Annem babam bana en akıllı çocuk olduğumu, en güzel çocuk olduğumu, ilerde en güzel yerlerde olacağımı söylerlerdi. Bana dileklerini söylerlermiş de ben de sahi sanırmışım. Olsun, iyi etmişler de beni bir güzel avutmuşlar. Sonra, hayatın gerçekleri denen şeylerle karşılaşınca nasıl üzülmüştüm. Gerçekler çok üzücü oluyor. Kaldıramıyorum. Gerçekler ağır geliyor. İyisi mi sen bana yalan söyle. Zaten öyle yapıyorsun ya. Tam 31 Aralık gecesi saat 24’te geri sayım başlıyor. Aman da aman, yeni yılla giriliyor. Her şey nasıl da düzeliyor, nasıl da iyileşiyor. Dertler tasalar eski yılla gidiyor. Yaşasın yeni yıl. Aşk, para, mutluluk yeni yılla geliyor. Yaşasın yalanlar. Sen beni dinle: Bana yalan söyle.
*** Biz yalana alışığız yeni yıl. Başımızdakiler yıllardır bizi yalana alıştırdı. Biz de yalanla yaşamaya alıştık. “Bak gelirimiz arttı” diyorlar, inanıyoruz. Bizim gelirimiz artmıyor ama olsun, demek ki artmış diyoruz. “Memlekette demokrasi var” diyorlar, inanıyoruz. Ortada öyle bir şey görmüyoruz ama olsun, demek ki varmış diyoruz. “Adalete teslim ettik” diyorlar, inanıyoruz. Ortada adalet görünmüyor ama olsun, demek ki varmış diyoruz. “Yolsuzluk iddiaları bize komplo” diyorlar, biz inanıyoruz. Demek ki komploymuş diyoruz. “Marmaray Aksaray’da tasarlanmıştı” diyorlar, inanıyoruz. Biz inanırız. Büyükler ne söylerse inanırız. “Yalan da olsa söyle, hoşuma gidiyor” lafı bizim icadımızdır. Biz hoşumuza gitmeyen gerçeğin yerine yalanlar dinlemeye bayılırız. Yalanı çok severiz. Yalan dinleriz, yalan söyleriz, yalandan seviniriz, yalandan üzülürüz. Hayatımız yalan olmuş arkadaş. *** Yeni yıl, bana yalan söyle. Yalan söyle ki, bu memlekette kendimi mutlu hissedeyim. Yalan söyle ki, sevgilimin beni hayat boyu seveceğine inanayım. Yalan söyle ki, bunca ahlaksızlığı ahlak sanayım. Yalan söyle ki, yıllarca okumanın işe yarayacağını düşüneyim. Yalan söyle ki, dürüst olmanın iyi olduğuna inanayım. Yalan söyle ki, kendimi bu yalanların içinde sanmayayım. Yalan söyle yeni yıl. Bana yalan söyle. *** Bilir misin yeni yıl, yalanların renkleri vardır. Beyaz yalan, güya zararsızdır. İnsanı sıkışık durumlardan kurtarır. Mavi yalan vardır, sonsuz aşkın sadakatini söyler. Pembe yalan vardır, geleceğin çok güzel olacağı avuntusunu dile getirir. Kırmızı yalan vardır, can yakar, arkadan vurur. Kara yalan vardır, kara çalar. Eflatun yalan vardır, birisine kendini hoş hissettirir. Sarı yalan vardır, insanları birbirine katar. Sen bana hepsinden söyle yeni yıl. Yeter ki bana beni gösterme. Benim ne korkak olduğumu, benim ne çıkarcı olduğumu, gerçekleri görmemek için başımı kuma nasıl gömdüğümü söyleme bana. Sakın bana gerçekleri söyleme. Ağır gelir, kaldıramam. Sen bana yalan söyle... Ben de senin adını “yalan yılı” koyayım…
Hayat Umut Ettiğin Kadardır...Hayat " Umut " Ettiğin Kadardır
“ Acıya baş göz ettiğin kaç düş(üş)ün kaldı daha Gecenin karanlığına bağdaş kurdum. Uykusuzum ve bir o kadar susuz. Acının başkahramanlığına soyun/durul/muş yüreğin kanarken nasıl susarım ki ben. Sus-mu-yorum.Yüreğinin “ ben “ kadar ki boşluğuna düşerken sen, nasıl bayramlık elbiselerimi giyerim ki. Dudaklarımı dudaklarımdan sökmeme izin ver. Bırak kanasın çığlıklarım. Seni iyi bilirim. Sonbaharı giyinir, tüm acıları kefenlersin yüreğine. Oysa oysa senin gözlerin değil miydi baharlarım ? Baharlarım solarken ben nasıl susabilirim ki ? Elimdeki tek yaşama gücüm olan cümlelerimi saklama yastığının gölgelerine. Bırak susmalar yürüsün üzerime. Giydirilsin kefen bedenime. İçindeki yangınların eteğine sirayet ederken su-sa-mam. Bıkmadın mı daha acıyı tek başına kucaklamayı ? Usanmadın mı karanlığın koynunda ağlamaktan ? Dön sevgili. Ayak uçlarının yörüngesini çevir sevdaya. Hazanlar yürüse de üzerine sen hayat denilen ipin ucunu hiç bırakma..Sakın bırakma.Düşsüzlüğünle suçsuzluğun muhakemesindesin yine. Tarafsızlığını yitirdin artık. Kendini tüketmekte , kendini asmakta o kadar ustasın ki, boynundaki tek bir iz yok. Kendini öldürmeye yeltendiğin yetmedi mi daha? Us`undan vazgeçmek, hayata yenilgini söylemek bu kadar basit olmamalı. Kendine kefen biçmekten vazgeç. Sırtlan hayatı omuzlarına. Bu zamana kadar hayatla nasıl mücadele ettiysen devam et. Boğma kendini, boğdurma yüreğini. Ölümün sadece senin bedeninle kalsa tamam. Seninle ölecek o kadar şey var ki ? Bari kendi için savaşmayacaksın, bari benim için, bari “ bizim “ için savaş. Yok olursan ardından seni takip edecek o kadar büyük ölümler var ki. Bir göç kadar devasa. Sakın kaybolma. Bir tesbihin imame`si düşünce ne hükmü kalır geride kalanların. Seninle kazandıklarım bu kadar aşikar iken gitme sonsuzluğa.. Düşerim.. Ezilirim.. Sonra ölüme gülümserim..Biliyorum çıkmaz sokakların, adressiz sorguların içinde çıldırmaktasın. Biraz da yorgun. Düşüncelerin bir uçurum ötesi. Duvar çökecek sanki. Sakın başını kaldırma göğe. Yürüyen bulutları üstüne geliyor zannedeceksin..Bir adım bile atma. Sonrası uçurum sevgili. Beni ve sana ait olanları bırakıp gitme ölüme Gözlerindeki sıcaklığa doyamamışken musalla taşının soğukluğu nerden çıktı sevgili.Ayaz kesse de ellerini, yüzünü esirgeme beni.Kıyma beni. Eğdirme başımı. Ezdirme gülüşlerimi. Ben seninle varoldum. Ya yanında beni götür, ya da beni de öldür.Senden mucizeler istemiyorum. Sadece yaşamanı, Yaşarken beni de yaşatmanı istiyorum.Ellerini uzat bana. Sonra da yüzünü hayata çevir. Ben umudun kıyısında, Ben hayatın koynunda, Seni bekliyor olacağım.. Hadi hayatın denilen ipin ucuna sarıl. Yoksa, Acıya baş göz ettiğin kaç düş(üş)ün kaldı daha ? Unutma; Hayat “ umut ettiğin “ kadardır..
Re: Kelebek ile Papatya'nın AşkıTelma bu güzel paylaşım için tşkler. Emeklerine sağlık
4Aralık Dünya Madenciler GünüBilindiği üzere 4 Aralık tarihi tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de "Dünya Madenciler Günü" olarak kullanılmaktadır. Uzun bir süreden beri ülkemizin belli başlı metropollerinde ve çeşitli maden işletmelerinde, kutlanmaktadır. 4 Aralık tarihi, madenciliğin piri olarak kabul edilen Santa Barbara'ya adanmış olup, Roma İmparatorluğu zamanında babasının gazabından kaçarak, madencilerin çalışmakta olduğu bir mağaraya sığınan ve bu madenciler tarafından azize kabul edilen Santa Barbara'nın aynı zamanda İzmit'te yaşamış olması ve efsanenin geçtiği mekânların Anadolu olmasının da ayrı bir önemi vardır. Madencilerin koruyucu azizesi olarak kabul edilen Santa Barbara'nın 4 Aralık tarihinde bu mağaraya yerleşmesi ve mağarada çalışmakta olan madencileri koruyor olması, önce Anadolu'da daha sonrada Avrupa ve tüm dünyada "Dünya Madenciler Günü" olarak kullanılmaktadır. BİR HİKAYE Yeşil gözlü genç kadın evinin mutfağıyla salondaki masamsı büyük sehpa arasında mekik dokuyor. Her seferinde elinde iki tabakla mutfaktan dönüyor. Siyah ve yeşil zeytin, beyazpeynir, kaşar peyniri, tereyağı, kendi yaptığı ev reçelleri, dilimlenmiş domates, salatalık, biber, haşlanmış yumurta ve taze ekmekle masayı donatıyor. Dokuz yaşındaki Melike Nur küçük adımlarıyla annesine yardım ediyor. Becerikli karısının hamaratlığını gururla izleyen Musa Aydın, çaydanlığın demliğini eline alıyor, ince belli bardakları yarısına kadar dolduruyor. Diğer yarısını da sıcak su ile takviye ederken “Hadi Meryem, sen de gel otur artık” diyerek kahvaltıya başlama vaktinin geldiğini bildiriyor. Meryem, kendi yarattığı görkemli sofraya otururken kocasına sevgiyle gülümsüyor. Sonra domates tabağının üzerinde gezdirdiği tuzlukla birlikte Zonguldaklı kadınların ortak kadersizliğini masaya serpiyor: “Madenci kızı oldum ama asla madenci karısı olmayacağım diyordum.” Meryem, belki de büyük konuştuğu için bir madenciyi sevip, evlendiğini düşünüyor. Annesi ve ablalarıyla birlikte yaşadıklarını özetlerken, madenci elbisesi yıkamamaya ahdettiğini söylüyor. Madenci karısı–kızı olmanın çilesiniyse sona saklıyor: “Bir de ‘ocaktan bugün sağ çıkacak mı' korkusu... Babamda bunu yaşadım, kocamda yaşamak istemiyordum. Ama kader işte bir madenciyle evliyim, o korkuyu yine yaşıyorum!” Meryem'in korkusu, kocası Musa'yı on üç yıl önce lise öğrencisi olduğu sırada yakalıyor. 3 Mart 1992 günü, Zonguldak kömür havzasının iki yüz yıllık tarihindeki en büyük grizu patlaması Kozlu'daki Uzun Mehmet kuyusunda meydana geliyor. O sırada sokakta arkadaşlarıyla top oynayan Musa, koşarak ocağı tepeden gören arsaya geldiğinde babası Mehmet Aydın'ın çalıştığı kuyudan alevler çıkmakta olduğunu görüyor: “İnsan o ocaktan kimsenin sağ çıkamayacağını düşünüyor. Ama yine de bir umutla işletmenin kapısına yığılıyorsunuz.” Tıpkı Gülsün Kaplangil gibi… Patlama sesiyle birlikte Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Kozlu Müessese Müdürlüğü'nün kapısına yığılan kadınların en önünde o yer alıyor. Sonra farklı bir nedenle önlerinde olacağı kadınların arasında, “ölüm ocağı” kapısında umutla, “yaşıyor” haberi almak için bekliyor. Grizu patlamalarında ölen maden işçilerinin aileleriyle görüşüyoruz. Sabah kahvaltısını şehit madenci oğlu Musa Aydın'ın evinde yaptıktan sonra Gülsün Kaplangil'e gidiyoruz. Ortanca kızı Ceyhan'la birlikte yaşayan Gülsün, eşi Celal Kaplangil'in bakım atölyesinde çalıştığı için olağanüstü bir şey olmadan “aşağı” inmediğini söylüyor: “Kazanın olduğu gün ocağa inmesi gerekiyormuş. Birlikte kahvaltı ettik. Karşılıklı oturup birer sigara içtik. Akşam yedi buçuk, sekizde çıkacağını söyledi. Çıkarım dediği saatte grizu patladı!” Gülsün eşinin ölümünü ancak iki ay sonra kabul edebiliyor. O hale geliyor ki, psikiyatrına “Beni uyutun, uyandığımda her şey yeniden başlasın” diye yalvarıyor. Doktor ise “bunu ancak sen yapabilirsin” diyor. O da kendisine bir uğraş buluyor: Şehit Madenci Aileleri inisiyatifini kuruyor. Kendi kocasıyla birlikte ocakta yanarak kömür haline gelmiş kömürcü eşlerinin vicdanı oluyor. Bu türden facialarda acılar, olay anıyla sınırlı kalmıyor. Tersine artçı acılar yola çıkıyor. tüm madencilerimizin bu kutsal günlerini kutlar, kazasız belasız günler dileriz.
Aklım Takıldı...Aklım Takıldı . . . Seni Düşünüyorum Yine Aklım takıldı!Bir şey diyeceğim!Yok, yok demeyeceğim!Vazgeçeceğim! Aslında başka bir şeydi söylemek istediğim. Yazdım, sildim… Yazdım, sildim… Seni düşünüyorum ne yalan söyleyeyim. Ama sorsan söylemem! Sen anla! Hisset ya da.Yormak istemiyorum artık hiç kimseyi. Yorgunum zira! Yeniden kurasım yok hiç, aşka dair cümleler. Kelimeleri yan yana getiresim yok bir de, kendimi anlatmak için. Sen anla! Konuşmak istemiyorum kısaca. Konuşacak ne var ki? Benim sana gelene kadar ne yaptığım mı, senin bana gelene kadar ne yaşadığın mı? Saçma!Ne geçmişe aidim artık ne de geleceğe ve kaçırmak istemiyorum şu anı da, olmuşların, bitmişlerin, gelmişlerin, geçmişlerin laf kalabalığında. Olacakların, biteceklerin ve geleceklerin kurgusunda ya da… Ama şimdi burada, seni düşünüyorum ne yalan söyleyeyim. Ama sorsan söylemem! Sen anla!Ne şu andan öncesi ne şu andan sonrası… Dedim ya; bir tek şu an’ın ciddiyetindeyim. Hayallerim yok sana uzun uzun anlatabileceğim ama çok istersen kurarım tabi senin için ve illâ merak ediyorsan hatırlarım elbet canımın yanmışlığını da zira unutmuş değilim. Ruhumda dikiş izlerim…Yeni bir alfabe arıyorum konuşabilmek için! Hiç söylenmemiş sözler duymaya ihtiyacım var, ve belki yeniden cümleler kurmaya ihtiyacım var, yetmiyor bildiklerim. Şimdilik, baş edilir gibi değil içime çekilmişliğim…Sözlerini duyuyorum; düşüncemi zorlayan, aklımı sana uçuran. Her anlamaya çalıştığımda merak edilen oluyorsun. Anlamak istemiyorum merak etmekten korktuğum için!Yoksa buradayım yani, yörüngendeyim.Masallar tadındayım… Zehirli elma hevesindeyim! Bul beni! Lakin ne soru istiyor canım ne cevap. Ne bir beklentim var ne de bir söz verebilirim.Bulursan, sadece bulduğuna sevineceğim! Ve eğer geleceksen, seni burada bekleyeceğim. Ama ben sana, gün dünü unutmadıkça ve beyaz sayfalar gibi olmadıkça ruhum, gelmeyeceğim…Özür dilerim bu kadar yorgun olduğum için!
Adını koyamadığım sevdam...!ADINI KOYAMADIĞIM SEVDAM
seviyorum seni senden habersiz hayalimde tutuyorum ellerini hayalimde geliyorum göz göze hep bende seni diyeceğin günü bekliyorum ve o gün gelecek biliyorum hep uzaktan seyrediyorum seni en çokta gözlerini her yere bakıpta beni göremeyen gözlerini... oysa sevgimi anlatmak isterdim sana ne kadar büyük olduğunu ne kadar özel olduğunu hani havayı içine çekersin nefes alırsın yaşamak için hani kana kana içersin ya suyu işte öyle birşey... yaşamak vardı seninle bu hayatı aynı duyguları hissetmek vardı akşamdan kalma sohbetleri uzatıp sabahlamak vardı günlerce ama yoksun ki... bekleyeceğim seni ömrüm yettiği kadar son nefesimi verene kadar hatta daha ötesinde bile bekleyeceğim elbet birgün geleceksin adını koyamadığım sevdam...
Ömürden Bir Gün...Ahhh o yorgunluk yok mu... Kimimiz bilgisayar karşısında şekilden şekile giriyor, kimimiz de koltuk köşelerine sinmiş cep telefonuyla mekandan bağımsız takılıyor. Karanlıklar içinde yüzümüze vuran bembeyaz bir ekran ve göz kapaklarına inat sabahlamaca...Hatırlar mısınız? Eskiden elektrikler kesilince korku hikayeleri anlatmak için yüzümüze ışık tutup böö derdik. Bir kuşak sonra roller nasıl da değişti değil mi? Şarzı bitenin son hız kan kaybettiği ve çılgına döndüğü bir dünya artık burası... Ama dikkat edilmesi gereken en önemlisi ne biliyor musunuz? 3-5 yıla kalmaz bu tempoyla hayat akışımızı baltalamak için yeterinde kendimizi yıpratmış olacağız. Kapıda anahtar unutmalar, atm'de kartı almadan gitmeler, aradığı kişiye ne diyeceğini unutanlar vb. Bazen diyet yapmak lazım... Emin olun ki kaçıracağımız tek şey incir çekirdeğini doldurmayan bilgiler. Kazanacağımız ise ömürden bir gün
Merhaba Arkadaşlar...Bazen bir resim bazen de birkaç satır yazı ile birbirimize karşılıklı olarak misafir oluyoruz. Tabii en iyi şekilde karşılandığımızı umut ederek. Çünkü bizler hoşgörülü yetiştirilmiş, misafirini memnun etmenin önemine inanmış bir toplumuz. Birbirimize olumlu anlamda ne kadar çok faydamız olursa toplumsal yaşam kalitemiz de artar. Sanal alemin iyi dilekleri gerçek yaşama o kadar tesir etmese de herkes kendinden sorumlu bunu biliyoruz. Bu yüzden kendine yatırım yapan, kendini eğitmekle kalmayıp başkalarına da ışık olan herkese kapımız açık. Benim gözümde hepiniz öylesiniz. İyi ki varsınız... İyi ki bizimlesiniz...
8Mart Dünya Kadınlar Günü...“Varlıkları ile yaşamın tüm alanlarında üretken olan, yaşamı yeniden üreten kadınlar, dünyayı değiştirme ve dönüştürme gücüne de sahiptir. İnsanlık tarihi boyunca, kadınlar adalet ve eşitlik mücadelesinin inançlı ve yılmaz savaşçıları olmuştur. Toplumsal ilerleme, kadınların içinde yer aldığı mücadeleler sonunda sağlanmıştır. Günümüzde 8 Mart, kadınların insan uygarlığına yaptığı katkıların anımsanması için kutlanması gereken bir gündür. 8 Mart, insan onurunu korumak adına, insanca koşullarda çalışma hakkının, çalışma sürelerinin düşürülmesi mücadelesinin, kadınların kararlılığı ve dönüştürücü gücünün açığa çıktığı bir olayın adsız kahramanlarını anma günüdür. 8 Mart, sadece kendi çocukları için değil, zor durumda olan bütün çocuklar için kaygılanan, ağlayabilen; açlığa, yoksulluğa, savaşa direnebilen kadınların günüdür. 8 Mart, üretkenliği, hakça paylaşımı, toplumsal adaleti ve barışı savunanların, barış diliyle konuşanların günüdür. 8 Mart, özgürlük ve hak mücadelesinde yanarak yaşamlarını kaybeden kadınların, uğruna öldükleri değerleri koruma günüdür. 8 Mart, Emekçi Kadınlar günüdür. Her türlü baskıya, zorbalığa, şiddete, kara töreye bedenleriyle karşı duranların, yaşamlarıyla bedel ödeyenlerin günüdür. Bu yıl da, insan onurunu, emeğin kazanımlarını, özgürlükleri, üretkenliği, sevgiyi, barışı, eşitlik, dostluk ve dayanışmayı koruyup güçlendirecek; yaşanılır bir ülke inşaa edecek kahraman kadınlarımızın, Dünya Emekçi Kadınlar gününü kutluyorum. Kadınların, doğası, inancı, iradesi ve kararlılığının, dünyada barışın yayılmasını sağlayacağına, dünyayı yaşanılır kılacağına inanarak, tüm dünya kadınlarını, insanlık için güzel bir gelecek öncesinde selamlıyorum. “
Anma...Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü... 8 Mart 1857’de ABD’nin New York kentinde gerçekleştirilen büyük bir katliam nedeniyle düzenleniyor bugün... Yani aslında bir “kutlama” değil, “anma” günü... Greve çıkan dokuma işçilerinin üzerine kapıyı kilitleyen polis yüzünden, tam 129 kadın işçinin cayır cayır yanarak can verdiği gün, bugün!
İstiklal Marşı'nın Kabulünün 93 Yılı Kutlu Olsun...Mehmet Akif tarafından yazılan İstiklal Marşı, 12 Mart 1921'de TBMM tarafından 'Milli Marş' olarak kabul edildi. Türkiye'nin en zor günlerinde yazılan İstiklal Marşı halkın üzerinde en fazla mutabık kaldığı, aradan geçen bunca yıla rağmen heyecanla okuduğu bir metin oldu. İstiklal Marşı'nın kabul yıldönümlerinin resmen kutlanması için Türkiye Yazarlar Birliği öncülüğünde geniş bir gönüllü kuruluşlar topluluğu hükümetler ve Meclis başkanları nezdinde 1990'lardan itibaren teşebbüslerde bulundu. Nihayet TBMM, 4 Mayıs 2007'de güçlü bir adım attı, 'İstiklal Marşı'nın Kabul Edildiği Günü ve Mehmet Akif Ersoy'u Anma Günü' Kanunu'nu kabul etti. Böylece 12 Mart milli günler arasına girdi.
SanalKahve © Copyright 2007 - 2014 Tüm Hakları Saklıdır.
|