25 sonuç bulundu

Geri dön

Dinî amellerin en iyisi ve gerçek müminlerin silahı DUA

En lütufkar ve en merhametli olanın, Allah'ın adına


Dua: Dinî amellerin en iyisi ve gerçek müminlerin silahı 1

Dünyaların Efendisi Allah'a hamdüsena ediyoruz.

Allah'ın rahmeti mürşidimiz Abülkasım Muhammed ve O'nun temiz ailesi üzerinde olsun.

Tüm Ameller Neticelerine Göre Değerlendirilir

İmam Cafer Sadık'ın şöyle dediği rivayet edilir:

"Dualarının kabul edilip edilmediğini bilmek isteyen kişi duasının onu ahlaksızlıklardan ve kötülüklerden uzak tutup tutmadığını düşünmeli. Çünkü dua, insanı bu tür şeylerden ne kadar uzak tutmuşsa o kadar kabul edilmiştir."

Tabiki İmam, bunu Kuran'ın şu mısrasına dayanarak söylemiştir:

"Size kitaptan ifşa edilenleri tecvit üzere okuyun ve namaz kılmaya devam edin.Tabiki namaz, insanı ahlaksızlıklar ve kötülüklerden uzak tutar. Ve tabiki en büyük faktör Allah'ı hatırlamamızdır ve Allah ne yaptığımızı biliyor." (29/45)

Allah'ın habercisinin benzer şeyler söylediği rivayet ediliyor:

"Duası sayesinde ahlaksızlıklar ve kötülüklerden uzak tutulamayanlar Allah'a olan uzaklıklarını büyütmekten başka bir şey yapmıyorlar'" 2

Ayrıca genç bir adamın cemaat namazında mukaddes Peygamber'imize uyduğu ancak aynı zamanda da ahlaksızlıklar yaptığı rivayet edilir. Mukaddes Peygamber'in bundan haberi olduğunda şöyle demiş:

"Bir gün duaları onu, bu tür ahlaksızlıklar yapmaktan uzak tutacak." 3

Bu girişten şunu anlayabiliriz: ameller, yapıldıkları nedenlere göre değerlendirilir. Yani bu demektirki bir amelin değeri yapılmasının mükemmelliği ve neticesinin ulaştığı dereceye göre belirlenir. Ya da şöyle diyelim: bir amelin değeri ameli yapan kişiye göre belirlenir çünkü amellerin kendileri aslında değersizlerdir. İmam Alı'nin bir deyimi bu gerçeği destekliyor:

"Bireylerin değerleri başarılarıyla ölçülür." 4

Dinî Vazifeler Dindarlığa Ulaşmak için Yerine Getirilirler

Dinî vazifelerin ve takva ile yerine getirilen amellerin mantığının derin bir araştırması bize, amaçlarının dindarlığın derecesini (yani kendini kötülüklerden koruma kabiliyetini) yükseltme, yüce Allah'ı hatırlama ve herhangi açık veya gizli ameller yaparken O'ndan korkmanın olduğunu gösteriyor. Bu hakkın ispatı yukarıda anlatılan ibadet şartlarına müteallik namazların amacıdır. Oruç tutmak üzerine ise mukaddes Kuran şöyle diyor:

"Ey inananlar, oruç tutmak sizden öncekiler için nasıl şart idi ise sizin için de öyledir ki dindar olasınız." (2/183)

Hacc'a gidenler tarafından yerine getirilmesi gereken kurban kesme şartının mantığı üzerine mukaddes Kuran'da şöyle diyor:

"Ne eti ne de kanı Allah'a ulaşır. O, ancak sizin dindarlığınızı kabul eder." (22/37)

Dinî ibadetlerin bütünlüğü hakkında mukaddes Kuran'da şöyle diyor:

"Eğer birisi Allah'ın belirtilerine saygı duymuyorsa bu, dindarlığının neticesidir." (22/32)

Görevlerin yerine getirilmesi ile ilgili olan yasalarda bile yüce Allah kullarına dindarlığı hatırlatıyor. Örneğin, 12 mısra içeren al-Talaq Suresinde 'dindarlık' kelimesi 5 kez tekrarlanıyor.

Dindarlığın üzerine yığılınmasının sebebi ise dindarlığın kendini mükemmelleştirmek, zafer ve başarıya ulaşmak için en iyi yolun olmasıdır. Bununla ilgili mukaddes Kuran'da şöyle diyor:

"Tedbirlerde bulunun. En iyi tedbir ise dindarlıktır. Ey söylenen sözü anlayanlar: bana karşı olan görevinizi unutmayın!" (2/197)

Ve başka bir vesileyle şöyle diyor:

"Tabiki Allah, dürüst olup kötülüklerden koruyan insanların yanındadır." (16/128)

Ayrıca tüm ameller neticelerine göre değerlendirildiği için Kuran'da şöyle diyor:

"Sonunuz aranızdaki dindarlar içindir." (7/128)

Arafah Günü: Tövbe Günü

Dün, Tövbe Günü idi. Yani dua ve tövbe edilip Allah'a af için niyaz etme günüydü. Eğer dün dualarımızın ve kendimizin Allah'dan kabul edilip edilmediğimizi ve Allaha'a karşı itaatli olan insanlardan sayılıp sayılmadığımızı öğrenmek istiyorsak bir yandan dünün neticelerinin bugünkü davranışlarımızı etkilemeli gerekiyor, öte yandan da Allah'a karşı itaatli olma şartlarına uymayan davranışlarımızdan pişmanlık duymamız gerekiyor. Ayrıca bizden, Allah'dan kabul edilemeyecek şeylerden uzak durmamız, haksız yollarla ulaştığımız veya kullandığımız şeyleri sahiplerine geri vermemiz, haksızlık yaptığımız insanlardan af dilememiz ve amellerimiz için yeni ve yüce Allah'ın lütufkarlığına bağlı olan beyaz bir yaprak açmamiz gerekiyor.

Dua, dindarlığa ulaştıran ve tüm ümitlerimizi gerçekleştirip tüm ihtiyaçlarımızı yerine getiren amaçlardan biridir. Bununla ilgili mukaddes Kuran'da şöyle diyor:

"Bana seslenin. Dualarınızı kabul edeceğim." (40/60)

Ve şçyle de diyor:

"Kullarım beni size sorduklarında ben gerçekten onlara yakınım.Dua eden herkesin dualarını kabul ediyorum. Onların da benim çağrılarımı duyabilmelerini ve bana inanmalarını sağlayın ki doğru yolu bulsunlar." (2/186)

"Allah'ın insanlara lutüfkarlığıyla verdiği şeylere hiç kimse ayak uyduramaz." (35/2)

mısrasının açıklamasaıyla ilgili İmam Sadık'ın şöyle dediği rivayet ediliyor: "Bu, yalvaran duadır." '5

Dua: en Büyük Zenginliklere Ulaştıran en Kolay Yol

Kardeşlerim,

farkında olmadığımız gerçeklerden biri de Allah'ın herşeyi kavrayan lütufkarlığının tamamını bize ulaştıran amacn zaten elimizde olmasıdır. Bu amaç yalvaran duadır. Farzedin ki aranızdakilerin birisinin kafasında onu yüksek pozisyonlara ve büyük güce ulaştıran bir imkan var. O zaman bu kişi o imkanını çok dikkatli kullanacaktır ve her zaman kullanabilmesini saşlayacaktır. Ve şimdi bizim elimizde bizi dünyanın en büyük hazinelerine ulaştırabilen en basit imkan var: dua. Ancak biz, bu imkanımızdan hiç faydalanmıyoruz.

Bununla ilgili İmam Ali ibn al-Hüseyin al-Sajjad şöyle demiş:

"Eğer yaratıklarından birisi kullarını Senin ulaştırdığın şeylere ulaştırabilseydi yaptıkları lütufkar ve samimi kelimeleriyle tarif edilip kendisi de tüm dillerde övülürdü. Bu demektir ki yol vbe söz bulunduğu süresince tüm hamdüsenalar Senin hakkındır!" 6

İmam Sadık'ın şöyle dediği rivayet edilir:

"Allah'a mümkün olduğunca çok yalvarın çünkü sizi avantaj, başarı ve ihtiyaçlarınızı karşılama imkanlarına ulaştıran araç dualarınızdır. Ne de olsa Allah'a ancak duayla ulaşabilirsiniz ve eğer bir kapı sayısız kez çalınıyorsa er ya da geç açılacaktır." 7

Mukaddes Kuran'da ve Ehl-i Beyt Geleneksellerinde (yani mukaddes Peygamber'imizin ailesinin gelenksellerinde) dua, önem alanlarının en büyüklerindendir. Bununla ilgili İmam Bakır'dan sahih bir alıntıyı tanıyoruz:

"Bu mukaddes mısranın yorumu üzerine:

"Çok kibirli olup da bana kulluk etmeyenler kendilerini kesinlikle haysiyetlerini kıracak bir yer olan cehennemde bulacaklar." (40/60)

Bu cümlede denildiği gibi yüce Rabbimize kulluk etmek dua etmek anlamına gelir." 8

Bu gerçeğin onayı yukarıda bahsedilen mukaddes mısranın başındadır:

"Rabbiniz diyor ki: Dualarınızı kabul edeceğim."

"Hz. İbrahim gerçekten yumuşak kalpli ve tahammüllüydü." (9/114)

mısrasında geçen 'yumuşak kalpli' sözünü İmam Bakır 'çok sık dua eder' anlamında yorumlamış.9

İmam Sadık'ın ise İmam Ali'nin çok sık dua ettiğini söylediği rivayet edilir.10

Mukaddes Kuran'da şöyle diyor:

"Eğer dua etseydiniz Rabbim, sizinle ilgilenirdi; ama siz gerçekten reddettiniz. Öyleyse ayıran neyse sizi o bulsun!" (25/77)

"Allah'a büyüklüğünü sorun. O, kesinlikle herşeyi bilir." (4/32)

Herşey ve Herkes için Dua Etmek

Yüce Allah'a herşey için dua etmeliyiz, derdimiz ne kadar büyük veya küçük olursa olsun. Hayatımızın her anında, her göz kırpmamızda ve her nefes alışımızda bizim yapımıza karşın herşeyden bağımsız olan Allah'a ihtiyacımız olması bir gerçektir. Dolayısıyla en ufak şeyler için bile O'na danışmaktan vazgeçmemeliyiz.

Bununla ilgili mukaddes Peygamber'imizin şöyle dediği rivayet edilir:

"Haşmetli ve Kadiri Mutlak Allah'a tüm ihtiyaçlarınız için, ayyakkabılarınızın tokası için bile dua edin. Çünkü tokaya ulaşmanın kolay olması da O'nun sayesindedir."

"Rabbinize tüm ihtiyaçlarınız için, ayyakkabılarınızın tokası için bile dua etmeniz gerekiyor." 11

"Sizi düşmanlarınızdan koruyabilip en büyük yaşam standartlarını nasip eden bir silaha ulaştırayım mı? ...Gece gündüz Allah'a dua edin O'ndan yardım dileyin çünkü dua, inançlı insanların silahıdır." 12

İmam Musa Kazım'dan şu sözün yorumlamasının istendiği rivayet edilir:

"Her hastalığın bir ilacı vardır."

İmam'ın yorumu şöyleymiş:

"Her hastalık için bir dua bardır. Bir hastaya gereken duayı söylemesi ilham edilmişse bu, hastaya iyileşmesi için müsaade verildiğinin anlamına gelir." 13

İmam Sadık'ın ise şöyle dediği rivayet edilir:

"Dualara riayet edin çünkü Allah'a yakın olabilmek için benzer bir yol yoktur. Duanızın sebebi olan derdinizin ufaklığı veya anlamsızlığından dolayı O'na dua etmekten çekinmeyin. Çünkü ufak günahlar işleyen insan büyük günahlar da işler." 14
Asri_Saadet
Sal Mar 27, 2012 11:39 am
 
Foruma git
Konuya git

Kimler Aldandı

Kimler aldandı

Hele bir anlatıver Güzel Dost! Kimler aldandı?

- Cehennemi hesaba katmayan dindar aldandı!
Çünkü Kur’an şöyle anlattı: ‘Allah tarafından hiç hesaba katmadıkları karşılarına çıkıverdi...’ Zümer Suresi, 47.

Söyle bana Can Dostum kimler aldandı?

- Cennetteki yerini hazır bilen herkes aldandı!
Zira Kur’an ‘..O öyle sizin kuruntu ve hayallerinizle olacak iş değil.’ buyurmuştu. Nisa Suresi, 123.

Bir daha söyleyiver başka kimler aldandı?

- Ölüm yokmuş gibi yaşayan dünya-perest aldandı!
Zira Kur’an turrayı şöyle bastı: ‘Her nerede olursanız olunuz ölüm size yetişir! Velev (hatta) eflake ser çekmiş surlarda bulunun!’ Nisa Suresi, 78.

Güzel Dost! Anlat bana daha kimler aldandı?

- Ameline güvenen abid (çok ibadet eden) aldandı!
Çünkü Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam şöyle ferman buyurdu:
Zinhar aldanmayın! Hiç kimse ameli ile kurtulamaz!
Soruldu: Sen de mi Ya Rasulallah?
Cevap verdi: Evet ben de!

Başka kim kandı, kimler aldandı?

- Salih amel işliyorum sanan riyakar (iki yüzlü) aldandı!
Çünkü Kutsi Hadiste Allah Teala şöyle buyurdu: ..Kim bir amel işler de o amele benimle birlikte bir başkasını ortak ederse onu ve şirkini başbaşa bırakırım.

Anlatıver Hakîm! Sonra kim aldandı?

- Aleme telkin (nasihat) verip kendini unutan vâiz aldandı!
‘İnsanlara iyilik emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitap okuyorsunuz, artık akıl etmez misiniz?’ Bakara Suresi, 44.

Başka var mı? Daha kim aldandı?

- Rabbini bırakıp hevasına (nefsin zararlı ve günah olan arzuları) kulluk eden aldandı!
‘Gördün mü o hevasını ilah edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın. Yoksa onların çoğunu işitirler veya akıl ederler mi sanıyorsun? Onlar sırf hayvan gibi hatta gidişçe daha sapkındırlar?’ Furkan Suresi, 43-44.

Hele bir anlat Sevgili Dost! Başka kimler aldandı?

- Rahmete güvenip kendini emniyete salan fâsık (günahkar) aldandı!
‘Allahın kendilerine kuracağı plandan emin mi oldular?! Kendilerine yazık eden kavimlerden başkası Allahın mekrinden (uyun,düzen) emin olmaz!’ A’raf Suresi, 98.

Hele bir daha anlat, başka kimler aldandı?

- Yolunun eğriliğinden şüphe etmeyen kendini bilmez aldandı!
‘Tuttukları yol sebebiyle dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmiştir de zannnederler ki cidden iyi bir iş yapıyorlar.’ Kehf Suresi, 104.

Göster bana Can Sevgili! Daha kimler aldandı?

- Kendini hizmette bilip, kılını dahi kıpırdatmayanlar aldandı!
‘Allah gayret gösterip cihad edenlere, olduğu yere mıhlanıp kalanların çok üzerinde bir ecr-i azim ihsan etmiştir.’ Nisa Suresi, 95.

Avaz et Hatip avaz, ta ki herkes duysun! Hele hele kimler aldandı?

- Nasıl desem bilmem ki Namazsız aldandı!
Hele bir baksan ya Kur’an nasıl anlattı: ‘Ashabı yemin (cennetlik olanlar) Cennetten seslenip mücrimlere (suçlu) soruyorlar, sizin bu sekar cehennemine girmenize ne sebep oldu? diye.
Onlar da diyorlar: Biz namaz kılanlardan değildik…’ Müddessir Suresi, 39-43.

Kim öz-canını yaktı, kimler aldandı?

- ‘Ben bundan sonra kurtulmam.’ diyen me’yus (ümitsiz) aldandı!
‘De ki: Günah işlemek suretiyle öz-nefisleri aleyhine israf etmiş kullarım! Allahın rahmetinden ümidi kesmeyin, çünkü Allah bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz o öyle gafur, öyle rahim. Onun için ümidi kesmeyin de başınıza azab gelmeden evvel tevbe ile Rabbinize dehalet edin ve ona halis müslümanlık yapın, sonra kurtulamazsınız!’ Zümer Suresi, 53-54.

Ey Güzel Hayırhah! Anlatıver kim aldandı?

- ‘Allah dilemeseydi günahkar mı olurdum!’ diyen kaderci aldandı!
‘Diyeceği gün bir nefis: Eyvah! Allah yanında yaptığım eksikliklerden dolayı hasretime bak, doğrusu ben eğlenenlerden idim. Yahud diyeceği: Allah bana yolunu gösterse idi ben de müttakilerden, Allahtan korkan dindarlardan olurdum.’ Zümer Suresi, 56-57.

Ey Nâsih! De bana daha kimler aldandı?

- ‘Keşke her günahım bunun gibi olsa.’ diyen müznib (günahkar) aldandı!
Zira Sahabi Hazreti Enes şöyle anlattı: Sizler, size göre saç kılından ince, kıymeti olmayan işler yapıyor, günahlar işliyorsunuz. Lakin biz onları Rasulullah zamanında helak sebebi sayıyorduk.

Anlat anlat daha kimler aldandı?

- ‘Bakma! Benim kalbim temiz.’ diyen amelsiz aldandı!
‘Yemin olsun ki zamana! İnsan mutlak hüsranda. Ancak şunlar müstesna: Onlar iman edip salih salih amel işlediler!..’ Asr Suresi, 1-3.

Başka kim, daha kim aldandı?

- ‘Bir lokma bir hırka devirleri geçti artık; bu zamanda herşey para!’ diyen zengin aldandı!
‘Oyaladı o malda çokluk kuruntusu sizleri. Ta.. ziyaret edişinize kadar kabirleri. Öyle değil, ileride bileceksiniz. Sonra öyle değil ileride bileceksiniz. Öyle değil ilmel yakin bileceksiniz. Kasem olsun o cehennem ateşini çaresiz, göreceksiniz. Sonra kasem olsun onu çaresiz, aynel yakin göreceksiniz. Sonra kasem olsun o gün mallarınızdan hesaba çekileceksiniz!’ Tekasür Suresi.

Hele bahset başka kim aldandı?

- ‘Bu zamanda da bu olur mu canım!’ diyen cahil aldandı!
‘Rabbinin kelimesi doğrulukça da adaletçe de tam kemalindedir, onun kelimelerini değiştirebilecek yok, işiten de O, bilen de O. Yerdekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar, onlar sırf zan ardına gider ve sade atarlar.’ A’raf Suresi, 115-116.

Deyiver bana başka kim aldandı?

- ‘Göreceksin biz nice hacı-hocadan önce giricez cennete!’ diyen nâdan (cahil) aldandı!
‘Şüphesiz korunan müttekıler içindir Rabblerinin katında na’im Cennetleri. Artık müslimleri mücrimler gibi kılar mıyız? Neniz var? Nasıl hükmediyorsunuz? Yoksa size mahsus bir kitap var da onda şu dersi mi okuyor sunuz?’ Kalem Suresi, 34-37.

Bir daha söyle! Kim kandı, kimler aldandı?

- ‘Hem ondan hem bundan lazım; öyle tek taraflı, a-sosyal olmaz.’ diyen bîhaber (habersiz) aldandı!
Zira ‘..İyi bir amel ile diğer bir kötüyü karıştırdılar…’ Tevbe Suresi, 102.
Konuş Hatip konuş! Başka kim aldandı?

- ‘O kadar incesine aklım ermez.’ diyen akıllı aldandı!
‘Onlar dünya hayatını zahiren biliyorlar. Ahiret hakkında ise hepten gafiller!’ Rum Suresi, 7.
Bahsediver Hatip! Daha kim aldandı?

- ‘Bu da bir şey mi canım, millet neler işliyor.’ diyen günahkar aldandı!
‘Ona kendi kazandığı, size de kendi kazandığınız. Siz onların amellerinden sorulacak değilsiniz.’ Bakara Suresi, 134.
Lakin ‘Şüphe yok bütün yaptıklarınızdan mesul tutulacaksınız!’ Nahl Suresi, 93.
Anlatıver Dostum! Daha kim aldandı?

- ‘Benim babam da hacı.’ diyen evlat aldandı!
Çünkü baksana dalgalar arasındaki inkarcı oğlu için yalvaran Nuh peygambere ne denildi: ‘Ey Nuh!.. O senin ailenden değil, çünkü o, dürüst iş yapan temiz bir insan değildi. O halde hakkında kesin bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme. Onun kurtulması için dua ederek cahil bir iş yapmandan seni sakındırırım.’ Hud Suresi, 46.
Haber et Hatip haber! Başka kim aldandı?

- ‘Ben gıybet etmiyorum ki, olanı söylüyorum.’ diyen aldandı!
Zira Efendimiz bir gün soruverdi: Bilir misiniz gıybet nedir? diye.
Ashab, Allah ve Rasulu daha iyi bilir, dediler.
Efendimiz, kardeşini beğenmiyeceği şekilde anmandır, buyurdular.
Soruldu: Ya söylediğimiz şey onda varsa?
Cevap verdi Efendimiz: Eğer varsa onu gıybet ettin demektir. Şayet söylediğin onda yoksa, bu zaman da ona iftira ettin demektir.

Daha kim yandı, kimler aldandı?

- ‘İşlediysek biz işledik; azabını çeker diyetini öderiz.’ diyen bedbaht (bahtsız) aldandı!
‘Yemin olsun! Rabbinizin azabından onlara velev bir nefha, bir kıvılcım dokunuverse VAY BİZLERE derler!’ İsra Suresi, 21.

Vah Nâsih vah! Demek bunca insan aldandı!

- Güzel dost! Bir bilsen daha kimler aldandı!
__________________
Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Ben cennetimi yüreğimde taşıyorum, nereye gitsem o benimle gelir. Hapsedilmem halvet, sürgün edilmem hicret, öldürülmem şehadettir. Değil mi ki göğsümde Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün sünneti vardır!" (ibn teymiyye r.a)

Selamve Dua ile
Asri_Saadet
Per Mar 29, 2012 1:57 pm
 
Foruma git
Konuya git

Her An Ayrı Bir Şan

Az veya çok yaşadık,bu alemi
Kâh zengin ve fakir kılındık rabbimizin iradesinde
Kâh ağlayan veya gülen olduk rolümüz gereği
Bazen kahreden üzen, kıran ve inciten
Bazen mülayim, uysal ve muti bir ruh edasında yaşadık [shadow=][/shadow]
Bazende romantikleşen uçarı ahvalde pür melal
Bazende derviş gibi hikmetin peşinde bir sufi
Bazen nefse uyup isyan eyleyen bir asi
Bazen de Nasuh gibi tezkiye eyleyen bir tövbekar
Bazen neşeli coşkun içi içine sığmayan bir ırmak
Bazen kurak iklimlerde susuz çöl gibi bir hicran
Bazen fedakâr bir baba rolünde sadece veren sehiv
Bazen bencil, kendini beğenen bir baği
Bazen haddini bilen ağır ve sabır timsali bir mütevekkil
Kâh isyankâr, asi korkusuz, serkeş bir kabadayı
Kâh ölümü öldüren er kişi gibi şahadete koşan şehit
Bazen bir bardak suda isyanlar çıkaran ayrılıkçı
Bazen serden geçti cehdinde bir mücahit
Küfre karşı baş kaldıran münzir bir münadi
Dilsizlere dil, elsizlere el olan ebul yetim
Bazen hikmet denizinde seyreden bir gemi
Bazen dünya âleminden başka
Yaşamın yokluğuna inanmış gibi yaşayan
Tul-i emellerle donanmış hayalperest
İnsanca algılanan kulluğa inat insansı yaşanan
Silik ve bayağı ahlaksız hayat
Bazende gökleri isyankâr şirklerle tekzip eden
avare zavallı bir yaşam
Bazen de ilimden yoksun ne yaptığını bilmeyen...
Bizlere biçilen bu hayata tepkimiz ne.?
Biz bunun için mi gönderildik.?
BİRAZ DÜŞÜNELİM Mİ
Ne dersiniz….

Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle ve senden alıkoyacak işlere bulaştırma...

Semiğna ve Atağna Ğufraneke Rabbena ve İleykel Masiyr.
İşittik ve İtaat Ettik. Ey Rabbimiz, Senin Mağfiretini Niyaz Ederiz....

Selam ve Dua ile..
Asri_Saadet
Per Mar 29, 2012 1:27 pm
 
Foruma git
Konuya git

İnsanlar Nelerle İmtihan Edilir?

İnsanlar Nelerle İmtihan Edilir?


Dünya hayatı, her insanın, asıl ve sonsuz ahiret yurduna ulaşmadan önce imtihan olduğu geçici bir mekandır. Her insanın fıtratına uygun olarak yaratılan imtihanların bir amacı, insanı imani anlamda olgunlaştırmak, onu sonsuz ahiret hayatına hazırlamaktır. İnananların dünyada yaşadıkları imtihan konularının neler olabileceği ve bunlar esnasında gösterdikleri güzel tavır Kuran'da şu şekilde tarif edilmiştir:

“Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır.”(Bakara Suresi, 155-157)

Zenginlikle İmtihan:

İnsan bolluk, zenginlik ve çok büyük nimetler içindeyken de Allah'ın razı olacağı umulan güzel ahlakı gösterip göstermediğiyle denenir. Çünkü bolluk dünyanın geçici süslerine dalan insan için bir deneme, Allah'ı ve ahireti unutturup yanıltan bir etken olabilir. Ama imanlı bir insan ne kadar büyük nimetler içinde olursa olsun asla Allah'a karşı nankörlük etmez.

İnkarcıların Baskısıyla, Tuzak ve Zulümleriyle İmtihan:

İnkarcıların hayrı engellemek için yaptıkları zorbalıklar, müminler için birer imtihandırlar. Mümin, “... sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız emirlere olan azimdendir.” (Al-i İmran Suresi,186) ayetinin hükmü gereği bunlara sabır göstermenin güzelliklere açılan bir yol olduğunu unutmaz.

Hastalıkla İmtihan:

Mümin, hastalığın Allah'tan gelen bir deneme olduğunun bilincindedir. Kendisine isabet eden ağır hastalıkta, bunun Allah'tan gelen bir imtihan olduğunun farkına varan ve yardımı yalnızca Allah'tan dileyip tevekküllü tavrını koruyan Hz. Eyüp bu konuda çok güzel bir örnek teşkil eder. Ayrıca şiddetli bir hastalık, kamil bir imana sahip olmayan insanın çabuk yılgınlık gösterebileceği ya da manevi zaaflarını ortaya çıkarabilen bir durumdur. Ancak bu zaafının farkına varan kişi, samimi iman sahibi ise hemen bunu telafi yoluna gider. Hastalık onun hatasını fark etmesine yol açtığı için güzellik halini alır. Fakirlik ve Açlık Korkusuyla İmtihan:

Şeytan, zayıf imanlı kimselere fakirlik korkusu verebilir. Müminlerse, canlarının, mallarının ve sahip oldukları herşeyin Allah'a ait olduğunu, rızkı verenin de alanın da Allah olduğunu bildikleri için, bunlarda meydana gelen bir eksilme onların ahlaklarını, düşünce yapılarını ve Allah'a olan sadakatlerini asla etkilemez.

Türlü Korkularla İmtihan:

Bazı insanlar ölüm korkusuyla, gelecek korkusuyla, sevdiklerini kaybetme ya da başarısızlık gibi korkularla imtihan olduklarında herşeyin kaderde olduğunu unutma gafletine düşebilirler. Oysa bunlar şeytanın kalplere korku salmak için verdiği telkinlerdir.

Duygusallıkla İmtihan:

Değişen şartlardan ruhen etkilenmek gibi Kuran'a ters düşen her hareket, bilinç altına yerleşen duygusallık telkininin bir işaretidir. Müminler bunun şeytandan gelen duygusallık telkini olduğunu bilir ve Kuran'a göre davranırlar.

Karamsarlık ve Ümitsizliğe Düşme:

Şeytan karamsarlık ve ümitsizlik telkini vererek insanları şevksiz bir ruh haline sürüklemeye çalışabilir ancak iman edenler bunun bir deneme olduğunu bilirler.

Vesvese ve Kuşkulara Kapılma:

Şeytan gerçekte var olmayan olayları insanların kafalarında sanki varmış gibi gösterir. Kişinin sevilmediği, güvenilmediği, başarısız bulunduğu gibi türlü kuşkulara kapılması bu imtihanlara birer örnektir.

Dünya Hayatının Süsleri ile İmtihan:

Şeytan kişiyi sonsuz ahiret hayatını düşünmekten alıkoyup dünya hayatına yöneltmek için mal, servet tutkusunu ya da sapkın eğlenceleri süslü göstermeye çalışır. Bu süsler de kişiye birer imtihan oluşturabilirler.

Öfke ve Kin Duyma:

Şeytan insanlara öfke ve kin telkini vermeye çalışır. İnsanların işlerinin planladıkları gibi gitmemesi, yakınlarına sinirlenip kızmaları, günlük yaşamın bir parçası olan örneğin trafik sıkışıklığı gibi durumlarda öfkelenip Kuran ahlakına uygun olmayan tavırlar sergilemelerini ister. Mümin için bu tip durumlar, “Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlardan bağışlama ile geçenlerdir.” (Al-i İmran Suresi, 134) ayetinin hükmü gereği öfkelerini yendikleri birer imtihan konumundadır.

Müminlerin Alacağı Güzel Sonuç

Dünyadaki imtihan ortamında, sağduyu sahibi insana düşen, vicdanının sesini dinleyip, Allah'ın kendisini bir denemeden geçirdiğini hiçbir şekilde unutmamaktır. Samimi kalple Allah'a yönelen bir insan karşısına ne tür bir zorluk çıkarsa çıksın, mutlaka bir kolaylıkla karşılaşacak ve doğruyu bulacaktır. Bu imtihan dünyasının en büyük sırlarından biri, iman edenler için mutlak bir kazançla noktalanmasıdır. En büyük kazanç ise hiç şüphesiz, iman edenlerin bu denemeler karşısında gösterdikleri güzel ahlak, cesaret ve metanetin, onların ahiretteki karşılıklarını ve derecelerini artıracak olmasıdır. Allah müminleri Kuran'da şöyle müjdelemiştir:

Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)

Selam ve Dua ile
Asri_Saadet
Per Mar 29, 2012 2:03 pm
 
Foruma git
Konuya git

DÖRT SORU.....

(Kıyamette herkes, şu dört suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz:
1- Ömrünü nasıl geçirdin?
2- İlmi ile nasıl amel ettin?
3- Malını nereden, nasıl kazandın ve nerelere harcettin?
4- Cismini, bedenini nerede yordun, hırpaladın?) [Tirmizi] Hadis-i Şerif (1)
Evet dostlarım Hesaba çekileceğimiz başka konular olmakla birlikte Kıyamet gününde bu dört konudan mutlaka hesaba çekileceğiz.Bunları göz önünde bulundurarak hayatımıza yön vermemiz gerekiyor. Yoksa işim çok zor
Bu konuda anlatılan hikayelerden biri şöyle.
Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş.Kabrin ilk gecesi çok önemli olduğu için "Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar.
Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal, "Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş. Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar. "O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış.
- Tamam, servetin yarısı senin, demişler.
- Aman,demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?

Burada zenginlik kötüdür diye düşünmemek gerekir düşünmemiz gereken paramızı helal yollardan mı kazanıyoruz yoksa haram yollardan mı? çalıştırdığımız işçilerin hakkını zamanında ve eksiksiz verebiliyor muyuz? ayrıca kazancımızın zekatını veriyor muyuz? Yoksulu gözetiyor muyuz? eğer bunlar yapabiliyorsak zenginlik fakirlikten daha iyidir.
Asr-ı Sadette gerçekleşen bu mevzu ile alakalı bir olayı aktararak konumuza devam edelim.
Ebu Hureyre radıyallahu anhu haber veriyor ve diyor ki : “Muhacirlerin fakirleri bir gün Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yanına gelerek:
— Ya Resulellah! Zenginler üstün dereceleri, sonsuz nimetleri kazandılar, diye şikâyette bulundular. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem;
— Bu nasıl oldu? Diye sordu. Dediler ki:
— Zenginler de bizim gibi namaz kılıyorlar, tuttuğumuz orucu tutuyorlar, sadaka veriyorlar, biz sakada veremiyoruz. Köle azâd ediyorlar, biz onu yapamıyoruz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

— Size bir şey öğreteyim, bu sayede, sizden önde gidenlere yetişirsiniz. Hatta ileri geçersiniz. Sizden sonra, sizin yaptıklarınız gibi yapmadıkça kimse sizden eftal olamaz. Her namazın sonunda 33 defa “Subhanellah”, 33 defa “Elhamdulillah”, 33 defa “Allahu Ekber” dersiniz buyurdular. Bir müddet sonra muhacirlerin fakirleri yine gelerek;
— Ya Resulallah! Zengin kardeşlerimiz bizim yaptıklarımızı işitmişler, (onlar da) bizim gibi yapmaya başladılar, dediler. Peygamber Efendimiz de buyurdu ki;
— Artık, bu Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir.” (Buhâri)

Görüldüğü gibi Allahın emirler ve yasaklarına riayet edilirse zenginlik hem kişinin dünya ve Ahretini kurtarmasına sebep oluyor hem de çevresine faydası oluyor. Ebubekir efendimiz elinde neyi var neyi yoksa Allah yolunda harcayarak en öne geçmedi mi?Elbette fakirlik de kötü değildir efendimiz dileseydi dağlar onun için altına dönüştürelecekti Cebrail aleyhiselamın bu teklifini efendimiz kabul etmedi:" Benim bir gün aç kalmam bir gün tok kalmam, aç kalınca Mevlama dua ve niyaz etmem, tok kalınca hamdetmem daha haıyırlıdır" buyurdu.. Ayrıca fakirlerin cennete beşyüz yıl önce gireceklerini de unutmamak gerekir. yoksulluğa sabretmenin karşılığı bu olsa gerek. Kardeşlerim şükreden zengin mi sabreden fakir mi üstündür konusu hep tartışılmıştır. kimi alimler şükreden zengin üstündür demiş kimi alimlerimiz sabreden fakir üstündür demiştir. Bizce iki tarafta haklıdır çünkü heri iki tarafında delilleri kuvetlidir ve doğrudur. hal böyle olunca orta yolu bulmak gerekir. o da şudur Kişi haline bakmalı eğer şeriate göre zengin ise Allah ve Rasulunün emrine ve nehyine kulak vermeli adımını ona göre atmalı Allahın kendine bahşettiği bu nimetlere karşı şükretmeli yeterince hayır hasenatını yapmalıdır. Eğer kişi şeriate göre fakir ise harama sapmadan yaşamını sürdürmeye çalışmalı, isyan etmemeli ve başkasının malına göz dikmemelidir. Allahın takdir ve taksimine razı olamlıdır. Bu durumda her ikisi de karlı çıkacaktır. Doğrusunu Allah bilir.
Kardeşlerim konumuza dönecek olursak diğer hususlara da en az bu kadar titiz davranmalıyız ki Rabbimizin bizlere verdiği emanetleri gereğince korumuş olalım ve Ahirette hesabımız kolay osun üstelik ahiretteki hesap kabir sualine hiç benzemez. Eğer bu dört suale ve Rabbimizin soracağı diğer suallere menfi cevap veremezsek hesabımız hiç de kolay olmayacaktır Hesap verme süresi uzadıkça uzayacak; aylar, yıllar hatta asırlarca sürebilecektir. Bazı mümin kardeşlerimiz sorgusuz sualsiz cennete giderken biz hesap yerinde tabiri caiz ise "mıh" gibi çakılıp kalacağız Yaradanımıza karşı diyecek bir tek sözümüz olmayacaktır olamaz da sadece Onun affı mağfiretini boyun eğerek beklemekten başka.
Can dostlarım hayat beleş, cennet kolayca girilecek yer değil. Yüce Yaradanımız bizden say-i gayret istiyor, kendisine kulluk etmemizi istiyor,başkalarına maddi ve manevi yardım etmemizi istiyor ve dahası mal ve can emanetini aldığımız gibi tertemiz teslim etmemizi istiyor.Bu Rabbizin bizim üzerimizdeki hakkıdır çünkü Yüce yaratıcımız Allah Celle Celalühü bizi diğer canlılardan ve bütün mevcudattan üstün kılmış işte biz bu üstünlük sayesinde sorumluluk altına girmişiz.Mesala insan ve cinler haricindeki canlılara sorgu sual yok çünkü onlara kâinata hükmedecek meziyetler verilmemiş bunun için ne sorgu var ne sual İnsn cin ve melekler hariç diğer bütün canlılar yok olup gidecekler. bu mesuliyeti üslenenler ebedi yaşayacak tabi ki emenete riayet ederse mükafatı var emaneti korumadı ise cezası var. Allah azimüşan İlahi fermanı olan kuranı keriminde bu gerçeği açıklamak üzere buyuruyor ki:“Biz, emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor Ahzab Sûresi, 72 ayet. Bu ayette geçen emaneten kasıt yukarıda da bahsedildiği üzere insan Allahın kendine başettiği üstün vasıfları sayesinde diğer canlılardan ayrılır ve bu nedenle dir ki yeryüzünde Allahın halifesi olma vasfına sahiptir yani emanet: Yeryüzünde Allahın emir ve hükmünü yürütme görevidir.ve insanın emrine verilen herşey birer emanettir ve dahi emanet din-i mübindir (İslam ) insan işte böylesine önemli ve ağır bir yük yüklenmiştir.
Kardeşlerim ahirette bu dört suale ve sorulacak diğer suallere herkez kendisi haline göre cevap verecekdir.Biz sadece ilerde başımaıza gelebilecek olanı yani efendimizin ümmetine uyarısını anlatmaya hatırlatmaya çalıştık umuyoruz ki fayda sağlar Allah cümlemizin hesabını kolay eylesin hatta biz kullarınıda sorgusuz süalsiz cennet giren ve Cemaliyle müşerref olanlardan eylesin. Amin
Dostlarım hayatımız boyunca her konuda göz önünde bulundurmamız gereken bir düsturu tekrar hatırlatmak istiyor ve diyorum ki Mevlamıza olan kulluk vazifemizi yaparken bu vazifeyi gazab-ı illahiden korktuğumuz için değil bilakis onun sevdiğimiz için yapalım. Herşeyden ve herkesten önce onun sevilmeye layik olduğunu aklımızdan hiç çıkarmayalım Onu sevdiğimizi ispat edebilmek için de Kuranda ne varsa, kainatın efendisinin sünneti saniyesi nasıl ve ne şekilde ise gücümüz yettiği oranda sabırla ve üstün gayret sarfederek öğrenelim, yaşayalım, yaşatmaya çalışalım. Önce kendimiz yapalım imanlı kardeşlerimize hakkı ve hakikati tevsiye edelim böyle yaparsak bundan emin olun ki iki cihanda rahat ederiz. Biziznillahi taala hiç bir şey bize zarar veremez. Allaha emanet olunuz..Rabbim bizleri sualları kolay olan kullarından eylesin inşallah aminnnn ecmainnnnn selam ve dua ile Hacegan.....
Hacegan__
Pts Nis 02, 2012 3:50 am
 
Foruma git
Konuya git

“İstiğfâr okuyunuz, imdâdınıza yetişirim”

“İstiğfâr okuyunuz, imdâdınıza yetişirim”
Tövbe; harâm, günah işledikten sonra, pişmân olup,Allah ü teâlâdan korkmak, bir dahâ yapmamaya azmetmek, karar vermek demektir. Günâhın dünyâdaki zararından korkarak pişmân olmak, tövbe olmaz. Nûr sûresinin 31. âyetinde meâlen;
(Ey mü’minler! allaha tövbe ediniz!) buyuruldu.
Günâhtan sonra hemen tövbe etmek farzdır. Tövbeyi geciktirmek de, büyük günâhtır. Bunun için de, ayrıca tövbe etmek lâzımdır. Farzı yapmamanın günâhı, ancak kazâ etmekle affolur. Bekara sûresinin 222. âyetinde meâlen;
Allah(ü teâlâ, tövbe edenleri sever) buyuruldu.
Günâh işleyince, hemen kalb ile tövbe ve dil ile de istiğfâr etmelidir. Gizli yapılan günâhın tövbesi gizli, açıkça işlenen günâhın tövbesi de açıkça olmalı ve tövbeyi geciktirmemelidir. Bir kimse, bir günâh işlediği zaman, bu günâhı melekler hemen yazmaz, bir müddet beklerler. Bu zamân içinde tövbe edilirse, hiç yazılmaz, tövbe edilmezse, bir günâh yazılır. Tövbeyi geciktirmek de, büyük günâhtır. Bir kimsenin; hayatta kaldığı sürece yani ölünceye kadar, şartlarına uyarak yaptığı tövbe, hep kabûl olur. Hadîs-i şerîfte;
(Tövbe eden günâh işlememiş gibi olur) buyuruldu.

TÖVBE ETMEK FARZDIR...
İşlenen günâhlara tövbe etmek, herkese farz-ı ayındır ve hiç kimse tövbeden kurtulamaz. Peygamberlerin hepsi de tövbe ederdi. Peygamber efendimiz bile;
(Kalbimde envâr-ı ilâhiyyenin, ilâhi nûrların gelmesine engel olan perde hâsıl oluyor. Bunun için her gün, yetmiş kerre istiğfâr ediyorum) buyurmuştur.
İşlenen günâhta, kul hakkı yoksa, böyle günâhlar için tövbe etmek; pişmân olmakla, istiğfâr okumakla,Allah ü teâlâdan utanıp, sıkılıp, Ondan af dilemekle olur. Eğer yapılması emredilen farzlardan birisi yapılmamış ise, bunun günâhının affı için, tövbe etmekle birlikte, o farzı da yapmak, kazâ etmek lâzımdır. İşlenen günâha pişman olmadan yapılan tövbe kabul olmaz. Zira hadis-i şerifte;
(Günâhına pişmân olmayıp, dili ile istiğfâr eden, günâhında devâm edicidir. Rabbi ile alay etmektedir) buyuruldu.
İşlenen günâhta kul hakkı da varsa, buna tövbe için, kul hakkını hemen ödemek, onunla helâllaşmak, ona iyilik ve duâ etmek de lâzımdır. Hak sâhibi ölmüş ise, ona duâ, istiğfâr edip çocuklarına, vârislerine verip ödemeli, bunlara iyilik yapmalıdır. Çocukları, vârisleri bilinmiyorsa, mal ve parayı fakirlere sadaka verip, sevâbını hak sâhibine niyyet etmelidir. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
(Günâh işleyen biri, pişmân olur, abdest alıp namâz kılar ve günâhı için istiğfâr ederse, Allahü teâlâ, o günâhı elbette affeder. ÇünküAllah ü teâlâ, Nisâ sûresinin 109. âyetinde; biri günâh işler veyâ kendine zulmeder, sonra pişmân olup, Allahü teâlâya istiğfâr ederse,Allah ü teâlâyı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur, buyurmaktadır.)
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Tövbeden,Allah ü teâlâya boyun bükmekten söyleşmemiz, verâ ve takvâdan konuşmamız hoş olur. Nûr sûresi, 31. âyet-i kerîmesinde meâlen; (Ey mü’minler! Hepiniz, Allahü teâlâya tövbe ediniz! Tövbe etmekle kurtulabilirsiniz) buyurulmuştur.”
Lokman hakîm hazretleri oğluna nasîhat ederek;
“Oğlum, tövbeyi yarına bırakma! Çünkü ölüm, ânsızın gelip yakalar” buyurmuştur.
İmâm-ı Mücâhid hazretleri de;
“Her sabâh ve akşam tövbe etmeyen kimse, kendine zulmeder” buyurmaktadır.

MURADA KAVUŞMAK İÇİN...
Fevâid-i Osmâniyye kitâbında buyuruluyor ki:
“Şifâ için, tövbe ediniz ve istiğfârı çok okuyunuz. Yanî, Estağfirullâhel’azîm ve etûbü ileyh deyiniz! Bütün dertlere, sıkıntılara karşı faydalıdır. İstiğfâr, insanı her murâda, âfiyete kavuşturur.”
Netice olarak istiğfâr etmek; “estağfirullah” veyâ “estağfirullah min külli mâ kerih” demektir. Her günâhın affı için, kalb ile tövbe etmek, dil ile istiğfâr okumak ve beden ile kazâ etmek lâzımdır. Yüz kerre tesbîh etmek yani “Sübhân-il-azîm ve bi-hamdihi” demek, sadaka vermek ve bir gün oruç tutmak, çok iyi olur. Hûd sûresinin 52. âyet-i kerîmesinde meâlen buyurulduğu gibi:
(İstiğfâr okuyunuz! İmdâdınıza yetişirim.)
Asri_Saadet
Çar Nis 11, 2012 9:39 am
 
Foruma git
Konuya git

SEVMEK VE SEVİLMEK : Tehvid Deryasi

İnsanlar bu Dünyaya, sevmek, sevilmek ve sevdirmek için gönderilmişlerdir. Yoksa üç günlük yaşamları müddetince, bir birleriyle kavga etmek, geçimsizlik ve mutsuzluk için gelmemişlerdir. Neden insanlar birbirlerini sevmiyorlar. Neden bütün yaşamını Dünyadaki cehennemde geçirmekten kurtulamıyorlar. Aklını, fikrini ve bütün zihinsel düşünüşlerini, ekonomik meselelerden, üzüntü ve Dünya debdebelerinden kendini Hakka doğru döndüremiyor.

İşte bu soruların Cevabı Tevhidde mevcuttur. Ne yazikki bunlarıda bilmediğimiz için, maalesef bu Cehennemden kurtulmamız mümkün olmıyor.

Kuranı kerimin Araf suresi 179 Cin ve insin çoğunu Cehennem için yarattık. onların kalpleri vardır tefekkür etmezler, gözleri vardır Hakikatı görmez, kulakları vardır Hakikatı duymaz, işte bunlar Hayvan gibidirler buyurulmuştur. Şu halde çoğunluktaki insanların, mutsuz ve azapta oldukları anlaşılmaktadır. Dünyada cehennem, kişilerin haktan kendilerini uzak hissetmeleri, ve Cenabı Hakkın tecelli mazharlarını Haktan ayrı imiş gibi görüp, itilaftan kurtulamayıp azap çekmeleridir.

Her tecelli Hakkın olduğu halde, nedir bu kavgalar, ve itilaflar diye soracak olursanız, her tecellinin failinin Allah olduğunu bilmeme cehaletidir. Zira kişideki Cehennem azabı cehaletinden ve Haktan uzak oluşundan başkası değildir. Cenabı Allah, 18 bin Alemde, zerreden kürreye kadar, zatını ilan etmiştir. İlan etmesi demek, her varlıkta zuhura gelmesidir. demektir. şu halde sevmeyip itilaf ettiğimiz, kişi veya varlıkların, kendilerine ait hiçbir güç ve kuvveti yoktur. Onların mazharından bizlerdeki, malumata göre Cenabı Hak, o aletleri, bizlere kullanmaktadır. Neden o eksik mazharları başkalarına değilde, bize kullanıyor. Çünkü bizlerde eksiklik var. onları bize kullanmasa başkalarına kullanaçak. onun için her türlü olayda, başkaların suçlamak değilde; kendimizi gözden geçirip düzeldiğimizde, bir daha bu eksik tecellinin olmadığını görürüz. Çünkü Allah bizlere, hiçbir mahlukata vermediği, Akıl, fikir, irade ve ilim gibi yüce Emanetler vermiştir. Bunları yerinde, doğru kullanırsak, o zaman azabımız azalacaktır.

Surette kalanlar ve suret için ömrünü bitirenler, azap ve mutsuzluktan kurtulamamışlardır. Suretlerin hiçbir hükmünün olmadığını bilenler, siyret için çalışıp onun bilincine erenler, mutluluk ve saadet içinde, Dünyada iken Cennetlerini yaşayacaklardir. Dünyada Cennet ve Cehennem vardır. Ahirette de Cennet ve Cehennem vardır. Dünyadaki Cehennem Haktan uzak olmak, ve her türlü izdirab ve kederleri onların Cehennemi olmaktadır. Dünyadaki Cennetleri ise;Hakla beraber olup, huzur ve mutluluk ve saadet içinde zevkleridir.

Dünya zahir 5 duygumuzla algıladığımız kesafet Alemidir. Ahiret ise;Batın duygularımız diye vasıflandırdığımız, hissi müşterekimiz olan batın duygularla algılanan bir Alemdir. Zahir duyguların bu Alemde gecerliliği yoktur.

Dünyada iken Hakka olan yakınlığından (ilmel yakınlık, aynel yakınlık, hakkal yakınlık)la aldığı zevkler, sıfatlara bürünerek karşısına çıkacaktır. Dünya (Ahiretin tarlasıdır). hadisi bize bunu bildirmektedir. Dünyada ama olan Ahirettede amadır ayeti kerimesi bizlere Dünyada iken, bütün fiillerin failini çok iyi tanımamızı, her varlığı sevdiğimizde onların özünün, Cenabı Hakkın bir tecellisi olması nedeniyle bizzat Rabbımızı sevdiğimizi anlamış olacağız. Cenabı Hak kendinden başka bir varlık yaratmamışki, seven ve sevilen olsun. Sevende kendisi, sevilende kendisidir. Yeterki biz bu irfaniyete sahip olup mutluluk içinde yaşayalım. yoksa kendi azabımızı kendimiz hazırlamış oluruz.

Aşkınla sararıp soldum

Kah yanıp kül oldum

Seni her yerde aradım

Sonunda kendimde buldum.



Aşk Ateşini yanar sandım

Gönlümde hep seni andım

Ananda sen, anılanda sen olduğunu bildim.

Ahmetteki aşkın ve Aşıkın özünü gördüm.

Herkez bu gün kendine sorsun. Stres, üzüntü, keder ve mutsuz bir halde, Dünya ile ilgili, alamadım, veremedim diyorsa, Dünyada, bu Cehennem azabından başka bir azabmı bekliyor. Bu azab ona yetmiyormu. ondaki gayriyet ve Hakkın, her türlü tecellilerine vakıf olmadığı için, Cehennem azabından bir türlü kurtulamıyor. Tevhid ehlide, Hakkın bütün tecellilerine, vakıf olduğu için, fiillerin failini görüyor. hangi mazharı nerede kullandığını, bu olaya karşı nasıl hareket gerektiğini bildiği için, Mutluluk, Saadet ve Refah içinde yaşıyor. Dünyada o kişiye bundan güzel Cennetmi olur. Hasan Fehmi Hz. leri bir ilahisinde:

Kahrı lutfu bilmeyen hiçbir dem rahat olmaz.

Buyuruyor. Kahrında lutfundaki, fiilin faili Allahtır. Kime, ve ne için kullandığında Tefekkür ettiğimizde, her şeyin yerinde ve doğru olduğunu görerek Cennete girmiş oluruz.

Cenabı Allah, cümlemizi iki Cihanda seven ve sevilen mutlu kişilerden eylesin Amin. ecmain

Selam ve Dua ile
Asri_Saadett
Pzr Nis 15, 2012 9:41 pm
 
Foruma git
Konuya git

Kalbin kırılmasına asıl kim kırılır?

Kalp kırmamak, insanlar arası ilişkilerde dikkate şayan bir hassasiyetimiz olmalıdır hususunda aslında hepimiz hem fikiriz ama; bunun ne kadar çok öneme haiz bir davranış olması gerektiğini şu kısa, öz ama çok sarsıcı hakikatler ifade etse gerek..


Kalbin iki ciheti vardır. Birincisi müdğai kalb, sureti kalb dediğimiz elle tutulan, gözle görülen kalptir.
İkincisi de kendisinde zikrullahın cereyan ettiği, füyuzatın aktığı ,kalbi hakikidir, ya da latifei kalptir. Cenab-ı Hakk'ın; "Ben yerlere ve göklere sığmam ancak takva sahibi kullarımın kalbine sığarım." buyurduğu kalbi hakikidir. Kainatın icmalisinin insanda teşekkül ettiğini göz önünde bulundurursak, kalb de insanın merkezi olduğuna göre Cenab-ı Hakk'ın kalbe ne denli kıymet verdiğini daha iyi anlarız.

İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Mektubatında (3.cilt-45) ifade ettiği üzre Cenab-ı Hakka şu kainatta en yakın olan şey kalptir. Bu yakınlığı "Carullah" (Allahın komşusu) şeklinde teşbih eden Rabbani Hazretleri , ister mümin olsun, ister kafir olsun, ister asi olsun komşuluk hakkı olarak, komşunun başına gelen bir duruma komşusunun hemen müdahele ettiği gibi, Cenab-ı Hakkında komşusu olan kalbi asi bile olsa himaye ettiğini ifade eder.

Bu öyle bir himayedir ki, "Küfürden sonra, Sübhan Allah'a eziyet etmeye sebep olan kalb eziyeti gibi bir günah yoktur."


Bu minvalde Peygamber Efendimiz s.a.v, Riyadün- Nasihin isimli kitapta geçen bir Hadiste Kalp kırmayı kabe yıkmak ile tebih ederek şöyle buyurmaktadır.
"Bir Müslümanın kalbini kırmak, haksız olarak incitmek, Kâbe’yi 70 kere yıkmaktan daha günahtır."

Bunun hikmetine binaen Mevlana Hz.lerinin şu sözünü ifade edebiliriz.

“Kâbe, Azer’in oğlu Halil İbrahim’in yaptığı bir binadır. Kalp ise, yüce Allah’ın nazargâhıdır. Bu sebeple, bir gönül yıkmak, bin kâbe yıkmaktan daha kötüdür”

İşte bundan dolayı Yunus Emre, (Bir gönül yapmak, yüz Kâbe’yi yapmaktan iyidir-) demiştir. Burada Kâbe küçümsenmiyor, gönül yapmanın önemi vurgulanıyor. Bu inceliği iyi anlamalıdır.

Son olarak; Ebul Faruk Hazretleri, üniversite talebesine 5 maddelik nasihatlerinde gönül almayı Cennetin firdevs kapısını açmaya teşbih eder. Ve, "Bir gönül kırmak, 40 vakit namazın sevabını kaybettirir." buyurur.

O halde biz müminler âhirette iflas etmiş duruma düşmemek için, günahlardan, özellikle kalb kırmaktan çok sakınmalıyız. Ve her gün insanlara iyilik edip, gönüllerini almayı kendimize hedef tayin etmeliyiz.

Selam Ve Dua ile
MelekNur
Cum Nis 13, 2012 9:30 am
 
Foruma git
Konuya git

herşeyden önce sağlık....

LİMON SUYU VE SARIMSAK MUCİZESİ
BUNU YILDA BİR KEZ MUTLAKA YAPIN

Özellikle Rus doktorların tavsiye ettiği kalp ...ve damar hastalıkları reçetesi mucizevi sonuçlar veriyor. Bitkilerle doğal tedavi yöntemine son derece önem veren Rus tıp dünyası, bu formülü yüzlerce yıldır kullanıyor ve son derece başarılı sonuçlar elde ediyor. Limon suyu ve sarımsakla yapılan karışım, damar sertlikleri, damar yağlanması, damar tıkanıklıkları ve tansiyon gibi sorunları kalıcı olarak ortadan kaldırıyor.

Türkiye'deki bazı doktorlar da hastalarına bu formülü öneriyor.

EVİNİZDE KENDİNİZ YAPABİLİRSİNİZ

- 2 Litre hiç su katılmamış sıkılmış limon suyu

- 40 diş soyulmuş ve ezilmiş sarımsak (Mümkünse Anadolu'da yetiştirilmiş ithal olmayan sarımsaklardan)

- Ağzı sıkı kapanan koyu renkli bir kavanoz (2 litrelik pet şişeler de kullanılabilir)

HAZIRLANIŞI

2 Litrelik kavanoz ya da pet şişeyi dolduracak kadar limon satın alın. Limonların suyunu iyice sıkıp şişeye doldurun. Soyulmuş 40 diş orta boy sarımsağı yıkamadan ve ezerek limonun içine atıp şişenin kapağını sıkıca kapatın. 25 gün boyunca normal ılık bir yerde tutun ve her gün birkaç kez çalkalayın. Yaklaşık 25 gün sonra sarımsakların limon suyunun içinde eridiğini göreceksiniz.

25 gün sonra hazır hale gelen karışımdan her sabah kahvaltıdan yarım saat önce yarım çay bardağı için. Bunu hergün düzenli olarak ve mümkünse aynı saatte yapın. Bu karışımın içine asla başka bir madde (şeker, tuz, tatlandırıcı vs. katmayın)

YÜZDE 100 KANITLANMIŞ FAYDALARI

1- Tüm damar iltihaplarını (vasküler) tedavi ediyor, tıkanan damarları açıyor, damar sertliklerini ve hipertansiyonu
önlüyor.

2- Kolesterol ve lipidi düşürüyor, zararlı yağların yakılmasını sağlıyor, kilo verdiriyor (bazal metabolizmayı hızlandırıp yağların yakılmasını sağladığı için iştahı açıyor.), vücuttaki şeker oranını dengeliyor, pankreasin yenilemesini sağlıyor.

3- Böbrek ve safra taşlarını eritiyor, idrar söktürüyor, vücuttaki şişkinliği yok ediyor ve dokularda ödem oluşmasını engelliyor.

4- Helycobeacter pylori adlı ülser mikrobunu öldürerek mide ve oniki parmak bağırsağı ülserinin kesin tedavisini
yapıyor.

5- Tüm romatizmal iltihabi önleyor, her tür romatizmal ağrıları dindiriyor, kireçlenmeyi önlüyor, eklem yüzeylerinin
yenilenmesini sağlıyor ve her türlü ağrıyı kesiyor.

6- Beyin hücreleri ve tüm sinir sistemlerini yeniliyor, sinirdeki aksiyon potansiyelini düzenleyip ileri-refleks hızını artırıyor, felç ve inme riskini azaltıyor.

7- Vücudun bağışıklık sistemini son derece mükemmel hale getiriyor ve her türlü alerjiyi, özellikle de damarsal kökenli ve strese bağlı cilt alerjilerini kökünden engelliyor. Kanser oluşumlarına karşı tüm vücudu koruyor.
Leydiii__
Pts Nis 16, 2012 8:36 pm
 
Foruma git
Konuya git

Bugün özel bir gün çünkü ben bugün de yaşıyorum..

Bugün özel bir gün çünkü ben bugün de yaşıyorum..

Güneşin o ilk doğuş anına en son ne zaman tanık oldun? İnsanoğlu, taptaze ışıklarının tüm vücuduna yayılmasını ne zaman izledin kendinde, bir sonbahar sabahı o ılıklığı ne zaman hissettin yüreğinde?.

Bizler aslında bize her günün bir lütuf olduğunu anlamayacak denli duyarsız bir biçimde geçip gidiyoruz bu yaşamdan. Hanginiz sabah gözünü açtığında bunu dünyaya tekrarlıyor:

Bugün özel bir gün çünkü ben bugün de yaşıyorum, gözlerim açık, ilk soluğumu bilinçli bir biçimde çektim içime, bu bir ayrıcalık, bugün özel bir gün, evet.Bugün bana bir gün daha yaşama şansı verildi diye

İnsan yaşamında ne sorunlar var ama biz o kazağı alamadık diye tüm günü o güzelim ruhumuza ve bedenimize azap çektirmekle geçiriyoruz ya da sevgiliniz sizin sevginizin yüceliğini anlamadı diye kahroluyoruz ya da sular gitti diye, hava soğudu diye tüm gün kendimize ve sevdiklerimize surat asıyoruz.

Bir de şöyle düşünelim; siz başlı başına bir yaşamsınız ve yaşamda telafi edilemeyecek tek şey ölümdür. Sular elbette gelecektir, soğuk hava için biraz daha sıkı giyinebiliriz, sevgilin seni anlamıyorsa aslında senin sevdana layık olmadığını pekala algılayabilirsin.

Peki, bu yaşama ne zaman gülümseyeceksin, ne zaman kendin için bir şeyler yapacaksın, en sevdiğin çiçeği neden hala başkalarından bekliyorsun, bugün kendine niye o çiçeği almıyorsun, ne zaman miskinliğinden bir sabah da ödün verip doğanın ısrarla uyanışına kendini de tanık etmiyorsun?

Unutma ki bu yaşamı güzelleştirecek olan da çekilmez hale getirecek olan da sensin, sakın başkalarını suçlama.

Hadi artık her sabah yüreğine kocaman gülümsemelerle dolu bir soluk çek ve tüm gün verdiğin her soluğun içine bu gülümsemelerden katarak çevrendeki tüm canlı varlıkları varlığından haberdar et. Yaşama öylesine gelme ve de öylesine gitme.

Unutma ki bir ağacın gövdesine sarıldığında onun kalp atışlarını duyabilecek denli bu dünyada duyarlı yaşamak senin elinde. Tanıdığın ya da tanımadığın olsun, yeryüzündeki canlıların hiç birinden hiçbir zaman,
gülümsemeni esirgeme

Unutma sen bu dünyada başlı başına bir yaşamsın ve .
Yalnızca bu nedenle bile, senin varlığın çok, çok özel.
Ve şunuda asla unutma nerden geldin nereye gidiyorsun bunu sakın unutma.


Selam ve Dua ile
Asri_Saadett
Çar Nis 18, 2012 6:25 pm
 
Foruma git
Konuya git

KÖTÜNÜN KİLİDİ HAYRIN ANAHTARI.

Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. buyurmuştur:
“Yapamıyorsanız dahi iyiliği emredin, sakınamıyorsanız dahi kötülükten sakındırın.” (İbn Mübarek; Heysemî)
Yani Efendimiz s.a.v. buyuruyor ki, daima iyilik, doğruluk üzere olun, kendiniz yapamasanız bile başkasına iyiliği tavsiye edin. Kötülük yapmayın, kötülükten sakınamasanız da başkasını kötülüğe, yanlışa sevk etmeyin, kötülükten sakındırın.
Allah Rasulü s.a.v. her hâlükârda iyilik ve doğruluk üzere olmamızı ve çevremizdeki insanları göz önünde bulundurmamazı, onlara kötü örnek olmamamızı emrediyor. Çünkü müslüman kimse, hayatıyla, sözüyle örnek olandır.
Efendimiz s.a.v. buyurmuştur:
“Mümin müminin aynasıdır Onun üzerinde bir şey gördüğünde onu alır, atar.” (Münâvî)
Ebü’l-Leys Semerkandî k.s. hazretleri şöyle buyuruyor:
“İyiliği emreden ve kötülükten de sakındıran kimseler hayrın anahtarı, şerrin de kilididir. Bu gibi kimseler müminlerdir. Allah Tealâ’nın ayet-i kerimesinde buyurduğu gibi:
‘Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirilerinin dost ve yardımcılarıdır. İyiliği emreder, kötülükten men ederler.’ (Tevbe, 71)
Kötülük yapan, yapılmasına sebep olan ve iyilik yapılmasına da engel olan kimseler ise şerrin anahtarıdır. Bu münafıklığın alametidir. Allah Tealâ’nın ayet-i kerimesinde buyurduğu gibi:
‘Münafık erkekler ile münafık kadınlar (sizden değil) birbirlerindendir. Onlar kötülüğe sevk ederler, iyilikten alıkoyarlar.’ (Tevbe, 67)”
Mümin kimse kendi nefsi kadar ailesi ve çevresinden de sorumludur. Hatta kişinin kendine yaptığı kötülükleri Allah affeder. Fakat kişi bir başkasını kötülüğe sevk ettiğinde kul hakkına girer, yanlış bir çığır açmış olur. Cenab-ı Mevlâ da helalllik almadan kul hakkını bağışlamaz. Açtığı yanlış çığır devam ettikçe de o kişinin günahı artar. Öyleyse bu noktada büyük dikkat gerekiyor.
Kişi kendi üzerine bulaşan manevi leke ve kirlerden tövbe ederek kurtulabilir. Çünkü tövbe kapısı kıyamete kadar açıktır. Fakat kişinin bir başkasına bulaştırdığı günahlar için sadece kendi çabası yetmez.
Yine insanın başkalarına yaptığı iyilikler ahiret günü şefaatçi olacaktır. Nitekim Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. buyuruyor:
“Şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler içindir. Bir adamın ateşe atılması için emir verilir. Giderken dünyada iken su verdiği bir adama rastlar, onu tanır ve ona;
– Benim için şefaat etmeyecek misin, der. Adam;
– Sen de kimsin, diye sorar.
– Ben sana falan gün su içirmedim mi, deyince adam onu tanır ve şefaatçi olur. Böylece geri çevrilir ve cennete gider.” (Tirmizî)
Buna benzer daha birçok hadis-i şerif vardır. Bu hadislerden anlaşılan, kendimiz için hayırlı amel ve iş yapamamış olsak da, iman ile öldükten sonra, diğer müslümanlara yaptığımız iyilikler, tavsiyelerimiz, onları kötülüklerden engellememiz affedilmemize vesile olur. Çünkü Cenab-ı Mevlâ affetmeyi sever ve çok affedicidir.
İyilikten maksat ‘maruf’tur, yani Kur’an’a, Sünnet’e ve akl-ı selime uygun olandır. Kötülük ise bunlara aykırı olandır. Buradaki akla uygunluk da, Kur’an ve Sünnet terazisinden geçtikten sonraki uygunluktur. Yoksa maddeci anlayış değil.
Meşhur bir hadis-i şerifte Efendimiz s.a.v. buyuruyor:
“Sizden biri bir kötülük gördüğünde eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı imanın en zayıf mertebesidir.” (Müslim; Tirmizî; İbn Mâce)
Bazı alimler bu hadisteki, kötülüğü el ile düzeltmek idarecilerin, dil ile düzeltmek alimlerin ve kalp ile buğzetmek de halkın görevidir demişlerdir. Bu açıklamanın sebebi, gelişi güzel kötülüğü düzeltmeye çalışmanın daha bir çok kötülüğe, yanlışlığa sebep olma ihtimali dolayısıyladır.
İyiliği emreden ve kötülükten de sakındıran kişinin, bunu yaparken muhtabının rencide olmaması önemlidir. Çünkü sevdireyim derken nefrete sebep olabiliriz. Yine engelleyeyim derken de insanları küçük duruma düşürebiliriz. Bunlara dikkat etmek gerekiyor.
Farklı bir çağda yaşıyoruz. Öncelikle kendimizi ve sorumlu olduğumuz ailemizi, çocuklarımızı yanlışlardan, günahlardan koruyabilsek en doğru olanı yapmış oluruz. Bu zor zamanda belki tam manasıyla ancak bunu başarabiliriz. Herkes öncelikle kendi nefsini muhafaza edebilse önemli bir aşama kaydedilmiş olur.
İslâm hayat dinidir, toplum dinidir. Hükümleri toplu yaşama üzerine konulmuştur. Bütün ibadetlerde, helal ve haramlarda insan unsuru göz önünde bulundurulur.
Dolayısıyla herkesin ‘maruf’ üzere hareket ettiği bir toplumda iyilik yaygınlaşır, kötülük ise uzak durulan bir iş olur. Bunu sağlayan da cemaat faktörüdür. Müslüman bir kimse bu durumu göz önünde bulundururarak hareket eder ve çevresindekileri, ailesinin, çocuklarının geleceğini düşünür. Tabii ki bu gelecek dünyalıktan ziyade ahiret üzerine inşa edilmelidir.
Cenab-ı Mevlâ müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Âl-i İmrân, 110)
Ayet-i kerimede Ümmet-i Muhammed’in vasfı olarak iyiliği emretme ve kötülüğü engellemenin yanında “Allah’a inanırsınız” buyuruluyor. Bu inanış, müslümanın ayırt edici özelliğidir. Yaptıklarını, yapmak istediklerini Allah için yapar; yapmadıklarını yine Allah yasakladı diye yapmaz. Bu şuurda olmak müslümanlar olarak hepimizin görevidir.
Rabbimizin tevfik ve inayetiyle…Hacegan...
Hacegan__
Per Nis 19, 2012 3:31 am
 
Foruma git
Konuya git

BENIM DEDIKLERIM BENIM OLSAYDI !!!

Benim Dediklerim Benim Olsaydı !!!
Benim diyerek sahiplendiklerimiz gerçekten bizim olsaydı, acaba onları terk eder miydik? Ben, son durağı belirsiz bir yolda ilerliyorum, benim dediklerimin hiç birisi bana yol arkadaşlığı etmiyorlar. Her durakta birisi beni terk ediyor. Bunlar benim olsaydı, beni bırakıp giderler miydi? Veya ben onları elimden bırakır mıydım acaba?

Demek ki benim dediklerimin hiç birisi benim değilmiş.

Benim çocukluğum, benim gençliğim benim sağlığım sıhatim diyoruz ama,hiç birisi bizde kalmıyor. Şöyle bir geriye doğru dönüp bakıyorum, bir zamanlar benim olanların birçoğu bugün benden ayrı ve uzakta bulunuyor. Onları tekrar elde etme imkânım da yok. Her gün bedenimizden bir şeyler değişiyor, bazı hücreler gidiyor, yenileri geliyor. Belli bir yaştan sonra gidenler artarken gelenler azalıyor. En sonunda "benim" dediğimiz cesedimiz de bizden ayrılıp toprağın bağrına düşüyor.

Demek ki bu beden bize ait değilmiş.

Çok güzel bir eve, çok değerli eşyalara, son model arabalara sahip olanlar var. Kimisi fabrika sahibidir, kimisinin şirketleri, holdingleri vardır. Kimisi de çok büyük bir şöhret ve servet sahibidir. Ama bir bakarsınız, bir deprem olur, sarayları köşkleri yerle bir olur. Bir kaza meydana gelir, son model arabaları hurdaya döner. Şirketler iflas eder holdingler batar. Bugün sevilen ve alkışlanan ünlü bir sanatçı, yarın unutulur gider, şöhretini de servetini de kaybeder.

Demek ki insana verilen mal, mülk, servet ve şöhret ona ait değilmiş.

Eskiden dünyayı titreten krallar, hükümdarlar ve padişahlar vardı. Koca kıt'a lara hükmederler, ülkelere " benim ülkem", milletlere "benim teb'am" derlerdi. Ama bugün ne krallar ve hükümdarlar var, ne de o ülke ve insanlar yerinde duruyor. Dünyayı taht-ı emrinde zanneden hükümdarların bugün hiç birisinin ne hükmü geçiyor, ne tacı tahtı yerinde duruyor.

Bir çok yerlerde eski ören yerleri vardır. Bazılarının büyük kısmı yıkılmış, bazılarının sadece bir duvarı duruyor, bazılarının da temel taşlarından başka bira şeyi kalmamıştır. Kitabelerine bakarsınız, bilmem kaç bin yıl önce, bilmem hangi kralın sarayı ve ya köşkünün kalıntısı olduğu yazar. Bir zamanlar o krallar, buralara " benim sarayım, benim köşküm, benim mülküm" diye sahip çıkıyorlardı. Ama bugün ne krallar var, ne sarayları yerinde duruyor.

Yunus Emre'nin, " mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi" dediği gibi, hiçbirinin bugün ilk sahipleri hayatta yoktur.

Demek ki o saltanatın sahibi onlar değilmiş.

Bir insan vaktini boşar harcar, servetini boş yere sarf eder, hayatını boşa geçirir, kendisini ikaz edenlere de " size ne oluyor, bu benim hayatım" derse, ne kadar büyük bir akılsızlık etmiş olur değil mi? Halbu ki, o hayat onun olsaydı, kendisini terk edip gitmeyecekti. Ama bakıyorsunuz, "bu benim hayatım" diyen birisi, az sonra hayatını kaybetmiş. Yani hayat kendisini terk etmiş gitmiş.

Demek ki hayatımız da bizim değilmiş.

Bütün bunlar bize emanet olarak verilmiş, bir müddet kullanmamıza ve istifade etmemize müsaade edilmiş. Bu geçici dünyada, her şeyin harap olup zayi olduğu şu hayatta, bizim bunlar sahip olamayacağımızı bilen Rabbimiz, bunları bizden almak korumak istemiş, başka bir âlemde daha güzel bir şekilde ve ebedî olarak bize geri vereceğini teklif ve vaad etmiş.

Bize düşen, böyle bir teklifi canımıza minnet bilmektir, bin teşekkurler ile kabul etmektir..

Selam ve Dua ile
MelekNur
Per Nis 19, 2012 6:25 am
 
Foruma git
Konuya git

Zordur içten Ağlamak

Zordur içten gelerek ağlamak…Gözyaşı dökmek değil bahsettiğim elbette.Ama damlalarınızı dışarı değil de içeri akıtmak da denilebilir. .
Gülerken bile ağladığınız anlar oldumu hiç??Dengesizce davranıp mutlu olduğunuz için bile göz yaşı döktüğünüz oldu mu? . .

Sıkılverirsiniz bir şeye zaman ve mekan ayırımı göz etmeden…Hiçbir şey istemessiniz o anda, kendiniz dışında ne bir ses, ne bir yüz......

Duymak istediğiniz sessizlik, görmek istediğiniz ise sadece boşluk…En ufak bir ışık dahi rahatsız eder sizi.Çünkü aslında gördüğünüz ışık karanlığın maskesidir! . .

Yakarırsınız içinizi acıtırcasına ağlamak istediğinizi. . .

Ama ağlayamazsınız. .

Gözyaşlarınızla verdiğin bu mücadele de hiç bu kadar aciz kalabileceğinize olanak veremezsiniz. . .

Ama eğilirsiniz hiç olmadık zamanda, yalvarırsınız çığlıklarınızla,”Sana ihhtiyacım var ne olur gelll! . .” diye. .

Kızarsınız…Ağlamak bu kadar zor olabilirmi? . .İnsan ağlamayı bu denli arzu edebilir mi? . .

Yolu gözlenen bir dost misali paralar yüreğinizi,gelmediği her an için. .zorlar sınırlarınızı. . .

Hani geleceğini veya gelmeyeceğini bilseniz,belki…ama amaçsızca bekleyiş veya terkediş. . .

İşte bu en kötüsü. . .

Bilmez gözyaşı bedende kaldığınız müddetçe sahibine zarar verdiğini.Bazen akmak istemediğini, sizi bırakmak istemediğini o kadar belli ederki bize,yanağınızı okşarcasına süzülüverir yavaşça. . O da üzülür aslında kimi zaman. . .

Gitmek..Bir an önce akmak istediğini gösterir size, bir nehir misali akar elinizde olmadan..Kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştır. Çünkü,damlalarından başka. . .

Duygularımızın iniş ve çıkışıyla beslendiği;gözlerde buğuya,rahatlatıcı bir sele ya da hıçkırıklara dönüşür…Yüreğinize gömdüğünüz yıldızları,yürek yordamıyla gözlere sunmak. .

Göz ile yürek ekseninde yaşanan savaşta,ellerine çiçek tutuşturan,damlalarını yangınlarına veren çaresizliğin dökülmesidir. . Gözlerden. .

KELİMELERİN KİFAYETSİZ KALDIĞI ANLARDA
YANAĞINDAN SÜZÜLEN ,
BİR DAMLA GÖZYAŞIDIR
DUYGULARA TERCÜMAN OLAN
AN OLUR Kİ İÇİN KAVRULURKEN
HAYKIRIP BAĞIRMAK
DERDİNİ DAĞLARA DÖKMEK
ARZUSUDA HAYAL OLURKEN
GÖZLERİNE HAPSOLMUŞ GÖZYAŞLARINDA
ÇARESİZCE TERK EDER SENİ
KİMİZAMANDA SUSKUNLUĞUNDUR
KELİMELERE İNAT ANLATAN
TÜM DERDİNİ-İÇİNİN ACISINI
MelekNur
Cmt Nis 21, 2012 2:05 pm
 
Foruma git
Konuya git

ALLAHIM SANA MUHTACIM....

"... Rabb’im, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." (Kasas Suresi, 24)

Rabbim acizim; Sensin gücü kuvveti veren. Fakirim; Sensin rızkımı veren. Sen’den gelecek her nimete muhtacım. Rabbim Sen’sin Kendisine ihtiyaç olunan ve Kendisinden yardım beklenen...

Yalnızca çaresiz kaldığımızda değil, her durumda Allah’ın varlığını ve sonsuz kudretini hissederek dua etmeye ihtiyacımız var. İmtihan gereği aciz yaratılmış bizlerin, duaya muhtaç olmadığımız bir an bile yok. Çünkü Rabb’imiz dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyiz. Ancak Allah’ın lütfu ve rahmeti sayesinde yaşayabiliriz.

Allah ise, Kendisi’ne yegâne sığınılan, ihtiyaç olunandır; Müstean’dır. Kendisi’nden yardım beklenilen yalnızca O’dur. O dilemedikçe biz ne kendimize ne de bir başkasına yardım edemeyiz. O diler, "Ol!" der ve olur.

Bizi düzgün bir surette, vücudumuzdaki muhteşem sistemlerle yaratan, gökten suyu indiren, rızık bağışlayan, hastalandığımızda şifa veren, gökten yere bütün işleri evirip çeviren yalnızca Allah’tır. Rabb’imiz nimetlerini kıssa ya da bir musibet dilese bizi bundan koruyacak yoktur. Bizim için bir hayır dilese buna engel olabilecek yoktur. Yardım istenen yalnızca O’dur. Hayır O’nun elindedir. Yalnız insan değil tüm kâinat Allah’a sığınır, O’ndan yardım diler, O’nu över, yüceltir.

Kur’an, insanın ve tüm yaratılmışların imtihan gereği acz içinde ve yardıma muhtaç olduklarını, Allah’tan başka yardım dilenecek hiçbir güç ve nesne olmadığını birçok ayetiyle haber verir. Söz konusu Kur’an ayetlerinin bazıları şöyle:

Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?

Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeye.

Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir.

Allah’tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler.

Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: “Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın.”

Hiç şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah’tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor.

O’ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de. (Araf Suresi, 191-197)

Korunma ihtiyacında aciz bir bedene sahip olmamız, gözle görülemeyecek kadar küçük mikrop ve virüslerin bedenimize zarar verebilmesi, hayatımız süresince sürekli bedenimizi temizlemek, ona bakım yapmak zorunda olmamız ve bedenimizin zamanla yıpranıp, yaşlanması; bu saydıklarımın her biri belirli bir amaca göre özel olarak yaratılmıştır. Allah insana acizliğini hatırlatacak her detayı özel olarak var etmiştir. Bu özel yaratılış, insanın kulluğunun ve dünyadaki her şeyin geçici olduğunun farkına varabilmesi içindir.

Bu gerçek, dünyaya körü körüne bağlanmak yerine, bizi gerçek yurt olan ahirete, kusursuz yaratılmış sonsuz cennete yöneltmeli. Bunun hikmetleri üzerinde düşünmemiz, geçici ve eksik yaratılmış bu dünyaya bağlanmak yerine, sonsuz ahiret için hazırlık yapmamız gereklidir. Soluk almamız bile Rabb’imizin dilemesiyle; ne kadar muhtacız...

Ey insanlar, siz Allah’a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ganiy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. (Fatır Suresi, 15) Rabbim bizleri kendisinden başka kimseye muhtaç ve mahçup etmesin dert verip derman aratmasın inşallah amin ecmain selam ve saygılarımla Hacegan.....
Hacegan__
Pts Mar 26, 2012 1:55 pm
 
Foruma git
Konuya git

NE KADAR DÜRÜST DAVRANIYORUZ?

Koşullar ne olursa olsun, zarar göreceğimizi bilsek de doğru sözden, adaletli davranmaktan vazgeçer miyiz? Hepimiz bu soruyu kendimize soralım…
Çok büyük bir hata yapmış olabilirsiniz. İşlediğiniz hatanın açığa çıkmasından ya da birilerinin zarar görmesinden çekinerek içinde bulunduğunuz zor durumdan ufak bir yalanla kurtulmayı mı düşünürsünüz yoksa dürüstlükten ve adaletten ayrılmamayı mı?
Allah’a olan bağlılığımız ve O’ndan ne kadar sakındığımız, böyle bir durumda göstereceğimiz ahlakla ortaya çıkar. Ceza almaktan ya da zarar görmekten korkarak yalana başvurmak ancak imanı zayıf ve Allah korkusu noksan olan insanların yapacağı davranışlardır. Dünyevi çıkarı için ahiret hayatını ateşe atan bir insan kolaylıkla yalan söyler ve bu yalanını yeminle destekler. Korku ve endişe, insanı sağlıklı düşünmekten alıkoyar ve cennet ve cehennemin varlığını unutturarak sadece o anı kurtarmaya yöneltir.
‘Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar... İşte onlar; onlar için ahirette hiçbir pay yoktur, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azap vardır.’ (Ali İmran Suresi, 77)
Bugün mahkemelerde görülen davalara şöyle bir bakarsak tarafların farklı iddialarda bulunduklarına şahit oluruz. İki ayrı iddia demek bir tarafın mutlak yalan söylediği anlamına gelir. Bu kadar kolay yalan söyleyebilen milyonlarca insanın var olması oldukça ürkütücü bir durumdur aslında. Bu karaktere sahip insanlarla aynı iş yerini, aynı evi ya da ortamı paylaştığımızı düşünelim. Böyle bir ortamda güven, bağlılık, sadakat gibi, ilişkilerde olması gereken güzelliklerin asla gerçekleşemeyeceği ortadadır.
Allah korkusuna sahip imanlı bir insana, ‘yalan’ın kelimesi bile çok uzaktır. Her ne koşulda olursa olsun asla adaletten ve doğru sözden ayrılmaz. ‘Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.’ (Nisa Suresi, 135) ayetinde bildirildiği gibi sevdikleri aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutar ve asla yalan söylemez.
İmanlı insan yalan ve iftira ile zarara uğramaktan korkmaz. Çünkü Allah’ın mutlaka yalancıların kurdukları tuzakları ayaklarına dolayacaklarına inanır. Adaletin yerini bulacağından emindirler. ‘Gerçekten Allah, kafirlerin hileli-düzenlerini boşa çıkarıcıdır.’ (Enfal Suresi, 18)

Menfaati için yalan konuşabilen insan aynı zamanda ikiyüzlü ve riyakardır. Dostluğu ve sadakati asla gerçek değildir. Bu yapıda olan insandan her türlü zarar beklenebilir. Ancak Allah’ın adaleti mutlaka tecelli edecek ve bu dünyada ve ahirette yaptıklarının karşılığını bulacaklardır. Zararımıza dahi olsa asla güzel ahlaktan vazgeçmeyelim. Bizim asıl kazancımız Allah’ın rızasıdır. Bu, kazançların en güzelidir.
‘Allah’ın rızasına uyan kişi, Allah’tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi midir? Ne kötü barınaktır o.’ (Ali İmran Suresi, 162).Selam ve dua ile Hacegan
Hacegan__
Per Nis 26, 2012 7:29 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: TÜRK OLMAK.......

Türk olmak Çanakkale’de ölmektir. Çanakkale’de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanene taşımaktır.

Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlından helallik almaktır. Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır. Abicimmm emeğine yüreğine sağlıkkkkkk
paradist
Per May 03, 2012 2:14 pm
 
Foruma git
Konuya git

TÜRK OLMAK.......

Aslında çok şeydir, Türk olmak. Türk olmak, Osmanlı’nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi. Kosova’da ve Bosna’da, Batı Trakya’da ve Makedonya’da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.

Türk olmak Kıbrıs’ta, Hocalı’da, Anadolu’da ve Balkanlar’da soykırıma uğrayıp, yapmadığın soykırımla suçlanmaktır. Türk olmak faşist olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıktığınca. Türk olmak demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıkmadığınca.

Türk olmak lisanının Avrupa’da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini anlatamamaktır.

Avrupa’da hor görülmek Türk olmaktır, ataların bir sürü asır önce Viyana’yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir, sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana’yı yakmadığın için.

Türk olmak Selanik’te Pontus Anıtı’nın, Viyana’da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta’da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.

Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.

Arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icad edildiği her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.

Türk olmak; Troya’dan bu yana, Sümer’den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.

Doğu Roma’yı da Batı Roma’yı da yıkıp, yeni Roma olan AB’ye girmeye çalışmaktır Türk olmak. Türk olmak, Mostar’da köprüdür, Kerkük’te kaledir, İstanbul’da Kızkulesi’dir, Anadolu’da buğdaydır, Çukurova’da pamuktur, Ege’de tütün, Karadeniz’de fındık, Trakya’da ayçiçeğidir.

Türk olmak Çanakkale’de ölmektir. Çanakkale’de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanene taşımaktır.

Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlından helallik almaktır. Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.

Türk olmak, harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.

Türk olmak askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek. Türk olmak, annenin ardından “bir oğlum daha olsun, onu da göndereceğim” demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken “vatan sağ olsun” demesidir.

Türk olmak “Türk çayında radyasyon olmaz” yalanları ile, “gusül abdesti alana aids bulaşmaz” dolanları ile yaşamaktır. Her hükümetin enkaz devraldığı, ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.

Türk olmak, ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir. Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına, diş kirasına saygıdır Türk olmak. Evindeki bir kap aşın yarısını tanrı misafirine vermektir. Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.

Türk olmak, milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık’a, Belgin Doruk’a aşık olmaktır. Türk olmak, aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir, öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir tez tutamadan, toprağa girmektir.

En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. Eşkıyaya türkü yakmaktır, Türk olmak. Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak. Türk olmak Yunus’u bilmektir, Aşık Veysel’i sevmektir. Mevlana’yı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi ve Hoca Yesevî –tek bir satırını okumasa da- yüreğinde taşımaktır.

Türk olmak, saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü’nde...

Hayatın sana verdiklerine “nasip”, vermediklerine “kısmet” demektir. Her işin “hayırlısına” inanmaktır ve “feleğe” küfretmektir ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.

Türk olmak, Asya’da batılı, Avrupa’da doğulu diye tepki görmektir. Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradandan ötürü sevmektir.

Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir. Türk olmak, mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken, milyon kişinin bir araya gelmesidir. Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.

Türk olmak, buhran zamanında Arjantin’de de mağazalar yağmalanırken, daha ağır buhranda sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.

Türk olmak en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.

Zor iştir Türk olmak. Türk olmak Anadolu’da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir. Türk olmak, medeniyetler mezarlığı Anadolu’da dik durabilmektir.NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE. Selam ve dua ile Hacegan
Hacegan__
Per May 03, 2012 12:30 pm
 
Foruma git
Konuya git

BEN TÜRK'ÜM TÜRK BENİM....

Ben, Türk’üm. Benimle uğraşmamak, akıl gereği!
Ben milletim! Ben devletim! Ben devletli ve Peygamber(s.a.v.)’den duâlı bir milletim!
Dünya müslümanları benim, ben Müslümanım!
Hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyen, mazlûma merhâmetli, zâlime acımasız ve dininden dönenleri islâh etmek üzere yaratıldığı; Allah’ın onlardan, onların da Allah’tan razı olduğu Kur’an-ı Kerim’de -(Maide/54)- işâret edilen millet, benim!…
“Türklerle iyi geçininiz. Çünkü onlar için çok uzun süreli hâkimiyet söz konusudur.” hâdisi ile işâret edilen millet, Ben’im…
Ben, dünyanın dengesiyim!
Ben, tarih yapanım! Ben, kendilerine medenî diye iftirâ eden Avrupalı barbarlara, tarihi yazma görevi verenim!
Ben, halkçılık oynayan, işveli dolma kalemlerin yazdıklarını, okumaya tenezzül etmeyenim!
Ben, ”Bu memleket; dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az yedi bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgârıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı. Onların oğlu oldu. Birgün o doğa çocuğu; doğa oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu… Türk budur! Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir!” diye, Muhteşem Türk Atatürk tarafından kitâbesi tarihe tekrâr yazılan milletim!
Ben, ”Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdıyım.”
Ben, “Biz biliriz bizim işlerimizi/ İşimiz kimseden sorulmamıştır.” deyip övünmeden tarihe nezâret etmiş tek milletim!
Ben, bir Genel Kurmay Başkanım’ın ağzından; “Halkımız metin ve milletine bağlı.” şeklinde târif edilerek, halkları milletleştirebilmekte mâhir tek milletim!
Benimle yaşayan huzûrlu olur. Huzûrlu kalır. Bana ihanet edenlerin yaşadıkları, ilerde yaşayacaklarının da habercisi olan, kindâr değil gerçek dindâr tek mütevekkîl milletim!
Ben, öldükçe çoğalan, çoğaldıkça Allah yolunda ölümü; “Onlara ölüler demeyiniz. Onlar diridirler.” Âyeti ile kabullenerek ölüm yarışına girenim!
“Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle.” diye ölümü güzelleştirebilen milletim!
On üç bin yıldır dünyanın her yerine, tarihe emânet edip zamana kafa tutan kalıcı tamgalar vurarak medenîliğin, medeniyet yayıcılığının tek gönüllüsüyüm!
Demire su verip çelikleştiren, çelikleştirdiğim demirden yaptığım kılıçla çağ kapatıp çağ açanım! Aman dileyene kılıç vurmayan, mazlûma zûlmedene hesap soran tek milletim!
Ben Türk’üm. Türk ben’im!…
Türkçe durur, Türkçe vurur, Türkçe korurum!…
Dünyanın hiçbir yerinde ve tarihin hiçbir devresinde benden başka hiç bir millet; benim bağışlayıcılığımdan başka hiç bir sistem, 30.000 kişinin katiline tutsağı olduğu için bakmaz! İnsana bu kadar insan değeri verenim ben!
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” öğretisini yaşayarak, yaşatarak dünyaya öğreten milletim! Evrensel insan haklarının ilhâm kaynağıyım ben!
Benimle uğraşmamak akıl gereği!…
Durgunluğum, suskunluğum aczimden değil! On bin yılı aşkın yaşımla teâmüllerim gereği; her şeyi, her ihtimâli göz önünde bulundurarak kurgulanmış her plâna karşı plân hazırlayarak davrandığım için, durgun zannedilirim!
Beni tanımayanların binlerce yıllık basîretsizliklerine gülerek, aşacağım-taşacağım günü beklemekteyim!
“Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi” tarifini hak eden millet, Ben’im!
“Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım.” vakârımla duranım!
Ben Türk’üm. Türk, ben’im!…
“TÜRK’ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR.”
Selam, sevgi, dua
Bahtiyar_34
Pzr Nis 29, 2012 10:05 pm
 
Foruma git
Konuya git

TÜRK"ÜM

Türklük, gurur sebebidir. Bilemez Türk olmayan. Hadi onlar bilmiyorlar. Bazıları niye ecdadını tanımaktan aciz. Başkalarından medet arar, onları örnek alırlar. Aslına bakarsan onlarda bilirler Kür-Şad’ını, Atilla’sını, Fatih’ini, Atatürk’ünü. Ama bilmez bizimki bunların büyüklüğünü, yaptığı işleri. Biraz açıp okusalar anlarlar belki.



Kür-Şad kırk kişiyle zülme dur demiş. Sen nasıl ekmeğini elinden alana boyun eğersin. Atilla korku salmış koskaca Çin’e, Avrupa’ya. Sen ne diye her dediğini yaparsın bu zalimlerin bu korkakların. Fatih, çağ açıp çağ kapamış. Sen daha kitabının kapağını açmaktan acizsin. Atam imkansızı başarmış memleketi kurtarmış. Sen elinde olanı mahveder, onların kıymetini bilmezsin.



Che gibi virgül kadar yerde sözde devrim yapan adamdan medet ararsın, koskoca tarihini, ecdadını hiçe sayarsın. milliyetçiliği anlayıp, dinlemeden kafatasçılık sanırsın. Bizler elimize mezura alıp kafataslarını ölçmedik. Uğruna kan döküp, can verdiğimiz toprağımız, türküm diyen milletimizi sevdik.



Ne zulme boyun eğdik ne zulmettik. Ne kimseyi uşak ettik ne kimseye uşaklık ettik. İnsan olanı ayırmadan sevdik ama milletimizi, ecdadımızı hiç etmedik. Biz sadece Türk’ün ilerlemesini, yükselmesini istedik. Bunu yaparken de mazlumu ezmedik. Kimsenin hakkına girmedik. Ele değil yalnızca Allah’a kulluk ettik.Ne ararsan Gökte var Yıldız da var Ay da var TÜRK"E ancak TÜRK"ten fayda var Tanrı Türk"ü korusun ve yüceltsin Amin.Selam ve saygılarımla
hatip_
Per May 24, 2012 5:24 am
 
Foruma git
Konuya git

Duy Sesimizi Yönetimmm...

Selam Arkadaşlar ...
Forum Birseyleri paylaşmak için varsanırım? ama bence forum artık cıgırından cıkmış ve tek bir kişi tarafından yazılımlar oluyor ben bu konuya deginmek isterim.. sadece birkisi forumda sürekli yazamaz bildigim kadar haksızlık olur başka insanların paylasımlarına saygısızlık bu ... Anlamadıgım Nokta Şu bir login bir insana yetmiyomu ya biz aptal insanlarmıyız anlamıyormuyuzz .. diyer loginlerlede gelip yazan aynı kişi allah askına kimi kandırıyorsunuz? Buna Dur Deme Zamanı Geldi Ben Site Yönetiminden Bu İşe El koymasını VE GEREKİLEN NEYSE YAPIMASINI İSTİYORUM ..
bURDA haksızlık Ve Saygısızlık Söz Konusu Bunu Ben Veya Hiç Bir ÜYE Kabullenmezz..
sizlere bir kuralı hatırlatayım

Forum Yönetimi tarafından aynı kişinin birden fazla rumuz veya isimle farklı kişilermiş gibi aynı konuda görüş belirttiğinin tespit edilmesi durumunda kişinin tüm mesajları silinir ve foruma girişi yasaklanır..




evet yönetim bunu diyosunuzda takip ediyormusunuz? caliyormusunuz bunlar üzerinde bence hayır ozaman bu kural ne işe yarıyor .. gerekeni yapın lütfenn.. saygılarr......
Liana
Çar May 30, 2012 7:15 pm
 
Foruma git
Konuya git

HADİS,İ ŞERİF

İBRETLİK HİKAYE ((MUTLAKA OKUYALIMM))

SEVİLEN UYUMADI

Adam Bir gece namaz kılmak için seccadesini serer. Namazını bitirdikten sonra şöyle bir duada bulunur;
-Ya Rabbi şu vakitte bir çok kimse uyudu, birçoğu sevdiğine gitti, bende sana geldim, çünkü benim sevdiğim sensin.
Sonra zikire başladı ve seccade üzerinde zikrederken uyuyakaldı.
Bir hırsız girdi evine biraz sonra, bakındı sağına soluna, oldukça az ve eski eşyaların olduğu fakir birinin eviymiş bu ev diye düşündü. Ama birkaç parça eşya almadan çıkmak olmaz diye düşündü. Torbasına doldurduğu birkaç parça eşya ile tam evden çıkacakken birde baktıki kapı yok!
Az önce girdiği kapı hiçbir yerde yoktu, her yer duvardı. Aldıklarını bıraktı ve tekrar çevresine baktı, kapı orada duruyordu. Tekrar torbasına doldurdu eşyaları ve tekrar baktıki kapı yine yok! Bu işlemi tam 3 kez tekrarladı. Tam o esnada duvarlar dalga dalga yarılarak dediki;
-Ey hırsız..! Seven uyudu ama sevilen uyumadı, ayakta
Ebru____
Cmt Haz 02, 2012 10:31 pm
 
Foruma git
Konuya git

mevlam herkese böyle ölüm nasip eder inşallah.

Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra...

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla
karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek
özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size
... nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam
vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına
gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı
bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım.
Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün
diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi
gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için
İzmir'e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi
şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz
bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.
Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap
bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken,
hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen
cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza
yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine
güçlükle konuşarak:

-''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum.

-"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü,
ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında
oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine
tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını
salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve
saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler
"hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün
ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta
kala:

-"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"

-"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O
anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için
Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir
iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi
telefon ederek:

-"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar
inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının
sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça
ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son
nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve
eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde
morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma
gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine
sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:

-"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da
sordu:

-"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"

-"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı
bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak
vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece
kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni
görünce yanıma gelerek:

-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!"
dedi ve devam etti:

-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması
imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz
kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet
getirerek vefat etmeden biraz önce de:

-Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!..
Er_kin_
Pts Haz 04, 2012 12:31 am
 
Foruma git
Konuya git

TÜRK OLMAK TÜRK OLMAK...

Çatalın kenarını bıçak niyetine kullanmaktır. .
Nereye giderse gitsin, bir sekilde manzara resmi çekebilmektir.
Güneş gözlüğü takınca yakışıklı olduğunu sanmaktır...
Arabayi her yere park edebilmektir. .
TV yayının arkasından el sallayıp aynı anda cep telefonu ile
yakınlarını arayıp haber vermektir... ...
Şampuan bitmek üzereyken içine su doldurmaktır. ..
Cihazların uzaktan kumandalarını naylonla kaplamaktır.. .
Bütün olayları ’bir arkadaşımın arkadaşının arkadaşı...’ şeklinde
anlatmaktır.. .
Telefon çalınca yanına gidip bir kez daha çalmasını beklemektir. ..
Çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir...
Çay bardağı altlığını küllük olarak kullanabilmektir. ..
Fazladan verilen ketçap, mayonez ve kolonyalı mendili sonra lazım olur
diye çantaya atmaktır...
Her programda "70 milyon bizi izliyor "diyebilmektir. ..
Düğünlerde "Dom Dom Kurşunu" ile göbek atarak, "bir avcı vurdu beni,
bin avcı yedi beni" gibi sözlerle kendinden geçen tek millet
olmaktır...
Araba camlarına "beni yıka" yazarak arabanın duygularına tercüman
olmaktır...
Asgari ücretle çalışıyor bile olsa maaşının 2 katı fiyatlı cep
telefonuna sahip olmaktır...
Rüzgarlı havalarda küller uçmasın diye küllüğe su koymaktır...
İçtikten sonra"nolucak bu memleketin hali"diye sormaktır ...
Sarı ışıkta korna çalmaktır...
Sandalyenin oynayan ayağına kağıt sıkıştırmaktır...
Denizde "suyun altında nefessiz ne kadar
kalabiliyorum. " diye deneme yapıp boğulma tehlikesi
geçirmektir ...
Her aklına geldiğinde "Google" da kendi ismini aratmaktır ...
Bisküvi vs. çaya batırıp yemektir...
Papağana önce küfür öğretmektir....
Kaza yapan aracın etrafında toplanıp, yaklaşık hasar tahmini yapmaktır...
Yangın merdiveninin basamaklarına saksı saksı çiçek sıralamaktır.. .
Misafirliğe gidip saatlerce oturduktan sonra, giderken kapı önünde
tekrar muhabbet etmektir...
Yanındakinin gazetesine göz ucuyla bakıp gazeteyi büyük bir iştahla
okumaktır..
"Nerelisin?" sorusuna cevap aldıktan sonra "içinden mi?" diye sormaktır..
Markete 1 ekmek almak için gidip en az 15 ekmeğe dokunmak, mıncıklamak > fakat en sonunda ilk mıncıklanan ekmeği almaktır ...
Kaldırım varken yoldan gitmektir...
Düğünlerde saçı topuz yapıp, yandan iki bukle bırakıp, bir de saç
üstüne sim döktürmektir.. .
Asansör beklerken tuşa ne kadar fazla basılırsa asansörün o kadar
çabuk geleceğine inanmaktır... .
Kale kilit anahtarıyla kulağını kaşımaktır...
Bulmacadaki ünlülere kadın erkek farketmeden sakal, bıyık, kaş çizmektir...
Yemeğin tadına bakmadan tuz atmaktır...
Her şeyde pazarlık yapabilmektir...
Her secim zamanı "bir oydan bişe olmaz" diye oy vermemektir.
Herşeyi bilmese de bilmektir...

Ve de Türk olmak :
İstanbul’da Kızkulesi, Anadolu’da buğday, Çukurova’da pamuk, Ege’de
tütün, Karadeniz’de fındık, Trakya’da ayçiçeği olmaktır....
Kar yağdığında evsizleri düşünmektir...
Balkon köşesine kuşlar için ekmek kırıntısı koymaktır. ..
Yemeği ziyan etmekten korkmaktır, göz hakkına saygıdır ..
Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır ...
Milli maçta ağlamaktır. ..
Hayatın verdiklerine "nasip", vermediklerine "kısmet" demektir...
Her işin "hayırlısına" inanmaktır ve "ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.. .
Yunus’u bilmektir, Aşık Veysel’i sevmektir...
Saz çaldığında, ney üflendiğinde, yüreğinin derinlerinde bir sızı
duymaktır, bir de Yemen Türküsü’nde...
Asya’da batılı, Avrupa’da doğulu diye tepki görmektir...
Çanakkale’de ölmektir. ...
Askere davul-zurna ile evlat uğurlamaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek...
Şehidinin tabutuna son kez dokunurken "vatan sağ olsun" demektir...
Türk olmak bir lokma ekmeğini açlarla paylaşabilmektir.
Yeri geldiğinde kendinden çok milletini düşünmektir.
Son kuruşuna kadar istense milletinin refahı söz konusuysa anında verebilmektir..
Türk cesurdur ,güçlüdür
Türk olmak asil olmaktır.
Türklerde kalleşlik olmaz
Dostuna mert olduğu kadar düşmanlarına da merttir ,dürüsttürler..
Türk olmak savaş zamanlarında bile kadınlara bebeklere dokunmamak,çocuklara dokunmamak.Onlarla yiyeceklerini paylaşmak;yaralılarına bakmaktır..
Türk olmak adil olmaktır..
Türk olmak cihana hükmedecek güce sahip olsada alçak gönüllü olmaktır..
Türk olmak adam gibi adam olabilmektir..
Gözü kara olmak,ekmeğini taştan çıkarabilmektir..
Türk olmak her nereye gitse tarihini milletini ,örf adetlerini unutmayan sıkı sıkı sarılan olmaktır..
Türk olmak;Türklüğüyle her zaman gurur duyabilmektir..
Türk olmak NE MUTLU TÜRKÜM NE MUTLU MÜSLÜMANIM DİYEBİLMEKTİR..
Türk olmak saf berrak tertemiz duygularla şefkatiyle merhametiyle herkese örnek olmaktır..
Türk olmak ne güzeldir..Türk ve müslüman olduğum için kendimle gurur duyuyorum

NE MUTLU TÜRKÜM NE MUTLU MÜSLÜMANIM ....
TANRI TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN....Hacegan
Hacegan__
Pts Haz 04, 2012 3:40 am
 
Foruma git
Konuya git

Sevgi kalb işidir

Sevgi kalb işidir
Sevgi, kalbin, gönlün, zevk aldığı herhangi bir şeye meyletmesi demektir.

Sevgide asıl olan, bilmek ve anlamaktır. Çünkü insan, ancak, bildiğini, anladığını, tanıdığını sevebilir. Bitkilerde ve diğer cansız varlıklarda idrâk, anlama kuvveti olmadığı için, onlarda sevgi olmaz. Çünkü sevgi, sevmek, canlı ve anlayışlı olanların özelliğidir.

İnsan, hoşuna giden, tabiatına tatlı gelen şeyi sever. Hoşuna gitmeyen, tabiatına ters gelen şeyi ise sevmez, hatta ondan nefret edebilir.

Sevgi, bilip, anlamaya bağlı olduğu için, sevginin, muhabbetin de bölümleri, kısımları farklı olmaktadır. Herkesin his organları, herhangi bir şeyi farklı olarak algılar. Bu sebeple gözün, kulağın ve diğer organların zevk alması, kişilere göre farklılık gösterir. İnsan gözünün gördüğü bir şeyden zevk alırsa, onu sever. Kulağı ile işittiği bir şeyden hoşlanırsa, onu da sever. Kokladığı bir şeyi severse, bunu da sever. Bu beş duyu organlarının dışında kalb ile beğenilen ve hoşlanılan şeyler de vardır. Kalbin beğendiği, hoşlandığı şeyler de sevilmektedir. Allahü teâlânın sevgisi bu kısımdandır.

Sevginin sebebi, kaynağı, üç kısımda özetlenmektedir:
1- Her canlı için ilk sevilen şey, kendi nefsi, zatıdır. Kişinin kendini sevmesinin asıl sebebi, hayatiyetinin devam etmesine olan meyli ve yok olmasından nefret etmesidir. Bu sebeple insan, evladını, malını, soyunu sevmektedir.

2- İnsan, ihsan sebebiyle sevmektedir. Zira insan, ihsanın, iyiliğin kölesidir. Bu sebeple Resulullah efendimiz; (Ya Rabbi, kötü kimsenin, kalbimin ona meyledeceği bir iyiliği yapmasını nasip eyleme!) diye dua etmişlerdir.

3- Bizzat o şeyin kendini, zatını sevmektir. Herhangi bir iyilikten, ihsandan dolayı değil, o şeyin kendini, zatını sevmektir. Esas sevgi de budur. Güzelliği anlayan herkes, güzel olanı sever. Güzelliği sevmek de, güzelliğin zatındandır. Zira o şeyde güzelliği anlamak, zevkin kendisidir. Mesela yeşillik, akar su, kendisi güzeldir. Allahü teâlâ ise, güzellerin güzelidir. Zira Resulullah efendimiz; (Muhakkak ki Allahü teâlâ, güzeldir ve güzeli sever) buyurmuşlardır.

Resulullah efendimiz, Ebu Zerri Gıfâri hazretlerine hitaben;
-Ya Ebâ Zer! İmanın rükünlerinin hangisi daha sağlamdır? diye sual edince Ebu Zerri Gıfâri hazretleri;
-Allah ve Resulü daha iyi bilir diye arzettiler. Bunun üzerine Resulullah efendimiz;
-Allah için muhabbet etmek, Allah için sevmek, Allah için düşmanlık etmektir, buyurdular.

Enes bin Malik hazretleri anlatır:
“Bir gün Resulullah efendimiz yanında bazı kimselerle ayakta sohbet ediyordu. O sırada bir grup insan selam vererek geçtiler. Peygamber efendimizin yanında bulunanlardan bir kimse, o geçip giden gruptaki bir kimseyi işaret ederek;
-Allah için ben bu kimseyi çok seviyorum dedi. Bunun üzerine Resulullah efendimiz;
-Sevdiğini o kimseye bildirdin mi? diye sual ettiler. O şahıs da;
-Hayır Ya Resulallah bildirmedim cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz;
-Hemen git ve kendisini sevdiğini ona bildir buyurdular. O da hemen gidip o şahsa kendisini sevdiğini söyleyince, o şahıs da:
-Beni kim için sevdiysen, O da seni sevsin diye karşılık veriyor.”

Peygamber efendimiz bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerini etrafına dikkatli dikkatli bakarken gördü ve ne aradığını sordu. O da;
-Ya Resulallah, sevdiğim, muhabbet ettiğim bir kimse vardı. Onu kaybettim, yerini de bilmiyorum. Onu arıyorum diye cevap verdi. Resulullah efendimiz de;
-Ey Abdullah, bir kimseyle tanışır ve onu seversen, o kimsenin kendisinin ve babasının ismini ve nerede kaldığını yani adresini sorup öğren. Eğer hasta ise ziyaretine git, bir işi varsa yardımcı ol! buyurdular.

Resulullah efendimiz, Eshab-ı kiramla sohbet ederken bir bedevi geldi ve Peygamber efendimize, kıyametin ne zaman kopacağını sordu. Resulullah efendimiz;
-Kıyamet için ne hazırların? diye sordular. O şahıs da;
-Benim öyle fazlaca bir namaz, oruç ibadetim yok. Ancak Allah ve Resulünü çok seviyorum dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz;
-Kişi sevdiği ile beraberdir buyurdular.

Peygamber efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde; (İnsanlar, kendilerine ihsan, iyilik edenleri sever. Bu sevgi, insanın yaratılışında vardır) buyurmuşlardır.

Dolayısı ile yapılan ihsan, ne kadar kıymetli ve ne kadar çok olursa, sevgi de o kadar fazla olur. Bunun için, herkes anasını, babasını, hocasını, ustasını, hükümetini, vatanını, din kardeşlerini çok sever. Bir Müslüman, hocasını, yani kendisine, din ve dünya bilgilerini, imanını, Allah’ını, Peygamberini, güzel ahlakı öğrettiği için, onu herkesten, çok sever. Bu sevgi, cibillidir. İnsanın doğuşunda vardır. Bu sevgiden mahrum olan kimse, hakiki insan değildir. Hayvan gibidir. Çok sevilen kimse, insanın kalbinden, hâtırından çıkmaz. Zaten seven bir kimse, sevdiğini çok anar, hatırlar ve sevdiğinin hâli ile de hâllenir.

Yalnız sevgi, Allah rızası için olmalıdır. Hazret-i Ömer’in buyurduğu gibi:
“Sevgin yük ve buğzun da telef edici olmasın.”

ALLAH"A EMANET, EMANETE SAHİP OLUNUZ

Selam ve Dua ile
Asri_Saadett
Çar Haz 06, 2012 8:33 am
 
Foruma git
Konuya git

akıllı insan5

Resulullah(sav):
"Yâ Muâz, günde kaç defa Allah'ı zikrediyorsun? On bin defa "La ilahe illallah" diyerek mi? Bak sana bazı kelimeler öğreteyim, bu onbin defa demenden senin için daha kolaydır. Şöyle de!

"Allah'ın kelimeleri adedince Lâ ilahe illallah.
Yarattıkları adedince Lâ ilahe illallah,
Arş ağırlığınca Lâ ilahe illallah.
Semâlar dolusu Lâ ilahe illallah.
Bunlarla beraber bunların mislince Lâ ilahe illallah.
Bunlarla beraber bunların mislince Elhamdülillah."
Böyle dersen ne bir melek sevabını yazmağa takat getirebilir, ne de bir başkası."
(el-Camıu's-Sağîr)
MisbaH_
Çar Haz 06, 2012 12:56 am
 
Foruma git
Konuya git
cron