9 sonuç bulundu

Geri dön

Karaktersiz İnsanın Karakteristik Özelliği

1.En belirgin karakteristik özelliği verdiği sözlerde durmaz, münafıktır filan diye giriyormuşum olaya şimdi. döneklik de var tabi, tam oturmadığı için birtakım şeyler. bak mesela karaktersiz bi insana, gözlemle az, her durumda her şeyi söyleyip yapabilme, sonra da bunları çok çabuk unutabilme yüzsüzlüğüne sahiptir kendisi.
 
 elbette ki hepimiz karaktersiz bir insanla karşılaştığımızda belli derecelerde şaşırıyoruz. ben mesela şahsen 3-5 gün gelemiyorum kendime, üzülüyorum. Diyorum karakter kursu verilse insanlara, dünya daha güzel bi yer olmaz mıydı? gülsek eğlensek falan filan ne güzel olurdu dimi canlar?
2.çarpık ve yontulmamış bir karakteristik özelliğe sahip olmasıdır. bu kategorideki insanlar için en belirgin karakteristik özellikse, karakter bulanıklığıdır ruhlarını kirleten.
.karaktersizliğinin farkında değildir.
4.yalancıdır. kendini çok zeki zanneder.
5.nabza göre şerbet verir böyleleri.
 yalan söylerler, kendilerini ilgilendirmeyen meselelerde yorum yaparlar , dedikoducudurlar ve bu ortaya çıktığında çok alakasız birine bok atarak sıvışırlar.
 bir de nasıl olur anlamam bunların çok arkadaşı vardır.
 yalakadırlar. dışardan çok iyi,çok anlayışlı falan görünürler ama ben en azından bir kısmının suratına karakterini yansıttığı fikrindeyim. benim karşıma çıkanlarda genelde böyle bir durum vardı mesela.
 özellikle erkeklerde çok fena bir durumdur çok
6.her ortama hiç zorluk çekmeden uyum sağlayabilmeleri, yani bukelamun gibi olmalarıdır. arkadaşım, bir insan herkesle mi kanka muhabbetine girer yahu?
7.karaktersizdir
8.yüzsüzlüktür.
9.başkalarının hatta en yakınlarının mutsuzluğundan mutlu olurlar.
10.viskozitesi yüksektir.
: 11.karaktersizler genelde karşısındaki gibi davranır, o ne yaparsa karşı tepki olarak da aynısını verir kendisi bir tepki geliştiremez; insanları çileden çıkarma konusunda oldukça
12."gün gelecek bu liste öylesine uzayacak ki her birimizde bulunan karaktersiz özellikler bir bir dökülecek ve hepimiz karaktersiz olmuş olacağız."
13.şuursuzdur.ne kadar iğrenç ve yer yer değişen söylemlerde bulunduğunun hesabını tutmaz .boşuna yaşadığını şu dünyada gereksiz bir yer ve beden işgal ettiğini bilmez.kendine ve insanlığa karşı bir duruşu olmadığı anlaşıldığı halde bu karaktersizliğinin yüzüne vurulmamasının ona bir lütuf olduğunu anlamaksızın yaşar gider. bir toplulukta bir sohbette veya ilişkide gelişi ile değil gidişi ile mutluluk verenlerdendir.
14.bu insanlar dışarıdan okadar iyi gözükür ki adam zannedersiniz.insanları kendi merkezine çeker ve kullanır.ahlaksızdır ve haindir aynı zamanda yalancıdır.iki lafından birinde yemin eder.para için herkesi satar maddiyatı yüksek maneviyatı zayıftır.
15.kimseyi beğenmezken kendini bir şekilde otorite sahibi ilan eder;kendisi ile aynı fikirde olanları pek bir sever olmayanları zaten etrafında bile istemez..işine gelen insanlarla can ciğer kuzu sarması olurken ertesi gün başka kankalar bulmak da bir o kadar kolaydır bunlar için..
16.öncelikle diliyle beyni arasında bağlantı yoktur.
 karşılarına çıkan hemen her insanı araç olarak görürler, onları egoları doğrultusunda kullanırlar ve en önemlisi bunları o insanlara gaz verip hoş tutma yoluyla yapmaya çalışırlar.
Hayatında bir kere bile yürekten 'evet ben bu konuda haksızım/haksızdım, özür dilerim' dememiş insanlardan ardınıza bakmadan kaçınız.
Turku_Diyari
Per Nis 18, 2013 12:02 pm
 
Foruma git
Konuya git

ONKOLOG KANSER OLURSA..




Onkoloji alanında 30 yıldır çalışan bir bilim adamı ve aynı zamanda bir tıp doktoru olan Prof. Dr. Vincent Castronovo, kaderin bir cilvesi ile 2011 yılında gırtlak kanserine yakalandı ve kendi uyguladığı tedavi yaklaşımı ile bu hastalıktan tamamen kurtuldu. Prof. Dr. Vincent Castronovo kanser ve beslenme ilişkisi konusunda çalışan dünyaca ünlü Belçikalı bir bilim adamı ve tıp doktorudur. Bu yazıyı kendisi ile 12 Nisan 2012 de Belçika RTL radyosunda yapılan söyleşiden derledik. Kansere yakalandım Meslek hayatımı kansere karşı savaşmaya adadım. Bilhassa ölümlere sebep olan metastazların oluşmasını sağlayan mekanizmaların deşifre edilmesi üzerinde uzun yıllar çalıştım. 15 yıldan fazla bir süredir, bilim ve tıp dünyasında fazla üzerine gidilmeyen beslenmenin kötü huylu tümörlerin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde oynadığı anahtar rol üzerine yoğunlaştım. Geçtiğimiz yıl, 2011 yılı Şubat ayında ben de reflüye bağlı olarak gırtlak kanseri teşhis edildi. Sonunda 30 yılı aşkın bir süredir mücadele ettiğim bu kötü hastalık beni kendi evimde yakaladı. Hem doktor hem hasta olmak Liege Üniversitesi Hastanesinden uzman bir doktor ekibi ve kendi geliştirdiğim tedavi stratejimle bu hastalıktan tamamen kurtuldum. Hastalıkla geçirdiğim bu serüvenli yolculuktan sonra, eskisinden çok daha sağlıklı bir hayata kavuştum. Ben her iki tarafı da gördüm. Hem doktor hem hasta. Tabii benim meslekten olmam ve bu konu üzerine zaten çalışıyor olmam bu hastalığı daha iyi anlamamı ve adımlarımı ona göre atmamı sağladı. Benim tedavi yaklaşımım 4 unsurdan oluşuyor: Beslenme, Egzersiz, Sevgi ve Dostluk Reflü deyip geçmeyin Bende senelerdir reflü sorunu vardı. Bunu çok önemsemedim çeşitli ilaçlarla antibiyotiklerle bunu geçiştirdim. Ancak sürekli olarak yukarı çıkan bu asit gırtlak dokusunu tahriş ediyor ve enfeksiyonlar oluşturuyor. Buradaki enfeksiyonları önlemek için aldığım antibiyotiklerle beraber gırtlak dokusundaki bağışıklık mekanizması duyarsızlaştı ve oluşabilecek bozuk genetiklik hücreleri yok edemedi. Ben kanser olduğumu son safha da öğrendim. Kanserin beslenme ilişkisi Uzun süre kanserin kalıtsal olduğu düşünüldü. Ancak kanser kalıtsal değil, çevresel etkenlere dayanan bir hastalık. Akciğer kanserinin %90 sebebi sigaradır. Bunu herkes biliyor. Mevcut kanserlerin %40 sebebi ise doğrudan beslenme ile ilişkili. Bazı kanser türlerinde bu oran çok daha yüksek, örneğin benim uzmanlık alanım olan barsak ve mide kanserlerinin %54ünün sebebi beslenme ile ilişkili. Araştırmalarımız sırasında biz şüphelendik acaba bu kansere yakalanan hastaların beslenmelerinde herhangi bir şey var mı? Daha sonra bunu bizim kanser araştırma merkezimizde inceledik. Gördük ki analiz etiğimiz hastaların tamamına yakınında bir beslenme bozukluğu var. Araştırmayı derinleştirdiğimizde bulgularımız şaşırtıcı idi. Vakaların tamamında beslenme ile kanser arasında istatistiksel olarak göze batan doğrudan nedensel bir ilişki var. Beslenme ile kanser ilişkisini şu şekilde izah edebiliriz. Beslenme bozukluğu bağışıklık sisteminin düzgün çalışmamasına yol açıyor, vücudu koruyan hücrelerin üremesi yeterli hammadde olmadığı için yavaşlıyor. Vücutta zaman zaman dış etkenlerle oluşan bozuk genetiklik hücreler yok sekteye uğramış bu bağışıklık sistemi tarafından yok edilemiyor. Şeker zehirli Çağımızdaki en büyük tehlike şeker. Bundan 100 sene önce yılda 1kg şeker tüketirken şu an sizin tüketiminiz 72kg oldu. İnsan vücudu buna alışkın değil vücuda giren bu kadar şekere karşı ne yapacağını bilmiyor. Vücutta iç iltihaplanma oluşturuyor. Bizi bugün meşgul eden pek çok hastalığın sebebi bu iltihaplanmadır. Obezitenin tıptaki adı iltihaplanmadır ve sebebi şekerdir. MS hastalığı bir iltihaplanma hastalığıdır. Beynin bazı bölgeleri iltihaplanma yüzünden dopamin üretemez hale gelir. MS hastalığının sebebi bu dopamin üretememedir. Kanserinde gelişmesi için ortamı hazırlayan bu iltihaplanmadır. Yetersiz beslenen zenginler Yetersiz beslenme yiyeceğin az olduğu fakir ülkelerin sorunu değil. Günümüzde zengin saydığımız batı ülkelerinde bir yetersiz beslenme söz konusu. Tükettiğimiz besinlerin çoğu endüstride işlenip rafine ediliyor ve faydalı her şeyden arındırılıyor. Örneğin ekmek buğdayın en faydalı olan kabuğu atılarak yapılıyor. B12, protein ve demir gidiyor geriye saf nişasta yani şeker kalıyor. İlginçtir ki gıda endüstrisinin diğer bir kolu da bu artıkları alıp bunlardan vitamin destek ürünleri yapıp bize ayrıca satıyor. Palmiye yağı zehirli Bize hayvansal yağların kötülüğünden bitkisel yağların iyiliğinden bahsedilir. Oysa bitkisel bir yağ olan palmiye yağı toksik bir yağ. Maalesef palmiye yağı gıda endüstrisinde en çok kullanılan yağdır. Bugün süpermarket raflarında gördüğünüz ve üzerinde "bitkisel yağ" yazan yiyeceklerin neredeyse tamamında palmiye yağı kullanılır. Çünkü diğer yağlara göre sıcaklığa çok dayanıklıdır. Gıdalar işlenirken uygulanan yüksek ısılı işlemlere dayanıklıdır. Bu yağ ayrıca uzun süre yapısı bozulmadan durabilir. Bu şekilde hem yiyeceklerin raf ömrü uzatılmış olur hem de fabrikada yağı depolama ve üretme maliyeti düşürülür. Son zamanlarda gıda şirketleri yaşanan ekonomik kriz yüzünden karlılıklarını koruyabilmek için maliyet düşürmeyi iyice ön plana aldılar. Örneğin diğer yağların yerine palmiye yağı kullanılması onların karlı kalabilmesine yardım ediyor. Bu yüzden daha çok şirket bu yağı kullanmaya başladı. Ben herkesi uyarıyorum bu yağ toksiktir, kanserojendir lütfen palmiye yağı bulunduran yiyeceklerden uzak durun. Henüz bu yağın kullanımı yasaklanmadı, ancak yaptığımız baskılarla Avrupa Birliği geçtiğimiz günlerde palmiye yağı bulunan gıdaların üzerinde bunun açıkça yazılması için bir yasa çıkardı. Bundan önce sadece bitkisel yağ yazıyorlardı. Bitkisel yağ dedikleri ise çoğu zaman bu palmiye yağıdır. Kanseri nasıl yendim? Önce tıbba güvendim. Ancak bununla bırakmadım beslenmemi planladım ve besin destekleri kullandım. Kemoterapi sırasında probiotikler kullandım. İnsanın barsağında bizim için vazgeçilmez olan bakteriler vardır. Bu bakterilerin bizim için hayati önemi vardır. Bunlar olmadan bazı besinleri hazmedemeyiz. Ayrıca gerekli bazı enzim ve vitaminlerin üretilmesini sağlarlar. İlginç bir nokta şu, geçtiğimiz günlerde aslında beynimiz ile barsakta yaşayan bu bakteriler arasında karşılıklı bir iletişim olduğu bulundu. Kemoterapi sırasında maalesef barsaklardaki bu bakteriler ölüyor. Bu yüzden onları yenilemek için probiotik kullandım. Probiotikler bu bakterilerin uyur halde bulunduğu kültürüdür. Bunlar barsağa yerleşir ve azalan veya yok olan barsak florasını yeniler. Bunun yanı sıra vitamin hapları aldım. Mineraller aldım. Omega-3 yağlarını düzenli olarak beslenmeme dâhil ettim. Yeteri kadar protein aldım. Kızartmaları kestim. Hepsinden önemlisi ise şeker almayı kestim. Doktorlarım çok açık fikirli idi benim getirdiğim önerileri her zaman değerlendirmeye aldılar. Böyle bir şansım oldu. İletişimim diğer hastalara göre çok daha kolay oldu. Çiğnemenin önemi Memelilerin beslenmesinin ilk ve en önemli aşaması çiğnemedir. Maalesef sosyal yaşam biçimimiz ve değişen ve rafine olan gıdalar bizleri çiğneme davranışından uzaklaştırdı. Çiğnemek bizler için biyomekanik bir olaydır ve vücutta bazı sistemleri harekete geçirir. Bunun yansıra parçalanan gıdalar kolayca hazmedilir. Barsaklarda oluşan gazların sebebi iyi çiğnememedir. Önerdiğimiz kanser tedavisi Biz merkezimizde hastalara bir kan testi yaparak hangi vitamin, mineral ve yağların eksik olduğunu tespit ediyoruz. Buna göre hastaya uygun bir beslenme planı oluşturuyoruz. Çünkü zaten bir kere yetersiz ve yanlış beslenme yüzünden insan hasta olmuş. Hastalığın tedavi sürecinde bu yanlış mutlaka giderilmeli ve vücutta eksik olan ne varsa beslenme ile yerine konulmalı. Aksi halde bir iyileşmeden söz edemeyiz. Yiyecekleri çiğneyin ve strese kapılmadan yavaş yavaş yiyin. Yemek yemeyi aceleye getirmeyin yemek için kendinize zaman ayırın. Yağlı balıkları tüketmeyi ihmal etmeyin. Ton balığı tüketin, bu balığın içinde yüksek miktarda vücut için dışardan alınması şart olan yağ asitleri bulunur. Bu yağ asitlerini vücudumuzun çalışması için gereklidir. Ancak vücutta üretemeyiz dışardan alınması gerekir. Haftada en az 3 kez yağlı balıkları tüketin. Şekerden uzak durun. Şekeri ve türevlerini (nişastalar, karbonhidratlar) hayatınızdan çıkarmaya çalışın. Hızlı şekerleri kesinlikle tüketmeyin. Brokoli tüketin. Bunun içinde kanserin metastaz yapmasını önleyen bir madde var. Yağları pişirmeyin. Yakmayın. Üzerinden duman çıkan bir yağ toksiktir. Sıcaklık yağların kimyasal yapısını değiştirip onları zehirli hale getirir. Yağı mümkünse pişmenin son aşamasında ekleyin. Brokoli ve diğer sebzeleri tüketirken bunları suda kaynatmayın. İçinde faydalı olan her şeyi suyuyla atarsınız. Tüketirken bunu ağır buharda pişirin. Yağını da sonradan ekleyin üstüne. Kanınızdaki bakırı azaltın. Bunun için ıspanak tüketin. Kızartmalardan uzak durun. Palmiye yağı ve ay çiçek yağını kullanmayın. Gülün. Profesör Dr. Vincent Castronovo kimdir Profesör Vincent Castronovo, Belçika'da Liege Üniversitesi Onkoloji Araştırma Merkezinin yöneticisi ve aynı üniversitenin tıp fakültesi bölüm başkanı. Pek çok ödül almış bir bilim adamı. Saygın uluslararası tıp ve bilim dergilerinde yayınlanmış iki yüzden fazla makalesi bulunuyor. Klinik onkoloji alanında çalışma yapan bir bilim adamı olmasının yansıra, kendisi aynı zamanda bir tıp doktoru ve cerrah. Amerika'da ulusal kanser araştırma enstitüsünde uzun yıllar çalışmış ve 1992 yılında ilk Metastaz Araştırma Laboratuvarını kurmuştur.

Tutku
Pts Nis 22, 2013 10:22 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: DİKKAT EDELİM

Hani dostluklar vardır..
Hani dostluklar vardır..Sanalın gerçekliği..
Reelin yalanlarını bastırır..
Tam düşerken ...hiç görmediğin..
Belkide çokta tanımadığın meçhul bir el tutar kaldırır seni...
Kimi zaman bir gece yarısı..Şiirsel sohbette ağlarken..
Tüm yaşanmışlığına inat..Alır götürür hüzünlere o güzel sohbet...
Kimi zaman...Kimi zaman.. yalnızlar rıhtımının martıları olursunuz onlarla...
Uçarak özgürce kanat çırparsınız..Hayat denen prangaya inat..
Resim.. resim.. kahkahalarınızı derin bir off.. çekiş  böler kimi zaman..
Kimi zaman yaş cinsiyet ve memleket gözetmeksizin..
Kardeş.. abi.. abla.. bacı ..bulursunuz..
Kimi zaman..  kimi zamanda  bir aşk çalar kapınızı...Hiç yaşanmamış kadar yüce üstelik..
Bir tık kadar uzağındadır dostlar..Hasretin vuslatına bir tık kalmıştır..
 

Kışın yakıcı soğugunda... kışın yakıcı soğuğunda sıcacık bi rbardak  çaydır edilen sohbetler...
Bazen bir bardak buzlu rakı alır getirir  dost meclisindeki şenliği...
Oysa..oysa alkol oranı sıfırdır..ceza yemez..yadırganmazsınız..
Ağlıyorsanız..ağlıyorsanız eğer..mutlaka içten bir sesle irkilirsiniz..
Neyin var..Paylaş lütfen der..o sıcacık nefes..
Kırk yıllık dosluklara inattır.Üç günlük paylaşım...
Hayatın yalanlarında tek gerçektir.. sanaldaki dostluklar kimi zaman..

Cansız silüetlerde canlılık..açlıkta duyulan ve sunulan sofradır..  o canım sohbetler..
Beklentisiz değildir elbet gösterilen çabalar..Ancak  beklenti ne bir çuval dolusu maddiyat..nede imkansızların kucağından kurtarılıştır..
Bir Hoş sadadır...sadece..bir nefes mutluluk..içilen acı bir kahve tadındadır beklenti..
Riyasız yalansız paylaşımdır beklenti...Ne kadar dürüstsen o kadar Dost sundur..

.
Ne kadar doğruysan da o kadar Dostun olur...
Çaresizliğe..çaresizliğe aranan çare değil..Yorulmuşlukta alınan dinlenme molasıdır..
Bazen bir radyonun linkinde yaşanır...Bir ömür mutluluk..
Bazen msnden çözüm deryasına geçiştir..Paylaşımdır kısacası...
Riyasız beklentinin minumum olduğu..üstelik..üstelik kaybedecek bişey olmadığından..
Cesurdur dostluklar burada..
Ülkemin bir ucunu diper ucuna bağlayıp .üstelik bununla yetinmeden.. ülke sınırlarını aşıp giden paylaşımdır..
Azla çoğun kardeşliğinde..iyilik ve kötülüğün çırılçıplak gözlemlendiği..herkesin kendinden bişeyler verdiği
yerde yaşanan duygular bütünüdür..sanalda dostluklar..
Her güzelliğin yaşadığı kadar kötülükleri de barındıran.Ancak kısa zamanda..
Ortaklaşa arındırılan bir paylaşımdır...
Hüsranla biter beklentiler bazen...
Bazende reelde bulamadığın özü bulursun...Dostluk.. insanlık.. hatta aşktan yana..
Dost meclislerinde.. dost olanlara...Yalnızlara inat..Dost bulanlara..
Dostluğa özüyle ..kalbiyle katılanlara selam olsun..
Saygılarımla...
Baralcan...dan..
Kişi nerde olursa olsun kendini temsil eder...
Kişi ne yaparsa kendine yapar.....
Polatcan yüreğine sağlık....

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Tutku
Pts Haz 03, 2013 9:03 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Türk'ü söyler..Türk'ü anlatır türküler.

(Mihriban üzerine Abdurrahim Karakoç ile röportaj) Sarı saçlarına deli gönlümü/Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban” diye başlayıp her gönüle değen bir şiirin yazarı Abdurrahim Karakoç. Mistik bir olgunlukla, Son bir kez diyor, Son bir kez daha görmek istemezdim. O beni hayalindeki gibi yaşatsın, ben de onu hayalimdeki gibi. O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın. Ne adı Mihriban, ne saçları sarı... O, Abdurrahim Karakoç’un Mihriban’ı... 1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, Mihriban diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikayesi bu... Ya da, hayatlarını birleştirmek isterken, ümitsiz aşklarına ayrılık nikahı kıyan iki sevgilinin, ümitsiz, duygu yüklü hikayesi.... Ayrılık tadında hüzünlü... Mihriban’a olan aşkı, Karakoç’a farklı bir olgunluk kazandırmış. Hani şu yürek genişliği denilen şey var ya, öylesine bir yaklaşımı var Karakoç’un... Mistik bir olgunlukla, “Son bir kez” diyor, “Son bir kez daha görmek istemezdim. O beni hayalindeki gibi yaşatsın, ben de onu hayalimdeki gibi... O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın.” Sarı saçlarına deli gönlümü, Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban. Ayrılıktan zor belleme ölümü Görmeyince sezilmiyor Mihriban. Bu eşsiz duygu yoğunluğu olan dizelerle aşkın gücünü anlatan şairimiz, Mihriban’dan aldığı “Unutmak kolay değil” başlıklı mektup üzerine, şiirin devamını yazıyor... Yazıyor ama, yarasını sarmış bir Yunus Emre olgunluğu ile de bilgeliğini dışa vuruyor. Unutmak kolay mı? deme, Unutursun Mihribanım. Oğlun, kızın olsun hele, Unutursun Mihrabınım *** Düzen böyle bu gemide, Eskiler yiter yenide. Beni değil, sen seni de, Unutursun Mihribanım. Nedir Mihriban’ın gerçek hikayesi? Bazıları “Gerçek mi” diyor. Gerçek diyorum. Ama adı Mihriban değil. O gençliğimde yaşanmış bir aşktı. Ama şimdi adını deşifre etmem, ayıp olur. Benim takmış olduğum sembol bir isimdir Mihriban. Masa başında yazılmış, hayal bir aşk, bu tadı ve lezzeti vermez. Yaşayacaksın ki, yazacaksın. O zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığı altında yazıyordum. Şiire başladığımda lambadaki alev titremeye başladı. “Lambadaki alev üşüyor” çıktı. -Hangi seneydi... ? 1960... O aşkınıza kavuşamadınız... Yo olmadı. Seviyordum. Olmadı. Ayıp olur şimdi adını söylemem. Törelerimize aykırı. İkinci bir Mihriban şiirim var. Biliyorsunuz. “Unutmak kolay unutursun Mihriban” diye... O da öyledir. Bunlar hep gerçeğe dayalıdır. Güzel tertemiz bir sevgiydi, tertemiz de bir ayrılma oldu. Nerde olduğunu biliyor musunuz? Bilmiyorum. Zaten benim memleketlim de değildi... Yaşayıp yaşamadığını biliyor musunuz? Onu da bilmiyorum... Sivas’ta bir televizyona çıktım. Telefon bağlantısı var. Bir hanım çıktı, “Abi o yaşıyor mu” dedi. “Bilmiyorum” dedim. “Nasıl bilmiyorsun” dedi. “Bilmiyorum işte” dedim. O bayan, “Eğer yaşıyor da, bu türküyü dinliyorsa, Allah ona yardım etsin” dedi. Hanımların dayanışması işte! Yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum vallahi. Hâlâ seviyor musunuz? Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama, insan hiçbir zaman unutamıyor... O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. “Unutmak kolay mı” başlığı mektubun. “Unutmak kolay mı deme/Unutursun Mihriban’ım” diyorum. “Düzen böyle bu gemide/Eskiler yiter yeni de/Beni değil, sen seni de unutursun Mihriban’ım” dedim... Allah o hallere düşürmesin, insan kendini de unutur... Mihriban’dan başka aşkınız oldu mu? Yok. Mihriban’dan başka aşkım olmadı. Mihriban nasıl biriydi? Valla ne bileyim, sıradan insanlara benzer birisiydi Çok mu güzeldi... Sarı saçlarına deli gönlümü/Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban diyorsunuz Saçı da sarı değildi... Belki bu şiirin bu kadar beğenilmesinin sebebi herkesin içinde bir Mihriban’ın olması... Gerçek yaşanıp, yazıldığı zaman okuyucu kendini bulur. Bu yüzden diyorum ki, ben herkesin hayatında bir Mihriban var... Bundan 7-8 sene önce Cebeci’de bir düğün salonunda, sanatçı Mihriban’ı okudu. Karşımızda yaşlı bir çift oturuyor. 80’inden yukarı ikisi de. Tanıyanlar, hocam çok güzel yazmışsınız falan deyince, ihtiyar teyze, “Oğlum bunu sen mi yazdın” dedi. “Evet” deyince de... “Hay diline sağlık, ne kadar güzel” dedi. Yanındaki ihtiyar amcayı gösterdi, “Evde birisi bu şarkı çalarken birşey söylesin, üstüne yürür. Öyle dalar gider, dinler dinler, gözlerinden yaş akar, oturur” dedi. “Bunun derdi ne” dedim. “Oğul oğul, herkesin gençliğinde bir Mihriban’ı vardır” dedi.. “Öyle yazmışsın ki, herkes Mihribanı’nı buluyor o türküde” dedi. Musa Eroğlu da çok güzel bestelemiş... Beste de güzel olup güfteyle örtüşünce daha bir güzel oluyor... Bunlar birbirini tamamlayan şeylerdir. Bestelendikten sonra herkes hayret etti. “40 senedir okuyorsunuz” dedim. Ama bestelenince daha güzel oldu. >Bir gün Mihriban’ı göreceğinize inanıyor musunuz? Bilmiyorum, görmek de istemiyorum. Değişmiştir şimdi. Ben onun nazarında değiştim, o benim nazarımda değişti. Niye görelim? Öyle kalsın ya... İnsanların gönülde kalması, gözde kalması daha iyidir.
 
Mekanın cennet olsun üstad Abdurrahim KARAKOÇ
Leyl-i_Lal
Pzr Ağu 18, 2013 4:09 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Türk'ü söyler..Türk'ü anlatır türküler.


 
                 HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI                 Hastane önünde incir ağacı                          Doktor bulamadı bana ilacı                                       Baştabip geliyor zehirden acı                                                  Garip kaldım yüreğime dert oldu                                                               Ellerin vatanı bana yurt oldu                       Mezarımı kazın bayıra düze                                      Yönümü çevirin sıladan yüze                                                    Benden selam söylen sevdiğimize                                                                 Başını koysun karalar bağlasın                                                                           Gurbet elde kaldım diye ağlasın
 
Yaşama sevincinden tutunda ölüm acısına kadar, vefayı, vefasızlığı, hasreti, sevgiyi, inancı, direnci, aşkı türkülerle dile getirmiş, türkülerle seslenmişiz. İçimizi, acımızı, sevdamızı türkülere dökmüşüz, türkülerle bölüşmüşüz!…
                                  Emeğinize yüreğinize sağlık....
                                            Harika payla$imlar olmu$...
Tuanna__
Pzr Ağu 18, 2013 2:41 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Türk'ü söyler..Türk'ü anlatır türküler.

Sunam türküsü ve hikayesi 
 
"şafak söktü yine sunam uyanmaz" şeklinde başlayan Sunam'ın öyküsü şöyledir;Suna köyün en güzel kızıdır. Köyün zenginlerinden Mehmet Ağa (Mehmet'i attım, emin değilim) sevmektedir Suna'yı. Suna da boş değildir Mehmet Ağa'ya, evlenirler haliyle. Lakin Mehmet Ağa'nın bir kötü huyu vardır, her akşam içmektedir. Evliliğin ilk akşamı Mehmet Ağa içip eve gelir, kapıyı çalar. Suna bakar kocası sarhoş, alır içeri, yemeğini yedirir, pijamalarını giydirir yatırır. Bu böyle 1-2 ay devam eder. Sonunda bir gün Suna'nın canına tak eder. Mehmet ağa o akşam gene sarhoş gelir kapıyı çalar. Suna açmaz. Mehmet ağa gene çalar, Suna'dan ses yok. Yarım saat çalar, kapı açılmaz. 1 saat çalar, yok. Çalmaya devam eder. Suna sonunda dayanamayıp kapıyı açar. 1 saatten uzun süredir kapıyı çalmakta olan Mehmet Ağa, Suna'yı karşısında görünce "bizde kapıyı geç açan karıyı makbul saymazlar" der, çeker vurur Suna'yı ve oracıkta sızar kalır. Sabah şafak vakti uyanır Mehmet Ağa, bakar çok sevdiği karısı yerde yatıyor, ölmüş. Hiçbir şey hatırlamamaktadır. "şafak söktü yine, sunam uyanmaz" diye başlar ağıt yakmaya.
Sözleri:Şafak söktü yine sunam uyanmazHasret çeken gönül derde dayanmazÇağırırım sunam sesim duyulmazUyan sunam uyan derin uykudanÇektiğim senin elindenUsandım gurbet elindenHiç kimse bilmez halimdenUyan sunam uyan derin uykudanBunca diyar gezdim gözlerin içinNiye küstün bana el sözü içinDilerim Allah’tan sızlasın içinUyan sunam uyan derin uykudan
 

Emeğine sağlık canım....
Siyahin_Matemi
Pzr Ağu 18, 2013 12:55 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Türk'ü söyler..Türk'ü anlatır türküler.

Emeginize saglık ablacım Türkülerimizi Atasözlerimize benzetiyorum bende..Her olay için ayrı bir anlatım ve nefis bir duyarlılık..
 
en sevdiklerimden biri ...
Seher yeli bizim ele gidersen
Nazlı yare küstüğümü söyleme söyleme...
Ne hallara düştüğümü sorarsa
O yar beni sorarsa
Bağrıma taş bastığımı söyleme
Ona söyleme yare söyleme.....

 
Ağrılar baş tutar ahuzardayım
Mahsur gibi çekilmişim dardayım dardayım
Gezer dolaşırımda bilmem nerdeyim nerdeyim
Deli delide gezdiğimi söyleme
Ona söyleme söyleme söyleme..........
Belki bir gün çıkar gelir diyorlar
Gönül muradınıda alır diyorlar
Seven sevdiğini bulur diyorlar
Umudumu kestiğimi söyleme söyleme.............

 
Birsu__
Cmt Ağu 17, 2013 7:29 pm
 
Foruma git
Konuya git

Türk'ü söyler..Türk'ü anlatır türküler.

TÜRKÜLERDE YAŞAMAK TÜRK‘ü söyler, TÜRK‘ü anlatır türküler. Biz sussak da onlar bizi en güzel şekilde anlatır. Hayatımızdaki her duygunun karşılığını türkülerde buluruz: Acıyı, gamı, kederi, hüznü, mutluluğu, memleket özlemini, hasreti, neşeyi… Hepsi türkülerde saklıdır. Türküler bizim dilimizdir. Biz sussak da onlar bizi en güzel şekilde anlatır. Türküler samimidir, sahicidir. Yüzyıllardır türkülerle anlatılmıştır duygular. Onlar eskimez, değerini yitirmez. Hayatın tüm renkleri türkülerde saklıdır. Türkülerle seviniriz, üzülürüz, kederlenir, coşar, ağlarız. İşte hayatı “türkü tadında yaşamak” budur. Türkülerin farkına varamayanlar aslında hayatın farkına varamamışlardır. Türküler bizim en değerli hazinemizdir. Bu hazine tek başına kimsenin değil; bizimdir, hepimizindir. Beşikte tanışırız türkülerle. Hamurumuz türkülerle yoğrulur. Mışıl mışıl derin uykulara onun kollarında dalarız. Bizi sakinleştiren, içimize huzur veren bu tılsımlı türkülerdir. Türkülerle olan dostluğumuzun, kader birliğimizin başlangıcıdır bu. İlk türkümüzdür ninemizden duyduğumuz ninniler. Eledim eledim höllük eledim, Aynalı beşikte balam bebek beledim. Büyüttüm besledim asker eyledim, Gitti de gelmedi canan buna ne çare Kahramanlıklarımız efsaneleşir ve bir türküye dönüşür dilimizde. Bir kahramanlık türküsü bizim millî duygularımızı okşar. Onunla coşar, onunla Türklüğümüzün gururunu, şerefini hissederiz Şairin dediği gibi; “Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir, Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.” O Allah ki zaferi savaş alanlarında ismini zikredenlere bağışladı. Savaş alanlarında zaferi kazananların torunları, ancak türkülerde hissedebildi zaferin muştusunu. Bağdadın kapısın Genç Osman açtı Düşmanın cümlesi önünden kaçtı Kelle koltuğunda üç gün savaştı Allah Allah deyip geçer Genç Osman of of Memleket özlemi içimizde büyüyen bir yangındır. Biz gurbette içimizdeki bu ateşle yaşarız. Gurbetin mavi sularına yaslanan şehir manzaraları, hiçbir zaman belleğimizden silmeye yetmez memleket hayalini. Gözümüzde tüter memleketin taşı, toprağı. Ah! deriz: Bir varsam memleketime. Kavuşsam anama, babama, kardeşlerime ocağıma, toprağıma. Geçmez gurbette günler, uzadıkça uzar zaman. Allı turnam bizim ele varırsan Şeker söyle kaymak söyle bal söyle Gülüm gülüm, kırıldı kolum Tutmuyor elim, turnalar ey Ah gülüm gülüm turnalar ey Eğer bizi sual eden olursa Boynu bükük benzi soluk yâr söyle Hayatın dertleri, sıkıntıları omuzlarımıza çökmüştür. Umutsuzluk esir almıştır bizi. Bir ışık, bir tutunacak dal olsun isteriz. Bizim için yaşam dert yüküdür. Bu yükün altında ezildiğimizi hissederiz. Birisinin bizi dürtmesini “Haydi yılgınlığa kapılma sen üstesinden gelebilirsin.” demesini bekleriz. İşte bu, bizim türkümüzdür o zaman. Ne ağlarsın benim zülfü siyahım Bu da gelir bu da geçer ağlama Göklere erişti feryadım ahım Bu da gelir bu da geçer ağlama
Tutku
Cmt Ağu 17, 2013 7:05 pm
 
Foruma git
Konuya git
cron