26 sonuç bulundu

Geri dön

YEMİN ETMEK.....

Günlük yaşantımızda o kadar yerleşmiş ki yemin etmek ağzımıza; unutuyoruz önemini ve uyulmadığı takdirde doğabilecek sonuçları…Her lafımızın başına şartmış gibi “vallahi” getiriyoruz, daha inanılır kılmak için sözlerimizi “yeminle” diye devam ettiriyoruz; Allah’ı bazen haklı bazen haksız yere şahit gösterip duruyoruz. Sakız olmuş gidiyor bu yeminler…Açıkça uyarılıyoruz bu konuda oysa ki:
“Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek; yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun(onlara riayet edin). Allah size ayetleri açıklıyor; umulur ki şükredesiniz”
Maide 89
Aldırış etmeden bol keseden savurduğumuz yeminleri kimi zaman birini lafımıza inandırmak için kullanıyoruz, kimi zaman vaadlerimiz için kullanıyoruz, kimi zaman kendi kendimize yaptırımlarımız için…Oysa ki her birinde (bilinçli olarak edilenlerde) çok büyük bir keffarete giriyoruz ama bu yeminlere ne denli titizlikle bağlı kalmamız gerektiğini unutabiliyoruz. Allah muhakkak karşılığını istiyor sadık kalınmayan ya da yalan yere edilen yeminlerin ki bir değil üç farklı keffaret biçimi sunuyor bize çok şükür ki.
Kasıtlı edilmeyen yeminlerden sorumlu tutulmamamız da ayrıca bir şükür konusu acak yine de bunu ağız alışkanlığı haline getirmemekte fayda olduğuna inanıyorum. Müslüman kişinin özü sözü zaten bir olmalıdır. Yemini bir kenara bırakalım, söz vermek ve bunu mutlaka tutmak diye de bir şey vardır. Her ne kadar söz vermek (ahit etmek)kişinin insayitifine kalan ve yemin etmenin yanında ezilip büzülüp küçük bir şeymiş gibi kalan bir durum gibi görünse de Kur’an’da önemle üzerinde durulur:
“….Hayırda erginlik o kişinin hakkıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır; akrabaya, yetimlere, özgürlüğüne kavuşmak gayretinde olanlara malı seve seve verir, namazı/duayı yerine getirir, zekatı öder. Böyleleri söz verdiklerinde ahitlerine vefalıdırlar; bolluk ve bereket zamanı kadar zorluk, sıkıntı ve şiddet zamanında da sabırlıdırlar. İşte bunlardır özüyle sözü bir olanlar. İşte bunlrdır takva sahipleri.”
Bakara 177
Söz vermek bu ayette görüldüğü gibi imanlı insanın inanması/yapması gereken çok önemli şeylerle aynı ayette geçiyor. Aşağıdaki ayetle de söz verdiğimizde sözümüze sadık olmamız açıkça emrediliyor.
“Ey iman sahipleri! Akitlerin ve ahitlerin icaplarını yerine getirin!…”
Maide 1
“….Ahdinize vefalı olun çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir.”
İsra 34
Her lafımızda Allah’ı şahit göstererek yemine etmeyi ağız alışkanlığı haline getirmekten vazgeçmemiz gerektiği gibi, aile içinde, iş ortamında, arkadaşlıklarda ve daha pek çok durum ve ortamda birbirimize verdiğimiz sözlere sadık olmanın ciddiyetini de anlamamız gerekiyor. Müminler olarak taşımamız gereken özelliklerden biri de bu çünkü.
“O müminler emanetlerine, ahitlerine saygı duyup sahip çıkanlardır.”
Müminun 8

Ahdinize vefalı olun çükü verilen söz sorumluluk getirir İsra suresi 14.Ayet Selam ve saygılarımla Hacegan.....
Hacegan__
Per Şub 16, 2012 8:41 am
 
Foruma git
Konuya git

Adalet, idarecilerin süsü ve güzelliğidir

Geçici lezzetlere, çabuk biten, tükenen dünyalıklara aldanmamalıdır.

* Kulluk; her an Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmek ve Onun Resulüne tam tâbi olmaktır.

* Kur'an-ı kerim okunan eve bereket ve iyilik gelir. Melekler toplanıp, şeytanlar oradan kaçar.

* Nafile ibadetlerin, farzlar yanındaki kıymeti, okyanus yanında, bir damla su gibi bile değildir.

* Mal biriktirme hırsı olan kimseler, her zaman sıkıntı ve üzüntü içinde olurlar.

* İhlas, dünya faydalarını düşünmeyip ibadetlerini yalnız Allahü teâlânın rızası için yapmaktır.

* Dua, müminin silahıdır ve dinin direğidir. Göklerin ve yerin nurudur.
* Allahü teâlâ günahları görür ve örter. İnsanlar ise, görmez ve söyler.

* En büyük sermaye, Allahü teâlâya güvenip, insanlardan bir şey beklememektir.
* Kim gülerek günah işlerse, ağlayarak Cehenneme gider.

* Adalet, halkın dirliği ve düzeni; idarecilerin ise, süsü ve güzelliğidir.

* Müminde, ihlas ve pişmanlık bulunursa, Allahü teâlâ onun bütün günahlarını affeder.

* Eshab-ı kiram, sadece sohbet ile nihayetsiz kemalata vasıl oldular.

* Elem ve üzüntü, ayrılık ve musibet, mademki Allahü teâlânın irade ve takdiri iledir. O halde Ondan gelen her şeye razı olmak lazımdır.

* En büyük günahlardan biri de, insanlarla alay etmektir.
* Ahireti verip dünyayı almak, yani Haktan halka yüz çevirmek akılsızlıktır.

* İnsanlar arasında bulun, fakat kimseye yük olma!
* Akıllı kimse, korktuğu başına gelmeden önce, onun çaresine bakar.

* Lüzumsuz şeylerin peşinden koşan, lüzumlu şeyleri kaçırır.

* Günlerin hayırlısı Cuma, ayların hayırlısı Ramazan, amellerin hayırlısı da vaktinde kılınan namazdır.

* Tedbirini aldıktan sonra, Allahü teâlânın takdirine bağlanan, tevekkül sahibidir.
* Anaya-babaya itaat etmek, büyük günahlara kefarettir.

* Bir kimse, cahil iken varlıklı olduğu halde, âlim olunca muhtaç hâle düşebilir. Eğer rızk akla ve ilme göre verilseydi, hayvanlar cehaletleri sebebiyle helak olurlardı.
Asri_Saadet
Çar Şub 29, 2012 7:32 pm
 
Foruma git
Konuya git

Müslüman Kadın Duygusal Bir Kişilik Göstermez

Müslüman Kadın Duygusal Bir Kişilik Göstermez

Duygusallık, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda olumsuz bir tavır olarak algılanmaz. Bu nedenle bu toplumlarda duygusallıktan kaynaklanan ‘alınma, yakınma, darılma, ağlama, içine kapanma, durgunluk, kıskançlık, kızgınlık’ gibi tavır bozuklukları, ‘insanın içinden gelen duygular’ olduğu öne sürülerek olabildiğince teşvik edilir.
Allah korkusu, mümin kadını her türlü yapmacık tavırdan uzak tutar. Hiçbir zaman küçük menfaatler uğruna insanların hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaz.

Oysa bu düşünce tümüyle yanlıştır. Özellikle de Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda hakim olan kadın karakterinde görülen duygusallık, insanın zayıf bir kişilik göstermesine neden olur. Kişi olaylar karşısında duygularının kendisini yönlendirdiği şekilde hareket ettiği için akılcılıktan büyük ölçüde uzaklaşır. Mantıklı ve doğru düşünemeyecek, isabetli çıkarımlar yapamayacak hale gelir. Müslüman kadın, tüm hayatını ve kişiliğini Kuran ahlakına göre belirlemesi sebebiyle, nefsin bu özelliği ve ona karşı nasıl bir mücadele verilmesi gerektiği konusunda en doğru bilgilere sahiptir. Duygusallığın, insanın aklını perdelediğini, doğru düşünebilmesini, gerçekleri olduğu gibi görebilmesini engellediğini, insanı zayıf, dirençsiz ve güçsüz hale getirdiğini bilir. Kuran ahlakına göre yaşamayan toplumlarda kadın karakteriyle özdeşleşen; duygulanmak, üzüntüye kapılmak, ağlamak, söylenmek, öfkelenmek, kıskançlığa kapılmak, küsmek ve içine kapanmak gibi tavırların, iman sahibi bir insanın karakteriyle bağdaşmayacak özellikler olduğunun da şuurundadır. Ayrıca bu tarz tavırlardan sakınıp güçlü bir kişilik sergilemenin, bu hatalı karaktere sahip kadınlar için güzel bir örnek olacağını bilir, bu şuur ve sorumluluk bilinciyle hareket eder.
Asri_Saadet
Per Mar 01, 2012 7:18 am
 
Foruma git
Konuya git

HİÇ DEĞİŞMEYECEKLER.....

Yaşadığımız hayatın içinden kendimize çıkışlar arar dururuz. Tek çıkışın belli olduğu bir hayat, ve neden o kapıları zorladığımızı bilmiyorum ! Elbette kolay değil , elbette mücadele etmek lazım çıkışa varmadan.. Lakin bazı şeylerle mücadele edecek tek şey sabırdır.. Hani ilacı zaman olan ve eczanelerde bulunmayan ve sardığı her yarayı hakkıyla saran o büyük kapatıcı.. Zaman!
Teslimiyet..
Tamamiyle hak edene olmalı diye düşünüyorum..İnsanın elini kolunu bağlayan tek şeyin adı SEVGİdir. Kalbi rabbine teslim eden de!... Ve yara alan tek yerimiz de kalbimiz değil midir?.. Ve yine rabbimiz değil mi tek iyileştiren de?.. Kul açar, gül sarar yaralarınızı dikenleriyle!..
Her yara iyileşir kapanır kaşına kaşına .. Kimisi de kaşıya kaşıya açar kendi açtığı yaraları . Bazı bünyeler kendisi sarar iken bazı bünyeler de destek bekler yanındakinden .. Yanınızda olanın farkında olun vakit çok geçmeden! Hiç görmedim! Siz gördünüz mü bir fayda el-den? El açıp geri boş çevirmeyenden başka?...
Tarağı olan kelini kaşısın ey insanlık.. Kendindeki kusuru görmeyen gözüm var demesin!
Dil dil ile bilenir unutmayın!.. Ağzınızdan çıkan bir kelime sizi yaşadığınız son güne kadar terk etmez.. Söylenmemiş her söz ise size son sözü söyleyebilme hakkını verir.. Benim gibi mesela.. Çok konuşurum hiç bir şey söylemem, çok susarım tek bir kelimem yeter. BİTTİ dedim mi biter!.. Anlayana da tek kelime yeter.. Sizce…?
Elin varsa dosta ihtiyacın yok tutun diğerine.. Durduk yere yazılmıyor demek ki onca boş lakırdı .. Demek ki tutunacak el de kalmamış sahiden… İnanmıyorum artık, doksan dokuzu neyse yüzüncü de aynıymış.. Ben başkayım diyenlere inanmayın eminim onlarında karaları başka yüzlerindedir.
Demem o ki;
‘‘…Başımı koyduğum yastığım düşman !
Her gün çevirmezsem boynum ağrıyor. ,,
Gömülün yalnızlığınıza , yatak döşek yığılın da, yığılıp kalmayın eliniz koynunuzda...
Dil yarası ağır olur, kalbi kalbe sağır eder. Düşünmeyin elalem ne söyler ne der… Kim bilir acıyan yanlarınızı ?.. Kaç kere sildiler gözyaşlarınızı?..
O gün diyecek sözü olmayanlar bu gün de kapasın çenelerini.. Kapatmıyorsa siz kapatın kara kaplıyı …
Bugün size acı veren her şey yarında verecek… Değişmeyen tek kural yaranı belli edersen zalimler darbeyi hep aynı yere vuruyor işte.. Bu dünyanın kuralı, hiç değişmeyecek…HİÇ DEĞİŞMEYECEK!!! Malesef:( Selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Pzr Şub 26, 2012 12:36 am
 
Foruma git
Konuya git

MÜMİN KİMDİR....?

Mümin, geleneksel kültüre ya da doğu kültürüne sahip insan demek değildir. Mümin yalnızca Allah’a kulluk etmek, yalnızca O’nun rızasını aramak, verdiği nimetleri yalnızca O’nun yolunda kullanmak için yaşayan insandır. Allah’ı gereği gibi takdir edebilen, O’na şükür ve tevekkül içinde olmaya çalışan insandır. Mümin, Allah’a aşkla bağlı, Kur’an ahlakını yaşamaya ve Rabb’inin sınırlarına yaklaşmamaya gayret eden samimi insandır.

Samimi müminin en önemli özelliklerden biri, gün içinde her adımını Allah’ın rızasını ve rahmetini düşünerek atmasıdır. Aczinin, dünya hayatının geçiciliğinin, kaçınılmaz gerçek olan ölümün her an gelebileceğinin ve her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunun bilincindedir. Yalnızca Rabb’ini İlah olarak tanır, Hz. İbrahim (as)’ın sözlerindeki gibi, “… işitmeyen, görmeyen ve kendisini herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere” tapmaz. (Meryem Suresi, 42)

Allah’ın buyruklarını göz ardı ederek, yalnızca nefsinin bencilce tutkularını gözeterek yaşayan kişi, özgür olduğunu düşünebilir; ama yanılır. Çünkü Allah’a tam teslimiyetin kazandırdığı gerçek özgürlüğü bilemez; bu nedenle kıyas da yapamaz. Ancak kıyas yapabildiğinde ortaya çıkan; özgürlüğün yalnızca Kur’an ahlakı yaşandığında kazanılabileceği gerçeğidir.

İnsan, vicdanını tam kapasite kullandığında gerçek özgürlüğe ulaşır. Nefsinin bencil tutkularının tutsağı olan kişi özgür olabilir mi? İnsan ancak, sürekli kendisinden çalan nefsinden ve Allah’ın dışında bütün taptıklarından kurtulduğunda özgürleşir.

Rabb’inden uzak kalarak özgür olacağını zanneden kişinin yaşadığı, toplumun kısıtlayıcı ve yasaklayıcı kurallarına uyması yüzünden gerçekte özgürlük değil, tutsaklıktır. Toplumda yerleşmiş yanlış telkinler, batıl inanışlardan kaynak bulan din dışı uygulamalar, insanların yaşadığı hapishanenin sınırlarını çizer. Yalnızca Allah’ın kulu olmak yerine, onlarca sahte İlahın emrine giren kişi asla gerçek anlamda özgürlüğü tadamaz. "Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri, onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir." (Yasin Suresi, 75)

Hayatlarını insanları hoşnut etmeye adayan kimseler, insanlardan yardım umarlar. Ancak birer aciz “kul” olan bu varlıklar onlara yardım edemez, onları kurtaramazlar. Sahte ilahların gerçekte hiçbir yararı olmadığını insana gösteren en kesin gerçek ölümdür. Ancak artık çok geçtir.

Kur’an ahlakını yaşamak, toplumun insan üzerindeki baskılarını, yaptırımlarını, batıl kurallarını, her türlü bağnazlığı kırar, ortadan kaldırır. Rabb’inin sınırları içinde yaşayan insan, özgür olduğunu düşünerek sınır tanımadan yaşayan ancak kalbi darlık içindeki kişiden daha özgürdür. Çünkü Rabb’i müminin kalbine güvenlik duygusu ve huzuru indirmiştir.

İnkarcıların, çarpık temel üzerine inşa ettikleri hayatları ile müminlerin Allah’ın hoşnutluğu temeli üzerindeki hayatları arasında çok önemli ayrılıklar vardır. “Rabb’imiz Allah’tır diyerek dosdoğru bir yol tutan” müminlerin rehberi Kur’an ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetidir. Dinleri, Allah’ın Kur’an’da tarif ettiği ve Peygamberimiz (sav)’in örnek hayatıyla tanıttığı İslam, kıstasları Kur’an’dır.

Samimi iman eden insan, yaşamını Allah’a adar, kendisini O’na vakfeder. İmanından kaynaklanan kararlılığa sahiptir, zorlukta yılgınlık göstermez, ‘Rabb’i için sabreder’, O’na güvenip dayanır, tevekkül eder. Her işi düzenleyip kontrolü altında tutanın, gizlinin gizlisini ve içindekini görüp bilenin Allah olduğunun bilincindedir. Kendini Allah’a vakfetmek, kötülüklerden arındıran, insanın kalbine güven duygusu ve huzur indiren, sonsuz yaşamda da –Allah’ın dilemesiyle-kurtuluşa ulaşmaya vesile olacak olan en önemli yollardandır.
Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak dünyevi hiçbir çıkara değişilmez. Küçük ya da büyük hiçbir çıkar, O’nun rızasını kazanmaktan daha önemli olamaz. Allah, “(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ’tutkuya kaptırıp alıkoymaz’…” (Nur Suresi, 37) buyurur ve inanan kullarının bu özelliklerini haber verir.

Allah’a yönelmek ve hayatını O’na adamak önemlidir. Kendimizi gözden geçirmemiz, gün içinde kendimize imanımızı kanıtlayacak davranışlarda bulunmamız ve “yalnızca Allah rızası için mi yaptım?” diye düşünmemiz gerekir.

Sıcak evimizde, keyif içinde, imtihan yaşamadan Allah’a olan sevgimizi kanıtlayamayız. O nedenle imtihan, bizler için Allah’tan nimettir, rahmettir. Rahmet yağarken ise ıslanmalı, sırılsıklam olmalı. Karşılaştığımız her zorluk hayır ve hikmetle yaratılır. Bize düşen; O’na olan sevgimizi, sabrımızı ve tevekkülümüzü göstermek olmalı. Her zorluktan sonra mutlaka kolaylık gelecektir.

İmtihanlar, dışarıdan bakıldığında sıkıntı ve zorluk gibi görünür ancak içine girildiğinde görünen, Allah’ın kesin rahmetidir. Kalben, ruhen ve bedenen Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olursak her an mutluluğu ve güzelliği yaşarız.

Kur’an, evde “oturulan” veya “evden camiye” bir İslami yaşam modeli tarif etmez. Allah’ın rızasını ve rahmetini kazanmak için "mücahid" olmalı, Allah’ın dinini hakim kılmak için ciddi bir çaba ve fikir mücadelesi içinde olmalı. “Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Ali İmran Suresi, 142) buyurur Allah ve bunun aynı zamanda sonsuz kurtuluşun da yolu olduğunu haber verir.

İnsanları yanlış olandan sakındırmak, doğruları anlatmak, toplumdaki sapkın görüşlerle fikir mücadelesi yapmak her Müslüman’ın önemli sorumluluğudur. Bozgunculuk çıkaran, huzur ve düzeni bozan, barışı engelleyen, tüm dünyada şiddet, terör ve anarşiyi körükleyen fitnenin yok edilmesi gereklidir. Bu fikir mücadelesinde hedef, fitnenin beynidir. Hak gelecek batıl zail olacaktır.

Allah yolunda "ciddi bir çaba" göstermek, “fitne yeryüzünden kalkıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar” fikir mücadelesi yapmak ve O’na gereği gibi kulluk etmek müminin asıl işidir. O, Rabb’ine "bir ucundan ibadet" etmez. Allah’ın rızasının yanında kendi basit çıkarlarını korumaya çalışmaz. O korkunç bir kayıptır; mümin ise Rabb’inin dilemesiyle hep kazançtadır.

Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 18-19)
Selam ve dualarımla Allaha emanet olunuz. Hacegan....
Hacegan__
Per Şub 16, 2012 8:26 am
 
Foruma git
Konuya git

CUMA GÜNÜ VE ÖNEMİ...

Allahü teâlâ Cuma gününü müslümanlara mahsus kılmıştır. Cuma günü öğle vaktinde, Cuma namazını kılmak, Allahü teâlânın emridir.

Allahü teâlâ, Cuma sû»resi sonundaki âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki, (Ey îmân etmekle şereflenen kullarım! Cuma günü, öğle ezânı okunduğu vakit hutbe dinlemek ve Cuma namazı kılmak için camie koşunuz! Alışverişi bırakınız! Cuma namazı ve hutbe, siz e başka işlerinizden daha faydalıdır. Cuma namazını kıldıktan sonra, camiden çıkar, dünya işlerinizi yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızık bekleyerek çalışırsınız. Allahü teâlâyı çok hâtırlayınız ki, kurtulabilesiniz!)

Namazdan sonra, isteyen işine gider çalışır, isteyen câmide kalıp namaz kılmak ile, Kur'ân-ı kerîm ve düâ ile meşgul olur. Cuma namazı vakti girince, alış-veriş günahtır.

Peygamberimiz "sallAllahü aleyhi ve sellem" çeşidli hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki:

(Bir müslüman, Cuma günü gusül abdesti alıp, Cuma namazına giderse, bir haftalık günahları afvolur ve her adımı için sevâb verilir.)

(Cuma namazı kılmayanların kalblerini Allahü teâlâ mühürler. Gâfil olurlar).

(Günlerin en kıymetlisi Cumadır. Cuma günü, bayram günlerinden ve Aşû»re gününden daha kıymetlidir. Cuma, dünyada ve Cennette mü'minlerin bayramıdır).

(Bir kimse, mâni yok iken, üç Cuma namazı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler. Ya'nî iyilik yapmaz olur).

(Cuma namazından sonra bir an vardır ki, mü'minin o anda ettiği düâ red olmaz).

(Cuma namazından sonra, yedi defa İhlâs ve Mu'avvizeteyn okuyanı Allahü teâlâ, bir hafta kazâdan, belâdan ve kötü işlerden korur).

(Cumartesi günleri yahudilere, Pazar günleri nasaraya [hıristiyanlara] verildiği gibi, Cuma günü de Müslümanlara verildi. Bu gün, Müslümanlara hayr, bereket, iyilik vardır).

Cuma günü yapılan ibâdetlere, başka günde yapılanların, en az iki katı sevâb verilir. Cuma günü işlenen günahlar da iki kat yazılır.

Cuma günü, ruhlar toplanır ve birbirleriyle tanışırlar. Kabirler ziyaret edilir. Bu günde kabir azâbı durdurulur. Bazı âlimlere göre, mü'minin azâbı artık başlamaz. Kâfirin, Cuma ve Ramazanda yapılmamak üzere, kıyâmete kadar sürer. Bu gün ve gecesinde ölen mü'minler, kabir azâbı çekmez. Cehennem, Cuma günü çok sıcak olmaz. û‚dem aleyhisselâm, Cuma günü yaratıldı. Cuma günü Cennetten çıkarıldı. Cennettekiler, Allahü teâlâyı Cuma günleri göreceklerdir.

Cuma Namazının Farzları

Cuma günü onaltı rek'at namaz kılınır. Bunun iki rek'atını kılmak farzdır. Öğle namazından daha kuvvetli farzdır. Cum'a namazı farz olmak için iki türlü şartı vardır:

1 - Edâ şartları,

2 - Vücub şartları.

Edâ şartlarından biri noksan olursa namâz kabû»l olmaz. Vücub şartları bulunmazsa kabû»l olur.

Edâ, ya'nî Cuma namazının sahîh olması için şartları yedidir:

1 - Namazı şehirde kılmak (Şehir: Cemâati en büyük camie sığmayan yer demektir.)

2 - Devlet reisinin veya vâlinin izni ile kılmak. Bunların tayin ettiği hatib, kendi yerine başkasını vekil edebilir.

3 - Öğle namazının vaktinde kılmak.

4 - Vakit içinde hutbe okumak. [û‚limler, Cum'a hutbesini okumak, namaza dururken

(Allahü ekber) demek gibidir dedi.

Ya'nî iki hutbeyi de, yalnız arabca okumak lâzımdır. Hatib efendi, içinden Eû»zü okuyup, sonra yüksek sesle, hamd ve senâ ve kelime-i şehâdet, salât-ü selâm okur. Sonra, vaâz ya'nî sevâba, azâba sebeb olan şeyleri hatırlatır ve âyet-i kerîme okur. Oturup kalkar. İkinci hutbeyi okuyup, vaâz yerine, mü'minlere düâ eder. Dört halîfenin adını söylemesi müstehabdır. Hutbeye dünya sözü karıştırmak haramdır. Hutbeyi, nutuk ve konferans şekline sokmamalıdır. Hutbeyi kısa okumak sünnettir. Uzun okumak mekrû»hdur.]

5 - Hutbeyi namazdan önce okumak.

6 - Cuma namazını cemâat ile kılmak.

7 - Câmi kapılarını herkese açık tutmak.

Cuma namazının vücû»b şartları dokuzdur:

1 - Şehirde, kasabada oturmak. Müsafirlere farz değildir.

2 - Sağlam olmak, hastaya, hastayı bırakamıyan bakıcıya ve ihtiyarlara farz değildir.

3 - Hür olmak.

4 - Erkek olmak. Kadınlara farz değildir.

5 - û‚kıl ve bâliğ olmak.

6 - Kör olmamak. Yolda götüren olsa bile, a'mâ olana farz değildir.

7 - Yürüyebilmektir. Nakil vâsıtası olsa bile felçliye, ayaksıza farz değildir.

8 - Hapsedilmiş olmamak ve düşman korkusu, hükû»metten, zâlimden korkusu olmamak.

9 - Fazla yağmur, kar, fırtına, çamur ve soğuk olmamak.

Cuma Namazı Nasıl Kılınır?

Cuma günü, öğle ezânı okununca, onaltı rek'at Cuma namazı kılınır. Bunlar sırası ile şöyledir:

1 - Önce, Cuma namazının dört rek'atlik "İlk sünneti" kılınır. Bu sünnet, öğle namazının ilk sünneti gibi kılınır. Buna niyyet, "Niyyet ettim. Allah rızası için, Cuma namazının ilk sünnetini kılmağa, döndüm kıbleye" diye yapılır.

2 - Sonra, cami içinde ikinci ezân ve hutbe okunur.

3 - Hutbe okunduktan sonra, kâmet okunup cemâat ile Cuma namazının iki rek'atlik "farzı" kılınır.

4 - Cuma namazının farzı kılındıktan sonra, dört rek'atlik "Son sünneti" kılınır. Bunun kılınışı öğle namazının ilk sünneti gibidir.

5 - Bundan sonra, "Üzerime farz olan kılamadığım son öğle namazının farzını kılmağa" diye niyyet ederek, "û‚hir zuhur" namazı kılınır. Dört rek'atlik bu namazın kılınışı öğle namazının farzının kılınışı gibidir.

6 - Sonra da, iki rek'at "Vaktin sünneti" kılınır. Kılınışı, sabah namazının sünnetinin kılışını gibidir.

7 - Bundan sonra, û‚yetel-kürsî ve tesbihler okunup, düâ edilir.

Cuma Gününün Sünnet ve Edebleri:

1 - Cumayı perşembe gününden karşılamak.

2 - Cuma günü gusl abdesti almak.

3 - Başı traş etmek. Sakalın bir tutamdan fazlasını ve tırnakları kesmek. Temiz elbise giymek.

4 - Cuma namazına mümkün olduğu kadar erken gitmek.

5 - Ön safa geçmek için, cemâatin omuzlarından aşmamalıdır.

6 - Câmide namaz kılanın önünden geçmemek.

7 - Hatib efendi minbere çıktıktan sonra hiç bir şey söylememek, konuşana işaretle bile cevap vermemek ve ezânı tekrarlamamak.

8 - Cuma namazından sonra Fâtiha, Kâfirû»n, İhlâs, Felâk ve Nâs sû»relerini yedi kere okumak,

9 - İkindiye kadar câmide kalıp, ibâdet etmek.

10 - Ehl-i sünnet âlimlerinin kitablarından anlatan âlimlerin dersinde, va'zında bulunmak.

11 - Cuma gününü, hep ibâdetle geçirmek.

12 - Cuma günü salevât-ı şerîfe getirmek.

13 - Kur'ân-ı kerîm okumak, (Kehf) sû»resini okumalıdır.

14 - Sadaka vermek.

15 - Ana-babayı veya kabirlerini ziyâret etmek.

16 - Evin yemeklerini bol ve tatlı yapmak.

17 - Çok namaz kılmak. Kazâya kalmış namazı olanlar, kazâ namazı kılmalıdır.

18 - Cuma gününü hep âhıret işleriyle geçirmek.

Sanalkahve dostlarımın mübarek cuma gününü kutlar hakkımızda hayırlara vesile olmasını temenni ederim selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Cum Mar 02, 2012 6:26 am
 
Foruma git
Konuya git

GÜZELLİK KENDİMİZİ BİLMEKLE BAŞLAR....

İnsanın eksiğini, hatasını bilmesi kadar güzel şey yoktur. Yaratılmış olan eksiksiz olmaz. Ayrıca eksik olduğumuzu bilmek, bu şuurla hareket etmek, mahrum olmak demek değildir. Asıl mahrumiyet Hakk’a teslim olmayıştır. Teslim olan kişi ise hayrı Hak’tan kötülüğü de kendinden bilir. Bu kişi hata yapsa bile sonunda tevbesi kabul edilir.

Yüce Mevlâ Kur’an-ı Kerim’de buyurmuştur:

“Sana bir iyilik gelirse Allah’tan, kötülük gelirse kendindendir.” (Nisa, 79)

İnsanın suçu kendi nefsinden bilmesi kulluk edebindir. Yeter ki tevbe edip af dilemeyi bilsin. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:

“Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbe etmeleri için geceleyin elini açar. Gece günah işleyenlerin tevbe etmeleri için de gündüz elini açar. Bu durum güneşin battığı yerden doğmasına kadar devam eder.” (Müslim)

Suçu Allah’a isnat eden affa layık olmaz, rahmete kavuşamaz. Hz. Adem a.s. ile İblis’in durumları bunun en güzel misalidir. Her ikisi de günah işlediler. Hz. Adem a.s. cennetten uzak düştü, hasret çekti. Fakat af diledi, Allah’ın mağfiretine mazhar oldu. İblis ise isyanına devam etti, suçu Allah’a yüklemeye kalkıştı. Böylece hatayı kendisinin yaptığını kabul etmedi. Sonuçta rahmete layık görülmedi ve kovuldu.

Adem a.s. demişti ki: “Allahım, suçluyum. Ben düşkün kuluna acı! Kendimize zulmettik. Bizi affetmezsen, bize acımazsan zarar görenlerden olacağımıza şüphe yoktur.” (A’raf, 23)

Yani demiş oldu ki: “Kusurlu olduğumu biliyorum, suç işleyerek bizzat kendime zulmettim. Pişmanım, senden tarafa döndüm ve bütün kusurumla sana sığındım. Sen acıyanların acıyanı, cömertlerin cömerdisin. Merhamet edip bağışlayansın. Ziyadesiyle sabredensin. Ben günah işledim, suçumu biliyorum. Ey Yüce Mevlâm, beni bağışla. Sen cömertler cömerdisin.” (Garipnâme)

İnsan gaflete düşebilir. Unutabilir, hata yapabilir. Ama kibre düşmeden, inat etmeden hatamızı yürekten kabul eder ve O’na sığınırsak Rabbimiz affeder, bağışlar. Kullukta esas olan, kişin kendini tanımasıdır. Kendini tanıyan, zaaflarını, eksik olduğunu bilen kimse bu sayede kendinden Rabbine giden bir yol açar. Bu yolda Allah’a doğru ilerler. Allah onun sığınağı, dayanağı, güvenidir. Tevekkülü O’nadır. O’na muhtaç olduğunu ve ihtiyacını sadece O’nun gidereceğini bilir.

İman, ahlâk ve kanaat, akılla sıkı sıkıya irtibatlıdır. Kişinin, içindeki yanlışa yönelten sese kulak tıkaması, daima güzel ahlâklı olması, ihlâsla ibadet edip kulluk vazifelerini yerine getirmesi insanî aklın gereğidir. Aynı şekilde yanlışlardan utanmak, hayâ sahibi olmak da böyledir. Yaradılanı Yaradan’dan dolayı sevmek, kalp kırmamak, daima doğru söylemek de akla işaret eder. Bunun aksi olan haller, kişiyi cihana padişah da yapsa ahmaklıktır. Çünkü, Allah korusun, sonunda ilâhi gazap vardır.

Fahr-i Kainât Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:

“Kim insanları hayra davet ederse, o kimseye kendisine uyanların sevapları kadar sevap verilir. Onun sevabı, uyanların sevaplarında hiçbir eksilmeye sebep olmaz. Buna karşılık her kim sapıklığa yöneltirse ona da kendini izleyenlerin günahları kadar günah vardır. Davet edene yazılan bu günah onların günahlarından bir şey eksiltmez.” (Müslim)

Demek ki yapıp ettiklerimiz başkalarını etkiliyorsa binlerce defa daha dikkatli olmamız lazım. Kendimizi kontrol ve murakabe altında tutmamız lazım. Bu da ancak eksik ve kusurlu olduğumuzun idrakiyle mümkün olur. Nefsin isteklerimizin aldatıcı olduğunu bilmekle, kendimiz kolayca kandırabildiğimizi fark etmekle olur.

Kendini beğenmişlik, kibir ve kin, kontrol ve murakabe dışı olma halidir. Bu halde kişi ne yaptığını bilmez, doğru olanı yalanlar, hak olanı inkâr eder, hilekârlığa yönelir. Bütün bunlar mücellâ dinimizin öğrettiği ahlâkın tam zıddıdır. Müslümanlar arasındaki itimadı yok eder, kardeşliği engeller.

Fahr-i Alem Efendimiz s.a.v. buyurur ki:

“Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu düşmanına teslim etmez. Kim kardeşinin ihtiyacını karşılarsa Allah da onun ihtiyacını karşılar. Her kim bir müslümandan sıkıntısını giderirse, Allah da buna karşılık ondan kıyamet gününün sıkıntılarından birini giderir. Her kim bir müslümanın aybını örterse Allah da kıyamet günü onun aybını örter.” (Buharî, Müslim)

* * *

İnsan ömrü üç konaktan ibarettir. Bu konaklar çocukluk, gençlik ve ihtiyarlıktır. Ömür, ebediyet yolculuğumuzda tek sermayedir. Zamanı boş yere harcayıp zayi etmek, bir daha elimize geçmeyecek olan bu sermayeyi israf etmektir.

İnsan çocukken kaygılardan sıkıntılardan uzak bir şekilde yaşar. Ölüm düşüncesi yoktur, gece gündüz oyunla meşguldür. Hayatı oyun olarak algılar. Dünya nimeti için kaygılanmaz, ahireti bilmez. Dostu düşmanı ayırt edemez. İmanın ve inkârın da ne olduğunu bilmez. Kendini bilmediği gibi, Allah’ın emir ve yasaklarından haberdar değildir. Zaten bundan sorumlu da değildir. Bildiği sadece anne ve babasıdır. Onların sağladığı güvenceyle bütün kaygı ve düşüncelerden uzak bir halde emniyet içinde olduğunu sanır. Çocukluk döneminin bu özelliği sebebiyle kişiye bu çağından sorgu-sual olmaz. Bu dönemin yanlışları sebep olanlardan, özellikle anne babadan sorulur.

Gençlik yılları ise zevk ü sefa ile, gezip dolaşmakla ve eğlenmekle geçer. Daha sonra mal mülk toplama telaşı başlar. Sıkıntıdan uzak, rahat ve güvenli bir hayat sürmek için gayret sarf eder. Heveslerine ulaşmak için çabalar. Bu çağda da ebedi hayat pek düşünülmez, bir gün yaşlılık düşüncesi uzaktır.

Fakat gençlik de hızla geçer gider, yaşlılık gelir. Güçten kuvvetten düşer. Otursa kalkacak güç bulamaz, kalksa gençliğindeki gibi iş yapamaz. Ancak insanın hırsı bitmez. Yine bağ bahçe, mal mülk peşinde koşar. İş güç, mal mülk, oğul kız derken dünyalık arzularına kavuşmadan, pek çok iş yarım kalmış olarak ömür biter.

Artık hesap zamanıdır. Kişiye ömür sermayesini ne yaptığı sorulur. Kulluk vazifesini yapıp yapmadığına bakılır. Dünyada kalan hiçbir şey; ne malı mülkü ne de evladı fayda verir o kimseye. İnsan o zaman fark eder ki ömür bir rüzgâr esmiş gibi esip geçip gitmiştir. Artık pişman olsa da fayda vermez.

Fahr-i Kainat Efendimiz’in “Ölmeden önce ölünüz.” uyarısını pişmanlık zamanlarından önce akılda tutmak gerekir. Yani kabirde sorgu melekleri sigaya çekmeden önce kendi kendimizi hesaba çekmemiz gerektiğini, hataların ve yanlışların telafisi için zaman kaybetmeden işe koyulmak gerektiğini akletmek gerekir.

Evet; Cenab-ı Mevlâ, bizleri buraya ömrümüzü boşa harcamak için göndermedi.

Allah Rasulü s.a.v.’in şu müjdesiyle bitirelim:

“Kul günah işleyip peşinden:

– Allahım! Günahımı affet, beni bağışla, diye dua ettiğinde Allah Tealâ şöyle buyurur:

– Kulum bir günah işledi, fakat günahını affedecek veya onu cezalandıracak bir Rabbi bulunduğunu bildi, der.

Aynı kul, bir daha günah işleyip peşinden:

– Ey Rabbim! Günahımı affet, diye dua ettiğinde yine Allah:

– Kulum günah işledi, fakat günahını affedecek veya günahı sebebi ile cezalandıracak bir Rabbinin olduğunu bildi.” der.

Aynı kul tekrar günah işleyip Rabbinden affını istediğinde Allah şöyle buyurur:

– Kulum günah işledi fakat günahını affedecek veya günahı sebebi ile cezalandıracak bir Rabbinin bulunduğunu da unutmadı, Ben de onun günahını affettim. (Buharî, Müslim)

Bütün bu müjdeler bir uyanışa davettir. Ayağa kalkmaya, aczini itiraf etmeye, Alemlerin Rabbi’ne sığınmaya davet. Bu davete cevap verenler elbette selamete erecek.

Rabbimizin tevfik ve inayetiyle..Selam ve saygılarımla Hacegan.
Hacegan__
Cum Mar 02, 2012 6:51 am
 
Foruma git
Konuya git

BİR BEDEN GİBİ...

Müslümanlar birbirleriyle iyi geçinirler, geçinmelidirler. Çünkü bu bir sorumluluktur ve kaynağı da müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim ve Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in davranış ve sözleridir. Buna göre müslüman kimse merhamet sahibidir, çevresine karşı duyarlıdır, yardımseverdir, fedakâr ve destekleyicidir.

Rabbimiz, müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de müminlerin vasıflarını beyan ederken şöyle buyurmuştur:
“...inkârcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler.” (Fetih, 29)

Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. de şöyle demiştir:

“Müslümanların birbirini sevme ve desteklemedeki durumları bir beden gibidir. Bedenin bir uzvu rahatsız olursa, bedenin bütün organları rahatsız olur ve uykusu kaçar.” (Buharî; Müslim; Ahmed b. Hanbel)

Efendimiz s.a.v. yine buyurmuştur: “Müminin mümine karşı durumu, birbirini destekleyerek ayakta duran iki bina gibidir.” (Buharî; Müslim)

Bir başka hadis-i şerifte de Efendimiz s.a.v. müslümanı şöyle tarif etmiştir:

“Müslüman, müslümanların elinden ve dilinden selamette olduğu kişidir.” (Buharî; Müslim; Tirmizî)

Müslüman kişi, kardeşleri için daima hayır olanı isteyen, istemekle kalmayıp bu uğurda çaba sarf eden kimsedir. Nitekim Efendimiz s.a.v. buyurmuştur:

“Şu dört şey müslümanların senin üzerindeki hakkıdır:

• İyilerine yardım etmen,
• Günahkârları için af dilemen,
• Yoldan sapanları hakka davet etmen,
• Tevbe edenleri sevmen.”

Bu cümleden olarak dinimiz özellikle anne babaya saygılı ve hürmetkâr olmayı emreder. Anne baba da evlatlarına karşı şefkatli olmakla yükümlüdür. Ayrıca iyi komşuluk münasebetleri de önemli sorumluluklar arasındadır.

Müslüman kimse kardeşine zarar vermez, onlar hakkında kötü düşünmez, onlara zarar verecek şeylere engel olur. Yolda bir diken bile görse zarar vermesin diye kaldırır.

Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. buyurmuştur:

“Yoldan gelip geçen müslümanlara eziyet veren bir ağacı budaması sebebiyle bir kişinin cennette dolaştığını gördüm.” (Müslim)

Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur: “Allah Tealâ müslümanlara eziyet verilmesinden hoşlanmaz.” (Abdullah ibn Mübarek)

Müslüman kimse, kardeşinin dedikodusunu, gıybetini yapmaz, ona haset etmez, kin beslemez, ardından kuyusunu kazmaz.

Yine Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Koğuculuk yapan cennete giremez.” (Buharî; Müslim; Tirmizî)

Bu hususta Halil b. Ahmed rh.a. de şöyle buyurmuş:

“Sana karşı başkalarının koğuculuğu yapan, başkasına karşı da senin koğuculuğunu yapar. Başkası hakkında size ihbarcılık yapan, sizin hakkınızda da başkalarına ihbarcılık yapar.”

İmam Gazali rh.a., müslümanların hadis-i şeriflerde geçen karşılıklı haklarını şöyle sıralamıştır:

• Müslüman kardeşinle karşılaşınca ona selam vermen,
• Davet ettiğinde davetine icabet etmen,
• Aksırdığında hayır duasında bulunman (‘Yerhamukellah’ demen),
• Hastalandığında ziyaret etmen,
• Vefat ettiğinde cenazesine katılman,
• Seninle ilgili bir yemin ettiğinde, yemininde onu doğru çıkarman,
• Senden nasihat istediği zaman ona nasihat etmen, yardım etmen,
• Onun bulunmadığı yerde hakkını savunman,
• Kendin için istediğin şeyi kardeşlerin için de istemen,
• Kendi nefsin için istemediğin şeyi kardeşlerin için de istememen.” (Mükâşefetü’l-Kulûb)

İyi ve kötü olmak üzere iki türlü ahlâk vardır. Müslüman kimse daima iyi olanı tercih etmelidir. Çünkü kötü ahlâk, sahibine de insanlara da eziyet sebebidir.

Rebî b. Haysem rh.a. demiştir ki:

“İnsanlar iki kısımdır: Ya mümindir, sakın ona eziyet etme. Ya da cahildir ki, sen de ona cahilce karşılık verme.”
Müslümanda ahlâken bulunması gereken birçok haslet, onu kul hakkına girmekten korumak içindir. Çünkü kul hakkı hesap gününde ilâhi af ve şefaat kapsamı dışındadır. Orada hesaplaşılmadıkça kişinin üzerinden kalkmaz.

Müslümanların birbiriyle münasebetlerinde son derece dikkat etmeleri gereken ahlâkî davranışlardan biri de tevazu sahibi olmak, kibirlenmemektir.

Efendimiz s.a.v. buyurmuştur: “Kimsenin kimseye karşı övünmemesi için Cenab-ı Hak birbirinize karşı tevazu göstermenizi vahyetti.” (Müslim, Ebu Davud)

Müslümanlar arasındaki iyi münasebet, yardımlaşma ve dayanışma o kadar önemlidir ki, ibadetlerin birçoğu doğrudan başka insanlarla alakalıdır veyahut birlikte yapılmaktadır. Bu yüzden iki müslümanın üç günden fazla küs kalması yasaklanmıştır:

Efendimiz s.a.v. buyurmuştur: “Bir müslümanın müslüman kardeşi ile üç günden fazla küs kalması, birbirini görünce yüzlerini çevirip gitmeleri helal olmaz. İki kişiden hangisi (barışmak için) önce selam verirse o daha hayırlıdır.” (Buharî; Müslim)

Ahab-ı Kiram’dan İkrime r.a. şöyle demiştir:

“Allah Tealâ, Yusuf a.s.’a şöyle vahyetti:

“Kardeşlerini affettiğin için dünya ve ahirette senin şanını yücelttim.”

Hz. Aişe r.anha validemiz de şöyle demiştir:

“Allah Rasulü s.a.v. kendi nefsi için asla intikam almadı. Ancak Allah’ın bir yasağı çiğnendiği zaman Allah’ın emrini yerine getirmek için ceza verdi.”

İslâm ahlâkına dair, müslümanlarla iyi geçinmesinin gerekliliğine dair ayet, hadis ve sözler çoktur. Nihayetinde müslüman kimse güvenilir, merhamet sahibi ve daima iyiliği isteyen bir kimse olmalıdır. Kimseye zarar vermemeli, bu dünyasını da ahiretini de heba etmemelidir.

Bütün tutum davranış ve sözlerimizi bu şuurla kontrol etmemiz gerekir.

Rabbimizin tevfik ve inayetiyle...Selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Cum Mar 02, 2012 6:34 am
 
Foruma git
Konuya git

Gül yüreklim!

<img src="http://img65.imageshack.us/img65/967/aa8fxln7xl5.gif" border="0" alt="">

Sabır yüregin çiçeği;
Sevmek yürek ister,
Gül yüreklim! ..


Sabır hayatın gerceği;
Sevmek emek ister,
Gül yüreklim! ..
Sabır alev alev yakar yüreği;
Sevgiyle açar ateş çiçeği,
Gül yüreklim! ..
Sabır miras kaldı; Hz Yusuf'tan! ..
Sevgi ihtiras oldu, gömleğin yırttı arkasından..
Sabır Mecnun oldu, düştü çöllere! ..
Sevgi Leylâ oldu, beyhude kaşı gözü kara..
Sabır umman oldu Hz Nuh'un tufanında! ..
Sevgi çile oldu inanmayan oğlu Kenân'da..
Sabır ile imtihan oldu, sınandı Hz Eyyüb! ..
Sevgi dile geldi bağrında, kalp gözü büyüyüb..
Sabırla büyüdü yüreklerde Hz Muhammed (s.a.v.)

<img src="http://img110.imageshack.us/img110/4782/hediyecd2ro2.gif" border="0" alt="">

Sevgi nur oldu, gül açtı muştulandı, çiçek çiçek..
Sabır kırmızı gül, elvan elvan sevgilinin gönlünde,
Sevgi ile açtı, yediveren gülleri bahar yelinde..


Sabır eden yürekler, bulur aşk ile felah! ..
Sevgi ile dile gelir kalb '' La ilahe illallah ''...
Sevgi bulut, sevgi yağmur, sevgi bereket;
Aşk ve sevgiyle, bu yolu umutla takip et,
Gül yüreklim! ..Hoş görüyle oluşur sevgi seli;
Fedakarlıkta açar sabır çiçegi,
Gül yüreklim! ..
Sabır yüreğin boynu bükük çiçegi;
Sevmek sabır ister,
Gül yüreklim! ..
Asri_Saadet
Pts Mar 05, 2012 10:24 am
 
Foruma git
Konuya git

BENİM DEME SAKIN.....

Sakın kıyaslama kendini başkalarıyla! ..
“Ama ben..” “Ama benim…şu kadar” Sakın sakın deme!
Şeytan da böyle demedi mi? “Ben!” dedi.. ”Üstünüm ondan!” dedi, kıyasladı kendini, gururlandı…Ve kovulmuşlardan oldu!

Sen de, eğer böyle dersen; Hidayeti için dua ettiklerin varsa mesela, asla kabul olmaz duaların!.. İstersen gece-gündüz namazda, oruçta, ibadette ol, “Ben!” dediğin, başkaları hakkında hüküm verdiğin, kıyas yaptığın, O’nun makamına göz diktiğin müddetçe Hiçsin!

Çünkü O, “Ben” diyene değil, “Sen” diyene, rahmet nazarıyla bakıyor..
O, önünde iki büklüm gözyaşlarıyla durana kapılarını açıyor..

Aşağıla nefsini!
Bil ki sen alçaldıkça yükseltirler seni..
Karı-koca ilişkilerinde olsun, tüm diğer beşeri ilişkilerde olsun, sakın kibirlenme!.. Gururlanma!.. Kendini üstün görme kimseden!..

Bil ki şeytan sana bu yolla yanaşır ve mağlup eder seni..
Perde olur, O’nunla arandaki rabıtaya..
Vuslatına eremezsin! Daim gurbetlerde kalırsın..

Sakın deme; “Ama benim şu kadar ibadetim var, o namaz bile kılmıyor”
“…O başını bile örtmüyor..”
“..O cumaya bile gitmiyor..”
“O…böyle, ben böyle! ”.. Sakın! Anlasana, şeytanın oyunu bu!
Ah bilsen ne sinsidir o! Böyle böyle kaydırır ayağını..

Bil ki Allah’ın en sevmediği şey; Tahkir etmek!
Kendi yarattığının, diğer mahlukları aşağılaması, hor görmesi..
Bir nev’i TANRILIK iddiası!
Ah bilsen, bir hor bakış kaç namazı siler götürür!

Bir aşağılayış, kaç iyi ameli yok eder!
Duymadın mı, baksana “kötü” bilinen bir kadın, ayakkabısıyla bir köpeğe su içirdiği için cenneti kazandı! Dün “şöyle-böyle” diye hor baktıkların, O’nun sevgilisi oldular!

O var ya O, bir “Ahhhh” için, yürekten ama, ızdırapla, pişmanlıkla, samimi, ihlaslı bir ahhh için, günahla geçirilmiş bir ömrü siliyor! Sanki yeni doğdun gibi.. Afuvv çünkü O (c.c.)..

Eskilerde, böyle bir “Ahhh” duyan bir gönül eri, muhatabına diyor ki; “Al benim tüm ibadetlerimin ecrini, o “ahhh”ını ver bana..” Vefatından sonra rüyasında halini soran bir dostuna da; “İşte o “Ahhh” sebebine cennetlerdeyim!” der..

Var mı böyle bir ahhhın, iki büklüm o kapılarda? Yoksa da amelin, var mı O’nun sevgisinden, O’nun utancıyla, nedametle akıtılmış iki damla gözyaşın?

Var mı?

Varsa korkma hiç!

Burada da orda da SEVGİLİSİN..! Selam ve saygılarımla Hacegan...
Hacegan__
Pts Mar 05, 2012 7:49 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: ŞÜKREDELİM.....

Allah pek çok ayetinde insanların çok az şükrettiğinden bahseder. Bu yazı bizler için şükürü hayatımıza ciddi anlamda sokmak için bir başlangıç olsun ve sahip olduğumuz her nimete durmaksızın şükredelim inşAllah.
Emeğine yüreğine sağlık abiciğim
paradist
Sal Mar 06, 2012 10:14 am
 
Foruma git
Konuya git

ŞÜKREDELİM.....

Allah'ın kulları üzerinde çok büyük nimetleri vardır ancak pek çok insan bunu düşünmez ve şükretmez. İnsanlar çoğu zaman, sahip olduklarını kaybettiğinde değerini anlar ve kıymet bilmediği günler için pişmanlık hisseder.


Sadece nefes almak dahi başlı başına bir nimettir. Böbreklerin kanı süzmesi, kalpteki kanın pompalanması, midenin yediklerimizi öğütmesi, barsakların boşaltıma hazır hale getirmesi vs... Bütün bunları kendi kendimize yapmak zorunda olsak, o zaman dünyevi hiçbirşeyle ilgilenemezdik. Çünkü yaşamımızı sürdürmek için gerekli herşeyi kontrol etmekten başka birşey düşünmeye ve yapmaya zamanımız kalmazdı.


İki böbreğimiz yaşamımız boyunca vücudumuzda dolaşan kanı temizler. Süzdüğü maddenin bir kısmını vücuda geri gönderir, kalanını da işe yaramadığı için vücuttan atar. Bu işlemlerin hepsi, milyarlarca insanın her birinde aynı şekilde gerçekleşir. Hücrelerin tüm bunları yapacak akla kendi kendilerine ya da tesadüfen sahip olduklarını iddia etmek elbette mümkün değildir. Hücrelere bu aklı veren, nasıl davranmaları gerektiğini onlara ilham eden herşeyi kontrolü altında tutan Allah'tır. Allah'tan başka bir güç yoktur.


Böbreklerin işlevlerini yitirmesi ya da yetersiz kalması durumunda da yerine vücudun arıtma sistemi olarak çalışmak üzere diyaliz makineleri geliştirilmiştir. Boyutları böbreklerle kıyaslanamayacak kadar büyük olan bu makinelerde, doğduğumuzdan beri kontrolümüz dışında çalışan iki küçük böbreğin yaptığı işlemler 4 ile 6 saat arasında yapılır. Üstelik bu işlemlerin çoğu hastaya haftada iki veya üç kez uygulanır. Ancak en etkili diyaliz makinesi dahi hastanın ömrünü yalnızca bir kaç yıl uzatır ve iki böbreğin yerini asla tutmaz.


Allah bizim için vücudumuzda her an birçok mucizevi işlem yaratır. Daha annemizin karnında tek bir hücre halinde iken, bir süre sonra bizi oluşturan hücrelerin kimi kalp olmaya karar verir, kimi göz olmaya karar verir. Şuursuz hücrelerin biraraya gelerek son derece kompleks organlara dönüşmesi Allah'ın izni ve dilemesiyle olur. Allah'ın emri ile kalbe dönüşen hücreler, son nefesimizi verene kadar atmaya devam ederler. Şuurlu olmadığımız uyku halinde dahi kalp hücreleri atmaya devam eder, bir kesintiye uğramaz. Bu, Allah'ın dilemesi ile gerçekleşen büyük bir mucizedir. Eğer nefes alma işlemini gerçekleştiren biz olsaydık, asla uyuyamazdık. Zira şuursuz uyku halinde nefes almayı hatırlamamız mümkün olmazdı.



Allah'ın devamlı kalbi attırması, nefes aldırması, tüm organlarımızı bizim kontrolümüz dışında çalıştırması çok büyük nimettir. Zira bizim, ne kalbin düzenli attırmaya gücümüz yeter, ne nefes alıp vermeye, ne de vücudumuzdaki kirli kanı süzmeye. Allah, nimetin devamlılığını sağlayarak insanlara merhamet etmektedir. Yüce Allah'ın yaratması, ayetlerde şu şekilde bildirilir:


Rabbinin Yüce ismini tesbih et, ki O, yarattı, 'bir düzen içinde biçim verdi', takdir etti, böylece yol gösterdi. (A'la Suresi, 1-3)

Allah pek çok ayetinde insanların çok az şükrettiğinden bahseder. Bu yazı bizler için şükürü hayatımıza ciddi anlamda sokmak için bir başlangıç olsun ve sahip olduğumuz her nimete durmaksızın şükredelim inşAllah.

De ki: "Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk Suresi, 23) Selam ve seygılarımla Hacegan...
Hacegan__
Pzr Mar 04, 2012 4:37 am
 
Foruma git
Konuya git

ALLAHI UNUTARAK YAŞAMAK....

Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanlar stresli bir hayat yaşarlar. Stres, vücuttaki dengeyi bozan ciddi bir durumdur. Pek çok insanın Allah’a teslimiyeti tam manası ile yaşayamamalarından dolayı bedenlerinde oluşan bu olumsuz durum, bir süre sonra psikolojik kökenli hastalıklara yakalanmalarına neden olur. Panik atak, kalp ve mide rahatsızlıkları, halsizlik, uykusuzluk, migren, gibi hastalıklar nedeni ile bedensel olarak da hızla çökmeye başlarlar. Tüm bu hastalıkların oluşma sebebinin yalnızca stres olduğunu elbette ki söyleyemeyiz. Ancak çıkış noktalarının çoğu kez psikolojik kaynaklı olduğu bilimsel olarak ispatlanmış bir gerçektir.

Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam`a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.
(En’am Suresi -125)
Allah’a teslim olamayan ve Kuran ahlakı ile yaşamayan insanlar, yaşadıkları zor ve sıkıntılı hayatta genç yaşlarına rağmen yıpranmış bir bedene, solgun ve sağlıksız bir yüze sahip olurlar. Gelecek için her zaman endişe içindedirler. Olaylara yaklaşımları çoğu zaman olumsuz ve ümitsizdir. Sürekli hayal kırıklığı yaşar, çevrelerine ve kendilerine küserler. Bu olumsuz ruh hali bazısının çok fazla yemek yemesine, bazısının da hiç yiyememesine neden olur. Bir süre sonra ya çok şişman ya da çok zayıf bedenleri de onlar için ayrı bir stres konusu haline dönüşür.
Allah`ı birleyen (Hanif)ler olarak, O`na ortak koşmaksızın. Kim Allah`a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir.
(Hac Suresi – 31)
İman etmeyenler mutluluk ve huzuru sürekli dünyevi zevklerde ararlar. Birçok insanın bir arada bulunduğu kapalı, karanlık ve gürültülü eğlence mekânlarında insanlar, sorunlarından uzaklaşmaya çalışırlar. Ancak çoğu zaman havasız ve sağlıksız olan bu ortamlarda, uyuşturucu veya içki ile sorunlarından anlık olarak uzaklaştıklarını zannetseler de, sorunlarını katladıklarından habersizdirler. İçki ve bağımlı oldukları diğer maddelerin etkisi ile gözlerinin altında mor halkalar oluşur. Yüzleri koyu sarı, sağlıksız bir hal alır. Dişleri ve dilleri sararır ve sürekli pis kokarlar. Kulakları bir süre sonra az duymaya başlar. Kendilerini her zaman halsiz ve yorgun hissederler. Dalgın ve endişelidirler. Stresten oluşan tikleri vardır.
Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah`tan (kurtaracak) hiç bir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.
(Yunus Suresi -27)
Kuran ahlakı ile yaşayan, Allah’a tam teslim olmuş müminler arasında ise, teslimiyetten gelen bir huzur, sağlık ve canlılık hâkimdir. Karşılaştıkları olumsuz her olayın kaderlerinde olduğunu ve kendileri için Allah’ın her şeyi hayırla yarattığını bilen müminler, asla huzursuzluk ve stres yaşamazlar. Kadere tevekkül, müminlerin yaşamına büyük bir konfor getirir. Bütün bunların sonucunda da son derece sağlıklı bir yüz ve bedene sahip olurlar. Çoğu zaman nüfus kâğıdındaki yaşlarından çok daha genç gösterirler. Üşenme ve uyuşukluk, asla müminlerin sahip olmadığı özelliklerdir. Bu canlılıklarından dolayı da Allah’ın izni ile her zaman genç ve dinç kalırlar. Yüce Rabbimiz, iman eden bu kişilerin yüzlerinden tanınacağını bir ayetinde şu şekilde bildirmiştir:
Muhammed, Allah`ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah`tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat`taki vasıfları budur: İncil`deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu, ) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek, ) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va`detmiştir.
(Fetih Suresi -29)
Allah, her durumda O’na sığınabilen, tam teslimiyetli kullardan olmamızı nasip etsin inşaAllah.Amin ecmain selam ve saygılarımla Hacegan....
Hacegan__
Cmt Mar 03, 2012 8:12 pm
 
Foruma git
Konuya git

kadın olmak masallarda bile zor :)

Ya yedi minicik adamla yaşarsın,

ya kurbağa öpersin,


ya en sevdiğin meyveden zehirlenirsin,


ya kuleye kapatılırsın,


ya elin adamı tırmansın diye saçlarını uzatırsın,

ya geceyarısı külkedisine dönüşür, yırtık pırtık elbiselerle kalırsın...

ve en kötüsü seni sadece ayak numarandan tanıyan bi salağa aşık olursun. :D
te5ir
Cum Mar 09, 2012 6:56 am
 
Foruma git
Konuya git

YARATANA AŞIKMIYIZ...

Uzmanların tanımlarına göre aşk, insanın ayaklarını yerden kesen, içinde şiddetli heyecanlar yaşamasına vesile olan bir duyguymuş. Böyle bir durumda insanın sabah yataktan kalktığı anda ilk aklına gelen, âşık olduğu kişi olurmuş. Gece yatmadan önce onu düşünür, her girdiği ortamda ondan bahsetmek istermiş. Bütün planlarını, âşık olduğu kişiyi düşünerek ve onu da dâhil ederek yaparmış. O kişi için pek çok şeyden, hatta sevdiklerinden dahi vazgeçebilirmiş.

Bütün bu bilgiler ışığında Allah’a duyduğunuz aşkı düşünün. Yukarıda sayılanların hepsini Allah’a karşı gerçekten hissediyor musunuz?

Sabah kalktığınız anda aklınıza ilk gelen Allah mı?

Gün içinde sürekli O’nu düşünüyor musunuz?

Her girdiğiniz ortamda O’ndan bahsetmek istiyor musunuz?

Yaptığınız bütün planları Allah’ın hoşlanacağı şekilde düzenliyor musunuz?

O’nun razı olmayacağı, hoşlanmadığı tavırlardan sakınıyor musunuz?

Gece uyumadan önce O’nu düşünüyor ve anıyor musunuz?

Allah’a duyduğunuz aşktan dolayı pek çok şeyden ve hatta sizinle bu konuda mücadele eden kişilerden kopup uzaklaşabiliyor musunuz?

“Sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım.” (Meryem Suresi, 48)

Elbette bütün bunları hisseden herkes, Allah aşkını yaşıyor demektir. Geri kalan tüm yaratılmışlara duyulan aşk ve sevgi de, Allah’ın birer tecellisi olduğu için gerçekleşmelidir. Allah’tan bağımsız bir şekilde bir beşere aşk duymak ve o kişiyi Allah’tan daha fazla düşünüp daha önde tutmak açıkça şirk koşmak anlamına gelir ki “Allah, Kendisi’ne şirk koşanları bağışlamaz.” (Nisa Suresi, 116).


Bu durumdaki kişiler ölüm melekleri ile karşılaştıklarında güç durumda kalmamak için, yaratılan her şeyi Yaratandan bağımsız olarak değil, O’nun tecellisi olduğu için sevmelidirler.


“Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: “Allah’tan başka taptıklarınız nerede?” “Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular” diyecekler…” (Araf Suresi, 37)


Hiç tükenmeden, kişiye acı vermeden, tutkuyla ve daimi bir mutlulukla yaşanacak tek aşk Allah aşkıdır. Allah’tan bağımsız yaşanan tüm aşklar ise insanı bir süre sonra mutsuzluğa ve bunalıma sürükler. Bu durumdaki kişi yalnızca karşısındakinin istekleri doğrultusunda bir hayat sürerek bir nevi köleleşir. Oysa Allah aşkı, insanı tüm dünyevi bağımlılıklardan özgürlüğe kavuşturur.

Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah’ındır. Hayır, onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 29)


Yalnızca Allah’a kul olarak zincirleri kırabilmek dileğiyle…


Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur. (Ra’d Suresi, 28) Selam ve saygılarımla Hacegan...
Hacegan__
Per Mar 08, 2012 10:25 pm
 
Foruma git
Konuya git

Tevbe Istigfar Nasil Yapilir

Tevbe istiğfar nasıl yapılır,Tevbe
İstiğfar nedir?
İstiğfar etmek (estağfirullah) demektir Tevbe
haram iúledikten sonra piúman olup ü
teâlâdankorkmak bir daha yapmamaya
azmetmek karar vermektir Hadis-i úerifte
buyuruldu ki:
(Tevbe günahtan sonra o günahı bir daha
yapmamaktır) [İAhmed]
Günahtan hemen sonra tevbe etmek farzdır
Tevbeyi geciktirmek de büyük günahtır Bunun
için de ayrıca tevbe etmek gerekir Kur’an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
ALLAH(’a tevbe edin!) [Nur 31]
ALLAH(ü teâlâ tevbe edenleri sever) [Bekara 222]
ALLAH(’a tevbe-i nasuh yapınız!) [Tahrim 8]
Nasuh kelimesine 23 mana verilmiútir Bunlardan en meúhuru günahlara piúman olup istiğfar etmek ve bir
daha iúlememeye karar vermektir Nasuh tevbesinin ne olduğunu soran zata Peygamber efendimiz buyurdu
ki:
(Tevbe-i nasuh günahkârın iúlediği günahtan piúman olması ALLAH ü teâlâdan mağfiret dilemesi bir daha
böyle bir günah iúlememesi demektir) [Beyheki]
İstiğfarın fazileti çok fazladır Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İstiğfar okuyun imdadınıza yetiúirim) [Hud 52]
PiSman olan affedilir
Hadis-i úeriflerde de buyuruldu ki:
ALLAH(ü teâlâ günah iúleyip piúman olanı istiğfar etmeden önce affeder) [Taberani]
(Küçük günahlarda ısrar edilirse küçük kalmaz Büyük günahlara istiğfar edilirse büyük kalmaz) [Deylemi]
(İstiğfar eden günde 70 defa aynı günahı iúlese ısrar etmiú sayılmaz) [Tirmizi]
(Günde 70 defa istiğfar edenin 700 günahı affolur) [Beyheki]
(İstiğfara devam edeni ALLAH ü teâlâ dertlerden sıkıntılardan kurtarır Ummadığı yerden rızıklandırır) [Nesai]
(Bir mümin günah iúleyince melek üç saat bekler eğer o kimse istiğfar ederse o günahı yazmaz) [Hakim]
(Günahınız çok olup göklere kadar ulaúsa piúman olunca ALLAH ü teâlâ tevbenizi kabul eder) [İbni Mace]
(Günahlar kalbi paslandırır karartır Kalblerin cilası ise istiğfardır) [Beyheki]
(Derdinizi ve devasını bildireyim Derdiniz günahlar devası da istiğfardır) [Hakim]
(Bir günahkâr istiğfar eder sonra bu günahı tekrar yapar sonra istiğfar eder Üçüncüde yine yapar yine tevbe
ve istiğfar ederse dördüncü defa yapınca büyük günah yazılır) [Deylemi]
(Tevbe eden günah iúlememiú gibi olur) [İbni Mace]
Asri_Saadet
Pts Mar 12, 2012 8:28 am
 
Foruma git
Konuya git

Nefisle cihad nasıl olmalı ve cinsel baskıdan kurtulma çares

Soru

insan ne kadar iyi bir dindar olsada nefsine mağlup oluyor. Sonra pişman oluyor. Daha sonra bu pişmanlığık benden adam olmaz oluyor. Bizde nimetlerden yararlanmak istiyoruz(internet v.s) ama araya nefis girip onu kötüleştiriyor. Tövbe edip bir daha gunah işlemek bir daha aynısını yapmak insanı mahvediyor.Tövbe-günah,tövbe-günah derken insan tamamen yoldan cıkmaktan korkuyor. Ne yapmalıyız nasıl korunmalıyız..
Kullanıcı: karayel | Tarih: 30-Haziran-2006, Saat: 20:09:43
Cevap

Değerli kardeşimiz;
İnsan hangi durumda olursa olsun tevbe etmekle mükelleftir. Şeytan insanı ümitsizliğe sevkedip tevbe etmesini engellemeye çalışır. Bunu yaparken bir yandan nefside ıslah edip ilerlemeye çalışmak gerekir.

Al-i İmran suresinde şu mealdeki bir ayeti kerime yer almaktadır:

"Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı anarak günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar—İşte onların mükâfatı, Rablerinden bir mağfiret, ağaçları altından ırmaklar akan Cennetlerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Güzel amel yapanların mükâfatı ne güzeldir."(Âl-i İmrân Sûresi, 135-136.)

Demek ki, bir tövbenin kabul olması, bir günahın affa liyakat kazanması için hiçbir mazeret yokken o günahta ısrar edilmemesi şartı aranmaktadır. Bir insan sadece nefsini yenemediğini, çevresinin nasıl karşılayacağını bahane ederek bir haramı işlemeye devam ederse ne olur? Bu husustaki bir hadisin meali şöyledir:

"Mü'min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah'tan günahının affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. İşte Kur'ân'da geçen 'günahın kalbi kaplaması' bu mânâdadır." (İbni Mace, Zühd:29.)

Evet, "Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır" sözü mühim bir gerçeği dile getiriyor. Şöyle ki, bir günahı işlemeye devam eden insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir. Bu alışkanlık onu gün geçtikçe daha büyük manevî tehlikelere sürükler. Günahın uhrevî bir cezasının olmayacağına inanmaya, hattâ Cehennemin bile olmaması gerektiğine kadar gider. Yani kalpte yer tutan o günah tohumu zaman içinde—Allah korusun yeşillenerek bir zakkum ağacı haline dönüşebilir. (Lem'alar, s. 7; Mesnevî-iNuriye, s. 115.)

Böyle bir tehlikeye maruz kalmamak ve şeytanın kinlerine kanmamak için bir an önce tövbeyi icap ettirecek günahı terk ederek insanın kendine çeki düzen vermesi gerekir. (bkz. Mehmet Paksu, Sünnet ve Aile)


Allah'ı sevdiğini söylemenin ölçüsü nedir?

Allah’ı sevmek ve onun razı olduğunu bilmek soyut bir durum olduğu için anlamak zordur. Bir insan ben Allah’ı seviyorum diyebilir. Fakat bu durum içimizdeki bir duyguyu anlattığından dolayı, dışımızda bunu göstermemiz gerekir.

Diğer taraftan, Allah bizden razı mı? Biz onun yanında nasıl bir kuluz? Bu sorular da aynı şekilde anlaşılması zor konulardır. Bunu anlamanın da bir yolu olmalı.

İşte hem bizim Allah’ı sevdiğimizin anlaşılması, hem de Allah’ın bizden razı olduğunu anlamanın yolunu şu ayeti kerime de Allah’ımız bildiriyor. “Ey Muhammed deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun, ta ki Allah ta sizi sevsin.”

Dikkat edilirse Allah’ı sevmemizin göstergesi Hz. Peygamber Efendimize uyarak islamı yaşamaktır. Biz Peygamberimize uyarak hayatımızı yaşarsak, netice de Allah’ın da bizi sevdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela, babanızı ve annenizi sevdiğiniz nasıl anlaşılır. Onların isteklerini yapar, memnun olmadığı şeyleri de terk ederseniz, o zaman sevdiğiniz ortaya çıkmış olur. Onlar bize demeseler bile biz bundan anlarız ki onlar da bizi seviyorlardır. Tam tersi olsa dediklerinin hiç birini yapmam ama, kalbime bak onları çok seviyorum dese kime inandıra bilirsiniz.

Demek ki Allah Peygamberimizi bir model olarak yaratmış ve en güzel örnekleri onda göstermiş. Bize de, eğer beni seviyorsanız, size Peygamber gönderdiğim Hz. Muhammed’e uyunuz. O takdirde anlayın ki ben de sizi seviyorum. Sözün özü: Allah’ın bizi sevdiğinin göstergesi, bizim ne kadar Hz. Muhammed’e benzediğimizdir. Ona göre sonuca varabiliriz.

Size, bize ve tüm insanlara yol haritası kur’an ve Sünnettir. Bundan başkasını size tavsiye edemeyiz. Yani kur’anı ve sünneti rasulullahı ( a.s.m ) kendimize rehber edinmek, kendimizi onlara endekslemek ve imani bahis ve kitapları tefekkür ile okumaktır. Yani imanın ve kur’anın anlattığı ve bahsettiği kurani ve imani kitaplar bulabilseniz veya bu konuları tefekkür ve mütalaa eden şahsiyetlerle beraber olmakla onlardan istifade edebilseniz sizin hem dünyanıza hem de ahiretinize faydalı olacaktır.

Namazları vaktinde kılmak, büyük günahlara dikkat etmek ve namazın arkasındaki tesbihatı yapmak ayrıca sizi tekamül ettirecektir.

Ayette geçen Nefis ve Malın Allah’a satılması ne demektir?

Nur Külliyatında, “Muhakkak, Allah müminlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabili satın almış bulunuyor” mealindeki âyet-i kerimenin tefsiri yapılırken bir temsil getirilir ve temsilin bir yerine de şu mesaj yüklenir. “Hem o fabrikadaki âletler benim namımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek. Hem fiyatı, hem ücretleri birden bine yükselecek.” Sözler

Bir sohbette arkadaşlarıma, toprağın ve suyun fiyatlarını sormuş ve bir cevap alamamıştım. Muzun fiyatını sorduğumda ise yüksek bir rakamla karşıma çıkmışlardı. İşte toprak ve su Allah’ın bir fabrikası olan ağaca girdiklerinde, öteden muz olarak çıkıyor ve büyük bir kıymet kazanıyorlar. Aynı şekilde, otu inek denilen bir canlı fabrikaya veriyoruz, et ve süt elde ediyoruz. Şeker pancarı, fabrikadan şeker olarak çıkarken, çiçek tozları kovanda bal oluyorlar.

İnsan, etrafını saran böyle sonsuz ibret tablolarından ders alarak nefis ve malını, Rabbinin emir tezgâhına soksa, alâ-yı illiyyin denilen o üstün makama erecek ve cennet ehli olma şerefine kavuşacak.

Nefis denilince insanın zâtını anlıyoruz, mal denilince de zâtın tasarrufuna verilen emanetleri. Bir başka ifadeyle, “nefis” insana ihsan edilen dahilî nimetleri; “mal” ise haricî nimetleri temsil etmekte. Her ikisi de insanı ya alâ-ı İlliyyîne çıkaran yahut esfel-i safiline düşüren imtihan âletleri.

Âyet-i kerimede nefisten başlandığını dikkate alarak nefsimiz üzerinde biraz duralım.

İnsan aklı, fizik ve kimyadan, ticaret ve ziraattan, kumar ve soyguna kadar her şeyde istimal edilmeye müsait. Bunların bir kısmı insanı yükseltirken, diğerleri alçaltır.

İnsan kalbi bir umman. İman ve küfürden, adalet ve zulme, tevazu ve kibre, itaat ve isyana, muhabbet ve nefrete, af ve intikama ve daha nice müspet ve menfi mânâlara açık. İnsanın alâ-yı illiyyîne yükselmesinde yahut esfel-i safilîne yuvarlanmasında en büyük pay onun.

Kalbe bağlı lâtifeler, hisler bedenin organlarından çok. Bunlar da insanı ya yücelere çıkarır yahut çukurlara düşürür. Sevgiden başlayalım. İnsan bu his ile, ya Rabbini ve Mevlâsını sever, yahut nefsini ve menfaatini. İşte birinci hâl yükseliş, ikincisi çöküştür.

Bir diğeri, “endişe duygusu.” İnsan, ya maddî ve dünyevî problemleri kendisine dert edinir, bunların endişesiyle ruhunu perişan eder. Yahut, bu dünya yolculuğunun cehennemle son bulma endişesi onu durmadan çalışmaya, gayrete ve duaya sevk eder. Birincisi, aşağıların aşağısı, ikincisi yüceler yücesidir.

Beş duyumuz da bu ölçüye vurulmalı. İnsan bunlarla sâlih amel de işleyebilir, isyan ve günah da. Birinciler, insanı en ileri makamlara, ikinciler ise en derin azaplara hazırlar. Yine Nur Külliyatında, “küfür, mahiyet-i insaniyyeyi yıkar, elmastan kömüre kalbeder” denilerek, büyük bir hakikat dersi verilir. Demek ki, insan ahsen-i takvim ile ifade buyrulan bir elmas mahiyetinde yaratılmış. Kendisini rıza çizgisinden, istikamet hattından dışarı çıkarırsa, ceza alarak aşağıların aşağısına atılıyor. Bu çöküş “kömür” olmakla sembolize edilmiş. Bilim adamlarımızın ifadelerine göre, elmasla kömürün temel taşları aynı. Sadece kristalleşme şekilleri farklı. İşte bu farklılıktan birbirine zıt iki mahiyet doğuyor. Aynı harflerle farklı kelimelerin yazılabilmesi gibi, aynı insan mahiyetinden de, birbirine zıt meyveler çıkabiliyor: Mümin -kâfir, salih-fasık, âdil-zâlim, mütevazı- mağrur gibi.

Bu misâle göre:

•Ahsen-i takvim, “en güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma.”

•Alâ-yı illiyyîn, “bunu başarabilenlerin yüksek makamı.”

•Esfel-i safilîn, ise “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşü.”

Allah Resulü (a.s.m.), “Dünya âhiretin tarlasıdır” buyurur. O halde insan bu dünyada, çekirdek kabilinden de olsa, “alâ-yı illiyyîn” şerefine erecektir ki, bu mazhariyet âhirette o yüce makam olarak kendini göstersin. Ve yine insan, işlediği isyanlarla, “esfele-i safilîne” lâyık olacaktır ki, bu liyakat o dehşetli azabı meyve versin.

Sözün özü: Yüksek insanlar da, alçak insanlar da bu dünyada yetişiyorlar. Ve âhirette her nefis kendi ameline uygun saadete eriyor yahut azaba düşüyor.
Asri_Saadet
Pts Mar 12, 2012 12:26 am
 
Foruma git
Konuya git

HAYAL EDERKEN GERÇEĞİ KAYBEDENLER...

Yeryüzünde yaşayan çoğu insan hayatı boyunca pek çok hayal kurar ve bunlara ulaşabilmek için çok çalışır. Kimi bu dünyaya yönelik hayaller kurarken, kimi de İslam uğruna yapabileceklerini ve tüm bunların kendisini ulaştıracağı güzel sonucu düşünür, hayal eder.

Sadece bu dünyayı düşünen ve bütün planları ve istekleri bu dünya üzerine kurulu olan insanlardan bazıları, kurdukları hayallere öylesine kapılırlar ki, çoğu zaman gerçek hayattan uzaklaşırlar.

Mesela üniversite sınavına hazırlanan bir öğrencinin ders çalışıp sınavlara hazırlanmak yerine, üniversiteyi kazandığını ve okul hayatı boyunca neler yapacağını hayal etmesi ya da tatil hayalleri kurması, tüm geleceğini olumsuz yönde etkileyebilir. Bunu bilerek çalışmayı bırakmak ve hayal kurmak, aslında gerçek olmayan bir dünyada oyalanmak, başıboş gezmek gibi bir şeydir.

İnsan, gerçek olmadığını ve bir süre sonra uyanacağını bile bile hoşuna giden bir dünya yaşatır hayalinde. Nefsini sınır tanımadan doyurmayı hedeflerken, kaybettiği zamanın farkına varamaz çoğu zaman. Hayal kurmak güzeldir, ancak zaman hızla ilerliyorken ve kaybedilecek tek bir saniye bile yokken hayallere dalmak insanı büyük yıkımlara sürükler.

Bu dünyaya geliş amacını nefsini doyurmak olarak düşünen insan için de yaşadığı hayat, hayal âleminden farklı değildir. Bu dünyanın geçici bir oyalanma yeri olduğunu ve asıl hayatın ahiret yurdu olduğunu bildiği halde insan, gerçek hayatı için hiç bir şey yapmıyorsa ve tüm hayatını nefsini doyurmak için yaşıyorsa, ömrünü hayal kurarak geçiren bir insandan hiçbir farkı kalmaz.

Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (En’am Suresi, 32)


Yaşanan bu hayal âlemini insana çekici ve süslü gösteren şeytan, insanları sonu gelmeyecek isteklerle ve hırslarla kandırarak, sonunda ölüm olan bu dünyaya sımsıkı bağlar. Ölümle birlikte gerçek hayata uyanan insan ise kendisine tanınan süreyi oyalanarak geçirdiği için büyük bir pişmanlık yaşar. Bu pişmanlık üniversite sınavına hazırlanmayan ve kazanamayan bir öğrencinin yaşadığı pişmanlıktan çok daha büyüktür. Sonsuz hayatını ebedi olarak ateşe atan ve aslında gerçek olmayan bir hayal için boşa vakit kaybeden insan için artık geri dönüş yoktur.

Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları’ gibi, Biz de bugün onları unutacağız. (Araf Suresi, 51)


Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: “Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz’in ayetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık.” (En’am Suresi, 27)

Geri dönüşü olmayan bir yola girip son bir fırsat istemek yerine, o yola girmeden önce bize tanınan zamanı çok iyi değerlendirmeli ve yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek yaşamalıyız.

Tek hayalimiz Allah’ın rızasını kazanmak ve cennetine kavuşmak olsun inşallah. Hayallerin peşinden koşarken gerçekleri kaybetmemek dileğiyle…Hacegan....
Hacegan__
Çar Mar 14, 2012 6:08 am
 
Foruma git
Konuya git

EVLİLİK, KADIN, DÜĞÜN, MAHREM..

456. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Ey gençler topluluğu! Gücü yeteniniz, evlensin. Çünkü bu, gözü haramdan daha iyi korur, edep yerini de.
Gücü yetmeyen ise, oruç tutmalıdır. Çünkü orucun, şehveti kırma özelliği vardır."
Alkame radıyallahu anh. Buhârî.

457. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Dünya bir metadır. Onun en iyi metaı ise, saliha bir kadındır."
İbn Amr radıyallahu anh. Müslim.

458. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Evlenen, îmanın yarısını tamamlamış olur, kalan yarısı hakkında ise Allahtan korksun!"
Enes radıyallahu anh. Taberânî.

459. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Karısı olmayan adam yoksuldur, yoksul."
"Çok malı olsa da mı?"
"Çok malı olsa da."
"Kocası olmayan kadın yoksuldur, yoksul!"
"Çok malı olsa da mı?"
"Çok malı olsa da."
İbn Ebî Necih radıyallahu anh. Buhârî.

460. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kadınla dört şey için evlenilir: Malı, soyu, güzelliği ve dini için. Öyleyse, elleri toprak olası, sen dindarını al!"
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.

461. Evlenmiştim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sordu:
"Kiminle evlendin?"
"Dul bir kadınla..."
"Neden dul kadınla evlendin. Onun seninle, senin de onunla cilveleşeceğiniz bakire yok muydu?" buyurdu.
Câbir radıyallahu anh. Buhârî.

462. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Biriniz bir kadınla evlenmek isterse, evlilik kararı vermede önemli olacak yerlerine baksın!"
Câbir radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

463. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Biriniz ailesiyle cinsel ilişki kurarken, "Bismillah! Allahım! Şeytanı bizden uzaklaştır, bize lütfedeceğin çocuktan da onu uzaklaştır," diye dua edip, sonra aralarındaki bu ilişkiden çocuk yaratılırsa, ona şeytan asla zarar veremez."
İbn Abbas radıyallahu anh. Buhârî.

464. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve selleme, kadının gebe kalmaması için döl suyunu dışarıya akıtma meselesini sorduk.
"Yapmanızda hiçbir sakınca yoktur. Eğer kıyamete kadar canlı bir varlık yaratılıp meydana getirilecekse, mutlaka yaratılır, meydana gelir. Olacak olur," buyurdu.
Ebû Saîd radıyallahu anh. Buhârî.

465. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Evlenme işi için, iki kişi arasında aracılık yapmak, en üstün aracılıklardandır."
Ebû Ruhm radıyallahu anh. İbn Mâce.

466. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Dul, kendisini evlendirme hususunda velîsinden daha yetkilidir. Kızdan izin istenir, susması izin sayılır."
İbn Abbas radıyallahu anh. Müslim.

467. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Dininden ve ahlâkından hoşnut olduğunuz biri sizden kız istemeye gelirse, verin! Vermezseniz, yeryüzünde kargaşa ve büyük bozgunculuk olur."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî.

468. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Rabbiniz bir, babanız bir. Arabın arap olmayana, kırmızının karaya üstünlüğü yoktur! Üstünlük, günahlardan sakınıp iyi kulluk etmekledir."
Ebû Saîd radıyallahu anh. Taberânî.

469. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kadınlarınızın hayırlısı ile evlenmeye bakın. Denginiz olanlarla evlenin! Birbirlerine denk olanları evlendirin."
Aişe radıyallahu anha. İbn Mâce.

470. Ebû Talha, Ümmü Süleym ile evlenmek istedi. Onun cevabı şu oldu:
"Ey Ebû Talha! Vallahi, senin gibisi geri çevrilmez, fakat sen kâfir bir adamsın, bense müslüman bir kadınım. Seninle evlenmem helâl olmaz. Müslüman olursan, bunu mehir yerine kabul ederim. Bundan başka da senden hiçbir şey istemem."
Hemen müslüman oldu ve müslüman oluşu onun, evlenmede erkeklerin kadınlara vermekle yükümlü oldukları para ya da mal yerine geçti.
Enes radıyallahu anh. Nesêî.

471. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Bu evlenmeyi duyurun! Evlenme işlerini mescidlerde yapın! Üzerine de defler çalın! Çünkü, helâl ile haramı ayıran şey, onu duyurmaktır."
Aişe radıyallahu anha. Rezîn.

472. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, kızı Fatımayı, bir yatak, bir su kabı ve bir de içi ot dolu bir yastıkla gelin gönderdi.
Atâ radıyallahu anh. Nesêî.

473. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Düğün yemeği birinci gün haktır, ikinci gün sünnettir, üçüncü gün ise gösteriştir. Her kim gösteriş yaparsa, Allah onu herkese açıklar."
İbn Mesûd radıyallahu anh. Tirmizî.

474. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"En kötü yemek, zenginlerin çağırılıp, fakirlerin çağırılmadığı düğün yemeğidir. Kim davete gelmezse, Allah ve Resûlüne âsi olur."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.

475. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"iki kişi yemeğe çağırırsa, kapı bakımından hangisi yakınsa onunkini kabul et, çünkü kapıca yakın olan, komşu olarak da yakındır. Eğer birisi önce çağırmış ise, onun davetini kabul et."
Humeyd radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

476. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Haram, helâl olanı haram kılmaz!"
İbn Ömer radıyallahu. İbn Mâce.

477. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Allah, soydan haram kıldığını sütten de haram kılmıştır."
Ali radıyallahu anh. Tirmizî.

478. Gaylan bin Seleme müslüman oldu. Câhiliye döneminde on tane karısı vardı, onlar da onunla birlikte müslüman oldular.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ona dört tanesini alıkoyup gerisini boşamasını emretti.
İbn Ömer radıyallahu anh. Tirmizî.

479. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Ey insanlar! Ben size, kadınlarla "mutâ" nikâhı yapmak hususunda izin vermiştim. Allah, şimdi süresi sınırlı olan bu tür nikâhı Kıyamete kadar haram kılmıştır. Kimin de yanında bu çeşit kadınlardan biri varsa, ondan hemen kurtulsun, verdiklerinden hiçbir şeyi de geri almasın."
Sebre radıyallahu anh. Müslim.

480. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Karı koca birbirlerine bir sır söylerler de, sonra onlardan birisi ötekinin sırrını yayar. Kıyamet gününde, mertebe bakımından o Allah indinde en kötü insandır."
Ebû Saîd radıyallahu anh. Müslim.

481. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Eğer bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, kadının, kocasına secde etmesini emrederdim."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî.

482. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Herhangi bir kadın, kocası kendisinden hoşnutken ölürse, cennete girer."
Ümmü Seleme radıyallahu anh. Tirmizî.

483. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kadın, kocasının yatağını terkederek gecelerse, yatağa dönünceye kadar melekler ona lânet eder."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.

484. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"En hayırlı kadın, kocası kendisine bakınca onun gönlüne huzur veren, emrettiği zaman itaat eden, nefsinde ve malında kocasının hoşlanmadığı bir şey yapmayan kadındır."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Nesêî.

485. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Bir kadın, beş vakit namazını kılarsa, Ramazan orucunu tutarsa, namusunu korursa, kocasına itaat ederse, ona, "Cennetin kapılarından hangisini istersen oradan gir," denilir."
Abdurrahman radıyallahu anh. Ahmed.

486. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Allahın dişi kulları olan kadınlarınızı dövmeyin! Muhammed ailesine birçok kadınlar geliyor, kocalarının kendilerini dövmelerinden yakınıyorlar.
Onları dövenler en hayırlılarınız değildir!"
iyas radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

487. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Cehennemliklerden olup da, henüz görmediğim iki sınıf insan:
Ellerinde sığır kuyrukları gibi kamçılar, durmadan insanları dövüyorlar.
Giyinik, çıplak, başları deve hörgücü gibi, eğilim duyan ve kendine eğilim duyuran kadınlar sınıfı.
İşte onlar cennete giremeyecekler ve kokusunu da bulamayacaklar."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim.

488. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Benden sonra, erkeklere, kadınlardan daha zararlı bir sınanma nedeni bırakmadım."
Üsame radıyallahu anh. Buhârî.

489. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kocası evde olmayan kadınların yanına sakın girmeyin. Çünkü şeytan, kanınızın dolaştığı yerde dolaşır."
Câbir radıyallahu anh. Tirmizî.

490. Kadının, kocasının erkek akrabalarıyla ıssız yerde beraber bulunmaları soruldu.
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem: "Onlarla yalnız kalması, ölümdür!" buyurdu.
Ukbe radıyallahu anh. Buhârî.

491. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Yanında uygun bir yakını olmaksızın, hiçbiriniz bir kadınla sakın başbaşa kalmasın."
İbn Abbas radıyallahu anh. Buhârî.

492. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Ey Ali! Bakışına bakış ekleme! Zira, ilk bakış sanadır, ama ikinci bakış zararınadır."
Büreyde radıyallahu anh. Tirmizî.

493. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Birbirini sevenler için nikâh kadar güzel bir şey görülmemiştir!"
İbn Abbas radıyallahu anh. İbn Mâce.
Asri_Saadet
Çar Mar 14, 2012 1:50 pm
 
Foruma git
Konuya git

HARCAMA, CİMRİ, CÖMERT, SERVET...

428. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Cömert kişi, Allaha yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır.
Cimri olan ise, Allahtan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır.
Allah katında, cömert bir bilgisiz câhil, cimri bir ibadet edici âbidden daha sevimlidir."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî.

429. Medineye geldim. ileri gelenlerin bulunduğu bir toplulukta otururken bir adam geldi. Cüsseli bir adamdı ve kaba elbiseler giymişti. Sert çehreliydi. insanların başlarında durup şöyle dedi:
"Altın ve gümüş biriktirip de Allahın yolunda harcamayanlara şunu müjdele! O altın ve gümüşler cehennem ateşinde kızdırılıp vücutları şöyle dağlanacaktır:
Memelerinin arasından sokulup omuzlarının arasından, omuzlarının arasından sokulup memelerinin üstünden çıkartılacaktır. Kendisi ayakta duramayıp sarsılacaktır."
Onu dinleyen o topluluk başlarını eğdiler ve adama hiç cevap vermediler.
Adam gitti, ben de ardından gittim, adam oturdu, ben de yanına oturdum. Sonra dedim ki:
"Oradakiler senin sözlerinden hiç hoşlanmadılar. Çünkü sana hiçbir şey söylemediler."
"Onların akılları hiçbir şeye ermez. Dostum Ebûl Kasım sallallahu aleyhi ve sellem birgün beni çağırdı. Yanına vardım. Bana dedi ki:
"Uhudu görüyor musun?"
Üstümdeki güneşe baktım, sandım ki beni bir iş için gönderecek. "Görüyorum," dedim.
Şöyle buyurdu: "işte benim Uhud dağı kadar altınım olsa, hepsini Allah yolunda harcarım, kendime sadece üç dinar bırakırım."
Şimdi bunlara bakıyorum da hiçbir şey anlamıyorlar, habire dünyalık toplayıp duruyorlar, başka bir şey düşünmüyorlar."
Ben Ahnef dedim ki: "Neden Kureyş kardeşlerine gidip onlardan dünyalık istemiyorsun?"
Şu cevabı verdi: "Rabbime yemin ederim ki, hayır! Onlardan ne dünyalık isterim ve ne de din hakkında onlardan bir fetva sorarım. Allah ve Resûlü sallallahu aleyhi ve selleme kavuşuncaya kadar böyle yaşar giderim!"
Ahnef radıyallahu anh. Buhârî.

430. Dedim ki:
"Ey Allahın Resulü! Akrabalarla ilgilenmek, köle azad etmek, sadaka vermek gibi müslüman olmadan önce yapmış olduğum şeylerde acaba benim için bir sevap var mıdır?"
Şöyle buyurdu:
"iyiliklerin boşa gitmeyecek, onlarla birlikte müslüman oldun."
Dedim ki: "Vallahi câhiliyede ne gibi iyilikler yaptımsa islâmda da, aynısını yaparım."
Hakîm radıyallahu anh. Buharî.

431. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Allah, zâlim zenginden, câhil ihtiyardan ve büyüklük taslayan fakirden nefret eder."
Ali radıyallahu anh. Bezzâr.

432. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Kâbenin gölgesinde otururken yanına vardım. Beni görünce şöyle dedi:
"Kâbenin Rabbi hakkı için, onlar zarardadırlar!"
Gelip yanına oturdum, çok geçmeden ayağa kalktım ve dedim ki:
"Anam babam sana feda olsun, onlar kimdir, ey Allahın Resûlü?"
"Onlar, malları çok olan zenginlerdir. Ancak bunların şöyle şöyle verenleri başka. Ama onlar da ne kadar azdır!" buyurdu.
Ebû Zer radıyallahu anh. Buhârî.

433. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Hileci, cimri ve ettiği iyiliği başa kakan kimseler kesinlikle cennete giremezler."
Ebû Bekr radıyallahu anh. Tirmizî.

434. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Şeytanın develeri de olur, evleri de. Birinizin güzel develeri olur, hiçbirisine binmeye kıyamaz. Devesi olmayan yorgun bir kardeşine rastlar da, onlardan birine bindirmez, işte bu, şeytan devesidir.
Şeytanın evlerine gelince, ipek ve benzeri kumaşlarla örtülüp süslenen şu kafeslerdir."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

435. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kul, "Malım, malım!" der, oysa malının ancak şu üç kısmı kendisinindir: Yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve verip öbür dünyası için biriktirdiği. Bunun dışındakiler ise, kendisi ölür ve malını insanlara bırakır."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim.

436. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"insanlara teşekkür etmeyen, Allaha şükretmiş olmaz."
Ebû Saîd radıyallahu anh. Tirmizî.
Asri_Saadet
Çar Mar 14, 2012 1:46 pm
 
Foruma git
Konuya git

İslam'ı yaşamaya çalışan Müslümanların yüzlerinin nurlu oldu

"Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir." (Fetih, 48/29)

O indirdiği âyetler ve fiilen ortaya koyduğu mucizeler ile şehadet eder, ki Muhammed Allah'ın Resulüdür. Bundan dolayı, ona olan vaadlerini fiilen gerçekleştirerek ispat edecek olan da O'dur. Allah'ın bu şehadetine karşı Muhammed Allah'ın Resulüdür demek istemeyen kâfirler gerçekte kendileri zarar etmiş olurlar.

Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı çok çetin, çok şiddetlidirler, onların küfürlerine karşı zayıflık, yılgınlık göstermez, sert ve güçlü davranırlar. Onun için barış görüşmeleri sırasında kâfirlerin sözlerine karşı galeyana gelmişlerdi. Fakat kendi aralarında merhametlidirler.

Birbirlerine karşı çok yumuşak çok nazik, merhametli hareket ederler. Onun için aralarında hak sözü üzerinde toplanmaları da kolay olur. Onları hep rükû ve secde halinde görürsün, o kadar namaz kılarlar, öyle itaatkâr ve ibadetlerine düşkündürler. Allah'tan lütuf ve rıza isterler, daha fazla sevab ve hoşnutluğunu isterler, öyle çalışırlar ve daima Allah'ın rızasına doğru ilerlemeyi düşünürler.

Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Allah için ihlas ile secde edip durdukları yüzlerinin temiz ve parlayan nûrânîliğinden bellidir.

Bir Hadis-i Şerif'te "Gece namazı çok olanın, gündüz yüzü güzel olur." (İbn. Mace, İkamet, 174) Ebû's-Suûd tefsirinde der ki: "Çok secde etmekten meydana gelen izdir." (Açıklama için bk. Elmalılı Tefsiri)

Şu Müslümanların rüku'da ve sücudda bulunduklarını görürsün. Onlar salih amel işleyip namaz kılarlar. Bununla da sadece Allah'ın nzasını kast ederler. O'nun lütuf ve ihsanından başka bir şey istemezler. O'nun hoşnutluğundan başka bir şeyi ümit etmezler. Allah'ın hoşnutluğu her şeyden büyüktür.

İşte bu gibi kimselerin alametlerini yüzlerindeki secde izinde görürsün. Evet bunların nişanları nedir? Namaz kılanın alnında görünen secde izinde midir bu nişan? Ama öyleleri var ki namaz kıldıkları halde kalpleri Firavnınkinden daha da katıdır.

Zahire bakılırsa bu nişan yüzdeki nûr, kalpteki sükûnet, azalardaki yumuşaklık, huşu ve teslimiyettir. İçi düzgün olanın dışını da Cenab-ı Allah düzeltir.

Sahih imanın alameti kişinin yaşayan bir Kur'an olması, yani Kur'an'ın bütün emirlerini tatbik eder olmasıdır. İslam’ı tam olarak yaşamasıdır. Günah işlememesi, fasıklık yapmaması, yalan söylememesi, hile yapmaması, başkalarını aldatmaması, saptırmaması, katılaşmaması, günahtan kaçınması ve facir olmamasıdır. İnsanların en kötüsü, insanların kendisinin kötülüğünden korktuğu kimsedir...

İşte bunlar Müslüman’ın yüzünde görünen bazı iman alametleridir. Müminlerin İncil'deki ve Tevrat'taki vasıflarıdır. (bk. Furkan Tefsiri, 5/602-604.)
Asri_Saadet
Pzr Mar 11, 2012 11:49 am
 
Foruma git
Konuya git

SOFRA, YEME, İÇME, GIDA...

494. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Biriniz yemek yerken "Bismillah" desin. Başta söylemeyi unutursa, hatırlayınca, "Başında da sonunda da Bismillah!" desin."
Aişe radıyallahu anha. Ebû Dâvud.

495. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Yemeğin bereketi, hem yemekten önce, hem de yemekten sonra el ve ağzı yıkamaktadır."
Selman radıyallahu anh. Tirmizî.

496. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemin koruması altında bir çocuktum. Elim yemek kabının her tarafında dolaşır dururdu. Bunun üzerine:
"Evladım! Besmele çek, sağ elinle ye ve sana yakın olan taraftan ye!" buyurdu.
İbn Ebû Seleme radıyallahu anh. Buhârî.

497. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, yaslanarak yemek yemezdi. iki adamın onun ardından gittiği de olmamıştır. Üç kişi olduklarında aralarında yürürdü. Toplu oldukları zaman, birini öne geçirirdi.
İbn Amr radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

498. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, içki içilen sofrada oturmayı yasak etti. Kişinin, karnına dayanarak yemesini ve içmesini de yasakladı. Dane ve benzerini oturarak, ya da yaslanarak yemeğe izin verdi.
İbn Ömer radıyallahu. Rezîn.

499. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sofra üzerinde yemek yerdi.
Enes radıyallahu anh. Buhârî.

500. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kim, bir tabakta yemek yeyip de, sonra o tabağı sıyırırsa, o tabak onun için Allahtan af diler."
Nubeyşe radıyallahu anh. Tirmizî.

501. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"iki kişilik yemek üç kişiye yeter. Üç kişilik yemek ise, dört kişiye yeter."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.

502. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"insan, karnından daha kötü bir kabı doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir, mutlaka bundan fazla yemesi gerekirse, midesini üçe bölsün: Üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefesi için."
Mikdam radıyallahu anh. Tirmizî.

503. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yemeğe kusur bulmazdı, canı çekerse yerdi, çekmezse bırakırdı.
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.

504. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Sofra kurulduğu zaman, kaldırılıncaya kadar kimse kalkmasın. Kişi doysa bile, elini, herkes bitirinceye kadar sofradan çekmesin. Çünkü, aralarında utanan kimse bulunur da, doymadankalkar."
İbn Ömer radıyallahu anh. İbn Mâce.

505. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ayakta yemek yemeyi ve su içmeyi yasakladı.
Enes radıyallahu anh. Bezzâr.

506. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanıma girip:
"Yanınızda yiyecek bir şey var mı?" diye sordu.
"Biraz ekmek, biraz da sirke var," dedim.
"Onu getirin, içinde sirke bulunan ev fakir sayılmaz!" buyurdu.
Ümmü Hani radıyallahu anha. Tirmizî.

507. Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme, Tebükte, hıristiyanlarca üretilen peynir getirildi, onu bıçakla kesti ve besmele çekerek yedi.
İbn Ömer radıyallahu anh. Rezîn.

508. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Rahmana ibadet edin! Yemek yedirin! Bol selâm verin ki, esenlikle cennete giresiniz!"
İbn Amr radıyallahu anh. Tirmizî.

509. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Biriniz, müslüman kardeşinin yanına girip de, o kendisine yemek ikram ettiği zaman, yesin. Onun hakkında bir şey sormasın. ikram ettiği suyu da içsin, hakkında bir şey sormasın."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ahmed.

510. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Deve içişi gibi tek bir içişle su içmeyin, ikişer üçer için. içmeye bismillah diyerek başlayın, bitirince elhamdülillah deyin."
İbn Abbas radıyallahu anh. Tirmizî.

511. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Biriniz su içtiği zaman bardağın içinde nefes almasın."
Ebû Katâde radıyallahu anh. Buhârî.

512. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Sarhoşluk veren her içecek haramdır."
Aişe radıyallahu anha. Buhârî.

513. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır."
Câbir radıyallahu anh. Tirmizî.

514. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, her sarhoş eden ve dalgınlık veren şeyi yasak etmiştir.
Ümmü Seleme radıyallahu anha. Ebû Dâvud.

515. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, şarapla ilgili on kişiye lânet etti: Üzümünü sıkana, sıktırana, içene, içirene, taşıyana, taşıttırana, satana, satın alana, bağışlayana ve parasını yiyene.
Enes radıyallahu anh. Tirmizî.

516. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Ümmetimden bir takım insanlar, şarap içecekler ve ona başka başka isimler verecekler."
Sahabeden biri radıyallahu anh. Nesêî.
Asri_Saadet
Çar Mar 14, 2012 1:51 pm
 
Foruma git
Konuya git

HOCAMIZA SORMAK ISTEDIKLERIMIZ

Selamün aleykum sevgili sanalkahve dostlari ve kardeslerim HOSGELDINIZ Hocamiza sorularimiz bölümüne , sizlerin aklinizia takilan sorularinizin cevabini degerli hocalarimizdan ve Kayacan kardesimden alacaksiniz
sifa icin dua istiyen dostlarimizada yardim edicemizi ve dua gönderebilecegimizide bildirmek isterim

sorularinizin cevabini hemen olmasada elimizden geldikce cabuk vermeye caslisamizida bildirmek isterim.sadece arada bakip sorunuzun cevabin alabilirsiniz ,simdiden rabbimden dertlilere deva hastalara sifa vermesini cani gönülden diliyorum sevgili kardeslerim,allah cümlemizin yar ve yardimcisi olsun insallah. AMINN

SAGLICAKLA KALIN

TEKRARDAN HEPINIZ HOSGELDINIZ SEFA GETIRDINIZ

SAYGILARIMLA

SELAM VE DUA ILE
Asri_Saadet
Per Mar 15, 2012 10:00 am
 
Foruma git
Konuya git

Hayatınızda özel yeri olan bazı insanlar..

İnsan ne kadar tebessüm dağıtır,insanlara ne kadar sıcak davranırsa,ne kadar çok selam verir samimiyetle hatır sorarsa,ne kadar çok kişiye dua ederse,o kadar selam alır,o kadar tebessümle karşılaşır,o kadar hatırı sorulur,o kadarda dua alır..Kendi saçtığınızı toplarsınız alemin bahçelerinden..Tohumlar sizden meyveler alemden..Ekim evvel hasat ahir...Hayatımızda bazı insanlar vardır,evimiz gibidir,başka evler ne kadar ihtişamlı olursa olsun,bizler sadece evimizde emniyette hissederiz kendimizi..Bazı insanlar toprağımız vatanımızdır.onları yıllarca görmesek bile hep bir gün döneceğine,ölsenizde bağrına gömüleceğine inanırız..Bazı insanlar vardır kendimizi onlara teslim ederiz,sizi mutlaka iyi bir yere götüreceklerine,size asla kasten zarar vermeyeceklerine emin olursunuz,fırtınalı bir denizde onlar dümendeyken rahatça uyursunuz,kalbinizin dümeni onların elindedir.Onlara kırıldığında yine onlara sarılıp ağlarsınız.Onlardan küsüp ayrılmak düşünülemez..
Hayatıma böyle tecelliler veren Allah'ıma hamd olsun..Şanslıyım...
Ne mutlu bu şansı kendinde bulanlara..
Tutku
Sal Mar 20, 2012 8:00 am
 
Foruma git
Konuya git
cron