457 sonuç bulundu

Geri dön

Re: O Bir Hayvan

Yeryüzündekilere merhamet edin ki,Göktekiler de size merhamet etsin.
                                                                                 Hadis-i Şerif
 
 
Tutku
Cum Haz 07, 2013 1:30 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: O Bir Hayvan


İnsanlara insanlığı öğreten hayvan..

Tutku
Cum Haz 07, 2013 1:40 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: O Bir Hayvan


Merhametin en güzel anlatımı...Yaradandan ötürü Yaradılanı sevmek...

Tutku
Cum Haz 07, 2013 1:46 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: O Bir Hayvan




OLAĞANÜSTÜ BİR ÖYKÜAvustralya'da bir plajda gel-git sonrasında çamur içinde sıkışmış bir at, sahibi olan kadının inanılmaz sadakat öyküsünü oluşturdu. Sular yükselince çamura saplanan 500 kilo ağırlığındaki Astro, kurtarma ekipleri gelene dek 3 saat boyunca sahibi Nicole Graham tarafından insanüstü bir mücadeleyle boynu yukarda tutularak yaşam savaşını kazandı.Kaynak: Daily Mail







Tutku
Cum Haz 07, 2013 1:56 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: SANALDA DOSTLUKLAR..

Hacegan...Örnek insan..Tanıdığım günden bu yana ( hafife alınır bir zaman dilimi değil...2.yılımızı da yarıladık)
İzlediğim hep saygılı ..Efendi..Formda  o dolu dolu paylaşımlarını okuduğum insan..Bir güzel insan..seni tanımaklada mutlu ve gururluyum..
Paylaşıma katkın için teşekkürler...Birşeyler buluyoruzki ..devamlılık arzediyor..:)
                                                         
Tutku
Sal Haz 04, 2013 6:19 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: SANALDA DOSTLUKLAR..

Meltemim paylaşımlarda nasıl kendimizi buluyoruz..ortak noktalarımız nasıl kendiliğinden ortaya çıkıyor..Yüreğin sevgi dolu..Bir o kadar da dikkatli temkinlisin kendine ve sevdiklerine karşı..Aylardır beraberiz..kendini taşımasını bilen..sevdiklerini inandığın insanları koruyan..Ve Meltem benim arkadaşım Dost um demekten onur duyduğumsun..Bunu da söylemeden geçemicem..o paylaşımlarınla ama hep seviyeli..hep düzeyli espirili halllerinle beni kahkahaya boğansın..seviyorum seni....ve o güzel güller için teşekkürler ediyorum...
Senin için ....
   
Tutku
Sal Haz 04, 2013 6:08 pm
 
Foruma git
Konuya git

Kuran ve Sünnet yolu.....

Rabbimiz, Hz. Adem Aleyhisselam’dan Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz’e kadar, insanlığın salah ve kurtuluşu, dünya ve ahiret saadeti için din göndermiş, emir ve yasaklarını bildirmiştir. Neleri yapıp neleri yapmamamızı bildiren, dosdoğru bir hayatın yolunu gösteren din, Efendimiz s.a.v.’in risaletinde kemale erdirilmiştir.Müslümanlar da bu dine kâmilen uymakla mükelleftirler. İç ve dış bütün hayatını dinin sınırları içinde, onun koyduğu hükümler doğrultusunda tanzim etmedikçe, bütün varlığı ile inanarak, benimseyerek ve severek uygulamadıkça bir müslüman kâmil bir mümin olamaz. Kâmil bir mümin olmak, ancak maddî-manevî, zahirî-batınî, iç ve dış insanın bütün yönleriyle dinin ahkâmına bağlı olmasıyla mümkündür.Hayatın görünen yüzüyle (zâhirle) fıkıh ilmi, iç alemimizle de (bâtınla) tasavvuf ilmi ilgilenmektedir. Bütün islâmî ilimlerde olduğu gibi fıkıh ve tasavvufun da kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’dir. Tasavvuf, nazargâh-ı ilâhi olan kalbi Allah’tan gayrı her şeyden (mâsivadan) ve ahirete hiçbir faydası olmayan söz, hayal ve düşüncelerden (havâtırdan) korumanın, nefsi kötülüklerden arındırmanın yollarını gösteren, Kur’an ve Sünnet ışığında eğitim yapan manevi bir ilim ve terbiye okuludur.Tasavvufî yaşantısı olmayan, kalbini kontrol edemeyen, kalbî amellere önem vermeyenlerin İslâm’ın güzelliğini hissederek yaşaması, Allah’a yakın (mukarreb) kullardan olması imkansız derecesinde zordur.İnsanoğlunun halifetullah sıfatıyla mukaddes emaneti taşıma çerçevesinde aslî ve değişmez gayesi, Hak bilgisini (marifetullahı) elde etmek, ibadet ve itaatle kul olmaktır. Kâinat bu ulvî gayenin gereği olarak insanın hizmetine verilmiştir. İnsanın hakiki haysiyet ve şerefinin muhafazası da bu gayede ısrar etmesine bağlıdır.İnsan, akıl, ilim ve hikmetin aydınlığında kaldığı müddetçe bu gayeyi anlamakta güçlük çekmez. Kaldı ki Rabbimiz, Rahim sıfatının bir tecellisi olarak insan aklına yol göstermek ve insanın Bezm-i Elest’te Rabbine verdiği sözü hatırlatmak için peygamberler göndermiştir. Mucizelerle desteklenmiş olan peygamberler, beşeriyeti ilim, hikmet ve marifet nuruyla doldurmuş, sırat-ı müstakimde, dünyevî ve uhrevî saadet yolunda dosdoğru rehberler olmuşlardır.Öyle ki, ibretle tefekkür eden insan, naklî (nakledilmiş, rivayet edilmiş) delil ve bilgilerin bir güneş, aklın ise bu güneş sayesinde görebilen bir göz hükmünde olduğunu anlar. Hayır ve şerrin karışık olduğu ve şerrin içinde hayrı bulup çıkarmak gibi hassas bir vazife ile mükellef olduğumuz bu imtihan dünyasında, rehbersiz akılla sapkınlığa düşmemek için, nakil güneşiyle aydınlanan “Tevhid” gerçeğini görmeye azami gayreti göstermeliyiz. Dışa dönük beş duyumuz ve içe dönük hafıza, idrak, hatırlama, hayal ve vehim gibi beş batinî hassamızla naklin emrinde olmalıyız. Ki böylece gaye yolunda emniyetli ve sağlam adımlarla yürüyebilelim.Nakillerden, rivayet edilmiş bilgilerden açıkça anlaşılacağı gibi insanın değişmez üç aslî vazifesi vardır. Bunlar:• İnsanın kendini bilmesi• İnsanın Rabbini bilmesi• Rabbi ile kendisi arasındaki münasebet ve muameleleri bilmesi ve hayatını buna göre tanzim edip düzenlemesi.İnsanın kendini bilmesi, gayesini yani Rabbini bilmesi yolunda bir anahtar ve ilk adım hükmündedir. Çünkü Rabbü’l-Alemin’in bütün kudret ve sanatının incelikleri insanda mevcuttur. Bu sanatın inceliklerini tanıyan, sanatkârın vasıflarındaki mükemmelliği, mahareti ve harikulâdeliği anlar ve hayranlığını gizleyemez. İnsan, cismanî ve ruhanî yapısı ve donanımıyla Yüce Rabbimiz’in kudretine, birliğine, vasıflarına ve sonsuz maharetine en büyük delil ve alamettir.Hem insanoğlu kendini bilmekle nefsini ve sıfatlarını tanıyacak, felakete sürükleyen veya saadete götüren halleri anlayacaktır. Böylece felaket sebeplerini terk edip, saadet sebeplerine yapışacak... Bu imtihan aleminde gaye olan Hakk’ı tanıma ve O’na yakınlık (kurbiyet) kazanma yolunda kalbî yolculuğun inceliklerine vakıf olacak ve büyük cihadın, yani nefsle mücahedenin ne kadar ciddi bir hadise olduğuna muttali olacaktır.Kendini bilip de bu yolla Rabbini bilen insan, Rabbi ile kendisi arasındaki münasebetlerin ve muamelelerin keyfiyetini de naklî delilleri esas almak suretiyle öğrenir. Bildiği ile amel eder ve gayesi istikametinde ebedi saadete doğru yol alır.Kul, Rabbini kendi kusurlu anlayışı ile değil, Rabbimizin haber verdiği biçimde eksiksiz olarak, şanına layık sıfatlarıyla tanımalı ve Rabbini tanıma yolundaki engelleri bir bir tespit ederek bunları bertaraf etme yolunu öğrenip tatbik etmelidir.İşte bu iki asılda toplanan bir tek gayeyi gerçekleştirmek için, nübüvvet güneşinden ışık alan velayet yıldızı hükmünde olan ariflerin, evliyaullahın, Habib-i Kibriya s.a.v.’in hakiki vârislerinin gittiği bir yol, takip ettiği bir usul vardır. Bu yol, Hakk’a ulaşmak isteyenlerin, dinini takva ve azimet yoluyla yaşayanların yoludur. Bu tasavvuf yolu sözden ziyade hale önem veren, kalıptan ziyade kalbe önem veren bir yoldur.Cenab-ı Hak “O gün ne mal ne evlat fayda verir. Ancak tertemiz (selim) bir kalple Allah’a gelenler (kurtulur).” (Şuara, 88-89) buyurarak, bütün kötülüklerden arındırılmış, tevhid nuru ile aydınlanmış bir kalbe sahip olunması gerektiğine, ebedi saadetin ancak bununla mümkün olabileceğine işaret etmektedir.Fahr-i Cihan s.a.v. Efendimiz de bu hususta şöyle buyurmuştur: “Dikkat edin, vücutta bir et parçası vardır. O salâh bulursa bütün vücut salâh bulur. O fesada uğrarsa bütün vücut fesada uğrar. Dikkat edin o (et parçası) kalptir.” (Buharî)Ruh beden için ne mana ifade ediyorsa, zahiri ibadetlerimiz için de kalbî amellerimiz aynı şeyi ifade etmektedir. Kişiden güzel haller, güzel ahlâk ve güzel ameller sadır olabilmesi için nefsin de mutmainne derecesine ulaşması gerekir. Rabbimiz itminan olmuş nefise hitap etmekte ve ondan razı olduğunu bildirmektedir. Rabbimiz’in hoşnut olduğu kullar nefsi mutmainne derecesine ulaşmış kişilerdir.“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere daldıran ziyan etmiştir.” (Şems, 9-10) ayet-i celileleri, nefis terbiyesinin ne mühim bir iş olduğuna işaret etmektedir.Kalbi tasfiye ve nefsi tezkiye etmek hususunda kişi öncelikle bütün hallerinde Allah rızasını gözetmeli, Sünnet-i Seniyye üzere yaşamalıdır. İbadetlerini Rabbini görüyorcasına huşû ile vaktinde yapmalıdır. Haram ve şüphelilerden şiddetle kaçınmalıdır. Çok zikredip çok tefekkür etmelidir.Mahlukata şefkat ve merhametle muamele etmeli, hizmeti şiar edinmelidir. Gecenin kalbi olan seher vakitlerini gafletle geçirmemelidir. Salih ve sıddîkların sohbetlerine iştiyakla devam etmelidir. Şah-ı Nakşibend Hazretleri k.s.: “Bizim yolumuz sohbet yoludur.” buyurmuştur. Kişi salihlerle beraberliği sayesinde dinin esaslarını, tasavvufu, adap ve erkânı, güzel ahlâkı öğrenip, yaşantısına yansıtma imkanı bulur.Salihlerin hal yansımaları ile bilgilerin yaşanılması kolaylaşır ve hatta bir sevda halini alır. Kişinin nefsi ile cihadında en kestirme yol, dinin emirlerini samimiyetle yerine getirip, nehyettiklerinden şiddetle sakınmaktır. İstikamet üzere olmaktır. Bunu başaran kişi marifet ehli olur. Hakikate, kulluk makamına erişir.Tasavvuf zannedildiği gibi bazı harikulâde haller yaşamak, kerametler göstermek değildir. Kur’an’a ve Sünnet ölçülerine uymak şartıyla harikulâde haller ve kerametler Allah’ın bir lütfudur. Ancak tasavvuf ehli bununla meşgul olmaz. Bilir ki bunlarla meşgul olmak gayeye ulaşmaya engel olur.Kulun gayesi Allah Tealâ’dır. Tasavvuf ehli Kur’an ve Sünnet’e aykırı şeylerden şiddetle uzak durur. Bu yolun büyüklerinden Mevlâna Halid k.s. şöyle buyurur: “Bizim yolumuzun yolcusu, zahiren halk ile olup bâtınen Hak ile bulunandır.”Rabbimizin tevfik ve inayeti ile...Selam ve dua ile Hacegan....
Hacegan__
Cmt Haz 08, 2013 7:21 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Kuran ve Sünnet yolu.....

Nakillerden, rivayet edilmiş bilgilerden açıkça anlaşılacağı gibi insanın değişmez üç aslî vazifesi vardır. Bunlar:• İnsanın kendini bilmesi• İnsanın Rabbini bilmesi• Rabbi ile kendisi arasındaki münasebet ve muameleleri bilmesi ve hayatını buna göre tanzim edip düzenlemesi.
Hacegan yüreğine sağlık..
Tutku
Cmt Haz 08, 2013 4:00 pm
 
Foruma git
Konuya git

ÖĞRENDİM..





SUSMAYI öğrendim;çok KONUŞANLARDAN..!ALÇAK GÖNÜLLÜ olmanın;ERDEMİNİ tattım çok bilmişlere inat..!Gerçekten BİLENLERİN,az konuştuğuna ŞAHİT oldum sessizce..!Her yaşananın;sadece bir DENEYİM olduğunu kavradım.!DEĞMEYENLERE;çok anlam yüklemenin ruhuma verdiği zararı keşfettim..!Kendim olmayı seçtim;başkalarından alınmış parçalardan oluşmayı değil.. !Kendi hayatlarını YÖNETEMEYENLERİN;diğer hayatlara müdahelelerine güldüm sadece..!Kokuşmuş zihniyetlerin;yalan gülümsemelerin içinde yer almaktansa;uzaktan onlara seyirci kalıp,İNSANLIĞIMI korumayı öğrendim..!Varlığımı hakedenleri hayatıma dahil etmeyi;haketmeyenlere HOŞÇAKAL demeyi öğrendim..!Belki zor oldu ama;bu uzun yolda YALNIZ ama BAŞIM DİK yürümeyi öğrendim...!!








Tutku
Sal Haz 18, 2013 10:10 pm
 
Foruma git
Konuya git

SEVGİ..





Sevgi;Önce 'ben' yerine önce 'sen' diyebilmek Kendinden önce onu, onun mutluluğunu düşünebilmektir.Onun yanında huzur bulmak, güven duymak, her ne olursa olsun yanında olacağını, seni seveceğini bilerek 'kendin' olmaktır.Sevgi;Sevdiğinin yüreğinin güzelliğine ve sevdasına inanmak Onu mutlu etmek uğruna zevkle emek etmektir. Sevdiğinin gözlerinde kaybolmak Bedeninde bir olmaktır.Sevgi;Sevdiğine saygı duymak Varlığından gurur duymaktır. Kahkaha kadar gözyaşınıda Sohbetler kadar sessizliğide büyük bir zevkle paylaşmaktır.Sevgi;Sadakat, vefa, bağlılıktır, Sorumluluk, ö zveri, şefkattır.Sevgi; Anlayış, hoşgörü, sabırdır.Tutku, cesaret, risktir.Sevgi;Bakmak, dokunmak, söylemektir. Yaşatmak, yaşamak, göze almaktır.Sevgi;Umuttur, soluktur, hayattır. Bir bedende bütün olmak, birlikte çoğalmaktır.Sevgi;Yüreğinle gülümseyebilmek, insan olabilmektir..








Tutku
Sal Haz 18, 2013 10:27 pm
 
Foruma git
Konuya git

Sabretki...




Dibi yosun tutan denizlerle ilgilenme. Sen dağları seyret.Yenik düşüyorsan özlemlerine aldırma,kalbindeki o uçsuz bucaksız sevgiyi hisset. Işıklar sönmüşse ve karanlıksa ona da aldırma, ay ışığını seyret.SABRET... Sabret ki herşey hissettiğin kadar derin ve sonsuz olsun. Sabret ki herşey gönlünce olsun.. Hz.Mevlana







Tutku
Sal Haz 18, 2013 11:16 pm
 
Foruma git
Konuya git

Kimbilir...





KİMBİLİR İlk yağmur damlası düştü Kuru yapraklarına güzün. Ardında kış kıyamet, Dert, hüzün. Alınyazısı hepsi.... Kısmet.... Ha yazı, ha kışı geceyle gündüzün, Kim bilir kaç günü kaldı Ömrümüzün? Ziya Osman Saba








Tutku
Sal Haz 18, 2013 11:12 pm
 
Foruma git
Konuya git

İKİ SEY!...

İKİ ŞEY! 'Kalitesiz İnsan’ın özelliğidir:1- Şikayetçilik2- DedikoduİKİ ŞEY! Çözümsüz görünen problemleri bile çözer:1- Bakış açısını değiştirmek2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmekİKİ ŞEY! Yanlış yapmanı engeller:1- Şahıs ve olayları akil ve kalp süzgecinden geçirmek2- Hak yememekİKİ ŞEY! Kişiyi gözden düşürür :1- Demagoji (Laf kalabalığı)2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)İKİ ŞEY! İnsanı 'Nitelikli İnsan' yapar:1- İradeye hakim Olmak2- Uyumlu OlmakİKİ ŞEY! 'Ekstra Değer' katar:1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmekİKİ ŞEY! Geri bırakır:1- Kararsızlık2- CesaretsizlikİKİ ŞEY! Kâşif yapar:1- Nitelikli çevre2- Biraz delilikİKİ ŞEY! Ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:1- Baskın yeteneği bulmak2- Sevdiğin isi yapmakİKİ ŞEY! Başarının sırrıdır:1- Ustalardan ustalığı öğrenmek2- Kendini güncellemekIki sey basariyi mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:1- Niyetin saf olması2- Ruhsal farkındalıkİKİ ŞEY! Milyonlarca insandan ayırır:1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıylayaklaşabilmekİKİ ŞEY! Gelişmeyi engeller:1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat)2- Felakete odaklanmış olmakİKİ ŞEY! Çözüm getirir:1- Tebessüm (gülümseme)2- Sükût (susmak)İKİ ŞEY! Değeri kaybedilince anlaşılır:1- Anne2- BabaİKİ ŞEY! geri alınmaz:1- Geçen zaman2- Söylenen sözİKİ ŞEY! Ulaşmaya değerdir:1- Sevgi2- BilgiİKİ ŞEY! "hayatta önemli olan her şey" içindir:1- Nefes alabilmek2- Nefes verebilmek
 
 
Turku
Çar Haz 19, 2013 12:21 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: İnternet beddua çeşitleri...

Kardeşlerin hası emeğine yüreğine sağlık süpersin:))

Hacegan__
Per Haz 20, 2013 6:05 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: İnternet beddua çeşitleri...

Siyahım Matemim..bu dualardan birini bana yapmamışındır inşallah...:) :) :) :) :)


Çok eğlenceli...Yüreğine sağlık...



 

Tutku
Per Haz 20, 2013 9:53 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: SANALDA DOSTLUKLAR..

Mevlana demiş ki..'Ben Dost'larımı ne kalbimle,ne aklımla severim.Olur ya kalp durur,akıl unutur.Ben Dost'larımı ruhumla severim,o ne durur ne unutur''
Ben de Mevlana gibi diyorum,adını sanını,yüzünü,evini bilmediğim nice güzel insanlarla tanıştığım siber alemde sizleri ruhumla seviyorum.
Gelen zamanların,gidenlerden daha kazançlı,kalplerimizin Hakikat'e ayarlı kılınması ümidiyle...

 
Tutku
Per Haz 20, 2013 11:37 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Güzel cevaplar alimlerden bilim adamlarından..

Kardeşlerin hası sabah sabah doping oldu emeğine yüreğine sağlık...

Hacegan__
Per Haz 20, 2013 6:04 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Seni Anlayan Bir'i Var...

EMEGİNİZE SAGLIK TUTKU ablacım...


 


Birsu__
Per Haz 20, 2013 2:15 pm
 
Foruma git
Konuya git

Re: Güzel cevaplar alimlerden bilim adamlarından..

Albert Einstein ile zamanının dünya güzeli arasında geçtiği söylenen bir diyalog vardır: Güya zamanın dünya güzeli Einstein’a:
-“Gel seninle evlenelim, çocuklarımız senin kadar zeki benim kadar güzel olsunlar” der. Einstein ise yapar yine Einstein’lığını:
-“Peki ya senin kadar geri zekâlı benim kadar çirkin olursa ne yaparız”
Diye cevap verir.

Matemim buda benden olsun.:)
Tutku
Per Haz 20, 2013 3:07 pm
 
Foruma git
Konuya git

Cuma günü ve cuma namazı.....

Cuma, müslümanlarca bir bayram günüdür. Bu mübarek günde müslümanlar mabedlerde toplanırlar. Okunacak hutbeleri dinleyerek faydalanırlar. Hep birlikte cuma namazını kılarlar. Sonra ya başka ibadetlerle uğraşır veya ziyaretlerde bulunur yahut günlük işleri ile uğraşmaya koyulurlar. Bu hadis-i şerifde buyuruluyor: "Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma günüdür. Adem Aleyhisselâm O gün Cennet´e konulmuş, O gün Cennet´den çıkarılmıştır. Kıyamet de o gün kopacaktır." Bütün bu olaylar, nice hayırları ve hikmetleri toplamaktadır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hicretleri zamanında Medine´ye yakın bulunan "Salim İbni Avf" yurdunda "Ranuna" denilen vadi içerisinde "Beni Salim Mescidinde" ilk cuma hutbesini okumuş ve ilk cuma namazını kıldırmıştır. Cuma namazının vakti tam öğle namazının vaktidir. Cuma namazı için minarelerde ezan okunur. Cami´lere gidince önce aynen öğle namazının sünneti gibi, dört rekat cumanın ilk sünneti kılınır. Ondan sonra cami içinde bir ezan daha okunur: Minberde cemaata karşı bir hutbe okunur. Bu hutbeden sonra ikâmet alınarak cumanın iki rekat farzı cemaatle aşikâre okuyuşla kılınır. Bir farzdan sonra yine öğlenin ilk dört rekat sünneti gibi, cumanın son dört rekat sünneti kılınır. Buradan sonra da "Zuhr-u ahir" diye dört rekat namaz kılınır. Arkasından da "Vaktin sünneti" niyeti ile aynen sabah namazının sünneti gibi iki rekat namaz daha kılınır. Cuma şartlarını kendilerinde toplayan kimseler için iki rekat cuma namazı "Farz-ı ayn"dır. Cuma namazının diğer namazlardan başka olarak kendisine özgü on iki şartı daha vardır. Bunların altısı vücubunun (farz olmasının), diğer altısı da edasının şartlarıdır. Cumanın Vücubunun Şartları Cumanın bir kimseye farz olabilmesi için, onda şu altı şartın bulunması şarttır: 1) Erkek olmak: Bunun için cuma namazı erkeklere farzdır, kadınlara farz değildir. 2) Hürriyet: Bu bakımdan cuma namazı kölelere farz değildir. Bir sözleşmeye bağlı olarak kısmen hür olan (mükâteb gibi) kölelere farzdır. 3) İkamet: Dinî hüküm bakımından misafir (yolcu) sayılan kimselere cuma namazı farz değildir. Sefer ve misafırlik bahsine bakılsın!.. 4) Sıhhat: Hasta olduğundan cuma namazına çıktığı takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimseye cuma namazı farz değildir. Yürümeye takatı olmayan çok yaşlı kimseler de bu hükümdedirler. Hasta bakıcısı da böyledir; eğer camiye gidince hastasının zarar göreceğinden korkuyorsa, ona da cuma farz olmaz. 5) Gözlerin sağlıklı olması: Onun için gözleri kör olanlara cuma namazı farz değildir. Böyle körleri camiye götürüp getirecek kimseleri olsa da, İmam Azam´a göre yine ona cuma farz olmaz. Fakat iki imama göre, her iki gözü görmeyen kimseyi camiye götürüp getirtecek bir adam varsa, o zaman böyle körlere de cuma farz olur. 6) Ayakların sağlıklı olması: Kötürüm veya ayakları kesilmiş olan kimselere cuma namazı farz değildir. Kendilerini yüklenecek kimseleri bulunsa da hüküm aynıdır. Düşman korkusu, şiddetli yağmur, fazla çamur ve benzeri engeller de, cuma namazına gidilmemesini mübah kılan özürlerdendir. Bununla beraber bu altı şartı taşımayan kimseye her ne kadar cuma namazı farz değilse de, gidip cuma namazını kılacak olsa, vaktin farzını yerine getirmiş olur. Kadınların veya amâ ve benzeri özrü olan kimselerin cuma namazını kılmaları gibi. Artık bunlar o günün öğle namazını ayrıca kılmakla yükümlü değillerdir. Cumanın Edasının Şartları Cumanın edası için şu altı şart vardır: 1) Cuma namazını bulunulan yerdeki idarecinin veya onun göstereceği kimsenin kıldırmasıdır. Şöyle ki: Cuma namazını en büyük idareci veya onun izni ile diğer bir şahıs kıldırmalıdır. İdareci veya onun görevlendirdiği bir şahıs bulunmayan bir yerde; müslüman cemaatın tayini ile içlerinden biri cuma namazını kıldırabilir. İslâm hükümlerinin uygulanmadığı (Daru´l-Harb gibi) yerlerde cuma namazı böyle kılınır. 2) Hutbe okumaya izin, namaz kıldırmaya da izindir. Aksi de böyledir. Bu her iki görevi yapmaya yetkili olan zat, bir özür olsun, olmasın; yerine başkasını tayin edebilir. Başkasını tayin için kendisine yetki verilmemiş olsada yine yapabilir. Fakat hatibin huzurunda izin almaksızın başkasının hatiblik görevini yapması caiz değildir. 3) Genel izindir. Belli bir yerde müslümanların toplanıp cuma namazını kılmaları için idareci tarafından müsaade edilmiş olmalıdır. Bazı şahıslara özel bir şekilde tayin edilen ve kapısı başkalarına kapatılan yerlerde cuma namazını kılmak caiz olmaz. Fakat mabedin kapısı açık bırakılarak insanların girmesine izin verildiği takdirde, başkaları gelmemiş olsa da, cuma namazları sahih olur. 4) Vaktin devamıdır. Şöyle ki: Cuma namazını kılabilmek için öğle vakti devam etmek üzere olmalıdır. Bu vakit çıktı mı, artık cuma namazını kılmak veya kaza etmek caiz olmaz. O günün öğle namazı da kılınmamış ise, yalnız onu kaza etmek gerekir. Daha cuma namazı kılınmakta iken vakit çıkacak olsa, yeniden öğle namazını kaza olarak kılmak gerekir. (İmam Malik´e göre, cuma namazı öğle vakti çıktıktan sonra da kılınabilir. İmam Ahmed´den bir rivayete göre de, cuma namazı zeval vaktinden önce de kılınabilir.) 5) Cemaat bulunmasıdır. Şöyle ki: Cuma namazı için cemaatın en az miktarı, imamdan başka üç kişidir. İmam Ebû Yusuf´a göre, imamdan başka iki kişidir. (İmam Malik´den bir rivayete göre otuz, İmam Şafiî ile İmam-ı Ahmed´in mezheblerine göre de kırk kişidir.) Cemaatın aklı yerinde ve erkek olması ve en az bu üç kişinin birinci secdeye kadar hazır bulunması da İmam Azam´a göre şarttır. Buna göre yalnız kadınların veya çocukların cemaatiyle veya birinci secdeden önce dağılıp da azınlıkta kalan cemaatle cuma namazı kılınamaz. Cemaatın huzuru, iki İmama göre tahrimeye kadar şarttır. İmam Züfer´e göre, hiç olmazsa ka´dede teşehhüd miktarı duruncaya kadar cemaatın hazır bulunması şarttır. Cemaat bundan önce dağılacak olsa, geriye kalan bir veya iki kişinin öğle namazını kılması gerekir. Cemaatın mukim veya hür olmaları şart değildir. Öyle ki, misafir veya köle olan bir müslüman cuma namazını kıldırabilir. 6) Cumanın farz olan namazından önce hutbe okumaktır. Şöyle ki: Vaktin girmesinden sonra mevcut cemaatın huzurunda bir hutbe okunması gerekir. Bunun içindir ki, hutbe okunurken cemaat bulunmayıp da sonradan namazda bulunacak olsalar, namazları caiz olmaz. Cemaatın hutbeyi işitmesi şart değildir. Sadece hazır bulunmaları yeterlidir. Hutbe esnasında bir mükellef erkeğin, misafir olsa dahi, bulunması yeterli görülmektedir. Cuma hutbesinin rüknü, İmam Azam´a göre, Allah´ı zikirden ibarettir. Onun için hutbe niyeti ile yalnız: "Elhamdü lillâh" yahut "Sübhanallah" yahut "Lâ ilâhe illallah" denilecek olsa, yeterli olur. İki İmama (İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed´e) göre, hutbe denilecek derecede uzunca bir zikirden ibarettir. Bunun en az olan derecesi, Tahiyyat miktarı hamd ve Salâvat ile müslümanlara duadır. Hutbenin vacibleri, hatibin taharet üzere bulunması, avret sayılan yerlerin örtülü olması ve hutbeyi ayakta okumasıdır. Hutbenin sünnetleri de, hutbeyi iki kısma ayırmak ve bunlar arasında bir tesbih veya üç âyet okunacak kadar bir zaman oturmaktır. Bu bakımdan buna iki hutbe denir. Bu iki hutbeden her biri hamdi, kelime-i şehadeti, salât ve selâmı kapsamalı. Birinci hutbe, bir âyetin okunması ile insanlara öğüt vermeyi, ikinci hutbe de müslümanlara duayı kapsamalıdır. Ayrıca imamın sesi, ikinci hutbede olan birinci hutbedekinden daha hafif olmalıdır. İşte bunlar hutbenin sünnetlerindendir. Her iki hutbeyi uzatmamak da sünnettir. Hatta hutbeyi "Hücurat" sûresi ile "Büruc" sûresine kadar olan sûrelerin herhangi birinden uzunca okumak, özellikle kış mevsiminde, mekruhtur. Cemaatı bıktırmak uygun değildir. Cemaatın acele görülecek işleri olabilir. Onları camide fazla tutmak, cuma namazlarına devamlarına engel olacağından yersiz bir iş olur. Hatib olan şahıs bunları düşünmelidir. Sözlerinin sonu, önceki sözleri unutturacak ve kıymetten düşürecek şekilde hutbesi uzun olmamalıdır. Hutbenin kısa ve cemaata faydalı bir tarzda hazırlanması, hatibin ehliyet ve faziletine delildir. Bu konudaki bir hadis-i şerifin anlamı şöyledir: "Namazının uzun, hutbesinin kısa olması bir kimsenin anlayışlı bir din alimi olduğunun alâmetidir. Artık namazı (cemaata ağır gelmeyecek şekilde) uzatınız, hutbeyi de kısa okuyunuz. Gerçekten bazı sözler, sihir gibi kalbleri etkiler" İşte böylece hutbeler, belâgat ve mana bakımından ruhları kazanacak bir halde bulunmalıdır. Ashabı kiramdan (Câbir bin Semüre´den) rivayet edildiğine göre Peygamber efendimizin namazı da, hutbesi de orta bir halde idi. Çok kısa ve çok uzun olmaktan beri idi. Hatib, ezan okunup tamamlanıncaya kadar minberde oturur. Sonra ayağa kalkar. Sonra gizlice "Eûzü" çekerek aşikâre hamd ve sena´da bulunur. Hutbesini cemaata karşı söyler. Savaşla alınmış bir beldede hatib sol elinde tutacağı bir kılıca dayanarak hutbesini okur. Bu durum islâmın gücünü, islâm mücahidlerinin dayandıkları kuvveti hatırlatır. Milletin kahramanlığını artırır. Hutbe bitince ikamet yapılır. Bunlar da hutbenin sünnetlerindendir. Hatibin hutbe sünnetlerini gözetmemesi veya dünyalık konuşmalarda bulunması mekruhtur. 6) Cuma namazının bir beldede veya belde hükmünde bulunan bir yerde kılınmasıdır. Beldeden maksad, valisi, hakimi, yolları ve mahalleleri bulunan herhangi bir şehirdir. Bu beldeye bitişik olup asker toplamak, at bağlamak, silâh atmak, cenaze namazı kılmak, ölüleri gömmek gibi beldenin ihtiyaçları için hazırlanmış olan yerler de, belde hükmündedir. Bu yerlere "Fina-i belde" denilir. Onun için bir belde camilerinde cuma namazı kılınabileceği gibi, böyle yerlerde de kılınabilir. Önceleri şehirlerin dışında böyle namaz kılma yerleri (Musallâ) vardı. Halk cuma ve bayram günlerinde orada toplanarak namazlarını kılarlardı. Böylece beraberliklerini, güçlerini ve hakka olan bağlılıklarını göstermeye çalışırlardı. Öyle ki, İmam Azam´a göre, bir beldede yalnız bir camide veya bir Musallâ´da cuma namazı kılınır birkaç camide kılınmaz. Fakat İmam Muhammed ve İmam Azam´dan diğer bir rivayete göre cuma namazı, bir beldede bulunan birçok camilerde kılınabilir. Doğru olanda budur. Uygulama da böyle yapılmaktadır. İmam Ebû Yusuf´dan bir rivayete göre, şehirde ancak iki yerde cuma namazı kılınabilir. Diğer bir rivayete göre de, aralarında bir ırmak bulunmadıkça iki yerde de cuma namazı kılınmaz. Cuma namazının birçok camide kılınmasını caiz görmeyenlere göre, bir beldede kılınan birçok cuma namazlarından hangisine daha önce tekbir alınarak başlanmışsa o namaz sahih olur, diğerleri olmaz. İşte böyle bir ihtilâftan kurtulabilmek içindir ki, cumanın dört rekat son sünnetinden sonra "Zuhr-u âhir" adı ile dört rekat namaz daha kılınmaktadır. Şöyle ki: "Vaktine yetişip henüz üzerimden düşmeyen son öğle namazına" diye niyet edilir ve tam öğle namazının dört rekat farzı veya dört rekat sünneti gibi dört rekat namaz kılınır. Daha iyisi sünnet namazı şeklinde kılmaktır. Çünkü cuma namazı sahih olmamışsa, bu dört rekat ile o günün öğle namazı kılınmış olur: Bu namazın son iki rekatına ilâve edilen sure veya âyetler, farzın sıhhatına zarar vermez. Eğer cuma namazı sahih olmuşsa, bu dört rekat kazaya kalmış bir öğle namazı yerine geçer. Kazaya kalmış böyle bir namaz bulunmayınca da nafile bir namaz olur. Sonuç Bu şekilde namaz kılınması ihtiyata uygun olduğundan, alimlerin çoğu tarafından güzel görülmüştür. Şafiî alimlerinden bir çokları da bunu uygun görmektedirler. Çünkü İmam Şafiî´ye göre de, bir beldede ilk kılınmaya başlanan cuma namazı geçerlidir, diğer cuma namazları sahih olmaz. O halde cuma namazına daha sonra başlamış olanların öğle namazını kılmaları gerekir. Bununla beraber bu uygulama bir içtihad meselesi olduğundan İmam Şafiî Hazretleri, Bağdad´da birçok camide cuma namazının kılındığını gördüğü halde buna itiraz etmemiştir. Cuma Namazı ile İlgili Bazı Meseleler Birçok köylerde cuma namazı kılınmasına öteden beri izin verilmiş olduğundan, beldelerde olduğu gibi, köylerde de cuma namazı kılınagelmiştir. Mescidlere ait hükümler bölümüne bakılsın!.. Bir köylü, cuma günü bir şehire gidip cuma vaktine kadar orada durmak niyetinde bulunsa, kendisine cuma namazı farz olur. Fakat cuma vaktinden önce şehirden çıkmaya niyet ederse, ona cuma farz olmaz. Sahih kabul edilen bir görüşe göre, cuma vaktinin girmesinden sonra şehirden çıkmaya niyet ederse, yine cuma farz olmaz. Cuma günü zeval vaktinden sonra, cuma namazını kılmadan sefere (yolculuğa) çıkmak mekruhtur. Zeval vaktinden önce çıkmak ise mekruh değildir. Özürlü ve tutuklu olanların cuma günü şehirde öğle namazını cuma namazından önce kılmaları mekruh olduğu gibi, cuma kılındıktan sonra da cemaatla kılmaları mekruhtur. Bunların öğle namazlarını cuma namazı kılındıktan sonra kılmaları müstehabdır; çünkü o vakte kadar özürlerinin kalkabileceği umulur. Bir kimse, cuma günü özrü bulunmadığı halde cuma namazını kılmadan öğle namazını kılacak olsa, bu namazı sahih olursa da, cuma namazını terk ettiğinden günaha girmiş olur. Fakat böyle bir kimse, daha sonra cuma namazını kılmak için daha cuma namazı kılınmadan camiye yönelse, kıldığı öğle namazı nafile yerine geçer. Cuma namazına ister yetişsin, ister yetişmesin ve ister niyetinden vazgeçsin, ister geçmesin. Bu itibarla cuma namazına yetişemezse, o öğle namazını yeniden kılması gerekir. İki İmama göre, gidip cuma namazına başlamadıkça, kılmış olduğu öğle namazı batıl olmaz. Cuma için tekbir almak, yıkanmak, misvak kullanmak, güzel ve temiz elbiseler giyinmek, hoş koku sürünmek müstahabdır. Minarede ezan okununca da başka işlerle uğraşmayıp hemen camiye gidilmesi vacibdir. Cuma günü camiye erkence gitmek, iki rekat "Tahhiyyetü´l-Mescid" namazı kılmak, Kehf sûresini okumak veya dinlemek mendubdur. Camiye giden kimse, eğer hutheye başlanmamışsa, başkalarını rahatsız etmemek şartı ile hatibe yakın yere kadar gidebilir; değilse bulabildiği yerde oturur. Fakat yer bulamaz ve ilerdeki saflarda boşluk bulunursa, zaruret gereği bu boş yerlerden birine gidebilir. Hatib minbere çıkınca, cemaatın dinleyip susması, selâmlaşmaması, nafile namaz kılmaması gereklidir. Öyle ki, hutbede Peygamber Efendimizin mübarek isimleri anılınca, cemaatın "Salat ve Selâm"da bulunmaları ve dinlemekle yetinmeleri daha faziletlidir. İmam Ebû Yusuf´dan bir rivayete göre, bu durumda gizlice Salat ve Selâm getirilir. Cumanın başlanılmış ilk sünneti, hatibin minbere çıkması halinde, namazın vaciblerine riayet edilerek, hemen tamamlanmalıdır. Cuma namazını, hutbe okuyan şahsın kıldırması daha faziletlidir. Cuma namazı henüz bitmeden imama uyan kimse, bu namazı tamamlar. İmam-ı teşehhüdde veya sehiv secdesinde bulsa da hüküm aynıdır. İmam Muhammed´e göre, ikinci rekatın rükuundan sonra gelip imama uyan kimse, cuma namazını değil, öğle namazını tamamlar.Rabbim mübarek cuma günümüzü hakkımızdfa hayırlara vesile kılar inşallah selam ve dua ile Hacegan...
Hacegan__
Cum Haz 21, 2013 7:58 am
 
Foruma git
Konuya git

Re: Güzel cevaplar alimlerden bilim adamlarından..

Üstad'a yapılan bir saygısızlık ve ağır karşılığı...Üstad Necip Fazıl Kısakürek bir gün konferans verirken salonda bulunanlardan birisi kürsüye salatalık fırlatır. Salatalığı eline alan Necip Fazıl salondakilere dönerek:"- Birisi kimliğini göndermiş, kiminse gelsin alsın" der.
 
Tutku
Cum Haz 21, 2013 1:55 pm
 
Foruma git
Konuya git
cron